Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Taylan Abi

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.727
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

Taylan Abi tarafından postalanan herşey

  1. Olay şudur, hepimiz (yaşı kemale ermişler ve taze 21'lik erkekler) askerlik yaptık biliriz. Olay, DİSKO (Disiplin Koğuşu) denen cezalandırmadan yola çıkıp, TSK'ya saldırmak! Kraldan çok kralcı olanlar işte bunlar. Oğlu toplam 28 gün askerlik yapar, babası 21 güne kadar olan cezalar için adalet sistemini ve askeri yargı sistemini karşı karşıya bırakır. Arkaya da AİHM'yi alır, al allah ver allah... Kurumlar çatışsın, vatandaş gerilsin ne önemi var? Sorarsan "devletin kurumları uyum içinde" derler. Sizin uyumdan anladığınız ne? Uyumun kelime anlamı ne? Önce bunu yeniden konuşmalı. Seçtikleri Cumhurbaşkanı'nın eşi de bizi malum AİHM'ye şikayet etmişti, bunların müritleri de aynı yolda ilerliyorlar. Sonuçta devlete girsin de, ne olursa olsun. Maksat askeri, genelkurmayı yıpratmak olsun da, her yol mübah. Askeri yıpratabilmek için açıp mahkeme kararı didikliyorlar görüyorsunuz. Sonuç ne? Fıs. Laf ola beri gele, alakasız örnekler veriyorlar. Sen disiplinsiz olacaksın, kendi başına vatan görevindeyken ahkam kesip, verilen görevi layıkıyla yerine getirmeyeceksin, kabahat işleyeceksin, sonra çıkıp AİHM'ye gideceksin. Gidersin tabi. Gitmemen anormal. Oraya gidecek adam, vatan görevi başında kurallara karşı da gelir veya kabahat de işler, kendini de haklı görür. Normaldir. Üstelik 400.000 Euroluk davada Türkiye 2000+1500=3500 Euro tazminata mahkum olurken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesine göre başvuranın esasen hakkaniyetinden değil, Türkiye'nin savunmasının yeterli görülmediğinden mahkum olmuştur. Herhangi bir vatani meselede "bu bizim iç meselemiz" diye atıp tutanlar (ki bu iletide karşı fikirde bize yazanlardır), gerekçeli karara zerre atıfta bulunmuyorlar. İşine gelince "iç mesele", işine gelmeyince "insan hakkı". Allah bu memleketi ikiyüzlülerden korusun.
  2. Askeri ve sivil hayatın farklarını anlatmaya hiç gerek yok. Ancak kesişen ve kesişmeyen yönleri mevcut. Birisi emir-komuta zincirine mahsus kurallar ile işler, diğeri tamamen kişisel insiyatifleri içerir. Askeri alan sayılan yerlerde sivil insiyatif ile hareket etmek mümkün değildir, mantıklı da değildir. Vatandaş olarak mecburiyetlerimiz vardır, nasıl ki askerlik yapmak erkekler için bir zorunluluk ise beraberinde getirdiği kurallara uymak da zorunluluktur. İşe buradan bakarsak, kişisel özgürlüklerin kısıtlanmasını da örnek veriyorsunuz. Bir erkek vatandaşın askerlik yaptığı süre, kişisel özgürlüğünün kısıtlandığı süre değil midir esasen? Buna herhangi bir itirazınız yok anlaşılan. Olmalı aslında. Neyse. Mesleğini asker olarak devam ettiren veya vatani görevini tamamlamaya çalışan herkesin uymak zorunda olduğu kurallar, askeri mekanlar için bellidir. Garnizon dışındaki vukuatlar için zaten sivil mahkemeler her zamanki gibi yetkilidir. İş bu halde, birbirinden doğası itibariyle farklı olan iki yaşam tarzı, iki farklı meslek grubu, iki farklı yargı sistemini, aynı göbekten doğmuş gibi kesiştirip aynı değer yargıları ile değerlendirmek mantık dışıdır. Mantığı da vardır bir şekilde, askeri gücü kurcalamak istersek, evet mantıklıdır. Sayın Talu da buna hizmet etmektedir. Ancak bu Sayın Talu'yu da aşan, O'nu buna yönlendiren yerlere kadar gider. Talu bizim çıkış noktamızdır, cerahatin pörtlediği yerin yandaş medyadaki yansımasıdır. Sivil hiyerarşide sorgulama-yargılama-cezalandırma yönündeki arızalara hiç değinmiyorsunuz nedense. Çok güncel örnek, RTÜK başkanını yargılayamıyoruz. Sebep? Başbakana bağlı ve o zat buna izin vermiyor. E hani nerde şimdi kişisel yetki mevhumu? Kaymakamı, valiyi, emniyet müdürünü cart diye alıp sorgu-yargı-ceza üçgenine sokabiliyor musunuz? Sokamıyorsunuz. Buna lafınız yok ama. Sizin lafınız askere. Sebebini de.... Herkes biliyor.
  3. Bu nasıl oldu bilmiyorum ama aynı fikirdeyiz Allah ile kul arasına girmek için gösterilen çabanın haddi hesabı yok. Bu yalnızca İslam dini için değil, tüm dinler için geçerli. Bu çabayı potansiyel bir "nemalanma" veya ruhani bir "mastürbasyon" ihtiyacı olarak görüyorum. Hak dine inanmayanın, kendini rahatlatma ihtiyacı veya bundan bir çıkar sağlama amacı güdülüyor açıkça. Laf-ü güzaf. Çok bile zaman harcadım.
  4. "Ruhban Okulu'nun açılmasına, olumlu bakarız" diyen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'dan sonra YÖK Başkanvekili İzzet Özgenç, "Din eğitiminin özel hukuk kişileri eliyle verilmesinin önü açılmalı" dedi. Özgenç, bu düzenlemenin yapılması durumunda, Ruhban Okulu'nun açılmasının önündeki engelin kalkacağını savundu. Özgenç, Kuran kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılmasının doğru bir uygulama olmadığını da söyledi. YÖK Başkanvekili bilgilendirme toplantısı düzenledi, "Sorun sadece ruhban meselesi ile sınırlı olsa Ruhban Okulu çoktan açılacaktı" dedi. Özgenç, mevcut mevzuata göre Ruhban Okulu'nun açılmasının önündeki en büyük engelin din eğitiminin özel hukuk kişileri eliyle verilememesi olduğunu söyledi. Özgenç, "Din eğitimi devletin denetim ve gözetimi altında yapılmalı ama devlet eliyle yapılmamalı" dedi. YÖK Başkanvekili, sözü Diyanet İşleri Başkanlığı'nın açtığı Kuran kurslarına getirdi, ne pedagojik ne de sosyolojik bakımdan tasvip edilebilir bir yöntem olmadığını savundu. Kuran kurslarının devletin denetiminde ancak yabancı dil veya sürücü kursları gibi özel açılabilmesi gerektiğini söyleyen YÖK Başkanvekili'ne "Bu durumda cemaat ve tarikatlar da kuran kursu açabilir mi?" sorusu yöneltildi. Özgenç, "Tarikat ve cemaatler özel hukuk kişileri değildir" yanıtını verdi. (*) Kimdir bu özel hukuk kişileri? Neye göre belirlenir, yeterlilik şartı var mıdır? Laik midir? Laikliğe karşı odak olan familyadan mıdır? Kim seçer? Eğer devlet seçer ise Diyanet İşleri'nden farkı nedir? Eğer kişiler seçer ise tarikat cemaat yuvalarından farkı nedir?
  5. Bak ben bu kelimeyi pek severim. Hemen Ben cezalandırırım! -GENEL KURMAY BAŞKANI başlığında cümle içerisinde kullandım. Nefret ettiğim pek benzer bir kelime de ikzarat ayrıca. Ama Şehrazat olsa bi de, 150bin dolar borcum olsa hatta.
  6. Yazının tamamını okumaya hiç gerek yok. Niteliksiz, kelime ifrazatı kabilinde değerlendiriyorum. Ceza verme yetkisinin kişilerde olduğunu kim söyledi size? Buna nasıl hüküm getirdiniz? Eğer ki cezayı kişiler verebiliyordu, askeri mahkemeler neydi ki? Bilgileriniz eksik ve dolayısıyla eksikliğinden kaynaklı yanlış yerlere yönleniyor. Komutan haklıdır, eleştirilemez dediğiniz şey doğru olsa idi; komutan dediğiniz kişilerin yargılanmaması gerekirdi. Tekrar soruyorum, o zaman askeri mahkemeler neydi ki? Umur Talu'nun fikrinin de zikrinin de ne olduğunu tabii ki biliyoruz. Ona ne şüphe?
  7. Milliyet Gazetesi'nin sayfalarında konu ile ilgili güncel DNS numaraları var. Ben halen kullanıyorum, şıkır şıkır da çalışıyor. Hazret-i Google'ı açınız, "Milliyet dns" yazınız. Sonuçlar arasında 22.01.2008 tarihli gazetenin linkine tıklayınız. Orada anlatıldığı gibi işlemleri yapınız. Güle güle kullanınız.
  8. Umur Talu'nun yazısını yarısına kadar okudum, kalan yarısına ise hiç gerek bile duymadım. Alenen ortada herşey. Genelkurmay Başkanı, başında bulunduğu kurum adına konuşmaktadır. Ve kullanmış olduğu BEN CEZALANDIRIRIM cümlesi, askeri yargıyı işaret etmektedir. Şimdi kimse lafı evirip çevirip, amaca hizmet eder hale getirip "vay efendim darbeciydi şuydu buydu" diyerek TSK'yı ve Genelkurmay Başkanı'nı suçlayıcı olmamalıdır. Ha olursa ne olur, Kimin ne olduğu, neye hizmet ettiği, ne umduğu, ne istediği belli olur. Bunu alkışlayanların da tabii ki...
  9. Eskiden tarikatçıydı bunlar. Parayı buldular. "Tahrik"atçı oldular. Devamlı tahrik oluyorlar. Bakın, jetskici olanı demiş ki: "Öyle bebekler yapıyorlar ki... Uzun bacaklı falan. Saçları taranıyor. Üstelik çıplak. Tahrik edecek gibi." Şeytan diyor, koy Barbie fotoğrafını manşete, gözüne de bant at... Bak bi daha yapıyor mu şıllık! (Şimdi anlıyor musunuz, o garibim kadınlar niye çarşafa giriyor? Normalde, işi sağlama almak için brandaya girmeleri lazım... Hatta bırak kadınları, ben kendi payıma, bunların önünde secdeye bile varmam, ki, n’olur n’olmaz... Veya, alüminyum don.) Şaka bir yana... Aklını yitirdi Türkiye. Çağdaş, aydınlık, Atatürkçü bilim insanlarını hoyratça içeri tıkarsan, cüppeli müppeli hocalara "sivil toplum örgütü" diyen "züppeli hoca"ları demokrat profesör zannedersen, dindarım ayaklarına yatan dolandırıcıları baş tacı edersen, iktidar nimetlerinden yolunu bulmak için gelene ağam gidene paşam dersen... Varacağın adres bellidir. Bindik bir jetskiye... Gidiyoruz kıyamete. Dolayısıyla... Yerim sizin demokrasinizi! Hani jetskilere plajlara yaklaşma yasağı filan konuyor ya... Bunlara da insanlara yaklaşma yasağı konsun kardeşim. Y.Ö.
  10. Rüzgâr gibi.
  11. AKePe Döneminde Türkiye'den Manzaralar başlığında yazmıştım ; Sonra baktım ki Küçük Erdoğan Bedelli Yapacak başlığında da aynı zihniyet iş başında. Aşağıdaki ileti de aynı şeyi izah ediyor işte. Mantık aynı, algı aynı, tepki aynı. CYRANO ;
  12. Taylan Abi

    CELALETTİN CERRAH

    Vedasında bile pis kokular saçarak gitti. 3500 lira maaş alan bir devlet memurunun Çırağan'da veda yemeği yapma lüksü var mıdır ? İlk akla gelen soru bu. CHP İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN de aynı fikirdeymiş ki, İçişleri'ne konunun araştırılması için başvuruda bulunmuş. Diyelim ki bu parayı Cerrah ödemedi. Peki kim ödedi? Neden ödedi? Diyelim ki bu parayı 'gerçek kişi' sayılabilecek hiçkimse ödemedi. Devlet ödedi. Devlet her memuruna böyle bir uygulama yapabiliyor mu? Yapamıyorsa bu ayrımcılığın sebebi, kaynağı nedir? Cerrah'ın 'bu mükafatı hakedecek' görevi dışında gerçekleştirdiği üstün başarıları nelerdir? Bu parayı devletin hangi birimi ödemiştir? Valilik? Emniyet? İçişleri Bakanlığı? Başbakanlık? Diyanet İşleri? Orman Bakanlığı? Neresidir? Çırağan'da benzer davetlerin kişibaşı maliyeti 100-150 Euro'dan başlarken, bu saltanat bu gösteriş nereden geliyor? Her ne derseniz deyin, neresinden tutsanız elinizde kalır. Baştan aşağı pis bir koku var.
  13. Bu anlattıklarınız çalışanın hali. Ya emekliler? Onlar da pek farklı değiller. Köle mi diyelim, dilenci mi diyelim, ne diyelim bilmiyorum. Bu verilen zamlarla onları ne yerine koyduklarına düşünün siz karar verin. -------------------------------------------------------------------------------- En hayırlı evlatlar kimdir? Türk gazetecileri. Her yıl mayısın 2’nci pazarı cefakár analara methiyeler düzülür; her haziranın 3’üncü pazarı vefakár babalar yazılır. Ádettir... Hiç ıskalamazlar. Maksat? Damardan duygu laga lugası. E dün baktım... Hiçbir gazeteci ana-babasını hatırlamamış nedense... Halbuki, tam ana-baba günüydü... Emekli zamları açıklandı. SSK’lıya 11 lira. Bağkur’luya 5 lira. "Bu ülkenin çocukları"nın, "bu ülkenin ana-babaları"na reva gördüğü para bu: 5 lira. İnsan bu parayı değil zam, sadaka diye verirken bile utanır... Üstelik, "Yuh be kardeşim" diyeceğine, "Emekliye zam müjdesi" diye yazan ****** bile çıktı! Yaşıyorsa, sorun... Hiç çalışmayan baba, en az 30 yıl ter akıtmıştır. Kimi kaynakçı, kimi şoför, kimi madenci... Dile kolay, binlerce gün prim ödediler bu devlete, ömür tükettiler. Belki istediler ama, tek kuruş bile kaçıramadılar, bordro yüzünden... Maaşı almadan vergiyi ödediler. Bu devlet iyi kötü hálá ayakta durabiliyorsa, onların sayesinde. Kendinize bakın... Çoluk çocuk büyütüyoruz. Ne kadar zor, görüyoruz. Kimimiz bakan, kimimiz gazeteci. Bu mudur geri ödememiz? Bu mudur ana-babalık hakları? Eminim, dalgası tıkırında olan dümbelekler, bu satırları okuyup diyecek ki: "Popülizm yapma, sosyal güvenlik sistemi battı, matematiksel gerçek bu, çare var mı?" Bunu soran ahlaksıza sorarım: Emekli mi batırdı sistemi? SSK’yı dolandıranları yakalamayacaksın, devleti soyan ilaç firmalarına ses çıkarmayacaksın, kayıt dışı personel çalıştıranlara göz yumacaksın, fiş almayı bile kaldıracaksın, sonra da yüzsüz yüzsüz soracaksın: "Çare var mı?" Üstelik. Bu ne biçim sistem ki birader... Başbakana uçak alınca batmıyor. Emekliye 1 lira fazla verince batıyor! Y.Ö. 07.07.2009
  14. Forum üyelerinin yazdıklarını okumaktan daha önemli işleri olan bir insanın, üye olmasındaki maksat nedir? Suyu bulandırmak mı?
  15. İşi üreme mevsimine çevirmemek de lazım. "Rızkını vermedikten sonra yap yap koy" dememiş miydi Bektaşi
  16. KAĞIT YA DA BELGE İLE "CAMBAZA BAKITMAK" Bilirsiniz... Bozuk Türkçeyle söylenen bir deyim vardır halk arasında: "Cambaza bakıtmak" derler... "Dikkati başka yere çekerek aldatmak, malı götürmek, hırsızlık yapmak" anlamına gelir... Panayırlardaki "ip cambazları" üzerinden üretilmiş bir deyimdir: Cambazlar ip üzerinde, ellerinde uzun bir denge sopası, bir uçtan öbür uca yürürken... Kimi zaman dengelerini kaybetmiş veya ayakları kaymış gibi yapıp düşecekmişcesine izleyenlerin yüreklerini ağızlarına getirirken... Herkes cambazın heyecanlı gösterisine odaklanmışken... Yankesiciler işe koyulur, seyircilerin ceplerini boşaltır, malı götürür. Varsa yoksa belge: Belge mi, bir kağıt parçası mı... Gerçek mi sahte mi... Gerçekse kim hazırladı... Sahteyse bu komplonun arkasında kim var... Başarıyla tezgahlanan bir "psikolojik harekat", bir seyirlik bir oyun! Ekonomik kriz devam ediyor... İşsizlik artıyor... Çalışanların ücretleri reel olarak düşüyor... Piyasa daralıyor... Üretim düşüyor... İflaslar artıyor... Toplum yoksullaşıyor... ABD Irak'tan çekilmeye, başta Kuzey Irak Kürt Yönetimi olmak üzere ülkedeki tüm sorunları Türkiye'ye ihale etmeye hazırlanıyor... Kafkaslarda Rusya-Gürcistan, Azerbaycan-Ermenistan sorunları istikrarsızlık ögesi olmaya devam ediyor... Bu sorunlar Türkiye'nin dış politikasını, Türk-Rus, Türk-Azeri, Türk-Ermeni, Türk-Amerikan ilişkilerini etkiliyor... PKK terörü bitmedi... Amerika bu konuda da aktif olacağına söz verdi ama somut sonuçlar henüz ortada yok... Obama dönemi başlayınca, "Büyük Ortadoğu Projesine" ve "Türkiye Ilımlı Bir İslam Devleti olmalıdır" saçmalığına bir son verilmiş gibi görünüyor... Henüz bunların da somut sonuçları görülmedi... Ama Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir döneme giriyor... Türkiye'nin Yunanistan'la sorunları askıda... Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sorunu askıda... Limanların, havaalanlarının Güney Kıbrıs Rumlarına açılması sorunu askıda... Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri çıkmazda... Türkiye'nin AB'ye tam üyelik süreci belirsiz... Müzakereler askıda... Bizi cambaza, pardon, kağıt parçası-belge tartışmasına bakıtıyorlar sevgili okurlarım... Ceplerinize, paranıza pulunuza, özel yaşamınıza, geleceğinize sahip olun! E.KONGAR 29.06.2009
  17. "Tavşan besleyen, havuç da yetiştirmelidir" misali, bu başlığı okuyan herkes, AB-TÜRKİYE VE FRANSA başlığını da okumalıdır.
  18. Eski Maliye Bakanı, Çırağan Oteli’nde bir akşam yemeğinde gazetecilere öncelikle “Bir şey söylersem bana uymuyor, bir şey söylesem başkalarına uymaz, yanlış anlaşılır, bu nedenle bu konuda konuşmak, bir değerlendirme yapmak istemiyorum” dedi. Fakat Unakıtan, yine de konuşmaktan geri durmadı. Unakıtan, “Şimdi ben maaş alan bir adamım, milletvekiliyim. Maaş aldığım için beni para olarak kriz etkilemedi. Aynı parayı alıyorum, hatta fiyatlar düştüğü için alım gücüm de arttı. Yani sabit gelirlilerin, daha doğrusu devlet memurlarının bundan fazla etkilendiğini düşünmüyorum. Yani Ankara çok etkilenmedi. Zaten krizlerde Ankara çok etkilenmez. Herkes maaşını zamanında küt alıyor. Ama İstanbul öyle değil, çok etkilendi. Bugün birisi ‘Ben iş adamıyım, çok şükür şimdiye kadar haciz memurunu kapıya getirtmedim’ dedi. Bu en büyük başarı olarak görünüyor. Zor, zor bir iş” değerlendirmesinde bulundu. Kemal Unakıtan, bu sözlerinin ardından gazetecilerin “Başbakan teğet geçti demişti” demeleri üzerine “Başbakan kendisini anlatmış olabilir. Ama İstanbul öyle değil” diye karşılık verdi. (*) Alım gücü artan memurun hiç sesi çıkmaz artık. Krizden en karlı çıkan onlar olmuş bu durumda. İşsizliği artıran da zaten durduk yerde, evde oturanların iş aramaya çıkmasıydı. Öyle değil miydi? Bunu da söylemediler mi? E alım gücünüz artmıştı, ne işiniz vardı iş bulma kurumunda? Rabbin sana bir Cleveland yolu daha göstermeden sus Kemal Abi. Sus yoksa çok mazlumun ahı ile gideceksin, yattığın yerde hesap veremeyeceksin. Sus.
  19. Bu tiplerin demokrasi anlayışı matematikseldir. Bunlar 300 milletvekili aldım, 400 milletvekili aldım diyerek başlarlar konuşmaya. Aldıkları oyun, toplam oy oranına göre değerini bilmezler. Anayasa Mahkemesi kararlarında bile parlementodaki sandalye sayılarını argüman olarak kullanırlar. 11 sandalyeye karşılık, üçyüz bilmem kaç sandalyedeyiz derler. Bunların demokrasiden anladıkları bu işte. Sayı. Demokrasi çoğulculuktur. Bunların anladığı gibi çoğunluk değildir. Kimseye edebiyat yapmıyorum, neyin ne olduğu çok iyi analiz edilmeliyiz. Nisbi demokrasi, çoğunluğun mutlak hakimiyetini reddeden, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi gerektiğini ve azınlığın da bir gün çoğunluk olabilme hakkının verilmesini savunan demokrasi anlayışıdır. Ama bunu anlayamazlar, bilmezler, bilmek istemezler. Anlatsanız anlamazlar, anlamak istemezler. 7000 kişi ile değil, 7 kişi bile olsa, hatta kalan o altı kişiyi de saymazsak tek başıma bile çıksam meydana; haklıyımdır belki de. Demokratlık zor iştir. Dünün şeriatçısını, bugün demorat yapmaya çalışırsan böyle olur işte. Onun da demokrasi anlayışı budur, bu kadardır.
  20. İbretle okuyorsunuz değil mi? Sarıgöl buna cevap vermemiş olabilir, vermek istemiyor olabilir, veremiyor olabilir. Konuya "hiç şaşırmayan, alışmış, alıştırılmış olan" sevgili mavi olmayan gökyüzü, belki bize bir iki cümle ile katılır. Bilginin sağlamlığına inanmamışken bile "şaşırmayan" değer yargısını, şimdi de görelim lütfen.
  21. Suç? Ne suçu? Neyin suç olduğuna / olmadığına; Kim; Neye göre karar veriyor burada? Hukuk devleti miyiz, şeriat düzeninde miyiz? Neye göre, kim, nasıl suçlu? Sağ gösterip sol vurmaktan vazgeçin. Atatürk'ün rakı içmesi sebebiyle kazandığımız veya kaybettiğimiz değerlerimizi örnekleyin. Var mı böyle bir şey? Varsa söyleyin. Rakıyla aldığımız/verdiğimiz bir karış vatan toprağı var mıdır? Herhangi bir millete herhangi bir rakı sofrasında en ufak bir imtiyaz tanımış mıyız? Rica ediyorum buna cevap verin. Yoksa; Kişisel anısını ve milletimize bıraktığı tüm kazanımlarını gölgelemekten vazgeçin. Bu yaptığınız, en basit söylemi ile Atatürk'e hakarettir. Cumhuriyetine ihanettir.
  22. Tebrik eden, mutluluğumu paylaşan, fikrimin uyuştuğu/uyuşmadığı ama herşeye rağmen bu anı paylaşabilen herkese teşekkür ederim. Allah gönlünüze göre versin arkadaşlar. İnşallah yaşadıklarımı, paylaştıklarımı, sizler de yaşarsınız. Bekarlar; Alooooooooo size diyorum...
  23. Erdem. Hepimizin aşina olduğu bir kelime. Peki kişiliklerimiz bu kelimeye aşina mı? Bakınız Türk Dil Kurumu'na göre ERDEM ne anlama geliyor: Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı. Yiğitlikten bahsediliyor. Alçak gönüllülükten keza... Neden bütün bunları yazanlar (haydi yazanı boşverdim), alıntılayanlar, üzerine bin laf ekleyip bu sayfalarda atıp tutanlar, bize yiğitlikten ve alçak gönüllülükten örnekler veremiyor? Neden? Biz bu insanların bu tür iftiraları ile nice kez karşılaştık, daha da çok karşılaşacağız eminim. İsim versem bir türlü, vermesem bir türlü. Konu sadece bu başlık da değil. Bunlar zaten sadece 1 kişi de değil. Atıp tutacaksın, etiketleyip suçlayacaksın, iletiyi bir kez okuyup bir daha okumayan/takip edemeyen insanların zihinlerinde yanlış izlenimler bırakacaksın, sonra bu forumda hiçbir özür dilemeden, hiçbirşey olmamışcasına devam edeceksin. Benim kanıma dokunan bu.
  24. Taylan Abi

    Vakit'ten Türkan Saylan Yorumu

    1-) 367 olaylarını tekrar hatırla. Tartışmaların içindeki rakamları tekrar çözümle. 400lü sayıları kimin telaffuz ettiğini yeniden müteala et, sonra komikliği tavan yaptır. Çok net. Yazılı tarih babacandır, hiç kıvırtmaz Bekir. 2-) İnşallah. 3-) Şimdiye kadar edindiğim izlenim içerisinde sen (bu başlıkta kastettiğim şekli ile) alnından öpülesi insanlardan değildin. Ama kendini onlarla bir tutup, tarafımdan öpülmeyi reddediyorsan, paşa gönül kriterleri devreye girer. Çekilebilirsin. 4-) "Görüşlerimiz birçok noktada farklı farklı da olsa forumda ölmesini istediğim kişiler sıralamasında yer almıyorsun" diyorsun. Forumda ölmesini istediğin birileri mi var? Yoksa bu bize Türkçe'mizin bir oyunu mu? Sınav bitmiştir, istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. Başarılar.
  25. Mersi Fotoğrafların JPEG formatına ulaşamadım henüz, ilk fırsatta pastalı börekli eklerim inşallah Efendi Türkler: Avrupa'yı İstanbul'u geç bir kalem. Bizim naçizane cennet-i mekanımız, dostluğumuz ve yüreğimiz. Her zaman beklerim, yinelemek istedim.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.