obelix tarafından postalanan herşey
-
Frozen......
yayımlanmış ilk cemal süreya şiiridir ayıcılar geçti, affedilmemiş insanlar geçti şehirler taş yürekliydi şarkısı-beyaz insanların büyük rüyaları vardı insanlar bir ölümle öldüler ki sevgiler arasında şaşırıp bir unuttular ki deme gitsin. ben olanca kuvvetimle halatlara asılıyorum nafile ben ayrı düşmüşüm bir kere ayrı düşmüşüm insanlardan. bu yıldız tutmaz mavilikte ne deniz ne köpük kar eder bana. arada bir ağlamak için onu kocaman ellerimle sevdim. ölüm daha saçlarına gelmemişti şarkısı-beyaz saçlarını kestim, şarapla ıslattım saçlarını koynumda saklıyorum arada bir ağlamak için. ve suların altında mavileyin küstah bir çalparaydı ayağını uzatmış mes'ut hatırasına balıkların. ve kocaman küfürleriyle sarhoş yatardı yavaşlamış tüyleriyle gemicilerin öldürdüğü kuş. siraküzaya uğrayamadık torbadaki çakıllara baktım şarkısı-beyaz benimkilerin üstünde üç tane hilal üç tane uzun hilal vardı, upuzun siraküza açıklarında bahanesiz bir yaz çalkandık durduk.
-
GÜNÜN ŞİİRİ
bir murathan mungan siiri;mektup " boş bırak düşlerini ben geleceğim kucağımda yaratmanın sevdaları ve akşamüstlerinde sonlu bekleyişlerin karanlığı tahta pervazlara takılı kalmış çınar gölgelerini kanattığı hiç yaşanmamış nerime sultan anılarını dürüp ben geleceğim arnavut kaldırımlarının taşıyamadığı yükümle kendimi yine bir yerinden söküp kırık dökük sevgilerin ut tellerinde tınlayan o veremli yazgısını yine de bir çiçek gibi iliştirip gönlüme o yalnızlığı bizans'tan kalma istanbul gecelerinin sokak camlatan yağmurunda kendimi ağır bir yük gibi çeke çeke emirgan sırtlarından yorgun ve telaşlı biraz daha eskimiş, biraz daha solgun ve biraz daha acılı ben geleceğim dolu da olsa yaşlanmış kucakları sahici ve acıtıcı gözyaşlarını bir mahsup gibi taşıya taşıya acılar defterinde kimselere göstermeden usulca ve çok saklı ben geleceğim bir ticaret kentine
-
Gazi ve Okmeydanı'nda çatışma
ne istiyorsunuz anlamadım ki.alın size öneri.sırtlayın darağaçlarını.anladığınız dilden konuşuyorum işte...
-
Gazi ve Okmeydanı'nda çatışma
savunmadığımı yukarıda da söyledim.sadece bu kadar şiddet yanlısı olmanızdan duyduğum rahatsızlığı belirtiyorum.
-
Gazi ve Okmeydanı'nda çatışma
yok abi öyle olmaz.siz çok iyi niyetlisiniz.bakın ne diyorum iyisimi yanlarında darağacı taşısınlar.bulduklarını sallandırsınlar.alışıkdır onlar zaten.hem alacaklar 'sözde' yargılayacaklar dava haftalar sürecek.ee tecrit var birde.herkese bi oda verilecek adamlar doyuralacak falan.ne gereği var.masraf...bulduklarını sallandırsınlar. .. ya havle ve la kuvvete illah billah aliyül azim
-
Türkiye’den AB’ye ‘liman’ önerisi
Türkiye’den AB’ye ‘liman’ önerisi Türkiye, bir liman ve bir havaalanını Ercan Havaalanı ve Magosa Limanı’nın açılması karşılığında Rum gemi ve uçaklarına açmayı ve 2007’de Kıbrıs’ta bir çözüm girişimi başlatılmasını önerdi. NTV-MSNBC VE AJANSLAR Güncelleme: 18:47 TSİ 07 Aralık 2006 PerşembeBRÜKSEL - Bu sabah Brüksel’de başlayan daimi temsilciler toplantısında ele alınan öneri, 2007 sonuna kadar sonuçlandırılmak üzere, Kıbrıs için Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında bir çözüm girişimi başlatılmasını, bu bir yıllık süre için bir liman ve havaaalanının Rumlara açılmasını, buna karşılık KKTC’deki Magosa Limanı ile Ercan Havaalanı’ndan doğrudan ticaret ve uçuşların yapılabilmesini öngörüyor. Türkiye’nin dönem başkanı Finlandiya, İngiltere, İtalya, İspanya ve İsveç’e sözlü olarak aktarıp, destek istediği öneriye göre 2007 sonunda çözüm olmaması durumunda, taraflar bugünkü pozisyonlarına dönebilecek. TUOMIOJA: ÖNERİ ÖNEMLİ BİR ADIM Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja, “Türkiye’nin önemli bir limanını geçici olarak açacağı konusunda bizi bilgilendirdiğini doğrulayabilirim” dedi. AB Komisyonu: Olumlu bir adım Tuomioja, Türkiye’nin önerisiyle ilgili yaptığı yazılı açıklamada, “Türkiye’nin önerisi Ankara Protokolü’nün tam uygulanması yolunda önemli bir adım. Fakat hala açıklığa kavuşturulması gerekiyor” ifadesine yer verdi. Emre Gönen: Türkiye’nin girişimi can sıkacak Finlandiya Dışişleri Bakanı Tuomioja, “Eğer Türkiye ön koşulsuz olarak böyle bir adım atmaya hazırsa, bu olumlu adım AB Genel İşler Konseyinde Türkiye ile müzakerelerin sürdürülmesi tartışmasını etkileyecektir” şeklinde görüş bildirdi. COREPER’E TÜRKİYE DAMGASI Bu sabah, Türkiye’nin müzakere süreciyle ilgili tutumu belirlemek üzere ülkelerin daimi temsilcilerinin biraraya geldiği COREPER toplantısına da Türkiye’nin önerileri damgasını vurdu. Le Monde: Ankara AB’yi bölüyor Daimi temsilciler, Türkiye’nin önerileriyle ilgili kendi başkentlerine danışmak için Türkiye konusunu bu akşam veya yarın ele almayı kararlaştırdı. Daimi büyükelçilerin, gelişmeler nedeniyle, yarın olağanüsütü toplanmayı kararlaştırdığı bildirildi.
-
Gazi ve Okmeydanı'nda çatışma
yapılanları savunmuyorum da biraz daha sertleşmekden kastın öldürmek falan mı biraz daha sertleşseler bu olur...
-
Türkçe şarkı Bakanı duygulandırdı
çalışırken vergi vermiyor mu senin arkadaşın ? o vergilerle bomba yağdırıyor heryere.basit bi bakış açısı ama amerikaya zerre kadar iyi niyet besleyemiyorum...
-
Türkçe şarkı Bakanı duygulandırdı
yaw kurban olayım durup durup bana dışarıda açtıkları okullar deme.herşeyi örnek ver ama okulları örnek verme.benim kimseye bi önyargım yok.nurcusuna bilmem neyine karışmam bana karışmadıkça ama hep dedim yine diyorum İLK ÖNCE BENİM MEMLEKETİMİN EĞİTİM SORUNLARINI halletsinler.halledelim.yani bu başlık ilk diil aslında.bunun gibi başlıklar daha önce de açıldı ve benim yine anlatmak istediğim buydu.
-
Rumsfeld giderayak itiraf etmiş
Rumsfeld giderayak itiraf etmiş ABD eski Savunma Bakanı’nın istifa etmeden iki gün önce Beyaz Saray’a gönderdiği not ortaya çıktı ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in istifa etmeden önce Beyaz Saray’a gönderdiği notta, Irak’ta başarısız olduklarını kabul ettiği ortaya çıktı. New York Times gazetesinin haberine göre, Irak işgalinin mimarlarından olan Rumsfeld, geçen ayki Kongre seçimleri hezimetinin ardından istifa etmesinden 2 gün önce Beyaz Saray’a Irak’taki durumla ilgili bir not gönderdi. Rumsfeld, “Irak’taki stratejilerinin işlemediğini” kabul ederken, “köklü bir değişiklik yapılması gerektiğini” belirtti. Eski Savunma Bakanı ‘’Benim görüşüme göre büyük bir değişiklik yapma zamanı. Kuşkusuz ABD birliklerinin Irak’ta yaptığı yeterince işlemiyor ve yeterince hızlı değil’’ ifadelerini kullandı. Bush uzlaşma peşinde Bu arada, ABD Başkanı George W. Bush, Irak konusunda Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında ‘’daha fazla uzlaşma olması’’ gerektiğini savundu. Irak stratejisi konusunda olası bir değişikliğe gelecek haftalarda karar vermesi beklenen Bush, haftalık radyo konuşmasında, ‘’Bu amaca ulaşmak için 2 partinin liderleriyle çalışacağım’’ dedi. Irak Çalışma Grubu’nun bu hafta açıklayacağı raporda, ABD’nin Irak’tan kademeli olarak çekilmesini önereceği bildirilmişti. Irak’ta hiçbir desteği kalmayan Irak Başbakanı Nuri El Maliki ile güven tazeleyen Bush’un üzerinde kurulan Irak’taki askeri varlığı azaltma yönündeki baskının, bu raporun açıklanmasıyla iyice artacağı belirtiliyor. Eski Dışişleri Bakanı James Baker ve kongrenin eski Demokrat üyesi Lee Hamilton tarafından yönetilen 10 üyeli Irak Çalışma Grubu, 2 ayı aşan çalışmalarının ardından 6 Aralık’ta açıklayacağı raporda, Irak’taki ABD askerlerinin aşamalı olarak çekilmesini tavsiye edecek. Kongre bünyesinde kurulan gruptaki Demokratlar’ın çekilme için bir takvim oluşturulmasında ısrar etmelerine karşın, raporda çekilme için özel bir takvim önerilmeyeceği, çekilme işleminin gelecek yıl içinde başlaması yöünde mesaj verileceği bildiriliyor. Bu arada, önceki gün Bağdat’taki bir Şii mahallesindeki patlamalarda ölenlerin sayısı 50’yi, yaralıların sayısı da 100’ü geçti. Yine Bağdat’ta, Sünni politikacıların toplantı yaptığı bir camiye atılan Katyuşa roketi 2 kişinin ölümüne sebep oldu. Irak’ta son 5 günde ölenlerin sayısı ise 200’e yaklaştı. (DIŞ HABERLER)
-
‘İstanbul faciaya sürükleniyor’
‘İstanbul faciaya sürükleniyor’ Makine Mühendisleri, İstanbul'da sürdürülen doğal gaz projelendirme ve tesisat faaliyetlerinin mühendis bile olmayan kişilerce yürütüldüğüne dikkat çekerek, İGDAŞ'ın mühendislerin denetim, gözetim ve işbirliği teklifine yanıt vermediğini açıkladı. TMMOB Makine Mühendisleri Odası (MMO) Yönetim Kurulu Sekreteri Ali Ekber Çakar, yaptığı açıklamada, doğal gaz tesisatları konusunun özellikle İstanbul’da 14 yıldır kanayan bir yara halini aldığını kaydetti. Çakar, yıllardır süren doğal gaz projelendirme ve tesisat montaj faaliyetlerinin mühendis bile olmayan kişilerce yürütüldüğünü kaydetti. Çakar, konuyla ilgili olarak MMO'nun ısrarla sürdürdüğü denetim ve gözetim için işbirliği tekliflerine, İGDAŞ'ın cevap dahi vermediğini belirtti.
-
Türkçe şarkı Bakanı duygulandırdı
hiç birşey karşıklıksız değil!zorla namaz kıldırdıklarını vs ibadetleri zorla yaptırdıklarını artık bilmeyen yok.
-
‘YİMPAŞ’ta görev ihlalinden’ Bakan Çiçek’e takipsizlik
‘YİMPAŞ’ta görev ihlalinden’ Bakan Çiçek’e takipsizlik Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet Bakanı Cemil Çiçek hakkında “görevi kötüye kullanma” iddiasıyla yürüttüğü soruşturmada takipsizlik kararı verdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet Bakanı Cemil Çiçek hakkında “görevi kötüye kullanma” iddiasıyla yürüttüğü soruşturmada takipsizlik kararı verdi. YİMPAŞ Holding hissedarlarından İrfan Gökçe adlı vatandaş, Çiçek hakkında YİMPAŞ Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dursun Uyar’a ilişkin yasal işlem yapılmasını önlediği iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştu. Gökçe, suç duyurusu dilekçesinde, Uyar hakkında Almanya’da tutuklama kararı çıkarıldığını anımsatarak, “Her şey açık iken hükümet, olayı unutturma, zaman aşımı gibi taktiklerle halkına hizmet etmemektedir” dedi. Dilekçede, Çiçek’in “bağımsız yargının önünü açmadığı, yargıya gölge düşürdüğü, töhmet altında bıraktığı ve görevini yapamadığı” ifadelerine yer verildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise, yaptığı soruşturmayı tamamlayarak, takipsizlik kararı verdi. Çiçek hakkında 7 soruşturma Başsavcılık, kararında Dursun Uyar hakkında dolandırıcılık ve benzeri suçlar konusunda 7 soruşturma açıldığı belirterek, 5 soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığı, 1 soruşturmada da yetkisizlik kararı verildiğini hatırlattı. Uyar hakkında halen Sermaye Piyasası Kurulu yetkililerine rüşvet verdiği iddiasıyla tahkikatın sürdüğü belirtilen kararda, Çiçek hakkındaki suç iddialarının ise dayanağının bulunmadığı kaydedildi. Kararda başsavcılığın soruşturma yetkisinin bulunmadığı, bu nedenle takipsizlik kararı verildiği bildirildi. (Ankara/AA)
-
Türkçe şarkı Bakanı duygulandırdı
başlarım barbar bilen dünyalılara.okullar açtıkça bizi tanıyorlar öyle mi ? bırak Allah aşkına çok sevdiğiniz özendiğiniz amerikalıların dünyadan haberi yok.adamların televizyonların da haberler verilmiyo.kimisinin hala ikiz kulelerden haberi yok.buna kankam amerikada şahit olmuş.kendimizi ona buna beğendireceğimize kendi sorunlarımızı halletmeliyiz.yani bugün bi amerikalının aferin güzel okullar açmışsınız demesi beni zerre kadar mutlu etmez.(bi amerikalı zaten bana bu kadar yakın olamaz dalarım ona.yeminim var birinin dağıtacam suratını) nurcular bana karışmasın ben onlara zaten karışmam.ama ilk önce kendi ülkemizin çocuklarına birşeyler yapalım diyorum.her dediğimize muhalefet olmayın.işin özü bu.İLK ÖNCE KENDİ KARDEŞLERİMİZ!
-
Yine düğmelerine basıldı
Yine düğmelerine basıldı Bir yerlerden talimat almışçasına harekete geçen ülkücü faşistler, hemen her gün bir üniversitede saldırı düzenlemeye başladı. Bir yerlerden talimat almışçasına harekete geçen ülkücü faşistler, hemen her gün bir üniversitede saldırı düzenlemeye başladı. İşi üniversitelerde silahla öğrenci yaralamaya kadar vardıran ülkücülerin saldırılarından, öğretim üyeleri de nasibini alıyor. Ege Üniversitesi’nde öğrenci yurdunu basan ve ertesi gün üniversite kampusunda 6 öğrenciyi yaralayan ülkücülerin son hedefi Ankara’daki öğrenciler oldu. Edinilen bilgilere göre, Ankara Hukuk Fakültesi’nin bulunduğu Cebeci’deki evlerine gitmek üzere olan yurtsever-devrimci öğrenciler, Hukuk Fakültesi’nin önünde kalabalık bir ülkücü grubun saldırısına uğradı. Pazartesi günü saat 22.30 sularında meydana gelen olayda, saldırganların demir çubuklar ve satırlar kullandığı öğrenildi. Olay yerinde bulunan polisin yurtsever öğrencileri kovaladığı ve ülkücü gruba müdahale etmediği belirtilirken, saldırı sonucu Sinan Benek ve Mustafa Yeşil adlı öğrenciler ağır yaralandı. Yaralılardan bilek damarı kesilen Sinan Benek, Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde ameliyata alındı. Benek, hayati tehlikeyi atlatırken, saldırı sırasında parmağı kopan Mustafa Yeşil isimli öğrencinin ise İbni Sina Hastanesi’ndeki tedavisi devam ediyor. Saldırı girişimi Bu vahşi saldırıyı protesto etmek isteyen üniversite öğrencileri, önceki akşam Yüksel Caddesi’nde toplandılar. Türkçe ve Kürtçe sloganlar atan öğrenciler, Türkiye’nin çeşitli illerindeki üniversitelerde ve Ankara’da faşist saldırıların arttığına dikkat çektiler. Ortak açıklamayı okuyan Sercan Saydam adlı öğrenci, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenlere karşı bu tür saldırıların yapılmasını kınayarak, PKK’nin ilan ettiği ateşkes süresi boyunca askeri operasyonların yoğunlaştırıldığını, geçmişi aratmayan bazı uygulamaların ve ırkçı saldırıların arttığını söyledi. Söz konusu saldırıların ‘derin konseptin işi’ olduğunu kaydeden Saydam, “Bizler diyoruz ki, ne oligarşik sistemin olağanüstü olanakları, ne psikolojik hareket daireleri, ne saldırıların ilk basamağı olarak hazırlanan yasalar, ne de kendi pis işlerini yaptırdıkları it sürüleri Mezopotamya’nın güneşini teslim alamaz” dedi. Açıklamanın ardından öğrenciler dağılmak üzereyken, koşarak gelen ve elinde demir çubuk olduğu görülen bir kişi öğrenci grubunun arasına girdi. Bir anda ortalık karışırken, saldırgan, kimseyi yaralayamadan ilerideki polis grubunun içinden kaçtı. Saldırganı takip eden öğrencilerden Cihat Özçelik ise polis tarafından alıkonuldu. Polisin Özçelik’i gözaltına alması tepkilere neden olurken, öğrenciler saldırılara karşı tutum belirlemek üzere dağıldılar. (Ankara/EVRENSEL) -------------------------------------------------------------------------------- Öğretim üyelerine de saldırıyorlar Üniversitelerde hocalar da artık ülkücülerin boy hedefi haline geldi. Geçtiğimiz günlerde Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kadir Cengızbay’ın Citroen marka aracının tekerlekleri parçalandı. Ülkücü saldırganlar, “Üniversite bizim kalemiz. Sen buraya giremezsin. Sabrımızı zorlama” ifadelerinin yer aldığı bir not bıraktı. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde daha önce yaşanan silahlı saldırı olayında 4. sınıf öğrencisi Aslan Oktay her iki ayağından yaralanmıştı. Aynı olayda, Abdullah Demir adlı 3. sınıf öğrencisinin ise burnu kırılarak hastanelik olmuştu. Gazi Üniversitesi, gazeteci Metin Uca’ya yönelik saldırı ile öğretim Üyesi Remzi Altınpolat’ın uzun saçlı ve küpeli olduğu gerekçesiyle “ülkücü” öğrencilerce dövülmesi olaylarına da sahne olmuştu. Ülkücü saldırganlar İzmir’de de Ege Üniversitesi Kampusu içinde öğrencilere saldırmış, ardından evlerine gitmekte olan 4 öğrenciyi dövmüşlerdi. Ülkücü faşistler, 4 Kasım Pazartesi akşamı da Ege Üniversitesi Kampusu içindeki öğrenci yurduna baskın düzenlemişlerdi. Ertesi gün baskını protesto eden öğrenciler de sopalı, bıçaklı ülkücü faşistlerin saldırısına uğramış, saldırıda yaralanan 6 öğrenci hastanede tedavi altına alınmıştı.
-
Türkçe şarkı Bakanı duygulandırdı
Kazım Koyuncu Açıkhava’daydı Kazım Koyuncu’nun kansere yenik düşerek hayatını kaybetmesi sonucu ertelenen “Hey Gidi Karadeniz” konserinde çok sayıda sanatçı bir araya gelerek sanatçıyı andılar. Gecede Koyuncu’nun sahne performansından görüntüler sinevizyonla Açıkhava seyircisine sunuldu. Pek çok sanatçı “Karadeniz kültürünü tanıtmak ve hayatın renklerine katmak” amacıyla Akan Prodüksiyon tarafından 3 yıldır gerçekleştirilen, “Hey Gidi Karadeniz” konseri Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda gerçekleştirildi. Projenin mimarı olan Kazım Koyuncu anısına yapılması kararlaştırılan konserin sunuculuğunu Nihat Sırdar üstelendi. Sunay Akın, Fuat Saka, Şevval Sam, Bayar Şahin ve İbrahim Can’ın sahne aldığı konsere, Haluk Levent, Mor ve Ötesi Grubu’ndan Harun Tekin, Nazan Öncel, Leman Sam, Grup Yorum, Yaşar Kurt ve Hilmi Yarayıcı gibi pek çok sanatçı da destek vererek sahne aldı. Sanatçılardan Haluk Levent, Kazım Koyuncu anısına Karadeniz sahillerinde çektiği “Çemberimde Gül Oya” adlı şarkısının klibini de ilk kez Harbiye Açıkhava Tiyatrosu seyircisiyle paylaştı. Koyuncu’nun ailesinin de katıldığı konserde Kazım Koyuncu’nun kardeşi Oğuz Koyuncu’ya konser geliri bağışlanacak vakıflar teşekkür plaketi verdiler. Konserde coşkunun ve duygusallığın doruğa çıktığı an ise Kazım Koyuncu’nun geçtiğimiz yıl Rumeli Hisarı’nda verdiği konserden sinevizyona yansıtılan görüntülerde yaşandı. Sanatçının sahne performansı dakikalarca ayakta alkışlandı. Konserin tüm gelirleri Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Türkiye Kanserle Savaş Vakfı ve Nesin Vakfı’na aktarılacak. sonradan görmeler gibi buraya şunu verdik oraya bunu bağışladık demiyoruz.gerekli vakıflara bağışlıyoruz.bunun gibi niceleri var tabii
-
Beyoğlu Rapsodisi
Üç arkadaşın hikayesi bu. Biraz da Beyoğlu'nun hikayesi. Beyoğlu'nun karmaşasının, kalabalıkların arasına gizlenen sırların hikayesi. Sokakların, binaların, bildik bilmedik köşelerin, ama en çok da insanların hikayesi. Çocukluktan başlayan, mekanı yine Beyoğlu olan bir dostluğun bugünü anlatılıyor Beyoğlu Rapsodisi'nde. Üç farklı kişiliğin, üç farklı yaşam tarzının birleştiği bir nokta bu dostluk. Önce onları tanıyoruz, hayatlarına tanık oluyoruz. Sanıyoruz ki, her şey hep böyle doğal gidecek. Sanıyoruz ki, hayat normal seyrini sürdürecek. Ama gün geliyor, bir fotoğraf sergisi hayatlarını değiştiriyor. merhaba... bu kitap yeni diil aslında.ama şuan bunu okuyorum.polisiye olduğunu bilseydim alır okurmuydum emin diilim.ama polisiye tarzı sevenlerin hoşlanacağı bi kitap.benim gibi beyoğlu hastalığı olanlar varsa tavsiye ederim.tarihinden de söz ediyor biraz.
-
Türkçe şarkı Bakanı duygulandırdı
güzel rakamlar... keşke bende 2005-2006 öğretim yılı içinde okula giderken neler çeken köprüsüz derelerden geçen abartmıyorum TRT'nin yaptığı belgesellerde duyduğum okula giderken kış vakti dağlardan inen kurtlardan korkan hatta ölümle sonuçlanan yolculukların rakamlarını verebilsem... haa birde cahil falan demişsin ya ona çok gülüyorum ne zamandan beri Azerbeycan Avrupa da bulunuyor
-
Atatürk ve Türk Kadını..
atarük türk kadınları için: “kadınlarımız hayatta tembel ve aylak yaşadıklarını, bilim ve irfan ile ilişkilerinin bulunmadığını, uygar yaşantı ve sosyal yaşantı ile ilgili olmadıklarını, kadınlarımızın her şeyden yoksun kaldıklarını onların türk erkekleri tarafından hayattan, dünyadan, insanlıktan uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. fakat gerçek hal böyle midir? şüphesiz ki türk kadınını bu şekilde görmek, türk kadınını görmemektir. yabancıların ve bizi düşman gözü ile görenlerin tanımladıkları ve tanıttıkları kadınlar, bu vatanın asil kadını, anadolu’nun asil türk kadını değildir. öyle kadınlar bizim asil yaşantımızda ve asil memleketimizde yoktur. işte ilk düzeltilecek yanlışlık ve ilk ilan edilecek gerçek buradadır. dış görünüşlerine bakarak düşmanlarımız diyorlar ki, türkiye uygarlaşmış bir ulus olamaz, çünkü türkiye halkı iki parçadan meydana gelmiştir. kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır. halbuki bir sosyal toplum aynı amaca bütün kadın ve erkekleriyle yürümezse, yükselmesine fenni bir imkan ve bilimsel bir ihtimal yoktur… bizim sosyal kurumumuzun başarısızlık nedeni, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ihmaldir. insanlar dünyaya kaderleri kadar yaşamak üzere gelmişlerdir. yaşamak demek, çalışma demektir. o halde b,r sosyal toplum, bir organik çalışmada bulunursa, diğer bir organ tembelleşirse o sosyal kurum felç olmuştur. o halde bizim sosyal toplumumuz için bilim ve fen lazımsa, bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde etmeleri lazımdır. “ulusumuz, kuvvetli bir ulus olmaya karar vermiştir. bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini sağlamaktır. o halde kadınlarımız bilgin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim kademelerinden geçeceklerdir. sonra kadınlar sosyal yaşantı içinde erkeklerle birlikte yürüyerek birbirlerinin yardımcısı ve desteği olacaktır.” diyerek onların ülkemiz için önemlerini bir nebze olsun vurgulamıştır.
-
Mektup Arkadaşım
Mektup Arkadaşım Haluk Gerger Bana yazdığı ilk mektubu çok iyi anımsıyorum. İkimiz de cezaevindeydik; O İstanbul’da, ben Orta Anadolu’da bir ilçede. Bazı konularda görüşlerimi soruyor, arkadaşlarının selamlarını iletiyordu. Ben de O’na yazdım. Yazışmaya başladık. Böylece “mektup arkadaşı” olmuştuk… Sonra ben hapisten çıktım. O hala hapisteydi. Yurtdışına gittim. Döndüğümde O hala hapisteydi. Sonra yeniden dışarı gittim. Döndüm ve tekrar hapse girdim. O hala cezaevindeydi. Hapisliğimin ilk haftaları olmalıydı, mektup arkadaşım beni bulmuştu. İki mahpus yeniden yazışmaya başladık… Sonra ben bitirdim süremi, çıktım. O hala hapisteydi. Uzun bir süre için yeniden yurtdışına taşındım. O hala hapisteydi. Döndüm, O hapisteydi. Bir gün bir arkadaşı aradı. “Mektup arkadaşı”m döndüğümü duymuş benimle yazışmayı sürdürmek istiyordu, “Olur muydu?” Sevinmiştim. “Tekrar yazmak için yeniden hapse girmemi beklemesin, yazsın bana” dedim. İlk fırsatta da ziyaretine giderim henüz hiç görmediğim “mektup arkadaşı”mın diye düşündüm. Üç ya da dört gün sonra o arkadaşı aradı yeniden. Sesindeki telaş ve hüzün hala kulaklarımda. Bir operasyondan söz ediyordu… Ölümler vardı, yananlar vardı, operasyon sürüyordu... “Mektup arkadaşım” da operasyonda öldürülmüştü!.. Yanmıştı, yakılmıştı, ölmüştü… Yakılmıştı… Sonrası biliniyor. “Hayata Donüş Operasyonu”, alevler, alev alev bedenlerle tecridin ölümünden önce gelmişti, ölüm kadar katı, ölüm kadar soğuk, ölüm kadar acımasız. O ne yapmıştı? Neler olmuştu? Nasıl başlamıştı her şey? Sorular ve yürek yakan yanıtlar… Ya bana yazmayı düşündüğü mektup? Acaba mesajımı alıp da bana yazmış mıydı? Mektubu postalamış mıydı? Mektup yolda mıydı, “idare”de mi bekliyordu, yoksa henüz gönderememişti ve o da yanmış mıydı koğuşta? Arkadaşım ve mektubum birlikte mi yanmışlardı? Günlerce bekledim bir umutla nedense. Sanki mektubu gelecek ve içinden bir de resmi çıkacaktı. Mektup gelmedi. Belki daha yazma fırsatı bulamamıştı, belki yazmıştı da henüz göndermemişti. Bu arada O’nu ilk kez gördüm de! Cenazesini bir televizyon kanalı belki iki saniye kadar göstermişti haberlerde. Bir resmi iliştirilmiş miydi tabutuna anımsamıyorum. Anadolu’da bazen duvak da yerleştirirlerdi baş tarafına değil mi? Zaten pek görme fırsatı da olmamıştı ya. Yüzünü göremediğim “mektup arkadaşı”mın tabutu bir an gelip geçmişti beyaz camda… Sonraları bazı geceler O’nu rüyamda gördüm. Hiç görmediğim “mektup arkadaşı”mı rüyalarımda hep küçük, yalnız, bembeyaz bir bulut olarak görüyordum… Yüzü yoktu, yanmamıştı, bembeyazdı… Çok yalnızdı ve ışıklar arasındaydı… Sanki “Güneşin Sofrası”na doğru süzülüyordu… Saf ve güzeldi… Küçük, tek başına bir bulut… fiimdi ne zaman bir yalnız bulut görsem gökyüzünde, yüzünü hiç görmediğim ama tabutunun görüntülerini izlediğim “mektup arkadaşım”ı hatırlıyorum. Ne zaman bir bulut kümesi görsem O’nun, “Güneşin Sofrası”nı paylaştığı yoldaşlarını hatırlıyorum. Yitip sarısıcak aydınlığa giden atlıları… İçim sıkıldığında, hüzün bastığında gözlerimi; yüreğim daraldığında, O’na mektuplar gönderiyorum. Bir ucunu yakmadan. Hasret mektupları değil ki bunlar. Hesap mektupları, iç dökme, borç dökümü bir tür. Biliyorum yanıtsız mektuplar da değil bunlar. Yanıtları duyumsuyorum. Lanetlilerin çığlık çığlığa ayak seslerini… Biliyorum, mektuplarım adressiz de değil, yanıtsız da…
-
RENGARENK KARANLIK
RENGARENK KARANLIK Karanlığın içine birkaç tane renk bulamacı serpiştirmişler, tumturaklı sözcüklerle bunu şekillendirmişler ve önümüze “İşte hayat budur” diye koyuvermişler, adına da “yeni dünya düzeni” (!) demişler... Kanlı saltanatlarını korumak, harcı zulüm ve gözyaşıyla karılmış kalelerini daha da ulaşılmaz kılmak için işte hayat budur demişler... Bu renkli hayatın içinde gizlenmişler yüzlerce yıl. Yasalar yazmışlar, cezalar koymuşlar, birileri farkına varır da, bu kanlı saltanatı yıkar korkusuyla... Bu renk bulamacının içinde sadece onlar yaşayabilirmiş ama… Dışarıda kalanlar yoz karanlığa teslim olmuş, nefes almak bile güç. Ölümün nereden geleceğini kestirmek o kadar zor ki! Bazen açlık olmuş ölümün adı, bazen cinnet, bazen işkence, bazen tecrit, bazen de faili meçhul ama ille de demokrasi! İnsan hayatı o kadar ucuzmuş ki, dünyanın dört bir tarafından hayat satın almaya gelmişler... Ezmişler, sömürmüşler... Karanlıkla boyamışlar sokaklarını. Aç çocukları mendil, kadınları bedenlerini satarken görmeyelim diye… Karanlıkla boyamışlar sokaklarını. İnsanlar vurulurken sebepsiz yere henüz 17 sinde, faillerini bilmeyelim diye. Erdallar darağacına giderken duymayalım diye… Karanlıkla boyamışlar sokaklarını. İhtilaller daha kolay yapılsın, kanlı saltanatları yıkılmasın diye… Karanlıkla boyamışlar Anadolu’mu… Karanlıkla boyamışlar Vatanımı... Ama bir gün birileri serden geçip fırlamışlar sokağa, bedenlerini fırça yaparak, hayatın gerçek renkleriyle boyamaya başlamışlar o yoz karanlığı, dünyanın bütün güzellikleri ile... Çocuklar aç kalmasın, bedenler satılmasın diye... İnsanlar vurulmasın, Erdallar asılmasın diye... İhtilaller olmasın, kanlı saltanatlar yıkılsın diye... Ölmüşler, ölmüşler... Ve binlerce kez doğmuşlar her bir ölümden. Yeniden binlerce kez ölmek için... Ey Anadolu’m ne duruyorsun öyle, kalk ayağa! Şimdi durma günü değildir, savaşma günüdür... Şimdi susma günü değildir, haykırma günüdür... Dilin mi yok? Al sana dil, konuş öyleyse! Sesin mi yok? Al sana ses, haykır öyleyse! Elin mi yok? Al sana el, kaldır öyleyse! Canın mı yok? Al sana can, savaş öyleyse! Sen atalarımızdan yadigar değilsin, çocuklarımızdan ödünç aldık seni ve tertemiz geri vereceğiz çocuklarımıza... Bak geldik Anadolu, su dedin, yağmur olduk yeşerttik toprağını… Can dedin, ser dedin kurşun olduk, yağdık zulmün üstüne... Korkmadık savaştık, tutuşturduk bedenimizi bağımsızlık ateşiyle… Su deyip de aktık hayatın oluğundan, içimiz bir tufana teslim olana kadar… Sesinde yüzyılların hasretine doyduk, bütün dillerde sustuk sana varana kadar. Ve unutmadık asla, unutmasınlar onlar da! Her yeni kavgaya koşarken bizde inanç, bizde umut, tüm karanlıkları öldürecek kadar cesurdur... Ahmet Ali Özkan BÜYÜK AŞK Kavgan, kavgam Sevdan, sevdam Ve eğer istersen Ben Sen. “Çizgisinden sapmış doğru” Yönünü şaşırmış rüzgâr Tersine akan nehir. İnsan ki sorumlu İnsan ki beynini kemirir Ne aç doyurmak Ne de hayır duaları duymak Yalnız seni, doğadaki seni Toprak Hava Su İçime solumak bir nefes gökyüzünü Sevdamı sevdana Kavgamı kavgana katmak. Ne büyük aşk! Başucundaki reyhana hayat vermek... Naci Aracı
-
Bir Kadın Tanıdım...
Bir Kadın Tanıdım... Yelda Sargın "Uzaktaki acıları gösteren fotoğrafların sakladığı bilgi ne işe yarar? İnsanlar kendilerine yakın olan acılara pek bakmazlar. Hemde bütün dikizci tuzaklarına, kendileri için yararlı bir sonuç olan bilgi edinme fırsatını sunmasına rağmen." Susan Sontag Bir kadın tanıdım ben. Yaralanmış ortasında yaşamın. Ve hep çektiği acılarla gülüyordu yaşama. Aldığı kararların ortasında, bir başına yürüyordu. Bilirsiniz, bazen zor olur insanın yaşamını şekillendirmesi… Büyük kararlar almak gerekir yürüyebilmek için. Ve güçlü olmak... Kararlar almıştı kadın. Yaşamının tam ortasında yepyeni bir adım atacak kararlar istiyordu; değişmeli; diyordu her şey. Acı veren onca günü geride bırakmak ve yürümek istiyordu yeni bir yaşama doğru. Yeni gün sancılarla doğuyordu ama. Sancılar batıyordu kalbine sanki. Sancılar deliyordu yüreğini. Fay hattı kırılmıştı bir kez. Adım adım oluşan çatlaklar, toprağın biriken gerginliğiyle buluşunca olan olmuştu işte. Fay hattı yüreğinin tam ortasında kırılmıştı sanki. Bir uçurum gibi ikiye ayırmıştı yaşamını. Geride kalmıştı anılar ve sevdikleri. Hem de unutup gitmek istedikleriyle beraber, canına anlam katanları da bırakmıştı uçurumun o kıyısında. Biliyordu öyle olmazdı bu. Ulaşıp almalıydı onları. Ama yoktu gücü şimdilik. Güç toplamaya çalışıyordu bu yüzden. Attığı her adım, ulaştığı her el onun parçası olmalıydı. Güç vermeliydi ona. Gelip geçenlerin yüzlerine hep bu yüzden bakıyordu sanki. Hayatından geçen her kişide bir kez daha sorguluyordu yaşadıklarını. Bir kez daha ölçüyordu yaşamın tüm kurallarını ve bir kez daha tartıyordu. Yine de hep umutlu gözlerle bakıyordu yaşama. Sanki her geçen, ona elini uzatacakmış gibi gelse de olmuyordu hiç… El uzatmak ve boşta kalması o elin… Siz yaşadınız mı hiç bu duyguyu? Hiç böyle bir sancınız oldu mu sizin? Onca umutluyken, boşluğa yuvarlandınız mı hiç? Nasıl çıktınız peki o kuyudan? Sevdiklerinizin olması yetti mi? Ya kendiniz… O gücü kim aşıladı size? Peki tam da burasında yaşamın, sorguladınız mı hiç tüm olanları? Nasıl bir düzende, kimin için yaşar insanoğlu? Kim karar verir kurallara? Kimindir çizilen kader? Ve bunca insanın yaşadığı bir yerde nasıl yalnızlaşır insanlar? Niye bencilleşir insan? Nasıl duyarsızlaşır ve uzatılan el niye boşta kalır? “Karşılığı olmayınca sevgiyi bile kabul etmiyor insanlar” diyordu kadın bir konuşmamızda. Oysa sevgi doluydu, yüzünde hep gülücükler vardı onun. Umutsuz olmamıştı hiç. fiimdiyse acı çekiyordu her elini geri çevirdiklerinde. Bu köhne düzenin insan ilişkilerinde yarattığı tahribatı böylesine yaşamak ağır gelmişti ona. İnsanların düştükleri, düşürüldükleri durumu görmek ve aralarında tasnif yapmak zorunda bırakılmak. Çünkü insanlar, bencil yanları söz konusu olunca silip geçiyorlardı etraflarındaki her şeyi. Hem de bunu şaşaalı kelimeler kullanarak yapıyorlardı. En zoru da buydu kadın için. Yüzüne gülüp sonra arkasını dönenlerin, hep kendilerini en duyarlı ilan edenler olması... Yani güvendiği onca kişinin ikiyüzlülüklerinin ortaya çıkması… Yani korkup kaçmaları… Ağır geliyordu ona tüm bunları yaşamak. İşte ona bakarak düşündüm tüm bunları… Sonra umudu, bağlılığı, vefayı düşündüm. Ve bunları bugün, bu zor şartlara rağmen taşıyanların bir tek “bizimkiler” olduğunu… Jilet kesiği bir sancı saplanıyor bazen yüreğine insanın. Yaşadıkları ağır geliyor. Her şeyin bir anda yok olmasını istiyor mesela. Unutmak, unutturmak ve yok olmak. Acı çekiyor çünkü. elle tutulur, gözle görülür bir acı değil çoğu zaman bu. Hatta gülücüklerin arkasına sığınan içten içe yok eden sinsi bir acı. Öyle ki canının yandığını anlayan olmuyor… Bakanların görmediği bir oyun sanki bu. Ve en kötüsü de görmek isteyenlerin gitgide azaldığı… Mesele de bu zaten. Görmek istememekle başlıyor her şey. İstemiyor çünkü. Elini vermek istemiyor sana. Başkasının elini tutmak zor geliyor, yük oluyor o anda. Kendi acımızla yanmaya o kadar alışıyoruz ki, başkasının acısına bakmak zorlaşıyor çoğu zaman. Acıları çeken biz değil de başkası olunca, tüm sorunlar bir anda çözülüyor sanki... Oysa ne çok şey var böyle anlarda, bizi bize düşman eden. Bizi insanlığımızdan uzaklaştıran, insana düşmanlaştıran. Kaybedenin kendimiz olduğunu ne kadar anlıyoruz böyle zamanlarda. Bilmiyoruz. Oysa kaybediyoruz, azalıyoruz, insanlıktan çıkıyoruz hatta. Sadece bedensel zevkleri için yaşayan varlıklar haline geliyoruz böyle anlarda. Sırtımızı dönüp gittiğimiz her şeyde daha çok yaşanır hale geliyor bu durum. Her ‘bana ne’ deyişimiz, her bizden uzak sayışımız, her yok sayışımız bizi biz olmaktan çıkartıyor aslında… Ayakta kalmak… Başkasına muhtaç olmadan, başkasına yük olmadan sadece kendine inanarak, güvenerek… Sonra hayatla, insanlarla, yaşamla verdiğin bu kavgada hep yarını yaşamak için gücün olmasını istemek. Ve daha da zoru başkasının ayakta kalma savaşının içinde bir olabilmek... Güç verebilmek ona. El olabilmek, gülüşünü koymak ortaya, sıcaklığını, çıkarsız bir sevgiyi... İnsan olabilmenin erdemi aslında bunlar... Ve zor değil aslında... Sadece başkasının acısını görmek, görmeyi istemek gerekiyor. Adım atmak belki… Büyük bir halka bu aslında... İçinde binlerce halka bulunan. İçten başlayıp, dışa doğru genişleyen. Tam ortasında biz varız belki… Genişledikçe görmeye başladıklarımızla çıkıyoruz o halkanın içinden. Çevremizle alakamızla birlikte büyüyor ve büyütüyoruz. Yakınlarımız, arkadaşlarımız, komşularımız, dostlarımız… Ve sonra tanımadığımız ama elimize ihtiyaç duyanlar. Uzaktaki çocuklar belki. Belki mayınlarla sarılmış bir toprağın ortasında yaşamak... Belki tepene bombalar yağarken hayatı devam ettirmeye çalışmak... Ya da ülken işgal altındayken esaretin zincirlerini kırmak için bedenini ortaya koyanların arasında yaşamak... Ya da açlık çeken bir halkın evladı olmak... Yarınlar için kurulan bir düşe sahip çıktığın için ortasında olmak tel örgülerin... Sana dayatılana karşı çıkmak... Paylaşmak... Sevmek... Kendinin hissedip sahip çıkmak. Böyle böyle genişliyor çember. Aksi takdirde boğulan biz oluyoruz tam ortasında. Halkalar geliyor üstümüze... Bize ait olmadığını düşündüğümüz ve tam tersine bizim olan o halkalar boğuyor bizi. Unutmak gerçekten çağın hastalığı mıdır mesela... Neyi unutur insan? Önem vermediklerini mi? Neye önem vermez peki? Kendini ne ilgilendirmez? Çıkarlar mı belirler her şeyi? Yok mudur bunun daha ötesi? Ya bizim o an fark edemediklerimiz? Kim belirliyor bizim için önem sırasını? Hangi kurallar bizi sarıp sarmalıyor? Biz neresindeyiz yaşamın? Ve ne kadar esiri oluyoruz belki de hiç onaylamadığımız o kuralların? Evet, tekrar soruyoruz kendimize ve size, unutmak gerçekten çağın hastalığı mıdır ve bu çağda gerçekten her koyun kendi bacağından mı asılır? İşte bu sorulara verdiğimiz yanıtlarla değişiyor yaşama bakış acımız. Kabul, acı çekiyor insanoğlu ve hatta çektiği acılardaki adaletsizliğin boyutuna göre daha bir umutsuzluğa düşüyor. Ama bu da, daha çok bütünü görmemekten, kendini yalnız hissetmekten geliyor. Oysa yalnız değil kimse… Adaletsizlik varsa, adalet arayanlar da var. Çıkar varsa, çıkarsız sevenler de var. Bencillik varsa, paylaşımı, dostluğu büyütenler de var. Kirlenmişlik, yozluk, ahlaksızlık varsa, tüm bunlara alternatif bir yaşam düşü de var. Yeni insan için, yepyeni bir dünya için verilen kavga aynı temizliği ve yarattığı değerlerle sürmeye devam ediyor. Çünkü bu dünya da başkasının acısını kendi acısı olarak görenler, onu hiç yaşamadan yüreğinde hissedenler var. Ve hala dönüyorsa bu yaşlı dünya onlar acılara meydan okudukları içindir. Bir kadın tanıdım... Onun hayatına bakarken düşündüm tüm bunları... Onun gözlerinde gördüm sevgiyi ve umudu. Sonra acıyı, beklentiyi, sahiplenilme isteğini. Derinliklerinde düşünürken fark ettim acıdan umuda dönüşen yolu, hüzünlerin isyana çevrilmesi gerektiğini ve “biz” olabilmeyi… Başkasının gözleri değildi oysa onda gördüğüm. Aynada parlayan yüzümüzdü belki... O yüzden başkasının acısı olmadı hiç... Her zamankinden daha yakındı belki de…
-
GÜNÜN ŞİİRİ
F tipi Cezaevleri İçin İtirazımdır Sennur Sezer Cezadır, insanı sevdiğinden ayırmak, Kapatmak dört duvara. İnsan sıcağı, dertleşecek yürek Azaltır cezayı ama. Çıkıp yürünecek alan kapalı, Kapalı gökyüzü pencerelere. Onurla beklemek kesilen süreyi, Paylaşmak onurunu korumayı Genişletir ufku. İnsanı kendi sesine kapamak, Kapamak yapayalnızlığına. Azaltmak insanlığın bir yanını, Düşü, yüreği, aklı koparmak. Adı ne olursa olsun tek anlam taşır: İşkence! İşkence onura yönelik bir iş, Ey elinde kalemi olan, ey karar gücü, İşkence suçtur, ceza değil, Hücre, işkencedir. Ey karar gücü, ey eli kalemli bir dakika dur Kapa göğe pencereni, Sesini kapa sevdiklerinin. Kapan kendi ayak sesine, Bir gececik, bir gececik dene. Hücreyi savunmadan önce Dene ıssızda bir ot olmayı, Akmayı bir dere nasıl çölde akarsa, dene. Sonra konuş, Sesin kalmışsa, Bakabiliyorsan aynada yüzüne.
-
Sen Ne Dersin İstanbul?
Sen Ne Dersin İstanbul? Zeynep Esen Yağmurlu havaları hiç sevmem. Ağlamaklı insan gibidir. Ben ağlamıyorum! Yağmur yağıyor, soğuk. Sert, netameli bir havayı bile tercih ederdim ama... Yağmurlu bir günde geliyoruz bu kez sana. Ellerimizde dururken hala Behiç’in sıcaklığı. El ele tutuşup söz verdik biz. Sana geliyoruz Ankara. Behiç’in gözlerinden aldığımız ateşle yakıyoruz yol fenerimizi. Ki Behiç, hayatın en güzel resmidir. Ölüm deryasında Behiç, hayatın vaktidir. Cefamızdır alnımızda. Ve düşüyoruz yollara. Dilimizde türkülerle. Ne ağır söyler bizim türküler. Ne dertlidir ki gülden ağır. Bunu belki de en iyi Sincan’ın tecrit hücrelerindeki İhsan Cibelik bilir. İhsan’ın sazından dökülüverir belki, gelir de dilimize dolanır Ankara’nın Yüksel Caddesi’nde: “düştüm bir ormana, yol belli değil oy zulum zulum, başımda zulum uzak git ölüm” İşte o son dize boğazımıza düğümlenir kalır. Gerisi gelmez. Sen çalsan da gelmez İhsan, çünkü orası sözün bittiği yerdir. Sözün bittiği yerde nota neylesin? Öyle bir başına kalır. Sen çal yine de İhsan. Biz dinleyelim. Ankara’nın Yüksel Caddesi’nde. Sesimizi duyurabildik mi ey tecrittekiler! Sesimiz o kalın sansür duvarına çarpıyor ama biz sesimizi duyurmasını da biliriz. Ankara’nın en yüksek yerine çıkıp Sincan’a doğru bağırmak geliyor içimden: “İhsaaaaaaaaan! Tecritteki dostlaaaaaaaaaar! Buradayız!..” Tarih bunu da yazacak İhsan. Bu duyulmayan sesimizi de yazacak. İnsan onuru bu, kolay yok edilebilir bir şey değildir. İnsan onuru bu, tecrit hücrelerine de sığmaz. Bir gün gelir o duvarlar da yıkılır. İstanbul bizi yağmurlarla uğurluyor. İstanbul bizimdir. İstanbul kadim dostumuzdur. Döneceğiz bekle. Tecrit kentine gidip, tarihin bu vaktine bir çentik atıp geleceğiz. Boşa değildir hiçbir çaba. Çünkü biz bir insanlık suçunu yüzlerine haykırmaya gidiyoruz. Dost da düşman da bizi uğurlamaya gelmiş... Kucaklaşıyoruz dostlarımızla. İstanbul’dan çıkıyoruz. Kalabalık değiliz. Hatta azız. Yolda bir arkadaşa soruyorum: “Neden bu kadar azız ki?” Cevabı düşündürücü : “Biz hep az olduk ki... Az olmasak 122 kişi ölür müydü söylesene. Önemli olan sayı değil, az kişiyle bile olsa ne yaptığımızdır.” Evet azız. Ama bir gün çoğalacağız. Yüzer yüzer, biner biner de geleceğiz... Otobüsümüz ağır ağır yol alıyor. Sabahın ilk ışıklarıyla orada olacağız. Yolda, ertesi gün yaşayacaklarımızın merakı içinde dalıyoruz hafiften uykulara. Sen ne dersin İstanbul? Zulmün kalbi de durur mu bir gün? “Durur!” der gibi bakıyor bana İstanbul... Behiç’i senin ellerine emanet edip düşüyoruz şimdi Gülcan’ın anne yüreğiyle, Sevgi’nin sıcaklığıyla Ankara yollarına. Sabahın erken saatlerinde yine dostlarımız karşılıyor bizi. Kucaklaşıyoruz. Dostlarımız, yoldaşlarımız, kardeşlerimiz. Ankara’nın mahpus görmüş aydınları karşılıyorlar bizi sımsıcak yüzleriyle. Yükümüzü boşaltıyoruz. Yükümüz ağır, Behiç’in 200 günlük açlığını sırtladık da geldik. Gözlerinin ferini, direncini ve umudunu getirdik. Getirip hepsini bırakıyoruz Ankara toprağına. Bu kente sanatçı yüreğimizle geldik. Bu şehre anne, kardeş, baba yüreğimizle geldik. Yüreğimizi bırakıp gitmesini de biliriz. Yüreğimizi sizinkinin yanına bırakıp. “Boyun eğmenin akıl sayıldığı yerde, soyu ezelden deli olanların” yanına... Yüksel Caddesi’nin tanıklığında tarihe notlar düşüyoruz: “Bu kent, tecridi uygulayanların kentidir. Buradan çıkıyor zulüm kararnameleri.” Bakanlığın kapısında bir duvar var ki, binlerce kolluktan oluşan duvar bu. Korkunun duvarı bu. Düşüncenin etrafına örülmüş bir duvar. Düşünen beyinlerin etrafına örülen korku duvarı. Bu duvarı aşmasın düşünce! Zira en tehlikelisidir zulümden kurulu iktidarların gözünde düşünce. Tecrit edilmelidir görüldüğü her yerde. Devlet erkinin kapıları bu sefer aydınların yüzüne kapanıyor. Dışarıda binlerce kolluk, günler öncesinden bu misafirliğe hazırlığını yaparken, gittiğimiz makamda derin bir sessizlik hakim. Korkudandır herhalde... Beynimizdeki düşüncenin korkusundan. Yüzümüze bakamayacakları için koltuklarını terk edip gitmişler. Bu ülkeyi yönetenler aydınıyla yüzleşmekten de korkuyor. Bu düşüncelerimizi açıklıyoruz kapının önünde. “Adalet Bakanlığı’na bir sıkıntımızı dile getirmek için geldik, kapı yüzümüze duvar oldu. Kimliğimizde TC vatandaşı olduğumuz yazılı, dilekçe vermek yasal hakkımız... Ama muhatap alacak kimse bulamıyoruz. Muhatap bulamadığımız yer, bir ülkenin bakanlık makamı...” Umudumuzu hiç yitirmedik. İlk defa böyle karşılanmıyoruz. Sanki az önce bir tabut geçmiş gibi bakanlık önü sessiz. Basın mensupları not alıyorlar. Herkesin gördüğü bir gerçeği bir kez daha açıklıyoruz. “Bu bir yok sayma politikasıdır!” Duydun mu İhsan, bizi yok sayıyorlar. Sizi yok sayıyorlar. Kapattıkları o hücrelerde sesiniz duyulmaz sanıyorlar ama sen yine de çal, biz elbette ki sesini duyarız. Sesinizi duyduğumuz için buradayız. Bekliyoruz. Önümüzde polisten örülmüş lacivert duvar. Bizi renklere bile düşman ettiler. Bu rengi sevmedim hiç. Baskı otoritesinin rengi bu. Ne çok şeyi yasakladılar değil mi bize? En sevdiğimiz renkleri de... Siyahı yasakladılar, haki yeşili, laciverdi, kahverengiyi, kırmızıyı... Bize gelen kıyafetler bu renk olamazdı. Ama beyazı hiç yasaklamadılar. Renksizliğin rengini, hiçliğin rengini. Kitaplarımıza hep düşmandılar, mektuplarımıza, çizgilerimize, mektuplara yapıştırdığımız küçük küçük çiçeklerimize. Hepsini koparıp atarlardı; ne bize gelirdi, ne de biz gönderebilirdik dışarıya. Umut dolu sözlerimize düşmandılar. Sözlerimizin üstünü karaladılar hep. Her şeye düşmandılar. Bir keresinde aramaya gelen gardiyanların gözleri, havalandırmada bir arama yaptıktan sonra duvar dibinde kendiliğinden bitmiş bir çiçeğe takılmıştı. Görmemelerini ne kadar çok isterdim. Son anda gördü biri ve elini uzatıp koparıp atıverdi yere çiçeği. Düşmandılar bir tutam yeşile bile. fiimdi ben Yüksel Caddesi’ndeyim ve bunları düşünüyorum. Birden sanki kulağıma fısıldıyorsun: “Hala düşmanlar...” İçeri giren heyeti bekliyoruz. Yüksel Caddesi’ne yürüdük buraya kadar. Bakanlığın önünde öylece ayakta durmuş bekliyoruz. Biz burada ne çok bekledik İhsan... Böyle bekledik sessizce. Sloganlarla da bekledik, türkülerle de. Ellerimizde bayraklarla bekledik. Pankartlarla. Biz burada ellerimiz kollarımız arkadan bağlı bekledik, ömrümüzün son on dakikasında... Biz burada ne çok bekledik İhsan anlıyor musun? Anlarsın sen halden, biliyorum. Tecrit... Bizi bizden ayıran demek. Tecrit zulüm demek. Millet Meclisi’nde anlatıyoruz bunları. Dört ilde tecridi tiyatrolaştırdığımızı ve insanların hislerini getirdiğimizi söylüyoruz. Hepsi birer belgedir. Anlatmaktan yorulmuyoruz. Dilimizin döndüğünce anlatıyoruz derdimizi milletin vekillerine. Dönmek üzere yola çıkıyoruz. Behiç’in gözleri düşüyor aklımıza. Dönerken o kadar çok kalabalığız ki İhsan. Halklar dolduruyor otobüsümüzü. Gürcüler, Lazlar, Kürtler, Zazalar, Araplar... Otobüsümüz tam da halkların kardeşliğini sergiliyor. Meğer ne çok renkliymişiz. Türküler söylüyoruz her dilden. Ülkemizin bütün ezilen halkları olarak gelmişiz meğerse kapılarına. Halkların gücünü kim yenmeyi başarabilir İhsan. İşte böyle kardeşçe, tecrit edilmeden yaşamak istiyoruz. İnan ki türkülerimiz bile bunu söylüyor... Bilirsin sen, dedim ya en iyi sen bilirsin belki. Halden anlarsın. Sevgilerimizi bırakıyoruz tam da Sincan’ın önünden geçerken sizlere. Hoşça kalın dostlar... Sizi yüreğimize basıyoruz. Gökyüzünün mavisine kavuşacağınız günlerin hasretiyle...
-
Türkçe şarkı Bakanı duygulandırdı
Ölüm sınıfı İstanbul'daki "yetersiz okullaşma"nın son kurbanı 8 yaşındaki Emre oldu. Baraka sınıfın elektriğine kapılan öğrenci can verdi. Sultanbeyli'de 2 bin 500 öğrencili ilköğretim okulunun bahçesine ek derslik olarak konan konteynerler acı bir olaya sahne oldu. Konteynerlerin açıktaki kabloları ikinci sınıf öğrencisi Emre'nin ölümüne yol açtı. TOP OYNARKEN OLDU Teneffüste arkadaşlarıyla top oynayan küçük Emre, konteynerin üstüne kaçan topu almak istedi. İki konteynerin arasındaki kablolardan yukarı çıkmaya çalışırken cereyana kapıldı. AİLESİ İSYAN ETTİ Bir anda yere yığılan Emre'nin arkadaşları korku içinde öğretmenlere haber verdi. Hastaneye kaldırılan küçük öğrenci kurtarılamadı. Ailesi acı içinde isyan etti. Konteyner sınıf can aldı İstanbul Sultanbeyli'de derslik ihtiyacını karşılamak amacıyla okul bahçesine kurulan konteynerde açıkta bırakılan elektrik kabloları 8 yaşındaki Emre'nin ölümüne yol açtı. Megakent İstanbul'da okul bahçesine derslik sıkıntısını gidermek için konulan konteynerler ilköğretim okulu ikinci sınıf öğrenci Emre Köroğlu'nun sonu oldu. Konteynerin üzerine düşen topunu almak isteyen minik öğrenci, açıktaki elektrik kablolarını tutunca akıma kapıldı. Küçük öğrenci feci şekilde can verirken babası, sorumluları dava etmeye hazırlanıyor. Sultanbeyli'dekiAhmet Yener İlköğretim Okulu'nun idaresi, üç yıl önce bahçeye derslik ihtiyacını karşımak için 6 konteyner yerleştirdi. Ardından da ana binadan konteynerlere elektrik çekti. Üzerinden yüksek gerilim hattının da geçtiği okulda yıllardır süren bu inanılmaz ihmal geçtiğimiz cuma günü bir minik cana mal oldu. TOPUNU ALMAK İSTEDİ 2 bin500 mevcutlu okulun ikinci sınıf öğrencisi 8 yaşındaki Emre Köroğlu, teneffüste arkadaşlarıyla top oynamak istedi. Ancak top, derslik olarak kullanılan konteynerlerden birinin üzerine kaçtı. Topu almak için iki konteynerin arasındaki boşluktan yukarı tırmanmaya çalışan Emre, açıkta bulunan elektrik kablolarına tutununca akıma kapıldı. Hemen Sultanbeyli Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Emre, hayatını kaybetti. Ölümüyle arkadaşlarını ve ailesini yasa boğan talihsiz çocuk, okulunun yanı başında bulunan Karapınar Mezarlığı'nda toprağa verildi. Korkunç olayın ardından dün ders başı yapan arkadaşları minik Emre'nin mezarı başında gözyaşı döktü. TEHLİKEDELER Sultanbeyli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, olayla ilgili soruşturma başlatırken,oğlunun ardından gözyaşı döken Hüseyin Köroğlu da okul yöneticileri hakkında şikayetçi olacağını söyledi. Acılı baba, "Oğlumla son kez cuma sabahı okula giderken görüştük, öğle saatlerinde ölüm haberi geldi. Eelektrik hattını o şekilde yaptıran ve konteynırların arısını kapatmayan okul yöneticilerinden şikayetçi olacağım" dedi. Küçük Emre'nin ölümü, velileri de harekete geçirdi. Okulda toplanan velilerden Sebahattin Gür, yüksek gerilim hattı altında bulunan okulda öğrencilerin kanser riskiyle yaşadıklarını belirterek, "Okul başka yer yokmuş gibi yüksek gerilim hattının altına yapılmış, 2 bin 500 çocuk burada tehlike altında. Cözüm bekliyoruz" dedi. Yalçın BEL- MERKEZ kaynak : http://arsiv.sabah.com.tr/2004/09/28//gnd106.html ___________________________________________________ başlığı görünce 1 dakikalık bi araştırma yapıp öyle cevap vereyim dedim. yukarıda ki haber İstanbulda geçiyor. istanbul...ülkenin kültür sanat ticaret vs vs başkenti.metropol...bir de bunun doğusu güneydoğusu var... sizler dünyada okullar açmaya devam edin...