Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

semihce

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

semihce tarafından postalanan herşey

  1. semihce şurada cevap verdi: karçiçeği_m başlık Şiir Forumu
    işin doğrusu önce sarıyı gördüm, sonra hepsini birden düşe dalmış bebekti gök oyuncağıyla ilerde adamla çocuk yürüyorlardı ikisi de tavşan uykusunda uzaktan yakından ilgileri yoktu gökkuşağıyla yemin ederim içimde bir sıkıntı o günden beri çocuğa yedi rengi bir arada işaret edemediğimden
  2. semihce şurada cevap verdi: karçiçeği_m başlık Şiir Forumu
    Kara gözlerindeki umut Siyah saçları kadar karamsardı ve kadere küsmüştü O, bir kere Sevgiyi öldürdü diye... Sanki ona uzanan ellerde Keskin bir bıçak Ha vurdu ha vuracak Bu, benim karanlıklarım, Bu benim sırlarım diyor hep Bir gün gelecek Şefkatle kollarına saracaklar... Asılsız sevgilerdi onu yıkan aslında Umutları umduğu gibi çıkmamış Beklentileri hep korkuları olmuş Sanki bütün hayatı, Kupkuru bir odadaymış kopamadıklarıyla.. Gülüşleri bir sigara içimi zamanı kadar az Her nefeste biraz daha kısalırken Bütün beklentileri Duman duman uçuyorlardı. Kurallar koymak isterken dostluklarına, Kuralları bozduğunun farkında değildi aslında... Şimdi o gözlerde, Vakitsiz yağan yağmurlar var, Hasat mevsimi bitmiş bahçelere Sağnak sağnak yağacaklar., Belki gönlünde gökkuşağı açacak Ama, altından çocuklar geçmeyecekler. Su yerine zehir akacak ırmaklarından, Hiç kimse içmeyecek... ya Ben, Şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde, Üzümlerim gazap üzümü Şaraplarımsa gözyaşları... Sen güz güneşinde, sanki kanadı kırık bir kuş, Konmuştu bahçeme, Ona şefkatle eğilirken Pır diye uçtu birden Kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik, ve inancımla birlikte.
  3. semihce şurada cevap verdi: karçiçeği_m başlık Şiir Forumu
    Vakit tamam, seni terk ediyorum Bütün alışkanlıklardan öteye Yorumsuz bir hayatı seçiyorum Doymadım inan, kanmadım sevgiye. Korkulu geceleri sayar gibi Birdenbire bir yıldız kayar gibi Ellerim kurtulacak ellerinden Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi. Aşk sabitti gülse hiç dermedik Bul kendine kuytularda hadi dal Seninle bir bütün olabilirdik Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal Hoşçakal canımın içi, hoşçakal Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal. Vakit tamam seni terk ediyorum Bu incecik bir veda havasıdır Parmak uçlarına değen sıcaklık İncinen bir hayatın yarasıdır. Kalacak tüm izlerin hayatımda Gözümden bir damla yaş aktığında Bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan Kan tarlası gelincik şafağında. Ölümse korktum savaşsa hep kaçtım Vur kendini korkularda hadi al Sen bir suydun sen bir ilaçtın Hoşçakal canımın içi, hoşçakal Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal. ---- Bir Veda Havası Vakit tamam, seni terk ediyorum. Bütün alışkanlıklardan öteye... Yorumsuz bir hayatı seçiyorum. Doymadım inan, kanmadım sevgine. Korkulu geceleri sayar gibi, Birden bire bir yıldız kayar gibi, Ellerim kurtulacak ellerinden Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi. Aşk sabittir gülse hiç dermedik Bul kendini kuytularda hadi dal Sen bir suydun, sen bir ilaçtın. Hoşçakal iki gözüm hoşçakal. Vakit tamam seni terk ediyorum Bu incecik bir veda havasıdır Parmak uçlarına değen sıcaklık İncinen bir hayatın yarasıdır Kalacak tüm izlerin hayatımda Gözümden bir damla yaş aktığında Bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan Kan tarlası gelincik şafağında Ölümse korktum savaşsa hep kaçtım Vur kendini korkularda hadi al Seninle bir bütün olabilirdik Hoşçakal iki gözüm hoşçakal
  4. Bir “izin” kavramı olmalı yaşamda da. Ara verip nefes almaya, kanı pompalamaya; açıp bedenimin kapılarını, çıkabilmeliyim yolculuklara. Bedene hapsolmuşluğun tüm kısıtlamalarından kurtulduğum iznim bitince de dönebilmeli, anlatabilmeliyim tüm gördüklerimi, izne çıkamamış dostlara. Bir hapishanedir beden. Suçlu ruhların, ölüm cezası olmayan bir dünyadan, cezalarını çekmeleri için bu dünyaya gönderilip, içine kilitlendiği; mahkümunun da, müdürünün de, gardiyanının da ta kendisi olduğu, hapishane içerisinde bir hapishanedir. Çok zor ve kısıtlıdır bir bedenle yaşamak. Kanatları bile yoktur insan bedeninin. Yetersizliği hep engeldir ruhun coşkusuna. Bu bedenle ancak bu dünyada, o da milyonlarca sene içerisinde bu bir kaç milyon senecik zaman diliminde yaşayabilirsin. Elli - altmış santigratlık bir sıcaklık değişikliğine bile desteksiz dayanamaz naif bedenin. Atmosfer basıncı da aynen şu anda yazıyı okuyabildiğin ortamda olduğu gibi olmalıdır. Gidip Venüs’e bu bedenle uzanamazsın yerlere. Değil Güneş’e, ancak Niğde’ye varabilirsin bu nedenle. Bırak gidebilmeyi, Güven Parkı’ndaki bankta otururken, aralıksız bakamazsın bile Güneş’in gözlerinin içine. Nah aşabilirsin bu bedenle saniyede üç yüz bin kilometreyi. Asla varamazsın bu kaşla, bu gözle, dağlarına bahar gelmiş Samanyolu’na; takılır kalırsın ilahi radarlara, çıksan bile gökyüzü otoyollarına. Belki UFO görebilir gözlerin ama hiçbir zaman bir UFO olamazsın başka bir dünyada bu bedenle. Taş çatlasa aya geçer sözün, o da bedenine dünya şartlarını sağlayan giysilerinle. Gezinemezsin okyanusun diplerinde, galaksinin derinliklerinde. Bu gözlerle bu kadar tanırsın renkleri, bu kulaklarla bu kadar sanırsın evrendeki sesleri. İyice çekilmez olur yaşlandıkça; aramaya devam eder doğduğundan beri olduğu gibi, tutmak için bir başka bedenin elini. Yorulur, acıkır, uykusu gelir, hastalanıp yarı yolda bırakıverir seni; bir de onunla uğraşmak zorunda kalırsın aslında yapılacak ne güzel işler, gidilecek ne muhteşem diyarlar, tanınacak başka - bambaşka yaşamlar varken; düşük radyasyonlu bir ekrana bakarsın, Nebula seni beklerken. Dar gelir altın göğüs kafesin, içinde ruhun kanat çırparken. Bir kondomdur beden, daracık yaşam aralığındaki sevişmelerde. Çok zor iştir eften püften bedeninle insan olarak, insan kalarak, insan gibi yaşayabilmek; bir de o bedenin içerisindeki tek kişilik hücreye aşkı hapsedebilmek. İzin istiyorum; yıldızlar göz kırpar, tüm bir evren beni çağırırken, hasretlik giderip gelmek, yeniden kilitlenip bedenime, sürem doluncaya kadar yuvarlanıp gitmek, diğer bedendekilere de bu dünyayı zindan etmemek üzere, tutukluluğum sırasındaki iyi halim de göz önünde bulundurularak, minicik bir idari izin istiyorum...
  5. “ Varlığın acı veriyor olsaydı bana; Seni ölüme sevmez, Gelmeyeceğini bile seni beklemezdim hala. Ben sensizlikte bile "seni yaşıyorum" sevgili... ” Mevsim, sonbahara akarken ben de sana geliyorum. Elimde yokluğun yüreğimde suskunluğunla sana geliyorum sevgili. Ilık bir Eylül gecesi kentin yorgun kaldırımlarında tanıdık kelimeler arıyorum sevdana dair. Sana dair tek bir kelime yeterdi bana. Tek bir nefes bile gülümsemem için yeterdi bana..Sensizlikte kanarken sol yanım, ben hep seni düşledim zembereği kırılmış zamanın avuçlarında. Seni aradım güneşin sıcak alnında, senin ellerini aradım yağmurun ıslak dualarında. Sana gelirken toprak yağmur kokuyordu sokaklar ise yalnızlık... Sana çıkan tüm yollar arsız dikenlerle süslenmişti sanki. Ayaklarım kan revan..Bir yanım uçurum bir yanım sensizlik ama her şeye inat sana geliyorum. Hava puslu, etraf ise sensizlik .. Dikenlere aldırmadan yalınayak yürüdüm gecenin dar sokaklarında. Yüreğimle ezdim tüm engelleri, ayaklarımla öptüm yollarındaki ikiyüzlü dikenleri. Her şeye inat sana geliyorum bir elimde mevsimlerin koynundan çaldığım ılık bahar bir elimde bulutların saçlarından arakladığım rüzgar ile .. Bir ömür uzaktan sana geliyorum bir elimde bir avuç gülüş karakışlarda güneş bil diye bir elimde bir yudum umut zifiri karanlıklarda aydınlığa sımsıkı tutun diye. Sana geliyorum sevgili.... Unutmadan sevgili; gittin diye meteliksiz bir intiharın ayakuçlarına boynunu büken bir kukla olmadım hiçbir zaman. Gittiğin gün kansız ve acımasız bir ihtilalin demir kelepçeli zamanlarından kaçıp sen diye ipsiz uçurumlara sığındım. Yokluğunda kimi zaman bir çocuk gibi koynunda ağladım kimi zaman kirpiklerinden ıslak yağmurlara kaçtım. Sensizlikte her gece arsız fırtınalarına göğüs gerdim ve esrarkeş yangınları sen diye koynuma alıp yüreğimde közledim yalnızlığının ıslak çığlıklarını. Evet gittiğin gün sen kokan kelimelerim çıplak kaldı dudaklarımda. Yüreğim gözyaşına asılı kaldı gözkapaklarımda. Ama hiçbir zaman boynumu bükmedim yokluğuna. Pes etmedim sensizlikte kıyılarıma vuran hasret dalgalarına. Direndim, savaştım yalnızlığınla. Kan revan içinde kalsam da, bilmediğim fırtınalarda sensiz savaşsam da ben hiçbir zaman “ yalnızlığına “ yenilmedim sevgili.... Gittiğin günden beri tek bir kelime konuşmadık seninle. Giderken seninle gitti taze baharlarım. Yetim kaldım mevsimlerin koynunda. Gözlerindeki sıcaklığı aradım güneşin sınırsız coğrafyasında. Seni sordum memleketimden göçen turnalara. Ama bulamadım seni. Yüreğimin derinliklerinde. kaybetmiştim seni. Aldığım nefeste, hayata bıraktığım her gülüşte seni aradım. Bulamadım işte. Ucube binaların nemli duvarlarına dayanıp sana ağladım. Dudaklarımı kapatıp kelimelerimle yalnızlığına ağladım. Ama hiçbir zaman ne kadere ne de sana isyan ettim. Gittin diye hiçbir zaman suçlamadım seni. Varlığına küfürler edip arkandan beddualar savurmadım hiçbir zaman. Gitmiştin beni “ sensiz “ bırakarak. Gitmiştin aramızda yaşananları bir kibritle zamansız yakarak. Ama gittin diye hiçbir zaman unutmadım seni. Yokluğuna inat yaşattım seni. Gittin diye bir ikindi vakti kefensiz satırlara gömmedim seni. Varlığın bana hiçbir zaman acı vermedi ki ben seni gidişinle suskunluğuna gömeyim sevgili…Seni “ sen “ diye sevdim ben. Varlığına inat yokluğunda bile sevdim seni. Sana duyduğum sevgim bir günlük olsaydı eğer; seni “ sensizlikte “ bile yaşatmazdım sevgili. Seni hiçbir zaman “ acılarımın metresi ” diye sevmedim ki ben. Ben yüreğindeki sıcaklığı, tenindeki saklı baharları ve gözlerindeki ıslak gözyaşları sevdim. Seni hep " aldığım nefes " bildim. Yüreğime dokunduğun için, yarım bir adamı sevginle tamamladığın için sevdim seni... Satırlarıma sonvermeden bilmen gereken bazı şeyler var sevdiğim. İyi dinle beni sevgili. Cümlelere değil kelimelere örülmüş anlamları iyi algıla sevgili.. Yokluğunda seni aradım yorgun gecenin gri sabahlarında. Yalnızlığında kanattım fakir kelimelerimi. Dilimde birikmiş ve bir kaç cümleyi geçmeyen itirafım var sana canım. İyi dinle beni şimdi. Sensizlikte “ seni aldattım sevgili “. Yanlış duymadın sevgili. Açık açık utanmadan sıkılmadan seni aldattığımı söylüyorum sevgili. Sensizliğin soğuk gecelerinde seni aldattım. Hem de defalarca… Başucumda bu imkansız sevdanın sevapları dururken ben seni “ günahlarınla “ aldattım sevgili. Yokluğunda kanarken tövbesi yarım kalmış günahlarınla seviştim yalnızlığının buz tutmuş yatağında. Her gece bedenimi ateşlere serip günahlarınla seviştim kan ter içinde. Közlenmiş bedenimle, terkedilmiş yüreğimle tövbesi oldum en masum günahlarının. Seni sensizlikte “ senin günahlarınla “ aldattım sevgili…Sen benden uzaklarda iken bensiz zamanlarda işleyeceğin her günaha bedenimle kefil oldum. Körpe ve filizlenmemiş acılarını satın aldım ömür defterinden. Evet, tüm günahlarını ve bensiz yaşayacağın tüm acılarını satın aldım karşılığını “ yüreğimle “ ödeyerek. Sen bu satırları benden uzaklarda okurken ben bir kelebek edasıyla baharın ince dallarından binlerce çiçeği yüreğimin eteklerine topluyor olacağım. Bir gün Cennetin taze baharlarında buluştuğumuzda giyineceğin “ beyaz duvağı “ süslemek için en parlak yıldızları çalacağım gecenin kirpiklerinden. Sen benden “ bir ömür “ uzaklıkta yaşarken sensizlikte bile sen varmışçasına sevdana nefes alıyor olacağım. Her gece günahlarınla sevişip güneşle beraber perdelerine gelip yüzüne ilk gülümseyen ben olacağım sevgili... Sen beni unutsan da ben seni yüreğimde yaşatacağım. Uzaklarda bir yerde yaşıyor ve nefes alıyor olmanı en büyük mutluluğum bilip acılarına delicesine yanacağım. Közlenmiş yüreğimle bir sonbahar gecesi ıslak saçlarına yağacağım avuçlarımda güller ile. Gözbebeklerinden yuvarlanıp ayakuçlarına serileceğim. Gülüşlerini nefesim bilip “ sensizlikte “ bile sana yaşıyor olacağım sevgili. Adını yüreğime vurulmuş bir mühür bilip dudaklarında anılan dua olarak hep seninle nefes alacağım sevgili.. “ Sen bana “ bir ömür “ uzakken ben sana bir nefes kadar yakınım sevgili. Gelmeyeceğini bile bile ben hala seviyorum seni. “ Gün gelecek, Adımı unutmak zorunda kalacaksın Puslu gecenin yorgun sabahında. Bir kibrit çakıp yaşananlara, Tek tek yakacasın benli hatıraları Ömür defterinin en masum günahında. Duvarlarında asılı takvimlerden düşen Bir gün gibi, Ağladığında yüreğine gömülen Bir hüzün gibi Yavaş yavaş eriyeceğim dudaklarında. Ama ben sana inat, Yokluğuna inat, Bedenimle közleneceğim günahlarında. Seni benden alan kadere, Tek bir kelime etmeden Seni içimde yaşatacağım. Çünkü ben senin; “ Bedelini yüreğimle ödediğim En masum günahındım….”
  6. semihce şurada bir blog başlığı gönderdi: semihce's Blog
    Dert bende derman sende Aşk bende ferman sende Öldüren güldüren Her gün ağlatan kalp sende Mevsimler gelip geçse de Aşk beni benden etse de Dünyadan hayat bitse de Yine ölümsüz aşk bende İstemem ayrılık boynumu büksün İstemem aşkıma leke sürülsün Ben rüyamda bile yalnız seni sevdim İstemem baharda yaprak dökülsün Aşkın alevse hasretin bir kor Senin yokluğunu kalbime sor Dünyaya seninle gelmiş gibiyim Sensiz yaşamayı düşünmek çok zor Sev demem sevme demem Sen de benim gibi sev diyemem Ömrümün neşesini Seninle buldum kaybedemem Nerelerdeydin sevgilim Seni kader mi sakladı Yıllardır beklenen huzur Şimdi beni kucakladı
  7. ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sımsıcak bir merhaba diyecektim başımı usulca dizine koyacaktım dört gün dört gece susacaktım yağmur sönecekti yanacaktı sameland seferden dönecekti duvardaki saat duracaktı kalbim kendiliğinden duracaktı ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var emperyal otelinde bu sonbahar bu camların nokta nokta hüznü bu bizim berheva olmuşluğumuz bir nokta bir hat kalmışlığımız bu rezil bu çarşamba günü intihar etmiş kötümser yapraklar öksürüklü aksırıklı bu takvim ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sesleri liman sislerinde boğulur gemiler yorgun ve uykuludur sabahtır saat beş buçuktur sen kollarımın arasındasın onlar gibi değilsin sen başkasın bu senin gözlerin gibisi yoktur adamın rüyasına rüyasına sokulur aklının içinde siyah bir vapur kıvranır insaf nedir bilmez otelin penceresinde duracaktın şehri karanlıkta görecektin karanlıkta yağmuru görecektin saçların ıslanacak ıslanacaktı kış geceleri gibi uzun uzun tek damla gözyaşı dökmeksizin maria dolores ağlayacaktı istanbul'u yağmur tutacaktı bütün bir gün iş arayacaktım sana bir türkü getirecektim kulaklarımız çınlayacaktı emperyal oteli'nin resmini çektim akşam saçaklarından damlıyordu kapısında durmanı söylemiştim yüzün zambaklara benziyordu cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu tepebaşı'ndaki küçük yahudiler asmalımesçit'teki rum kemancı böyle rüzgarsız kalmışlığımız bu bizim çektiğimiz sancı el ele tutuşmuş geziyordu gazeteler cinayeti yazıyordu haliç'e bir avuç kan dökülmüştü emperyal oteli'nde üç gece kaldık fazlasına paramız yetmiyordu gözlerin gözlerimden gitmiyordu dördüncü gece sokakta kaldık karanlık bir türlü bitmiyordu sirkeci garı'nda sabahladık bilen bilmeyen bizi ayıpladı halbuki kimlere kimlere başvurmadık hiçbiri yüzümüze bakmıyordu hiç kimse elimizden tutmuyordu ben hiç böylesini görmemiştim vurdun .... kanıma girdin ..... kabulümsün. ATTİLA İLHAN
  8. semihce şurada bir blog başlığı gönderdi: semihce's Blog
    çok aşığın var diyorlar yalan de, yeter bana bir sevda sözü fısılda hazırım inanmaya gönül hırsızı diyorlar inkar et, yeter bana gözlerindeki cevaba korkuyorum bakmaya geceler uzun ve yalnız yoksun sabaha kadar düşümde bile günahkarsın bunu kim hayra yorar ardımdan deli diyorlar belki de yalan değil yanımda bile uzaksın nasıl dayansın gönül çok ahlar çekti diyorlar inkar et, yeter bana gözlerindeki cevaba korkuyorum bakmaya
  9. semihce şurada bir blog başlığı gönderdi: semihce's Blog
    çirkin çiçeklerle dolu katil bahçelerinde dolaştım dalgındım bıçak sırtı yaşamalarım penceresizliğim ve öksüz düşlerim vardı ceplerimde uğultusuzluğu özlemiştim hala bir ceylan ağlıyordu içimde hiç yoktan vurulan senin şehirlerin uyurken benim gözlerimi bıçakladılar kör bir balıkçıyım şimdi denizlere sarılıyorum hiç görmediğim vapurlara el sallıyorum rüyalarımda yaşlanmıyor kaybolan eylül gemilerimi sonbahar sesiyle çağırsam gelir mi ah vurulası yüreğim süpüremedin kapından yalnızlığı örselenmiş paslı yüreğim ellerim yumuk orman karanlıkları omuzlarımda ve ardından ağlayan ezgisiz türkülerdi gözlerim senin gözlerinin pususuna saklanıp senin kalan bu yıkıntılar arasında bizi büyüten elleri aradım öpülesi ellerini susuşlara prangalı dil kanlı düşler kuyusunda ölüm çığlıkları atabilir gözyaşı göllerinde durulanmalar vaktinden geliyorum sonunu hep unuttuğum dilsiz şarkılarım vardı ağlatan inleten şimdi o şarkılar beni unuttu yıkık kentler konuşmaz bilirim cam kırıkları ve kırık dallar var incinen yüreğimin yaralarında ve bilir misin güller hiç uyanmaz bu vadide gözlerin düşer aklıma an gelir şavkın vuru yüzüme o zaman vakit ölüm olur dudağımda kaçsam yakama yapışır gözlerin yılları ve yolları ödünç aldım yastığımdaki çukura dolan kokulu geceden düş düşkünü çocukluğumu çalmış namlı sevdalar üstüne üstlük sensizim yani gölgesiz dolaşıyorum artık intiharlarda öldürmez beni yüreğimde konaklayan hüzünler senden gelir al dün gece seninle yoğurdum bu şiiri ekmek buğusu mübarekliğinde sıcacık nasıl olsa sana çıkmayan yol yok kaybolabilirim kuytularda dalıp dalıp giderim başka diyarlara bir gün dönmeyiveririm ama sen yinede biriktir gözyaşlarını belki bir gün tutuşturur seni bensizlik belki bir gün sende beni ağlarsın hoyratım benim şafaklara düşmüş alnına kırlangıçlar uçmuş koynuna bak hala aynı şarkıda irkiliyoruz bu aşkın adresi dursun sende kelepçeli kuşlar yuva kurmadan gözlerimize belki geri döneriz ve geri veririz birbirimize yitirilmiş ne varsa ……
  10. Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur... Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında. Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... New York'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de... Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan... Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye. Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya... İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi... İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu... Birazdan sabah olacak... Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım... Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek... Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak... Aşkta yarın yoktur sevgili... Cezmi Ersöz
  11. söylenmemiş son sözümsün -------------------------------------------------------------------------------- Bir gün bir sevda çalar kapınızı... Şaşırırsınız, beklemiyorsunuzdur... Bu güne kadar gelen sevgilere hep misafir olarak bakmışsınızdır... Ancak, bu sevgi aşktan öte olarak yerini alır gözlerinizden kalbinize!!! İkilemlere düşersiniz... Kıskançlık nedir bilmezken farkına varmadan öğrenirsiniz!!! Kaprisle işim olmaz derken yaptığınız kaprislere hoşgörü beklersiniz!!! Bireysel yaşamın gerekliliği üzerine ahkam keserken birdenbire gönüllü bir tutsak olma yolunda ilerlediğinizi anlarsınız!!! Gün çabucak geçsin diye beklerken, (24) saate ilave saatler istersiniz!!! Adrenalin derken, acıyı tatarsınız!!! Gülmekten bahsederken, göz yaşlarınızı hazır ol komutu ile bekler bulursunuz!!! Yaşantımdan fedakarlık mı saçmalamayın diyen siz, kişiliğinizle ilgili fedakarlıklara kalkışırsınız!!!! Sevdanın yerel ağ şebekesinden yayılıp,tüm benliğinizi sardığını fark ettiğinizde işte AŞK ' la tanışmakla kalmayıp onu içinize aldığınızı anlarsınız... Sözcükler, cümleler, paragraf yada makaleler yetmez içinizi kavuran aşkınızı anlatmaya.... Her ifadenin yetersiz kaldığını hissedersiniz... Her cümlede çırpınırsınız.... Yeter dersiniz, bir kelime yada bir cümle bulmalıyım; ona olan sevdamı anlatmalıyım... Uykunun esaretinden kurtulduğunuz bir anda iki kelime gelir aklınıza!!! "SÖYLENMEMİŞ SÖZÜMSÜN" Mutlulukla ışıldar gözleriniz.... Sonra bir anını beklersiniz sevdiğinize söylemek için.... Yüreğinizden sesinize canhıraş dökülür; "söylenmemiş sözümsün" Sevilenin gözleri mutlulukla parıldar.... Gözünüze bakar; "Söylenmemiş son sözümsün" demeni isterdim, der.... Bencilliğine aldırmazsınız, gülümsersiniz.... "SÖYLENMEMİŞ SON SÖZÜMSÜN" , dersiniz..... Söylenmemiş son sözümsün.... Yanımda olsan yada olmasan fark etmez O gece söylediğim gibi; "Söylenmemiş sözümsün" O gece söylediğin gibi; "Söylenmemiş son sözümsün"
  12. semihce şurada yorum gönderdi made in turkey!'nın blog başlığı içinde made in turkey!'s Blog
    Bazen yar gider… Gidişiyle yollara bölünür yüreğimiz.Ve tarifsiz yaralar en mahrem köşelerimizi işgal etmeye başlar. Adını koyamadığımız hüzünler attığımız her adımda habersiz çıkıverir karşımıza. Gidişiyle yürek kentimizin bütün bütün sokakları param parça olur ve attığımız her adımla garip bir gurbetin ummanına demir atarız. Tanıyamadığımız bir kalbimiz vardır artık. Ve hasrete dair yoldaşlık eden türkülerimiz. Göz bebeklerimiz birçok noktaya bakar ama aslında gördüğümüz o gelmeyen ve bir türlü gelemeyen ve beklide bir daha hiç göremeyeceğimiz yarin endam-ı hayalidir. Kulaklarımız birçok sesi işitir işitmesine de aslında duyduğumuz hep yarin sesidir. Şimdi bir sessizlik vardır yürek kentimizin en işlek caddelerinde bile bir ıssızlık. Bir evin terkedilmiş ilk günü gibiyizdir artık. Garip bir izdihamın hengamesinde bir oraya bir buraya gayr-i ihtiyari sürükleniriz. Nedendir bilinmez ama aynalardan saklarız kendimizi ve o açık sözlü, sözünü esirgemeyen camlara bakmayı istemeyiz. Korkarız beklide aynalara bakmaktan. Çünkü orada şahit olacağımız suret ayrılığı yaşayan ve ayrılığı koklayanın suretidir… Bazen yar gider…. Gidişiyle yeni bir mevsime gebe kalır gönül. Atılan her adım ve geçen her yeni gün yeni gurbetlerin haberciliğine soyunuverir. Yeni yaralar demektir yeni mevsimler. İlaç olacağı düşünülür zamanın fakat akan her saat an be an özlemi tattırır. Bu deli firak yüreğin dört bir yanını işgal ederken yare benzetilir nereden geldiği bilinmeyen meçhul bir yüz. Bir an yürekte nihayetsiz bir sürür peyda olur. Gözlerim bakışındaki dalgınlığa ve kalpteki bu masum titrekliğe bir isim bulunmaz. Ve bu nihayetsiz yürek atışları garip bir zamana sürükleyiverir farkındalığımızın tamamen dışında bizi. Fakat bütün bunlar zamanın durduğu ve bu mefhumun adeta sukut-u mutlak ettiği bir anda zuhur etmektedir. Ve benzetilen o meçhul yüz hiçbir zaman yarin yüzü olmayacaktır. O hiç gelmeyecek ve biz gözlerimizi biraz daha kısarak ve yüreğimizi biraz daha burkarak sessiz göz yaşlarıyla umutsuz umutlara koşacak ve ağlamaya devam edeceğizdir. Gariptir ama aşığın vuslatı biraz haric-i imkandır. Ağlamak ve herdem özlemek ona daha bir yakışmaktadır. Çünkü o artık bir çileler vadisinin gönüllü erlerinden biridir. Çeker de çeker. Sızım sızım sızlarda kimselere belli etmez arz-ı halini. Bunun için tabib dahi istemez kendine. Ve gelen tabibe el çek yaramdan diye türküler yakar. Aşk derdiyle hoşem tabib el çek yaramdan…. Bazen yar gider…. Gidişiyle azgın bir ırmağın sularına kapılır kalbimiz. Ve simsiyah geceler eline aldığı kalın bir kırbaçla insafsız tokatlar atar yüreğimize en vurgun saatlerde, hasret ve özlem kokulu. Bir sistir, bir buğudur kaplar yollarımızı. Hiç tabela rehberlik edemez olur bize. Hiçbir yeşilin, hiçbir mavinin bir kıymeti ve bir albenisi kalmaz gözlerimizde. Bir yangındır sarar içimizi, bir alevdir kor misali yangından yangına sürükler bizi… Bazen yar gider…. Gidişiyle yürek kentinin bütün kasabaları bir bir işgal edilir. Nedensiz ve sebepsiz sıkıntılar tıpkı bir eylül insafsızlığıyla tarif-i meçhul acılara sürükler bizi. Bir gönül eri ararız, bir muptelay-ı aşk ve bir hüzn-ü meczub… Fakat kimseler anlamaz bizi. Kimselere anlatamayız arz-ı halimizi. Bu ağır ahval içinde biz bir kere daha anlarız ki; bu aşk denilen mefhum hasretle yoğrulmuş, acıyla pişirilmiş ve ayrılıkla sunulmuş çileler vadisinin köle sultanlığından başka hiçbir şey değildir
  13. "O"

    semihce şurada bir blog başlığı gönderdi: semihce's Blog
    O’nu tanımadan çok önce kendime kabul ettirmeye çabaladığım tek şey, yalnızca olasılığıydı ve ‘neden olmasın’ konu başlıklı umuttu çabama tek tesellim. Adı neydi, neye benziyordu, ne zaman ve nasıl belirecekti yüreğimin ufkunda; en ufak bir fikrim yoktu ama eninde sonunda bir gün aynı anda aynı yerde olacağımızı ve ‘bir elmanın iki yarısı masalı’ gereğince, hiçbir zorlama olmaksızın, doğal bir çekimle, birbirimizi birbirimizle tamamlayacağımızı biliyordum. Aramıyordum, pencerelerin önünde beklemiyordum ama hazırdım çoktan kapı daha çalınmadan açmaya... Hazırdım O’na... Sonra... Uyumaya çalışırken, bir masal olup giriverdi uykularıma... Uyanığımda başucumdu benim... “Gözleri okyanus bakan, çok eski bir kadın tanıdım. Ceplerinde taşıyordu beş yaş düşlerimi. Yüzü güneşli bir ilkyazdı, elleri yıldızlı bir Olympos gecesi... Nefesim gibi kokuyordu nefesi ve aynı yerden kanıyorduk yara aldığımızda... Yüreği endemik bir kır menekşesi, hercâi.. varlığı epidemik bir yaz nezlesi...” diye başladı masal... O masal hiç bitmedi! II Sol göğsümdeki ben gibi taşırken varlığını yüreğimde... yaptığı kardan adamı buzdolabında saklamak isteyen küçük bir kızın çocuksu inancı, inadı ve saflığıyla... her okuduğumda bir kez daha kendimle tanıştığım şiirleri, kırmızı kokulu dağ çileklerini, çizgili pijamaları ve hazan Bodrum’unda güneşli deniz kenarlarını sever gibi... gerçek, içten, sebepsiz... sorsalar:Yorumsuz! Seviyorum seni.... Kardan adamın dostluğu güneş çıkana, güneşin dostluğuysa hava kararana kadardı. Büyümek, öğretmişti çocuksu denklemlerin gerçek hayatta geçerli olmayacağını. Bir yenisi, gidenin yerini doldurabiliyordu, kabullenmiştim zor da olsa... Ama sen benim beni terk etmeyen en dostum, yerini başka hiçbir varlığın dolduramadığı tek yalnızlığımsın! İşte bu yüzden hiçbir sıfat tamlamaya, tanımlamaya yetmedi, yetmiyor seni! III Bandırasız bir gemideyim, o gemiyim belki.... Açık denizlerdeyim tayfasız, filikasız.. Serdümeni işten attım, motorları kapattım; saatte 4 knot hızla.. yelkenler fora! Anılar takılmış uskura, can çekişiyorlar ıpıslak bir acıyla. Yarınlar güneşleniyor güvertede, yeislerim-korkularım sintinede pusuda... Umut kuşu bir martı tünemiş kasaraya. Geçmiş lombozlardan bakıyor, düşlerim asılıyor cıvadrada. Tiramola atmaktan vazgeçtim nicedir, tornistan etmek de yok artık bir daha. Apazlama seyirdeyim, rüzgâr frişka. Barkaroller var dilimde yakamozların yazdığı sözlerini ay ışığının aydınlattığı, meltemlerin suflesi kulaklarımda... Pruvada bekliyorum, `sınır-ı zaman`sız.. yalansız.. gözlerim alargada.... IV “Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu...” En sevdiğin Can Baba şiirlerinden birinin ilk iki mısrasıydı seni balık, beni okyanus yapan! Sonra kendi şiirini yazdın sen: “Sadece okyanusun farkında olan balıklar beceremez ağlamayı ve sadece derin okyanuslar ısıtır varlığıyla, ağlayamayan balıkları...” Ve bir anda okyanus oldun sen, ben oldun; fırtına gecelerinde karaya vuran dalgaların yeni bir şiir daha ekledi yüreğimin sahiline: “Okyanus kurudu ve bir birikinti kaldı sadece. Az daha o da gidiyordu! Sonra merak etti okyanus: Acaba tamamen kuruyunca ne olurdu? Ve o korku, yağmurları yağdırdı... Şimdi tekrar yine okyanus olma yolunda deniz ve en büyük damlaları hep sen.... seni seviyorum.... ” Tüm bunları okuduktan sonra ben de bir şiir yazdım. O şiirin adı ‘UMUT’TU... Okunmaya okunmaya silindi söz dizimleri, geriye bir tek başlığı kaldı! V Sonrasızlığa öncelik tanıyan eksik bir teşebbüs aşkımız.. Bir köprünün iki ayağı gibiyiz; bir araya gelsek, yıkım olur! Ve sen... Hem yarsın, hem ser... ikinizden de vazgeçemiyorum. Deveye hendek atlatsam, köprüde iki keçi; keçileri barıştırsam, İçe köpek kovalar isimsiz kedilerimi... Sende bir kış ayısı miskinliği, bende katır inadı... aslında biz neyiz biliyor musun: Aşk Çölü’nde bahtsız iki bedevî! Kutup ayısını görmemek için gözlerimizi yumuyoruz acıya, yaralarımız kanamaz sanıyoruz; yaraları öpülünce can acılarının azalacağına inanan beş yaş afacanları gibi.... Maalesef ya da yaşasın; istemeden bir oyunun tam ortasındayız. Oyunun adı: Çölde saklambaç! Ama korkudan öyle bir saklandık ki, korkarım, bulunduğumuz yerden yaşlanmadan, ya da kutup ayısı Hak’ın rahmetine kavuşmadan çıkamayacağız! Biz hayat saklambacında birbirinin yerini bilerek birbirinden, hem de ebeden saklanan iki saf çocuk.. ayrı kuytularda ama beraber yaşlanacak, beraber aşkla nacağız! VI Ben senin... hiçbir zaman alamayacağın Çubuk Şarabın, Samsun tadındım; ‘ölürüm sana’n, sosyal danışmanın, sonsuza dek umudundum. İnanıyordum sana, tüm söylediklerine ve hiç yapmadıklarına. Öyle ki, yenileceğimi bilerek, ama duygularım uğruna savaşmadan vazgeçilecek kadar basit olmadığından, yel değirmenleriyle savaşan o şövalye gibi savaştım aramızdaki imkânsızlıkla. Ama iki kişinin olduğu bir sandalda tek başıma kürek çekerken, git gide gücümü ve inancımı yitirerek yorgun düştüm ben de sonunda. Ama haklıydın! Sen.. ne aradığını bilmeyen bir balıkçıydın; hangi denizde ne tutulur, hangi balık çıkar, hatta sen tutmak için yeterli misin?, bilmiyordun. Olması gerekenler ve olmaması gerekenler; hangisi ve ne zaman? diye bocalamanın dışında hiçbir şey yapmıyordun. Evet, belki de beni sevemeyecek kadar yufka yürekliydin ve “Her şeyi, herkesi bir anda silip yanına gelebilsem”, derken bile o filmdeki sen kadar kendine güvenemedin, okadınkadar cesur olamadın! Zamanlarca, öyle hiçbir şey yapmadan, ancak üstüne düşecek bir göktaşının sana yardım edebileceğine inanıp durdun. Yalnızca... olduğum için Allah’a, olduğumu öğrendiğin için kaderine, beni tanıdığın için şansına ve seni sevdiğim için bana aşık olmak yeter sandın. Yetmedi balığım... Sen içindeki Hemingway’ı her şartta koruyabildiğine inansan da ve uzun yolculukları göze alabildiğini düşünsen de... söylesene, aslında hangi düşünü gerçekten yaşamak istedin ve yaşatmak için çabaladın ki sen! İşte bu yüzden... ‘ilk görüşte aşk’tın, daha ilk celsesinde imkânsızlığa dönüşen!

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.