eCHeLoN demiş ki:
arkadaşlar Marduk hakkında nette rastladığım farklı yorumlar
takdir sizin...
BU sayfalardan bir daha mesaj yazmamaya kendimi alıştırmıştım.Sadece izleyici olarak bulunacaktım ama bu iki bölüm yayımlanan mesajı görünce dayanamadım.Hemen acil olarak kısada olsa bir cevap verme gereği duydum.Eğer bunu yapmasaydım kendime ihanet etmiş olacaktım.
Bu mesajı bizimle paylaşan arkadaşın herhalde aynı duyguları taşıdığını düşünmüyorum.Yorumlardan anladığım kadarıyla "o" da bir alıntı yapmış.Keşke arkadaş bu yazıyı nereden alıntı yaptığınıda belirtseydi yada kaynak gösterseydi.
Neyse ben o kurukafa düşüncelerle ağ bağlamış örümcek beyinliye kısa bir cevap vermek isterdim. Ama şunuda belirtmeliyim ki ;insan istediğini düşünebilir be fikir sahibi olabilir.Bu çok normaldir. Ama eğer başkaşları ile alay edercesine bazı şeyleri laubalice ortaya atıyorsa o zaman istediği şekilde de cevap alması da kaçınılmazdır.
Bugüne dek çok sayıda kuyrukluyıldızı saptayan amatör astronom William Bradfield, geçtiğimiz 23 Mart 2004 günü, yeni bir kuyrukluyıldızı saptadığını bildirmişti bilimsel kuruluşlara. Kısa bir incelemeden sonra buluş onaylandı ve Mart sonunda "Bradfield Kuyrukluyıldızı" denen nesne tescil edildi. İşin en çarpıcı yanı, bu kuyrukluyıldızın, saptanmasından yalnızca üç hafta sonra, 17 Nisan 2004'te, dünyaya en yakın geçişini yapmasıydı! Üstelik, bize yaklaşık 0.750 AU uzaklıktan geçmesine karşın, SOHO resimlerinde şaşırtıcı biçimde parlak görünen bu kuyrukluyıldız, oldukça da iriydi. Peki, ya bu nesne çok daha yakından geçse ve ciddi biçimde bir "risk" içerseydi dünya için, ne olacaktı? Yalnızca 3 hafta önce varlığı saptanmıştı daha! Neymiş? "Sekiz yıl kalmış 2012'ye, eğer olsaydı biz görürdük! Böyle bir gök cismi olamaz." Eminim görürdün ÇOK BİLMİŞ BEY:::::!!
Burak ELDEM' den alıntı bir makaleyi sizinle paylaşmak istiyorum.Sanırım bu makale "O ÇOK BİLMİŞ BEYİNCİĞE" hakkettiği cevap olarak suratına yapışacaktır.Üslubum için özür dilerim.Ama hakketti.....Bu arada MARDUK olayı ile ilgilenen ve araştırma yapan kişiler hiç bir zaman MARDUK'un üstünde bir dünya dışı zeki varlık yaşadığına dair kesin bir iddiada bulunmadı. Vasrsayılan en popüler teori ,"Uydularından birinde olma ihtimalleri var.Ayrıca kimsede MARDUK dünyaya çarpacak iddiasında da bulunmuyor.Yakın geçişin Dünya üzerinde güçlü çekim etkisinin doğuracağı sonuçlar önemli burada."Tabi kendi şahsıma söylemeliyimki; ben, buna inanıyorum demiyorum sadece olabilirliğini araştırıyorum.Ama tüm eski bilgiler maalesef hep "MARDUKéu işaret ediyor.Bazıları "zımbırtı" desede.....
Burak ELDEM'den alıntı
"Bir kuyrukluyıldızı, çok daha büyük olduğu düşünülen bir gök cismiyle kıyasladığım sanılmasın; ben yalnızca şu "olsaydı görürdük" tayfasının inanılmaz abartılı güvenlerini ve tutuculuklarını çok yakın ve basit bir örnekle sergilemeye çalışıyorum. Ayrıca, Bradfield kuyrukluyıldızıyla ilgili birkaç ilginç noktaya daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
* NASA'nın saptamalarına göre, bu nesnenin yörünge periyodu yaklaşık 3666.6 yıl! Bu değerde en fazla 10 yıllık bir hata payı olabileceği düşünülüyor. Yani, neredeyse Marduk için benim önerdiğim yörünge süresiyle birebir aynı. Ne ilginç bir rastlantı, değil mi?
* Yine yapılan hesaplara göre, Bradfield'in yörüngesi, Ekliptik düzlemine 65 derecelik bir açı yapıyor: Yani, tıpkı benim Marduk için önerdiğim yörünge konumu gibi.
* Bradfield, Güneş çevresinde, diğer gezegenlerin tersine, saat yönünde dönüyor: Yani, tıpkı Zecharia Sitchin ve daha birçok araştırmacının, Marduk için öngördükleri gibi.
* Birçok astronom, Bradfield yakın geçişini yaparken, Güneş tarafından "yutulacağını" düşünmüştü; oysa son derece "sağlam ve kararlı" bir yörüngesi olduğu görüldü; sanki bir başka gücün daha etkisi altındaymış gibi.
Bütün bunlarla, Bradfield kuyrukluyıldızının Marduk'la kıyaslanır bir nesne olduğunu falan ileri sürmüyorum tabii: Dikkatli okurun hemen fark etmiş olacağı gibi, şu "olsaydı görürdük" mantığının nasıl bir disinformation ve aşırı kendine güveni sergilediğine dikkat çekmeye çalışıyorum.
Yakın geçişten yalnızca 3 hafta önce varlığı saptanan Bradfield, kuyrukluyıldız tarihindeki tek çarpıcı örnek değil. Sık sık anımsattığım gibi, 1993 yılında keşfedilen Shoemaker-Levy kuyrukluyıldızı da, saptandıktan yalnızca 10 ay sonra, parçalara bölünerek Jupiter'in yüzeyine çarpmıştı. Bırakın çarpışmayı, tehlikeli bir yakın geçişi Jupiter'le değil, dünyayla yaşasaydı bu kuyrukluyıldız, ne olacaktı? Birileri çıkıp, "Bir şey olmaz, olsaydı biz görürdük" mü diyeceklerdi yine?
William Napier'in bu son çalışmasında belirttiği gibi, "görülemeyen" ve görülememesinin anlaşılır bir nedeni olan, o kadar çok gök cismi var ki.
Varlıkları çok yakın tarihte kanıtlanmış, şu "Kahverengi Cüce" denen sönmüş ve yakıtını yitirmiş yıldız eskileri mesela. İlk zamanlarda, bunların "yıldız orijinli" olmaktan dolayı, çok büyük olmaları gerektiği düşünülüyordu, saptanan ilk örnekler de bu görüşü doğruluyordu. Ancak 2000 yılında gerçekleştirilen gözlem ve çalışmalar, sanılandan çok daha küçük, "gezegenimsi boyutlarda", oldukça yaşlı ve sönmüş kahverengi cücelerin de var olabildiğini koydu ortaya. Bu buluş, evrendeki gök cisimlerine bakışta ciddi bir yeniliği beraberinde getirdiği gibi, John Matese ve Daniel Whitmire gibi bilim adamlarının "güneşin ikizi sönmüş yıldız" tezleriyle de uyum içindeydi.
Kahverengi cüceleri saptamak hiç kolay değil. Bir önceki kuyrukluyıldız örneğinin aksine, çok daha büyük gök cisimleri oldukları halde, ışıklarını ve yakıtlarını büyük oranda yitirdikleri için, hele çok yaşlıysalar, bunları gökyüzünde saptamak oldukça zor hale geliyor. Ancak, kızılötesi spektrumu tarayan, çok hassas cihazlarla bunları bulma olanağı var ki, bu da uzun araştırma, titiz gözlem ve hepsinden önemlisi, "zaman" gerektiren bir iş.
Bazı "bilim bürokratları"nın bir yanılsama yaratırcasına iddia ettiği gibi, yörüngedeki dev uzay telekoplarını ya da kızılötesi tarama yapan aygıtları öyle her isteyen bilim adamı, istediği zaman ve istediği süreyle kullanamıyor. Başvurunuzu yapacak ve nereleri taramak istediğinizi bildireceksiniz; bu talebiniz makul bulunacak ve size (eğer boş ve uygun zaman bulunursa) bu cihazları kullanmanız için süre verilecek. Bilinen prosedür içinde bu sürecin oldukça ağır işlediğini küçük bir örnekle anımsatalım: 1999 yılında birbirlerinden bağımsız olarak Güneş Sistemi içinde bir kahverengi cücenin varlığını saptayan İngiliz astronom Bill Murray ve Amerikalı John Matese uzay teleskoplarını kullanmak istemişler ama talepleri yerinde bulunmamıştı. Yalnızca bir kez Matese, o da çok kısıtlı süreler için, öngördüğü bölgelere kısaca bakabilme olanağı buldu ama bu da çalışmaları açısından son derece yetersizdi. Yani öyle "İşte Hubble, Chandra orada, olsaydı biz görürdük" falan yok.
Diğer yandan, gökyüzünün tamamını taramak denen şey de sanıldığı kadar "basit" bir iş değil. Eğer sıradışı, zor fark edilir bir cismi arıyorsanız, taramalarınızın çok hassas ve dikkatli olması, geniş bir zamana yayılması gerek. Şöyle basit bir örnek verelim: Avucunuzu açın, kolunuzu dimdik ileri uzatın ve avucunuzun içi, gökyüzüne baksın. Şimdi, o elinizin arkasında kalan büyüklükteki bir alanı hakkıyla taramak için bile aylar gerekeceğini söylersek, bütün gökyüzünün taranmasının güçlüğü iyice ortaya çıkar. Hele doğrudan ışık yansıtmayıp, ancak kızılötesi hassas cihazlarla saptanabilecek kahverengi cüce benzeri nesneleri bulmak, iyice zor. "Dark Star" (Karanlık Yıldız) adlı kitabında, güneşin çekimine yakalanmış bir sönmüş yıldızın varlığını ileri süren Andy Lloyd'un tezleri ve araştırmaları, bu konuya yeterince vurgu yapıyor. "Establishment" bilim adamlarının inceleme zahmetinde bulunmadıkları Andy Lloyd'un tezlerini ve oldukça ayrıntılı bilgileri, sitesinde bulabilirsiniz.
Bir gezegenimsi kahverengi cüceyi saptamak, ekstra zor bir işlem ve çok çaba, çok araştırma, bol miktarda da "şans" gerektiriyor. Hele bu nesne dünyaya göre Güneş'le aynı hizada kalıyorsa, yani Güneş'in güçlü kızılötesi ışınları dünyadan ya da yörüngeden yapılacak gözlemlerde doğal ve sağlam bir "perde" oluşturuyorsa, bu iş iyice çetrefil hale geliyor. Diğer yandan, böyle bir gözlemi yeryüzünden değil de uzaydan yapacak, yeterince gelişmiş kızılötesi tarayıcılar, daha henüz geliştirilmekte. Bir zamanlar IRAS vardı biliyorsunuz, hani şu 1983'teki bulguları epey gürültü çıkaran ve sonradan, epey sonradan yapılan açıklamada ilgililerinin "Haa, şey canım, o saptadığımız nesne uzak bir galaksiydi" dediği IRAS. Oldukça kısa süreli misyonu içinde ilgi çekici saptamalara yardımcı oldu IRAS ama yine de gücü ve yetkinliği hayli sınırlıydı.
İşte bu nedenle, gözlerden kaçtı belki ama, geçtiğimiz 6 Ekim'de (2004) sessiz sedasız bir haber yayımlandı ajanslar tarafından: NASA, uzayı taramak, özellikle de kahverengi cüce benzeri cisimleri saptamak için, şimdiye dek benzeri görülmedik derecede gelişmiş bir kızılötesi tarayıcı geliştirmişti ve büyük olasılıkla bu aygıt 2008 yılında yörüngeye yerleştirilip çalışmalara başlayacaktı. Sizce de ilginç değil mi?
Şimdi tekrar gelelim şu "olsaydı görürdük" ekolünün konuya yaklaşmaktaki tutuculuğuna ve dar bakışına: Tam bu noktada, "Ama biz kuyrukluyıldızlardan ya da kahverengi cücelerden söz etmiyoruz, 'gezegen' deniyor tezlerde! Güneş sisteminde böyle bir gezegen olamaz!" deniyor birden.
Pardon, ben işin "terminolojik takıntı"larını dikkate almamışım. Siz "gezegen" dendiğinde, kendi oluşturduğunuz terminoloji içinde (ve nedense Güneş'imize ait, oluşum sırasında ondan kopmuş olması gereken bir parça olması gerektiği ısrarından vazgeçmeden) meseleye bakıyor ve Güneş Sistemi'nin bilinen gezegenlerinin yörünge karakteristikleriyle paralel, katı (Merkür, Venüs, Dünya ya da Mars gibi) ya da gaz halinde (Jupiter, Satürn, Uranüs ya da Neptün gibi) bir "gezegen" anlıyorsunuz (ya da anlamayı yeğliyorsunuz) ve sistemin oluşum süresi içinde Güneş'ten ayrılmış olması gerektiğine inandığınız böyle bir cismin dağılma süreçlerini, davranış biçimlerini ve Güneş Sistemi'nin Oort bulutuna dek bilinen biçimini dikkate alarak, "Büyük bir gezegen olamaz, olsaydı fark edilirdi" diyorsunuz.
Üzgünüm, benim durduğum yerden bakıldığında, mesele hiç böyle değil. "Eskiler" de gezegen terimi konusunda böyle terminolojik bir saplantıya sahip değillerdi. Sümerler LU.MAŞ ("Tanış Gezinen") dediğinde, dünyadan yapılan gözlemde, bilinen sabit yıldızlardan farklı olarak konum değiştiren "gök cisimleri" anlaşılırdı. Yani güneş sisteminin oluşum dönemine ait olacak, bilinen katı ya da gaz gezegenlere benzeyecek, yörüngeleri onlarınkilere yakın bir düzende olacak diye bir kaygıları yoktu LU.MAŞ sözcüğünü kullanırken. Gördükleri bir gök cismini, gördükleri biçimi ve algılanışıyla anlatıyorlardı çünkü. Açıkçası, beni ilgilendiren de bu bakış biçimi.
Güneş Sistemi'nin içinde yer alan bir gök cismini, başlangıçtan, yani oluşumdan beri sisteme ait bir nesne olarak düşünmek de, ayrı bir takıntı. Zecharia Sitchin, Nibiru/Marduk için Güneş'in çekimine "sonradan yakalanmış" bir gök cismi yaklaşımını getiriyordu (tıpkı eski metinlerde Marduk'un "uzaklardan gelen kahraman" olması gibi), bunu büyük olasılıkla bilmiyorsunuz, çünkü Sitchin'in kitaplarını okumaya bile tenezzül etmediniz. Oysa bu "yakalanmış nesne" konsepti, şu "boyut" ve "terim" kısıtlamalarınızı bir anda ortadan kaldırıyor. Matese'nin "Nemesis" teorisinde ya da Andy Lloyd'un "karanlık yıldız" tezinde olduğu gibi.
Boyut dedik, evet, bir başka takıntı da şu "boyut" meselesi. "Bu kadar büyük bir gezegen mutlaka fark edilirdi canım" benzeri bıyıkaltı gülücükler eşliğinde sunulan reddedişlerde, bu takıntının izleri var. Ne kadar büyük? Marduk'un "büyüklüğünü" nereden ve nasıl bilebiliriz ki? Bizim elimizdekiler, eski uygarlıkların yıldız gözlemcilerinin anlattıkları ve kaydettikleriyle sınırlı. Onların boyut konusunda kütle ya da yarıçap ölçümü gibi hassas hesaplar yapmadıkları açık olduğuna göre, "büyüklüğü" ile ilgili söyledikleri de, "gördükleri biçimiyle" bağlantılı. Yani çıplak gözle gökyüzüne bakıyorlar ve belli bir büyüklük öngörüp bunu betimlemelerde kullanıyorlar, resmini çiziyorlar, kanatlı diskler yapıyorlar. Bu bakış biçimiyle, onlar açısından Güneş ve Ay da aynı büyüklükteydi herhalde, çünkü gökyüzüne baktığınızda çıplak gözle (uzaklıkları bilemeyeceğinize göre) ikisini aynı büyüklükte görürsünüz. O halde, Marduk'un büyüklüğüyle ilgili tanıklıklar, yalnızca iki göstergeye bağlıdır: "Gökyüzüne baktığında onu Güneş ve Ay'a yakın büyüklükte görmüşlerdir ve dünya üzerine yaptığı etkiler nedeniyle onun büyük ve güçlü olduğunu düşünmüşlerdir."
Dolayısıyla, Marduk pekâlâ epey yakından geçen çok büyük bir kuyrukluyıldız da olabilir, çok daha uzaktan geçmesine karşın belli bir aşamadan itibaren büyük ve ihtişamlı görünen, dünyayı etkileyecek güce sahip bir kahverengi cüce de (ben ikinci seçeneğin doğru olduğunu düşünüyorum.)
Yineleyelim: Çok büyük bir olasılıkla, yörüngesi Ekliptik'e oldukça dik bir açı yapan; fazlasıyla dış merkezli bir yörüngeye sahip; bu yörünge periyodunun büyük bölümünü dünyaya göre göksel güney kutbu yönünde (yani "aşağıda") geçiren; yine çok büyük olasılıkla bir "kahverengi cüce"den söz ediyoruz. Bize göre konumu Güneş ile yaklaşık aynı hizaya denk geldiği ve fazlasıyla güneyde kaldığı için, iddia etmeye çalışıldığı gibi "şimdiye kadar amatör astronomlar görürdü" mantığı da hiçbir biçimde geçerli değil. Marduk, bir süre daha, ancak yörüngeye yerleştirilmiş, çok güçlü kızılötesi tarayıcılarla fark edilebilecek; o da, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, şansa ve "iyi niyete" bağlı. Ama 2008'de fırlatılacağı söylenen NASA'nın şu yeni cihazı, büyük olasılıkla (o tarihte iyice yakınlaşmış bulunan) Marduk'u saptayacaktır. Artık o tarihten sonra her an, yeryüzündeki gözlemciler tarafından bulunma olasılığı da güçlüdür.
Marduk'un bir kahverengi cüce olma olasılığıyla anlam kazanan, bir başka ilginç noktayı da anımsatmak isterim size. Kitabın sonundaki "Appendiks - Ekler" bölümünde, çok kısa bir son nota yer vermiştim: "Nibiru ve Jaguar Kültü" başlığını taşıyordu bu not ve Okyanus'un iki yakasında, birbirinden habersiz olduğu varsayılan kültürlerin, Marduk'u aynı benzetmeyle anmalarının ilginçliğine dikkat çekmiştim: Yakındoğu'da "Leopar", Orta Amerika'daysa "Jaguar". Acaba bu betimlemeler, Marduk'un "görüntüsünde" bir biçimde "leopar ve jaguar"ı andıran bir niteliğe işaret ediyor olabilir miydi?
Şimdi bakın, kahverengi cüce denen gök cisimleri, nasıl bir görüntüye sahip, son bulgulara göre: "Kırmızımsı, bazen turuncuya çalan soluk bir zemin üzerinde, koyu renk, siyah, iri lekeler. Tıpkı, kor halinde yanan ama sönmek üzere olan bir kömür ya da odun parçası gibi."
California Teknik Üniversitesi'ndeki bilim adamlarının bu son bulgulardan sonraki tarifleri üzerine, grafikerlerin çizdiği kahverengi cüce betimlemelerini görmek isterseniz, bu adrese bakabilirsiniz.
Sürekli "kırmızımsı" renginden dem vurulan ve çoğu eski kültürde "leopar" ya da "jaguar" benzetmesiyle anılan Marduk'u anımsayıp, bu resimlere baktığınızda, siz de hafifçe gülümsemiyor musunuz?
Unutmadan, "Güneş'e yaklaşan, onunla aynı doğrultudaki bu tür bir gök cisminin, sistemimizin bu enerji kaynağı üzerinde ne gibi etkileri olabilir?" sorusuna da dikkat çekmek istiyorum. Biliyorsunuz, Güneş'teki patlamalar, CME (Coral Mass ejection - Koral Kütle Atımı) denen etkinlikler ve manyetik fırtınaların dünyayı hem jeolojik hem de iklimbilimsel anlamda oldukça ciddi biçimde etkilediği yolundaki tezler, iyice ağırlığını hissettiriyor artık.
Adını telaffuz etmek oldukça güç; ama Macar bilim adamı Dr. Laszlo Körtvélyessy, oldukça yankı yaratan "The Electric Universe" (Elektrik Evren) adlı kitabında, Güneş'in dinamiğiyle ilgili yıllardır açıklanamayan muammalara çarpıcı yanıtlar getiriyor: Pozitif yüklü çekirdekle, negatif yüklü dış yüzey arasındaki etkileşim ve bunun sonucunda CME'lerin, güneş lekelerinin (sunspot) ortaya çıkması, manyetik fırtınaların dünyayı etkilemesi. Bu bilim adamının tezleriyle ilgili ayrıntılı bilgiyi, sitesinde bulabilirsiniz.
Biliyorsunuz, "iklim değişimi"nin nedenleri hararetli biçimde tartışılıyor aylardır, Mayıs'tan bu yana bilim adamları arasında ciddi kapışmalara neden oluyor bu tartışmalar. Marshall Institute bilim adamlarından Willie Soon, bu tartışmaya oldukça ilginç bir noktadan giriyor ve sanılanın, inanılanın aksine, iklim değişiminin ardında Güneş'teki beklenmedik hareketliliğin olduğunu söylüyor. Ayrıntıları merak ediyorsanız, Marshall Institute sitesinde okuyabilirsiniz.
Evet, Güneş gerçekten beklenmedik, oldukça hareketli bir dönem geçiriyor. Hele geçtiğimiz yaz aylarında, bu durum daha da çarpıcıydı ve haber bültenlerine de yansıdı: Bilim adamları, bilindiği kadarıyla, Güneş'in son 1000 yılda hiç olmadığı kadar aktif olduğunu, bunun bir rekor olduğunu belirtiyorlardı. Bu konuda, BBC'nin 6 Temmuz 2004 tarihli haberini okuyabilirsiniz.
Ve bir başka ilginç, açık fikirli bilim adamı: Hintli jeolog Dr Saumitra Mukherjee, Güneş'teki aşırı manyetik etkinliğin ve CME'lerin, yalnızca iklimi değil jeolojik hareketliliği de etkilediğini ve depremlere yol açtığını söylüyor. Mukherjee, 2001 yılında tam isabetle tahmin ettiği depremlerle ciddi sansasyon yaratmıştı, bu konudaki haberlerden birini burada okuyabilirsiniz.
Güneş Lekesi Çevrimleri (Sunspot Cycles) bilindiği üzere, 11 yıllık bir döngüye sahip. Artık rastlantı mıdır bilemem ama bu döngüdeki yeni bir "peak" noktası, yani etkinliğin doruğa çıktığı dönem, 2012 yılında yaşanacak. Bunun üzerinde durmayalım şimdi, sıradan bir rastlantı olması daha akla yakın. Ama şunu anımsayalım: Orta Amerika'da, "dünya çağları" her nedense, "Güneşler" olarak adlandırılıyor: Birinci Güneş, İkinci Güneş, Üçüncü Güneş vb. 2012 yılının sonunda da, Maya takvimine göre "Beşinci Güneş" sona erecek.
Niye "Güneş" peki? Çağlara niye bu ad veriliyor? Yoksa Güneş'in "huyunu suyunu" değiştiren ve bu nedenle dünyayı da etkileyen bir şeyler mi oluyor çağ bitimlerinde?
Yoksa, "Jaguar" olarak adlandırılan bir gök cismi, yaklaşırken Güneş'in manyetik etkinliğini de ciddi biçimde etkiliyor mu?
Şu turuncumsu kırmızı soluk zemin üzerinde, siyah lekelere sahip görünümüyle betimlenen, bir kahverengi cüce olabilir mi bu?
Ha, son bir nokta. Bu, "kuşkucu" tayfası için değil, Sitchin'in "Marduk üzerindeki uygarlık" tezini benimseyen dostlar için: Marduk'un bir kahverengi cüce olması, onun üzerinde birilerinin yaşamasını olanaksız kılıyor belki ama bu tür gök cisimlerinin sıkça rastlanan uydularında yaşam olma olasılığını hiçbir biçimde etkilemiyor. Yani, bilemeyiz tabii ama "Anunnaki" ırkı diye bir şey varsa, bunun Marduk üzerinde değil, Marduk'un uydularından biri (ya da belki birkaçı) üzerinde olma olasılığı hiç de az değil."
Herkese sevgiler.