Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BlackCADY

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    430
  • Katılım

  • Son Ziyaret

BlackCADY tarafından postalanan herşey

  1. Türkiye Demokrasisini korumak ve ayakta tutmak için çok şey feda etmiş bir ülkedir. Ve bugün gelinen nokta milletin büyük bir kesimi için endişe vericidir ki o millet herşeyi bir kenara bırakarak bir araya gelmiş çünkü söz konusu olan Vatan bütünlüğüdür. Ne kadar mutluluk vericidir. Herkes bireysel farklılıklarını rafa kaldırmış elele vermiş ülke çıkarı adına yanyana gelmiş, birileride karşıda durmak istiyorlar. Demokrasi fedakarlık demektir, eşitlik ve adalet bireysel fedakarlık gerektirir. Bunu göze alanlar meydanlarda. Alamayanlar sindikleri kuytulardan laf atmakta. Dün meydanlarda olanlar olamayıp evlerinden o birliğe destek verenler bu ülkenin bekasının sigortalarıdır. Diğerlerini kaile almıyorum.
  2. Sayın aslan İfadeleriniz tamamen popülist yaklaşımdan ibaret. Küçücük çocuklara bile türban yakıştırmakla mı övünüyorsunuz, siz böyle bir nesil mi yetişsin istiyorsunuz? Çocukların yatma saatleri pediatrik uzmanlar tarafından dahi bilimsel olarak belirtilir. Ama mevzu burada çocukların sömürülmesidir. Geç saatlerde topluca ilahi söyletmek bahanesiyle onları cephenin önüne sürmektir. Çocuklar üzerinden inanç sömürüsüne devam edilmektedir. Espiri yapmaya çalışmışsınız 10 yaşındaki çocuk paşa maşa dinlermi, tabi büyük ihtimalle öyle olmuştur o çocuklar tutturmuştur biz türban takıcaz ve şu saate kadar ayakta olucaz, ilahi okuycaz paşa bize karışamaz demişlerdir. Geçen seneki 23 Nisan'da, 20 yaşındaki çocukların (ama ne çocuk) meclis kürsüsünde imam hatiplilere haksızlık yapıldığını söylemeleri gibi. Onlarda paşa maşa dinlememişler. Din ülkemizde bir pazara dönüşmüş, türban, dershane, kitap, gazete, dini semboller ticari olarak büyük getirileri olan şeyler. Herşeye bir altarnatifiniz var, resmi bayramlara, parfümlere, giysilere, markalara, bütün eşyalara. Bu ayrıştırmadır. Müslüman alkol içerir diye kolonya bile kullanmaz, hacı yağı kullanır. Falanca marka giyinir çünkü onun sahibi müslümandır, filancanın kitabını alır o onlardandır. Diş fırçasına alternatif misvaktır.
  3. Türk Silahlı Kuvvetleri darbeci değildir. Önümüzde Kenan Evren gibi kötü bir örnek var ve onun üzerinden bugün askerle milleti karşı karşıya getirme çabasındalar. Darbeler bu ülkeye çok şey kaybettirdi ve malum hepsi Amerikan güdümlüydü, şimdi bu şartlara baktığımızda askerin çoktan darbe yapması gerekirdi ki bu Amerikanında işine gelecektir. Ancak asker son derece soğukkanlı ve demokrasiden yana taraf olarak sözlü ve yazılı uyarılarda bulunmakta. Ve bu TSK'nın en tabii hakkı. Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin toprak bütünlüğü, güvenliği ve rejimi TSK'ya emanettir. Asker bunlar içinde bir tehlike sezerse ona müdahale eder. Bugün Türkiye'de ailesinden asker olmayan hiç kimse yoktur yani asker aynı zamanda millet demektir. Dünyanın hiç bir yerinde asker Türkiye'de ki kadar güven vermez. Çünkü asker milletin içinden çıkmıştır ve Cumhuriyet Ordusudur. Askeri yıpratma çabaları Mustafa Kemal'in Gençliğe Hitabesini anımsatmakta. "Bütün orduları dağıtılmış" evet bugün yapılmak istenen budur. Askerine güvenen halkın bu güveni sarsılmak istenmektedir. Askerlik yan gelip yatma yeri değildir diyen bir zihniyetin uzantıları Türk Ordusunu darbecilikle suçlamaktadır. Ben buna komplo derim. Rejim tehlikededir bunun örnekleri binlerce belge ile açıklanabilir. Günden güne artmakta olan türbanlı ve kara çarşaflı sayısı, tarikatlerde ki kalabalıklaşma, sarık, cübbe ve onların temsilcileri iktidarda ve tarikat liderleri ile işbirliği içerisinde. Çankaya son kalemiz oda düşerse ülkenin en tepesindeki kadın Türkiye'nin hangi yüzünü temsil edecek? Ve tarikatlerle işbirlikleri kanıtlanmış olan R. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün eşleri Türkiye'nin en tepesinde iki türbanlı lady olarak türbancı siyasal islamcılar için idol olacaklar. Kent merkezlerinde dahi tarikatler rahatlıkla sayılarını arttırıyor. Fethullahçı okullar ve dershanelerde beyinleri yıkanmış çocuklar eğitiliyor, hayatları Fethullah'ın uydurduğu dini ideolojiye endeksleniyor, bu çocuklar ailelerinden dahi uzaklaşıyor. HY kod adlı, Adnan Oktar'ın Fethullah Gülen tarafından maddi ve manevi destek gördüğü biliniyor. Ve bu adam milyonlarca dolarlık değerlerde kitaplar bastırıyor ve onları bedava dağıtıyor. Bu servetin nereden geldiği bilinmiyor. Fethullah Gülen'in dershanelerinde kadın öğretmenler ve memurlar türbanlı onların dershanesine giden her öğrenci yakın markaja alınıyor. Zeki çocuklara burs veriyorlar ve yurtlarında barındırıyorlar namaz kılmayan öğrencilere şiddete varana kadar türlü baskılar uyguluyorlar. Işık evlerinde okuyan ve yurtlarında kalan çocuklardan oralardan kurtulanlar anlatıyor. Geç saatlerde yataklarından kaldırılıp zorla namaz kıldırıldığını ve zikir çektirildiğini bunlara uymayanların uyarıldığını, dayak atıldığını en son aşamada uzaklaştırıldıklarını duyuyoruz. Güneydoğu'da ve büyükşehirlerin varoşlarında Diyanetten habersiz Kuran kursları açılıyor oralara genç yaşlı bir sürü insan var, bu insanlardan bir kaçını tanıyorum. Bir tane ablamız bir zamanlar başörtüsünü eski usul bağlardı, sonra uzun pardesü giydi, türban bağladı, şimdi kara çarşaf giyiyor ve hatta çarşafını giymeden balkona çıkmıyor. Ona sordum size ne anlatıyorlar bu kurslarda, kadınların çarşafsız sokakta dolaşmalarının büyük günah sayıldığını ve buna uymayanların dinden çıktıklarını anlatıyorlarmış. Bu insan buna saflıkla inanmış ve şimdi balkonda çamaşır asamıyor. Bundan sonraki aşamayı bilemiyorum. Kuran ise buralarda Türkçe okunmuyormuş tamamen arabça ve tecvitli. Kendinden geçenler ayılıp bayılıyormuş. Bunada Allah aşkı diyorlarmış. Koskocaman bir kadın bile buna inanmış düşünün küçücük beyinlere neler yüklendiğini ve nasıl yetişeceklerini. Bunlar Türkiye'nin gerçekleri. Ve bir mikrop yuvaları gibi gün geçtikçe artmaktalar. Özellikle Hizbullah güneydoğuda gün geçtikçe güç kazanmakta. Tabi arkasında kim var Amerika kiminle irtibat kuruyorlar Fethullah Gülen'le. Hiç bir şey o kadar masumane değil. Uyanan uyandı ama dilerim geri kalan saf insanlarda uyanır.
  4. Sayın Taylan Bir kısım aymazlar, duymazlar, görmezler ve yazmazlar bu gerçeklerden anlamazlar. Gerçekler acıdır herkes kaldıramaz. Kemalistler ile Fethullahçılar arasında çok büyük fark var. Kemalistler dile getirdikleri gerçekleri ve gözlemlerini sağduyu ile yaparlar, Fethullahçılar duygu sömürüsü yapar, gerçeklerle ilgilenmezler. Sömürü savunucularının doğrularla işi olmaz. Diyorlar ki, ülkeyi krize sürüklüyor bu Kemalistler, Türkiyenin gemisi Menderes döneminden beri sağa yattı, rotası şaştı, bu ülkeyi 50 yıldan fazladır Kemalistler yönetmiyor ve geldiğimiz nokta ortada. Milli görüşçüler, siyasal islamcılar, etnik ayrımcılar ve ilke düşmanları geminin batması için ellerinden geleni yaptılar. Mustafa Kemal öyle sağlam temeller atmış ki bunca çabaya rağmen batmadı. Şimdi bu krizin sorumluları nasıl Kemalistler oluyor? Artık bu geminin yola devam etmesi için Kemalistler görev başındalar, bu sorunuda aşarlar. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
  5. Ortamı kimler geriyor Cumhuriyetçilermi? Evet Cumhuriyetçilerin çıkarları var ama o çıkarlar ne yazık ki sizinde çıkarlarınız. Bağımsız, Laik, Demokratik, Ekonomisi güçlü, İktidarı sağlam, onurlu, sağduyulu, halkına tepeden bakmayan ve onları kullanmayan, dini kullanarak prim yapmayan, adil, hukuğa inanan, devleti halkı ile karşı karşıya getirmeyen bir siyasi anlayış hepimizin yararınadır. Bizim çıkarımız bunlar. Demokrasi mi istiyorsunuz, dünyanın en az gelişmiş ülkesinde dahi bu mitingin yarı sayısınca insan bir araya gelseydi o hükümet derhal istifa eder ve ülkesini krize sürüklemezdi. Şimdi anlıyormusunuz kimlerin çıkarı tehlikede? Akp hükümeti işlediği anayasal suçların cezasını çekecek, Türk Adaleti ve Hukuk bu hesabı onlardan soracak.
  6. Chp'nin sahibi biziz ve biz sahip çıkacağız,
  7. Ahmet Necdet Sezer, ülkenin iktidarını, emniyet kurumlarını elegeçirmiş Fethullah Gülen'ciler tarafından hedef gösteriliyor, TBMM 'nin başkanı bile dindar bir cumhurbaşkanı seçeceğiz derken Sezer'i işaret ediyor. Ve insanları Atatürk'çülerin dindar olmayacağı yalanına inandırıyorlar. Çünkü Sezer onlar gibi yanında korulamalarla o cami senin bu cami benim göstere göstere ibadet yapmadı. Buda önemli değil Sezer'i sevmemelerinin asıl nedeni Çankaya'nın onun döneminde geçirilmek istenen yasalara dur demesinden. Ama Sezer'i suçlayacak başka şeyleri olmadığından meseleyi dindarmı, değilmi meselesine getiriyorlar. Ne garip ki bir kısım insanda buna inanıyor. Ben Siyasi Bilimler okudum mesleğimi yapmak için iş barvurusu yaptığımda bana dindarmısın diye sormuyor hiç kimse, eğitimimi ve iş gereklerini soruyorlar. Yani kimseyi ilgilendirmiyor benim inancım. Devlet memur alacağı zaman müracat edenlerin dindarlığınımı kontrol ediyor? Bu nasıl bir anlayıştır. Devlet memuru olmak isteyenin sicil temiz kağıdı getirmesi istenir resmi kurumların hiçbirinde hüküm giymiş biri görev yapamaz. Ama Türkiye'de hüküm giymiş biri Başbakan bile oldu. Sayın politika siz hüküm giymiş olsaydınız bir belediyede bile iş bulamazdınız, ama kanunlar çiğnendi ve bir mahkumu başa getirdiler hemde ne uğruna dindarmış, dindarlarmış. Milyonlarca dolarlık paraları götürürlerken dindar değiller. Paraları götürene kadar dindarlar.
  8. Atatürk başka kimse yerini tutamaz.
  9. BlackCADY

    Koç Burcu Genel Özellikleri

    Tipik ben işte, Koç gibiyim
  10. doğrular karşısında ne yapacaklarını bilemeyenler hakarete yeltenir. tıpkı gerçekleri dile getiren aydınların katledilmesi gibi. susturun susturabilirseniz, Taylan,
  11. Bu güne kadar Erbakan ve Erdoğan'ın gölgesinden sıyrılamamış ve Erdoğan ile gönül bağı olan birinin Cumhuriyetin gözeticisi olacağına nasıl inanıyorsun Eren? Sonuçta ortada bir realite var her ikiside Cumhuriyet Muhalifidir. Kendimizi kandırmayalım. Sözde ve özde tabiri litaratürümüze yerleşmişken Abdullah Gül'ün sözde cumhuriyetçi özde siyasal islamcı olduğu su götürmez bir gerçektir.
  12. elbette modernizme bakışımız geleneksel yaklaşımlarımızı etkiler ve geleneksel bakışlarımızda modernleşmeyi etkiler. İnsan gelişmeden yaşayamaz, buna karşı direnç göstersede geleneklere bağlılığı aslında boşluğa düşmekten korkmasından. Yani geçmişte öğrendiklerimiz, yeni öğreneceklerimize engeldir. Bunlar bizim insanımızda fazlasıyla var. Gelenekçi bir toplumuz doğru yanlış bunu irdelemekten korkuyoruz. Her anlamda öğrendiğimiz bilgilerin yanlışlığını sorgulayacak kadar cesurda değiliz. İşte modernizme bakışımızda bizi tutan faktörlerden biride bu. Batı bunu 19. YY'da aştı, gelenekçiliğini terk etti ve yenilikçi oldu o yüzden şuan bizden ilerideler. Kültürel farklılıklarımız olmasına karşın aslında bizim de bunu aşacağımızı düşünüyorum. Hatta batı kadar dejenere olmadan. Çünkü çok köklü bir medeni tarihimiz var yani batı medeniyetinden çok daha eski ve düşüncesel anlamda onlardan farklı olduğumuz için modernleşmede aşamaları daha kolay kat edeceğimize inanıyorum. Bunun için bilimsel, siyasal, endüstriyel ve kültürel anlamda modernleşmek için eğitim köklü olmalı.
  13. eski sevgiliye ne söylenir bence ancak selam söylenir
  14. birde onurumla ölmek isterim, onurumla yaşadığım gibi.
  15. Bende gidemeyeceğim ama gönlümüz Türkmenlerle. Devlet olarak onları Irak'ta yalnız bıraktık ama millet olarak yalnız bırakmayacağımıza inanıyorum. Dünyada adaletsizliğe uğramış ve açık zulme tabi tutulmuş Türkmenler Kuzey Irak'ta Kürt peşmergelerine bir kuzu gibi teslim ediliyor. Amerikan adaletinden beklenti içinde olanlar bunları görmek zorunda. Bugün Türkmenlere yapılan yarın Türklere yapılacak bütün bu alt oymalar o yüzden yapılmakta.
  16. modernizmin uygulamada vardığı noktayı kastediyorsanız haklı sayılırsınız. öyle ise modernizmi tanımlamak gerekir ve Türkiye'nin reforma gitmesi gerekir. Kültürel anlamda modernizm, 19. yüzyılda geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır. kültürel, siyasal, endüstriyel, bilimsel alanlarda yenilenme ve modernleşme şart. Modern kelimesinin en yaygın kullanımı yeninin ya da yakın zamanın anlatımıdır. İster olumlu ister olumsuz değerlendirilsin, gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara modern denilir. Aslında modern radikal bir değişmeden sonra ortaya çıkanı adlandırır ve insana olduğu kadar insanın ürettiği her türlü yapay çevreye de uygulanır. Yani modernite önce insanı sonra ise insanın üretimini değiştirir. Modern olmak artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir. Yeni bir dünya görüşüne apansız geçilmez. Bu alt üst oluşu öncelikle fizik başlatmıştır. Moderniteye geçişi belirleyen dört devrim, bilimsel, siyasal, kültürel, endüstriyel devrimlerdir. Bunlardan her biri aşamalar ihtiva eder; her bir alanda az yada çok modern olunabilir. Öte yandan hiç de diğer devrimleri içselleştirmeden bir ya da birçok devrimi gerçekleştirmek mümkündür.
  17. Ya İstiklal Ya Ölüm Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu : Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez. Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!... O halde, ya istiklal ya ölüm! İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik! Peki efendim. Öteki karalara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi? Şu farkla ki, istiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakarlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur. Sonra, Osmanlı hânedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. Çünkü, millet her türlü fedakarlığı göze alarak istiklalini kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği taktirde, bu istiklale kazanılmış gözüyle bakılamazdı. Artık ,vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin istiklâl ve haysiyetinin koruyucusu mevkiinde bulundurulmasına nasıl göz yumulabirdi? Halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı? Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlayabilmek için daha milletin alışkın olmadığı bazı konulara dokunmak gerekiyordu. Ortaya atılmasında, kamuoyu bakımından büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zaruret vardı. Osmanlı Hükumeti'ne, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.
  18. Samsun'a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş 1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir : Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâl Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir'e çıkartılıyor. Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar. Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu , Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor. Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve 4 İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.
  19. Türk Milleti! Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, Temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır. Büyük Türk Milleti, On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medeni alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti! Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene! Ankara, 29 Ekim 1933
  20. Bursa Nutku Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardaır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği
  21. Siyasal İslamın radikali,ılımlısı olmaz. Terörist nasıl ideolojisi,dini yada milliyetinden dolayı mazur görülemezse,siyasal İslamcıların da ılımlılık gerekçesiyle mazur görülmemesi,ılımlı İslamcı olarak nitelenen gruplara destek verilmemesi gerekmektedir. Bugün El-Kaide ambalajlı radikal İslamın vurduğu İngiltere’de MI5 ve MI6’nın kontrol ve güdümünde faaliyetlerini yasal olarak sürdüren İslamcı örgüt sayısı 200’ün üzerindedir. Dahası Türkiye’de birkaç ırkçı hareket dışında İngiltere’de tek siyasal İslamcı terörist saldırıya raslanmamıştır.İngiltere,son saldırılarda rolü olduğu söylenen Vahabilerin yanısıra,Arap ve Türk Nakşibendilerinin önemli bir kısmını,İsmailiye mezhebinin tamamını ve ayrıca da Nurcular,Fethulahçılar,Kadiriler ve benzeri tarikat ve cemaatlerin bir kısmını kontrol altında tutmaktadır. ABD ve İngiltere’nin bu gerçeği gizleyerek saldırılardan radikal İslamı sorumlu tutması doğaldır. Zira bugün radikal İslama savaş açmış görünen ikili,ılımlı İslam aracılığıyla Türkiye benzeri hassas ülkelerin altını oymaktadır. Öyle ya,ABD bugün,benzeri cemaat ve tarikatlara kol-kanat gererken ,bunların içinde en etkililerinden Fethullah Gülen cemaatini çok yönlü ajan olarak kullanmakta,Gülen’i sahiplenerek Papa’nın Hristiyanlık için taşıdığı anlama benzer hilafet amacını da gizleyememektedir. Amaç; terörü yayıp dünyaya dehşet saçmak,bataklığı büyütüp egemenliklerini pekiştirmek,karşıtlarını ortadan kaldırarak yaptıklarını onaylamayan tüm ülkeleri kendileriyle birlikte olmaya ,siyasal-ekonomik-küresel hegemonyaları altına girmeye mecbur kılmaktır. Amaç;Ortadoğu paylaşımı sürecinde gerçekleşecek kanlı çatışmalara uluslararası meşruiyet kazandırmaktır. Amaç;Rockefeller ve Roshidller gibi dünya çapındaki Yahudi sermayelerinin desteğini kendi arkalarına almak ve başta Türkiye olmak üzere,bölge ülkelerine zarar vererek terörle yüzleştirmek,uluslar arası terör ateşini harlanması için üflemektir. İstanbul merkezli saldırıların İsrail-İngiltere kökenli olması,meşruiyet aracı olurken,Türkiye’de yaratılan zincirleme kaos paylaşım haritasında merkezi oluşturan Türkiye’yi safdışı etmektir. Türkiye’nin Avrasya’da taşıdığı merkez ve model konum yok sayılıp,Türkiye Avrasya’ya açılan kapı olarak algılanırken,Türkiye’ye bu senaryoda biçilen rol taşeronluktur. Taşeronlaştırılmış Türkiye,Avrasya’daki Çin-Hindistan-Rusya üçgenine dahil olamayacak,bölgedeki küresel Amerikan oyunlarının figüranı olacaktır. Fakat öyle bir senaryodur ki yazılan,figüranın kaderi,filmin sonunda başrol oyuncusu yerine ölmektir. Türkiye bu süreçte gerek uluslar arası anlaşmalarla,gerekse yasa değişiklikleriyle rolüne ısındırılmakta,kontrol edilebilir istikrarsızlık stratejisiyle de bu gerçeğin farkına varamamakta,kaynayan kazanda ölümü bekleyen kurbağayı andırmaktadır.
  22. Abdullah Gül'ün şimdiye kadar ortaya koyduğu siyasi varlığı onun tarafsız ve dürüst olamayacağının göstergesi. R. Tayyip Erdoğan için aynı şeyler ifade edilmişti, Ak parti seçimlere girdiğinde belki umulduğu gibi olmayabilir diyenlerde vardı ve yanıldılar. Sonuç olarak geçmişleri ile ne oldukları ortada olan bu rejim muhalifi kişilere güvenmek aynı hatayı tekrar etmekten başka birşey değil. Üstelik sabıkaları kabarık. Ayrıca bir insanın güler yüzlü oluşu onun samimi olduğu anlamını çıkartmaz ki, evinize giren hırsızın size güler yüz göstermesi ona güvenmenizi sağlarmı? Emre Kongar'dan bir alıntı. 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen yıllarda dinci yazar ve düşünür kardeşlerimiz, açık oturumlarda, panellerde, köşe yazılarında hep bir gerçeği dile getiriyorlardı: "Biz iktidara gelince kadınların başlarını örtmesi için yasa çıkartmayacağız, halkın baskısı kadınların başlarını örttürecek." "Halk" dedikleri, tabii erkekler, babalar, ağabeyler, kocalar. Tam bir erkek egemenliği. Tam bir feodal baskı. Sorun sadece feodalite olsa, pazar ekonomisinin gelişmesiyle aşılır . Sorun sadece köylülük olsa, tarımın makineleşmesiyle çözülür . Sorun sadece gecekondu kültürü olsa, kentlileşmeyle o da halledilir . Hatta sorun sadece din ve mezhep olsa, çağdaşlaşmayla onun bile üstesinden gelinir . Ama sorun siyasal ! Yukarıdaki bütün öğeler, gelenek, görenek, inanç ve din adıyla, siyaset şemsiyesi altında bütünleştiriliyor . Bu nedenle de aşılamıyor. Annelerimizin, anneanne ve babaannelerimizin başörtüsü, türbana, sıkmabaşa, tesettüre dönüştürülüp siyaset sofrasında meze yapılınca sorun çözülemiyor. "Türban, sıkmabaş, tesettür inancımdır" diyenlere sormak gerek: "Dünyada milyonlarca başı açık Müslüman kadın yaşıyor, onlar dinsiz mi, inançsız mı?" Türbanı, sıkmabaşı, tesettürü, din adına, inanç uğruna savunanlar bu sorunun yanıtını veremiyorlar . Çünkü bu bir inanç sorunu değil, bir siyasal simge sorunu . Sıkmabaşı, özgürlük uğruna savunanlara sormak gerek: "Kendisini inançlı bir Müslüman olarak tanımlayan kadınların başları açık gezme özgürlüğü yok mu?" Buna da yanıt veremiyorlar, çünkü temelde biliyorlar ki, sorun bir özgürlük ya da inanç sorunu değil, siyasal bir sorun . Sıkmabaşı, türbanı siyasal bir simge olarak kullanan, inançları siyaseten istismar eden görüş, laikliğin korunması için sıkmabaşın kamu alanında yasaklanması gündeme gelince, dışarıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 'ne, içeride Danıştay 'a, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'ın ağzından "Efendi bu senin işin değil, konuyu ulemaya (din bilginlerine) sor" diye eleştiri yöneltiyor. Türbanı, sıkmabaşı bir siyasal simge olarak kullanan, inançları siyasal alanda istismar eden bu siyasal görüşün lideri olan Recep Tayyip Erdoğan 'ın veya işaret edeceği bir kişinin Çankaya'ya çıkması, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma niteliğini zedeleyecektir. Çankaya'ya böyle bir kişinin çıkması, anayasa açısından bir sivil darbe değil de nedir?
  23. Figgaro hikayen süperdi. anlaşılanburadan iyi felsefik tartışma konusu çıkar insana uyarlarsak bu hikayeyi çok ilginç olur değilmi?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.