Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ahmetfuat

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    33
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ahmetfuat tarafından postalanan herşey

  1. Allah'ın varlığını kısaca ispatlarmısınız? Ateizmin sebepleri ve gelişen ilimle beraber çıkmaza girmesi? -Ateizm inkarcılık demek , malumunuz. Sözlük anlamıyla dünyada inkarcılık yok. Bunu ne anlamda söylüyoruz? Bilimsel bir temele oturan bir ateizm yok. Allah'ın olmadığını ispatlayan bir bilim şimdiye kadar çıkmamış,bir insan çıkmamış. Dolayısıyla ateizm sorunlu bir inanç biçimi.Eğer şimdiye kadar bilimsel bir ateizm inancı olsaydı, bunu tartışmaya gerek kalmazdı. Hala tartışıyoruz.Hala ateizm, Allah inancından bir parça koparmaya çalışıyor. Ancak şimdiye kadar gücü yetmedi, bundan sonra da yetmeyecek. Çünkü her yeni bilim, ilmin her yeni gelişmesi ve genişlemesi, Allah'ın varlığını ispatlayan yeni bir delil ortaya koyuyor. Yani kainat kitabı ilimlerin eliyle açıklandıkça, Allah'ın varlığı daha açık hale geliyor, ateizm kayboluyor. Dolayısıyla dünyada dinlerin yükseliş trendi başladı. Dinler, özellikle tek Allah'a inanan dinler kendilerini muhafaza ettikleri gibi, artıyorlar. Özellikle de İslamiyet tevhid inancının, yani Allah'ın varlığını, birliğini akıl, mantık, ilim çerçevesinde ortaya koyduğundan dolayı çok daha ileri aşamalara geldi. En çok düşmanı olduğu halde, aleyhinde en çok propaganda yapıldığı halde en yükselen din. Bu da gösteriyor ki ateizm yok. Allah nasip ederse böyle bir çalışma yapacağım. "Ateizm Yoktur" olacak çalışmamın adı. Ve bu çok doğru bir tesbit. Ben yurt içinde, yurt dışında ateist diye duyduğum her insana yeni bir ate buldum diye yaklaştım, ama gördüm ki bunlar gerçekten ateist değil. Bizim ülkemizdeki Aziz Nesin'den tutun da, dış dünyadaki insanlara kadar, bunların hepsi ateist geçinen ya da ateist bilinen insanlar. Ama bunlar ateist değiller. Hatta iç dünyalarında kendilerine göre, kendilerine özgü inanç taşıyan insanlar. Ateizmle hiç alakaları yok. Ancak ne var? Agnostik insanlar var. Agnostik ne demek? Normal zamanda ateist olduğunu savunan, ama özel durumlarda da Allah demeye kadar varan insanlar. Yahut ta fikirlerini değiştiren, ateizmle bağlarını kesen insanlar. Agnostik böyle inişli çıkışlıdır; Ateist zannederken bir bakarsın inançlı, inançsız zannederken bir bakarsın az inançlı, belki diyen insanlar. Dolayısıyla bunun adı ateizm değil, agnostiktir. Agnostikler var. Şu halde ateizm nereden çıkıyor peki o zaman? Onun sebeplerine bakmamız lazım. Kaynağı nedir? Ateizmin kaynağı özel sebeplerdir, kişiye mahsus sebeplerdir. Ama derleyip toparlayacak olursak, bunlar genelde subjektif sebeplere dayanır. Yani bir kimse “ilim, mantık çerçevesinde araştırıp da Allah'ın varlığından şüpheye düştüm” diyemiyor. Kainata bakıp kainattaki oluşları, düzeni, harika sistemi inceleyip de, oradan yokluğa bir delil çıkaramıyor. Özel sebeplerden Allah'a kızdığı için “yok” diyor. Bu basit bir benzetme olacak ama babasına kızıp babasını inkar eden çocuğa benziyor. Özellikle Aziz Nesin'de bunu çok gördüm. Şöyle hafif tatlı-sert bir tartışma yapmıştık bu konuda. Sonra dedi ki: "Kardeşim bunu keselim artık. Vardır yoktur,beni ilgilendirmiyor.Ben yoktur diyorum yahu.” Yani benim için yoktur. Bu sübjektif bir değerlendirmedir. Bunu herkes söyleyebilir. Dünyayı da inkar eder. Dünyayı inkar eden bir çok şair, filozof çıkmış. Dolayısıyla gerçek anlamda, bilimsel temele duyarlı bir ateizmden söz edilemez. Sübjektif sebepleri var. Veyahut ta dünyadaki savaşlara akıl erdiremeyip, kana kızarak, akıtılan kanlara kızarak, onların sebeplerine kızacağına, Allah'a kızıp, inkar edenler vardır. Yahut adaletsizliğe, gelir dağılımındaki eşitsizliklere kızarak Allah'a inkarla yaklaşan insanlar var. Ama Allah'a yaklaşıyor inkarla. Yahut geçirdiği kaza, organ kaybı, yaralanma dolayısıyla,iyileşmemesine kızarak inkar edenler var. Yani sübjektif şeyler çok. Ama bütün bunlar Allah'ın varlığında şüpheye düşürmüyor, çok daha tersine, “Ya Rabbi ne kadar varsın deyip” inandırıyor. Neden? Olmayan şeye kızılır mı? Olmayan şey inkar edilir mi? Kaf dağı yoktur diyen bir ilim adamı, bir coğrafya öğretmeni düşünülebilir mi? Coğrafyadan anlayan bilir ki kaf dağı masallarda vardır. Hiçbir bilim adamı da dolayısıyla kaf dağı hakkında bilimsel araştırmalar, incelemeler yapma durumuna düşmez. Şimdi Allah'ın yokluğu konusunda düşünen bir sürü filozof, yani genel anlamda çoğunluk değiller ama azınlık ta olsalar sayıca epeye yakın tutar. Çünkü uzun asırlar içinde birikmiş insanlar, edebiyatçısı, şairi, filozofu, siyasetçisi, sıradan insanları. Peki yoksa bu kadar neden uğraşıyorsunuz? Niye yokun varlığı sizi bu kadar ilgilendiriyor? Demek o kadar var ki ilgilendiriyor. Demek o kadar açık ve zahir ki, asırlar boyu uğraştınız yetmiyor, devam ediyorsunuz. Ve demek ki var. Dolayısıyla gerçek anlamda ateizm olmaz. Hele insanların iç dünyalarına girdiğinizde en çok intihar edenlerin aslında bir bakıma Allah'a en çok yaklaşmak ihtiyacı olduklarını duyarsınız. Ailesine en çok kızan çocuğun onlara hasret taşıması gibi. Ne yapmak lazım? Bizim inanan insanlar olarak Rahman ve Rahim olan, var ve bir olan Allah'a inanan insanlar olarak bu tür insanlara tavrımız tepki olmaz, kızgınlık olmaz,kırgınlık olmaz, düşmanlık hiç olmaz. Onlara acımak ve onlarında bu inancı paylaşıp kendi içlerinde mutluluğu yakalamalarını sağlamak. Bunun dışında bir şey yapılabileceğini sanmıyorum. İnsanlar büyük ölçüde gerçek inancı gördüklerinde hemen teslim olurlar. Ama eğer böyle bir durumda genç arkadaşlarımız netice alamazlarsa üzülmesinler. Dıştan bir değişme gerekmiyor. İçten, "evet arkadaş doğru söylüyorsun ama sana evet diyecek halim yok" deme durumunda bulunabilirler. Bazı insanlar 10 sene, 20 sene, 40 sene, 60 sene sonra söylenen şeyleri tasdik ediyorlar,Allah ömür verdiyse. Dolayısıyla inançsızlıkta giderilmesi gereken bilgi eksikliği, duygu eksikliği, kırgınlıklar, kızgınlıklar olabilir. İnançlı insanların, özellikle bu konuda kendisini yetiştirmiş insanların bir doktor gibi yaklaşıp, ağrısız, bıçaksız -kansız ameliyat diyorlar ya- manevi bir ameliyatla, bu şekilde, sevgiyle, dostluk ile bu yaraları gidermeleri lazım. Allah'ı tanıtmak, Allah'ı sevdirmek Allah'ın kullarına yüklediği en önemli görevlerden biri. Madem ki buldunuz, madem ki tanıdınız, sevdiniz o halde bu güzelliği paylaşmak lazım. Çünkü imansız olmak dünyanın en büyük felaketi, helaketi. Bütün nimetlerin kaynağı iman. Dolayısıyla bulduğumuz imanı paylaşmamız lazım kardeşlerimizle, yani ateizme karşı çok bilgili, çok duygulu ve çok hoş- görülü bir yaklaşım içinde olursak -her zaman olduğu gibi- yine Allah'ın varlığı konusuna yakın durmayan, “yok” diyen insanlar olacak ama bunların sayısı çok azalacak.En azından yok diyerek O'nu arayanlara bulma konusunda bir yol göstermiş olacağız.
  2. Salomon balığı denilen bir cins balık, doğduktan sonra açık denizlere, okyanuslara açılıp bilerce km. uzaklara yerleşecektir. Yıllarca denizde kaldıktan sonra tam olarak doğduğu ırmağı gidip bulabilmektedir. Bu balığa yol gösteren kimdir? Ay bizlere 380 bin km. uzaklıktadır. Biraz daha yakın olsa , çekim etkisiyle , denizler kabarıp taşacak hatta damarlarımızdaki kan bile dışarı fırlayacaktı; biraz uzak olsaydı , sular daima daha derinlere çekilecek , damarlarımızdaki kana kadar çekilme devam edecekti. Gel-git olaylarındaki bu dengeyi koruyan ayın bizi tanıyıp sevdiğinden ve bize karşı merhametinden bahsetmek akılsızlık olur. Bu işi ancak Rabbimiz yapabilir!!! Kelebeğin ağzı yoktur, ayaklarıyla tat alır. İnce hortumuyla beslenir. Eğer insanda bu özellikler olsaydı, çenesiyle 4 ton kaldırabilecek , 100 m. Sıçrayabilecekti. Bu özellikleri bu hayvanlara kazandıran kimdir? Atom böceği de denilen bir cins hamamböceği, sıkışyığında düşmanlarından korunmak için 100 derece sıcaklıkta bir sıvı üretip püskürtebiliyor. Bir tür mürekkep balığı 300-350 volt elektrik ile yüklüdür. Oysa bu savunma mekanizmaları kullanan hayvanların kendilerine zarar vermiyor. Hayvanları buna benzer silahlarla donatan kimdir? İnsan aksırırken saatte yaklaşık 165 km. hızla zerrecikleri dışarıya atar. Aksırma esnasında kalp bir an için durur ve sonra çalışmasına devam eder. Her aksırıştan sonra bize yeniden hayatı veren Allaha ne kadar şükretsek az değil midir? Vücut ısısı 36,5 derecedir.bunu sürekli aynı tutan kimdir? Güneşimiz kendisi gibi 100 milyar tane güneş ile beraber Samanyolu içerisinde bulunmaktadır. İki güneş arası roket hızıyla 43 bin yıldır . Samanyolunun uzunluğu 1000 ışık yılı yani yaklaşık 10 üzeri 15 ( 1,000,000,000,000,000) km.dir. Öyle galaksiler vardır ki içlerinde birkaç milyon yıldız bulunur. Bizim komşumuz olan Andromedea Nebulası bizden yaklaşık 750000 ışık yılı uzaklıktadır. Bu kadar geniş ve aklın sınırlarını zorlayan bir alem , ne kendi kendine oluşur ne de tesadüfen meydana gelir. Olsa olsa her şeye gücü yeten Allahın sanatı olabilir.
  3. Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur? (Sözler sh: 49) Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. (Şualar sh:109) Birşeyden herşeyi yapmak ve herşeyi birtek şey yapmak, herşeyin Hâlıkına has bir iştir. (Sözler sh: 61) Güzel bir çiçeğin dakik programını küçücük bir tohumunda derc etmek, büyük bir ağacın sahife-i amâlini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihâzâtını küçücük bir çekirdekte mânevî kader kalemiyle yazmak, nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir. (Sözler sh: 66) Evet, kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musannâ ve 2 murassâ bir meyve, elbette gayet sanatperver, mucizekâr ve hikmettar bir Sâniin mehâsin-i sanatını zîşuura okutturan bir ilânnamedir. (Sözler sh: 6 Bir elmayı halk edecek, elbette dünyada bütün elmaları halk etmeye ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir. Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgâhta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir... Bugünü halk eden, kıyamet gününü halk edebilir ve baharı icad edecek, haşrin icadına muktedir bir Zat olabilir... Herşeyi yapamayan hiçbir şeyi yapamaz. Ve birtek şeyi halk eden herşeyi yapabilir. (Sözler sh: 79) Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz? (Sözler sh: 279) Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihetle noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mucize ve harikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır. (Sözler sh: 280) Şu zîhayatı halk etmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir. (Sözler sh: 295) Eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memur kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. (Sözler sh: 296) Eğer herşey Kadîr-i Mutlaka verilmezse, birtek Allaha mukabil, nihayetsiz, belki zerrât ı kâinat adedince ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcut kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir. (Sözler sh: 297)
  4. Canım kardeşlerim Bir hadîs-i şerîfte meâlen şöyle buyurulur: "Allah'ın varlığını, birliğini anlamak için göklere bakın, yere bakın, kendi nefsinize bakın ve bütün bunların yaratılışındaki akıllara hayret veren incelikleri, bunların kendilerinden olamıyacağını düşünün. Çünkü bunlar, Allah'ın varlık ve birliğini gösteren alâmetlerdir. Fakat Allah'ın zâtını, mâhiyetini düşünmeyin. 'Allah acaba şöyle midir, böyle midir? O'nun görmesi, işitmesi nasıldır?' diye düşünmeye kalkışmayın. Zira buna kudretiniz yetmez. Ne kadar çalışsanız da bunu hakkıyla bilemezsiniz, idrâk edemezsiniz. Şaşırırsınız. Bilgi ve görgü ölçüleriniz buna yetmez." Mehmed Kırkıncı bu hususu şu şekilde izah etmektedir: "Bir insanın mağarada büyüyüp hiç ışık yüzü görmediğini ve kendisinin bir gün sabahın erken saatlerinde ve daha güneş doğmadan dünya yüzüne çıkarıldığını farzediniz. Her tarafı dolduran ışıktan derhal gözleri kamaşan bu şahsa, bu ışığın bir güneşten geldiği söylense o adam güneşi ziyadesiyle merak edecek ve onu tanımaya çalışacaktır. Şimdi bu adamın, hayâlinde nasıl canlandırırsa canlandırsın, güneşi kat'iyyen anlayamayacağı ve her defasında güneş yerine başka şeyler tahayyül edeceği âşikârdır. Çünkü, güneşi etrafında gördüğü şeylere kıyas edeceğinden yapacağı her kıyas yanlış olacak ve isabet kaydetmiyecektir. Güneşe inanmak o adam için îmanın bir rüknü olsa, o, güneşi her nasıl tasavvur ederse etsin her hâlükârda şirke düşecektir. Onun yapacağı tek şey, bu ışığın bir güneşten geldiğini ve fakat o güneşin mahiyetini bilemeyeceğini idrâk etmektir. Zaten ondan istenen îman da bundan ibarettir. Temsildeki adamın güneşi anlayamaması gibi, her bir insan da kendi beden memleketini idare eden ve ruh denilen sultanın mahiyetini bilememektedir. Bizler, bedenimizin ruhla kaim olduğunu, onun bu bedenden ayrılması hâlinde bu binanın yıkılacağını ve o sultanın göz penceresiyle bu âlemi seyrettiğini, kulak cihazıyla sesler âlemini temaşa ettiğini, dil terazisiyle de bütün tadları tarttığını... bildiğimiz hâlde, ruhun mâhiyetini bilemiyoruz. Onun mâhiyeti hakkında her ne söylesek, hilâf-ı hakikat olacağı gibi, ruhun zâtını her ne tarzda tahayyül veya tasavvur etsek onun hakkında yanlışlığa düşmüş olacağız. İşte, görmediği bir güneşin zâtını anlamaktan âciz ve kendi ruhunun mâhiyetini bilmekten eli kısa olan insanın, zaman ve mekândan münezzeh, umum âlemlerin Hâlik-ı Zülcelâlini ve Mâlik-i Zülkemâlini (hâşâ) zâtiyle anlamaya çalışması, ne derece büyük bir dalâlet dîvâneliğidir ve insanı başaşağı şirke yuvarlayan bir düşünce sapıklığıdır, kıyâs ediniz." (Hikmet Pırıltıları)
  5. ALLAHU TEÂLÂ’NIN VARLIĞININ İSPATI “Süphe yok ki göklerde ve yerde mü’minler için (Allah’ın varlığına dair) deliller vardır. “ (Casiye : 3) Resim...............Ressam Aslı..................Yaratan Nasıl bir resim gördüğünüz zaman o resmi yapan bir ressam oldugunu kabul edersek kâinattaki resimlere de bakacak olursak kâinattaki varlıkları da bir yaratanın oldugunu kabul etmemiz gerekir. Kâinattaki varlıklara (resimlere) bir bakalım: Dünyamız güneşin etrafında dönmektedir. Eğer dünyamız güneşe biraz daha yakın dönseydi yanacaktı. Biraz daha uzak dönseydi donacaktı. Dünyamızı tam dengede döndüren kimdir? Bazen ufacık füzelere ,uçaklara dahi hakim olamazken o akıl almaz hız ve büyüklükteki yüz milyonlarca kütlenin (gezegen,yıldız,nebula...) en ufak bir hata dahi yapılmadan gezdirilmesine neden olan kimdir? Parçalanan, yaşlanan, gezegenler, çürüyen bitki hayvan ve insanlar ile her yer (gökyüzü, yeryüzü) çöp pislik olacağına, bir düzen içinde çöpleri temizlik görevlilerine (kara delik, böcek, kurt,solucanlara...) toplatan kimdir? Atmosferdeki su, karbondioksit, oksijen ve azotun devredilmesindeki ahengi, nizam ve intizami bildigimiz için, yagmur yerine “kezzap” adını verdigimiz nitrik asitin yağabileceği aklımıza dahi gelmez, degil mi?Oysa ki, atmosferin % 80’ini teşkil eden azot gazı, yıldırım ve şimşeklerin tesiri altında oksijenle birleşir. Bu oksitlenme sonucunda, nitratların meydana gelmesine yarayan azot oksitleri teşekkül eder. Yani ilmen, havadaki her elektriklenmede, nitrik asit yağmurunun meydana gelmesi için bütün şartlar hazırdır.... Ancak şimşek çaktığında , damla damla merhamet ve rahmet yağar. Ve bize haddimizden fazla değer veren yüce kudrete bütün mahlûkat sükreder. Üzerimize her an kezzap yagabilmesinin mümkün oldugunu bilen kimya âlimi Prof. Dr. Arthur Macomb bu konuda sunlari söyler: “Ne zaman şimşek çakıp gök gürlese, semâdan yağmur yerine nitrik asit yağacak diye soluğum kesilir, rengim kaçar, sığınacak bir yer ararım. Çünkü havada nitrik asit teşekkülü için bütün şartlar hazırdır.” H2 + O = su ( söndürücü ) H (Hidrojen) yanıcı O (Oksijen) yakıcı Yanıcı ve yakıcı iki madde bir araya gelince yangın olacağına tam tersine , söndürücü olmaktadır. Bunu ayarlayan kimdir? Diş doktoru yıllarca okuyup makineler yardımı ile takma dişler yapmaktadır. Bu dişler kırılsa bize haber veremez. Fakat binlerce senedir ağzımızdaki dişler çürümeye baıladığı an alarm sistemi (sinir sistemi) ile bize haber vermektedir. Takma dişi doktor yapabiliyorsa çok daha ileri teknolojiye sahip ağzımızdaki dişleri yapan kimdir? Ağzımızdaki dişlerin sıralanısı: 32122123 = üst çene 32122123 = alt çene Dişlerimizi böyle simetrik olarak dizen kimdir? Gazete yaprakları ile aynı kalınlıkta olan ağaç yaprakları fabrika gibidir. Oksijeni alır, karbondioksit verir, içinde damarlar vardır, içinde yeşil renk veren klorofil maddesi vardır . Yaprağı “ oksijen fabrikası” şeklinde yaratan kimdir? İnsanlar henüz ot ve suyla çalışan karşılığında süt veren bir fabrika yapamamışlardır. Fakat milyonlarca senedir milyarlarca, çoğalan, yürüyen, büyüyen, duvarlarından (derisinden) faydalanılan, makinelerden (etlerinden) yemek yapılan sadece ot ve su karşılığında bize süt veren fabrikaları yaratan kimdir? İnsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan masa ve sandalye gibi seyler yapabilmektedir. O Kadîr-i Mutlak ise odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor. Demek ki iş odunda değil, ustadır. Bir iplik fabrikasi düşünelim; irili, ufaklı, yürüyen, çoğalan, incecik fakat çok sağlam iplikler üreten bir fabrika. Insanlar nokta büyüklügünde böyle fabrikalar yapamamışlardır. Fakat binlerce çeşidiyle milyonlarca, bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır ; ipek böceği , örümcek!... O , kimdir? Yağmur gökyüzünden tane tane yagmaktadır, damlacıklar birleşip sel olarak yağmamaktadır. Buna engel olan kimdir? Her yıl yağan kar tanecikleri milyonlarcasını her seferinde her biri ayri ayri desenlerle gökyüzünden bize yollayan, gökyüzünde birleştirip çığ olarak göndermeyen kimdir? Uzayın akıl almaz derinlikleri içinde günesimiz gibi 200 milyar günesi ihtiva eden Samanyolu Galaksisi’nde yaşıyoruz. Samanyolu ise, varlığı kanıtlanabilen en az 300 milyar galaksiden sadece bir tanesidir. Bu dev evreni düzen ve uyum içinde yaratan , yaşatan kimdir? “Dünyada hiçbir delil kalmasa bile, bir mikrobun hayati bana Allah’i ispat etmeye yeter. “
  6. Bazı çevrelerce , “Allah kendisinden büyük bir varlık yaratabilir mi?” şeklinde bir soru ortaya atılıyor. Bu soruya nasıl cevap vermemiz gerekir? Soru çelişkili bir mantık oyunudur ve tek kelimeyle demagojidir. “Allah’tan büyük” ve “yaratmak” kavramları birlikte sunulmuş ve sonucu olmayan bir soru ortaya atılmıştır. Allah’ın büyüklüğü denilince çok şeyler hatıra gelir. Meselâ, bunlardan birisi ezeliyettir. Allah ezelîdir, varlığının evveli yoktur. Buna göre soru şöyle oluyor: Allah kendisinden daha önce var olan bir mahluk yaratabilir mi? Büyüklüğün bir yönü de sonsuz kudrettir. Buna göre soru şu şekli alır: Allah kendi sonsuz kudretinden daha fazla kudrete sahip bir mahluk yaratabilir mi? Yaratılan, sonradan olmuş olacağından onun için ezeliyet düşünülemeyeceği gibi, yaratılan bir varlığın kudreti de sonradan verilmiş olacağından böyle bir kudretin sonuz olması da muhaldir. Buna göre soru, bir cevap almaktan çok zihin bulandırmaya yönelik bir oyundur. Bu sorununun bir cevabı olamayacağını soru sahipleri de pek ala bilmektedirler. Bu soruyu çeşitli yönlerden incelemek mümkündür. Birincisi, soruda çelişki söz konusudur. Bu soruyu soranlar, yaratıcı ve bir olan Allah’tan, varlığı muhal olan bir ortak yaratmasını istiyorlar. Sonra mahluk olacak o yaratığın yaratıcıdan daha büyük olabileceğine ihtimal vermekle, apaçık bir çelişki sergiliyorlar. Yaratılanla yaratıcının hiçbir cihetle birbirine benzemeyeceği açık bir gerçektir. Bir insan, yazdığı kitaplara ve bir usta ortaya koyduğu eserlere benzemeyeceği gibi, Allah da mahlukatına hiçbir cihetle benzemez. İkincisi, bu soruda, hayal ile gerçek birbirine karıştırılmıştır. Hayalen gökyüzündeki koca güneşin gelip cebimize girmesi mümkün olduğu hâlde, bu olayın gerçekleşmesini akıl kabul edemez. Üçüncüsü: Bu soru ile, yaratılması düşünülen varlığın şu anda mevcut olmadığı kabul edilmektedir. Hayal edilen varlığın yaratılması, Allah’tan beklenmekte, böylece Allah’ın yaratıcı olduğu, o hayalî varlığın ise mahlûk olacağı kabul edilmektedir. O hayalî varlığın yaratılması, Allah’tan istendiği gibi, onun büyüklüğü, gücü, dirayet ve azameti de Allah’tan istenmektedir. Bu öncüllerden, Allah’ın nihayetsiz büyük, yegâne yaratıcı, ezelî ve ebedî mutlak kâdir olduğu; o mevhum varlığın ise yaratılmaya muhtaç, aciz, zelil, miskin olduğu sonucu çıktığı hâlde, tam tersine o hayalî varlığın Allah’tan büyük olup olmayacağı sorulmaktadır. Soru ile yapılmak istenen kıyas, çelişkili hükümlere dayandırılmıştır. Dolayısıyla, bu sorunun iddia olma vasfı yoktur. Meselâ “Sonsuzdan daha büyük bir sayı yazılabilir mi?” sorusu, böyle çelişkili bir varsayıma dayanır. Bu sebeple hiçbir ilmî değere sahip değildir. Çünkü sonsuzdan büyük bir sayı olamaz ki, böyle bir soru sorulabilsin. Eğer sonsuz sınırsız bir büyüklüğün sembolü ise, hiçbir rakam, sonsuz ile kıyaslanamaz. Sonsuzdan büyük bir rakam düşünülse, o zaman da sonsuzluk gerçeği ortadan kalkar. Sonlu bir rakamın, sonsuzdan büyük olma çelişkisi ve imkânsızlığı ortaya çıkar. Bu soru da çelişkili kıyaslardan olduğu için mantıkça ve ilim bakımından hiçbir kıymeti yoktur. Bu soru ile, bir yazarın, yazmış olduğu kitaba, kendi bilgisinden daha fazla bilgi koyması, güneşin kendi ışığından fazlasını bir su damlacığına vermesi gibi bir muhal talep edilmektedir. “Allah, kendinden daha büyük bir varlık yaratabilir mi?” sorusu, “Allah kendi kemâlinden daha fazlasını, bir mahluka verebilir mi?”, “Yarattığı o mahluk kâmil, kendisi eksik olabilir mi?” anlamına gelir. İlim adamları, üç çeşit varlık mertebesi olduğundan söz ederler. Vacip (olması zaruri), mümkin (olup olmama ihtimali aynı olan), mümteni (varlığı imkânsız). Mesela bir heykel ve onu yapan heykeltıraş düşünelim. Heykele nispetle heykeltıraşın olması vaciptir. Yani hiçbir heykel heykeltıraş olmadan olmaz (İğnenin ustasız, harfin katipsiz olamayacağı gibi.). Bu heykel yapılmadan önce, heykeltıraş için onu yapıp yapmamak mümkindir. Yani isterse yapar isterse yapmaz. Heykeltıraşa nispetle heykelin daha usta, daha yetkin, daha güçlü, daha bilgili olması ise mümtenidir. Eğer yukarıdaki soru bağlamında vücut mertebelerini ele alacak olursak, Allah’ın varlığı vaciptir. Yaratılmış ve yaratılacak olan her şeyin vücudu mümkin, Allah’ın şeriki, benzeri ve eşinin bulunması ve herhangi mahlukun kendisinden büyük ve güçlü olması ise mümtenidir. Bu soru ile Allah’ın yaratacağı o mahlukun “mümkin” olması kaçınılmaz iken, onun vacip olması hatta bu noktada daha ileri bir varlık mertebesine sahip olması istenmektedir. Soruyu soran kimse “büyüklük” kavramını da yanlış yorumlamaktadır. Allah’ın büyüklüğü yarattıklarına nispetle ortaya çıkan bir büyüklük değildir. Bütün isimleri ve fiilleri sonsuz olan Allah’ın zatı hiçbir mahluka benzemediği gibi, büyüklüğü de mahlukatın büyüklüğüne benzemez, ölçüye girmez, tasvire sığmaz, takdirle bilinmez. Mahlukatın büyüklüğü birbirine göredir, Allah’ın büyüklüğü ise sınırsızdır, nihayetsizdir.
  7. Gözümüzle görüyoruz ki bütün eşya yani bütün yaratılan her şey özellikle hayat sahibi olanların pek çok ayrı ihtiyaçatları ,arzuları vardır. Bu isteklerini ve arzuları ; Ummadığı, Bilmediği, Eli yetişmediği yerden, Tam ve uygun bir zamanda imdada yetiştiriliyor. Mesela;bir bebek yeni dünyaya geldiği zaman istediği şey ne olduğunu biliyor mu. Sütten başka onu doyuracak bir besin var mı. Çocuk doğduğu zaman annesinin memesi süt doluyor.dolduran kim. Ve o çocuğa emzirme kabiliyetini kim öğretmiş.annesimi hayır.peki kim. Bütün insanlar bir araya gelse o çocuğa lazım olan sütü yaratabilirlermi. Peki yaratan kim. Daha bunun gibi sorular sorarsak cevabımız.Kerim,Rahim.Mürebbi ve Müdebbir bir zatı gösteriyor. Çünkü burada ikram görünüyor ,çocuğa süt ikram ediliyor.burda kerim ismi görülüyor. Annesine şefkat verilerek çocuğa şefkatle muamele ediliyor.bur dada Rahim ismi görülüyor. Çoçuğu ve anneyi terbiye ederek onun ihtiyaçlarını karşılayan Mürebbi görünüyor yani terbiye eden. Bundan sonrada bütün lazım olan her şeyi vererek eksikleri tamamlayan müdebbir ortaya çıkıyor. Şimdi soralım.sebeplerde,tabiatta bu özellikler varmı. Sebepler.tesadüf ve tabiatta şefkat varmı. İkram edicilik varmı. Terbiyecilik varmı.müdebbiriyetcilik varmı. Var diyen göstersin. Peki insanda bu özellikler olduğu halde hepsi bir araya gelerek anne sütünü yapamıyorlar da bunlar ne halt edebilir.. Sen kendi duygularına ve azalarına bak ne kadar istekleri ve arzuları vardır. Yediğin yiyeceği sadece çiğniyor.amma gerisine karışmıyorsun.hangi azanın veya organın ne ihtiyacı olduğunu bilmiyorsun.da senin cansız bedenin nerden bilecek. Demek bu işler kendi kendine olmuyor.beni yaratan bu işleri yapıyor ve ben onu tanımalıyım.. daha kıyas et.
  8. Soru : Allah'ın varlığına deliller nelerdir? Cevap: Varın ispatı, yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddia eden kimse bütün yeryüzünü, hatta kainatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkansızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki; yok, hiçbir zaman ispat edilemez... Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999'u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delillerden birkaçı: İmkan: Alem, mümkinat nevindendir. Yani varlığı ve yokluğu müsavidir. Var olduğu gibi, olmayabilirdi de. Var olurken de, hadsiz oluş keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkan dahilindedir. Yani en az var olan kadar, olmayan da var olma şansına sahiptir. Her mümkin ise, kendi dışındaki bir sebebe bağlıdır. Öyleyse önce var olmayı, sonra da var olma şekil ve keyfiyetini, olmamaya; ve olmayı mümkün olan diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi vardır. O da Allah'dır (c.c.). Hudus: Alem mütegayyirdir, durmadan değişiyor. Değişen her şey sonradan olmuştur. Bu bakımdan madde ezeli olamaz. Evet, maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kainatın durmadan genişlemesi, güneşin sür'atle tükenişe doğru yol alması gibi olaylar, varlığın bir başlangıcı olduğunu gösteriyor. Sonradan olan her varlığın bir yaratıcısı vardır; sebepsiz netice ve san'atkarsız san'at mümkün değildir. Sebepler ise zincirleme devam edip sonsuza kadar gidemez. Öyleyse durmadan değişen, ezeli olmayıp, sonradan meydana gelen ve bir ilk sebebe muhtaç olan şu madde aleminin de bir muhdisi vardır. O da Allah'dır (c.c.). San'at: Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kainatta, ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kainattaki her eser şu özelliklere sahiptir: • Büyük sanat değeri taşır. • Çok kıymetlidir. • Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır. • Çok sayıda olmaktadır. • Karışık ve çeşit çeşittir. • Devamlıdır. Halbuki, kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar bir araya gelebilir!.. Hikmet ve Gaye: Her varlıkta kendisine mahsus bir gaye, bir fayda ve bir netice takip edildiği göze çarpmakta ve bir zerrede dahi abes, gayesizlik, manasızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşahede edilmemektedir. Halbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanat dünyasında, ne de eşya ve hadiselerde şuur ve idrak mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin.. Öyle ise, kainattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gayeleri ancak Allah'a (c.c.) isnat etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz. Yardımlaşma: Birbirine en yakın olandan en uzak olana kadar, bütün mahlukat birbirlerinin yardımına koşuyor. Aralarında hiç münasebet bulunmayan iki ayrı varlık cinsi, böyle bir yardımlaşmada adeta aynı bütünün parçaları haline gelip birbirini tamamlıyor. Temizlik: Kainattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat'ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgar, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; fezamızda atmosfer, semada kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes'i göstermektedir. Simalar: Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine kat'iyen benzememektedir. Bu kaide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün, milyarlarca resimden ayırmak ve her şeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenab-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilandır. Ruh ve Vicdan: Mahiyetini bilmemekle beraber, varlığından kimsenin şüphe etmediği ruhumuzun ve ona ait fonksiyonların cesedimize hükmediş keyfiyeti de, yine Cenab-ı Hakk'ı bildiren delillerdendir. İnsandaki iç sezişler ve zahiri hiçbir sebep yokken Rab'be dönüşler ve O'na yönelişler ve bu hadiselerin milyonlara ulaşan adette tekrar edilişi, açık bir delildir ki; insanda yaratılıştan var olan ve Hakk'ı bulmanın en mühim vesilelerinden biri durumunda bulunan vicdan, kendi Yaratıcısı'na meftundur ve bütün varlığıyla O'nunla irtibat halindedir. Zaten "Elest Bezmi"nin yanıltmaz şahitlerinden biri de, vicdan değil midir? İşte vicdan, bu şahitliğin hakkına riayet, zaruret ve mecburiyetinin sevkiyle "Allah" demektedir... Fıtrat: Her insanda iyi ve güzele karşı bir sevgi, buna mukabil kötü ve çirkine karşı da bir nefret hissinin varlığı, aksi hiç kimsenin hatırından bile geçmeyecek kadar açık bir realitedir. Bu duygular, ahlaklı davranma ve iyi işler yapma yönündeki meyilleri ve ahlaksızlıktan ve çirkin davranışlardan nefret edip kaçınmayı temin eden yapıları itibariyle delalet etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli emreden ve onu kötülük ve çirkin davranışlardan meneden sistemin sahibi kim ise, kendisine bu duyguları veren de, O Zat'tır. Bu Zat da, hiç şüphesiz Allah'dır (c.c.). Tarih: Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl dahi olsa, hatta bugün bize komik bile gelse, hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. Ayrıca inanmak bir zarurettir; zira o, fıtratta, yani insanın yaradılışında vardır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren Zat'la, bize inanmayı emreden Zat, aynı Zat'tır. Ve O da Allah'dır (c.c.). Kur'an: Kur'an-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın varlığını da ispat eder durumdadır. Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna dair yüzlerce delil vardır ve bunlar, o mevzu ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar mevcuttur. Bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle "Allah vardır" derler. Peygamberler: Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri'nin (s.a.v.) peygamberliğini ispat eden bütün deliller de, yine Cenab-ı Hakk'ı anlatan delillere dahil edilmelidir. Zira Peygamberlerin varlıklarının gayesi, Tevhid; yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini ispat eden bütün delilleri, aynı zamanda, Cenab-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Bir peygamberin hak nebi olduğunu ifade eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle "Allah vardır ve birdir" demektedir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.