
mescere
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
151 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
mescere tarafından postalanan herşey
-
Tüm video ve ses paylaşımlarım
mescere şurada bir başlık gönderdi: Diğer (Fragman, belgesel ve tanıtım) Videoları
Ölümüm sırasında Azraille konuştuklarım: İzlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=vPUz1I2eA1Q http://www.youtube.com/watch?v=8Dw7LgIsBBY http://www.youtube.com/watch?v=2D3nJvW0-eQ ………………………. Ahmet Rufai hazretlerinin büyük ayıbı: Büyük evliyaların ayıbı olmaz diyen de kim? Dinleyin ve öğrenin! izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=w5_nS10Dk1I ...................................... 4 lastiğin değiştirilmesi: Kendi maddi durumu iyi olmasa bile, kendinden daha zor durumda olanlara yardım edenlerin kazanacağı mükafatı anlatan ibretlik bir hikaye. 4 dakikalık. Değecek... izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=fJb2VKFOxuQ ..................................... 20 senede yapamadığını 20 saniyede yapacak: Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine ait bir kıssa. Şeytan neden başarısız oldu? 1 dakika 2 saniyelik! izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=YecbVcFJr24 .......................................... Davetinizi kabul etmek için 3 şartım var: Hatim-i Esam'dan bir kıssa. Özellikle tavsiye ediyorum. Hissederek yaşayanların haline örnek! 1 dakika 53 saniyelik izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=tgJXgcpaK44 ..................................... Gönül hastalıklarının şifası: Bir meczuptan öğrenebileceğimiz çok şey olabilir. Gönül hastalıkları ayrı bir bilim dalı... 1 dakika 23 saniyelik izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=Pi6dXJJH3MY ................................ Taşkafa boşkafa hoşkafa: İbretlik bir hikaye. 1 dakika 10 saniyelik. Dinlemeye değer... izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=tU38fpU2PSg -
Allah'ın hikmeti!
-
Korkutmak değil maksat. Uyarmak! Belki de uyandırmak! En başta da kendimi. Ansızın geliverince ölüm apışıp kalmayanlardan olabilelim diye!
-
Dersin adı özenle seçilmiş: "DİN KÜLTÜRÜ". Yani; din bir kültürdür. Sadece kültür, o kadar! İlerisi milerisi yok... Kültür nedir ve ne için öğrenilir inceleyelim bakalım! Şahsen ben Cibuti hakkında çok araştırma yaptım. “O da ne ki?” dediğinizi duyar gibiyim. Bir ülke bu. Gerçekten. Ciddiyim... Canın isterse inan kardeşim! Bak haritaya! Afrika’da işte. Somali, Etiyopya gibi üzerinde sinekler uçuşan bir deri bir kemik çocuklarıyla meşhur ülkelere komşu. Bu ülkenin baş kentinin adı da Cibuti. Zaten başka da kayda değer bir yerleşim yeri yok. Nüfusun % 90’dan fazlası başkentte yaşıyor. Başkent dışında hiçbir yerde en ufak bir devlet hizmeti bile yok. Hastane, sağlık ocağı, okul, yol, öğretmen... Yok, yok, yok... Ben ansiklopedilerin yalancısıyım... O nedenle herkes başkente göç etmeye başlamış. Ne sınırda bekleyecek asker kalacak ne de köyde koyun güdecek çoban... Diğer ülkelere mal taşıyan arabalar olacak ana yolda sadece... Ülke topraklarının % 90’ı işgal edilse kimsenin haberi olmayacak. Yetkililer, mantolarını vestiyere asıp elips şeklinde bir masanın etrafında toplanmışlar ve komutanın “Başlar kaşınacak... Kaşı!” emriyle aynı anda başlarını kaşımaya başlayarak soruna bir çözüm aramışlar. En akıllılarından birinin getirdiği öneri kabul edilmiş ve başkentin çevresi tamamen elektrikli tellerle çevrilmiş göç edenlerin önlenmesi için... Allah nadiren çalıştırdığım beynime böyle orijinal fikirler imal edebilecek düzenekler versin inşallah. Neyse! Neden anlattım ki ben bunu? Daldırdım gene. Konuyu nereye bağlayacağımı unuttum iyi mi?..... Tamam hatırladım! Dinin bir “kültür” olduğu mevzuunda kalmıştık. Benim bu Cibuti ile ilgili bilgilerim de bir kültür aslında. Bu kadar kalmış aklımda ama günlerce araştırma yaptığımı hatırlıyorum değişik kaynaklardan. Ne gerek vardı ki böyle bir kültüre? Öğrenmesem ne olurdu bu bilgileri? HİÇBİR ŞEY! Zaten ben bir mühendisim.Mesleğimle de hiç alakası da yok! Konuşacak bir mevzuum az olurdu o kadar! Kendimi; entel, bazı şeyleri aşmış, her konuda bilgili biri diye kakalamak istediğimde ille de yırtık ve kirli kot pantolon giymem, saçlarımı taramadan ve yıkamadan uzatmam, sakalıma garip şekiller vermem mi gerekir? Hiç de bile! Anlatırım Cibuti hakkında bildiklerimi, hayran hayran bakarlar bana. Anlattıklarımın belki de hiç biri bilmeyecek bunu belki de. Bana bakarak içlerinden diyecekler ki “Bu çocuk çok şey biliyor. Helal olsun. Biz ülkelerin adlarını bile bilmezken adam neleri araştırmış.” Belki de böyle dedirtmek için araştırdım ben Cibuti’yi? Nereden biliyorsunuz iyi niyetli olduğumu? Bana ne Cibuti’den? Bilsen ne olur, bilmesen ne yazar? Ben biliyom da başım göğe mi eriyo? Salla gitsin! ... Dönelim biz “Din Kültürü”ne! Bu masum bir yanılgı olmasa gerek! Bu kitabı yazan adamlar aptal mı? Ne münasebet! Hepsi de cin gibi. Sizi bilmem ama bana beş çekecekleri kesin. Amaç ne o zaman? Din, bir yaşam biçimi olmasına rağmen bir kültür haline indirgenecek. "Zararsız ve itaatkar" bir hale dönüştürülecek. Sisteme uyumlu ve susturulmuş bir faktör olacak toplumsal hayatta. ... Din de bir kültür nihayetinde. Öğrensen de olur, öğrenmesen de! Ama onun hakkında ileri geri konuşup atıp tutarken ara sıra da doğru şeyler söylemek lazım ki, gerçek olmayanlar arada kamufle olsun. O nedenle 3-5 kavram bilmekte de fayda var din hakkında. Bir de bu kavramlar pek bilinmeyen cinsten olursa tercih edilir. Çünkü kimsenin bilmediği şeyleri biliyor olmak, sizin doğal olarak başkalarının bildiği genel geçer şeyleri de bildiğiniz gibi bir “bedavadan” sıfat kazandırır. Taş atacaksınız da kolunuz mu ağrıyacak? Denemeye değer! ... Bunu bile yapmazsanız Cumhuriyet gazetesi köşe yazarlarından Hikmet Çetinkaya’nın durumuna düşersiniz Allah muhafaza! Sırpların Bosna’da büyük bir katliam yapmıştı yıllar önce bir Cumartesi günü. İstanbul’daki yerel radyo ve kurumlar yarın Taksim’de bunu protesto etsek mi etmesek mi derken bir de bakıldı ki öteki gün Taksim’deyiz. Böyle önemli olaylardan sonra bolca gazete alır ve o olayla ilgili yorumlarını incelerdim. Hikmet Çetinkaya köşesinde her zamanki gibi bilgi sahibi olmadan sahip olduğu fikirlerini şey ediyordu... (Uygun bir kelime bulamadım da!) Yazmış ki mealen; “Dün Taksim’deki gösteriden İslamcı grupların artık ayrı çalışmadıklarını, birleştiklerini anladık. Hatta kendi aralarında bir şura oluşturup maddeler halinde kararlar almışlar bile. Hatta o şurada almış oldukları kararların 6. maddesini bir pankarta bile yazmışlardı....” Allah ıslah etsin! Orada bir pankart görmüş bizimkisi. Bakmış altında “Şura - 6) yazıyor. Açmış sözlüğü, bakmış “şura”nın anlamına “toplantı”... Böyle bir sonuç çıkarmış. Fıkra gibi ama gerçek işte. Bunu madem köşende yazacaksın, biraz “kültür” sahibi bari ol be adam değil mi? ... İşte kültür bu! Olursa iyi olur, ama olmasa da pek bir kayıp olmaz. Din de bir kültür... Aynı hesap yani. Din; bir “HAYAT TARZI” olmasına rağmen, sadece bir “KÜLTÜR” olarak tanıtılacak! Mesaj alındı! OK Corç!
-
Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Hesap gününe hazır bir halde ölümü nasip etsin.
-
Teşekkür ederim. Aslında epey uzun bir dua yazmıştım ama bunu bir kısmı olarak yayınlmayı tercişh ettim. Kısa da oldu aslında diğerine göre
-
Teşekkür ederim. Düşünmek lazım vesselam. Tefekkür etmek. Bilhassa gecenin sessizliğinde ve yalnızken
-
Makamımız kuş misali, daldan dala konabilir. İnsanoğlu yok misali, bir gün olur ölebilir. Dağlar taşlar kül misali, bir gün olur tozabilir. İnsanoğlu gül misali, bir gün olur solabilir. O can sana emanettir, bir gün olur uçabilir. Dünya malı bir ziynettir, ancak amel kalabilir. Gururlanma insanoğlu, ölmemeye çaren mi var? Soğuk vurmuş bir gül gibi solmamaya çaren mi var? Hani ecdat, hani ata? Hakka karşı etme hata! Tabut denen cansız ata binmemeye çaren mi var?
-
CHP; Türkiye'nin en aşırı sağ partisi midir?
mescere şurada cevap verdi: mescere başlık Politika Bilimi
Anlaştığımız noktaların olması ne güzel -
Ey ağılda oğlak doğsa otunu ovada bitiren Allah’ım! Vadettiğin o kıyamet gününün dehşeti kapımızı mutlaka çalacak! İşte o gün; kulakları sağır eden bir ses duyulacak ve defterler dürülecek! İnsanlar ateşin etrafını saran pervaneler gibi olacak. Pusuda bekleyen cehennem tutuşturulup cennet yaklaştırılacak. Gökyüzü yarılıp kararacak ve gizli kapılar açılacak. Parça parça dökülen yeryüzü dümdüz olacak ve vahşi hayvanlar bir araya gelecek. Denizler kaynayacak ve yerin altından lavlar püskürecek. Yıldızlar dökülüp kabirlerin içindekiler dışarı çıkarılacak. Dağlar atılmış yüne döndürülüp yürütülecek. Güneş yaklaştırılacak, beynimiz fokur fokur kaynayacak. Boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alacak. Anası kızından, oğlu babasından kaçacak. ... “Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” diye sorulacak. Ayetlerine “Eskilerin masalları, çöl kanunları” diyenler “Eyvahlar olsun bize!” diye çığrışacak. Hak edenlere: “İşte yalanlamış olduğunuz cehennem budur, tadın azabı!” denilecek. Harlanmış ateşe gireceğini anlayanlar hemen yok olmayı dileyip keşke taş, çöp, kıl olarak yaratılsaydım diyecek. Zengininden fakirine, zayıfından şişmanına, küçüğünden büyüğüne, uzunundan kısasına, kralından kölesine, Bush’undan Saddam’ına gelmiş geçmiş tüm insanlar Rabbinin huzurunda divan duracak! ... “O takımı tutup cennete gideceğime bu takımı tutup cehenneme gitmeyi tercih ederim!” diyenlerin, kalplerindeki tüm putları yıkıp yerlerine sadece senin sevgini koymayanların, Seni sadece başı sıkışınca hatırlayanların, hatası bildirdiğinde zeytinyağı gibi üste çıkanların, başak gibi; büyüdükçe boynunu eğmeyenlerin, zekatını vererek mallarını hisar içine almayanların, evlerini ibadetle süslemeyenlerin, topalla gezip aksamayı öğrenenlerin, dostunu ödünç kaşıyanların, saatlerini televizyon başında o kanaldan bu kanala hiçbir şeyi tam seyretmeden tur atarak harcayanların, kendini rakıya verip anıran, tütüne verip savuranların, futbol sahalarının önünde saatlerce bilet kuyruğu bekleyenlerin, hipodromlarda koşan atların anasının babasının adlarını bilip de kendi akrabalarını tanımayanların, matematiksel yeteneklerini; sayısal lotoda hangi sayıların çıkacağını tahmin etmek için seferber edenlerin, abone oldukları tek gazete Fotomaç olanların, kitaplığındaki en büyük yeri at yarışı bültenleri işgal edenlerin, midesinin gıdasını eksik etmediği halde kalbinin gıdasını eksik bırakanların, sanki ateşe çok dayanıklıymış gibi, günah işlerken içinde bir sıkıntı duymayanların, karpuz gibi yata yata büyüyenlerin, ömrünün yarısı boşa geçen, diğer yarısında da ömrünün boşa geçtiğine yakınanların ve kekliği taklit etmeye çalışan karga gibi kendi yürüyüşünü unutanların gözleri fal taşı gibi açılacak! ... Deli deli akanların bura bura tıkanacağı, kötülük edenlerin kötülük bulacağı, şeytanla ortak buğday ekenlerin samanını alacağı, tatlı tatlı yiyenlerin acı acı geğireceği, ava gidenlerin avlanacağı, şapkaların düşüp kellerin görüneceği, gülerek günah işleyenlerin ağlayarak cehenneme gireceği, sakınılan göze çöpün batacağı, evdeki hesabın çarşıya uymayacağı, tuzun kokacağı ve suyun kurtlanacağı gündür o gün! ... O gün rızanı gözetmeyenler; tüm denizler bal olsa kaşık bulamayan fakirler gibi olacaklar! Umutsuzca çevreye bakınacak ve kestikleri başları yerlerine dikmeye çalışacaklar! ... O gün; “Keşke bu hayatım için daha fazla şey getirseydim!” dememek için; namaz kılarken kaç dakikada bitirdiğimi ve her bir rekatın ortalama kaç saniye sürdüğünü hesaplamak, dertsiz başın ya bostan korkuluğunda ya da mezarda olduğunu unutmak, yüzümü Kabe’ye, kalbimi paraya döndürmek, bir baş sarımsak gibi bir kazan yoğurdu kokutmak, konuşmam gereken yerde susup, susmam gereken yerde konuşmak, Seni bırakıp da ölecek adama veya kuruyacak ağaca dayanmak, karnı doyup gözü doymayanlardan olmak, akıllar pazara çıkarıldığında her seferinde kendi aklımı beğenmek, boş fıçı gibi çok langırdamak, ayetlerini az bir ücret karşılığı satmak, ileriye bakarken önündeki çukuru görememek, boş konu ve işler üzerinde uzmanlaşmak, bilgisayar oyunlarında rekor kıracağım diye uykulu gözlerle monitör karşısında sabahlamak, temiz olanı, pis olanla değişmek ve dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğunu unutmak istemiyorum ya Rabbi! ... İşte o gün kimsenin torpili olmayacak! Kimseye haksızlık da yapılmayacak! Partiler, sendikalar, örgütler, silahlar, makamlar hep devre dışı kalacak! Kimin zerre miktarı iyiliği varsa karşılığını görecek, kimin de zerre miktarı kötülüğü varsa karşılığını alacak! O günün tek sığınağımız sensin ya Rabbi! Bizi “Liva-ül Hamd” sancağının altında gölgelendir! Yüzümü güleç eyle, bizi mahcup etme, hor ve aşağılık kılma! Münker ve Nekir meleklerinin suallerine kolayca cevap vermeyi nasip et! Gaybın perdelerinin açıldığı o günde; amel defterleri sağından verilen Ashab-ı Meymene’den olmak istiyorum ya Rabbi, amel defterleri solundan verilen Ashab-ı Meş’eme’den değil! Amin! Ümit Yaşar YILMAZ - Elektronik Müh.
-
DİKKAT! Cepte yeni vurgun: ADINIZA SAHTE ABONELİK!
mescere şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Cep telefonu abonelerini uyaran Tüketiciler Birliği Genel Başkan Yardımcısı ve Konya Şubesi Başkanı Kemal ÖZER: “Adınıza yapılan cep aboneliği ile her an işlemediğiniz bir suçtan tutuklanabilir ya da hacizle karşılaşabilirsiniz” dedi. Tüketiciler Birliği Konya Şubesi Başkanı Kemal ÖZER konu ile ilgili yaptığı basın açıklamasında şu görüşlere yer verdi: Kotasını dolduramayan ya da daha çok kazanma hırsıyla hareket eden bazı cep telefonu bayileri daha önce abone yaptıkları müşterilerinin kimliklerini kullanarak ve adına imza taklidi yaparak, yeni abonelikler açmaktadır. Bu uygulamalar sonucunda başlayan icra takipleri ile ilgili son günlerde derneğimize gelen müracaatları incelediğimiz zaman bu uygulamanın azalan abonelik ve kötü niyetli kimselerin fazla para teklifi ile bu tür uygulamanın hızla arttığını gözlemledik. Daha önce abonelik işlemi gerçekleştirdiğiniz bayi, elde ettiği kimlik bilgilerinizle imzanızı taklit ederek adınıza bir abonelik açtırmaktadır. Sizin adınıza açılmış hatları belirli bedeller karşılığında tanıdıkları ya da tanımadıkları kimselere verilmektedir. Adınıza açılmış telefon kapanıncaya kadar konuşulmakta kapatılınca imha edilmektedir. Tüketicinin hiçbir kusuru olmadığı halde ödenmeyen faturalar yüzünden icra takibi ile karşılaşmak zorunda bırakılıyor. Ayrıca kullanıcı kendi adına kayıtlı olmayan hatla her türlü suçu işleyebilmekte ve sorumlusu hiç de kusuru olmayan abone olmaktadır. Bu durumla karşılaşmamak için tüm tüketicileri abone oldukları ya da daha önce kullandıkları cep operatörüne iadeli taahhütlü mektupla dilekçe göndererek adına kayıtlı aboneliklerin listesini ve abonelik işlemini yapan bayiinin adı ve adresini istemeye çağırıyoruz. Gelen yazılarda bilginiz dışında bir abonelik söz konusu ise derhal Cumhuriyet Savcılıkları’na operatör, bayi ve adınıza tesis edilen hattı kullanan kişi hakkında suç duyurularında bulunuz. Aksi halde maddi ve manevi büyük faturalar ödemeye mecbur kalabilirsiniz” dedi. TÜKETİCİLER BİRLİĞİ | Belediye İşhanı Hastane Cad. No 46 Kat 8/30 KONYA Tel 352 92 92 Fax 353 16 90 www.tuketiciler.org [email protected] TÜKETİCİLER BİRLİĞİ DEMİRKAPI CAD. NO:25/8 BAYRAMPAŞA 34160 İSTANBUL TEL:(212)567 97 44 FAKS:(212) 567 36 47 -
AĞAÇ DİKME TAKTİĞİ Başkan Bush ile baba Bush birlikte çiftliklerinde çalışıyorlarmış. Baba Bush çukur kazıyor, oğul Bush ise kazılan çukuru dolduruyormuş. Saatlerdir onları izleyen geleceğin saldırı bakanı Rumsfeld sormuş: - Neden biriniz çukur kazıyor, öteki de onun kazdığı çukuru dolduruyor? Başkan Bush demiş ki; - Biz dün 3 kişi çalışıyorduk. Babam çukur kazıyor, abim fidanı dikiyor ben de çukura toprak dolduruyordum. BUGÜN ABİM GELMEDİ DE!
-
Bizim oranın rantı çok fazla. Yanda bir köy var. Aramız 6 km. Arada bir dağ var. İki köy de düzlük. Yan taraftaki köyün yarısı bizin köyün mücavir alanına alındı. Çünkü oranın seçmeni o zamanki belediye başkanını destekliyordu. Dediğiniz gibi burası Türkiye
-
LA UHİBBUL AFİLİN - ben batanları sevmem!
mescere şurada bir başlık gönderdi: Kadın Erkek İlişkileri
(Bir genç kızın, kalbindeki sevgilerin olması gereken konumları üzerine yaptığı bir tefekkür, fikir jimnastiği, beyin fırtınası. Mal-mülk sevgisi, ana-baba sevgisi ve bir ömür boyu beraberlik istediği kişinin sevgisi...) Hz. İbrahim, kavminin tapmakta olduğu putların gerçek birer tanrı olmadığını anlayınca tefekküre daldı bir gece vakti... Gökte bir yıldız gördü ve “Rabbim budur” dedi. Ama sabah olunca o yıldız kaybolup gitti... Battı... O yıldız, gerçek bir ilah olsaydı böyle olmazdı! Bunun üzerine Hz. İbrahim; “LA UHİBBUL AFİLİN” dedi... Ben batanları, kaybolup gidenleri sevmem... (En’am 76) Kaybolup giden bir şey, varlığını kendisi idame ettiremiyor demektir. Varlığı kendinden değildir. Başkası sayesinde var oluyordur ve Ona muhtaçtır. Öyleyse ilah değildir, olamaz, olmamalıdır! Bırak tapınmayı; onda gördüğüm özelliklerin kaynağı da kendisi değildir! O özelliklerden dolayı asıl övülmesi ve yüceltilmesi gereken kaybolup gidenin kendisi değildir. Ona bunları veren asıl sahiptir. ... Hz. İbrahim kendi sınavını hakkıyla verdi Ben kendime bakayım. Kıssadan hissemi almaya çalışayım! ... Para kazanmak, nüfuz elde etmek, takdir edilmek, makam-mevki sahibi olmak, rahat bir hayat yaşamak... Bunları kim istemez ki? Ama ne kadar sevmeliyim bunları? Kalbimde kapladıkları hacim, en fazla yüzde kaç olmalı? KOTA KOYMALIYIM! Sınıra dayanan veya geçen olursa, hemen olaya müdahale etmeli, nefsime zor gelse de o sevgiyi olması boyutlarına geri çekmeliyim. ... Çünkü o da kaybolacak, batıp gidecek! Gerçi ölünceye kadar yanı başımda! Ama son nefesimi verince; “batmayan ve kaybolmayan mutlak varlık”la, Rabbimle baş başa kalacağım... Yaptıklarımın hesabını Ona vereceğim. Malım da beni terk edecek, mülküm de makamım da! BENİ YARI YOLDA BIRAKACAK BİR ŞEYE NEDEN RABBİMİN SEVGİSİNDEN ÇOK YER AYIRAYIM Kİ? ... Ailem ne olacak? Annem, babam, abim, kız kardeşim? Kan bağım var onlarla! Onların bir parçasıyım ben! Onlar da benim parçalarım! Onları çok seviyorum, canlarım onlar benim! ... Ama kalbimin asıl sahibi onlar olmamalı! Ne Allah’ın cenneti ayaklarının altına serdiği anam, Ne de gerek benim ve gerekse ailesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan babam... "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24) ... Kıyamet günü onlar benden kaçacak... Üzerimde titreyen ailem beni görmeyecek bile! Hatta görmezlikten gelecek! Unutacaklar ciğerparelerini o dehşetli günde! ... Ya o sevdiğim kişi? EL OĞLU! Onu çok seviyorum. Devamlı yanımda olsun istiyorum. Her şeyimi paylaşayım, başımı omzuna koyup saatlerce ağlayayım istiyorum. Dualarını hep yanı başımda hissediyorum. Bilhassa zor anlarımda manevi olarak hep yanımda. Hem de tamamen karşılıksız! Kalbimdeki en büyük yeri belki de o kaplıyor! Bazen öyle oluyor ki, onun sevgisi büyüyor, büyüyor... kalbimde sanki başka sevgiye yer kalmıyor! .... O da beni çok seviyor! Onun göz bebeğiyim ben, en büyük parçası! Üzerimde titriyor! Beni incitmekten Allah’a sığınıyor. Samimi ve yalan söyleme özürlü. Dünyada bana zararı dokunabilecek en son kişi O! Beni, bırakın dünyalık bir beklentiyi, Allah için, sevap kazanmak maksadıyla bile sevmiyor. Beni ben olduğum için seviyor. Daha ne isteyebilirim ki? Bu, sevginin en üst basamağı ve nasıl bir şey olduğu sadece yaşanarak anlaşılabiliyor. Kelimelere hapsedilemiyor, tarifi imkansız. ... Ama o da fani! Batacak! Kaybolup gidecek! Mahşer gününün şiddetinden gözbebeğini bile unutacak! Annem gibi! Babam gibi! Tüm sevdiklerim gibi o da kendi başının derdine düşecek! ... O halde, onun sevgisini de zapt-u rapt altına almalıyım! Kalbimde, Rabbimin sevgisine ayırdığım hacmi %51’in altına düşürmemeliyim. Diğer sevgilerin toplamı %49’u aşmamalı kesinlikle! Aksi halde Rabbimin yüzüne bakamam ki! Şükretmiş olmam ki verdiği nimetlere! Hesabını veremem ki! Hem yapmamam gerektiği halde yaptıklarımın, hem de yapmam gerektiği halde yapmadıklarımın... -
Ben oyumu Akdeniz kıyılarında şirin bir kasabada kullandım. Oralıyım çünkü. Sağlık ocağından bir tanıdıkla konuştum. Bana dedi ki, buranın nüfusunu tam olarak biliyoruz biz dedi. Çünkü her evi dolaşıyoruz! Nüfus tam 3378 miş o gün. Ama seçmen sayımız 3801. Bu işte bir terslik var gibi geldi bana! Deniz kenarında bir yerleşim yeri olduğu için arsa fiyatlarının tavana vurduğu bir tatil beldesi burası. Rant dize kadar değil, boyu geçiyor! O nedenle böylesine küçük bir beldede belediye başkanı olabilmek için harcanan para, orta boy bir ilçede bile harcanmıyor! Buradaki belediye başkan adayları şunu bilirler ki, SEÇİM MUHTARLA KAZANILIR! SANDIKLA DEĞİL! Ne demek bu? Diyelim ki seçim bitti şimdi. Hemen başlamamız lazım bir sonraki seçimi almak için çalışmaya. Ne acelesi var demeyin. Burası küçük bir kasaba nihayetinde. Belediye başkanlığının rantlarını burada yaşayanların insafına terk edecek değiliz herhalde! O zaman yavaş yavaş seçmen nakli yapmaya başlamak lazım buraya. Seçmene ikametgahı verecek olan kişi de muhtar olduğuna göre, önce muhtar seçmeliyiz bizim kafadan birini. Doldururuz seçmeni her tarafa, seçim zamanı da gelir oyunu kullanır gider... Bu mantık, yaklaşık 10 yıldan beri bizim beldemizde işletilmekte olduğu için, yerli 1800 seçmene karşılık dışardan gelen 2000 civarı seçmen var. Bir de işin aynı taşla vurulan ikinci bir kuşu var: Mesela bizim mahallede muhtar seçilirken! 500 seçmen var bizim mahallede ikamet eden. Ancak dışardan gelip de kayıt yaptıran 600 seçmen var. Bu seçmenler muhtar adaylarını tanımaz doğal olarak. O nedenle onları kaydeden muhtar da der ki, bak muhtarlık seçimlerinde benim adımı yazıp da atın zarfa! Tamam diyecek adam doğal olarak! Fark etmez ki onun açısından muhtarın kim olduğu! Mesela ben İstanbul’da öğrenciyken seçimde muhtarlık için zarfı boş attım. Tanımıyordum ki hiçbir adayı. Haksızlık olmasın dedim. Dolayısıyla başka bir adayın da muhtarlığı almak gibi bir şansı olmaz çünkü yabancı seçmen seçiyor çünkü muhtarı. Bizim orada yarış hep iki aday arasında geçer ve doğal olarak da her iki aday da dışardan seçmen getirme yarışına girer. Bir önceki seçimde muhtarlar ortaktı ve yaklaşık 400’erden 800 seçmen kaydı yapılmıştı dışardan. Ama bu sene bir taraf daha aktif davrandı ve maddi gücünü de tam kapasite ekledi işin içine ve dışardan getirilen seçmen yarışında açık ara öne geçti ve daha önceki seçimlerde hep kıl payı alınan belediye başkanlığını bu sefer diğer taraf çok rahat bir şekilde aldı. Muhtar sağ olsun! Diyelim ki geldiniz bizim beldeye! Size bir soru: Dışardan kaydedilen seçmenlerin ağırlıkta olduğu sandıkları nasıl anlarsınız? Oy kullanan insanların o bölgeden olmadıkları hemen belli oluyor belli olmasına da işin başka bir sırrı var: O sandıklarda oy kullanmak daha rahattır. Oyunuzu gelir ve kullanır gidersiniz. Adam zaten sadece oy atmaya gelmiştir. İşini bitirince oyalanmaz. Ama bizim yerliler, sanki verdikleri oy sonucu değiştirecekmiş gibi akşama kadar orada seğirtip dururlar. Dolayısıyla da kalabalık yaparlar kapının ve sandığın önünde. Bu dışardan getirilen seçmenler kendi aralarında organize olup da neden %50’den fazla bir oyla aralarından birini belediye başkanı seçmezler anlamam Durum bu! Her şey kurala uygun!
-
Yazıklar olsun sana yedirdiğim karpuz kabuklarına
mescere şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
Her sistem, kendinin devamını sağlamak ister. Bunun için de eğitim ve öğretim kurumlarında bilgi kadar önemli olan bir şey de öğrencilerin sisteme uyumlu hale getirilmesi çalışmalarıdır. Bir sistem, kurduğu eğitim kurumlarından ne kadar yüksek oranda itaatkar insan yetiştirebilirse geleceğini o denli garantiye almış olur. Bu sırada da “defolu malların” ve “üretim hatalarının” olması da kaçınılmazdır. ... Kültür Bakanlığı’nın bir yayını olan “Bugünkü Sovyet İdeolojisi” adlı kitaptan öğrendiğimize göre, Rusya’da komünizmin hakim olduğu zamanlarda çocukların eğitimi, ailelerine bırakılamayacak kadar önemli sayılmıştır sistem açısından. Öyle ya, aile nasıl yetiştirecek kim bilir değil mi çocuğunu? Riske girmeye değmez. O zaman eğitim çağına gelen çocukları toplarız biz de, yetiştiririz istediğimiz gibi! Dedik ya, her sistemin doğal bir refleksidir bu! Ama konumuz bu değil, defolular. Yani üretim hatası yetişkinler. Bir dikimevinden çıkan hatalı gömlekler firmanın yüz karası sayılır. İstenmez defolu ürün. Çünkü en fazla yarı fiyata satılabilirler. O nedenle defolu ürün yüzdesinin minimuma indirilmesi bir hedeftir üretim mahallerinde! Devletler de istemezler kurdukları eğitim sisteminden mezun olan fakat istenen evsafa uygun olmayan insanları. .............. Bazen aynaya bakıp defolu bir imalat olup olmadığımı tespit etmeye çalışıyorum. Rejimin eğitim kurumları beni ne kadar yontabilmiş diye? Hala bir kütük müyüm, tahta haline getirilebilmiş miyim, yoksa artık ben bir mobilya mıyım? İlkokul, ortaokul, lise, üniversite (2) olmak üzere toplam 5 eğitim kurumundan mezun edilmişim ben. Ama önemli olan bu değil ki? Üzerimdeki emekler boşa mı gitti yoksa değdi mi? Yüz üzerinden bir not vermeye çalışacağım kendime. Bence herkesin bu tespiti yapıp konumunu belirlemesi lazım. Neyse, ben koyun kendi bacağından asılır! Ben kendi işime bakayım izninizle! Şimdiye kadar birinin tavuğuna “kışt” demişliğim veya köpeğine “hoşt” demişliğim yok. Vukuatım da yok. Çalma - çıpma, gasp... sözlüğümde yok, yaradılışıma aykırı, racona ters! Mahkemelere çok gittim ama hep bilirkişi olarak. Sicilim tertemiz. Böyle vatandaşa her sistem kurban! Bu dersten sınıfı geçtim gibi! Hayatımda hiç para verip de sahalara futbol veya basketbol maçı izlemeye gitmedim. Halı sahalarda, mahalle aralarında veya boş mercimek tarlalarında seğirttim hep. Bilet alıp şarkı-türkü konserine de gitmedim. Bedava olanlara gittim. Ya da parti mitinglerinde dinledim. Parti lideri gelince de sıvıştım gerçi. Ayıp oldu ama bir şarkıcı için de içimizin sinmediği bir partiye oy verecek değiliz herhalde? Şarkıcıların ve mankenlerin özel hayatları da beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Bir de işin dini boyutu var. “Benim kalbim temiz” deyip de sıyrılıvermiyorum hemen işin içinden. Namazlarımı da “bayramdan-bayrama, bayramdan-bayrama” dan daha sık kılıyorum. “Bir elde kadeh, bir elde Kur’an” da demiyorum. Veriler, bu konuda da haddi aşmış olabileceğimi gösteriyor. Kendimi sistemin yerine koyup kendime bi bozuk atayım istedim! Zevk benim, köy Mehmet Ağa’nın! Biz seni o kadar sene bunun için mi eğittik oğlum? Hani televole? Hani şans topu? Hangi atlar eküri onu bile bilmiyorsundur belki sen Allah bilir? Neyle dolduracaksın o zaman sen beynini? Biz sana vermişiz hazır dolgu maddelerini, sen gidip başka şeyler tıkmaya çalışıyorsun. Sen neden söz dinlemiyorsun? Senin dikkatin bu tür zararsız konulara yönlendirilmiş olmalı ki, biz de işimize bakalım. Sen şimdi kalkar yönetim şekline, hayat pahalılığının sebeplerine, hortumculara falan da burnunu sokmaya kalkarsın. Durduramıyoruz ki şu beyin denen şeyin çalışmasını! Yönlendirmeye çalışıyoruz sen de kalkıp kafana göre takılıyorsun. Olmadı, olmadı.... Bunca emeklerimiz boşa gitmiş! YAZIKLAR OLSUN SANA YEDİRDİĞİMİZ KARPUZ KABUKLARINA! YIKIL KARŞIMDAN! Ümit Yaşar Yılmaz -
Gönder artık ebabil kuşlarını ALlah'ım!
mescere şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
Annelerimiz... Hatırladığımızda ruhumuzu rahatlatan, seslerini duyduğumuzda içimizi ferahlatan ve aydınlatan annelerimiz... Allah’ın cenneti ayaklarının altına serdiği analarımız... Yemeyen yediren, giymeyen giydiren, dünyaya kendilerini feda etmek için gelen analarımız... Bir tarafta onlar diğer tarafta da Amerikalı işkenceci kadın er Lynndie England ve mesai arkadaşları... Çırılçıplak soyulmuş ve başlarına karton poşet geçirilmiş Iraklıların önünde duruyor... Ağzında sigarası ve yüzünde alaycı bakışlar... Elleriyle Iraklıların cinsel organlarını işaret ediyor... Daha sonra CBS televizyonu kendisine sorduğunda: - Bana orada, başparmağımı yukarı kaldırmış halde durmam söylendi. ‘Makineye bak, çekiyoruz’ dediler. - Poz verme emrini kimden aldın? diye sorulunca da: - Üslerim! İşkence resimlerini, zevkli olduğu için çektik, diyecekti... ... Gene aynı aleyhillane... Yüzükoyun yatan yine çıplak bir Iraklının boynuna geçirdiği tasmayı çekiyor... Üsleri bu pozu için onu kutluyor ve şöyle diyorlar: - Süper iş, devam edin... Allah’ın, meleklerin ve lanet edebilecek her şeyin laneti üzerlerine olsun... ... Kıyas kabul eder mi? Sonsuzla sıfır gibiler... Dağla çukur misali! Halbuki her ikisi de günahsız doğmuşlardı. Ama birileri İslam kültürüyle yetişti CANAN oldu... Diğeri Amerikan kültürüyle yetişti CANİ oldu. ... Canavar kadın Lyndie`in anneler gününü kutluyorum! Ve onun annesi Terrie’nin de! Ama bir şeyi de merak ediyorum; Bir gün senin ülken haksız yere işgal edilse, Çocukların hiçbir sebep yokken tutuklansa, Boynuna tasma geçirseler, Çırılçıplak soyup sokaklarda köpek misali sürükleseler, İşgal güçlerinin askerleri ellerindeki sigaralarını ciğerparelerinin üzerinde söndürseler, Sonra da karşısına geçip sırıta sırıta poz verseler, Kızlarının ırzına geçseler, Ve onların piçlerini taşısa karnında dokunmaya, koklamaya kıyamadığın gül gibi kızın... Ben bu utançla yaşayam, beni öldürün diye yalvarsa dünyaya, Gazetelerde boy boy çocuklarına ait işkence ve tecavüz fotoğrafları yayınlansa dünyanın dört bir yanında, Evini yıksalar, Mallarını yağmalasalar, Hareket eden her şeye ateş açan keskin nişancılar nedeniyle evinin içinde bile hareket edemez hale gelsen, Bir yudumcuk bulanık suya, bir ısırımlık kuru ekmeğe muhtaç bıraksalar seni... Eminim ki, Gene de sigaranı bile söndürmeyecek, Bacak bacak üstüne atmaya devam edecektin, Ülkeni işgal edenleri “görevini yaptığı için” tebrik edecektin, Yanlış zamanda yanlış yerde” diyecektin Ve affedecektin... Eminim buna!... .... Resimleri göstererek “İşte bizim zihniyetimiz bu, Amerika varlığını böyle korudu.” mu diyeceksin? Kızınla gurur duyuyor musun? Aradı mı kızın seni anneler gününde? Kutladı mı anneler gününü? Neler söyledi? - "Anneciğim, iyi ki beni doğurmuşsun, Yoksa kim Iraklı çocukları çırılçıplak soyacaktı? Ailelerinin gözleri önünde bağırtarak üzerlerinde sigara söndürecekti?", dedi mi? ... İnsan ırkının sana teşekkür borcu var Terrie! Evrimleşmesini tamamlayamamış Ortadoğulu insancıkları tedavülden kaldırıp, Bush gibi, Blair gibi evrimini kanla tamamlamış hakiki insanklara hizmet ettiğin için! Güçlünün güçsüzü yok etmesine katkıda bulunarak insan ırkının kalitesini yükselttiğin için! ... Biliyor musun Lyndie, içini kanattın tüm kadınların! Erkek arenası diyerek öfke duydukları, Kadınları hep kurban bildikleri savaşlarda, Sen ve arkadaşların sayesinde yüreksizliğin, İnsani değerlerden yoksun olmanın, Savaşmayı ve işkenceyi sıradan bir meslek bilip, Para için, ama zevk alarak öldürmenin kanlı evinde, ARTIK, KADININ DA BİR ODASI VAR! ... İlk değilsin biliyoruz ama bugün için zihinlerde teksin. Adın vahşetin doruk noktasında kanla yazılı artık. Bugün senin günün Lyndie! Allah'ın huzurundaki durumunu duymak bile istemeyeceksin! Cehennem senin bekliyor, ısınma hareketleri yaparak, Zebaniler aralarında kavga ediyor, önce ben başlayacağım mazlumların intikamını almaya diye! Gayya kuyusu Allah'a senin için yalvarıyor: - Rabbim beni daha derin ve ıssız kıl diye! ... Ama bil ki, bilsinler ki bugün her birimiz birer Iraklıyız! Tecavüz edilen, onuru çiğnenen bizleriz! Iraklı yalnız değil! Bütün dünya sırtını dönse de; Akan kan benim kanım biliyorum. Ve dua ediyorum... ... Rabbimiz! Ya; Bize güç ver, Fırsat ver, Cesaret ver, Birlik ver ki; Kaldıralım insanlığın onurunu yerden... Ya da; GÖNDER ARTIK EBABİL KUŞLARINI!... EBREHE'NİN VE FİLLERİNİN ÜSTÜNE! Ümit Yaşar Yılmaz -
Savaşta yapılan katliamlara karşı çıkmak da her insanın vazifesi olmalı bence. Hele bu savaş sömürgecilik için yapılıyorsa daha bir dik durmak lazım.
-
Böyle faydalı şeyleri gündeme taşıdığınız için teşekkür ederim. Onların yerinde biz de olabilirdik.
-
CHP; Türkiye'nin en aşırı sağ partisi midir?
mescere şurada cevap verdi: mescere başlık Politika Bilimi
Maalesef saçmalamıyorum. CHP sistemi muhafaza etmek adına statik bir partiye dönüşmüştür. Değişime kapanmıştır. Eleştirilere tıkamıştır kendini. -
OKUL ZİYARETİ Bush bir gün askeri üniforma ve elinde silahla bir ilkokulu ziyaret eder, çocuklara: -Sorusu olan var mı? der. Küçük Bob sözü alır: -Benim üç sorum olacak: 1-Seçimlerde daha az oy almanıza rağmen nasıl oldu da başkan oldunuz? 2-Hiroşima'ya atılan atom bombası sizce dünyanın en büyük terör faaliyeti değil midir? 3-Hiçbir sebep yokken neden Irak'ı işgal ettiniz?' Aniden zil çalar ve çocuklar teneffüsse çıkarlar. ........... Çocuklar geri döndüğünde bu sefer sözü küçük Tom alır: -'Benim beş sorum olacak: 1-Seçimlerde daha az oy almanıza rağmen nasıl oldu da Başkan oldunuz? 2-Hiroşima'ya atılan atom bombası sizce dünyanın en büyük terör faaliyeti değil midir? 3- Hiçbir neden yokken neden Irak'ı işgal ettiniz? 4- Bugün neden zil 30 dakika erken çaldı? 5- Bob nerde?
-
PARAŞÜT Beş yolcusuyla seyahat eden uçak düşmek üzere, ancak 4 paraşüt var. Birinci yolcu;. -`Ben Shaquille O'Neill, NBA'in en kıymetli oyuncusuyum. Bana bir şey olursa LA Lakers zor duruma düşer, benim yaşamam lazım' diyor ve alıp birinci paraşütü atlıyor. İkinci yolcu: -`Ben Hillary Clinton, NY senatörü ve belki de geleceğin Amerika ilk kadın Başkan adayıyım, benim de yaşamam lazım' diyor ve ikinci paraşütü alıp atlıyor. 3'üncü yolcu: -`Ben George W. Bush. Amerika Başkanıyım. Dünya üzerinde politik sorumluluklarım, bombalayacağım yerler var daha. Amerika tarihinin gelmiş geçmiş en zeki başkanının ölmesine izin vermezsiniz' diyor ve alıp atlıyor. Dördüncü yolcu Papa, son yolcu olan 10 yaşındaki çocuğun gözlerinin içine bakıp: -`Evlat ben yaşlı bir adamım, yaşayacağımı yaşadım, bu son paraşütü alıp atlamak senin hakkındır" deyince, çocuk şöyle der: -`Gerek yok amca geriye 2 paraşüt kaldı, şu Amerika'nın en zeki başkanı benim okul çantamı alıp atladı'
-
Aslında hiç birimiz gerçek değil miyiz?
mescere şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
Biz bir hayal miyiz? Ailemiz, sevdiklerimiz sadece birer görüntü mü? Rüyada mıyız aslında? Uğrunda nelerimizi feda ettiğimiz malımız mülkümüz esasında sadece birer elektrik sinyali mi? BELKİ BU, YAŞAMINIZDA FARKINA VARABİLECEĞİNİZ EN BÜYÜK GERÇEKTİR. BÜYÜK BİR HIRSLA BAĞLANDIĞIMIZ DÜNYA AYAKLARIMIZIN ALTINDAN KAYIP GİDECEK! ... Var olduğunu düşündüğümüz nesnelerden gelen etkiler (ses, koku, tad, görüntü, sertlik...), sinirlerimiz vasıtasıyla beyindeki duyu merkezlerine aktarılır. Beyne ulaşan bu etkilerin hepsi elektrik sinyalleridir. ... Bir bardak kahve içtiğimizi düşünelim. Elinizdeki bardağın sertliği ve sıcaklığı deri altındaki algılayıcılarda, kahveye ait koku, yudumladığınızda hissettiğiniz tad ve bardağa baktığınızda gördüğünüz renk de ilgili duyularda, bardağı masaya koyarken çıkan ses de kulakta algılanıp beyne elektrik sinyali olarak gönderilir. Bu algılar, beyindeki farklı ama ortak çalışan duyu merkezlerinde yorumlanır. Biz de bu yorumun bir sonucu olarak bir bardak kahve içtiğinizi düşünürüz ama aslında herşey beyindeki duyu merkezlerinde olup bitmektedir. Ama biz tüm bunların somut bir varlığı olduğunu zannederiz. Acaba yanılıyor muyuz? Çünkü algıladığınız hislerin kafatasımızın dışında bir varlığı olduğunu düşünmek için hiçbir delilimiz yoktur. ... Algıladıklarımız gerçekten var mı, yoksa hayal mi? Görmek-duymak için dış dünyaya ihtiyaç var mı? HAYIR! MAALESEF HAYIR! ... Herhangi bir şekilde beynin uyarılması ile tüm duyular harekete geçebilir, hisler, görüntüler ve sesler oluşabilir. RÜYALAR GİBİ! Rüya görürken, beden karanlık ve sessiz bir odada, hareketsiz yatmaktadır, gözlerimiz de kapalıdır. Bize ulaşan ne ışık, ne de ses vardır. Ancak, rüyada çok şey yaşanır. İşe yetişmeye çalışırız. Tatile çıkar, deniz kenarına gider ve orada güneşin sıcaklığını hissederiz. Ancak ortada bu algılara sebep olacak bir kaynak yoktur. ... Descartes: “Benim şu anda rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir?” der. Nasıl ki rüyalarımızı gerçek zannediyor ancak uyandığımızda rüya olduğunu fark ediyoruz, şu anda yaşadıklarımızın da gerçek olduğunu iddia edemeyiz. Belki bir gün gerçek diye düşündüğümüz hayattan uyandırılacak ve asıl gerçek hayata geçeceğiz. Bu durumun gerçekleşmeyeceğine dair bir delil yoktur. Tüm bunlar bize suni olarak verilen, aslında gerçekliği olmayan algılar olabilir mi? ... BEYNİMİZ NEDİR? Diğer herşey gibi bir molekül yığını değil mi? Herşey gibi beynimiz de bir algı olabilir. Özel bir durumu yoktur! Duyu organlarımızla algıladığımız bir et parçasıdır. O halde gören, duyan, hisseden, koklayan, tat alan beyin değilse nedir? İnsanın bilincini 1.5 kiloluk bir hayalden ibaret et parçasına atfetmek doğru mudur? Dış dünya dediğimiz algıları ruhumuza hissettiren, bunları hiç durmaksızın yaratan kimdir? ... Tüm algıları Allah yaratmıştır. Yalnızca dış dünya değil, insanın "yaptım" dediği şeyler de Allah'ın dilemesiyle gerçekleşir. İnsan, Allah'tan bağımsız bir fiil işleyemez. “Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat 96) “Attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı” (Enfal 17) ... MUTLAK VARLIK ALLAH’TIR! Bizi önünüzden, arkanızdan, sağınızdan, solunuzdan kuşatmıştır. Her an, her yerde bize şahittir. İçimize ve dışımıza tamamen hakimdir. “Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 16) ... Dış dünyanın maddesel bir gerçek değil de Allah'ın ruhumuza gösterdiği görüntüler midir? Biraz daha cesur düşünürsek, evimiz, eşyalarımız, arabamız, ofisimiz, banka hesabımız, gardrobumuz, eşimiz, çocuklarımız, iş arkadaşlarımız...bir hayal olabilir. En sevdiğimiz müzik, oturduğunuz iskemle, hoşumuza giden bir parfüm, güneş, göz alıcı bir çiçek, uçan bir kuş, ürün veren bahçemiz, bilgisayarımız ya da müzik setimiz! Dünya insanı denemek için yaratılan bir görüntü müdür? İnsanlar yaşamları boyunca aslında gerçek olmayan, süslü ve çekici gösterilmiş algılarla mı denenirler?. “Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.” (Al-i İmran 14) İnsanların çoğu, ahireti unutur ve yalnızca dünyaya yönelirler: İşim, ideallerim, sorumluluklarım var, vaktim kısıtlı, ileride yapacağım... ... Sahip olmaya çalışılan ve övünülen herşey bir hayalse, bunlara yapılan hırs, geçirilen zaman, harcanan çaba boşuna mıdır? Öyleyse sahip olunan malla övünmek aslında küçük düşmektir. Kasılarak dolaşanlar, gösteriş yapanlar, zenginliklerini her fırsatta dile getirenler, mevkilerinin kendilerini üstün kıldığını zannedenler, yaşamlarını bu tip hırslar ve yarışlar üzerine kuranlar aslında hayallerle mi gösteriş yapmaktadırlar? Rüyada da ev, araba, mücevher, altın, gümüş, yüksek mevki, fabrika, güç, kıyafet... olur. Rüyada sahip olunanlarla övünmek nasıl komikse, dünyadaki görüntüyle övünmek de komiktir. BU GERÇEKSE, FARKINA VARAN KAZANACAKTIR. “Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir” (Enam 104) ... Dünyadaki olaylar, gerçeği anlayanları utandıracaktır. Kavga edenler, bağırıp çağıranlar, dolandıranlar, rüşvetçiler, sahtekarlar, yalancılar, cimriler, can yakanlar, dövüp sövenler, gözü dönmüş saldırganlar, içlerinde makam hırsı olanlar, haset edenler, gösteriş yapanlar, kendilerini yüceltenler...bunları bir hayal dünyasında yapıyorlarsa gerçekten rezil olacaklardır. Hayal hırslar uğruna dini bir kenara bırakıp da sonsuz yaşamı kaybetmek sonsuz bir kayıp getirir. “Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur.” (Hud 16) Hem hırsları, tutkuları boşa çıkmıştır hem de sahip olduklarını sandıkları şeyler de ellerinden gitmiştir. ... Bunun anlamı, sahip olduğumuz her şey bir gün yok olacaktır, öyleyse anlamsızdır, değildir. Bunlar zaten yok, hepsi Allah'ın bizi denemek için gösterdiği görüntülerdir demektir. Varsa, ahirette her şey ortaya çıkacaktır. O gün insanın "görüş gücü keskinleşecek" (Kaf 22) tir. Yaşamını hayaller peşinde harcamışsa, hiç yaşamamış olmayı dileyecek! "Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka 27-29) diyecek! “İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında birşey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.” (Nur 39) ... Bel bağladığımız dünya, içindeki herşeyle birlikte elimizden kayıp gitmekte ve biz hiçbir şey yapamamakta mıyız? Madde ezeli ve ebedi değil mi? Sadece kibrimizden dolayı mı Allah'ı reddediyoruz? MATERYALİZM BİR KOMEDİ MİYDİ? Şaşırmadık dersek yalan olur. Anlatılanlar materyalizmi temelden yıkmış, üzerinde tartışmaya dahi imkan bırakmamıştır. Tüm düşüncelerini ve hayatlarını üzerine bina ettikleri madde, ellerinden uçup gitmiştir. ... Allah'ın bir sıfatı da, inkarcılara tuzak kurmasıdır. "Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır" (Enfal 30) Allah, dünyayı var zannettirerek inkarcıları tuzağa mı düşürmüştür? Mallarını, mevkilerini, toplumu hatta tüm dünyayı var sanmışlar, üstelik maddeye güvenerek Allah'a isyan etmişlerdir. Ama Allah'ın KENDİLERİNİ ÇEPEÇEVRE KUŞATTIĞINI hiç düşünmemişlerdir. “Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur 42) Bu, en büyük yenilgidir, alay ederken oyuna gelmektir. “(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller.” (Bakara 9) İnkarcılar, her şeyin onlara algılatılan bir hayal olduğunu ve her fiil gibi, kurdukları tuzakların da bir görüntü olduğunu farkedememişlerdir. ... Hayatlarını dinle alay ederek geçirenler için bir serap oluşturulur ve ona güvenerek ellerini uzattıklarında, herşeyin bir hayal olduğunu anlarlar. ALLAH ONLARI BİR SERAPLA KANDIRMIŞ, her şeyi var gibi göstermiştir. Koskoca insanlar, profesörler, astronomlar, biyologlar, fizikçiler, ünvanları, mevkileri ne olursa olsun maddeyi ilah edinmeleri sebebiyle oyuna gelmişler, aldanmış ve küçük düşmüşlerdir. Bir algıyı mutlak sanarak onun üzerine felsefelerini, ideolojilerini kurmuşlar, hakkında ciddi tartışmalara girmişlerdir. Tüm bunlardan dolayı da kendilerini çok akıllı saymışlar, evrenin gerçeği hakkında fikir yürütmüşler ve sınırlı akıllarıyla Allah'ı yorumlamışlardır. ... Dünyada bazı tuzaklardan kurtululunabilir; ancak Allah'ın kurduğu tuzaktan asla kurtulunamaz. Ne yapsak, kime başvursak nafile! "Kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır." (Nisa 173) BUNUN FARKINA İŞ İŞTEN GEÇTİKTEN SONRA VARMAK NE BÜYÜK DEHŞETTİR! Herşeyin bir hayal olması, HENÜZ DÜNYADAYKEN BİR ÖLÜMDÜR. Bir Allah, bir de biz varız. "Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı bana bırak" (Müddessir 11) BU OLAĞANÜSTÜ BİR DURUMDUR, ACİL KODU İLE DUYURULMALIDIR. “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz.” (Enam 94) “Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir.” (Meryem 95) ... Maddeyi ilah edinenler de Allah'tan gelmişlerdir ve yine O'na döneceklerdir. İsteseler de, istemeseler de Allah'a teslim olmuşlardır! Herkes gibi hesap gününü beklemektedirler ve o gün hepsi tek tek sorguya çekileceklerdir! ... Dünya, caddelerde amaçsızca dolaşanların, meyhanelerde kavga edenlerin, boş sohbetlerle ömürlerini tüketenlerin, mallarıyla övünenlerin, bencil tutkuların esiri olanların sandığı gibi, mutlak yer değildir. Sadece bir algıdır. İnsanlar, bu algıları zihinlerinde seyreden birer gölge varlıktır, ama bunun bilincinde değildir. BU GAFLETTİR. "Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler." (Araf 179) Bu noktanın daha ötesini anlamak için, dikkati toplayıp konsantre olmak gerekir. Gören, işiten, dokunan, düşünen ve şu anda bu kitabı okuyan akıllı varlığın, sadece bir ruh olduğunu ve bir tür perde üzerinde algıları seyrettiğini düşünün. Böylece, insanlığı aldatan maddi dünya boyutundan uzaklaşıp, gerçek varlık boyutuna girmiş olur muyuz? ... İmam Rabbani, Mektubat'ında şöyle yazmıştır: “Allah, yarattığı varlıkların vücutlarını yokluktan başka birşey yapmadı. Tüm bunları, his ve vehim (algı) derecesinde yarattı. Alemin varlığı his ve vehim derecesinde olup, maddi derecede değildir. Dış dünyada Yüce Zat'tan (Allah'tan) başkası yoktur.” Mevlana Cami de "Kainatta ne varsa hepsi vehim ve hayaldir. Ya aynalardaki akislerdir, ya da gölgeler gibidir" demiştir. İmam Rabbani, bu gerçeğin kitlelere anlatılmasının sakıncalı olabileceğini, çoğu insanın bunu anlayamayacağını yazmıştır. Materyalizmin tarihin çöplüğüne atılmasıyla, insanlık asırlardır gözünün önüne çekilen perdelerden ve batıl inanışlardan kurtulacaktır. Bu kaçınılmaz gidiş, hiçbir gölge varlık tarafından durdurulamaz... ... BU, YAŞAMINIZDAKİ EN ÖNEMLİ BİLGİDİR. Bu konuyu şimdiye kadar hiç düşünmemiş olabiliriz. Ancak, emin olun, ALLAH'I TANIMAK, HERŞEYDEN ÇOK DAHA ÖNEMLİ VE ACİLDİR. ... O'nun size verdiklerini bir düşünün; özel yaratılmış ve tüm detayları ince ince planlanmış bir dünya! Dünyaya gelmek ve bu düzeni sağlamak için hiçbir şey yapmadınız; hiçbir katkınız yok! Gözünüzü açtınız ve kendinizi sayısız nimetin içinde buldunuz. Görebiliyor, duyabiliyor ve hissedebiliyorsunuz. ... Sahip olduğunuz herşeyi size veren Allah'tır. Öyleyse gelin Yaratan'a teslim olun ve verdiği nimetlere karşılık ona şükredin ve sonsuz bir kazanç sağlayın. Eğer aksini yaparsanız nankörlük edecek ve sonsuza kadar sürecek bir azabın içine kendinizi atmış olacaksınız. Emin olun ki, O vardır ve size çok yakındır. Her yaptığınızı görür ve bilir, her sözünüzü işitir. Ve yine emin olun ki, siz de dahil tüm insanlar çok yakında O'na hesap verecektir... (Yazının aslı; http://www.haksever.com/modules.php?name=N...article&sid=117 adresindedir.) -
PULUN ÖN YÜZÜNE TÜKÜRMEK Başkan Bush demiş ki: -Üzerinde resmim olan pul bastırdım, başkanlığın bütün mektuplarında bu pullar kullanılacak. Bir süre sonra görülmüş ki, pullar zarfa bir türlü yapışmıyor. Bush küplere binmiş ve yetkiliyi çağırıp sormuş: -Üstünde resmim olan pullar yapışmıyormuş, arkalarına zamk sürmediniz mi? -Sürdük efendim, demiş yetkili ve eklemiş; -Yapışmamasının nedeni, herkesin pulun ön yüzüne tükürmesi'.
-
Halk Tayyip'e "değiş" diye oy vermedi. Derin devletin emrine gir diye de oy vermedi. Milletin menfaatlerini üstün tutacağına inandıkları için oy verdiler. İnancını yaşamaya çalışan samimi bir müslüman diye oy verdiler. O gider de "değişirse"; dümen suyuna girerse rejimin! Gönderilir geldiği gibi.