Altinay tarafından postalanan herşey
-
Türkleş(tir)menin Tarihi
Acaba Türkleştiriyor muyuz? yoksa hep beraber İngilizleşiyor muyuz? Anadolu da bir laf var, "sürü elden gitmiş, alaca dananın hesabını soruyorsun" diye..... Bir dilde Felsefe, bilim ve sanat yapılabiliyorsa o dil ayakta kalır. Türkçede bunu başarabilirsek ayakta kalırız..... yoksa Türkçe diye bir şeyde kalmaz. Nasıl İngilizleşiyoruz? olması gerekirdi sorunun..... İngilizce eğitim ve öğretimin yapıldığı bir memlekette Türkleştirme söylemi bence komik kalıyor.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Postmodernizm, “Nesnel gerçek diye birşey yoktur” (Derrida) Modernizm sonrası postmodernizm..... Descardes'dan sonra din ile akıl ayrıştı, akıl dinden bağımsızlaştı. İnsanın varlığının Tanrıdan değil, akıl ile ispatlanması ve sonradan tanrıya ulaşmıştır ama akıl dinden bağımsızlaşınca sonradan Tanrıya ulaşma zorunluluğu da ortadan kalktı. Akılla tekrar Tanrıya gitme mecburiyeti ortadan kalktı. Modernizmde Bilime o kadar büyük bir inanç vardı ki gerektiğinde fabrikalarda adam bile yapılabilirdi. Modernizmin yeni Tanrısı insanın aklı oldu. Tanrı varsa ve neredeyse o bile aranıp bulunabilirdi. Makro dünyanın sonu bulunamadı, hayallerimiz bile yetersiz kaldı, sonunda bilinemez dendi. Sonuç bilinemezcilik. Mikro dünyaya geldik, onda da aksine saniyede 300 bin km kızla giden ışık ve parçacıklar. Orada ki kaosdan da belirsizlik doğdu. İki şey öğrendik, makro dünya da bilinemezcilik, mikro dünya da belirsizlik. Bu gerektiğinde adam yapan makina yaparım, Tanrı neredeyse bulur çıkarırım, inancından insanoğlu umutsuz bir kanser hastası psikolojine düştü ve modernizm sonrası dedi ve yeni bir dönem başlattı. Bu dönemin kral filozof ve bilim adamları yok artık. Doğayı koruyarak doğanın içinde mütevazi yaşamak en ideal yaşam tarzı oldu. Çok bilgili olmanın, bilgisiz insana göre bir fark yaratmadığı da anlaşıldı. Biliyorum diyen insanında ne makro ne de mikro dünyayı bilemiyeceği anlaşılmıştır. Koyun ne biliyor? Biz ondan biraz daha fazla şey biliyoruz o kadar..... son durum bu.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Zurnanın zort dediği yere geldik dostum..... burası neresi dersek, herkes dünyayı kendi söyleminden algılaması. Bütün felsefeciler ya belli felsefi ekollerle dünyayı algılamışlardır ya da kendisi yeni bir ekol oluşturmuştur. Felsefi söylemim ilk düşünen insandan günümüze kadar ki düşünce hayatını algılayış ve yorumlayış şeklim. Sümer zihniyetinden başlıyarak insan nasıl düşünür ve algılar da... Sümerlerin oluşturduğu dogmaları insanoğlu yeni yeni aşabilmekte... “Doğmatizm, Determinizm ve Olasılık ” Üzerine Mahmut Akıllı .............................İnsan düşüncesi toplumsal gelişmeye bağlı olarak ilerleme gösteriyor. İnsan, varlığını maddenin evrimleşmesi sonucu toplumsallaşarak sağladığı için, ilk başta kendisini doğanın bir parçası olarak görür. Çevresindeki her şeyi kendisi gibi canlı olduğunu düşünür. Bunun için ilk düşünce biçimine animizm denir. İnsan her ne kadar ilk başta ilkel bir düşünceye sahip olsa da; ilk insanın doğayı iyi hissedip algıladığını görüyoruz. Şamanizm ve totemcilikte bu düşüncenin bir biçimi olarak gelişim gösterir. İlkle avcı toplumların “buffalo dansı” mitosu ile ilkel tarımcı toplumların “yılan-bakire” mitosundaki “tohumun dönüşüm” olayı doğa algılanışlarında bir ifadesidir. Ancak Sümer rahipleri, kendilerinden önceki mitosları dönüşüme uğratarak günümüz insanının yada uygarlık tarihi boyunca insanın zihniyet yapısını ve mantık ölçülerini belirlerler. Statik-değişmeyen her şeyi dışta gören dogmatik zihniyet yapısı Sümer rahiplerinin icatlarıdır. Sümer rahipleri insanları doğa tanrılarından uzaklaştırarak, onları önce doğadan soyutluyorlar. Tanrısallık adı altında toplumu mutlak olarak egemen kılıyorlar. Buna göre, yerde gökyüzü düzeni gibidir. Her şeyin yeri ve hareket durumu bellidir. Tanrısallığın hükmü altında bir yaprak dahi kendiliğinden kımıldayamaz. Her şey bizim dışımızdaki Tanrı’dan gelir. Buda beraberinde kadercilik ve mutlakçılık bir zihniyet yapısını doğurur. Sümer rahiplerin yaratmış olduğu dogmatik zihniyet öylesine güçlüdür ki; günümüzde dahi aşılmış değildir. Sonrasında doğan felsefe ve bilimsel düşünce kendisini bundan dahi kurtaramamıştır........................ .....................İnsanlığın, Sümer zihniyet yapısını ve mantık ölçülerini aşmak için şimdiye kadar tarihte yaptığı üç büyük tarihsel sıçrama dönemi vardır. Birinci sıçrama aşaması M.Ö. 6-5. yüzyıllarda Antik Yunan’da ortaya çıkar. İlk defa Thales, Sümer kozmolojisinin dışına çıkarak Tanrı’yı işe katmadan olay ve olguları açıklamaya çalışır. “Su, tüm şeylerin kök nedeni olan maddedir.” diyerek yeni bir düşünce tarzını yani felsefenin temelini de atar. Antik Yunan’da ortaya çıkan bu Felsefi düşünce kendini fazla ilerletemez. Zamanla Sümer dogmatik zihniyetin etkisinin altına girerler. Aslında bu dönemin büyük filozofları olan Platon ve Aristo bile Sümer zihniyet yapısını aşacak bir atılımları olmuyor. Yaptıkları bir nevi Sümer zihniyet yapısının farklı açılımlarıdır. Platon dünyayı matematikselliğe büründürüyor. Aristo ise, her şeyi ak-kara ikilemiyle ele alan formel mantığını ortaya çıkarıyor. Her ikisi de Sümer zihniyet yapısının ve mantığının ölçüleridir. Tarihte ikinci büyük sıçrama aşaması ise, M.S 12-13 yüzyıllardan itibaren Avrupa’da gelişen Rönesans dönemidir. Bu dönemin sonucu olarak bilimsel düşünce doğup gelişir. Üçüncü büyük aşamada 20.yüzyılın başından itibaren yaşanan gelişmelerdir. Özellikle Einstein’ın izafiyet teorisi ve kuantum fiziği insanın zihniyet yapısını köklü değişikliklere uğratmıştır....................... .......................Kapitalizm nasıl ki Sümer sınıflı toplum uygarlığının son biçim ise; onun düşünce yapısı olan (buna Batı düşüncesi de deniliyor) bilimsel determinizm de Sümer zihniyet yapısının son dönüşüm geçirmiş biçimidir. Bilimsel determinizm her ne kadar dogmatik düşünceye karşı geliştiğini söylese de onu özde aşamaz. Kendisini birçok noktada dogmatizmden kurtaramaz. Baştan itibaren, her şeyi matematiksel bir ifadeye büründürmeye çalışması ve kesinlik araması bilimsel düşüncenin dogmatik yanını oluşturur. Doğa yasalarını matematiksel denklemlere büründürürken; sosyal bilimlerde her şeyi tek bir kaynağa bağlama oldukça yaygındır. Freud, insan davranışlarını incelerken “cinsellik” olgusuna bağlaması; Marx kapitalist sistemi çözümlerken “artı değeri” salt esas alması gibi durumlar bu yaklaşımın bir sonucudur. Bu tür çözümlemeler her ne kadar yanlış olmasa da sadece gerçekliğin bir kesitini oluşturur. Gerekliği tek bir kök nedene dayandırmak istemek, Sümer rahiplerin her şeyi tanrısallığa bağlaması tarzına çarpıcı bir benzerlik gösteriyor. Yada felsefecilerin evrensel bir tarz aramasına veya birleştirici bir birlik ilkesi bulup çıkarma uğraşına benziyor. Burada aslında temel mantık aynıdır; sadece kavramların yerleri değişiyor. Sümer zihniyet yapısı insanlıkta öylesine yer edinmişti ki, aslında bu yeni yeni aşılmaya başlanıyor. Örneğin, Sümerlerin statik değişmeyen evren modeli 20 yüzyılın ilk yarısında ancak aşılabiliyor. Newton ve Einstein buldukları yasalara dayanarak evrenin statik olmadığını ve sürekli genişlemekte olduğunu rahatlıkla bulabilirlerdi. Ancak Sümerlerin yarattıkları statik - değişmeyen evren modeli öylesine zihinlere yerleşmiş ki, bunu bile akıllarına dahi getirmezler. Hatta Einstein, kendi genel görelilik teorisi evrenin genişlediğini öngördüğü için evrenin statik dengesini koruyacak bir evren bilimsel sabitti geliştirir. 1929’da Amerikan gök bilimcisi Hubble evrenin genişlemekte olduğunu keşfederek 20. yüzyılın en büyük düşünsel devrimlerinden birini gerçekleştirir. Bu aynı zamanda Sümerlerden beri devam eden statik - değişmeyen evren modeline de öldürücü bir darbe demektir................... .....................Bizim içinde yaşadığımız makro dünya yada günlük yaşamımızda çıplak gözle gözlemlediğimiz olaylar, klasik mekaniğin yasları olan determinizme uyarlar. Yani her koordinat bir etki karşısında bir ve yalnız tek davranış gösterir. Ancak mikro cisimler dünyasında bu klasik mekanik yasaları geçerliğini yitirir. Kuantum mekaniği teorisi bize son derece farklı renkli ve şaşırtıcı bir doğa gerçekliğini gösterir. Klasik mekanik teorilerle ortaya konan doğa yasalarının; aslında doğanın iç yapısını hiç yansıtmadığını, sadece bize dıştan ve kaba geometrisini göstermekten öteye gitmiyor. Doğanın gerçek dili kuantum mekanik teorileriyle doğru bir ifadeye kavuşuyor................... .....................Kuantum teorisinin ortaya koyduğu bu doğa gerçekliğini anlamak ve yorumlamak artık “pozitifçilik” ve “materyalist determinist felsefeyle” mümkün olmuyordu. Bazı fizikçiler bunu “akılcılık” adı altında gelişen Batı düşünce diyalektiğinin iflası olarak değerlendirdiler. Onlara göre makro-fizik kuramları, en daha kâr matematik inceliklerine rağmen, Archimedes ve Aristotales’den Einstein’a varıncaya dek hep aynı <<kaba mantıkla>> oluşturulmuştur. Yaratılan makro-fizik kuramları, işte bu mantığın çerçevesinde kalmış, doğayla ancak mantığın yine aynı kabalıkla kurulan ölçü aletleriyle temas etme alışkanlığı içinde ve de dünyayı habire idealize etmekten öteye gidememiştir. Batı düşüncesinin makro fiziği yada bilimsel determinizm olayların hep o <<dıştan>> ve kaba geometrisini irdelemiş <<olay>> ın içindeki <<potansiyel iç geometri>> yi yada genel bir ifadeyle <<iç yapısını>> keşfedememiştir. Bu fizikçiler, bu durumu; Batı uygarlığın iki bin yıldır <<kendisini dışa şartlayan>> mantığın sıfırı tüketmesi olarak değerlendirirler. Buna göre; artık Doğu’nun çok daha eski ve köklü diyalektiğinin yeniden canlanmaktadır. Eski Hint ve Çin diyalektiği artık Batı’nın o içeriğini yitirmiş telaşlı biçimliğini, olayları dıştan ve olay sanki “salt-biçimsel bir hareket” imiş gibi bakışını silip geçecektir. Temel iddiaları budur. Bu bir yönüyle doğrudur. Bunu Sümer sınıflı uygarlığının oluşturduğu insandaki zihniyet yapısının ve mantık ölçülerinin son dönüşüm biçimi olan bilimsel determinizm adı altında aşılması olarak değerlendirmek en doğrusu olur. Eski Hint Çin diyalektiği olarak ifade edilen Doğu düşüncesinde Sümer uygarlığının başka bir versiyondur. Yani Doğu ve Batı uygarlıkları Sümer sınıflı toplumundan çıkma ve ana gövdede ayrılmış iki koludur. Batı düşüncesinin “kendini dışa şartlaya” mantığının kökeni, Batı mitosundaki ve Kitabı Mukaddeste anlatılan Tanrı ile insanın başlangıçtan beri farklı varlıklar olduğunu, anlatılan mitoslara dayanır; insan, Tanrı’nın suretinden yaratılmıştır ve burnuna gerçekten tanrı soluğu üflemiştir. Fakat varlığı, kendi yapısı Tanrı’nın ki, değildir; evrenin ki ile de aynı değildir. Adem’in yaratılması, kutsal varlık içsel değil dışsaldır. Doğayı ve Tanrı’yı kendi varlığının dışında gören anlayış Batı uygarlık düşüncesinin temel düşünsel formasyonudur. Bu düşünsel formasyon, her ne kadar felsefe ve bilimi yaratmışsa da kaba ve yüzeyselliği aşamamıştır. Çünkü bir olayı gözlemlerken kendisini hep olayın dışında tutmuştur. Oysa Doğu mitosunda Tanrı-insan ayrışması yoktur. Tüm yaratılış haline gelen Tanrı’nın kendisidir. Dolayısıyla her şey tek kutsal varlığın ifadesidir; başka hiçbir şey yoktur. Doğu’nun bu bütünsel diyalektiği, kuantum mekaniğine daha yakın düşüyor. Çünkü kuantum mekaniğinde olay ve gözlemci ayrışması yoktur. Bir sistemi gözlemlerken, gözlemcinin de o sistem üzerinde (veya olası sonuçlar üzerinde) etkisi oluyor. Yani Batı düşüncesindeki gibi gözlemciyi olayın dışında tutamayız. Onunda işin içine katmalıyız. Her gözlemcinin de sistem üzerinde yol açtığı etkileri farklıdır. Bu “objektif olasılık” durumu kuantum mekaniğin temel bir özelliğidir....................... Mikro dünyada bir olayı gözlemlemek için orayı foton yağmuruna tutmamız gerekiyor. Saniyede 300 bin kilometre hızla giden fotonlar ve gene saniyede 300 bin kilometre hızla hareket eden parçacıklara elektronlara çarpıyor. Demek ki biz mikro dünyayı hiç bir zaman gerçek boyutuyla gözlemliyemeyiz. Belirsizlik burada yeni felsefi söylemin temel taşını oluşturuyor. Makro dünyadaki Kant'ın bilinemezciliği ile mikro dünyadaki belirsizlik. Makro ve mikro dünyanın iki farklı söylemini oluşturuyor. Tıpkı ışıktaki dalga ve foton etkisindeki iki gerçeklik gibi, makro ve mikro dünyanın gerçekliği bilinemezcilik ve belirsizlik. Yani bizim düşünce biçimimiz bilgi kaynaklı değil söylem kaynaklı oluyor.... söylemleri determinist mantıkla açıklıyamıyoruz.... Söylem nedir ? Söylemlerde kullanılan sözcüklerin anlamları “neyi açıkladıkları”na ve “nerede açıklandıkları”na göre değişir. Bir diyalog süreci olarak söylemin değişebilirliğinde, aynı kelime birbirleriyle zıtlaşan iki içeriği gösterebilir. Bir fabrikanın çalışan kesiminin söylemiyle yöneticilerin söylemi, hastanedeki hastaların söylemiyle doktorların söylemi çelişebilir. Fakat ne çalışan kesimin söylemi ne de yönetimin söylemi, ne hastaların ne de doktorların söylemi hastanenin söylemini belirleyemez. Bu bütün kurumsal yapılarda: üniversitede, okulda, hapishanede, ailede vs böyledir. Tekcil birimlerde söyleme ilişkin dil pratiği, tek başına varolamaz ve tek başına ortaya çıkamaz. Söylemin ya da söylemlerin bir diğeriyle ilişkisi veya diğer söylemlerce karşılıklı yeniden üretilmesi söz konusudur. Bu türden ilişkiler, söylemin hem diyaloğa dayalı inşasına hem de söylemin kendi kendisini inşasına katkıda bulunur. Alınan kaynak; Söylem-Edibe Sözen-Paradigma-birinci baskı-kasım-1999 Buradan kendi söylemime geliyorum. Dış dünya-düşünce-dil bir bütünlük oluşturuyor. Üçü bir sarmal ama çıkış noktamız, özne olmamız düşüncedir, bedenimiz dahil her fenomen dış dünyadır. Dil ile dış dünyayı ve düşünceyi algılıyabiliyoruz. Numen- Fenomen ayrımına gelince. Bizim gördüğümüz ya da algıladığımız fenomenlerdir. Yani gerçeğin görüntüleridir. Gerçek olan numenleri hiç bir zaman bilemeyiz. Onu da şöyle açıklıyayım. “ kavram metaforun tortusudur.” Nietzche. Göz sinirlerimizin algıladığı şey dedik. “kedi” diyelim. Gerçek kedi fiziksel hayatta varolan kedidir. Sinirlerimizin algıladığı kedi, zihnimizde çekilmiş bir fotoğraftır. Bu ilk metafordur. Gerçek kedi ile zihnimizdeki kedi aynı şey değildir. Buna “şeyA” diyelim. “şeyA” sadece zihnimizde bir fotoğraftır. Biz buna sessel bir karşılık buluyoruz. Bu fotoğraftaki şeye kelime olarak bir karşılık veriyoruz. Kedi diyoruz. Kedi dememizle ikinci bir metafor oluyor. “şeyA/kediB” oluyor. “kedi” kelimesi sadece göstermek içindir. Kavramlaştıramadığımız zaman anlamsız dört harftir. “aztk” harfleri ya da kelimesi zihnimizde ne kavram oluşturuyor, hiçbir şey. Ama kedi dendiğinde zihnimizde bir kavram oluşuyor. Karşılığında bir resim çıkıyor. Google ‘da aramak gibi, karşılığında bir kavram var. Kelimenin kavramsal karşılığı yoksa boştur. O kelimenin bir sonraki safhası kavram’da “kediC” oluyor. Bu da üçüncü metafor oluyor. Kedi kavramı zihnimizde oluşana kadar üç aşamadan geçiyor. Gerçek hayattaki kedi ile zihnimizdeki kedi bambaşka şeyler. “şeyA/kediB/kediC=Kedi” Yani kedi dediğimizde kediC demiş oluyoruz. Kedinin “C” hali. Bütün kelimeleri biz “C” haliyle bilebiliyoruz. Kavram dediğimiz şey metaforun üç işlemden geçmiş tortusu oluyor. Gerçek hayattaki kedinin zihnimizdeki yansıması üçüncü değişime uğramış kopyasıdır. Yani numenleri gerçek boyutuyla hiç bir zaman bilemeyiz. Bilinemezcilik makro dünyanın gerçekliği, belirsizlik ise mikro dünyanın gerçekliği ve biz bu iki gerçeklikle yaşayacağız..... Bilimsel olarakta, söylemsel olarakta gerçekliği bilemeyiz... Kant'ın sorduğu ne bilebilirim? sorusunun cevabı yoktur. Bildiklerimiz eksik bilgidir. eksik bilgide bilgi değildir.... Saygılar sevgiler.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Dostum kelimeler canlı organizmalar gibidir. Aynı kelime değişik kuşaklarda farklı anlama gelebilir. Kelimeler anlam daralması, anlam genişlemesi, anlam kayması ve anlam değişmesine uğrayabilirler. Mesela bu gün için ak kelimesi yarın için gri ya da siyah anlamına gelebilir. Başka bir örnek vereyim, Göktürk kitabelerinde elçi dil götürür ama bu gün dil kelimesi anlam genişlemesine uğramış. Don giymek önceden elbise giymek anlamındaymış, donatmakta oradan geliyor. Bu gün için don giymek alt iç çamaşırı giymektir, bu anlam daralmasına uğramış. Moral Fransızca bir kelime ve ahlak anlamına geliyor ama Türkçede moralim bozuk deyince ahlağım bozuk anlamına gelmiyor ve bu kelime anlam değişmesine uğramış. Kelimeleri kasdedildiği dönemdeki anlamına göre değerlendirmek gerekiyor. Irk kelimesi İstiklal Marşının yazıldığı dönemlerde millet ve ümmet anlamında kullanılıyormuş ama zaman içinde anlam kaymasına uğruyarak bugünkü kasdettiği anlamı taşımaktadır. Vay Mehmet Akif Ersoy ırkçıymış dersem bu cahil olduğumun göstergesidir. Dogmatizmin karşılığı kuşkuculuktur. İnanç doğru bilgi ile yanlış bilginin ortasındadır. Bilgi doğruluğu ispat edilen şeydir, Su yüz derecede kaynar dersem buna herkes inanır bu bilgidir. Ama ben en iyi inanç müslümanlıktır dersem buna herkes inanmaz, kimisi hristiyandır, kimisi budist falan. Dogmatizm kuşku duyulmadan kabul edilen inançtır. Ben ateistim dediğim zaman bende dogmatik oluyorum. Tanrının olmadığı bir bilgi değildir, inançtır ve inaçların hepsi dogmadır onları kuşku duymadan kabul edeceksin demektir. Agnostizim (Bilinemezciyim) deseydim. Bu bilgi ile sabitlenemediği için bilemiyorum derdim, aslında bilimsel olanı da budur...... saygılar sevgiler....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Dinle ırkçılık bir sefer birbirlerine tezat dostum.... Irkçılık dinleri reddeder, bütün dinlerde ümmetçilik vardır. Türkiye'de ırkçılar var mıdır vardır ve marjinaldir ve de illegal faaliyetleri yoktur. Almanyada ki Irkçılarla karıştırmamak gerekir. Bu memlekette ben en radikalından, en ılımlısına kadar her görüşü savunan insanlarla tanıştım. Din sosyal bir ihtiyaçtır, dinsiz toplum yoktur. Dinsiz bireyler vardır ama toplum yoktur. Sovyetler Birliği, Arnavutluk ve Yugoslavya gibi devletlerin resmi dini Ateismdi ne oldu hepsinin toplum olarak bir dini var. İnsanoğlu ağaca tapmıştır, ateşe tapmıştır gene bir şeye inanmıştır ve inanacaktır. Ilımlı İslamcılar diye bir kategori yok. Bir insan ya müslümandır ya da değildir. Bu kişisel bir tercihtir. Ülkemizdeki müslümanlarıda ikiye ayırıyorum, ya bilgilidir ya da bilgisizdir. Bilgili olsun, hizbullahçı olsun oturup konuşursun. Ama bilgisiz insan ister müslüman olsun, ister komünist bu konuşur ama boş konuşur. Bu gün memleketimizde kitap okuma oranı çok düşük, ünüversiteyi bitirmiş arkadaşlarım bile 20 yıldır kitap kapağı kaldırmamış. Lafta herkes okuyor, pratikte sıfır... takım tutar gibi siyaset yapıyoruz. Sizin söylediğiniz dogmatizm cahil müslümandan kaynaklanıyor, bilgili müslümanla otur konuş, ateistine de saygılıdır, şamanistine de ama siz cahil insanı bulursanız, bütün müslümanları onun üzerinden değerlendirirsiniz. Genellemek bir hastalıktır. Komünist, anarşist diyorlar ama komünist nedir, anarşist nedir bilmezler. Adam ben komünistim diyor eylemler yapmış, nedir komünizm diyor bilmiyor. Buna yarı cahil denir. Cahil adam susar bilmez, eğitimli adam dinler düşünür ama yarı cahil yarım yamalak bilgisiyle anlatır durur. Ben bütün siyasi görüşleri savunanlarla 35 yıldır tartışıyorum. Adam ADD başkanı Atatürkçülüğü bilmiyor. Adam MHP'nin il yönetiminde konusunu bilmiyor. CHP'de de burada 20 yılını vermiş insanlar var konuyu bilmiyor. Genelleme çok büyük hatadır. Önce usul bilmek lazım... nasıl düşünüyor diye empati yapmak lazım. Biz tartışmasını bilmiyoruz, 10 kişi bir odaya gelelim sağcısı solcusu hepsi konuşur kimse dinlemez. Konuşanı da takım tutar gibi tutar, bizden ya da onlardan, bu forumlar farklı düşünceden insanların tartışmalarına olanak sağlayan ortamlar.... Ben bugün 4-5 saat çeşitli konularda en az 20 makale okudum. Ama bizim insanımız kulaktan dolma bilgiyle ben şucuyum diyor. Şu nedir diyorum anlatamıyor. Bu toplumda yaşayan insanlarla konuşacaksın, karşıt görüşünde olan insan sana gelişme sağlar. Aynı görüşteyse bir kişi konuşur gerisi alkışlar. Bak partilerin grup toplantılarına hepsi aynı. Asıl sorunumuz dogmatizmdir ama her görüşten dogmatizmdir....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Sovyetler Birliği de sosyal devletim diye başladı ama ne oldu 100 milyon Türk Kazak, Kırgız, Azeri falan ayrıştırdı şimdi birbirleriyle anlaşabilmek için Rusça konuşuyorlar. Öyle bir devlet dünya da olmadı ve olmuyacakta, temenni ayrı şeyler gerçekler ayrı şey.... Saygılar.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
AB'NİN PAYI GERİLEDİ, OPEC'İN PAYI ARTTI Ekonomik krizle mücadele eden AB'nin 27 ülkesinin,Türkiye'nin toplam ihracatındaki payı geçen yıl yüzde 38,8'e gerilerken, 12 OPEC ülkesinin payı ise yüzde 25'e yükseldi. 2012 yılında AB ülkelerine 59,2 milyar dolar, petrol zengini OPEC ülkelerine 38 milyar dolara yakın ihracat gerçekleştirildi.
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
İngiltere ve Amerika'daki yatırımları var, trilyonca dolar birikimleri var. Sekter yaklaşımlarla biz hep uzak kaldık Araplardan, ama içerden ama dışardan çabalarla..... bizde şu anda ihracatımızın bir kısmını onlara yapıyoruz.
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Türk İslam felsefesi MHP çizgisi gibi gözüküyor. Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuz gibi de bir slogan var. Bu felsefi altyapının olmamasından kaynaklanıyor. Nasıl Fatih Sultan Mehmet'in felsefi altyapısı zayıfsa, Alparslan Türkeş'in de felsefi altyapısı zayıf. Dogmatikleşmiş bir felsefi altyapı ve güncele cevap veremiyor. Bütün felsefi söylemler bile çıktıkları zaman ki söyleme göre farklılaşabilmektedir. Marksizm'de öyledir. Çeşitli söylemler var, söylemlerin çeşitlenmesi dogmatikleşmenin bir sonucu, söylem kendini yenileyemeyince, farklı bir ekol olarak yeni bir söylem gelişiyor ve o da zaman içinde dogmatikleşiyor ve yeni söylem gerekiyor. Şimdi haritaya bakınca Türk ve İslam dünyası dünyanın yarısını ve kaynaklarınında %80'ini oluşturuyor. Bu gün bir Almanı, Fransızı, İngilizi falanı filanı bir batı birliği oluşturuyor. Başka tarafta Çini, Hintlisi, Rusu Şanghay işbirliği örgütü oluşturuyor. Sen niye Türk İslam işbirliği örgütü oluşturmayasın. Bir Hristiyanın burnu kanadı mı bütün batı ayağa kalkıyor. Belkide o Hristiyan Ateist, ona kimse bakmıyor. Böyle Avrupa Birliği Tarzı barış ve işbirliği örgütü olupta, Amerika Irak'ı işgal etmeye kalktığında hop kardeşim sen Hristiyan kanını akıtmıyorsun. Nato, mato her yeri harekete geçiriyorsun. Ben de Türk ve İslam kanı akıtmam diyebilmelisin. Kişisel olarak ateist olmamız bir şeyi değiştirmez, realiteyi değiştirmez. Sen batılılara istediğin kadar ben Ateistim de onlar için sen Türk ve Müslümansın. Niçin onlar birinci sınıf vatandaş oluyorda, ben ikinci sınıf vatandaş oluyorum. Kimse senin benim ateist mi Budist mi, Şamanist mi olduğuma bakmıyor. Bu coğrafyada yaşıyorsan Türk ve Müslümansın. Her toplumun entellektüelleri vardır. Bizlerde aklığımızın kestiği kadarıyla daha kapsayıcı söylemler geliştirmeliyiz. Dogmatikleşmiş söylemlerin bir aşıcı söylemler geliştirmeliyiz. Önce Atatürkçülük konusunda, bakın MHP'lisi CHP'lisi AKP'ye oy vereni diyeyim. AKP'lisi dersem yanlış olur. Hepsi Atatürkçüyüm diyor. Ama kimisi Türk İslam söylemini savunuyor, kimisi Laikliği ön planda tutuyor ki bende Laikliği ön planda tutan taraftanım. Temel iki ekol var. Bu farklı algılamaları bu konularda kafa yoranlar ortadan kaldıracak. Biz bugün kafa yoruyorsak biz kaldıracağız, ben çok tartıştım. Ben bundan 34 sene önce amcamın oğluyla tartıştım neredeyse birbirimizi öldürecektik. O MHP'liydi ben Solcuydum. Ama 34 sene önceki MHP de aynı değil, Sol da aynı değil. Çatışmalar sürtüşmeler hepimizi olgunlaştırdı. Ama farklı bu iki ekol ve yapılanma halen varlığını devam ettiriyor ama birbirimizi öldürmüyoruz, aynı apartmanda yaşayabiliyoruz. Ben Abisi solcu kardeşi sağcı olduğu için birbirini öldüren insanlar tanıyorum. Sen gıcık alıyorsun, biz birbirimizi öldürüyorduk. Birbirimizi öldürmeden gıcık almaya gelmesi ve aynı apartmanda yaşayabilmesi bir gelişmedir. 34 sene sonra ne olacak, onu bu günden algılamak ve söylemini geliştirmek gerekiyor.
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Aidiyatı algılama şekli insandan insana farklılık gösterir....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Din dogmatizmine gelince dostum, o sadece bizim sorunumuz değil. İslam dünyasının sorunu, İslam dünyası akılcı felsefi yaklaşım gösterdiğinde dünyaya egemen olmuştur. Ama Gazaliden sonra aklıcılıktan uzaklaşarak bu duruma gelmiştir. Akılcılığa dönüş ibareleri var, gene kendini toparlıyacaktır. Müslümanlık zihniyeti bir bütündür. Nasıl Hristiyanlık ve Yahudilik ve Budist zihniyet bir bütünse... bizim lokal olarak İslamiyet zihniyetini oluşturmamız imkansız, genel İslamiyet zihniyetinin dönüşümüyle bizimde zihniyetimiz dönüşür, ha dersin biz bu dönüşümde aktif oluruz ve İslam dünyasının akılcılığa dönüşmesinde öncü rol oynarız bu ayrı. Ama bu islam dünyasının bir parçası olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bizde El kaide de var, Hizbullah da var, Fettullah da var, var oğlu var. Avrupada da var diyeceksin ama o islam ülkesi değil, kovar bütün müslümanları kurtulur. Sen müslüman ülkesin bu gerçekten kurtulamazsın, ne yapacaksın el kaide ve hizbullah zihniyetini değiştireceksin. Bu belki 100 yıl sürer ama değişecek. İslam dünyasının zihniyeti değişmedikçe, bu soruna sen dışındaymış gibi bakamazsın. Vucutta kanser varsa ya o kanseri tedavi edeceksin ya da kansere yenileceksin. Burada vucut islam dünyasıdır, kanser ise radikalizmdir. Aidiyatı oradan kaldıramazsın, biz Türküz, biz müslümanız. Bunlar aidiyatlarımız. İnkar edebiliriz ama realiteyi değiştiremeyiz. Doğru bir akıl yürütebilmek için gerçeklerin bilincinde olarak düşünmemiz lazım yoksa söylemlerimiz havada kalır gerçek hayatta karşılığı olmaz.... Gerçek hayatta karşılığı olmayan o kadar çok söylem var ki mesela diyor ben dünya vatandaşıyım. Pasaportu yok kimliği yok. Gittiği yerden sınır dışı ediliyor. Bir millete ait bir pasaportun olması gerekir, sen bu gerçeği yok sayarak dünyada dolaşamazsın....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
dostum Ermeniler anadoluda bize ihanet ettiler ne oldu şu anda durumu ne ama bizimle barışık olsaydı daha güçlü bir Ermenistan olurdu ve bizde daha güçlü olurduk. Hem kendileri zarar gördü hemde bize zarar verdiler.... Kürtler içinde aynı şey geçerli, bu coğrafyada Araplar, Farslar, Türkler var tarih boyunca Kürtler ikincil kalmış ve Türklerin himayesiyle varlıklarını sürdürmüş, İki aşiretin kurduğu kuzey Irak'taki devlet ki bağımsız değil, ömrü ne kadar olacak, yarın dünya dengeleri değiştiğinde gene bize sığınacaklar, şu anda da zaten bizden başka kimseleri yok. Bu paradoks, himayeyle bir devlet ayakta duramaz. Demek ki himaye edeni olmadıkça Kürdistan diye bir yer olmuyacaktır. Dün bizim için PKK ile savaşan Talabani ve Barzani, bu gün PKK korkusundan bizimle işbirliği yapıyor. Bu coğrafya da Arap, Türk ve Fars toprakları var. Kürt toprağı yok olmuyacakta.... dün yoktuysa yarında olmaz... Yahudi toprağı da yoktu yarında olacağının bir garantisi yok. Millet hayatında 100 yıl 500 yıl kısa dönemdir. 50 yıllık bir İsrail devleti 500 yıl kalır mı bilinmez. Kürt devleti 100 yıl sonra olurmu bilinmez. Çin coğrafyasında Çinlilerden başkası barınabiliyor mu. Rusya, Hindistan ve Çin dediki bu Coğrafya üçümüzün diğerleri ikincil, yarın üçü anlaştımı diğerlerini yutarlar. Doğu Türkistanı Çin nasıl yuttu, Rusyayla anlaşarak. Burada Araplar, Farslar ve Türkler ortak menfaatleri doğrultusunda anlaştılar mı Kürtler ne yapacaklar, varlıklarını sürdürebilmek için birine sığınacaklar, dün bize sığınmışkardı, bu günde bize sığınıyorlar ve yarında bize sığınacaklar ama hiç bir zaman dördüncü bir güç olarak ortaya çıkamıyacaktır. Bu coğrafyanın doğasına aykırı. Nasıl ki Şanghay'da Rusya, Çin ve Hindistan varsa bu böyle.... Amerikanın desteği bittimi ne olacak, Amerikanın stratejik ortağı İsrailliler, kürtler değil. Ne olacak ortalık toz duman olunca kurtlar sofrasında yem olacak. Kuzey Irak Arap toprağıdır sunni olarak Kürt toprağı gözüküyor. Gerçekte böyle bir Kürt toprağı yok yarın ya bize ilhak olacak ya Araplara ya da Farslara.... İranda 30 milyon Türk var deniyor ama İran Fars toprağı....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun..... Türk olmak bir histir, bu his şöyle bir emir verdirebiliyor. " Size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum." ve milyonlarca insan ateşe koşan kelebekler gibi ölüme koşmuşlardır. Bu emri ancak bir Türk verir ve bu emre ancak Türk uyar ve hangi Türk verir ya da hangi Türk uyar söyleminin cevabı Bilge kelimesinin açıklamasındadır." Türklerde zamanın işini ve işin zamanını bilene bilge denir." Bu millet daha çok Atatürk gibi bilgeler yetiştirecektir..... Atatürk'e gelene kadar yetiştirdiği gibi.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
sayın democrossian Atatürk komünüst parti üyesi ya da baas üyesi gibi kadrolarla ülkeyi yönetmek istemedi. Bu gün kadroculuğun şahikası Hizbullahçılardır. dünyanın her yerinde kadroları vardır. Ve her türlü eylemi yapabilmektedir ve bu gün Amerika ve Avrupayla masaya oturmuş stratejik konumunu sağlamlaştırmıştır. Artık İran bizden daha önemli bir stratejik güç haline gelmiştir. Bu gün İran da hizbullah vardır..... bunları neden anlattım bizdeki kadro meselesi, Atatürkçülük bir rant olarak kullanılmıştır bu güne kadar ve bu gün Atatürkçülüğün bir rant getirisi kalmamıştır. Atatürkçü kadro boşluğu Ordu yoluyla götürüldü şimdiye kadar, ordu da devre dışı kalınca artık TGB'ye kalmıştır şu anda Atatürkçü kadro söylemi, MHP'de ise Atatürkçü kadro oluşamamaktadır. Atatürkçü kadroların sol ve sağ kanatları oluşmuştur. Emperyalistler her türlü kadrolaşma olayının önünü kesmektedir. Gezi olayları tıpkı Çanakkale savaşı, Kurtuluş savaşının bir önsözü ve cesaret abidesi olması gibi, Cumhuriyetin kadrolarının oluşmasında bir önsözdür. Benim oğlum 18 yaşında ne TGB bilir ne MHP bilir ne de PKK bilir ama gezi olaylarında bende yönlendirmedim seyrettim. Her yerdeydiler annesiyle beraber, çevrem ve akrabalarım spontene olarak koordine olmuşlar ve PKK'nın kadrolarından çok daha güçlü bir kadro oluşturmuşlardır. Burada Nazım Hikmet'in biz havadaki kuş, denizdeki balık kadar çok ve kalabalığız deyişini gördüm, onlar halktı. Ben gezi olaylarında tecrübeli bir gözlemci olarak gördüm ki bu halk kendi kadrolarını çıkaracaktır. dün sokaklarda coplananlar nasıl bu gün devleti yönetiyorsa yarında bu gezide biber gazı sıkılanlar bu memleketi yöneteceklerdir. 34 yıllık pratik gözlemlerim beni bu kanaate götürmüştür. Bunlar bir haftada bu kokuşmuş yönetimi teslim alırlar. Halkın gücü ve refleksi olmadan hiç bir şey olmaz.... Yanlızca Türk bayrağı taşıyan bu memleketin samimi Atatürkçüleri bu işi bitirecektir. Bu yazımda tarihe not düşsün....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Sayın evrensel-insan travmadan kastım topraklarımızı kaybetmemizdir. Yani güneydoğu anadolu bölgemizin bağımsız bir devlet olarak bizden kopmasıdır. "Neden? Neden "guclu/zayif" ve neyde gucluluk/zayiflik? Neden istesin, sen onun her turlu hak ve ozgurlugunu tanidiginda? PKK ve kurd hareketi, politik cikar temellidir. Buradaki sozkonusu ise kurd varligi" Siz bu cümlenize tüm samimiyetinizle inanıyorsanız size söyleyecek lafım yok.... saygılar.... İnşallah ben yanılıyorumdur.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Daha sonra ne travmaları gelir bilemem.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Sayın evrensel-insan ama sonuçta ya parçalanacaksın ya da hakim olacaksın. Güçlü oldunmu hakim olursun zayıf oldun mu parçalanırsın. Bir topluluk ben ayrı bir milletim diyorsa, ayrı toprak ister ve ayrı devlet ister. Görünen köy dürbün istemez. PKK ya da Kürt hareketi ne diyor hak özgürlük sonra biz milletiz eyvallah, toprasız millet olmaz, devletsizde olmaz. KCK nedir paralel devlet yapılanması... devlet var millet var toprak var ne kaldı önce özerklik sonra bağımsızlık.... sen laz milletide var dersen, çerkez milletide var dersen sonuç oraya gider. Farklılıklar zenginliğimizdir muhabbeti boş muhabbet. Yugoslavyanında farklılıkları zenginliğiydi. Sorun bu Türk devleti güçlü olursa toprak bütünlüğümüzü sağlarız, devlet zayıf olursa zenginliğimiz olan farklılıklarımız bağımsızlığını ilam eder. Osmanlınında farklılıkları zenginlikti 72.5 millet vardı, şimdi tek millet kaldı o da lazdı çerkezdi gürcüydü diye yeni milletler oluşturulmaya çalışılıyor. Ama Fransa tek millet, Almanya tek millet, Amerika tek millet...mesele güçlümüsün zayıfmısın... kaderin buna bağlı zayıf düşersek bizi bölerler, güçlü olursak bölemezler.... ama sen öyle düşünürsün, ben böyle düşünürüm... son sözüm gene görünen köy dürbün istemiyor. Balkanlar travmasından sonra bu milleti bir güneydoğu travması bekiyor.... saygılar....
-
ARDA KALAN
Ailesinden biri ölmeyen insan ölümü bilmezmiş, en şanslı olanı ailesinden ilk ölen insandır.... ve yine en şanslı olanı ailede ilk doğan insandır.... Birisi ölüm acısını tatmadığı için şanslıdır diğeri çok yaşadığı için şanslıdır.... İnsan hem ölüm acısını tatmıyayım hem de çok yaşıyayım ister ama o zamanda yaşam tatsız olur.... Acılarımızı ve sevinçlerimizi paylaşacağız... acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıltıkça çoğalır..... aması var... ama işte.... demek ki benimde paylaşmak istediğim acılarım var....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Sayın DostunDostu; Marko Polo anadoluya Küçük Türkiye demiştir. Orta Asyaya da Büyük Türkiye demiştir. Türklerin yaşadığı yere Türkiye denir ama bu birilerinin çok zoruna gidiyor. Önce anadoluluyum dendi tutmadı ama Türkiyeliyim tuttu. Anlam kaymasına uğrattılar, Türküm dememek için Türkiyeliyim diyor ama paradoks odur ki Türk'e ait diyardayım diyor. Türk değilim ama Türk diyarındayım diyor ve ona da eyvallah.... bunu böyle bilsinler Türkiyeliyim desinler. Kimse Fransalıyım ya da İngiltereliyim demiyor. Ne diyor mesela önce Fransızım diyor sonra İskoç kökenli Fransız vatandaşıyım diyor. Ama bizde Türküm ama Ermeni kökenli Türk vatandaşıyım kimse demiyor. Fransız ve İngiliz televizyonlarında böyle konuşturmazlar adamı. Türklerin zayıf tarafı burada, her Türkçe konuşanı Türk zanneder bağrına basar. Büyük ve Küçük Türkiye de bir tek dil konuşuluyordu. Ama şimdi bir milletten 30 millet yaptılar ve 30 dil yaptılar sunni olarak. Ama iki Almanyayı birleştirip tek Almanya yaptılar. Sen kalk deki ben 30 milleti tek millet yapacağım sana ne derler biliyormusun... Irkçı ve Faşist ve de Turancı... Ama Almanlara kimse bir şey diyemedi..... Adamın karnına vurmuşlar ah arkam demiş, ya karnına vurdular niye arkam diyorsun demiş. Arkam olsaydı karnıma vuramazlardı demiş. Biz olmuşuz otuz parça ah arkamda ah.... "Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der "Bu tabir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil/ Volga Nehri'nden Orta Avrupa'ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır. Bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kağanlığı için Doğu Türkiye’si, Arpad Hanedanı'nın kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiyesi şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir. Tarihte 13- 14. yüzyıllarda Mısır Memlukları de Türkiye adını kullanmışlardı: ed-devlet üt Türkiya ( 1250- 1387). Türkçedeki kelime anlamı ise Türk ve İye (ait) kelimelerinin birleşmesi ile oluşan Türkiye kelimesidir."
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Sovyetlerde gene menfaat için yapmıştır. Sovyetler deyince aklıma mahvolan milyonlarca Türk ve Müslümanlar geliyor. Sonuçta Komünizm de bir batı felsefesidir. Gücünü ordan alır ve doğuya başka gözle bakar.... Benim söylemek istediğim bizi öteki görene olan hayranlığımız.... Kendi iç hesaplaşmamızı yapmamız, İngiliz Komünisti İngiltereyi düşünür. Türk komünisti de önce Türkiyeyi düşünmeli, bizim komünistimiz ya da bizim dincimiz... Kendi dincisine sekter olmamalı aynı şekilde de dincimiz komünistimize sekter olmamalı, benim anlatmak istediğim bu... saygılar.....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
Ama dostum reel politik diye bir gerçek var. Biz Türküz, Müslümanız ve Osmanlıyız, bundan kurtulamayız. Yurt dışına çıkınca kimliğinize göre muamele görüyorsunuz. Sevabı ve günahıyla bizim tarihimiz. Viyanada ki anıtta Türkleri durdurduk yazıyor. Onlar Osmanlıydı Türklerle alakası yoktur demiyorlar. Müslüman ülke olduğun için her zaman ikincil olmuşundur tabi petrolün yoksa, petrolü olanlarda zaten hiç bir zaman birincil olmamıştır. Algıyı değiştiremiyorsun, bireysel hayatımızda da böyle. Ben solcu olduğum için MHP'li arkadaşlarla muhabbet ederken bana hep Komünistten milliyetçi olmaz derler ve hep onlar için yabancıyımdır. Aynı şekilde sosyal demokrat yapılı bir insanlarda çevrelerinde onları kabul etmiyorlar. Bu menfaat ortak menfaat olunca griftleşiyor ama, normal ilişkilere dönünce bu saflaşma kendiliğinden oluşuyor. Milletler arasındaki ilişkilerde de bu geçerli, sonuç olarak bir Hristiyan için öncelik hristiyandır, tabi ki ortak menfaati yoksa. Müslümanlar aynı şeyi yapamıyor, ateistte olsan müslüman toplumuna aitsin. Nietzche sonuçta ateistte olsa onların ateistidir. Onların felsefesine hizmet etmiştir. Söylemek istediğim aslında bir İngiliz ve Fransızla karşılaşsak çok büyük muhabbet gösteririz. Bir Pakistanlıya veya Araba aynı muhabbeti göstermeyiz. Ama kurtuluş savaşımızda Pakistanlı kadınlar kollarındaki bilezikleri bize göndermişlerdir. Araplarla aynı siperde binlerce yıl beraber can verdik, ortak tarihimiz var. Ama İngiliz oyunu Araplara Türkleri düşman etmiş, Türklere Arapları, bizde bir İnglizin doğuya baktığı aşağılayıcı gözle bakıyoruz. doğuda ne var batıya dönelim diye ama batı seni istemiyor. Ortak menfaatimiz olduğu sürece batıyla iyi olmalıyız ama batı hayranlığını kırmalıyız. Onlar kurmuşlar Avrupa birliğini, biz İran'ı düşman görürüz, İran bizi düşman. Ama İngiliz, Fransız ve Alman birbirini düşman görmez. Ateistimiz ve dincimiz ve sosyal demokratımız ve bütün renklerimiz bu reel politiği kavramamız gerekiyor. Ben kendimde değişim yaparak anlatıyorum. Örneğin Yahya Kemal Beyatlı'yı kırkımda tadındım ki okuyan bir insan olarak, Nazım Hikmet'te bizim, Yahya Kemal'de bizim Necip Fazıl'da bizim, mesela Necip Fazıl'a hiç ısınamamışımdır ama bizim. Bülent Arınç'a da hiç ısınamadım ama bizim, ne yapacaksın bizim gerçeğimiz. Saygılar....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
democrossianSayın dostum biz bu topraklardan haçlıları geçirmedik, haçlı seferleriyle... vermedik, bırakmadık neden biliyormusun, biz gönül verdik bu topraklara... Anadolu bizim kabuğumuz olmuş neden biliyormusun. Üç tarafı deniz ve dördücü tarafı dağlar, bizim Ergenekonumuz olmuş. Düz asya ovalarında korkuyla yaşadık binlerce yıl. 10 kat nufusu fazla olan Çinlilerden hep korktuk, çok katliamlara uğradık ve Türk soyu yok olacak kadar da azaldık ve o günkü akil adamlar bizi dağların ardına Ergenekona götürdüler ve orada çoğaldık dağlardan geçit eriterek yeniden siyasi dünyaya döndük. Biz bu topraklara korkudan gönül verdik, biz Çanakkale de Ergenekonu kaybetmemek için yüzbinlerce can verdik. Onun için Kurtuluş Savaşında bizim üstümüze fazla gelmediler. Çanakkale de gördüler bizim bu topraklara gönül verdiğimizi, Churchill İngilizlerin komutanı der ki; " Fiziki üstünlük bizdeydi ama İradi üstünlük Türklerdeydi." Osmanlı felsefesi için Söğüt Ünüversitesi rektörü derki; " İlim, İrfan ve İrade" Osmanlıyı Osmanlı yaptı. İlimden, İrfandan koptuk, iradesizleştik ve kaybettik. Şu anda aslında yeniden irade sorunu var, Schopenhauer'ın irade felsefesini önemsiyorum ve Türklerde Gönül felsefesinin inşası ile sorunları aşacağız. Gönül felsefesi yanlış anlaşılmasın, burada İradedir. Ama genelde yaşam felsefesidir, doktrini ve kategorileri yoktur. Türk insanı gönlünce yaşamayı ve yeri geldiğinde Ergenekonu için gönül vermeyi bilir. Burada gönül candan da öte dediğiniz gibi varolma mücadelesi oluyor.... saygılar....
-
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik
sorun nerede neden bu hale geldik.... Atatürk milliyetçiliğini, Kemalizmi ya da Çağdaş Cumhuriyeti savunanlar neden bu hale geldi.... sorun aslında tekilci yönetim hastalığından kurtulamamamız, kurtarıcı aramamızdır. Her dönem ya Ecevit, ya İnönü ya ordu bir kurtarıcı önder aramamızla sorun ortaya çıkmıştır. Doğu mutlakiyetçiliğinden kurtulayım derken, Atatürkçülüğü de doğu mutlakiyetçiliği mantığına hapis etmemizden kaynaklanmıştır. CHP yönetimi 30 yıl politbüro gibi çalışmıştır. Baykaldı, Önder Savdı falan filan, değişemedinmi dogmatikleşirsin sonra yok olursun. Esaslı bir önder bulamadı Türk Milliyetçileri ya da Atatürkçüler. Kurtarıcı bekleme mantığı aşağıda, yukarıda da ben vazgeçilmezim mantığı klasik doğu yönetim biçimi. Şimdi Kılıçtaroğlu'nun icazetine kalmış bir Atatürkçülük... PKK bile daha iyi siyaset yapıyor. Önce mütevazi olacağız, Atatürkçülüğü felsefi açıdan yeniden değerlendirip fikir geliştireceğiz. Atatürkçülük ve Posmodernizm, Atatürkçülük ve Hermönetik, Atatürkçülük ve kadroculuk gibi alt başlıklarla yeni düşünce ufukları açarak yolumuza devam edebiliriz. İran'ın Ruhban sınıfı var son sözü söyler, Pkk'nın bile son sözü söyleyeni var ama Atatürkçülerin son sözü söyleyeni yok. Atilla İlhan'dan sonra... Acil olarak Atatürkçülerin akil adamlarına ihtiyaç var...
-
Fazıl Say
Sanatçısına sahip çıkamayan toplum kaybeder ama bugün belli olmaz onun acısı.....koskoca Osmanlıyı niye kaybettik.... elimizdekini de bu gidişle kaybedeceğiz.....
-
Hakim Zihniyet ve Tarihsel Gelisimi
Aslında hakim zihniyete biz bireysel olarak nasıl hizmet ediyoruz, çoğumuz bunun farkında bile olmadan yapıyoruz. Hakim zihniyete karşı çıkarken de hakim zihniyete hizmet etmiş oluyoruz. Basit bir örnekle devam edeyim," Ortadoğu" bu kelimeyi kullandığımızda dahi hakim zihniyetin söylemlerine hizmet etmiş oluyoruz. diyeceksin ki sen kullanmıyor musun, evet bende kullanıyorum. Paradoks burada başlıyor. Ortadoğu ve Uzakdoğu coğrafi bir terimdir. Peki merkez neresidir. İngilteredir, Siyasi ve Fiziki merkez İngilteredir. Niçin Uzakbatı diye bir deyim yoktur. Burada da hakim zihniyetin psikolojik üstünlüğünü sağlayan zihniyet oluşturulmuştur. Ortadoğu, Uzakdoğu, Yakındoğu, Amerika, Avrupa ve Avustralya vardır. Batı kültüründen oldun mu kimliğin var, batı kültüründen olmadın mı coğrafi bir yersin. Orada sanki ilkel insanlar yaşıyormuş gibi. Ne zaman oralar medenileşir, batı kültüründen olduğu zaman. Mesela felsefe de Yunan mucizesi vardır. İnsanoğlunun iki milyon yıllık düşünce hayatı yok sayılır ve Yunan mucizesiyle felsefe başlar. Bilim tarihi hep batılılar bulmuştur. Sümerler,Alman mı Fransız mı, İngiliz mi... muhakkak bunlardan birisi olması gerekiyor. Sümerce neden İngilizce değil, Sümerlere medeniyet gitseydi, İngilizce konuşurdu. Onun için ilkeldir. Biz, ben de dahil batı merkezli düşünmeyi içselleştirmişiz. Sosyalizm bile batı felsefesine hizmet etmiş, Rusya dediğimiz yerde yaşayan milyonlarca halkı Ruslaştırmıştır. Çin bile diğer halkları Çinlileştirmiştir.Haticeye değil de neticeye bakarsak kaybeten hep doğu olmuştur. Göğsümü gere gere ben doğuluyum diyemiyorum. Dersem ikincil olurum, biribirimiz değerlendirirken bile ne kadar batılıysak o kadar üstünüz. Ne kadar Amerika, Avrupa gördüysek o kadar değerliyiz.