Zıplanacak içerik

Senyour

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Senyour tarafından postalanan herşey

  1. Irkçılık sandece 20.ve 21.yüzyılın yeni sömürge aracıydı Turkiye hala bundan kurtulmuş diil malesef Ahmet Kaya da sırf daha bi fazla toplumu sömürmek icin kulanınlan bi figörandı dusuman yaratki etrafında biriksin insanlar ozaman sömür sömürebildigin kadar
  2. abi bi kerde sulandırma konyu yaw biz pkk dtp den diil dünya barışından sözediyoruz hemen sulandırıyorsun yaw :S
  3. Senyour şurada yorum gönderdi ELiFLE'nın blog başlığı içinde ELiFLE's Blog
    Ablam Yakıştımı bu şimdi.... kızıyorum sana kızgınım da hala..... Varmıydı bırakıp gitmeler kitabımızda ayrılıklara kızgınım hala...... Sevgiyle kal kendine de ii bak
  4. ya da sadece Kafa bulandırmak....
  5. D- Psikolojik Açıdan Bu Ayetin Tefsiri İnsan psikolojisi için şu temel değerler vazgeçilmezdir. 1- Sürekli yükselme ve gelişme içerisinde olmak. Buna Rabb kelimesi işaret ediyor. 2- Belli bir dayanağa sırtını verip, gözlerini, hayalini sonsuzluğa dikebilmek... Buna da arz ve semâ kelimeleri bakıyor. ( Arz dayanak; semâ sonsuzluk ifade ediyor.) 3- Hayatına manen bir anlam verebilmesi. ( Buna da “ Hakkun ” kelimesi açıkça baktırıyor. ) 4- Sosyal bir doku içinde yaşamak... Buna da “ sizler ” ( enneküm ) kelimesi işaret ediyor. 5- İnsanın kendine güzel ve anlamlı bir şekilde ifade etmesi. Buna da “ nutuk ” kelimesi bakar. Bu beş temel işaretin yanında bu mucizevî ayet, bütünüyle vahyin ( İslamiyet vahyinin ) temel ve önemli bir karakterine işaret ediyor; o da şudur: “ Vahiy, ne kadar sonsuz ve evrensel olursa olsun, geldiği toplumun ve peygamberin dil, çevre ve kültür birikimlerini sarsacak şekilde dağıtmaz. Belki sadece, onlara can ve verimlilik verir. Mesela, hayat bir mucizedir, sonsuz bir bilgi birikimidir. Fakat çevrenin, çölün, denizin şartlarına göre şekilleniyor. Eğer bir kusur varsa, o kusur hayatın değildir; çevrenin, çağın namüsaitliğindendir. Ki ortam değiştikçe, peygamber, din ve vahiy de değişiyor.” İşte Kur’an vahyinin ilk muhatapları Araplar olduğundan, Kur'an onların üslubuyla, hayalleriyle, benzetmeleriyle bedenlenmiştir. Bu gerçeği bilmeyen bir kısım pozitivistler, İslamiyet’in Kur’an’ın evrenselliğini göremiyorlar; hurmaya ve zemzeme kanaat etmeyip aç ve susuz kalıyorlar... İşte bakın bu ayet nasıl bir Arab’ ın algıladığı ve onlardan beslendiği öğeleri bize bir bir gösteriyor: * Arap cahildir, terbiyeye ihtiyacı var. * Çölde yaşadığı için yer ve gökten başka bir şey görmüyor. * Sadece şiirle geçindikleri için, bilimsel gerçeklere çok açtırlar. * Bedevi oldukları için toplu hareket etmek zorundadırlar. * Edebiyat, belagat ( nutuk ) tan başka satılacak bir değerleri yok. İşte bu ayetin beş kelimesi bu beş psikolojik öğeye işaret ediyor. Vahyin onların dünyasında tatlı ve kaliteli bir hurma ağacı olarak nasıl filizlendiğini gösteriyor. E- Kur’an’nın Bütünlüğü ve Dizaynı Açısından Bu Ayetin Tefsiri Bu ayeti bütün Kur’an açısından ele alırsak bir cilt kitap yazmak gerekir; o da bu notların hacmini aşar. Fakat sadece bu sûre içindeki düzene göre, özellikle “ semâ ” ( gayb, ahiret, metafizik ) kelimesinin geçtiği dört ayet ile beraber ele alacağız. Hemen belirtelim ki bu sûrede dört kere " semâ " kelimesi geçmiştir; ikisi metafizik gayb alemi manasına; ikisi de atmosfer ve uzay manasına geliyor; ayetlerin bağlamından anlaşıldığı kadarı ile... Birinci Es-semâ, uzay ve atmosfer manasındadır. Ortadaki iki Es-semâ gayb alemi manasındadır. Sonuncu Es-semâ sadece uzay manasındadır. Demek gayb âlemi, maddî varlığın özünde ve içindedir. Uzaklarda, uzayın sonunda değildir. Çünkü böyle bir inanış İslamî ve Kur’anî olamaz. İşte bu üç blok ayetlerin kısa mealleri şöyledir: 1-“ Atomların hareketlerine; ağırlık yüklenen her şeye; kolaylıkla akıp giden her şeye; ve kâinatın yönetimini paylaşanlara and olsun ki, size vaad edilenler kesinlikle doğrudur... Dinin bildirdikleri gerçekleşecektir. Değişik yollara sahip olan göğe and olsun! Siz bu konuda değişik iddialar içindesiniz...” ( Zâriyât 1- 8 ) 2-“ Yeryüzünde, inanmak üzere araştırma yapanlar için belgeler vardır. İçinizde de belgeler vardır. Neden görmüyorsunuz! Rızkınız ve size vaad edilenler, semâdadır. İşte semânın ve yerin Rabb’ine and olsun, bu vahiy ( din ) toplumsal konuşmanız gibi bir gerçektir. ( İsterseniz onu gerçekten anlayabilirsiniz! ) ( 20 - 23 ) “ Göğü kuvvetlerle inşa ettik ve biz genişleticiyiz. ” “ Yeri de döşek yaptık, işte bakın ne güzel bir beşik kurmuşuz! ” “ Ve her şeyi eşey olarak yarattık ( ki ihtiyacınızı anlayıp ) gerçeği anasınız! ” “ Artık Allah’a doğru ( metafizik âleme ) firar ediniz! Ben o âlem hakkında sizin için güçlü bir uyarıcıyım.” “ Ve Allah ile beraber asla başka bir ilah yapmayın! Bu konuda ben sizin için güçlü bir uyarıcıyım! ” ( 47- 51 ) Bu son ayetin bir kelime ile ifade edilişi, tevhit demektir. Bu da sonsuz birlik, sonsuz varlık, ölümsüzlük, bütün geçmiş ve geleceği içine alacak şekilde bütünlük, mükemmellik demektir. Bunun zıddı da bölücülük ( şirk ) demektir. Bu da bütün negatifliklerin anasıdır, mayasıdır. Ben, 2003 Ramazanında Kur’an okurken, vahiy karakteri ile ilgili onlarca negatif sorularım birikti. Allah’a sonsuz hamd ediyorum ki, bu ayetin bu beş yönde açılımıyla, o onlarca negatif vesveseler, zihnimin semâsından silinmiş oldu. “ Es-semâ ” kelimesinin sayısal değeri de 102’dir. Evet semâ, ikili yapıya sahip olan dünyayı da içine alır. Fakat kâinatta asıl olan birliktir, tevhittir. Evet tevhit Kur'an'ın en büyük mucizesidir. Kur'an'ın mucize oluşunun en büyük delilidir. Tevhit başlı başına bir mucizedir. Çünkü ona karşı gelen bütün görüşler bölücü, parçalayıcı ve tek boyutludurlar. Eksik ve negatif özelliklere sahiptirler. Tevhit öyle bir sonsuzluktur ki içinde bütün o negatiflikleri de sindirip sistemin mükemmelliğini koruyor. Ki Allah’ın kafirlerden şikayet etmesi bu mükemmel sistemin devamı içindir. Yoksa tek bir buyrukla onları diskalifiye edebilir. Bir mg ilacın insanı öldürdüğü gibi... Bahaeddin SAĞLAM 30. 10. 2003
  6. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    “ İşte göğün ve yerin Rabb’ine and olsun ki, ahirete yönelik olan bu vahiy sizin toplumsal konuşmanız gibi bir gerçektir. ” ( Zâriyât: 23 ) Bu 23. ayet, Hz. Muhammed' in bilfiil tecrübe ettiği 23 senelik dinî, ilmî ve ahirete yönelik yaşamını mucizevî bir dizayn ile bize ifade ediyor. Böyle derin, tarihî ve belki de bütün kâinatı kuşatan bir hakikati kısaca ifade etmek elbette bizim için mümkün değil. Fakat beş başlık altında bu konu ile ilgili temel bir kısım bilgileri sunup, gerisini sizin dinî tecrübelerinize ve ilmî tefekkürünüze bırakıyorum. İşte, bu ayetin tam anlaşılması için, ontolojik, biyolojik, psikolojik ve Kur'anî açıdan tefsir edilmesi lazımdır. Burada amacımız Kur'anî hakikatleri bilimin tasdiki altına sokmak değildir. Çünkü bu izahattan görülecektir ki; Kur'anî ve dinî hakikatler o kadar yüksek ve derindirler ki, maddî bilimler, o zirveye çıkmak için, ancak birer basamak olabilirler... Ayrıca biz, seküler düşünmüyoruz. Ve gerçek bütün bilimlerin kâinat kitabını dolayısıyla Kur'an hakikatlerini okuyan birer ajan olduklarını biliyoruz. Fakat tek bir noktada yoğunlaştıkları için, bazen kısa kalıyorlar, kemalâtın zirvesine çıkamıyorlar. A- İşte Ontolojik Açıdan Bu Ayetin Tefsiri Kâinatta, varlıkta en temel ve herkes tarafından kabul edilen hakikatlerin en önemlileri şunlardır: 1- Kâinatta, her sahada birbirini geliştiren ve tamamlayan bir dualite ve ikilik vardır. Konumuz olan ayet de, fizik ve metafiziğe, kurallı yaradılışa ve mucizevî yaradılışa, medeniyete ve dine, Âdeme ve İsa'ya ve benzeri birbirini tamamlayan öğelere işaret etmekle, bu evrensel diyalektiğe parmak basıyor. 2- Kâinatın her sahasında ve her âleminde geçerli olan bir gerçek de tekâmül ve evrim sürecidir. Burada konumuz olan ayet, bu hakikate " Rab " ( her şeyi geliştirerek terbiye eden ) ism-i ilahîsi ile işaret etmiştir. 3- Herkes kâinatta ( yorumlar farklı olmakla beraber ) müthiş bir düzenin varlığını kabul ediyor. İşte bu düzenin tam ve etkin olabilmesi için, inanç, vahy, ahiret ve kurallı yaşamak demek olan kanun, en temel gereçlerdir. Bunlara da ayet " O, ( dinin öngördüğü düzen ) gerçeğin ta kendisidir " demekle işaret ediyor. 4- Kâinatın işleyişi hakkında tarih boyunca değişik yorumlar yapılmıştır. Nihayet geçen asırda kâinat bir makine olarak algılanıyordu. Fakat yetmişli yıllardan sonra, sibernetik teknoloji ve bilimi keşfedilince anlaşıldı ki, kâinat çok çok büyük ve sınırsız işlem hacmi olan bir bilgisayar gibi işliyor... İşte bu sibernetik sistemin temeli, özü iletişimdir. Yani kâinatta her şey arasında, özellikle geçmiş ve gelecek, fizik ve metafizik arasında müthiş bir iletişim ve etkileşim var. Evet bu asırda iletişimin en birinci sektör olması boşuna değildir... Ve din ile vahy dediğimiz hakikat dahi, kâinattaki sonsuz etkileşim ve iletişimin insanlık dünyasındaki görüntüsünden ve aktif hale gelmesinden başka bir şey değildir. Dînî literatürde bu baş iletişimciye de Cebrail denilir. Cebrail, kelime olarak İbrânice olup, Allah'ın iletişimcisi demektir. Evet vahy, dünyanın bilincidir; '' din '' dünyadan çıkarsa kâinat delirir, bir kıyamet kopar. İşte bu ayet, açıkça bize diyor ki, aranızdaki konuşma ve iletişim gerçeği gibi, bu din ve vahy de kâinatın insan ile iletişimi ve konuşmasıdır. Kafanızdaki konuşmanın biri zihnî ve sembolik; diğeri lafzî iki boyutu olduğu gibi vahyin de biri dünyaya ve fiziğe, diğeri ahirete ve metafiziğe bakan iki boyutu vardır. 5 - “ Mahiyetini bilmesek de kâinatta mutlaka bir gerçeklik vardır. ” İşte eğer kâinatta sadece maddî açıdan dahi bir gerçeklik varsa, bilin ki başta din olmak üzere dil de, edebiyat da, sembolik gerçekler de vardır. Belki de gerçeklerin gerçeği onlardır. İşte bu ayet, dil ve din haktır demekle bu hakikate işaret ediyor. B- Biyolojik Açıdan Dinin ve Vahyin Hakikati Hayat, sibernetik sistem ile düzenlenen, belki var olan, bir realitedir. Kâinatın, nihâi bir aşaması olduğu için biyolojik dünyada özellikle beyinlerde o sibernetik sistem, tamamıyla hakimdir.Yani beynimiz tarafından yönlendirilen ağzımızdan çıkan her bir söz, bir açıdan bütün kâinatı etkiler, diyebiliriz. Dualar alanında bu gerçeğin ilginç örnekleri vardır. Evet hayat ve biyoloji, kâinatın başından bu günü ile, belki de geleceği ile de ilgili olduğundan, kâinatta olan biten bütün evrim süreci insanın genlerinde, dolayısıyla beyninin katmanlarında mevcuttur; ve düzenli, yararlı bir şekilde arşivlenmiştir. İhtiyaca göre, ilahî bir yönlendirme ile ( melek vasıtası ile ) bu arşivden bilgiler, bu âleme gelip görünüyorlar; insanların maddi-manevî ihtiyaçlarını görüyorlar. İşte, evrensel manası ile vahy dediğimiz hakikat, bütün kâinatı ilgilendiren çapı ile, bu sonsuz arşivin çiçek açmasıdır, insanlık dünyasında meyve vermesidir. Bu arşivdeki bilgiler, o kadar çok, yoğun ve düzenlidirler ki, 10 üstü 30 sıfır ile ifade edebileceğimiz bir bilgi-işlem hacmine sahiptirler. Ve semavî kitaplar bu sonsuz hazineden geldikleri için, mucize oluyorlar, normal bilinç işlevinin milyarlarca katı üstünde iş görüyorlar. Bu semavî kitapların her birisi, bütün kâinatın genomu gibidirler... Demek vahy gerçeği budur, yani o sonsuz hazinenin, dışa vuruşudur. Yoksa bazı şarlatanların, “ efendim, vahy, x galaksiden ultra ışınlarla bize geldi ” gibi hezeyanlarının hiçbir ilmî, doğal değeri yoktur, iflasa mahkumdurlar. Dinî literatürde “ vahy semâdan gelir ” ifadesinin ise izahı şudur: Kâinat için aşağı-yukarı diye bir kavram yoktur. Fakat yer-gök ( veya gökler ) kavramı var. Yer, görünen maddî dünyayı, gök de görünmeyen gaybî alemi temsil eder. Ki kâinat için, gaybîlik daha çok geçmiş ve gelecektir ki; bize göre geçmiş ve gelecek, uzay olarak kavramlaşır... Ve evrim sürecinin gerçek mahiyeti de hayatın bir bütün olarak bu iki kanadı kuşatmasıdır. Vahiy de bu sürecin meyve ve çiçek vermesidir. Bediüzzaman S. Nursî 20. Mektupta: “ Maddî ve camid kafada gaybî ve canlı kelimeler ve vahiyler çiçek açıyor. Bu sayede kâinat kitabı okunmuş oluyor. Ve o kâinat kitabındaki ilimler, Kur’an olarak neşredilmiş olduğu, anlaşılıyor ” diyor. Kâinattaki dualiteyi müthiş bir şekilde anlatan Rahman suresinin ilk dört ayetinin meali de şöyledir: “ Rahman olan Allah, Kur’an’ı öğretti, ( yani ) insanı yarattı, ona anlama ve anlatma ( beyan ) gücünü verdi. ” Rahman sûresi bu temel bilgiyi verdikten sonra, dualite ve diyalektiğin izahına geçiyor. Ve bu dizaynı ile manen diyor ki “ insanın, dili, dini, inancı, fiziği, metafiziği öğrenmesi, bu diyalektik sürecin işlenmesiyle ve çalışması iledir. ” Evet insanlık bu çatışmayı yaşamadan uzun bir dönem yaşadı.( 76:1 ) Ve o zaman, tek bir toplum olduğundan vahy almıyordu. ( 2:213 ) Sonra insanlığın sorunları ve dertleri ortaya çıkınca, Allah, ekstra bir yönlendirme ile peygamberler gönderdi, ki düzeni sağlasınlar. ( 2:213 ) Demek gerçek manada dert, dert değildir, insanı yükselten tetikleyici bir emr-i ilahîdir... Şeytan ve kötülük kategorileri de bu işte, bu mekanizmada kullanılan birer fişektirler, birer tuşturlar. Meşhur filozof Carlyle da vahyi, bilinçli tabiat aleminin bir çiçeği olarak algılıyor, ve bu manada “ Hz. Muhammed kadar samimî ve yoğun bir vahy alan hiç kimse yoktur ” diyor, “ Kahramanlar ” adlı kitabında... Evet insan, bilincinin netleşmesi sonucu özerkleşiyor, kâinattan ayrı olarak işler beceriyor, ve önemli başarılar elde edebiliyor. Fakat hiçbir zaman, tabiat dünyasındaki harikalıklara kavuşamıyor; onun için hiç kimse vahiy gerçeklerini kendi nefsine mal edip onlarla şımaramaz. Çünkü o gerçekler nefisten değildirler. İşte dinin, “ Ey insan, işlerini kendi küçük bilincine göre değil de vahye ( evrensel sonsuz bilince ) göre düzenle,” demesinin esprisi, geçmiş ve geleceği içine alan bu doğal bilince göre yaşamaktır. Evet insan için doğal yaşamak, sonsuzluğa açılmak, kutsala inanmak, ekmek ve sudan daha büyük bir ihtiyaçtır. Ve kim bu temel dürtüye karşı gelirse dünyada defteri dürülür. C - Sosyolojik Açıdan Bu Ayetin Tefsiri Evet insanın sosyal hayatını ayakta tutan çok boyutlu iki temel değer vardır: Medeniyet ve din > başka bir tabir ile yaşam ve inanç > başka bir tabir ile beden ve ruh > başka bir tabir ile yer ve gök > başka bir tabir ile Âdem ve İsa ( insanlık ve din ) İşte insanlığın bir dönemi var ki, sadece medeniyetin temel ilkeleri ile hayatını devam ettiriyor. Peygamberlik ve din bildiğimiz şekliyle bu dönemde yoktur. İnsanlık bu dönemde emekleme sürecini yaşıyor, yerleşik düzene, üretime, bedenî bakıma, ve yeryüzünü şenlendirmeye çalışıyor. Dil ve kavramlar ( esma ) ile yavaş yavaş âdem olmaya geçiyor, meleklerden ( diğer tabii varlıklardan ) üstün olmaya çalışıyor. Bu dönem için âdemiyet ( medeniyet ) yeterli idi. Medeniyet yamyamlıkla bozulan insanlığa bir katkı maddesi oluyordu. Sonra medeniyet bozulunca, din ruhu geldi, ona Âdeme ( insanlığa ) yine yeni bir düzen verdi... İşte, bu tarihî, evrensel, çağlar üstü hakikat, başta bu ayet olmak üzere, Kur’an’ın iki ayeti ile şöyle ifade ediliyor: “ Göğün ve yerin Rabb’ine and olsun ki, bu dinî hakikat, sizin konuşma ve ( dil ) ile kurduğunuz medeniyet kadar, insanlık için bir ihtiyaçtır. Medeniyet doğal bir süreç ve gelişme olduğu gibi, bu dinî yaşam da öyledir, gerçeğin ta kendisidir. Evrim sürecinin nihaî halkasıdır, insanı en mükemmel mahluk yapıyor.” ( 51:23 ) Bu konudaki ikinci ayet Al-i İmran, 59’dur. “ Allah katında İsa’nın ( ki İncil’e göre de Kur’an’a göre de canlı bir vahy ve dinî bir yaşamdır ) misali, Âdem’in misali gibidir. ( Bir farkla ): Âdem, topraktandır, yereldir, bedendir. İsa ruhtur, semâvidir, göğe kaldırılmıştır; onun için gelişme söz konusu değildir. Fakat Allah, Âdeme ( medeniyete ) geliş demiştir, o da sürekli gelişiyor.” Evet evrim süreci daha çok dünya şartları içindir. Ahirette, ilahî yazılımlarda, ruhanî, manevî işlerde evrimden ziyade anlık, sür’at ve etkinlik esastır. Ki “ vahiy ” kelimesinin bir manası da sür’atli iletişimdir. Vahiy bildiğimiz manası ile bir ruhtur, sür’atli bir yapılanmadır. İnsanın binlerce sene medeniyet imkanları ile çıkabildiği mesafeyi kısa bir zamanda kat’etmesidir. Bediüzzaman Said Nursî de bu evrensel sosyolojik hakikati şöyle ifade ediyor: “ Bizim iki temel değerimiz vardır. Biri medeniyettir ki küçük insaniyettir. Diğeri de din ve inançtır ki, büyük insaniyettir. ” Ona göre; Avrupa, medeniyet ile yürüyebilir, ilerleyebilir, fakat Asya ( duygusal olduğundan ) ancak din ile terakki edebilir, evrim sürecini tamamlayabilir. Bu sosyal süreçte dil, din kadar önemlidir. Dili bozanlar dini de bozmuş oluyorlar. Ve gerçek, doğal dil gelişmeleri ancak din ile mümkündür. Evet Âdem dinden önce dil ( esma ) ile meleklerden üstün oldu. Fakat maalesef bugünkü insanlık teknikte, bedene bakmakta 1’ e 10.000 gelişmekle beraber, edebiyatta, ruhîyatta o kadar gerilemiştir ki; nerede ise “ âdemiyetten ” düşmek üzeredir, anarşizm bataklığına batmak üzeredir; eğer, İsa ekstra bir müdahale ile gelip, yeniden insanlığa bir ruh olmazsa.
  7. Allah istedi diye elbette inanıyorsan elbette dedigi yapılır sonucta inanmak inanırsan dediklerini yaparsın..... Özgürlük ne allah aşkına nasıl özgür olunur özgür olmak diilmidir özgürce inancını yaşmak......inancını yaşamak istiyorsa da inancının geregini yerine getirecek..... Başlığa gelince; Bu sanki Türkiyede öyle diilmi, dünyanın her yerinde öyle diilmi, eleştirilecek olan Kadınları Kullanmak diilmi dir. Özgür Ülkelerdeki Kadınlarıda görüyoruz sadece Kapitalizmin yeni sömürge şekillerinden diilmiler Kadın bedeninden paralar kazanmıyorlar mı bu illa onları et parçası diye satmak diil...görmüyormusunuz bazı yabancı Haber kanallarında kadınlar sırf reyting icin canlı yayında sunum yaparken soyunuyorlar bu ne özgürllük mü ... sorun Kadınların özgürce Kullanmak mı yoksa Özgürlüklerini gercekten vermekmi bunu düşünmek lazım?.... bunun icinde evrensel bakmak lazım illa islam dünyasındaki kadınlar icin diil genel olarak....yani medeniyet dedigimiz batıyıda görüyoruz....
  8. Senyour şurada cevap verdi: Yorgun_Demokrat başlık Politika Bilimi
    ************ Sevgili arkdaşım sence böylemi kapsınlar benim gibi kürtlere yoksa daha yaratıcı fikriler varsa onlardan da yaralanılabilinir dimi yani... Biz ne zaman Habil Ve Kabil olmaktan vaz gecerksek , ne zaman kendimizin ''Tek'' olarak görmekten vaz gecersek ozaman kurtulmuş olacaz... ''Tek'' olanı idrak ettigimizde sanırım çüzüm kendiliğinden olacaktır....
  9. *Kürtçe söylenecekse (ki hayal enazından şimdilik)misal Cıwan Haco o jazz rock türkü pop karışık söylüyor ona da yakışır hani *Not: iletileri okumadan önce bunu yazmıştım... Abi ozaman enisi Boğaziçi Topluluğu(Kardeş Türküler) katılsın bütün anadoludaki dillerden müzik yapıyorlar yani yaparlar ortaya bir karışık Ermenistan dan oylar tamam sonra Rumlarda bize oy verir zaten avrupada cok Türk Var balkanlarda verir yemede yanında yat
  10. Senyour şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Forum Oyunları
    Görünür olmaya çalışırdım yoksa yanlızlık zor abi
  11. Sabetaycıların gömlek değiştirme girişimi Yeni Sabetayizm projesi tutarsa, Sabetaycılar isimleri hiç anılmadan rahatlıkla her türlü işi yapacak. Sabetaycı olarak ortada dolaşanlarla hiçbir alakaları olmayacak. Toplumla aralarına tam bir tampon kitle yerleştirmiş olacaklar. Sabetaycılar, haklarında oluşan tüm olumsuzlukları üstlenmeye hevesli kitleler bulma arayışına geçti. Eğer kadro ve sayısal yeterlik açısından inandırıcı olabilecek, kendilerine biçilen rolü de şahane bir ihsan kabul ederek pazarlığa takla atarak koşacak böyle kitle bulurlarsa derine dalış gerçekleşecek. Pazarlığa razı olan kitle, Sabetaycı geçmişin deşifre olmuş hadiselerini üstlenme karşılığında isim hakkını almış olacak. Tabelayı duvarına asacak. Kendisine sağlanan avantajların karşılığı olarak da Sabetaycıların yapacağı bundan sonraki faaliyetlerde taşeron olarak çalışıp, muhtemel olumsuzlukları üstlenerek ‘Efendi’lerine tam kamufle imkânı sağlayacak... Eğer bu proje tutarsa, Sabetaycılar isimleri hiç anılmadan rahatlıkla her türlü işi yapacak. Sabetaycı olarak ortada dolaşanlarla hiçbir alakaları olmayacak. Toplumla aralarına tam bir tampon kitle yerleştirmiş olacaklar. “Bu da neren çıktı şimdi?” diyenler, son günlerde İlhan Selçuk’un telefon konuşmalarında geçen ‘Akıllı çocuk’ Oray Eğin’in yazılarına bakabilir. Selçuk, telefonda Eğin ile ilgili çok özel bilgiler de veriyor ama orası bizi ilgilendirmiyor. Oray, bundan bir süre önce Soner Yalçın’ın ‘Efendi’ kitabına dikkatleri çekmiş, orada Sabetaycıların dindar insanlara muhteşem bir jest yaparak el uzattığını ama dindarların bunu anlamadığını yazmıştı. Soner’in kitabının neresinde jest vardı diye düşünüp dururdum bunca zamandır. İlhan Selçuk’un zeki çocuğu Oray ‘Yeni Sabetayizm: Fethullahçılık’ yazısını yazınca jestten ne kastettiğini de anlamış olduk. Soner, kitabında cemaat ve tarikatların önde gelen ve sevilen şahsiyetlerinin cümlesini Sabetaycı göstererek tam bir karıştırma yapmıştı. İşte o zaman tarikat ve cemaat mensupları ya da temayüz ettiği halde her hangi bir cemaat yahut tarikata mensup olmayan kişiler kendilerine ‘lutfedilen’ Sabetaycılık payesini adeta bir şeref madalyası gibi kabul etmeliymiş!.. Ama anlamamışlar. Onların anlayışsızlığını gören zeki çocuk Oray, -hangi saikler etkili olduysa- ‘İstemeseniz de bu külah başınıza geçirilecek.’ edalarıyla başlamış üfürmeye: ‘Yeni Sabetayizm: Fethullahçılık’ Selçuk’un zeki çocuğu, zekânın bütün inceliklerini sergileyerek başlamış işine (!): Önce Yalçın Küçük ağabeyine methiyeler dizmiş. Onun 1967 Arap-İsrail savaşı sonrası Sabetaycılığı tezine balıklama atlamış. Sonra Sabetaycıların güzelliğinden hoşluğundan dem vurmuş. Sonra bir icatta bulunmuş. ‘Kötü olan Sabetaycılık değil, Sabetaycı lobicilik’ demiş ve başlamış yakınmaya. İşte bu lobicilik sayesinde kabiliyetlerin önü tıkanıyormuş. Hiçbir yeteneği olmayan kişiler büyük işler alıyor, gazetelere yayın yönetmeni oluyormuş. Dindar kişilerden ismi bilinmeyenler on yıl içinde büyük sermayelere sahip oluyormuş... Bunca işi yapanların hepsi yeteneksiz!... Yetenek nerede bulunur derseniz Soner, Yalçın Küçük ve Oray gibilerinin asil kanında denilecektir. Peki bunlar ‘yetenekli kanı’ nereden almışlar? Atalarından mı yoksa ismi bilinmeyen kan merkezlerinden mi? Bu soruların cevabını da bir gün mutlaka yazarlar. Biz açıklamayı onlara bırakıp bazı bilgileri sıralayalım: Sabetaycılar hakkında karıştırıcı kitaplar yazan iki kişi Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’ün ortak yönlerinden birisi her ikisinin de Doğu Perinçek’in Aydınlık’ında çalışmış olmalarıdır. Perinçek bugün Ergenekon terör örgütünün üst düzey kişilerinden olma iddiasıyla ceza evinde tutuklu bulunuyor. Ayrıca Oray’ın öve öve bitiremediği Yalçın Küçük’ün PKK ilişkileri ve Atatürk aleyhine neler neler yazdığı STV anahaberde bütün ayrıntılarıyla verildi. Eğer Yalçın Küçük’ün yaptıklarından binde biri AKP tabanından birisi mesela küçük bir kasabanın belediye başkanı tarafından ya da bir türbanlı genç kızımız tarafından söylenmiş olsa irtica brifinglerine girer, kıyametler koparılırdı. Yalçın Küçük hakkında etkili odaklardan bir tek aleyhte sözün bile çıkmamış olması garip değil mi? Neden acaba? Yalçın Küçük’ün bilinmeyen bir canipten dokunulmazlığı mı var, yoksa ‘Sabetaycı lobi’nin gücüne mi dayanıyor? Sabetaycı lobi tarafını bilemiyorum. Ama kendi ağzından bildiğim bir şey var ki, o da -merak edenler Aktüel dergisi ve Hürriyet gazetesi arşivlerinden bu bilgilere ulaşabilir- Yalçın Küçük’ün “Anne tarafından Yahudi olabilirim.” sözüdür. Aynı haberlerde babasının Fransızlara çalışmış olabileceğini de ifade ediyor Sayın Küçük. Nasıl ama? İşte kendi ağzından anlatıla anlatıla bitirilemeyen, yerlere göklere sığdırılamayan Yalçın Küçük.... Güya Sabetaycılıkla ilgili çalışmaları yapma sebebi, Kemal Derviş’i engellemek, İsmail Cem’in de cumhurbaşkanlığına mâni olmakmış Sayın Küçük’ün. Zeki çocuk Oray’a bakılırsa bunları başarmış da netekim. Kemal Derviş gitmek zorunda kalmış, Cem de cumhurbaşkanı olamamış. İlahi çocuk! İsmail Cem’in Sabetaycı kökenden geldiğini bilmeyen mi vardı bu güzide memlekette!.. Ve Cem gibi sempatik bir kişinin Sabetaycı olarak bilinmesi Sabetaycılara zarar mı veriyordu ki, Yalçın Küçük onu deşifre ederek büyük bir iş yapmış olsun!... Zekâ bu ya, yerinde durmuyor. Önünü kapatsan arkasını açarak çalışmaya devam ediyor. Güya bunları insanlar yutacak. İsmail Cem olaylarının Hilmi Özkök Paşa’yı engellemek isteyen, Edip Başer’i emekli eden projenin dışında olduğunu yutacak! Ecevit’i hastane köşelerinde yok etmek isteyenlerle, MGK’da anayasa kitapçığıyla kriz çıkarıp, hükümeti devirebilmek için milletin ocağına incir ağacı dikenlerle ilişkisini görmeyecek!... İlhan Selçuk’un harika çocuğuna Hadi Bey dedi ki, ‘Oray, sen de biliyorsun ki Fethullah Gülen isminin geçtiği yazılar her zaman çok okunuyor. İnternet üzerinden okunurluğunu arttırabilmek için bu yazıları yazıyorsun’. Hadi Bey çok haklı. Haklı ama olay bununla sınırlı değil. Bu bir proje ve Oray, Soner Yalçın Küçük’ler gibilerle bu projede bilerek rol alıyor. Hamdi Yılmazer
  12. BİRİNCİ NOT Semavî kitaplardan anlaşılan; madde de mânâ da, gayb de şehâdet de, Rahman da Rabb de, İsa da Musa da, Kanun da Mucize de, ve “Ha-Mîm” ile işaret edilen 99 isim de ve Cevşen’de anlatılan 1001 sıfat ve şuunât da mutlak(sonsuz) bir Hakikatin farklı şuun ve tecellileridir. Dualiteyi izah eden Rahman sûresinde anlatıldığı gibi; bütün zıtlar O’nun şuunâtıdır (nitelikleridir). Bu noktadan bakılırsa insan için ölüm ve yokluk, söz konusu olamaz. Evet, “O, hergün yeni bir şe’ndedir.” Bu, tevhit gereğidir. Çünkü en büyük dengesizlik sayılan şirkin varlıkta yeri yoktur. Ve; Bütün bu zıtları dengeleyen ve bu şuunata hayat ve can veren ve Kâinatın ve hayatın işletim sırrını izah eden “Sibernetik” ilmine işaret eden “El-Adl” ismi ve niteliğidir ki, İmam-ı A’zam’a göre en büyük İsm-i A’zam’dır. Evet hiçbir şey, tek başına O, değildir. Fakat O, herşeydir. Yani sonsuzdur. Ve her şeyin ruhu ve özü olan dengedir; El-Adl’dir. Hayat ile eşdeğerdir. Zaman ve mekandan münezzeh olduğu gibi kâinatın dışında olmaktan da münezzehtir. Ahmed-i Hanî’nin tabiriyle “O, sadece ene’l-hak, değildir. Fakat Vahid-i Mutlak’tır.” İKİNCİ NOT Varlığın her boyutunu gören, ifade eden , belki bütün varlıkların ve olayların ifade edilişi olan Kur’an’da “vücûd” (sonradan varolma), îcad (yoktan var etme) ve adem (yokluk) kavramları yoktur. Sadece bulmak mânâsına “vecede, yecidu” fiilleri vardır. Bu da var olan bir şeyi keşfetmek ve yeni bir görmek, demektir. “Evet hakîki mânâda varlık, bir tanedir.” Gelişmek ve göreceli mertebeleri meyve vermek üzere dualite ve diyalektik süreçlerine girer… Yani “Bir”den gelir. Sonra gelişerek “Bir”e döner; “O’ndan geldiniz, ve O’na döneceksiniz!” Kur’an’da sıkça anlatılan “Halaka” (yarattı) fiilleri ise etimolojik ve lügat olarak şekillendirmek, demektir. Evet hakîkî mânâsıyla Varlık ve Hakikat Bir’dir. Gelişmek üzere ve meyveler vermek için değişik şekillere giriyor. Onun için gerçek mânâda ölüm söz konusu olamaz. Ve bu maddî ve manevî şekillerin özü, ruhu ve asıl varlığı denge ve dengelerdir ki, “El-Adl” ismi bunu ifade ediyor. Sibernetik ilmi de bunu izah ediyor… Ve marifet konusunda yüksek bir yeri olan Risale-i Nur’da (24.Söz,1.Dal’da) ifade edildiği gibi, Allah’ın en büyük ismi olan ve bütün esmayı içeren ve hepsini hikmet dairesinde dengeleyen isimdir ki; Ayetü’l-Kübra’da “El-Hayy” olarak ifade edilmiştir… Hayat da denge ile eş değerdir. Belki varlığa ve maddî şekillere hayat veren ve sonsuz bir bilgi isteyen “denge”nin ta kendisidir… Demek; insanın kendisini Evrensel Varlıktan ayrı, müstakil bir varlık olarak görmesi ve hissetmesi, büyük bir yanılgıdır, firavunluktur. Şirk ve dengesizliklere sebep olduğundan bir nevi yokluktur; gerçek ölümdür. Çünkü bu durumda insan, kendisini “Varlık Şecere-i Tûbası’ndan koparıyor; yokluk canavarına yem oluyor. (bkz; 24. Mektup, 24. Söz, 5. dal, 4. Şua) Risalelerde (23. Lem’a ve 33. Söz) kullanılan “hudus”, “imkân”, “ihtira” gibi kavramlar, o günkü şartlarda söylenilen ve büyük bir dengesizlik olan dinsizliğe karşı yapılmış bir müdafaadır. Mutlak hakikati ifade makamında değildir. Zaten bu gibi kelamî kavramlar, Kur’an’da kullanılmadığından önemli âlimler tarafından eleştirilmiştir. Ve bu nottaki bu bilgilerden ezeliyet-i madde gibi batıl bir fikir ve iki aşırı ucu olan vahdetü’l-vücûd felsefesi anlaşılmamalı! Çünkü, madde, gerçek varlığa göre; dağılmaya, dökülmeye mahkum bir kabuktur. Varlığın en zaif şeklidir… Paha biçilmeyen bir tablonun ruhu olan sanatına göre, bir metre bez ve basit bir çerçevedir!.. İlkel bir algılayıştır… Hatta bu algılayış biçimi bu asırda o kadar çok yerleşmiştir ki, dindarlar dahi, Allah’ı gökte, maddî bir varlık olarak algıladıklarından, müthiş dengesizliklere sebep oluyorlar. ÜÇÜNCÜ NOT Birlik, İkilik, Üçlük Evet mutlak hakîki varlık Bir’dir, sonsuzdur, saf hayır ve güzelliktir; ortağı ve şeriki asla olamaz. Zaman ve mekândan münezzehtir. Onun için; “Allah, daha önce ne yapıyordu?” gibi yanlış bir soru sorulamaz. Bu sonsuz ve mutlak varlığın kuşatıcılığına, İslam literatüründe “Vahidiyet” denir. Ve bu sonsuz varlık, o kadar mükemmel sıfatlara ve kudrete sahiptir ki, bölünmeden, yani gerçek özelliklerini kaybetmeden, her yerde, her şeyde bütün özellikleriyle ve sıfatlarıyla bulunur. Buna da “Ehadiyet” denilir…Batılılar, bu ikinci tecelliye “monad” ve “monadoloji” diyorlar. Bütün bu özellikleriyle beraber, bu Mutlak Varlık için göreceli bir boyut olan zaman ve mekân söz konusu değildir. Fakat bu Mutlak Varlık, bir açıdan bilkuvve olmaktan bilfiile geçince, Celâl ve Cemal olarak bir ikilik gerçekleşir.Yani güzellik-çirkinlik, Cennet-Cehennem sıcak-soğuk, negatif-pozitif, semavât-arz, ruh-beden, madde-mana gibi zıtlıklar ortaya çıkar. Bazen de, bu ikili yapının ortasında başka bir gerçek (sentez) oluşur. Semavât ile arzın ortasında hayat gibi… Cennet ve Cehennem ortasında “A’raf” gibi... Ruh ve beden arasında hafıza gibi… Allah ve insan arasında Cebrail gibi… Bu ikili yapı arasında çıkan çatışma ve gelişme o kadar çok göreceli güzel meyveler veriyor ki, Bir olan Mutlak Varlığın ikililiğe izin vermesinden kaynaklanan bütün çirkinlikleri telafi eder… Ve bir olan Mutlak Varlıktan gelen bu göreceli ve ikili yapının görevi bitince, yine aslına, Birliğe, Mutlak Varlığa döner… Ahiret âlemi böyle bir birleşmenin sonucu olduğundan; göreceli ve ikili dünya ölçekleriyle tamı tamına anlaşılmıyor. Onun için Peygamberimiz (A.S.M.) söyle buyurmuştur: “Ahiret öyle bir hakikattir ki, ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kalb-i beşerin hatırına gelmiştir!..”Bu hakîkatin geniş izahı için 29. Söz, İnce Remizli Meseleye bakınız! Yukarıda not olarak anlattığımız bu hakikatten şöyle birkaç özet cümle çıkartabiliriz: a) İç dengesini, birliğini koruyabilenler (muttakîler), yani çelişki ve ikilikten ve göreceli çatışmalardan kendisini kurtarabilenler, göreceli ölümü yener, ebedi bir hayatı hak eder. İnsanın Ahiret alemini, gayb alemini ve bir nevi gayb alemi olan geçmiş ve geleceği özlemesi, bu ikili ve çelişkili yapıdan kurtulmak ve O Mutlak Mükemmel Varlığa ulaşmak içindir. Ahiretin bir ismi, Kur’an’da geçtiği üzre; “yewmü’l-fasl”dır… Yani ikili yapının birbirinden ayrılıp Mutlak Mükemmel Birliğe ulaşma günüdür. Yukarıda zikredilen İNCE REMİZLİ MESELE’ ye bakınız! c) Başta kadın ve erkek olmak üzere, bütün göreceli zıtların birbirine aşık olması, görev icabı da olsa, bu mutlak birliği yaşamak içindir… Erkek ruhu temsil ediyor; gelişmek ve üretim için ikili yapıya sahip olan maddeyi (kadını) özlüyor… Kadın da maddeyi temsil ettiğinden ruhun ve birliğin koruması altına girmek istiyor ve bu birleşimde bir nevi ebedi bir hayat doğuyor; nesilleri hep devam ediyor. d) Bu birlik ve ikili hakîkatten; “Sana gelen her hayır, Allah’tandır; ve her kötülük nefsindendir” mealindeki ayetin gerçeği, şirke girilmeden anlaşılmış olur… Evet mutlak hayır ve varlık Allah’tır. Nefs ise göreceli ikiliğin getirdiği bir ürün olduğundan ve ikilikte mutlak hayır ve güzellik olmadığından, kusurların, kötülüklerin kaynağı olmuş sayılır. e) Dünya tarihinin ilk bilimcileri sayılan Mecusiler, bu hakikati bilmedikleri için Mutlak Birliği unutup ikilikte boğulmuşlardır… Hıristiyanlar, üçlü yapıyı aynı ve tek bir hakîkat olarak görecekleri yerde, o üçü müstakil bir tanrı olarak gördüler. Varlık ve güzellik ile ilgili çok gerçeklerin gizlenmesine sebep oldular. Sofiler, birliği görüp ikili ve üçlü yapıdan kaynaklanan çok hakikatleri kaybettiler. Çünkü ikili yapıyı hayal sandılar. Ve en son olarak; Mecusilerin ateşe taptıkları gibi, enerjiye tapan modern deterministler ve esbab-perestler de ikililikten asla kurtulacak gibi görünmüyorlar. f) İnsan bütün bu hakikatlerin ortasında olduğundan, Birlikten ve Mutlak Varlıktan kopmamak şartıyla, bir daha Birliği ve Mutlak Varlığı tam kazanabilmek için bu ikili yapı fırınında pişmeli; ikili varlığın bir ürünü olan nefsini Mutlak Varlık içinde eritmeli; Birliğe ulaşmalı, Cenneti hak etmeli!.. g) Diyebiliriz ki; ikilik, geçici ve anlık bir durumdur. Varlığın geçmiş ve geleceğinde asıl olan Birlik ve Tevhit’tir. Onun için hadis-i kutsîde Cenab-ı Hak: ‘‘Zamana sövmeyin, zaman benim’’1 diye buyurmuştur. Ve Yunus Sûresi, ayet 31’de varlıklardaki ilâhî bütün işler ve idareler anlatıldıktan sonra, “Fezalikumullahu Rabbukumü’l-Hakku” denilmiştir. Yani kâinattaki bütün bu hakikatlerin ve idarelerin başı, esası, Allah’tır. Sonra bu varlığı geliştirmek için, ikili yapıya sokuyor; pişiriyor, terbiye ediyor. Ve ahirette, bütün bu göreceli ve ikili varlıkların görevlerinin hakkını vererek, onları gerçek varlık yapıyor. Hakk ve hakikat olduğunu bilfiil yaşıyor. Bu ayetin en son cümlesi de şöyledir: “Femâzâ ba’de’l-Hakki illaddalâl; fe enna tusrafûn!” Yani: “Hak ve hakîkat olan ahiretteki bu gerçek varlıktan sonra, dalâletten başka ne olabilir?! Artık nasıl yönlendirildiğinize bakmaz mısınız?!” h) Son olarak diyebiliriz ki; hangi varlık, özünde saklı olan ve bir açıdan kendi varlığını teşkil eden, yani varlığın özü olan dengeyi ve adaleti tam yaşarsa ve hayatı boyunca devam ettirirse; yani göreceli ikili yapısını denge ile devam ettirip Mutlak Varlık’a göreceli ve görevli bir ayna yaparsa, o ebedî bir hayatı hak eder. Hakk ismine yapışır, göreceli varlığını hakikî varlık yapar. Onun için daha ölüm ve yokluk söz konusu olamaz. Dinî literatürde bu dengenin ismi: “Sırat-ı Müstakîm”dir. Bütün büyük zatlar, demişlerdir ki;“Kim sırat-ı müstakîm üzere gidebilirse, o Cennete girer.” Yani, ebedî ve mutlak bir varlık kazanır. Kasas Sûresinden Marifetle İlgili Ek Bir Not “Her şey” yani her şekil “fânidir” , O’nun yüzü hariç...(Kasas, 88) Nuranî şeylerin yüzü, özü demektir. Allah da nuranî olduğu için O’nun yüzü, özü demektir. (İşarâtü’l- İ’caz ve Kızıl î’caz) Evet, Allah’ın şekli olmadığı için o ezelî ve ebedidir. Gerçek ve sonsuz varlıktır. Demek bizim şeklî varlıklarımız fânidir. Evet, Hakk ve Mutlak (Sonsuz) Varlık Birdir, nihayeti yoktur, ki (mecazen) mevcûdât denilen diğer nesneler O’nun ortağı olsun! Evet, kâinat dediğimiz tecelliler, eşkâl-i fâniye ve geçici niteliklerden ibarettir. Bu nitelikler, o sonsuz varlığın nokta görüntüleridir, şekil itibarı ile fânidirler. Varlıkları ise onların değildir, sonsuzdan gelip sonsuza varıyorlar. İmkân ve hudûs sadece onların şekilleri için vardır. Ve şekilleri sınırlı olduğu için sonsuz olan Hakk Varlık gibi olamıyorlar. Tanrı sayılmıyorlar. Demek kâinatta olan bütün esmâ, sıfat ve nitelikler, o Sonsuz, Hakk ve Mutlak Varlığın sadece nokta taayyünleridir, demek şerik ve ortakları değiller. Allah’ın Zât’ı eşbah ve benzerlerden münezzehtir. Evet, esmâ ve sıfatlar, sadece şekillerin alâmetleridir; şekiller belli olduktan sonra onlara takılan işaretlerdir ki, diğer şekiller ile karışmasınlar. Demek İbn-i Arabî’nin de dediği gibi “Hû” (O)’ dan başka Onun Zât’ının ismi yoktur. Esma ve sıfatlar sadece O’nun nokta tecellilerinin şekil alışlarının işaretleridir; insan tarafından yorumlanışlarıdır. “Felâ isme lehu illa hû” 17.09.2003 Bahaeddin SAĞLAM
  13. burda hemfikiriz bak banada her zaman ırk kavramı sacma geldi o ''öteki'' den kastım hani ötekileştirenlerdir wallah yoksa sadece kardeşimden hesap sordum emin ol öteki beriki hic olmadı hayatımda emin olabilirsin.... enazından sen beni az cok bilmelisin
  14. Biz Kürtler ne zaman sorun olduk ? Bize çıkış yolu( bizi anlamadılar bizi anlamak istemeleri) verilmedi die kedilerine benzeyemedik die... bakın bi kürdün ekmegini alabilirsin parasınıda canınıda ama mevzubahis kültürüyse abi deneme hakkaten sorun oluyor(uz)... Biz cokmu temiziz enaz kirletenler kadar kirli olduk hic gönahı olmayan insanlara da zarar verdik ama yinede biz bize kadlık birbirimizi yedik anlamsızca tutarsızca... bilirsiniz siz bi dava icin mücadele ediyorsanız eger sizden daha kuvvetli biri sizi kullanabilir yönlendirebilir biz Kürt halkınıda kullandılar ama en büyük suclu sizsiniz kızmayın ne olur siz bize sahip cıksaydınız biz gidipte ABD Avrupa İsraile sarılmazdık kendimizi kullandırtmazdık hani denize düşen yılana sarılır misali ama yinede umutluyum cunku beni yaşatan halkımın cogununda dusundugu budur biz yine aynı evde küsmüs kardeslerin barışması gibi barışacaz..... unutulmamalı biz kürtler dışında hangi halk anadoluya bağlı kaldı arap halkımı kafkaslar mı balkanlar mı... eywallah....
  15. Sadece İslamı yanlış yorumlama kafa karışıklıgına sebep olma olayı.... peki Adam Ateist ismi El Baki El Baki de Allahın 99 sıfatından biri şimdi bu Ateist ne oluyo?....Abdullah Allahın Kulu ya (hani o putun) peki simdiki El baki ateist olan ne oluyo....
  16. Mavi olmıyan gökyüzüne.... Beni Tarihle yargıla..... Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is, Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla, Ve tarihle yargıla... Bal değildir ölüm bana, idam gül değildir bana, Geceler çok karanlık, Gel düşümdeki sevgilim, Ay ışığı yedir bana... Ahh... Ben hasrete tutsağım, Hasretler tutsak bana Bıyığımdan gül sarkmaz, Bıyık bırakmak yasak bana, Mahpus bana, sus bana. Yağlık ilmek boynuma... Sevgili yerine Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım, Ve sonra sabırla beklerim, Bulutları çekersiniz üstümden, Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız, Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana... Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim, Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum, Gözlerimde güneş koşar, Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma... Duygu bana, öykü bana, Roman gibi her an bana Hücremde yalnızım gel, Gel düşümdeki sevgilim, Soyunup hazırlan bana. Biraz sonra asmaya götürecekler beni, Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni, Hoşçakalın sevdiklerim; Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök... Bütün doğa hoşçakalın... Hoşçakalın sevdalılar, Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar, Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar, Hoşçakalın... Hoşçakalın senfoniler, oyun havaları, Sevda türküleri ve şiirler. Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler. Dağlarında yürüdüğümüz toprak, Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın... Hoşçakalın ağız tatlarım; Sıcak çorbam, çayım, sigaram... Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram... Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı, Ve kalemimi, ve saatimi, Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar Hoşçakalın, hoşçakalın... Dostum bana, sevdam bana, Soluğunu geçir bana, Uyku tutmuyor gözüm, Anılar sıraya girdi. Gel anne süt içir bana. Hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar, Mutluluğu için dövüştüğüm insanlar, Yedi bölge, dört deniz, Yedi iklim, altmış yedi şehir, Okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları... Deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar, Asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar, Ve işçiler ve köylüler... Hoşçakal ülkem Hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim, Hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya, Hoşçakalın dünyanın bütün halkları, Sınırlı olmayan mekâna, Sınırlı olmayan zamana gidiyorum ben; En sevda halimle, en yaşayan halimle, Gidiyorum dostlarım, Hoşçakalın, hoşçakalın... Beni yaşamımla sorgula iki gözüm, Beni yüreğimle, beni özümle, Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni, Tarihle anla beni, Ve öyle yargıla
  17. Hiç unutmam belki biraz iki yüzlülük ama ne yapalım bize dayatılan buydu.... Hakkariye gidiyorduk küçüktüm bilmiyorudum jandarma kontrol noktaları vardı bizi götüren adam her jandarma kontrol noktasında Sarışın Mavi gözlü birinin resmini hemen camın yan tarafına koyardı kaseti değiştiridi 1 bölümü Kürtçe Şıwanın Şarkılarıydı Jandarma noktalarına varınca 2 bölümü açardı marşlardı,türkçeydi... Aramalarda rahatça geçiyorduk,geçerken diğer arabaları seyrediyordum da çoğunu durdurulardı arama ederlerdi...Sonra babama dönüp derdi Köprüyü geçene dek sev miş gibi yapmaktı çare oysa o yaşta öğrendim zorla bişi sevdirilemez die ...(1990'larda )
  18. bende kahve istiyom bende.. . . pardon hosgeldin leylafatma mahallenin delisi gibi oldum
  19. Eski sevgili; Acıdır. Kederdir. Nefrettir. Bitendir. Ağlatandır. Bitmeyen kara,uykusuz gecelerdir. Yardır. Sızıdır. İbrettir. Kabustur... Küfürdir........
  20. Senyour şurada bir blog başlığı gönderdi: Senyour's Blog
    Yüreğini siper et. Güvenlik içerisinde olursun. “Yoruldum” deme sakın. Göğsüne yüreğinden başka muska takanlar yorulurlar. Göğüs kafesin acıdan bir mengene gibi yüreğini sıktığında, aşk var mı, ona bak. Varsa eğer, aldırma, dağlar gibi gelsin. Çünkü aşk, acıyı hayata dönüştüren bir iksirdir. Acıya aşık olanların “Ey tabib elden gelirse yâremi gel emleme… Yar elinden gelmedir bu yâreyi merhemleme…” diyenlerin sırrı burada yatmaktadır. Bu sırrı bulanlardan biri, sevdanın başöğretmeni öyle demiyor mu: “Ben hüzünlerin Peygamberiyim.” Aşk varsa eğer, sen değil dağlar sallansın. Acıyı aşkla bal eylemeye bak. Sür merhem diye yürek yaralarına, hayalinin ve umudunun kırık yerlerine, içinin Karacaahmed'e dönmüş bölgelerine. Aldırma hainlere, ihanetlere. Onlar acıyı aşka dönüştürmemiş zavallılardır. Onlar, muhteşem acılara pespaye sevinçleri tercih eden aşk sefilleridir. Unutma, bin sevincin vermediğini bir acı verir. Acını, aşkın santralinde bitimsiz bir enerjiye dönüştürmeye bak. Hatırla ki yürek yürek nükleer güç merkezidir. Seven ve inanan bir yürekle hiçbir atom santrali boy ölçüşemez. Bil ki, umuttan söz ettiğin her dem aşktan söz ediyorsunuzdur. Çünkü umut aşkın çocuğudur. Aşksız umut, plastik bebekler gibidir; oynar, eskitir ve atarsın. “Umudum tükendi” deme, doğrusunu itiraf et, aşkının tükendiğini… Sahi, aşk tükenir mi? Evet, eğer ölümlüden, ölümlüye ve ölümlü adına ise tükenir. O, aşk suretinde görünen tutkudur. Tutku tutuklar, aşk azad eder. Bir duygunun aşk mı tutku mu olduğunu anlamak istersen, rengine bak. Rengine bak, kara sevda mı, ak sevda mı? Sevdanın karası köleleştirir, akı özgür kılar. Özgür kılan aşka muhabbet denir. Muhabbet, yüreğe düşmüş bir tohumdur; “her başka yüz dane veren yedi başak” gibi, yediverendir o. Muhabbet insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesidir. Herşey harcadıkça tükenir, muhabbet asla. Muhabbet müebbeddir. Üzerine üzerine gelen karanlığın kara yüzlü, kara vicdanlı, kara güçlerini, aşkın siperine sığınarak püskürtebilirsiniz. Onlar kaybettiler, onlar nefretin eli kanlı temsilcileri… Sen kazandın, çünkü sen aşkın cephesinde yer aldın, aşkın ve aşkının. Hesabını yaparken tarihi unutma, coğrafyayı unutma. Acıyı unutma, sancıyı unutma. Melekleri, Sakarya'yı, Nil'i, Tuna'yı, Fırat'ı, Dicle'yi unutma. İstanbul'un, Kahire'nin, Bağdat'ın, Şam'ın Mekke'nin çocukları olduğunu unutma. Senin kara, sarı beyaz kardeşlerin olduğunu, yüreğinin Asya, Afrika, Afrika, Avrupa, Amerika taraflarının olduğunu unutma. Fakat, hesabını yaparken kesinlikle şöyle başlamalısın: “Elde var aşk” MUSTAFA İSLAMOĞLU
  21. Senyour şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Eklemek gerekirse Ruhun varlıgıda ispat edildi nasıl inkar edilecek... Not:insanlar öldüklerinde Kilolarında ekislme meydana geliyor deney yapılmış ve kanıtlamış : Duncan McDougal yaptıgı bi deney : ölüm döşeğindeki hastaları için özel bir yatak yaptırıyor. Yatak 1 ons’un (=28 gr) 1/5 ine kadar duyarlı. Yani 5,6 gr’lık bir değişimde bile cik cik öten bir yatak. ölmekte olan 6 hastasını ölümden önce, ölüm anı ve ölüm sonrası bu “baskül” fonksiyonlu yatak sayesinde tartıyor.Allah’ın işine bakın. Bütün cenazelerde 1 ons’un ¾ ü kadar kayıp var. Yani 21 gram. Vay vay vay… gelde inanma bu kacçıcı düzeltme bilmiyorum ama bunuda eklemeden duramicam Kendi silahları kendi ellerinde patlıyo Bilim bilim diyen insanlar mesela bu deneyi yayınlamamak icin herseyi yapıyorlar cok kişi bilmez mesela bu deneyi......
  22. jön islam seni kandırmadı insanlar kandırdı nasılki Atatürk'ün ismini kullanıp bu vatana ihanet ettilerse aynısını yapıp dini de istismar ettiler İslam la insanı karıştırmaman dileğiyle...
  23. Senyour şurada bir blog başlığı gönderdi: Senyour's Blog
    Dinle neyden ki hikâye etmede, Hep ayrılıktan şikayet etmede Mevlânâ’nın mesel dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır. Kamışlıktan kopardıklarından beri beni, Feryadım ağlatır her kadını ve erkeği. Kamışlık neyin anayurdu ve evidir. İnsan da tıpkı ney gibi cennetten, yani yuvasından ayrılmıştır. Kalbinin ebedî muhabbetle doyduğu cennetten dünya gurbetine sürülmüştür. İnsan kalbi, tıpkı ney gibi, fena ve zevalin, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir. İnsan ruhu olması gereken yerde değildir; geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar, aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir. Ayrılık parça parça eyledi sinemi, Anlaşılır eyleyeyim diye aşk derdini. İnsan duyguları göğsünde açılan yaralar gibidir. Tıpkı neyin göğsündeki deliklere benzer duygular. İnsana üflenen ruh da, bu deliklerle ifade eder kendini. Evden uzak kalmanın derdi, Ebedî Sevgili’den ayrı düşmenin sızısı, insanın kalbinden dışa doğru açılan duygularla sese gelir, söze dökülür. Her kim ki, aslından uzak ve ayrı kalırsa, Kavuşma zamanını bekler durur ya. İnsan, En Sevgili’den uzak olup asıl yurdundan ayrı kaldıkça, kalbi hep bir buluşmanın ardı sıra koşar. Kalbi gurbete razı olmaz, ruhu ayrılığa dayanamaz. Dünyaya razı değildir; sevince ebediyen sevecekmiş gibi sever insan. Sevdiğini, hiç ölmeyecekmiş farzedip öyle sever. Sınırlı bir zamanda sevmek, ölünceye kadar sevmek insan kalbinin işi değildir. Ölümlü dünyada her aşk yarım kalmıştır, belki hiç başlamamıştır insan için. Bir başka yerde, hiç ayrılmamak üzere kavuşacağı zamanı bekler durur. Çünkü onun yurdu burada değil ötelerdedir. Ben ki her cemiyetin ağlayanıyım, İyilerin de kötülerin de yârânıyım. İnsan, dünyada tamamlanmamışlık hissiyle yaşar, her daim eksiği vardır. Eksikliğini çektiği şeyler sayısınca özlemleri vardır. Erişmek istediği ufuklar kadar geniş idealleri vardır. Her nerede olursa olsun ağlar haldedir insan. İyiler de kötüler de aynı hal içredirler ki, hepsine sırdaştır neyin ağlayışı. Herkes kendince bana dost olmaya bakar, Sohbetimden sırlar öğrenmeye yol arar. Her insan, adını ne koyarsa koysun, bu derin ayrılığın sancısını çeker. Dile gelen her şikayet, kalbe düşen her hüzün, bu ayrılıktan kaynaklanır. Ayrılığın farkına varmayacak denli ****** olanlar da, ayrılığı inkâr edip bu dünyaya razı olanlar da, başlarını kalplerini bu ayrılık sızısından kurtaramazlar. İnsanlığın temel acıları değişmez; ama bu acıların sırrı da herkese açık değildir. Sırrım ağlayışımdan uzak değil gerçi, Ancak her göz ve kulağa âşinâ değil ki. Aşkın sırrı, ötelere aşina olanların kârıdır. Gördüğünü gördüğünden ibaret bilen, duyduğunu duyduğundan ibaret bilen gözler ve kulaklar öteleri görmeye hazır değildir. İnsanın ağlayışının sırrını, insanın tamamlanmamışlığının hikmetini, ancak gördüğüne razı olmayan gözler görebilir, duyduğundan ötesini duymak isteyen kulaklar işitir. Feryat herkesin kulağına erişiyor, ağlamanın göz yaşı herkesin gözüne değiyor ama sır gözün gördüğünden ve kulağın duyduğundan ötededir. Can ile ten gizli değil birbirinden, Lâkin canı görmeye izin yok tenden. Bu âlem ruh ile cesedin birlikte olduğu, mânâ ile maddenin eş olduğu bir âlemdir. Görünmeyen gayb âlemi görünen şehadet âlemine komşudur. Ancak alemdeki her şeyi bir başkasını gösterir bir harf olarak görmeyen için gaybı görmeye izin yoktur. Oysa, görünen alem görünmeyene şahit olmak için yaratılmıştır. Ancak tende kalıp canı aramayan, görünen alemin şahitliğine perde olmaktadır. Neyin sadâsı ateştir hava sanma, Kimde bu ateş yoksa yazık ona. Ney, ayrılığın acısını seslendirmededir; o halde ona söylettiren hava değil ayrılığın ateşidir. Bu ateş olmasaydı, ney böylesine ağlamazdı. Gurbette olduğunu farketmeyen için de ayrılık ateşi diye bir şey yoktur; sılayı özlemeyenin sesi sedâsı çıkmaz. Sevgili’den ayrılık derdi olmayanın diline yakarış değmez. Sürgün olduğunu bilmeyen ateşsiz ve heyecansızdır; onun dudağına aşkın sözü erişmez, onun kalbine aşkın ateşi düşmez. Neyin tesiri aşk ateşinden, Şarabın hâli aşk cilvesinden. Şarab, yaratılışı temsil eder Mevlânâ’nın mesel dünyasında. Serap gibi aldatıcı değildir şarab. Yokluk acısı serap gibi ümitsiz bir acı verir. Varlık ise, Sevgili’ye yakınlığı haber veren ümit dolu bir hüzün verir. Zaten bütün bir alemin coşkusu, zerre zerre hareket etmesi de, Sevgili’ye erişmenin, O’na dönmenin cilvesindendir. O’ndan gelip O’na gitmenin heyecanıdır kâinatı velveleye veren. İnsana bu heyecandan daha fazlası düşmüştür; onun kalbinde aşkın heyecanından fazlası, yani aşkın ateşi vardır. Cilveyi besleyen ateştir, hareketi sağlayan ateştir. Yârden ayrılmışın derdiyle dertlendi ney, Kavuşmanın önündeki perdeleri parçaladı ney. Ayrılık derdinin kendisi, kavuşmanın devasıdır. Çünkü aramadıkça bulunmaz. Bizi dertsiz eyleyen her türlü rahatlık, bize ayrılığın acısını unutturan her türlü gaflet, asıl derdimizdir bizim. Ağlayışımız ve yakarışımız, özlemlerimiz ve arzularımız yaramıza devadır. Derdimiz devamınızın kendisidir. Dertsizliğimiz en büyük derdimizdir. Neyin ayrılık derdiyle dertlenmesi, Sevgili’yi gizleyen perdeleri yırtıp parçalıyor; duamızı dillendirdiğimiz anda gözümüze ve gönlümüze pencereler açılıyor. Ney gibi zehir ve tiryak olamaz, Ney gibi dost ve müştak olamaz. İnsanın ney gibi ağlayışı ve inleyişi, görünüşte bir zehirdir ama çareye götürdüğü için en güzel ilaç ve tiryaktır. Neyin inleyişine benzeyen dualarımız ve yakarışlarımız sayesinde Sevgili’nin yoluna düşeriz ki, yakarışlarımızın ne kadar dost ve müştak olduğunu gösterir. Ney kana bulanmış yoldan söz açar, Mecnun’un kıssasını anlatıp açıklar. Neyin sızısı kanlı gözyaşlarına konu olmuş bir aşk yolunun habercisidir. İnsan da, Sevgili’ye ulaşmak için kanlı gözyaşlarını dökmelidir. Mecnun gibi, Leylâ’nın yolunda çöllere düşüp, başka her şeyi yok bilmedikçe, bu aşkın hakkını vermiş olamayız. Şükür ki, bize düşen Leylâ değildir sadece. Leylâ’dan Mevlâ’ya yol vardır ki, Mevlâ’ya götüren Leylâ’lar da bizim çölümüzdür. Bu yüzden, Mecnun’dan çok daha fazlası beklenir Mevlâ’nın yoluna düşmüş olandan. Leylâ’ların hepsine “Lâ ilâhe” demeli ki, Mevlâ için “İllallah” diyebilsin. SENAİ DEMİRCİ
  24. Degerli arkdaşım sana katılmakla beraber küçük bir örnek vereyim; Amerikadayken bir cuma namazında gitmiştim orda Camii İmamına Kendisi Amerikalı Siyahtı dedim ki sizde Mehzep varmı diye yok yok dedi bizde Allah Kuran Hz.Muhammed ve sunnetullah var dedi... Neden Müslüman ülkelerde mehzep var dedim dediki bu İslamın bozuldugu anlamına gelmez ve ekledi Yorum dur hicbir günahı yok dedi souncta Hacca giderken Hanifi mehsebine hepimiz giriyoruz hani bilirsin dedi Binlerce kadın erkek elleri birbirine degiyor abdest kırılmasın diye... devam etti... Dediki biz müslümanlar özde aynı ibadetleri yapıyoruz nasılki coğrafyasına göre insanlar degişiyorsa yorumlarda öyledir degişkendir ama dedi Özü kökü birdir yorum yapabilirsin ama değiştiremessin... bu örnegide verdi kendisi ; okuyormusun dedi evet dedim Matematik görüyormusun evet dedim dediki bak cevap tektir dimi evet dedim dediki ama cevaba giden farklı yollar coktur... eywallah dedim

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.