Gitarist genç, neşeyle o sezona ait popüler Latin Amerikan şarkılarını çalmaya başladı. O ara ana ışıklar söndürülmüş, duvar köşelerine yerleştirilen abajurlardan içeriye sızan renga renk ışık huzmeleri ortamın sıcaklığını arttırmıştı. Çiftler bulundukları masalardan kalkarak ortadaki boş alanda dans etmeye başladılar.
Özge fincanındaki son kahve yudumunu bitirmiş,ardından, kendinden emin adımlarla ortadaki boş alana doğru ilerlemişti.Başta küçük vücut salınışları şeklinde başladığı dansı,temponun yükselmesiyle hızlanarak ahenk kazandı.Spot lambalarının renkli ışıkları loş salonda dolaştıkça özgenin görüntüsü bir belirip bir kayboluyordu.Yan masalardan birkaç genç,ortama ayak uydurmuş umutlu bakışlarıyla partnerlerini izliyorlardı.Karşı köşede oturan orta yaşlı çiftten bayan olan arada bir gülme krizleri geçirerek çevresini kahkahalara boğuyordu..Hayatın tüm neşesi bu toy yüreklerde coşkuyla atıyordu.Baş başa yapılan sohbetlerde ileriye yönelik cesurca karalar alınıyor,yap boz tahtasında en parlak,en canlı renkler kullanılarak geleceğin eskizleri çiziliyordu.
Özge gönlünce doyasıya eğlenmişti o gece. Yılların üzerinde birikmiş tüm yorgunluğunu atmaya çalışmıştı. Emre bakışlarını kayıtsızca dans eden kalabalıklar üzerinde dolaştırırken bir ara özgeyle göz göze gelmişler, uzun süre bu şekilde kalmışlardı. Cemil arkadaşının bulunduğu masadan kalkarak hemen önünde dans etmekte olan Özgenin yanına yaklaştı. Onun omzunu tutarak;
‘ Özge yorgun görünüyorsun vakitte bir hayli geç oldu. Haydi, isterseniz çıkalım artık’ dedi. Grup evlerine yöneldiğinde saat gece yarısı bir buçuğu geçiyordu.
Aynı akşam Özge’nin annesi kızları, Cemil’le birlikte dışarı çıktıktan hemen sonra evlerine oturmaya gelen üst kat komşusu Fatma Hanım’ı ağırladı. Fatma Hanım beş yıl önce trafik kazası geçirerek hayatını kaybeden kocasının ölümü üzerine Altınoluktaki evlerine yerleşmiş, artık yaz kış burada yaşamaya başlamıştı. Fatma Hanım’ın hiç çocuğu olmamış evlat hasretini komşularının çocuklarını severek, onlara ufak tefek hediyeler alarak gidermeye çalışıyordu. Gayet sıcakkanlı bir yaratılışa sahip olan Fatma Hanım, komşularınca da çok seviliyordu. Onun kendi çocuklarına gösterdiği yakın ilgi hoşlarına gider, bu nedenle onu aileden biri olarak kabul ederlerdi. Evliliklerinin ilk yıllarında çocuk sahibi olamayacaklarını öğrendiklerinde gitmedikleri doktor, başvurmadıkları muskacı kalmamış yinede sonuç alamamışlardı. Bunu üzerine çevrenin baskısıyla önce ayrılmayı düşünmüşler fakat bu arada birbirlerini ne denli sevdiklerini de iyice anlamışlardı. Aile büyüklerinin dargınlığına rağmen boşanmadılar. Üstelik yakın bir köyden, yoksul bir ailenin henüz iki yaşını yeni doldurmuş kız çocuğunu evlat edindiler. Canları gibi sevdikleri bu çocuğu itina ile büyütmüş, bir dediğini iki etmemişlerdi. Evliliklerini perçinleyen, mutluluklarını arttıran bu çocuğun gelişip büyümesi evin neşesini büsbütün arttırtmıştı. Ama bir gün çocuğun babası çıkagelmiş, düpe düz sessiz kalması karşılığında para istemişti onlardan. İstediği parayı alamayacak olursa çocuğa gerçeği açıklayacağını söylemeyi de ihmal etmemişti.
Bunun üzerine karı koca baş başa vermiş, uzun tartışmalardan sonra durumu çocuğa kendileri açıklamışlardı. Zavallı çocuğun ana baba olarak benimsediği bu aileden ayrılışı çok hüzünlü oldu. Fatma Hanım günlerce kendini toparlayamadı. Aradan üç beş yıl geçmişti ki Fatma Hanım komşularından, o mendebur adamın az bir başlık parası karşılığında canının bir parçası haline gelmiş o zavallı çocuğu babası yaşında bir adama verdiğini öğrendi.
Fatma Hanım yaşadığı onca acılardan sonra iyice yıpranmıştı. Şimdi altmış yaşında astım hastalığından muzdarip yaşlı bir kadın olmuştu. Altınoluk’un, Kaz Dağlarının denizle harmanlanan iklimi kendini iyi hissetmesine neden oluyordu. Üstelik yaz aylarının tatil boyunca süren kalabalık coşkusu onun yaşama olan tutkusunu arttırıyordu. Bu nedenle burada yaşamaktan zevk alıyordu. Komşularına sık, sık;
‘ Güneşin sıcaklığını kemiklerimde hissediyor, adeta yeniden diriliyorum kızım. ‘ derdi. Sıkıntılarını onlarla pek paylaşmaz, herkesin kendince çözülmesi gereken sorunları varken bunlara birde kendilerinin kini eklemeyi gereksiz bulurdu.
Özge’nin annesi Zeynep Hanım birkaç yıldır tanıdığı Fatma Hanım’ı kapıda gördüğünde;
‘ Hoş geldin Safalar getirdin Fatma abla. Buyur içeri gel. Zaten çocuklarda az önce dışarı çıkmışlardı. Ne iyi yaptın da geldin. ‘ Fatma Hanım;
‘ Hoş bulduk Zeynep, yalnız şu elimde ki kabı alıver. Gelirken biraz aşure getirdim de. ‘
Zeynep Hanım;
‘ Şöyle alayım. Niye zahmet ettin be abla. Sen odaya geçerken bende şunu mutfağa bırakayım. ‘ dedi.
Yukarıdaki hikâyenin nasıl tamamlanması gerektiği ile ilgi
li görüşlerinizi iletirseniz çok memnun olurum. Sevgiler.