Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

burble

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    18
  • Katılım

  • Son Ziyaret

burble tarafından postalanan herşey

  1. burble doğum gününüz kutlu olsun!

  2. __________________________________ "(A.A) - Malatya Valisi Halil İbrahim Daşöz, bir yayın evindeki saldırıda ölen 3 kişiden birinin yabancı uyruklu olduğunu bildirdi. Daşöz, olay yerindeki incelemelerden sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, olayın saat 13.30 sıralarında meydana geldiğini, olay yerine giden polis ekiplerinin içeride 2 ölü ve 1 yaralı ile karşılaştığını, hastaneye kaldırılan yaralının yolda hayatını kaybettiğini söyledi. Camdan aşağıya atlayan Emre Günaydın'ın yaralı olarak hastaneye kaldırıldığını ifade eden Daşöz, öldürülen kişilerin içeride elleri ve bacakları sandalyeye bağlanmış ve boğazları kesilmiş vaziyette görüldüğünü ifade etti. Yayınevinin Zirve Yayıncılık olarak hizmet verdiğini dile getiren Daşöz, olayın oluş nedeniyle ilgili şu anda herhangi bir bilgi veremeyeceklerini, soruşturmanın sürdürüldüğünü kaydetti. Daşöz, yayınevine geçmişte bir saldırı girişiminde bulunulduğunu, buna yönelik önlem alınıp alınmadığının sorulması üzerine, emniyetten koruma talebinin olmadığını ifade etti. Daşöz, içeride İncil olup olmadığı yönündeki soruya ise içeride kitaplarla ilgili ayrıntılı inceleme yapmadığını belirtti. Bu arada, olayda silah kullanılmadığı, saldırının bıçakla yapıldığı bildirildi. Polisin, şüpheli gördüğü 4 kişiyi gözaltına alarak sorgularına başladığı belirtilirken, yaralı olarak Malatya Devlet Hastanesine kaldırılan kişinin adının Emre Günaydın olduğu ifade edildi. Yayınevi ile aynı binada bulunan Cem Vakfının Malatya Şubesi Başkanı Eşref Doğan, gazetecilere yaptığı açıklamada, sözkonusu yere giren çıkan çok sayıda kişinin olduğunu, orada yayıncılık yapıldığını bildiklerini söyledi. Doğan, olayın nasıl meydana geldiğini bilmediklerini, herhangi bir ses duymadıklarını söyledi." __________________________________ Saygılar...
  3. burble

    Malatya'da baskın...

    Haber henüz çok yeni,ayrıntılar ve olayın gelişimini öğrenmeden elbette peşin hükümle bir şeyler yazmak yanlış... Haberi sizlerle paylaşmak istedim; _________________________ Yayınevine kanlı baskın: 4 ölü Malatya'da bir yayınevine düzenlenen saldırıda 4 kişi öldürüldü. Yayınevinin Hıristiyanlıkla ilgili kitaplar bastığı belirtiliyor. Malatya'da bir yayınevinde henüz belirlenemeyen nedenle çıkan olayda 4 kişi öldü. AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Niyazi Mahallesi'nde bir yayınevinde henüz belirlenemeyen nedenle olay çıktı. Olayda 3 kişi öldü. Yaralanıp camdan atlayan bir kişi de hastanede hayatını kaybetti. Olaya karışanlarla ölenlerin kimlik bilgileri henüz tespit edilemedi. Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya ve cumhuriyet savcısı, olay yerinde incelemelerde bulunuyor. ___________________________ Saygılar...
  4. Sayın Trevize, buyrun size mitinge katılacak olanlardan bir kısmı; ADD, Altı Nokta Körler Derneği, Anadolu Kültür Derneği, Ankara Üniversitesi, Ankara Platformu, Ankaralılar Vakfı, Ankara Ticaret Odası, Batı Trakya Türk Birliği Derneği, Büyük Anadolu Kulübü, Çağdaş Eğitimciler Derneği, CUMOK, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Dil Derneği, Emekli Subay Eşleri, Genel-İş, Hacettepe Üniversitesi, Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği, Kırım Geliştirme Vakfı, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Müzik Eğitimcileri Derneği, Opera-Bale Vakfı, Nükleer Tehlikelere Karşı Barış Derneği, Ozanlar Birliği Kültür Derneği, CHP, DSP, BCP, SHP, İP, ANAVATAN, Petrol-İş, Tıp Kurumu, Tüketici Hakları Derneği, Tüm Yargı Mensupları Derneği, Türk Kadınlar Birliği, Türk-İş, Türkiye Barolar Birliği, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği, Türkiye Emekli Subaylar Derneği, Türkiye Gençlik Federasyonu, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı, Türkiye Muharip Gaziler Derneği, Türkiye Ziraatçiler Derneği, Yol-İş Sendikası, Ziraat Mühendisleri Odası, 27 Mayıs Milli Devrim Derneği. --Listeye dikkat ederseniz içlerinde Atatürkçü Düşünce derneği gibi "kamuya yararlı dernek" sıfatına haiz dernekler de var... --Üstelik size yabancı gelmeyecek derneklere de rastlamak mümkün... Saygılar...
  5. Sayın Trevize, aşağıya aktardığım yazı sn.Ufuk Karabulut isimli şahsın konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı makamından aldığı cevaptır; ________________________________________________________ Sayın Ufuk KARABULUT Elektronik posta yoluyla ilettiğiniz,. teröristlerin affedildiği iddiasının doğru olup olmadığının 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Yasası uyarınca bildirilmesi istemini içeren başvurunuz alınmıştır. Anayasa'nın 104. maddesinde "Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak", Cumhurbaşkanı'nın yürütme alanına ilişkin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. Anayasal kuraldan da anlaşılacağı gibi, Cumhurbaşkanı'na özel af yetkisi, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedeniyle sınırlı olarak tanınmıştır. Bir başka deyişle, hükümlünün ceza yargılaması sonunda kesinleşmiş özgürlüğü bağlayıcı cezasının Cumhurbaşkanı'nca hafifletilmesi ya da kaldırılması, cezayı gerektiren suçun niteliğine değil, hükümlünün sağlık durumuna bağlanmıştır. 2659 sayılı Adli Tıp Yasası'nın 16. maddesinde, sürekli hastalık, salatlık ve kocama nedenleriyle belirli kişilerin cezalarının hafifletilmesi ya da kaldırılmasına ilişkin işlemlerin yapılması, Adli Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulu'nun görevleri arasında sayılmıştır. Af konusunda prosedür şöyle işlemektedir: - Hükümlü durumunu ilgili olduğu Cumhuriyet Başsavcılığı'nı bildirmektedir. Cumhuriyet Başsavcılığı hükümlüyü bir sağlık kuruluşuna sevketmektedir. -Hükümlünün hastalık, sakatlık ve kocama durumu, gerektiğinde uzun süreli gözleme ve inceleme evresinin ardından, yetkili sağlık kuruluşu raporuyla saptanmaktadır. Sağlık kurulu raporu, Adli Tıp kurumu Üçüncü İhtisas Kurulu'na gönderilmektedir. Adli Tıp Kurulu, sağlık kurulunun, hükümlünün sağlık durumuyla ilgili bilimsel ve teknik görüşünü içeren raporuna dayanarak ve uzun incelemeden sonra, raporda belirtilen hastalık, sakatlık ve kocama durumunun Anayasa'nın 104. maddesinde sözü edilen "sürekli" hastalık, sakatlık ve kocama durumuna girip girmediğine karar vermektedir. -Adli Tıp Kurulu'nun raporu Adalet Bakanlığı'na gönderilmektedir. Dosya, Bakanlıkça incelenip tekemmül ettiği anlaşıldıktan sonra Sayın Cumhurbaşkanımıza sunulmak üzere Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'ne iletilmektedir. -Dosyanın hazırlanması sürecinde, kurallar uyarınca Sayın Cumhurbaşkanımızın hiçbir etkisi, karışması ve yönlendirmesi olmamaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımız, bu aşamaların bitirildiğinin Adalet Bakanlığı'nca belirlenip,dosyanın bir yazıyla Cumhurbaşkanlığı'na iletilmesinden sonra; -Suçun niteliğinde bir ayrım yapmadan, -Adli Tıp Kurulu kararına dayanarak, -Hükümlünün sağlık durumunu ve Anayasa koyucunun amacını gözeterek, tümüyle nesnel bir yaklaşımla, cezanın hafifletilmesi ya da kaldırılması yetkisini kullanmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın af yetkisini kullanırken amacı, insancıl bir yaklaşımla, yaşamını hapishane koşullarında tek başına, yardım olmaksızın sürdüremeyecek kadar hasta, sakat ya da kocamış olanların yaşamlarını sürdürebilecekleri ortama kavuşturulmasıdır. Adli Tıp Kurumu 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Yasası uyarınca Adalet Bakanlığı'na bağlı bir kurumdur. Bu Kurum'un işleyişi ile ilgili konular Adalet Bakanlığı'nın yetkisindedir. 4982 sayılı Yasa uyarınca bilginizi rica ederim. Genel Sekreter Adına H.Bülent SERİM Genel Sekreter Yardımcısı __________________________________________________________ Sayın Trevize, sanıyorum bu cevap da sizin için yeterli değil... Siz demek istiyorsunuz ki(rakamlar bence farklı olabilir); "269 kişiden 260'ına onay verilmiş de kalan 9 kişiye neden onay verilmemiş, demek ki takdir hakkı var,terör suçundan gelen hükümlüleri de pekala affetmeyebilir." Cumhurbaşkanı'nın kimleri affettiğine ilişkin bilgi ve istatiksel veriler belirli basın organlarında mevcut gibi görünüyor,ama kimleri neden affetmediğini de yazarlarsa biz de seviniriz.Ya da sizin bu tür basın organlarına bunu sormanızın şansı varsa sorabilirsiniz.Ayrıca bu sorunuzu 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkında Kanun gereği Cumhurbaşkanlığı makamına elektronik posta ya da bir dilekçe ile de sorabilirsiniz.Cevaptan bizi de haberdar ederseniz sevinirim... Saygılar...
  6. Anayasa`nın 104. Maddesi : D. Görev ve Yetkileri Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Bu amaçlarla Anayasanın ilgili Maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır: A) Yasama İle İlgili Olanlar : ------------------ Yürütme Alanına İlişkin Olanlar : ------------------ -Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,.................. --Madde başlığında görüleceği üzere görev ve yetkiden bahsedilmektedir.Hukukta “görev” kavramı “yetki” yi de beraberinde getirir.Görevliyseniz aynı zamanda “görevlendiren tarafından” da yetkiyle donatılmanız gerekir.Söz konusu maddede de Cumhurbaşkanı belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ya da kaldırmakla görevlendirilmiştir.Ve elbette ki bu göreviyle ilgili Anayasa tarafından yetkilendirilmiştir. --Ancak bu yetkinin sınırları da yine aynı maddede sayılmıştır; 1-Sürekli hastalık 2-Sakatlık 3-Kocama. Bunların dışında herhangi bir sebeple Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanamaz.Cezasının bitimine bir-bir buçuk yıl kalmış bir bayan mahkumun “üniversiteden burslu okuma kazandığı ve bu nedenle affını talep ettiği” örneğinde olduğu gibi… Toplumsal vicdanda belki de yerini bulmuş bu insani talep maalesef Cumhurbaşkanı tarafından reddedilmek zorunda kalmıştır. Çünkü görev ve yetkisi Anayasa tarafından kesinkes belirlenmiş ve genişletici bir yoruma imkan vermemiştir. -- Aynı zamanda; Cumhurbaşkanı’nın bir hükümlünün ceza yargılaması sonundaki kesinleşmiş özgürlüğü bağlayıcı cezasını hafifletmesi ya da kaldırması, cezayı gerektiren suçun niteliğine ya da hükümlünün politik görüşüne değil, hükümlünün sağlık durumuna bağlı tutulmuştur. --Ama siz derseniz “Cumhurbaşkanı hep belirli görüşteki insanları affediyor, affettikleri yarın öbür gün tekrar karşımıza terörist olarak çıkıyor” diye, ben de size derim ki; --Cumhurbaşkanı göreve geldiği Mayıs 2000 tarihinden hemen öncesinde yaşanılan ölüm oruçları ve beraberinde düzenlenen “hayata dönüş operasyonu” sürecine tekrar bakmak lazım. O süreçte yaşanılan açlık grevlerinden,ölüm oruçlarından kaç kişi sakat kalmış kaç kişi “wernicke korsakoff “ olarak adlandırılan “sürekli hastalık” a yakalanmış. Bakın burada hükümlünün hüküm giydiği suçtan ya da hükümlünün kimliğinden bahsetmiyoruz. Hükümlünün yakalandığı hastalıktan bahsediyoruz.Cumhurbaşkanı’nı da ilgilendirmesi gereken nokta budur. Diğer Cumhurbaşkanları da aynı süreci yaşamış olsalardı onlar da aynı şeyi yapmak zorunda kalacaklardı. Sizlere birkaç rakam vermek belki tabloyu daha bir netleştirecektir;(Kaynak vikipedi, sadece bu yazı için gerekli olanlar alıntılanmıştır.) -- ‘Hayata Dönüş’ Operasyonu'nun 2000-2001 Bilançosu: Operasyon Düzenlenen Cezaevi Sayısı: 20 Hastaneye kaldırılan yaralı Tutuklu-Hükümlü: 237 Bakırköy Kadın Ve Çocuk Tutukevine Sevkler: 45 Açlık grevi süren cezaevi: 41 Operasyon öncesi ölüm orucunda olanlar: 259 Operasyondan sonra ölüm orucunu sürdürenler: 357 Açlık Grevini Sürdürenler: 1656 --Kanun gereği (2659 sayılı Adli Tıp Yasası'nın 16. maddesi) sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedenleriyle belirli kişilerin cezalarının hafifletilmesi ya da kaldırılmasına ilişkin işlemlerin yapılması, Adli Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulu'nun görevleri arasında sayılmıştır. --Hükümlülerin hastalık, sakatlık ve kocama durumu önce bir yetkili sağlık kuruluşu raporuyla saptanmakta; sonra Adli Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulu, sağlık kuruluşunun, hükümlünün sağlık durumuyla ilgili bilimsel ve teknik görüşünü içeren raporuna dayanarak, raporda belirtilen hastalık, sakatlık ve kocama durumunun Anayasanın 104. maddesinde sözü edilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama durumuna girip girmediğine karar vermektedir. --Cumhurbaşkanı da bu aşamaların bitirildiğinin, Adalet Bakanlığı'nca belirlenip, konunun bir yazıyla Cumhurbaşkanlığı'na iletilmesinden sonra; - Suçun niteliğinde bir ayrım yapmadan, - Adli Tıp Kurumu kararına dayanarak, - Hükümlünün sağlık durumunu ve Anayasa koyucunun amacını gözeterek, cezanın hafifletilmesi ya da kaldırılması yetkisini kullanmaktadır. --Cumhurbaşkanı’nın af yetkisini kullandığı hükümlülerin yarın öbür gün tekrar terör ya da başkaca bir yasadışı faaliyete girişmiş olmasına gelince ; Kimse kimsenin geleceğine ambargo koyamaz, bu Cumhurbaşkanı’nın dahi görev ve yetkileri arasında değildir,hükümlü af ilanından sonra kendi inisiyatifini kullanır.Cezaevi sonrası şahsın faaliyetlerini takip etmek, onu kollamak,gözetmek kolluk kuvvetlerinin ve istihbarat birimlerinin görevidir. Saygılar...
  7. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kuruluşu, ilk Tüzüğü'nün onandığının, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Dairesi Başkanlığı'nın 30.11.1989 günlü, 06-35-170 /320663 sayılı yazılı bildirimiyle gerçekleşmiştir. --Yani dernek yaklaşık 18 senedir aynı ismi kullanmaktadır.Bir de o zaman yürürlükte olan 6.10.1983 tarihli ve 2908 sayılı Dernekler Kanunu’nun “İzne tabi dernek adları” başlığıyla düzenlenmiş ilgili maddesine bakalım; Madde 65 - Dernekler adlarında; Türk, Türkiye, Milli, Cumhuriyet, Atatürk, Mustafa Kemal kelimeleri ile bunların baş ve sonlarına getirilen eklerle teşkil edilecek kelimeleri Bakanlar Kurulu kararı ile kullanabilirler. --Demek ki dernek ismi için o zamanlar Bakanlar Kurulu kararı gerekliymiş.Bu konuda derneğin herhangi bir girişimi olmuş mu olmamış mı bilmiyorum.2007 Mart sonunda ilgili derneğe gönderilen beş müfettiş derneğe ilişkin denetimlerini tamamladılar mı onu da bilmiyorum, ama şunu çok iyi biliyorum ki; Atatürkçü Düşünce Derneği, 16.04.1993 günlü,21554 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu'nun 28.03.1993 günlü, 93/4239 sayılı kararıyla “Kamu Yararına Çalışan Dernekler” arasına alınmıştır. --Peki o zamanki Bakanlar Kurulu söz konusu derneği “Kamu Yararına Çalışan Dernekler” arasına alırken böylesi önemli bir eksikliği nasıl göz ardı etmiş?Bakanlar Kurulu’nun önüne 1989 yılında kurulmuş ve adının başında “Atatürkçü” ibaresi olan bir derneğin başvurusu 1993 yılında geliyor ve araştırma yapılmadan dernek “Kamu Yararına Çalışan Dernek” ler kervanına mı katılıyor? Her şeyi hukukun formel ve dar yorumlarına bırakırsak söz konusu derneğin adındaki “Atatürkçü” ibaresinin de “korsan” olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.Ama aşağıya çıkaracağım şartlara bir bakarsanız bunun hiç de kolay olmadığını göreceksiniz; (Söz konusu karar eski dernekler kanuna dayandığı için madde numaraları ve bir kısım ayrıntılar elbette ki değişiktir.) Kamu yararına çalışma niteliği Madde 58 - Bir derneğin kamu yararına çalışan derneklerden sayılabilmesi için; 1. Derneğin en az bir yıldan beri faaliyette bulunması, 2. Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için giriştiği faaliyetlerin ülke çapında yararlı sonuçlar verecek nitelik ve ölçüde olması, Şarttır. Kamu yararına çalışan dernek sayılma Madde 59 - Bir derneğin kamu yararına çalışan derneklerden sayılması, ilgili bakanlıkların görüşü alınarak, İçişleri Bakanlığının önerisi, Danıştay İdari İşler Kurulunun kararı ve Bakanlar Kurulunun onayına bağlıdır. Bu konuya ilişkin dosya İçişleri Bakanlığınca hazırlanır… --Şimdi,böylesi zor bir prosedürü gerçekleştirmiş ve kamu yararına çalışan bir dernek sıfatına haiz olabilmiş bir derneğe halen daha “sizin isminiz korsan”,”siz yasadışı bir oluşumsunuz” gibi iddialarla yaklaşmak abesle iştigalin tam adı değil midir? --Başkası da size der ki dernek isimleri ile uğraşacağınıza koskoca Türk Telekom’u elin Lübnanlısına sattınız da adını değiştirmek aklınıza gelmedi mi? Hepimizin muhtemelen ayda en az bir faturasını ödediğimiz şirket Türklerin midir? Ama adı Türk Telekom.Kredilerini kullandığımız pek çok banka Türklerin mi? Ama biz hala öyle biliyoruz… --Üstelik 04/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı yeni Dernekler Kanunu’nun söz konusu dernek adlarına ilişkin düzenlemesi de şöyledir; MADDE 28 - Dernek adlarında; Türk, Türkiye, Milli, Cumhuriyet, Atatürk, Mustafa Kemal kelimeleri ile bunların baş ve sonlarına getirilen eklerle oluşturulan kelimeler İçişleri Bakanlığının izni ile kullanılabilir. --Yeni kanun işi daha da bir kolaylaştırmış,icazet veren makam Bakanlar Kurulu olmaktan çıkarılmış onun yerine İçişleri Bakanlığı işaret edilmiştir. --Gelelim Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bağışlara; Öncelikle isterseniz Atatürkçü Düşünce Derneği’nin yasal olarak kabul görmüş dernek tüzüğünün bizi ilgilendiren kısmına bakalım, Bölüm V Genel Kurallar Derneğin Gelirleri MADDE 24. Derneğin gelir kaynakları şunlardır a )… b )… c )… d) Yürürlükteki mevzuata uygun olarak alınacak ve toplanacak bağışlar ve gelirler, e) Devletten, kamu hukuku ve özel hukuk tüzel kişilerinden alınacak yardımlar. --Yani buna göre Cumhurbaşkanı’nın ilgili derneğe yardım ya da bağış yapmasının herhangi bir yasal sakıncası yoktur ama siz ille de “bir Cumhurbaşkanı ‘ismi’ yasal şaibe altında olan bir derneğe nasıl yardım yapar” derseniz hala, demek ki yukarıda yazdıklarımız konusunda anlaşamamışız demektir ya da konuya ilişkin sizin getireceğiniz argümanlar farklı demektir. --Cumhurbaşkanlığı bütçesinden başta ADD olmak üzere çeşitli dernek, kurum ve kuruluşlara aktarılan paralar, “Kar amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferler” başlığı altında toplanıyormuş.Siz ne yazmasını isterdiniz,“Gemi alması için bizim oğlana yapılan transferler” olabilir mi mesela? --Bir yazar da diyor ki “Oysa Cumhurbaşkanı Sezer, Anadolu'da Türkiye'nin kalkınmasına önemli katkılarda bulunan üretime dayalı derneklere, özgürlükleri ve insan haklarını savunan sivil toplum örgütlerine aynı yakın ilgiyi pek göstermedi.” Unutmayalım ki bu tür yerlere her yıl Cumhurbaşkanlığı bütçesinden 800-900 bin YTL. para aktarılmaktadır ve bahsettiğiniz kalkınma ve üretime dayalı dernekleri desteklemesi gereken de ilgili bakanlıkların bütçesidir. Bahsi geçen derneklerin de çoğu kooperatifleşmiştir.”Kümes hayvanları yetiştirmeciliğini geliştirme derneği” diye dernek kuranların horoz dövüştürüp kumar oynadıklarına hepimiz şahit olduk. --Her şeyi bir kenara bıraksak bile tüm bu iddiaların ve iki yılda bir yapılması gereken müfettiş incelemesinin tam da söz konusu derneğin diğer pek çok sivil toplum kuruluşuyla birlikte yurt çapında bir miting düzenleyeceği sırada ön plana çıkarılmasını manidar bulmuyor musunuz? Saygılarımla…
  8. Sayın Tengeriin boşig, projenizle ilgili olarak yapabileceklerim konusunda size bir özel mesaj gönderdim, umarım haberleşiriz... Ayrıca buraya (medyatikliği bazen insanı rahatsız etse de) Hıncal Uluç'un eski bir yazısını aktarıyorum; "Bizimkiler harikaydı!..” "Nasıl buldunuz Hıncal Bey" dedi, atv kamerası bana bakarken, sevgili kardeşim.. "Nasıl bulabilirim ki?" dedim.. "Bunlar bizimkiler!.." Hem de nasıl bizimkiler.. Az önce Laparise oynamışlar.. Ubıhların dansı bu.. Tüm çocukluğum bu dansların arasında geçti.. Manyas'ın Çavuşköy'ü, Ubıh Çerkezlerinin yerleştiği dünya şirini bir köy, Kocaçay kıyısında.. Babamın dedesi gelmiş yerleşmiş.. Yaz gelince babaanneme giderdik, tatil boyu.. Ne şenlikler olurdu köyde.. Bizim köylerde kaç, göç yoktur.. Sıkma baş da yoktur.. Mısır ayıklama gecelerine bayılırdım en çok.. Tarladan toplanan mısırlar, babaannemin bahçesine bir küçük dağ gibi yığılırdı.. Etrafına halka olur otururduk. Halkanın yarısı köyün delikanlıları.. Öbür yarısı kızlar. Başlardı şarkılarla, türkülerle mısır soyma.. Yığından bir mısır alırsınız, kabuklarını soyar arkanıza atarsınız. Mısırı da büyük hasır sepete.. Saatler ilerledikçe mısır dağı erir.. Öbür tarafı görmeye başlarsınız.. Kızları.. Kızlar da sizi.. Gözlerle flört başlar.. Herkes yavuklusu ile.. Mısır bitince danslar başlar, sabaha kadar.. İşte bu Çerkez dansları.. Bir de Çerkez düğünleri olurdu, bizim köyde.. Komşu köylerde.. Onlara giderdik.. Asıl harika danslar düğünlerde olurdu.. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk herkes oynardı Laparise dansını.. Ubıhlar, Karadeniz kıyısında yaşayan Çerkezler.. Ubıh, zaten dudak ve kıyı sözcüklerinin birleşmesinden oluşurmuş.. Sahilde yaşayanlar anlamına.. Daha hareketli, daha kıvrak oluşu ile ayrılıyor öteki Çerkez kabilelerinin danslarından. Kıyafetler de farklı.. Bugünkü Laz geleneksel kıyafet ve danslarında bizim Karadeniz Çerkesleri'nin büyük etkileri var, dansı görünce anlıyorsunuz, zaten.. Kabardinka Rus Devlet Kafkas Halk Dansları Topluluğu yapıyor gösteriyi.. Dünya çapında bir ekip bu.. 420 yıl önce kurulmuş. 65 yıldır dünyayı dolaşıyor ve Çerkez kültürünü sergiliyor. 72 ülkede gösteri yapmışlar. Bu ülkelerin çoğunda seyirci olarak kendi kardeşlerini bulmuşlar. Büyük göçle dünyaya yayılmış Çerkezler.. Bugün dünyanın 55 ayrı ülkesinde yaşıyorlar.. Çerkez danslarının güzelliği, belki de kadın erkek çelişkisini, harika bir uyumda özümlemesinden.. Şimdi ne demek bu.. Danslarda kadın hareketleri, belki başka hiçbir halk dansında görülmedik ölçüde zariftir. Adım attığını fark etmezsiniz kızların.. Kayarlar adeta sahnede.. Yumuşacık.. Kıyafetler alabildiğine kadın güzelliğidir. Erkekleri ise tam erkektir. Savaşçı kılıkları içinde müthiş maçodur erkek adımları ve hareketleri.. Olabildiğince sert.. Dans işte taban tabana zıt bu iki koreografinin uyumudur.. En zarif ve en yumuşak ile en sert ve en maçonun uyumu.. Çerkez yaşam tarzıdır dansın anlattığı zaten.. Çerkez ailesinin yaşam felsefesi.. Nasıl coştum izlerken Kabardinka'yı.. Kan çekiyor. Nasıl coşmazsınız?.. Ve de nasıl duygulandım.. Gözlerim yaşlı.. O köy gecelerini, köy düğünlerini ve bugün artık anılarda kalan sevdiklerimi.. Babaannemi.. Babamı.. Büyük halalarımı.. Ne güzel günlerdi o günler.. Ne güzeldi çocukluğum!.. Sabah Gazetesi, 05 Ağustos 1998 Hıncal ULUÇ -------------------- Selamlar,saygılar...
  9. Sayın aslan34, keşke dediğiniz gibi olsaydı da o rüyalar aleminden hiç uyanmasaydım.Ama ben "Polyanna"yı okuyalı çok oldu. Sizin deyiminizle bizim oluşturduğumuz rüyalar alemi buysa şayet Polyanna daha onbeşine gelmeden kötü yola düşerdi. Ve de böylesine yaşadığımız realiteye rüyalar alemi değil olsa olsa kabus denir. Bu ülkeye kabus yaşatanların arasında da öncelikle sözkonusu gazetenin yeşil sermayeci sözümona yazarları vardır. Saygılar...
  10. Önce şahsın (Dilipak) yazdığı cümleyi Türkçeleştirelim isterseniz; "Cesaretlerini sergilerken yüzleri,çehreleri dökülüyor paçalarından" diyor. "Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler" lafı ise zamanında sadrazamlık yapmış Koca Ragıp Mehmet Paşa'ya aittir.Onu da şöyle açalım; "Çingenenin cesur olanı cesaret sergilerken kendi yaptığı hırsızlıktan bahseder". Kıpti kelimesi bazı dilbilimcilere göre "Mısırlı,Mısırdan olan" anlamına gelse de zamanla dilimize "Çingene" olarak yerleşmiştir. Bu ülkede doların yeşilini altlarına seccade yapan sinsi ******* sağa sola sataşmadan önce, aynanın karşısında uzunca bir süre kalmalarında yarar var diye düşünüyorum. Yavuz hırsız ev sahibini bastırmasın... Saygılar...
  11. Bu şahsın (Dilipak) ne selamına ne de duasına ihtiyacımız yok... Bir gazeteci kelam ederken önce aynaya bir bakmalı,kendi gazetesine,diğer mesai arkadaşı olan sözümona gazeteci arkadaşlarına,gazete sahiplerine... Vakit gazetesinde yazılanların "düşünceyi serbestçe açıklamak" düsturuna bağlayanların ise insanlık ve düşünce tarihine tekrar bir gözatmalarını tavsiye ederim... Saygılar... Şahıs (Dilipak) yazısında diyor ki: " Şecaat arz edeyim derken nâsiyeleri dökülüyor paçalarından.. İbretlik hadiseler yaşanıyor.. Tabii anlayana.." Ben de bir kelam edeyim kendisine: Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş... Tabii anlayana... Saygılar...
  12. burble

    Hec beyle olur?!

    Yerel seçimlerde elbette belirttiğiniz gibi farklı kaygılarla gidiliyor seçim sandığına, ancak önümüzdeki seçim yerel değil genel seçim... Bir önceki yerel seçimler Mart 2004'te yapıldığına göre 2009 Mart'ına kadar vaktimiz var demektir. Saygılar...
  13. Dikkat ırkçı var! 'Kürtler doğurmasın, mülk edinmesin, üniversiteye alınmasın. Memurlar Türk soylu olsun. Aşağı ırkın görevi üstün ırkı eğlendirmektir. Biz üstünüz!' 18/02/2007 Radikal Gazetesi İSMAİL SAYMAZ İSTANBUL - Türkleri 'üstün' sayıyor, Türk olmayanların üniversiteye gitmemesini, mülk edinmemesini istiyorlar. 'Kürt nüfus artışı durdurulsun' diyorlar. Avrupalı ırkçı gruplarla 'enternasyonal birlik' kurmayı düşünüyorlar. İzmir'de kurulan Türkçü Toplumcu Budun Derneği (TTBD) bu görüşleri savunuyor. Yalnız da değiller. İstanbul'daki Elbirliği Derneği, Ankara'daki İlteriş dergisi de eylemleriyle, yazılarıyla Kürtlere karşı olduğunu belirtiyor. Bu üç oluşumun benzerlikleri Kürt karşıtlığıyla sınırlı değil: Üçü de şamanizme yakın ve laik olduklarını söylüyor, Atatürk'e 'Başbuğ' diyor. Hatta, 'ırk' kelimesi Arapça diye kendilerine 'soycu' diyorlar. 'Türkler çocuk yapsın' TTBD'nin başkanlığını 41 yaşındaki Cenk Tozkoparan, yapıyor. 9 Eylül Üniversitesi Muhasebe Yüksek Okulu mezunu Tozkoparan, şamanist olduğunu söylüyor. Laik olarak nitelendirdiği dernekte tek başbuğ olarak Atatürk'ü görüyorlar. Eski MHP'li Tozkoparan'ın TTBD'si İzmir'de başlattığı 'Kürt Nüfus Artışı Durdurulsun' kampanyasıyla biliniyor. Kampanya Çağdaş Hukukçular Derneği'nin (ÇHD) şikayeti üzerine durdurulmuştu. Tozkoparan, 'Türkler Çocuk Yapsın' kampanyası başlattıklarını belirtiyor: "Kürt nüfus artışının makul düzeye çekilebilmesi için tüm İzmir'de çalışmalar sürüyor. Türklerin çocuk yapması için de kampanya başlattık. Beyaz ırkın üremesini istiyoruz. Orta Anadolu'da araştırdık; iki-üç ortalamayla çocuk yapılıyor. Bunun artırıp Kürtlerinkini durdurmak lazım. Yoksa çok kötü..." 'Kürtler etnik tehlike' Tozkoparan'ın iddiasına göre, Kürtler geldikleri İzmir'de rahatsızlık yaratıyor: "Bizim çıkışımız kimi olayları önledi. Biz kanunlar çerçevesinde konuşuyoruz. Eskiden Karşıyaka'da kapı pencere açıktı. Kapkaçlar arttı. Şimdi ne hale geldik. Tamam, Türkler de suç işleyebilir ama istatistiklere bakın. Bu nüfus artışının durdurulması lazım." Tozkoparan, nüfus artışının durdurulmasını istediği Kürtler veya diğer etnik kökenlerden insanları üye kabul etmediklerini belirtiyor: "Zaten Kürtler de gelmiyor. Ama bazı karışık durumlar varmış, bir tarafı, anneleri Kürt olan. O sorun çok özel, çözebiliriz. Ama Kürtlerin dışında etnik tehlike görmüyoruz." Parti kurmayı düşünüyor Tozkoparan, ırkçılığın evrensel bir mesajının olduğunu, Avrupa'daki kimi ırkçı örgütlerle 'enternasyonal' bir ırkçı birliktelik düşündüklerini söylüyor. MHP'yi İslamcı olarak görüyor. Merkezi İzmir'de yer alan TTBD'nin İstanbul, Ankara, Adana ve Mersin gibi illerde temsilcileri var. TTBD, 'Buduncu Gelecek' adlı ırkçı parti kurmayı planlıyor. İlteriş'in derin anlamı İlteriş Dergisi, Ankara'da çıkıyor. Dergi, işlemlerini yerine getirmediği gerekçesiyle kapatılan 'İlteriş Türkçü Derneği'nin (İTD) de yayın organlığını yapıyor. Üç yıldır çıkan derginin Editörü Gökhan U., 'ilteriş'in 'ülkeyi, devleti bir araya getiren' anlamındaki eski Türkçe bir kelime olduğunu belirtiyor. 29 yaşındaki Gökhan U., 9 Eylül Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü'-nden mezun olmuş. Kendisi gibi, çoğu üniversiteli ya da mezunu olan dergi yandaşları, kendilerine 'ırkçı' değil, 'soycu' sıfatını yakıştırıyor. Gökhan U., bu yakıştırmayı şöyle açıklıyor: "Irk, Arapça bir kelime. Biz bu yüzden öztürkçe olan 'soycu'yu kullanıyoruz." Göktanrının kırbacı Gökhan U.'ya göre, 'soycular' aşağı ırk ve üstün ırk tanımlarını kullanıyor. Türkler, 'göktanrının kırbacı ve üstün' olarak adlandırılıyor. 'Türk' olmayanlar ve bilhassa Kürtler ise 'aşağı ırkı' oluşturuyor: "Türk olmayanlar bizim içimizde olamaz. Bir insan her şeyi değiştirir, ırkını değiştiremez. Bu, kanla ilgili mesele. İnsanın, kendisini Türk hissetmesi kabul edilemez. Ya Türksünüz ya değilsiniz. Bu ülkede kurucu unsur Türklerdir. Kurucu olduğumuz için üstünüz. Türk olmayanlarla birlikte yaşayabiliriz ama üstünlüğümüzü kabul ettikleri takdirde." Gökhan U.'ya göre, soycular Türklerin 'fizik olarak da siyasi olarak da üstün olduğunu' kabul ettiği için tüm memurların Türk soylu olması gerek. Türk olmayanlar, mülk edinmemeli, kısıtlı iş alanında çalışmalı. Ayrıca soycular, Türk olmayanların okullar ve üniversitelere girmesine de karşı çıkıyor. Gökhan U., bunu şöyle açıklıyor: "Üniversiteler üstün olana açıktır. Diğerleri üniversiteye girerse bir yerlere gelmeleri mümkün olur." 'Kan temizlenmesi beş nesil' Soycular en sık, 'etnik özürlü' ifadesini kullanıyor. İki ayrı ırktan gelen çiftin çocuklarına 'etnik özürlü' deniyor. Gökhan U., örneğin bir Türk ve Kürt çiftin çocuklarının 'üstünlerle' eşit olamayacağını söylüyor: "Bu ülkeyi biz yönetsek etnik özürlüler de haklardan mahrum kalacak. Onların kanının temizlenmesi için beş nesil geçmesi gerekir. Beş nesil Türklerle evlilik yapılırsa kanı temizlenir." Soycular günlük yaşamlarını da 'soy' esasına göre düzenliyor: Örneğin, bir Kürtten alışveriş yapmıyor, bir Lazın kafesine oturmuyor. Başka halktan biriyle yapılacak birlikteliği tek şartla mümkün görüyor: "Aşağı ırkın özelliğidir, üstün ırkı eğlendirir. Onlarla günlük ilişki kurulabilir ama çocuk yapılamaz. Bu, kanı bozar." 'İslam, uyuşturuyor' Gökhan U., 'laik' yönetimden yana, türbana karşı olduklarını ve 'İslam'ın Türkleri uyuşturduğunu düşündüklerini' belirtiyor. Gökhan U., 'şaman' olduğunu ama içlerinde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi Türklerin de yer aldığını söylüyor. Soycular ayrıca, 'tek başbuğ' olarak Atatürk'ü tanıyor. Şimdilik sayıları 100'ü bulan soycular, dergi ve internet üzerinde çalışma yürütüyor. Çeşitli illerde, özellikle üniversite öğrencileri üzerinde temsilcilikleri var. 'Dünya Türk Olsun' (DTO) yazıları ile bilinen ve internet üzerinden yayılan ırkçı grubun bir bölümü de soyculara katılmış. Gökhan U.'ya göre, soycular kesinlikle yasal sınırlar içinde davranıyor: "Çünkü Anayasa'ya aykırı hareket Türkçülüğe yakışmaz!" Irkçı elbirliği Diğer ırkçı yapılanma da İstanbul'da kurulan Elbirliği Derneği (ED). Adı, bir yardımlaşma derneğini andıran ED'nin tek şubesi de Tarsus'ta açılmış. Hakan Yeniay'ın başkanlığını yaptığı, daha çok üniversitelilerin geldiği dernekte 'akademik' çalışmalar yapılıyor. Örneğin, 'Kazak, Özbek ve Türkiye Türkçesi'nin Doğru Kullanımı' eğitimleri veriliyor, 'Orkun Abacası' (alfebe) öğretiliyor, 'Türkçüler Kurultayı' düzenliyor, ırkçı Hüseyin Nihal Atsız'ı anma toplantıları yapıyor, 'Bozkurt' adlı bir dergi yayımlıyor. Derneğin başkanı Hakan Yeniay, Radikal'in not bırakmasına rağmen aramadı. Bir dernek yetkilisi, ED'nin Türkçü bir dernek olduğunu, Türk olmayanların derneğe neden kabul edilmediğini, "Onlar Ülkü Ocağı'na gider, bize niye gelsinler" diye açıklıyor. Türkçü sosyalistler! Üç ırkçı örgütün yanı sıra internet üzerinden de ırkçı örgütler çalışma yürütüyor. Bunlardan bazıları şöyle: Türk Diriliş Birliği (TDB): Söylemi MHP ve BBP'ye daha yakın. TDB Terörle Mücadele adlı silahlı bir birimlerinin olduğunu belirtiyorlar. Türkçü Toplumcu Yol: Tatar sosyalist Sultan Galiyef'çi grup. Kendisini Türkçü sosyalist olarak tanımlıyor. Öztürkler: Ülkücü mafya Sedat Peker'in kurduğu internet sitesi. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------ "Bu ülkede ırkçılık yok" demeyi elbette hepimiz gönül rahatlığıyla söylemek isteriz ama maalesef yukarıya kopya ettiğim gazete yazısını okuyunca ve akabinde etrafımıza adamakıllı bir bakınca bu söylemin havada kalacağı gün gibi ortada... Saygılar...
  14. Arkadaşlar "biko" arkadaşımızın son yazdıklarına ilişkin bazı açıklamalar ve eklemeler yapmayı naçizane uygun gördüm, çünkü bir hukukçu gözüyle yazılanların yanlış anlaşıldığı kanaatindeyim. Bahse konu edinilen metnin ilk paragrafı savcılık makamının iddianamesine mesnet teşkil eden yani ceza davasına konu olduğu iddia edilen ve davalıya (Hrant Dink) ait yazıdır. İkinci paragraf ise mahkemenin sözkonusu yazıda iddianamede belirtilen suçun oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin olarak mahkemece belirlenen üç kişilik bilirkişi heyetinin raporudur. Bu raporun altına imza atan bilirkişiler İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı araştırma görevlisi Serdar Talas,Selman Dursun ve Hasan Sınar'dır. Ancak mahkemeler bilirkişi raporu ile bağlı değildir ve davanın 7 aralık 2005'te görülen duruşmasında Şişli 2.Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Metin Aydın, bilirkişi raporunu gözardı ederek,yazının "eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklaması" şeklinde olmadığı gerekçesiyle davalıyı (Hrant Dink) altı ay hapse mahkum etti. Mahkeme aynı kararda hapis cezasını, davalının sabıkasız olması ve ileride suç işlemeyeceği konusunda mahkemede olumlu kanaat bıraktığı gerekçesiyle erteledi. Erteleme kararının verilmiş olması temyize (Yargıtay) gidilmesine bir engel teşkil etmediği gibi davalının süresinde yapılmış şahsi talebine bağlıdır. Hrant Dink süresinde Yargıtay'a temyiz talebinde bulunmuş ve kararın usul ve esastan bozulmasını talep etmişti. Yargıtay Başsavcılığı da Hrant Dink'le aynı düşüncedeydi, Başsavcılık karara karşı hazırladığı temyiz tebligatnamesinde Hrant Dink'in mahkum olmasına sebebiyet veren sözlerin "Türklüğe hakaret" unsuru taşımadığını,aksine "Ermeni diasporasını eleştirdiğini" belirterek verilen altı aylık mahkumiyet kararının usul ve esas açısından bozulmasını istedi. Ancak bilirkişi raporu ve Başsavcılık'ın talebine rağmen Yargıtay 9.Ceza Dairesi bu talebe katılmayarak Hrant Dink'e verilen altı aylık hapis cezasını ve bu cezanın ertelenmesi kararını onadı. Yargıtay Başsavcılığı ise bu talebinde ısrar ederek 6 Haziran 2006'da üst kurula başvurarak itiraz etti, sözkonusu kararın bozulmasını istedi. Başsavcılık'ın bu itirazı üzerine dava,üst kurul sıfatıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na (YCGK) gitti. 11 Temmuz 2006'da 24 üyeyle toplanan YCGK Başsavcılık'ın itirazını değerlendirdi ve itirazı oyçokluğuyla reddetti. 24 üyenin 18'i kararın onanmasını isterken,6 üye ceza kararının bozulmasını istedi. Nihayetinde, Hrant Dink öldürülmeden önce karar kesinleşmiş ve tüm iç-hukuk yollarının tüketilmesiyle de dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşınabilir bir hale gelmişti. Kendisi de öldürülmeden birkaç saat önce (basından takip ettiğim kadarıyla) bir gazeteciye , avukatlarının 17 Ocak 2006 tarihinde AİHM'ne başvurduklarını söylemişti. Yargılama ve karar aşamasını elimden geldiğince açıklamaya çalıştım, işin ilginç tarafı "biko" arkadaşımızın iletisinde belirttiği bilirkişi raporu da malum bazı çevrelerce "davalının savunması" ya da "avukatlarının verdiği savunma" şeklinde algılanmış olacak ki işi bilirkişiler hakkında suç duyurusunda bulunmaya kadar götürmüşlerdi. Kişisel fikrimi de sorarsanız bir hukukçu olarak; Hem bilirkişilerin düzenlediği raporun altına hem de Yargıtay Başsavcılık'ının düzenlediği temyiz talebinin altına can-ı gönülden imzamı atarım. Selamlar, saygılarımla...
  15. burble

    SUÇLU AYAĞA KALK..

    YAPTIĞI TANIKLIK 28 YILDIR PEŞİNDE (19.02.2006 Akşam Gazetesi,Süleyman ARIOĞLU / KIRKLARELİ) İstanbul Üniversitesi’nde 16 Mart 1978’de dönemin en kanlı olaylarından biri yaşandı. Sol görüşlü öğrencilerin üzerine bomba atıldı ve çocuklar silahlarla tarandı. Eczacılık Fakültesi’nde okuyan 7 öğrenci öldü, birçoğu yaralandı. Olay yerinde güvenlik önlemi almaya çalışan polisler, kaçan teroristleri yakalamak için peşlerine düştüklerinde, iddiaya göre bir komiser yardımcısı geri dönmeleri emrini verdi. Öğrencilerin katilleri kaçmayı başardı. Olayın birinci derece görgü tanıklarından bir polis memuru, Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki ifadesinde; saldırganları yakalamalarına komiser yardımcısının engel olduğunu anlattı. O emri verdiği ileri sürülen komiser yardımcısı bugün Kırklareli İl Emniyet Müdürü Reşat Altay. Aleyhine ifade veren polis memuru ise aynı ilde müzikhol ruhsatı almaya çalışan Yahya Gergin. Gergin’in iddiasına göre, Altay, 28 yıl öncesinin kiniyle, Gergin’in ruhsat almasını engelliyor. Gergin, 16 Mart’ı şöyle anlattı: ÇORAPLARIMA KAN BULAŞTI “Üniversitenin önünde 9 memur, 1 komiser muavini görevliydik. Sol görüşlü öğrenciler okuldan çıktı. Merdivenlerde 20-25 kişilik sağcı grup vardı. Bunlar slogan atmaya başladı. Başımızdaki amir olay çıkmasın diye slogan atanları geriye çekmemizi istedi. Öğrencilerle birlikte Süleymaniye istikametine gideceğimiz zaman merdiven başındaki iki görevli arkadaştan biri, arkasından atılan bombayı havada gördü ve ‘bomba!’ diye bağırdı. Bağırışı duyan kendini yere attı. Biz de attık. Üniversite Kütüphanesi’nin oradan silahlar patlamaya başladı. Herkes kaçmaya başladı. Kaçan şahısları kovalamaya başladık. Arkamızdan birisi ‘Gitmeyin, geri gelin’ diye bağırdı. Saldırganlar iki silahı atıp kaçmış. O silahları bulduk ve döndük. Döndüğümde arkamdan bağıranın kim olduğunu sordum; Komiser Muavini Reşat Altay olduğunu söylediler. Altay, Kumkapı Birliği’nin başındaydı. Yaralıların ve ölenlerin taşındığı arabaya bindiğimde çoraplarıma kadar kan bulaştı. Ölenlerin vücutları parçalanmıştı.” HER GECE RÜYAMA GİRİYOR Olayın ardından Sıkıyönetim Mahkemesi’nde ifade verdiğini anlatan Gergin, bu konuyla ilgili bir de 1996’da ifade vermek zorunda kaldığını söyledi. 1996’da olayda ölenlerin arkadaşları 16 Mart Katliamı davasını yeniden açtı. Yahya Gergin’in tanıklık yapması istendi. O günleri hatırlamak bile istemediğini söyleyen Gergin, “Ölen öğrenciler her gece rüyama girdi. Vicdan muhasebemi yaptım. İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gidip, bildiklerimi anlattım” diyor. Tanıklığı sebebiyle sürgün edildiğini, meslekten ihraç edildiğini ve “hayatının mahvolduğunu” söyleyen Gergin, memleketi Kırklareli’nde 2004’te yeni bir sürprizle karşılaştı. Aleyhine tanıklık ettiği Reşat Altay, İl Emniyet Müdürü olarak Kırklareli’ne atandı. Gergin, “Altay tayin olduğunda çiçek yaptırıp hoş geldin demeye gittim. İsmimi söyleyince beni hatırladı. Bana ‘Hakkımda niye şahitlik yaptın’ diye sitem etti” dedi. Gergin 2005’te de, şimdi müzikhol olarak çalıştırmak istediği mekanına oğlu adına ruhsat başvurusunda bulundu. Belediye, yerin asayiş yönünden sakıncalı olması nedeniyle ruhsat vermeye uygun olmadığı cevabını verdi. 16 Mart katliamı ile ilgili ifade veren tek polis memurunun kendisi olduğunu söyleyen Gergin, “Maalesef başıma gelen her şey bu ifadeden dolayı” diyor... BEN KENDİ HAYATIMI ZOR KURTARDIM Emniyet Müdürü Reşat Altay, Gergin’in iddialarının doğru olmadığını söylüyor: “Niyeti nedir bilmiyorum, ama söyledikleri doğru değil. Beni karalamaya çalışıyor. Ruhsatı vermeye yetkili kurum Belediye, ben hangi yetkiyle ruhsat vermeyeceğim ki! Gitsin, yargıda hakkını arasın. 16 Mart’ta ben yeni mezun bir komiser yardımcısıydım. Orada hayatını zor kurtaranlardan biri de bendim. Üstelik olay yerinde onca emniyet amiri, başkomiserler varken, bana mı kalmış ‘bırakın dönün’ demek. Bu iddialar doğru değil. Eğer bu iddia doğru olsaydı soruşturmalarda suçlanırdım.” ---------------------------------------------------------------------------------------------- UMARIM ANKARA GÜNLERİNDE UZUN UZUN YAZAR DA, BİZ DE "REŞAT BEY'İN" ANILARINDAN BİRTAKIM ŞEYLER ÖĞRENİRİZ!..
  16. 1993 yılıydı , okuduğum daha doğrusu okumaya çalıştığım hukuk fakültesinden atılmıştım, yurtdışına giden bir arkadaşımla iletişime girmiş ve oralarda okumanın yollarını araştırmıştım.Plan, proje hazırdı,yurtdışında okuyacaktım. 24 Ocak sabahı Ankara'dan bir okul arkadaşımı aradım, vedalaşacaktım,"ben gidiyorum ,kendine iyi bak " diyecektim... Telefonun ucundaki arkadaşım; "Öğrenci işlerinden seni soruyorlar,nerede bu adam diye"... Okulda sekizinci yılımdı,araya gözaltılar,cezaevi ve birtakım problemler girince okul da böyle çift dikiş gitmişti, öğrenci işleri servisiylede bu sayede haşır neşir olmuştuk. "Neden" dedim arkadaşa "beni çok mu özlemişler". "Ya sen okuldan atılmamışsın,bir yanlışlık olmuş,bir an önce Ankara'ya gel,vizelere hazırlan" deyince arkadaş, sevincimden zıpladım,gittim anneme sarıldım... Ama bu sevincim fazla sürmedi,televizyonu açtığımda Uğur abinin katledildiğini öğrendim. Daha birkaç ay önce Uğur abi okulumuza gelmiş,daha doğrusu kendi okuluna gelmiş,kantinde kahve içerken hukuk fakültesinde öğrenci derneği başkanlığı yaptığı dönemler yaşadıklarını aktarmıştı bize. 24 Ocak günü bu anlamda önemlidir benim için,bir tarafta okula döndüğüm günün sevinci,diğer tarafta Uğur abinin hunharca katledilişinin hüznü ve öfkesi... Seni saygıyla anıyorum Uğur abi...
  17. Güle güle İsmail abi... Kendisi bu ülkede nadiren tanıyabileceğimiz insanlardandı,gerçek bir vatansever ve barışseverdi. Ne garip tesadüftür ki ölüm günü Uğur Mumcu'nun katledildiği güne denk geldi... Her ikisi de rahat uyusun, toprağı bol olsun...
  18. Başlığa -d i n k - yazıyorum ama -****- şeklinde çıkıyor, metindeki -d i n k- ifadelerini -dınk- yapmak zorunda kaldım, ancak başlığı değiştiremedim. Yardım ederseniz sevinirim. Teşekkürler...
  19. burble

    Hrant DİNK öldürüldü...

    Öncelikle haber kanallarından geçilen habere bir gözatalım; -------------------------- Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant DİNK uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant DİNK, 1954 yılında Malatya'da dünyaya geldi. Anne ve babasının 1961 yılında İstanbul'a taşınmalarının ardından boşanmasıyla iki kardeşiyle birlikte Gedikpaşa'daki Ermeni Yetimhanesi'ne yerleştirilen DİNK, bu dönemde, bir süre bazı sol örgütler çizgisinde siyaset yapmaya başladı. Bu dönemde, mahkeme kanalıyla adını ''Fırat'' olarak değiştirdi. DİNK, liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde eğitim gördükten bir süre sonra yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel ile evlendi. Kardeşleriyle birlikte yayın evi ve kırtasiye işiyle uğraşan Hrant DİNK, eşiyle birlikte, kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı'nı yönetmeye başladı. Hrant DİNK, daha sonra Denizli'de kısa dönem olarak askerlik görevini yerine getirdi. Hrant DİNK, 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı çıkan ve Türkçe-Ermenice yayınlanan haftalık Agos gazetesinin kurculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. Gazetedeki bir yazı nedeniyle hakkında ''Türklüğe hakaretten'' dava açılan Hrant DİNK, 6 ay hapis cezası aldı. ---------------------------- Ve şimdi de "Ermeni Konferansı" nda Hrant DİNK'in söylediklerine ilişkin bir eski habere göz atalım; --------------------------- Hırat DİNK`in göz yaşartan sözleri... Ermeni Yazar DİNK, konferansta göz yaşartan bir konuşma yaptı ve `Evet biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var ama almak değil, bu topraklara gömülmek için...` dedi. İstanbul 4. İdare Mahkemesi tarafından durdurulduktan sonra, Adalet Bakanı Cemil Çiçek`in verdiği fikirle önceki gün Bilgi Üniversitesi`nde başlayan Ermeni Konferansı olaysız sona erdi. Günlerdir Türkiye`nin gündemini kirleyen konferansın kapanış gününe Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant DİNK`in konuşması damgasını vurdu. DİNK`in `Ermenilik Halleri` konulu oturumda yaptığı konuşma ayakta alkışlandı, işte konuşmadan satırbaşları: `3 bin yıldan beri bu topraklarda yaşayan, kültür, uygarlık üreten insanları yaşadıkları topraklardan şu veya bu şekilde, şu veya bu nedenle, şu veya bu sonuçla ölenleri, kalanları, dönenleri her neyse... topraklarından koparıp dünyanın dört bir yanına savurdular. Şimdi bu halkın bugüne akan kuşaklarının ruh halini, 90 yıllık kimliğinin cümlesini eğer bu olay, kökten kesiliş dolduruyorsa bunu yok sayamazsınız. Adı bizim için önemli değil, bizim yaşadığımız bu. Bu konferansı Türkiye`nin gerçek anlamda demokratik sürecinin bir parçası sayıyorum, ikincisi, Ermeni dünyası açısından bu konferans çok çok önemli. Çünkü böyle bir konferansın Türkiye`de yapılabilmesi, Türkleri halen bıraktıkları noktada algılayan, hala 1915`te algılayan diasporaya yanıttır. Türkiye değişmez, onlar laf anlamaz, onlarda vicdan yok` diyen diaspora şaşkına dönecek. İşte salonu ağlatan hikaye; Size bir hikaye anlatmak istiyorum. Yıllar evvel Sivas`tan yaşlı bir Türk beni aradı, köylerinde bir Ermeni kadının öldüğünü söyledi. Tehcir sonrası Sivas`tan Fransa`ya gitmiş ama sık sık köyünü ziyaret ediyormuş. 10 dakikada yakınlarını buldum ve durumu anlattım. Kızı bana annesinin zaman zaman Türkiye`ye gelip doğduğu köye gittiğini anlattı. Kızı Sivas`a cenazeyi almaya gitti ve beni telefonla aradı. Ona, `Ne yapacaksın, cenazeyi götürecek misin ?` diye sordum, ağlamaya başladı. `Annem burada kalsın, su sonunda çatlağını buldu` dedi. O günlerde Cumhurbaşkanı Demirel, `Ermenilere 3 çakıl taşı vermeyiz` diye bir laf etmişti. Ben de bu kadının öyküsünü yazdım ve dedim ki; biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var doğru. Ama merak etmeyin, alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için!` ---------------------------- Hrant DİNK bu topraklara mı gömülür bilmem ama, bu tarihsel çatışmanın kanlı çarkını döndürenlerin gizli bilek güreşleri bu güzel ülkenin güzel insanlarını daha bir mutsuz edecektir,buna eminim... Bu cinayetin arkasındaki kara perdeyi kaldırabilecekler mi sizce?.. Saygılar...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.