Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

serdar34

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    204
  • Katılım

  • Son Ziyaret

serdar34 tarafından postalanan herşey

  1. şu masala inanmayın, bazı sistemler yasakçı, bazıları özgürlükçü. bu külliyen yalan ve akli olarak mümkün degil. neden bu yalanı söylerler? neden dürüst olmazlar insanlara karşı? neden bazı sistemlerin özgürlükçü oldugu masalını anlatır dururlar insanlara? birçok cevap vermek mümkün, bunlardan biri; kendi süfli/basit dünyalarını gizlemek için, aşagıda olanı yukarmış gibi satma telaşı. bunlar çok iyi tüccardır, onlar için herşey mal ve müşteriden ibarettir, her daim satar dururlar, bu tipler için ticarete konu olmayacak şey yokdur. 'degerli' dünyaları bundan ibarettir.. bunlar düşünmeye deger...
  2. Türkiye de uygulamada bulunan laikçi anlayış bu ülkenin altına dinamit koymak demekdir. Din ile imanın Türklükte birleştigi, bu birleşmeyi dikkate almayanlar bir felaketi davet etmiş olmakla kalmazlar; bizzat kendileri felakettir onların.. Bu topraklarda iman edenlere ve Türklere düşmanlıkda bulunarak gösteriş yapmak yıllardır en kolay şeydir... Türkiye bugün dünyaya yeni bir millet olarak çıkabilir, yeni bir İslam milleti olarak.. buna itiraz edenleri ve gerekçelerini iyi belleyin..
  3. insanlar hukuk ve vicdan arasında bir seçim yaptıgında, agırlık vicdani karardan yana kayıyormuş.. oluşturulan hukuk her zaman insanların vicdanına ulaşmakda yeterli olmuyor ve olmayacakdırda.. peki vicdanlara nasıl ulaşacaksınız? salt maddi kanunlar buna yetecek mi? kesinlikle hayır. ahlak maddenin eline bırakılamayacak kadar degerlidir. şöyle bir bakın maddeperest dünyaya da size söylesin...
  4. başörtme İslamdan önce de vardı, hatta bazı yahudi ve hıristiyan kadınlar bunu farklı bir şekilde devam ettirirler. İslam tek bir dinin adı degildir, Allah tarafından gönderilen bütün dinlerin adıdır. bütün dinlerin temeli Allah a teslimiyet içerir, ve bütün dinlerin degişmez temel ilkeleri mevcuttur. zamandan zamana kimi dinler bir önceki dinin kimi uygulamaların degişiklik yapmışdır ve bu degişiklikler tali konuları içerir. kimi dini emirlerde zaman içinde yozlaştıgı için yeni gelen din bu yozlaşmayı aslına döndürmüşdür. bugün bile baktıgınız zaman kimi sözde dini uygulamaların Kur'an la bir alakası yokdur. ama insanlar onun dini olduguna inanır ve yaşarlar vvs. başörtüsü eskiden şöyleymiş böyleşmiş gibi kıytırık tarihi temellerle alakalı degil, bilakis dinin yozlaşması ile alakalıdır. çokta kiymeti harbiyesi yoktur yani, bir müslümanın temel kaynagı Kur an dır ve buradan bakmak lazım meseleye. yoksa kimi insanların yozlaşmış düşünce ve yaşamlarına degil...
  5. bunlar cumhuriyetçi falan degildiler zaten bunlar ne demokrat ne de özgürlükçü kişilerdi laiklik anlayışları nevi şahsına münhasır olan bu takım, hiç bir zaman özcü degillerdi. bunlar sandıga, millet seçimine inanmayan kişilerdir, hiç inanmadılar ki. sandıga gitmeyin diyecek tıynetde oldukları nasılda belli oldu hemen. bunların her işi sözdedir, içlerinden istedikleri faşist, otoriter bir yönetim biçimidir. bundan başka hiç bir şey degillerdir zaten... siyasette, medyada, sanat dünyasında, bilim dünyasında, okur yazarlar vb. içinde yıllardır borusu öten kişileerdi. bulundukları alanlarda da hiç bir ciddi başarıları olmayan bu tipler, yıllardır ama şuurlu ama şuursuz bir şekilde vazifelerini! yerine getirdiler.. tabi ki bu sarmal hep böyle devam edecek degildi, bu ülkeyi Türkler ne zaman yönetmeye kalksa bunlar daha bir çıgırtkan oluyorlar. şimdi yaşananlarda bunların göstergesi, bunların iflası demek bu ülkenin zenginleşmesi demekdir arkadaşlar. enseyi karartmayalım... sevgiyle kalın.
  6. Kur'an'ın ışıgı tüm hayatla ilgilidir, yani Kur'an tüm hayatı ışıtmak ister. bilimsel çalışma yapan insanlar da bu ışıkdan yararlanmalıdır. yararlanmalı derken, bu Kur'an bize bilimsel buluşlar sunacak anlamına gelmez.. Kur'an bu anlaşılan dar kalıplardan daha kapsayıcıdır hayata karşı, hayatın dışında hiç bir şeyi bırakmaz.. birakmaz derken hemen yanlış anlamayalım, bırakılmayan ahlaki yaşam biçimidir. biz insan olarak atacagımız her adımın meşrulugunu buna göre ayarlamalıyız. eger ki bir öte dünya inancımız varsa, yaptıklarının hesaba çekilecegine inananlar nezninde.. eger tek dünyalık fikrine iman etmiş isek, bu bilimsellik kaygısından daha önemli bir sapmadır Kur'an için..
  7. arkadaşım başörtmeyi siyasi bir simge olarak görüyorsanız, evet başörtüsü bir simgedir ve İslamın simgelerinden bir simgedir. daha başka siyasi simgeleri oldugu gibi... bu millet, kendisine boyunduruk vurmak isteyene karşı sert, kendisinden yardım isteyene her zaman cevap verme asilligini göstermiştir. bu bünyenin delikanlıları bir çok cephede ama bilhassa Çanakkalede sözünü yerine getirdi. ortam kime kaldı sonra? asker kaçagı ve vurguncu karakterlere... Türk, özgür ve müslümandır, Türkün tarih sahnesinde otorite olarak yer almasının nişanesi İslamdır. Müslüman Türkün iddiası şudur; ''biz daha iyi yönetiriz''...başka müslümanların oldugu gibi.. Anadolu bizim İslamlaştırdıgımız toprakdır, vatan kıldık bu yerleri. sıksan bu topragı her yanından şehid fışkırır. tarih ayna gibidir, aynaya bakıp kendisini maymun olarak gören varsa, bu onların sorunu.. bu milleti daha ne kadar tarihinden ayrı tutabileceksin ey beynelminel sermaye!!
  8. kocakarı inançlarını İslam sanıp, birde bunun eleştirisi yapılınca; insan ancak güler... hiç bir yönetim herkesi tatmin etmek zorunda degil, bu mümkünde degildir. vaziyet şöyleymiş, böyleymiş, bunlar müslüman bilinç düzeyine erişmiş kimseler için temel degildir. her nefse uyacak olursak...bu işin sonu gelmez.. dünya insanları bir yana, İslam bir yanadır, işimize gelsin ya da gelmesin, bundan gerisi boş söz... şu masala inanmayın, bazı sistemler yasakçı, bazıları özgürlükçü. bu külliyen yalan ve akli olarak mümkün degil. neden bu yalanı söylerler? neden dürüst olmazlar insanlara karşı? bunlar düşünmeye deger...
  9. İman bir tercihtir. Eylemlerde tercihtir. Bütün hayatını inna lillah (Biz Allah içiniz...) doğrultusunda tanzimdir. Ve bu tercih, bireyin tüm davranışlarını, eylemlerini, faaliyetlerini kuşatıcıdır, iman, müminlerle birlikte davranmak, onlarla birlikte olmaktır. Savaşmak 'iman esasları’ndan değildir. En azından iman edilmesi gereken bir prensip değildir. Ama öyle bir an gelir ki savaşıp savaşmamak tercihini yapmak, bireyin mümin olup olmamak tercihi ile eşdeğerdir. Tevbe Suresi'nin 43-46, 80-96 ve 118. ayetleri müminin pratikteki tercihinin önemini tüm açıklığıyla ortaya koymakla ve basit gibi görünen bir tercih hatasının sonucunun vehametini vurgulamaktadır, imanımızın gereği olan pratikteki Allah için olması gereken tercihlerimizde çok dikkatli olmak ve her anımızı mümince değerlendirmek durumundayız. “Asra andolsun ki; İnsan ziyandadır. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” [103/Asr Suresi]
  10. sizin tanımınızla beraber; her türlü faşizimden başka bir şey yaşamıyoruz. dinin sadece vicdan işi olduguna inanan sizsiniz. herkes sizin gibi inanırsa siz faşizimden nasıl sıyrılırsınız? bana bir tane faşisst söyle ya da diktadör hukuka dayanmasın.. bulamazsın... ben demiştim, bana cevap yazarken üstün körü yazmayın diye, alışılmışın dışına çıkmamız gerek. yoksa boşuna nefes tüketmeyelim.
  11. nasıl ne demek oluyor? müslim hayat tarzını bilmeyenler tabiki kıyas yapamazlar. şimdilik bu kadar bir cevap yeter. daha sonra geniş bir tanımlama yaparız. öncelik şu olmalı, sadece bilginiz zihninizi yogurmasın, birazda zihniniz bilgiyi yogursun..., içinde bulundugumuz dünya ve kavramları dogmatik olarak görür ve tarihin bittigi sanısına kendimizi kaptırırsak, alacagımız çok yol var demekdir. bana ezberimde olan, yıllarca duydugum sloganımsı deyişleri anlatmayın yeter, benim masala ihtiyacım yok. benim duymadıgım sözlere ancak ihtiyacım var...
  12. hem soruyorsunuz nedir diye, hemde cevabını içinde barındırır yargı cümlesi kuruyorsunuz. neyi öne sürdük? ben bu şekil bir münazaradan anlamam.
  13. bu cografyada yaşayan biri, bırakın dinen bir tavır almayı, siyaseten tavır almalı ki ulusalcılıga, bu toprakların bir gelecegi olsun... göbek kaşımak ya da tesbih çekmek vb. algılamalar, işini yapanların işini iyi becerdiginin kanıtı olsa gerek. tabi ki inanarak söyleniyorsa... Türkiye de ne yapılmalı sorusunu cevaplamak için, öncelik, bu zamana kadar Türkiye ye ne yapıldıgının ayırdına varmak gerekir. Türk milletine gayri müslim hayat tarzını dayatanlar şunu çok iyi biliyorlar; bu hayat tarzının bu milleti çıkmaza soktugunu ve orada zelil bıraktıgını.. Bir milletin kendine has yürünecek yolu yoksa, o milletin varlıgı tartışmalıdır...
  14. hayat dogruların karşılaşması ve dogrunun yanlıştan ayrılması demekdir zaten. senin ya da benim bunun aksini düşünmemiz sonucu zerre etkilemez. iki satır yazıdan dogrular mı? dikte edildi hemen. bu tahammülsüzlük neden? siz sosyal felaketlere yol açan bir şeyi, sırf kendi keyfi kederiniz için savunurken biz bu kadar tahammülsüzlük göstermiyoruz... bu demek degil ki dogrularımızı savunmayacak ve anlatmayacagız.. bi kalem geçin lütfen bunu ve münazara etme anlayışına riayet ediniz. dogruyu bulmanın bir yoluda bu zihniyet resimleridir. *************
  15. İslamda Eylemsiz İman Yoktur Fevzi Zülaloğlu “Elif, Lam, Ra. insanlar sadece 'iman ettik' demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz, onlardan öncekilerini sınadık. Elbette Allah, doğruları bilecek; yalancıları da bilecektir.” [29/Ankebut, 1-3] Kur'an, iman ve onun ilkelerini ortaya koyarken, imanın zihinde oluşan soyut değerler bütünü olmadığını sürekli olarak tekrarlar ve imanın ancak tezahürleriyle bir bütünlük ve bir değer ifade edeceğini vurgular. Müteaddid ayetlerde imanın beş esas prensibi üzerinde durulmakta (Allah'a, meleklere, kitaplara, Rasullere ve ahiret gününe iman. (2/Bakara,177) ve bu esaslar, sürekli olarak bireyin hareketlerini belirleyici ve onu yönlendirici bir işlev görmektedirler. Rabbimiz yukarıdaki ayette iman ettik sözünü kuru bir laf olarak söyleyenleri eleştirmekte, sünnetinde sınanmasız bir imanın vakıa ve ideal olarak kabul görmediğini ifade etmektedir, iki ayrı din olan TEVHİD ve ŞİRK, inananlarında, ortaya koydukları hayat tarzı ile ayrışmaktadır. Bu yüzden iman ettim dediği halde hala Tağut'a kulluk eden, hayatının tümünü ibadet bilinci ile düzenlemeyip Allah'tan başka hüküm koyucular, rabbler edinen biri bu sözü hiç söylememiş gibidir. Önemli olan, Allah'a hanif/birleyici olarak inanıp bunun şahitliğini yapmaktır. Yoksa inandığını söylemek, zaman zaman müşriklerin bile kaçamadığı bir gerçektir: “Andolsun onlara: Kendilerini kim yarattı? diye sorsan, elbette Allah derler. O halde nasıl (haktan) çevriliyorlar?!” [43/Zuhruf, 87. Ayrıca bakınız: 23/Müminun, 84-89; 34/Sebe, 24; 29/Ankebut, 61-63] Kur'ani anlamda iman, salt bilmek olmadığı, amelle bütünleştiği, iman ve amel ayrı ayrı iki alan olmadığı halde, bugün kendilerini islam'a nispet eden kalabalıklarda, iman ve amel neden iki ayrı alana ait kavramlarmış gibi algılanmaktadır? Bu anlayışı doğuran tarihi sürece kısaca değinmek gerekir: Rasulullah dönemi ve O'ndan sonra kısa bir süre devam eden saf islam toplumuna egemen olan Tevhidi/Kur'ani düşünce yerini, kendisine musallat olan cahili ve beşeri düşüncelere bırakınca, müminler topluluğu, içinde bulundukları ‘dini gereğince yaşayamama' hallerine çözümler aramaya başladılar. Bu çözüm arayışları ve sonuçları bugün hepimizin malumudur: isyanlar, cinayetler, savaşlar, sürgünler, katledilmeler... insanlar inançları uğruna savaşmaktan çekinmiyorlar; Kur'an'ın bize aktardığı geçmiş ümmetlerin mücadeleleri aynen tekrarlanıyordu, işte bu sırada islam ümmetine egemen olan zalim iktidarlar, yanlarına aldıkları 'Din adamları' vasıtasıyla, şeklen tahrif edemedikleri vahyi, manen kendi heva ve çıkarları doğrultusunda yeniden yorumlamaya başladılar. Vahyin mesajını asıl kimliğinden ve bütünlüğünden tecrid ederek yeniden biçimlendirdiler. Öncelikle kendi varlıklarını ve konumlarını meşrulaştırdılar. Sonra da 'iman Nedir?’ sorusunu sorarak onu salt zihinsel bir 'bilme' olarak formüle eltiler. Kur'an'da 'kafir' ile eşanlamlı olan 'zalim' ve 'fasık' tabirlerinin müminler için de kullanılabileceğini iddia ettiler. Kur'an'a, Kur'an'ın istediği biçimde yaklaşan hiç bir kimsenin kabul edemeyeceği mümin-müslim ikilemini izafe ettiler. Artık 'iman', pratik boyutundan koparılmış, amelsiz bir olguya dönüşmüştü. Tüm bunları yaparken, heva ve heveslerince yorumladıkları ayetleri delil getirmekten de geri kalmıyorlardı. Bugün tarihe mal olmuş ve artık dokunulmaz birer gerçeklik olarak kabul edilen itikadi mezhepler ve hatta bu mezheplerin pratik cephesini oluşturan fıkhi mezheplerin hepsi, insanların zulüm ve adaletsizlik karşısında takındıkları tavırlar ve bu tavırlarını izah eden formüller etrafında oluşmuştur. Kimi savunmacı, kimi uzlaşmacı olan bu mezhepler iman'a, zalimleri rahatsız edebilecek bir işlev yüklemekten çok uzak kalmışlardır. İman' artık teorik bir olgudur. Sadece kalp ve vicdan işidir. Pratikten özellikle de toplumsal işlevinden soyutlanmış, bireyin kalbine/vicdanına hapsedilmiş, kimde olduğu bilinemeyen, kalbin en ücra köşesinde gizlenmiş olması muhtemel bir 'bilme'dir. Artık 'iman' en ileri seviyedeki îzahıyla tasdikun bi'l-cenan ve ikrarun bi'l-lisan ve'l-amelu bi'l-erkan dır. Dikkat edilirse imanın en geniş muhtevalı bu izahı bile bireycidir. Buradaki 'amel'den kasıt namaz, zekat, oruç ve hacdan öteye bir şey değildir. Kaldı ki fert bunları bile ifa etmediğinde, müminlik sıfatına halel gelmemekte, müminler safından çıkmamakta, sadece ve sadece günahkar bir kul olmaktadır. Zira dikkat edilirse tüm bunlar o dönem iktidar sahiplerinin genel vasıflarıdır. Peki durum gerçekten böyle midir? İman salt teorik olarak Allah'ı bilmek midir? Veya geleneksel ifadesiyle amentüyü sıralamak mıdır? Bunun böyle olup olmadığını, gerçek doğru ve furkan olan Kitab'a bakarak izah etmeye çalışacağız. Daha ilk ayetlerinde Kur'an, kendisini tanımlar ve imanın mahiyetini, tezahürlerini sayarak belirler: Elif, Lam, Mim. Bu, kendisinde hiç bir şüphe olmayan ve muttakiler İçin yol gösterici bir KİTAB'dır. (O muttakiler) ki, gaybe inanırlar, namazlarını kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden intak ederler. Sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Ahirete de kesinlikle inanırlar. İşte Rabb'lerinin hidayeti üzerinde olanlar ve felaha erenler onlardır. [2/Bakara, 1-5] Buradaki 'gaybe iman' daha sonra başka ayetlerde geçen iman esaslarının tümünü ihtiva eder: ...Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inandı...” [2/Bakara, 177; ayrıca bkz.: 285 inci ayet] Gaybe imanın yani yukarıdaki prensiplere imanın hemen akabinde, söz konusu imanın tezahürü olan ve onu bütünleyen pratik zikredilmekledir: Namazı kılmak, rızık olarak verilenden infak etmek, vahyin doğrultusunda hareket etmek ve tüm bunların sonucunda hesap vereceğinden şüphe etmemek, işte ancak böyle bir iman kurtuluşa vesile olabilmektedir. Bu arada şunu da belirtmekte yarar vardır. Gaybe iman, Kur'an ile sınırlandırılmıştır. Zira gaybı bilen yalnız Allah'tır, inanmamız gereken gayb, Allah'ın vahiy aracılığıyla insanlara bildirdiği ve Kur'an'da yer alan gaybdır. Eğer gaybın alanını Kur'an dışına taşırırsak, o zaman aşağıdaki ayetin bizi sakındırdığı neticeye düşeriz: ... Yoksa Allah hakkında bil¬mediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?... [2/Bakara, 80] Kur'an insanlardan Allah'a iman etmelerini ister. Yalnız O'na iman etmelerini ve O'nu birlemelerini, dolayısıyla haber verdiği gaybe inanmalarını ister. Ardından bireylerden, yapmaları gereken hususları vurgular. İşte bu noktada iman, teorik bir 'bilgi' olmaktan çıkar, tam anlamıyla 'pratik' ile bütünleşir: “(Salih'in] kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, zayıf bırakılmış müminlere: Siz, Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini BİLİYOR musunuz? dediler. (Müminler): Doğrusu biz onunla gönderilene İMAN EDENLERİZ. dediler.” [7/Araf, 75] Buradaki iman, kafirleri rahatsız eden, statülerini sarsan, onları tehdit eden faaliyetler bütünüdür. Yoksa salt 'bilmek' niçin rahatsızlık unsuru olsun ki? Kur'an bu gerçekliği, bolca kullandığı iman edenler ve salih amel işleyenler ifadesiyle sürekli olarak vurgular. [Örnek olarak bakınız: 2/25; 2/62; 2/82...] Yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz iyilik (birr) değildir. Asıl iyilik odur ki; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve nebilere inandı; Allah için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, muhtaçlara ve boyunduruk altında bulunanlara mal verdi; namazı kıldı, zekatı verdi. Antlaşma yaptıkları zaman gereğini yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler; işte doğru olanlar onlardır, muttakiler de onlardır.” [2/Bakara, 177] Bu ayet, iman esaslarının, hakikatte hareket ve davranış esasları olduğunu göstermek noktasında yeterlidir. Konuya Kur'an'ın bütünü göz önüne alınarak bakıldığında -ki müminin yapması gereken Kitab'a tümüyle sarılmak ve Kitab'a yalnız bir tarafından yaklaşmamaktır- kişinin birinci ve yegane vazifesinin, dini Allah'a halis kılarak yalnız O'na kulluk etmek olduğu anlaşılır. Buna karşılık da Allah insana/mümine cenneti vaadetmiştir: “Allah müminlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır.” [9/Tevbe, 11]. Ve artık müminlere, yani iman edenlere düşen imanlarının gereği malları ve canlarıyla Allah yolunda olmaktır. [8/28; 64/15; 4/95; 8/72, 9/20, 44, 88 vd.] Kur'an bütün bunları imanın koşulu olarak zikretmiştir ve yanlış anlaşılmaması için de önceki kavimlerin başlarına gelenleri, onların mücadelelerini ve imanlarının niteliğini örnek vermiştir: “Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz?...” [2/Bakara, 214; ayrıca bakınız: 3/AI-i İmran, 142, 195; 9/Tevbe,16; 47/Muhammed, 31]. Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Yaygın olarak kullanılan imanın şartı İslam'ın şartı veya mümin-müslim ikileminin, gerçek müminin hayatında pek bir değeri yoktur. Şu ayeti gördükten sonra artık islam'ın şartı ile imanın şartını nasıl ayırabilirsiniz ki?: “Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a halis kılarak, Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekat vermeleri emredilmişti. İşte doğru din budur. “[98/Beyyine, 5] Söz konusu mümin-müslim ikilemi, Hucurat Suresi'nin 14. ayetinin yanlış yorumlanmasından veya daha doğru bir ifade ile zamanın zalim iktidarlarının, tevhidi hareketleri engellemek için böyle yorumlanmasını istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu ayette geçen Eslemna islam olduk ifadesi barışa girdik, vuruşmayı bıraktık, sizin itaatinize girdik anlamındadır. Yoksa şimdilik müslüman olduk, daha henüz mümin olmadık anlamında değildir. Burada söz konusu olan, bir grubun mevcut siyasi otoriteye boyun eğmesidir. Onlar (bedeviler) bunu yaparken yani teslim olurlarken kendilerini müminlerle eşdeğer görüyorlardı. Ayet bu durumu nefyetmektedir. Zaten müteakip ayet bunu açıkça gösteriyor. İslami otoriteye boyun eğmek, itaat etmek anlamında Nisa, 94'te de aynı durum söz konusudur. Müslim'in mümin ile aynı anlama geldiğini gösteren şu ayet gayet açıktır: “Rabbi O'na (İbrahim'e) İslam ol! demişti. Alemlerin Rabbi'ne teslim oldum. dedi.” [2/Bakara, 131] İbrahim (s)'de bu ikilemi görmek mümkün müdür? İfade edildiği biçimiyle islam hiç bir zaman cennetle alakalı görülmemiştir. Esasen İslam bir sistemin, top yekûn bir dinin adıdır. Ferd ferd mümin bireylerden biz olup cemaatleşen, ümmetleşen dinin adıdır İslam. Bu anlamda mümin-müslim ayırımının pratikte hiç bir değeri yoktur. İmani sorumluluklarını yerine getirme mücadelesi veren; bu yolda canını, malını cennet karşılığında Allah'a satan; mallarını, eşini ve çocuklarını Allah yolunda bir imtihan aracı olarak gören bir insanla, tüm bunları teorik olarak sadece zihninde bulunduran ve bu konuda hiç bir faaliyet sergilemeyen bir insan! Bunların ikisi de mümin olacak! Bu Kur'an'a terstir. Kendilerine la ilahe illallah diyen herkes cennete girecektir hükmünü şiar edinip yan gelip yatanlar, Al-i İmran Suresi'nin 23-25. ayetlerine baksınlar. Allah Ahkamu'l-Hakimindir. O gün adaletle hükmolunur ve herkese kazandığı tastamam verilir. İman bir tercihtir. Eylemlerde tercihtir. Bütün hayatını inna lillah (Biz Allah içiniz...) doğrultusunda tanzimdir. Ve bu tercih, bireyin tüm davranışlarını, eylemlerini, faaliyetlerini kuşatıcıdır, iman, müminlerle birlikte davranmak, onlarla birlikte olmaktır. Savaşmak 'iman esasları’ndan değildir. En azından iman edilmesi gereken bir prensip değildir. Ama öyle bir an gelir ki savaşıp savaşmamak tercihini yapmak, bireyin mümin olup olmamak tercihi ile eşdeğerdir. Tevbe Suresi'nin 43-46, 80-96 ve 118. ayetleri müminin pratikteki tercihinin önemini tüm açıklığıyla ortaya koymakla ve basit gibi görünen bir tercih hatasının sonucunun vehametini vurgulamaktadır, imanımızın gereği olan pratikteki Allah için olması gereken tercihlerimizde çok dikkatli olmak ve her anımızı mümince değerlendirmek durumundayız. “Asra andolsun ki; İnsan ziyandadır. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” [103/Asr Suresi]
  16. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa! olması gerekenin degil olanın üstünden gitmek lazım. bugünü olmayanın gelecegi olacagı neden garanti olsun. masalları çocuklara bırakın... Dünyada 854 milyon insan açlıkla mücadele ediyor. Buna rağmen bir buçuk milyar insan aşırı beslenmeden dolayı obez oluyor. Her 4 saniyede bir insan açlık sebebiyle ölürken, sadece Türkiye'de yılda tam 10 milyon ton meyve ve sebze çöpe dökülüyor. İşte ilginç ayrıntılarla dünyadaki beslenme sorunu: 16 Ekim tarihi, Dünya Gıda Günü. İnsanlar dört kıtada bu günü, lüks masalarda çeşit çeşit yemekler yiyerek kutluyor. Aynı gün dünyanın başka yerlerinde milyonlarca insan açlıkla mücadele ediyor. Bu içler acısı ve çelişkili tablo aslında; israf eden, gereğinden fazla gıda tüketen her insanın suçu. Dünyada tam 854 milyon insan açlık savaşıyor. Diğer tarafta ise bunun neredeyse iki katı; tam bir buçuk milyar insan aşırı yemekten çeşit çeşit hastalıklara yakalanıyor. Her yıl, 5 yaş altındaki 11 milyon çocuk açlık sebebiyle hayata gözlerini yumuyor. Her 4 saniyede de 1 kişi uzun süredir yemek yiyemediği için ölüyor. Öte yandan her gün milyarlarca ton yiyecek israf olup çöpe dökülüyor. Sadece Türkiye'de tarlada ya da halde kalıp çöpe dökülen meyve ve sebze miktarı yılda 10 milyon ton. 5 yıldızlı otellerde 3 tabak yemekten bir tabağı çöpe dökülüyor. Açlık sorununun sebebi yeteri kadar gıda olmaması değil; gıda dağılım ve paylaşımındaki dengesizlik. Dünyada 1 milyar kişinin günlük geliri sadece 1 dolar. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen gelir, gelişmemiş üçüncü dünya ülkelerininkinden 300 kat fazla. Bir İngiliz, 1 kilo ekmek almak için sadece 1 dakika çalışıyor. Çinli bir işçi ise 1 kilo ekmek için tam 45 dakika çalışmak zorunda. Çözüm aslında çok basit. İlk iş israfı önlemek arından da gıda üretimini ve yatırımları artırmak. Milyarlarca metre kare verimli arazi ekilmeyi bekliyor. Aç insanlara yardım etmek ise insanlık görevi. Sizler bu haberi izlerken dünyanın bir yerlerinde 30 insanın açlık sebebiyle öldüğünü de hatırlatalım. (Samanyolu Haber)
  17. bütün anketler bunun aksini söylüyor. şahin filiz böyle düşünebilir ama Türkiye böyle düşünmüyor. ulusal kimligi bilmem ama bu cografyanın insanını tehdit eden virüs 'ulusalcılık' maskesi ile dolaşıyor.... saygılar.
  18. her sorunun alkolden kaynaklanmadıgı bir gerçek. bu demek degil ki, alkol sorun degil. sorunlarda çözümler gibi farklılık arz ederler. önemli olan sorunları tespit etmek...
  19. Türkiye, köklü felsefi dönüşümlere gebe bir hale gelmişdir. bunun ayırdına varamayanlar şaşırıp kalmakda mazurdurlar. eskinin devamı artık mümkün olmayacak biçimde degişmektedir. Türkiyenin çıkarları ile saglam müttefik ! oldugumuz sanılan ülkenin çıkarları -abd/israil- çok farklı... bunu iyi düşünmek gerek...
  20. sizin ve benzerlerinizin anlamadıgı, İslamda alkolün yasak olması sadece sosyal felaketlerin ortaya çıkması degil, kulu Allah(cc) a ibadet bilincinden uzaklaştırmasını da hedef alır. bunu da en büyük sosyal vb. felaket olarak adlandırır Kur an. ibadet derken salt bir kaç ritüel gelmesin aklınıza, ibadet bunlardan çok daha geniş anlamlı bir durum hali...
  21. İslamın kimi yasaklamaları oldugu gün gibi açıkdır. İslam kimsenin hatrına toplumsal uygulamalarını terk etmez. müslüman insanda bu bilinçle kabul eder İslamı, her şeye eyvallah diyen bir İslam yoktur, olursa bu başka bir şey olur. neden islamın 'kir' olarak tanımladıgı, kötülüklerin anası olarak niteledigi bir uygulamayı savunayım ki? bu, hiç bir müslümanın savunmayacagı bir durumdur. gerekli şartlar hazır hale nasıl gelir? nasıl ortadan kaldırmalıdır? nasıl bir yol izlenmelidir? toplum bu 'kirden' nasıl arındırılmalıdır? vb. soru ve sorunlar meselenin temeli ile ilgili degil, uygulamaya dönük ayrıntıyla alakalıdır. temel ise, bu işin gayri İslam i oldugudur. alkol belasını savunanlardan (gerekçesi ne olursa olsun) daha çok sesi çıkmalıdır savunmayanların... müslüman birey ve toplumların ilk kaygısı niyetle alakalı olmalıdır, sorunlarla mücadele ederseniz, kimi bizim gayretlerimzle çözülür, kimi çözülmez, asıl olan niyetlerin saglam olmasıdır kaypak degil...
  22. kaçakçılıgın artması devletin gelirlerinin sorunu.. insanlar sadece karınlarının doyması ile de yaşamazlar, yaşam var yaşamdan içerü...sadece karın toklugu insana yetmez, başka yaratıklara yeter ama insana yetmez. her sistemin kendine has yasakları vardır ve bu, onların olmazsa olmaz ilkeleridir... kimi bu yasaklara sırf 'mal' ve 'tüketim' ve 'tek dünyalık' fikirleri dogrultusunda bakar, kimide sosyal doku ve dahası 'çift dünyalı' perfektifden bakar.. kimi sistemler ne olursa olsun 'kazanç', her türlü kazanç anlayışı üstüne bina olnur, kimisi ise yedikleri en ufak lokmanın haramlıgını söz konusu edinir.. şunlar şöyle magdur, bunlar böyle magdur olacak diye kimse toplum yönetmez-herkesi tatmin edecek bir sistem bulamadık daha-. inanmayın, şimdinin seküler felsefe inancına sahip toplum mühendisleri de bundan farklı degildir, hatta daha azgındır çogunluk haklarına karşı.. ne türden gerekçeler olursa olsun, bu 'gerçege' bir zarar veremez, varsın insanların ezici çogunlugu bu 'gerçegin' tersini düşünüp yapsınlar, hiç fark etmez.
  23. yanlış olan ''zorunlu din dersi'' adı altında dava etmek. zorunlu din dersi dediginiz vakit insanlar bundan bir mezhebi anlamazlar, anlarlar diyorsanız bu size kalmış.. ben, başkasının yaşam tecrübelerini birebir kendi yaşam tecrübelerimiz miş gbi anlatılmasına karşıyım.. zorunlu din dersi adı altında sünnilik ögretiliyor derseniz, işte bunu tartışabiliriz. bizde yapılmayan budur işte, hep işin kabugunda gezinmek, özüne inmemek tartışmanın, öze inemedigimiz zaman devreye siyaset/ideolojiler girer ve bu da geneli tatmin etmez... ahim'in akaid ve kelam alanında uzman oldugunu söylemek abesle iştigal olurdu... kullanılan dil sadece sizi baglamaz, insanlar, dil vasıtasıyle, dile dayanarak düşünür, dil vasıtasiyle bilgi edinir vs.. İnsan kendi dogrusunu en dogru saymakla kendi tutarlılıgını saglar, lakin felsefi anlamında dogru tekdir, herkesin genel dogruları hayattaki tutarlılıgı saglar demiyoruz. Descartes, '' Selim akıl bütün insanlara müsavi sürette paylaştırılmıştır'' der... söz konusu olan, yazılı metinleri bulunan ve ışıgın oradan yayıldıgına inanılan düşünceler oldugu zaman, işte o zaman her konuda keyfe keder konuşamazsınız, bu benim dogrularım içinde böyledir. hayat yorumlardan başka nedir ki..
  24. serdar34

    TÜRK olmak.......

    ırki anlamda Türkler konusunda bir iddia sahibi degilim. laf olsun işte. aklıma yatkın şeyler olursa okurum ama.........
  25. her geçim aracı, ya da o kılıga sokulan şey meşru degildir, olmazda zaten. bundan arpa ya da üzüm üretenleri anlayan varsa, valla diyecek bir şeyim olmaz bunlara. konuyu uzatmak istemiyorum ama, her üzüm ya da arpadan alkol yapılmadıgını bilmek yeter.. meseleyi duygusal boyuta çekmek gerekirse, alkol magdurlarının duygusallıgı daha kapsayıcı ve etkileyici olur. bu ülkede herkes üzüm ve arpa mı üretiyor? hiç geçim kaynagı bulunmayan bilerce köy var bu ülkede. sanırsınız ki benzindeki vergilerden ve kaçaklardan bahsediyorlar. not; bence akp nin işi çok kolay, bu muhalefet mantıgıyla geniş kesimlerin kime yanaşacagı ortada. sorun alkolle mücade etmek ya da etmemek degil ki, sorun ülkenin anlamsız bir muhalefete mahkum kalmasında...benzeri bir çok örnekde oldugu gibi..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.