Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

selimbay

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    10
  • Katılım

  • Son Ziyaret

selimbay tarafından postalanan herşey

  1. Müslüman gayba (Allah, Ahiret v.b.) iman edendir, sen ise Müslüman olmadığın için gayba iman etmiyorsun yada gayba iman etmediğin için Müslüman değilsin, hala ne aklından bahsediyorsun ? Sorumlu tutulduğun şey Kur'an'a iman etmemendir yoksa anlamadığın bir şeye değil.. Sen anlamadığın için değil inanmadığın için sorumlusun...
  2. Allah'ın her şeyi bildiğini Kur'an'da okuyor ve biliyoruz, siz ne derseniz deyin yaşıda kuruyuda bilen Allah'tır.. Bir şey ya yaştır ya da kuru ikisi araında olan hiç bir şey yoktur, varsa buyrun söyleyin.. Allah her şeyi bilendir..
  3. 1- Etrafımızdaki canlı ve cansız tüm varlıklar yapılabilenin en mükemmelidir. Olaylar ve tabiat kanunu denilen kanunlar ince hesaplara bağlıdır . Bir düzen ve denge içindeki bu sistemler kör bir tesadüf müdür ? 2- Kâinat kendi kendine mi oluşmuştur ? Mevcud olmayan şey , nasıl vücud verebilir ? 3- Boş , gayesiz , lüzumsuz hiçbir yaratığın olmaması ; kâinatta kesinlikle israf olmaması tesadüf müdür ? 4- Tesadüfün yaratıcılık vasfı var mıdır ? Neden yeni dünyalar , yeni yıldızlar ve canlılar oluşmuyor ? 5- Bir madde ; hem maddeden hem de ruhtan oluşan bir varlık meydana getirebilir mi ? 6- Kâinatın , hareket halindeki sayısız atom veya zerrenin şuursuzca birleşmesinden oluştuğunu , madde ve enerjinin ezeli olduğunu söylüyorsanız : a- Deney ile bilinenden başka hiçbir şeye inanmadığınız halde , kâinatın yaratılışı teziniz deney ve görmeye dayalı mıdır ? b- Atom ve enerji daima dönüşür . Sürekli değişen atom nasıl ilk sebep olur ? c- Sebepsiz hiçbir şeyin olmadığını kabul ettiğiniz halde , nasıl olur da madde ve enerji kendiliğinden oluşur ? d- Sonsuz bir boşlukta , sonsuz sayıda zerrelerin dengesini bozan nedir ki , birbirleriyle birleşerek kâinatı oluşturdular ? İlk hareket ve enerjiyi veren kimdir ? e- Atom ; elektron , proton ve nötronlardan ibarettir . Atomda enerji varsa da , akıl ve şuur yoktur . Eseri yapan akıldan yoksun ise , eser mükemmel , akıl ve irade sahibi olabilir mi ? f- Madde erkeklik ve dişiliği sağlayabilir mi ? g- Her şey madde ise ; akıl , şuur , ruh nasıl oluşmuştur ? h- Tabiat yarattı dediğinizde , sizi bir ağacın , taşın , toprağın , çiçeğin veya bulutun yarattığını kabul etmiş olmuyor musunuz ? Kendinizi bu kadar küçük düşürmeyi nasıl yapabilirsiniz ? i- Kâinatta kendi kendini yaratan bir madde var mıdır ? Kâinatın kendi kendini yarattığı kabul edilirse , bizzat kâinat tanrı yerine konmuş olmaz mı ? 7- Allah ‘ ın yokluğunu gösteren akli ve ilmi bir deliliniz var mı ? Allah madde olmadığı için delil istemeniz yersiz değil mi ? O ‘ nu yanlış yerde aramıyor musunuz ? Ressam hiç resmin içinde aranır mı ?
  4. ya sayın selimbay,yoksa daha önce yazışmıy mıydık,ben bu nick i bi yerlerden hatırlıyorum ama ..:)

  5. SÜNNET KAT'İ HÜKÜM BİLDİREN DELİLDİR 1- "Peygamber size verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının ". "size ne yasakladıysa " ifadesinden, haramlık bildiren bir nehiy anlaşıldığına göre "size ne verdiyse " ifadesind e de emirleri anlaşılmaktadır. 2- Peygambere itaat etmenin ve ona tabi olmanın farz olduğunu ifade eden bir çok ayeti kerime mevcuttur . "Biz her türlü peygamber i Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik" (nisa-64) Burada peygambere itaat, peygamberliğin gayesi olarak gösterilmiştir. Binaenaleyh efendimiz (s.a.v.) sözleri ve fiilleri zorunlu olarak delil olacaktır. 3- "De ki eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin." (al-i imran -31) Bu ayeti kerime Rasulü Ekrem (s.a.v.)'in bütün sünnetlerinin, söz, fiil, takrir ve ictihadlarının son derece kati birer hüccet oldukları konusunda apaçık bir delildir. Buna göre, her kim peygamberin (s.a.v.) sünnetine tabi olursa, en yüce mertebeye ulaşacaktır. Zira Allah'ın rızasını ve sevgisini kazanmanın tek yolu, efendimize tabi olmaktan geçmektedir. 4- "Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Rasulüne itaat edin" (mucadele -13) "Namazı kılın, zekatı verin, peygambere itaat ediniz ki merhamet göresiniz" . (nur- 56) Her iki ayette de peygambere itaat namaz ve zekat derecesin de bir hüküm olarak yer almıştır. Namaz ve zekat nasıl farzsa peygambere itaat de öylece farzdır. 5- "De ki, işte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum. Ben ve bana tabi olanlar aydınlık bir yol (basiret) üzereyiz." (yusuf-108 ) Bu ayetten şunlar anlaşılmaktadır. a- Bu getirdiklerim benim ve bana tabi olanların yoludur. b- Ben ve bana tabi olanlar Allah'a davet ediyoruz. c- Ben ve bana tabi olanlar aydınlık bir yol üzereyiz. Buna göre sünnet, apaçık bir delildir. Aksi takdirde ona tabi olmayanların başkalarını hakka davet gibi bir hak ve salahiyetleri yoktur. 6- "O kimseler ki, Nebiyyi Ümmi olan Rasüle tabi olurlar. O Nebi ki, Tevrat'ta ve incil'de yazılı bulduklarıdır. İşte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder. Onlara temiz ve güzel şeyleri helal, pis ve zararlı şeyleri haram kılar ve üzerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki bağları kaldırır(yani hata ile adam öldürmek kısas icrasını, günah işleyen azaların, pislik değen elbisenin kesilmesi gibi ağır teklifler i). O peygambere inanıp ona saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a tabi olanlar var ya , işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (araf-157) Ayette onun helal ve haram kıldığı şeylerden bahsediliyor, bu onun sünneti değil de ya nedir? Çünkü o "Bana biliniz ki, Kitabın misli gibi bir kitap verildi" (ebu davut) buyurmuştur. 7- "De ki: Allah ve Rasulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kafirleri sevmez" (ali imran-30) Allah ona muhalefet etmenin küfür olduğunu ilan ediyor. Bu beni titretiyo r. Hangi aklı selim sünnetin delil ve kaynak olmadığını söyleyebilir bundan sonra. Bunun aksini iddia etmek ancak ve ancak nasipsizlik ve edepsizlikle izah edilebilir. 8- "Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (ahzap-36) Buna rağmen Rasulullah'ın sünnetini yok saymak hangi aklın ürünüdür acaba!!!??? 9- "Bazı insanlar "Allah'a ve peygambere inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonrada içlerinden bir grup yüz çeviriyor.- "Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve peygambere çağrıldıklarında, bakarsın ki, içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler." (nur- 47/48 ) Ayetler peygamberin hüküm ve emirlerinden yüz çevirmeyi nifak olarak görüyor. 10- "De ki: Allah'a itaat edin, peygamberlere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki peygamberin sorumluluğu kendisine yüklenen tebliğdir. Sizin sorumluluğunuz da size yüklenen görevi yerine getirmenizdir. Eğer peygambere itaat ederseniz, hak yolu bulmuş olursunuz . Peygambere düşen sadece apaçık bir tebliğdir." (nur-54) Hala mı Rasulullah'ın sünnetlerini red? Ona itaat fiili, kavli ve takriri sünnetlerinin bütünü değil de ya nedir? Ashabı kiram bütün emir ve nehiyleri ondan aldılar. "Namazı benim kıldığım gibi kılınız" (buhari) "Hac menasikinizi benden alınız" (muslim) 11- "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan (!) emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta ihtilafa düşerseniz -Allaha ve Ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah ve Rasulüne götürün. Bu hem hayırlı ve hem de netice bakımından daha hayırlıdır." (nisa-54) Evet bizzat Rabbimiz bizi Rasulunun (s.a.v.) sünnetlerine irşad ediyor. Daha fazla ne söyleyebiliriz ki. Acaba bize Kur'an yeter diyenler hiç mi Kur'an okumuyorlar. Allah namaz kılın diyor. Mahiyetini bildirmiyor , sünnetleri reddederseniz namazı nasıl kılacaksınız ? 12- "Namazı kılın zekatı verin." (bakara-43) Burada namazın adedi, rekatları, vakitleri ve keyfiyeti belli değildir. Bunlar ancak Rasulü Ekremin pak ve nezih sünnetiyle beyan edilmiştir. 13- "Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan başkalarına ibret olmak üzere ellerini kesin" (maide-38 ) Hırsızlıkla ilgili hükümler nedir ? Ellerden murat nedir ve nereden kesilir ? Bütün bunlar sünnetle ortaya konmuştur. 14- "Zina eden kadın ve erkeğe, her birine yüz sopa vurun" (nur-2) Bu hüküm kimin içindir? Kime uygulanır. Bekarlara yüz sopa evlilere yüz sopa ve recm sünnetle ortaya konmuştur. 15- "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınlar ölünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" (nisa-15) Allah'ın Rasulü bu ayeti tefsir ederken "Benden alınız, benden alınız, benden alınız. Bekar bekarla yaparsa yüz sopa ve sürgün, evli evliyle yaparsa yüz sopa ve recm" (ibni hanbel müsned, müslim, tirmizi, nesai, ebu davud, ibni mace) buyurmuştur. Bu haddin hududu da sünneti nebi ile beyan olunmuştur. 16- "Arafat'tan indiğiniz zaman, Meş'ari Haramda Allah'ı zikredin" (bakara-198 ) buyurmuştur. Burada Arafat'tan haccın bir esası olarak değil, sadece bir mekan olarak söz edilmiştir. Binaenaleyh Haccın en büyük rüknü olan Arafat'ta vakfe sünnetle belirlenmiştir. Efendimiz (s.a.v.) "Hac arafattır" (ebu davut, menasik,69) buyurmuştur. 17- "Biz bu kitabı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olması için indirdik" (nahl-64) İnsanların ihtilafa düştüğünde Allah Rasulüne açıklamasını emrediyor . O da bunu sünnetiyle ortaya koymuştur. 18- "İçlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerin i okuyan, (kötülüklerden, inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lutufta bulunmuştur." (ali imran 64) Alimlerin cumhuru hikmet Kur'an'dan ayrı bir şeydir ki o da Sünneti Nebi (s.a.v.) dir. demişlerdir. (es-sunne(mustafa sibai) s:50) İmam Şafi (r.a.); Hikmet burada Kur'an'a tabidir. Allah kitabı zikretti ki, O KUR'ANDIR. Hikmeti de zikretti ki, o da Rasulünün sünnetidir. (es-sunne s:51) Çünkü Rasulullah "Kur'anla birlikte bana onun gibisi verildi" (ebu davut) buyurmaktadır. Buraya kadar Kur'an'ın tek kaynak olmadığını bunun bizzat Kur'anın ruhuna aykırı olduğunu, sünnetin önemini bizzat ayetlerle açıklandı.
  6. Sünnete Fransız Kalanlar İçin Bu başlığı takriben on sene kadar önce Malatya’da eski apartman komşumuzun dükkânında sünnet konusunu konuştuktan sonra yazacağım ilk kitap başlığı olarak ajandama notlamıştım… O tarihe kadar kitap yazmak gibi bir düşüncem yoktu… Ama arkadaşımın sünnet konusundaki fikrini öğrenmiş olmam pek de önemsemediğim bir konuyu araştırmama vesile oldu… Arkadaşım; Kur’anın korunduğunu ama sünnetin korunmadığını ve bizleri bağlamadığını iddia ediyordu… Sünnet, vahiy olamaz ve peygamberimiz kuran dışında emir ve yasak koyamaz demişti… O saate kadar sünnetin önemi ve dindeki yerini hiç düşünmemiştim… Kaynağı belli olmayan hadisler dışındaki tüm sahih hadisler başımla gözüm üstüneydi ki hala öyle… Arkadaşımı ikna edecek bilgi birikimim yoktu ama yanıldığından adım gibi emindim… Konuşurken ses tonu ve mimik hareketleri sanki ‘ iyi ki de sünnet dinde delil değil! İyi ki tüm emir ve yasaklar kuranla sınırlı! Yoksa rahat bir hayat yaşamazdık!’ der gibiydi… İlginçtir, o gündür bu gündür o sapık görüşü savunanlar sanki tek bir okul mezunlarıymış ve aynı hocadan ders almışlarmış gibi aynı tavrı sergiliyorlardı konuşmalarında ve mimik hareketlerinde… İnanın sünneti hafife aşlan prof.’lar la da görüştüm akademisyenler ve araştırmacılar la da… Konuşma üslupları ve kaynakları aynıydı… Bu görüşe sahip olanların bazı ortak özellikleri dikkatimi çekti. Bunlar; 1. Zekâlarına aşırı güvenirler 2. Tartışmayı çok severler 3. Ahiret kaygıları yoktur bunların 4. İbadetlerinde oldukça gevşektirler 5. Hemen hemen her ortamda ve yazılarında sünnete gölge düşürmeye çalışırlar 6. İlim adamlarımızı ve sahabeleri adam yerine koymazlar. 7. Laubalidirler 8. Kurana davet ederler ama kuranı hayata nasıl taşıyacağınızı öğretmezler.Ki kendileri de bilmezler… Bu görüşe sahip olan kişilerin yazmış oldukları kitaplara baktığımızda şu başlıklar göze çarpar; 1- Buhari’de birçok uyduruk hadis vardır! – Ki alakası yok. 2- Hadislerin yazılması yasaklandığı için yıllar sonra kaleme alınan bir kitaba nasıl güveneceğiz?- Yine alakası yok. Çünkü hadislerin yazılmasının yasak olduğu genel değildi. ve o dönemde hadisler kaleme alındı. 3- Hadisler kurana arz edilmeli. Paralellik arz ederse alınmalı… Oysaki o hadis dedikleri sözün sıhhat derecesini araştırmazlar. Âlimlerimiz hadislerin kurana arzı sözünün uydurma olduğu görüşünde ittifaklar. 4- Kitaplardaki dipnotlara baktığımızda Müsteşrikler ve akılcı olan yazarları görürüz. Ehlisünnet âlimlerimiz Buhari ve Müslim’de uydurma hadislerin olmadığını söylerler… Yüzyıllardır okunan ve yaşanılmaya çalışılan bu hadislere uyduruk sözlerin karıştığını fitnelemek sanırım kâfirlerin işi olmalıydı… Ama gelin görün ki kâfirlerin saldırması gereken sünnet kalesi içten yıkılmaya çalışılıyor… Bu görüşe sahip olanlara sordum; ‘ kitaplarınızda Buhari’de yüzlerce uydurma sözlerin olduğunu söylüyorsunuz. Diyelim ki beş yüz tane uydurma söz karışmış… Neden geriye kalan binlerce sahih hasislerden bahsetmiyorsunuz? Neden o sahih hadislere şerh düşmüyorsunuz? Çıkardığınız dergilerde de aynı saldırıyı görüyoruz… Yaptığınız sempozyumlarda da bağırırcasına ikinci kaynağımıza gölge düşürüyorsunuz…’Vallahi siz samimi değilsiniz… Sadece sırıttıklarına şahit olursunuz bunların… Aradan yıllar geçti ve bu gibi düşünen insanları nasıl ikna edebilirim diye düşünmeye başladım… Öncelikle yapmam gereken şeyin sünneti eleştiren yazarların kitaplarını incelemekti ve öyle yaptım… Yayın dünyasının göbeğinde olmam o kitaplara kolayca ulaşmamı sağladı… Yerli ve yabancı çıkmış kitapları aldım ve muhtevasına baktım… İnanın aynı okul mezunları bunlar! Bu kez de sünneti savunan ilim adamlarımızın kitaplarını topladım. Yerli ve yabancı… Sünneti savunan ilim adamlarımız maalesef karşısındaki insanların sanki samimi ve arayış içinde olduklarını sanmışlar ve bunlara ilmi cevaplar vermişler… Kısmen haklı olabilirler ama bunları adam yerine koymamaları lazımdı sanki… Gerçi Arap ülkelerindeki sünnet düşmanları bizim ülkemizdekiler gibi mi bilmiyorum… Bunların niyetlerinin bozuk olduğunu ispat etmek lazım… Bir hippinin ya da bir sarhoşun gelip te: Mezhepler arasındaki fıkhi ihtilaflarını sormasına ne cevap verirsiniz ki? Şeytan bunları nasıl da kandırmış, ama farkında değiller… Allah’ım! Günün yirmi dört saati, dünyanın herhangi bir yerinde peygamberimizi örnek almamız mümkün iken , bu insanlar şeytana askerlik yapıyorlar.Peygamberinle aramıza girmeye çalışıyorlar…Allah’ım senin kitabına sıkıca sarıldığını sanıyorlar…Oysaki tartışmalarda gelip gelmek için sözlerinin Türkçe sini ezberliyorlar… Allah’ım sen bu insanların şerrinden bizleri koru… Özet olarak; 1-Sünnet, kuranla beraber 1.kaynağımızdır. 2- Sahih hadisler korunmuştur 3- Sünnet vahiydir. -Feyzullah BİRIŞIK-
  7. Sünneti Kimler İnkar Ediyor? İmam Şafiî, hadisleri inkâr edenleri "Bütün haberleri reddedenler ve haber-i hassayı reddedenler" olmak üzere ikiye ayırır. (1) Ancak günümüzde bu ayırım yeterli değildir. Biraz daha detaylandırmak gerekir. Hiç şüphesiz günümüzde sünnete karşı çıkanlar veya böyle anlaşılanların hepsi aynı düşüncede değildir. Bunu dâva edinenler birkaç gruptur. Bunlar: 1. Hadisi inkar edenlerin başta gelenleri müsteşriklerdir: Onların bütün hedefi, İslamiyet’i nazardan düşürmektir. Bu uğurda yapmayacakları hiçbir şey yoktur. Nitekim biraz sonra da yer vereceğimiz gibi, sünneti inkar fitnesi, asrımızda onların körüklemeleriyle alevlenmiştir. 2. Müsteşriklerin tesirinde kalanlar: Hıristiyan âlemi, İslâmiyet gibi yeni bir dinin ortaya çıkışını, Irak, İran, Suriye, Filistin, Mısır, Kuzey Afrika, Anadolu, İspanya gibi halkı Hıristiyan olan yerlerin kısa zamanda fethedilerek halkının Müslüman olmasını bir türlü hazmedememişlerdir. Bunun için bu topraklara yeniden hakim olabilme düşüncesiyle Haçlı seferleri düzenlemişler, ancak bundan bir netice alamayınca, başka yola baş vurmuşlar, ilim kisvesi altında ortaya çıkmışlardır. Bu gaye ile İslâm ilimlerini öğrenebilmek için okullar açmışlar, bu iş için büyük bir sermaye ayırmışlardır. Neticede; İslâm dini ile ilgili olarak 1800'yılından itibaren çok sayıda kitap yazmışlardır. Bunlar, yazdıkları kitaplarla Müslümanları dinlerinde şüpheye düşürmenin yollarını araştırmışlar, bunun için ortaya aslı astarı olmayan iddialar atmışlardır. Meselâ (haşa) “Kur'ân' vahy olmadığı, Peygamberimizin onu başkalarından öğrendiği" gibi. Ancak, onların Allah'ın bizzat koruduğu Kur'ân üzerindeki bu gayretleri boşa çıkmıştır. Bu defa da yılmamışlar, İslâmiyet’in ikinci büyük kaynağı olan sünneti hedef almışlar, ‘sünnet’ denilen şeylerin aslında birer uydurma olduğunu, Sahabîlerin ve asırlardır gelen âlimlerin güvenilirsizliğini iddia ederek, Müslümanları ‘sünnet’ hakkında tereddüde düşürmeyi hedeflemişlerdir. Bu uğurda yoğun bir faaliyete girişmişlerdir. Üzülerek ifâde edelim ki, bu faaliyet neticesinde İslâm âleminden kendilerine prof. ünvanlı (bazı) destekçiler bulmuşlardır. İşte, sünneti inkar eden veya büyük bir kısmını yok sayanlardan bir grup da, müsteşriklerin tesirinde kalan kimselerdir. 3. Dine girmiş görünen, fakat dinden olmayan münafıklar: Bunların hedefi, dinin asıllarında şüpheler ortaya çıkarmak, onu temelinden sarsmak için gayret göstermektir. Bunlar, daha önce Kur'ân'ın -hâşâ- vahiy mahsulü olmayıp Peygamberimizin aklının ürünü olduğunu veya onu değişik kimselerden öğrendiğini savunan kimselerdir. Bu saldırıları tutmadığı için tarz değiştirerek İslamiyet’in ikinci ana kaynağı olan, onsuz Kur'ân'ın layıkıyla anlaşılamayacağı sünneti hedef almışlardır. Sünnette hedeflerine ulaştıklarında, sıra tekrar Kur'ân'a gelecektir. 4. Enaniyet ve şöhret olma sevdalarından kaynaklanan, "sivri şeyler" söyleyerek alaka toplamaya, günümüz tabiriyle "medyatik" olmaya, gündemde kalmaya çalışan kimseler. 5. Rabbine ibâdet etmek istemekle birlikte aklı şaşkın, gafleti taşkın kimselerdir. Çeşitli fikirler, böylelerini sağa-sola, öne-arkaya çekip durur. Abdülganî Abdülhâlık, bunlarla ilgili olarak şöyle bir değerlendirmede bulunur: Bunlar, hakka ulaşmak, Rabbine güzel ve doğru bir şekilde yapmak isteyen bir kimsedir... Görünüşte dine bağlı, onu savunmaya hırslı, korumaya hevesli görünen zındıkların ileri gelenleri ve dinsizlerin şeytanları, tatlı dilleri ve sahte ahlâkî güzellikleri ile ona bozuk fikirlerini ve batıl mezheplerini güzel gösterir. Kendilerince kabul görmüş bir takım delilleri öne sürer, hakk ile bâtılı birbirine karıştırırlar; bununla da dini muhafaza ettiklerini, onu bid'atçıların görüşlerinden temizleyerek aslî haline kavuşturduklarını zannederler. Bunları dinleyen o kimse de duyduğu sözlerdeki hata ve dinsizliği, şer ve fesadı araştırıp anlamaksızın güzel bir niyet ve temiz bir kalb ile onların doğruluğuna ve sağlamlığına inanarak hatta, savunmaya çalışarak onlardan bu görüşleri alır." (2) 6. Sünneti normal bir beşer tarafından ortaya konmuş bir şey olarak telakki eden ve bunun için karşı çıkanlar. 7. Problemlerin kaynağının ‘sünnet’ olduğunu savunanlar. 8. Bütün hadisleri reddedenler. 9. Mehdi, gayb, kader ve kıyamet alâmetleri ile ilgili hadisleri reddedenler. 10. Hadislerin az bir kısmını kabul edenler. Buraya kadar saydıklarımızın tamamı veya bir kısmının sünneti inkar edenlerden birinde toplanması da mümkündür. 11. Hadislerin isnadının Resulullah’a ait olup olmadığı hususunda tereddütte olanlar. Bunlar da iki grup. Bir kısmı, böyle bir gerekçe ile hadisleri nazardan düşürme peşinde. Bu gruba girmeyenlerin ikinci kısmı ise nisbeten samimi, işin aslını araştırıyor. Bu ikinci gruba girenler, Resulullah’a aidiyetinde kesinlik olan hadisleri kabul etmektedirler. Yani sünnet veya hadisin kendisini değil, o söz veya fiilin Resulullah’a âit olup olmadığını sorguluyorlar. Ancak, bunlardan bâzıları, tespitte kullandıkları eleği çok seyrek tutarak, birçok "Sahih hadisleri" de eleyebilmektedirler. Dolayısıyla, bu son gruptakileri, yani samimî bir niyetle Peygamberimize isnad edilen metinlerin gerçekten ona ait olup olmadığını ilmî usullerle araştıranları, "Sünnet düşmanı hadis düşmanı, sünnet inkarcısı, hadis inkarcısı" şeklinde damgalamak doğru olmaz. Nitekim, önceki âlimler de bunu yapmışlardır. Meselâ bir mezhep imamının görüşüne delil olarak kullandığı bir hadisi, bir başka mezhebe bağlı âlim, sahih bulmamış, zayıf olarak, hatta bazen uydurma olarak değerlendirebilmiştir. Onlar "Sünnet düşmanı, sünnet inkarcısı" olarak görülmediği gibi, bu gruba giren kimselere de sünnet düşmanı gözü ile bakılamaz. Bunlarla ilgili olarak Mevdudî'nin bir değerlendirmesine yer verelim: "Dinde önemli olan her şey bize ilk tür kaynaklardan gelmiştir, îkinci kaynaklardan gelen rivayetler genellikle önemsiz veya küçük meselelerle ilgilidir, ki bunlardan hangi yol benimsenirse benimsensin, fazla bir şey fark etmez. Bir kişi eğer ince eleyip sık dokuyarak bunlardan herhangi bir rivayeti sünnet olarak kabul ediyor ve başka bir kişi iyice araştırmalar yaptıktan sonra, bunları sünnet olarak kabul etmiyorsa, her ikisi de Resûlullah’ın (s.a.v.) izleyicisi sayılacaktır. Ne var ki, Resulullah’a ait olduğu belirtilen söz veya hareketlerin gerçekten kendisine ait oldukları belli olduktan sonra bile, bunların kendileri için kanun veya (ana mesele) olamayacağını söyleyenler elbette Resûlullah’ın izleyicileri ve sadık taraftarları olamazlar. " (3) KAYNAKLAR: 1) el-Umm, 7:250. 2) Hücciyetü’s-Sünne, s.128. 3) Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 132.
  8. SÜNNET İNKARI VE GAYESİ Sözün doğrusunu okumak lazım.. Bugünlerde birileri dinin temel kaynaklarından biri olduğuna inandığımız, din olduğuna inandığımız, vahyin bir parçası olduğuna inandığımız Rasulullah (s.a.v) sünnetini ekarte etmeye, reddetmeye çalışıyorlar.Bize Kuran yeter, dinimizi yaşamak için bizim Allah’ın Kitabı’ndan başka bir şeye ihtiyacımız yoktur diyerek, Rasulullah’ı ve sünnetini silerek, kendilerince bir din icad etmeye çalışıyorlar. Rasulullah’ın Kuran konusundaki anlayışını ve uygulamalarını, yeryüzünün en hayırlı nesli olan onun pırlanta ashabının, onlardan sonra gelen tabiinin, tebeu tabiinin, müctehid imamlarımızın ve değerli seleflerimizin Kuran la ilgili anlayışlarının tümünü yok farzederek, onların tümünün üzerine bir çizgi çekerek kimilerinin salt akıllarıyla Kuran-ı anlamaya çalıştıklarını, bu iddaayla ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bu sapık anlayışlar karşısında elbette Rasulullah efendimizin sünnetinin müdafası sadedinde bir şeyler söylememiz gerektiği kanaati ve inancındayız İslamın temel kaynaklarından birisi olan sünneti reddetme hadisesi tarihte ilk önce Hicri ikinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu konuyu ilk defa ortaya atanlar Hariciler ve Mutezililerdir. Hariciler İslam toplumunda çıkarmak istedikleri fitnenin önünde en büyük engel olarak Rasulullah (s.a.v)in sünnetini gördüler. İslam tolmumunda Rasulullah efendimizin sözleri, fiilleri ve takrirleri üzerine kurulan bu son derece sağlam yapı var olduğu sürece din konusunda ortaya atabilecekleri hiçbir düşünce, hiçbir akım, hiçbir felsefe Müslümanlar tarafından kabul görmeyecek, hiçbir fitne başarıya ulaşayamacaktı. Onun içindir ki İslam toplumunda kendi batıl fikirlerini yayarak toplumu yıkmak isteyen Hariciler ilk önce önlerindeki büyük engel olan sünnete yönelerek onu yıkmayı o engeli kaldırmayı deneyip planladılar.Bunun için de şu iki iddia üzerinde fikirlerini yoğunlaştırdılar: 1Sünnetin dinde hiçbir bağlayıcılığı yoktur.Dinde müslümanı bağlayan Allah’ın kitabıdır.Allah’ın kitabının dışında uyulmaya layık başka bir kaynak hiçbir otorite yoktur. 2Zaten Kuran’ın dışında hiçbir şey Allah tarafından korunmaya alınmadığından sünnetin, peygamberin hadislerinin doğruluğunda şüphe vardır.Şüphe üzerine kesinlikle din bina edilemez.Çünki hadisler bir sonraki nesle aktarılırken içine pek çok yalan yanlış şeyler karışmıştır. Binaenaleyh dinimizi böyle şüpheli, şaibeli şeylere bina edemeyiz.Allah’ın lafzan ve manen korunmuş olan kitabının dışında başka hiçbir şeye itimad edilemez. Mutezile de hemen hemen aynı şeyi söyledi.Yunan felsefesinin ürünleriyle karşı karşıya gelen bu insanlar bunları yargılayıp sorgulayabilecek kadar dinlerini yakından tanıyamamış olmalarının sonucu olarak tamamen akılcı olan felsefi akımlarının etkisi altında kaldılar. Bu felsefi akımlar karşısındaki aşağılık duygusuna , yenilmişlik psikozuna kapılan ve inançları, akideleri sarsılan bu adamlar dinlerini, inançlarını bu felsefi akımlar karşısında tamamen akılcı ölçülere uyacak biçimde yeniden yorumlanmak, yeniden gözden geçirmek tutkusuna kapıldılar. Ama dinlerinde reforma yönelen , akıllarınauygun bir biçimde dine şekil vermek cinnetine kapılan bu insanların karşısınada yine en büyük engel olarak Rasulullah’ın sünneti çıkınca onlar da tıpkı selefleri gibi sünnete gölge düşürmeye, sünneti reddetmeye yöneldiler.Kuran’ı bu felsefi akımlar önünde diledikleri gibi yorumlamalarına engel olacak peygamberin ve onun sahabesinin örnekliliğini reddettikleri zaman önlerinin açılabileceğini zannediyorlardı. O zaman Kuran’ı istedikleri gibi yorumlayabilecekler vekendilerine yepyeni bir din yapabileceklerdi.Bunun için şu iddaayı ısrarla savundular: Peygamberin görevi sadece bize Kuran’ı getirip ulaştırmaktır. Allah’ın Rasulu bu görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Bunun ötesinde Muhammed bin Abdullah olarak Rasulullah bizim gibi sıradan bir insandan başkası değildir. Onun söylediklerinin ve yaotıklarının bizim için hiçbir değeri, hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Onun yapıp söyledikleri sadece kendisini ve kendi dönemini ilgilendirir. Bizler sadece Kuran’a yönelir onunla amel ederiz Sünnet hakkında ortaya atılan bu iki fitnenin ikisi de İslam toplumun da hüsnü kabul görmedi. Muhaddis alimlerimizin ciddi çalışmaları, ümmetin vicdanının uyanıklığı sayesinde çok kısa bir süre içinde her ikiside ümmet arasında kabul görmeden yok olup gittiler. Kitabı ve sünneti tanıyan sıradan bir müslümanın bile peygamberini bir posta memuru kabul etmesi elbette mümkün değildi. Onun içindir ki bu ümmetin mizacı böyle saçmalıkları, bu tür bidatleri kabule asla musait değildir. Nasıl musait olsun da? Rasulullah efendimizin mubarek asrında başlayarak Raşid Halifeler , tabiin, möüctehid imamlar ve ümmetin fakihlerinin, muhaddislerinin rehberliğinde gelişerek gelmiş olan bu İslami hayat düzenini reddederek günübirlik küfür dünyanın felsefi akımlarının etkisi altında kalarak dinlerini reddedecek değillerdi elbette Müslümanlar… Ancak uzun yılar kül halinde bulunan bu fitnenin asrımızda yeniden hortlatılmaya başlandığını görüyoruz. Tıpkı hicri ikinci asırda olduğu gibi batı karşısında , batı medeniyeti karşısında zihinsel bir yenilgiyi yudumlamış, kafirler karşısında aşağılık komplesine kapılmış kimi insanların aynı konuyu bu gün gündeme getirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Son günlerde “İslamı anlamak ve onu hayatımıza aktarabilmek için bize yalnızca Kitap (Kuran) yeter. Kuran’ın dışında başka hiçbir kaynağa ihtiyacımız yoktur. Zaten bizim dinimizin temel kaynağı Kuran’dır iddiası gündeme getirilmeye, ve dinimizin ikinci temel kaynağı olan sünnetin dinde hüccet olmadığı ve de sünneti ortaya koyan kaynakların doğruluğundan şüphe iddiaları yaygınlaşıyor. Ne yazık ki tıpkı öncekiler gibi ama bu defa batı medeniyeti karşısında aşağılık psikozuna kapılmış bir kısım insanlar tarafından batılı müsteşriklerin de etkisiyle Rasulullah efendimizin dinde temel odak nokta oluşu ya da şarii yönü reddedilmeye çalışılmaktadır. Bu iddiaları tıpkı öncekiler gibi tarih boyunca yan yana giden dinin iki temel kaynağını birbirinden ayırmaya yöneliktir. Kuran’ı sünnetten, sünneti Kuran’dan ayırmaktır. Az evvel de ifade ettiğim gibi bu akım yeni ve tesadiüfi değildir. Yalnızca Türkiyeye mahsus da değildir. Bunu gündeme getirenler esasen müsteşriklerdir. Asrımızda sünnete en büyük şüphe gölgesini düşüren Pr. Goldizerdir. Bu adam İslam hukukunun ikinci temel kaynağı olan hadislerin, Rasulullah efendimizin sözlerinden çok, Şam bilginlerinin görüşerli olduğunu iddia etti. Hadis diye kitaplarda yazılı olanlar peygambere ait sözler değil bir kısım insanların sözlerinden ibarettir dedi. Maksadı Müslümanlar nazarında değerli bir mevkii olan sünneti sarsmak , Peygamberimizin ve onun sünneti konusunda zihinleri saptırıcı şüphe tohumları atmaktır. Aynı akımı Hindistanda önce Mehdilik, sonrada Peygamberlik idiasıyla ortaya çıkan Mirza Gulam Ahmed tarafından savunulduğunu görüyoruz. Bu nevzuhur adam da , sünnete en büyük darbeyi vurmalıydı ki , kendi Peygamberliğini yutturabilsin. Bunlardan ayrı olarak bir takım modernist yazarlar da bunların tilmizi olarak aynı iddiayı savunmuşlardır. Bu sünnet düşmenı modernistlerin iddiası şöyledir. 1Eğer İslamı anlamada Kuran kadar Sünnet de önemli olsaydı, Cenab-ı Hakk bunu bize Kuran da bildirirdi. Bizde Kuran kadar sünneti de anlamağa mecbur olurduk ve Sünnete de değer verirdik. 2Rasulullah’ın sünnetini, anlayışını ancak kendi dönemi ve kendi toplumu için geçerli kabul etmek lazımdır.Halbuki devir ve şartlar değişmiştir. Değişen asrın şartlarına sünneti tatbik edemeyiz. 3Hadisler çok zor şartlar altında toplanmıştır. Bunlara yalan karışma ihtimali çok fazladır. Binaenaleyh sünneti sünneti bir kenara bırakmak zorundayız. Hatta bu insanların gençlere; Hadislerle kafanızı bozmayın diyecek kadar Allah Rasulune saygısızlık ederek Kuran cı kesilirler. Temel iddaaları bunlardır. İbni Hazm zamanında da hicri 500 lerde kendilerine Kuran cı denen bir grup zuhur eder.Bunların idiasına göre her şey Kuran da vardır. Hatta birisi sormuş, peki Hz. Ali’nin sakalının sık Hz Muaviyenin sakalının seyrek oluşu Kuran da varmı? Ama bunlar bir tarafdan Kurancı kesilirken sünneti ekarte etmişler. Bize sadece Kuran yeter, kulluğu yaşayabilmek için sadece Kuran yeter, onun dışında başka kaynağa ihtiyacımız yoktur diyerek sünneti inkar etmişlerdir. Veya “işte efendim sünnetin intikalinde, sübutunda şüphe vardır, bu yüzden zaman içinde içine yalan yanlış şeyler karışmış bir şeyi delil kabul edemeyiz” diyerek reddetmişlerdir. Peki hedefleri neydi bu adamların? Hedef şu: Eğer Kuran’ın beyanı, Kuran’ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olan hadisler ekarte edilirse sonunda Kuran da çok rahat ekarte edilebilir. Veya sünnet yani Rasulullah efendimizin anlayışı ve uygulaması ekarte edilirse o zaman Kuranı salt aklımızla anlayıp dilediğimiz gibi bir Müslümanlık yaşama ve Kitab’ı kendi arzu ve heveslerimize göre anlayıp yorumlama imkanını elde ederiz” derdi var adamların. Keyiflerine geldiği gibi bir din yaşama , din belirleme konusunda hiçbir kayd-u bend altına girmeme arzularından kaynaklanıyordu bu iddia. Bugünküler de hemen hemen buna benzer iddialarla ortaya çıkmaktadırlar. Esasen bu iddiaların altında akılcılık, rasyonalizm yatmaktadır. Yani Kuranı anlamak için yalnızca akıl yeter, bunun dışında ne sünnete, ne de başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur iddiası yatmaktadır bir. İkincisi olarak da bu iddianın altında Ashabı Kirama karşı güvensizlik ve itimatsızlık yatmaktadır. Zira sünneti Rasulullah’tan sözlü olarak bize aktaran Ashabı Kiram efendilerimizdir.. Eğer bu mevzuda, hadislerin bize aktarılması konusunda ashabı kiram efendilerimize herhangi bir itimadsızlık isnad edersek o zaman Kuran’a da itimad etmemek gerekecektir. Kuran dan da şüphe etmemiz gerekecektir. Zira Kuran’ı yazıp, hıfzedip, toplayan ve bize ulaştıranlar da ashabı Kiram dır.Görülüyor ki bu iddianın altında Kuran’ı reddetme sinsi planı da yatmaktadır. Yani bugün sünnet diyecekler yarın Kuran diyecekler. “Kuran’a da itimad edilmez, çünki hadislere bir sürü yalan yanlış şeyler katanlar elbette Kuran’ada katmışlardır” diyecekler ve dini bitirecekler. İşte üç aşağı beş yukarı dünkülerin de bugünkülerin de demeye çalıştıkları bunlar. Şimdi bu iddianın sahiplerine peygamberin ne olduğunu, peygamberin kim olduğunu, sünnetinin bizim dinimizde, bizim hayatımızda yerinin ne olduğunu anlatmamız gerekecektir.Peygamberin dinde temel odak nokta olduğunu, onsuz dinin olmayacağını, onsuz Müslümanlık olmayacağını , olamayacağını anlatmamız gerekecek. Peygamberin kullukta adım adım takip edilmesi gereken bir mukteda bih olduğunu, bir üsve-i hasene olduğunu anlatmamız gerekecek. Peygamberin Kuran’ın beyan edicisi, Kuran’ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olduğunu, peygamberin sürekli Allah’ın kontrolunde bir masum olduğunu ve Rabbımızın kitabında kendisine itaat istediği herbir bölümünde aynı zamanda peygamberine de itaat istediğini, bu konuda peygamberle Allah’ın arasını ayıranların kafir olduklarını, peygambere din belirleme, haram ve helal koyma hakkının verildiğini, anlatmamız gerekecek, Kuran’da Rabbımızın anlatmadığı pek çok konuyu kendisine anlattırarak Rabbımızın peygamberini dinde nasıl şari kıldığını anlatmamız gerekecek...
  9. HADİS DÜŞMANLARININ DÜZENBAZLIĞI Hadis, kadim [eski] kelimesinin zıttıdır, yani yeni demektir. Ayrıca söz ve haber anlamına da gelir. Kur’an-ı kerimde geçen bütün hadis kelimeleri, söz ve haber anlamındadır. Deyim olarak, Resulullahtan rivayet edilen haberlere hadis denir. Hadis-i şerif, Resulullah efendimizin şerefli, mübarek sözleridir. Dini yıkmak isteyenler, önce âlimlerden, mezheplerden başladılar, sonra da hadis-i şeriflere saldırdılar. Sahih de olsa hadis-i şerife düşmanlıklarını gizlemediler. Ama her Müslüman bilir ki, hadis-i şeriflere düşman olmak, (O, Resul vahiyden başka söylemez) buyuran Allah’a düşmanlıktır. Bu Allah düşmanları, (Yalnız Kur’an) yaftası altında, hadislerden başlayarak İslamiyet’i yıkmaya çalışıyorlar. Allahü teâlâ, Resulüne uymayı, kendine uymak olarak bildirmekte ve Resulün emri ile kendi emrini ayıranlara kâfir demektedir. İşte âyet-i kerime mealleri: (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7] (Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31] (O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 3, 4] (Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158] (De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] (Allah’ın yolu ile, resullerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150,151] Bu âyetlere rağmen, hadislere savaş açıldı. Mezhepsizler, kasten söz anlamındaki hadis kelimesini sanki hadis-i şerif gibi göstermeye çalışıyorlar. Uygunsuz bir söz ifadesini, uygunsuz bir hadis diye tercüme ediyorlar. Hadis kelimesini söz olarak tercüme etmeyip hadis olarak söylüyorlar, mesela (Kur’an’dan sonra hangi söze inanacaklar?) âyetini, (Hangi hadise inanacaklar) diye değiştiriyorlar. Halbuki Kur’anda, hadis kelimesi bazen, Kur’an anlamında da kullanılıyor. O zaman hadis kelimesini, hadis-i şerif olarak göstermek, kendi aleyhlerine delildir. İşte âyet mealleri: (Bu hadise [söze = Kur’ana] inanmayanlar [helak olacakları için] arkalarından üzülerek neredeyse kendini harap edeceksin!) [Kehf 6] (Allah, hadislerin [sözlerin] en güzelini bir kitap halinde indirdi.) [Zümer 23] (Şimdi siz bu hadise [söze, yani Kur’ana] mı şaşıyorsunuz?) [Necm 59] (Âlemlerin Rabbi tarafından indirilen bu Kur’an-ı kerime ancak temiz olanlar dokunabilir. Siz bu hadisi mi [sözü mü yani Kur’anı mı] küçümsüyorsunuz?) [Vakıa 77- 81] Kur’an-ı kerimde lehv-el hadis, boş laf demektir. Bir âyet meali: (İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır.) [Lokman 6] Hadis düşmanları, buradaki boş lafa, hadis eğlencesi veya uydurma hadis demişlerdir. Bu hileye, bu oyuna gelmemelidir. Lokman Suresinin 6. ayeti manası tefsiri Bazı arkadaşları uyandırır belki...
  10. peki maver bakalım ne kadar özgürmüşsün, söyle hele; sen ne kadar hasta olmamaya özgürsün, ya da mesela bugün yemek yeme hatta 2 ay yemek hiç yeme özgür ol ne işin var hergün o kadar uğraş çaba açlığını gidermeye çalış, olacak işmi yemek yemeyi aradan çıkar, çıkarabilirmisin, özgürlüğüne bir engel değilmi bu? veyahut su içme ikide bir bardak arayıp çeşmeye giderek zora sokma kendini, özgür ol, sudan vazgeç, su içmemeyecek kadar özgür olamıyormusun? kışın giyinme, ısınma bırak kendi haline çırılçıplak ol üşüme, hasta olma, üşümeyecek kadar özgür değilmisin yoksa, ölme arkadaş ölme, ölmede girme toprağın altına, onadamı özgür değilsin? eee ne kaldı sana hani özgürlüğün nerede kaldı? yoksa sen hakikatte özgür değilmisin? evet evet bence sen özgür değilsin..
  11. bak kürşatotçu senin amacın ****** insanların kafasını karıştırmak ve Allah inancını yok etmektir gibi geliyor, yoksa yanlıyormuyum? Sizin sorularınız bitmez cevap aldıkça başka sorular sorarsınız hep Allah inancını sorgular durusunuz ki ben size soruyorum, eğer Allah'ın olmadığıyla ilgili bir sonuca varmak için sorular soruyorsan bunun sonu yok ve bilki Allah vardır ne kadar kafaları karıştıracak cevaplarını bilmediğin sorularınız varsada Allah yinede var bunu ispat etmek gibi bir derdimiz yok bizim, çünkü zaten var olan bir şeyin ispatını yapmanın anlamı yok anlayan anlıyo,r bilen biliyor, asıl benim sana/size sormam gerekiyor ki iddia sahibi olan sizlersiniz (öyle sanıyorum eğer yanlışsam düzelt lütfen) hadi bakalım Allah'ın olmadığını ispat edin bize !
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.