Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

abdil han

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    23
  • Katılım

  • Son Ziyaret

abdil han tarafından postalanan herşey

  1. bekar erkek ile bekar kadın dost olmaz...olamaz,,,,,eee ozaman evliysek olabilir diye bir anlam çıkıyor,,,evli insanın karşı cinsten dostu olmasınada eşi sıcak bakmaz,,bakamaz...eee ozaman bu iş olmaz...olamaz:D şimdi benim için sorun yok diyen varsa ,,ki vardır muhakkak,,ozaman bi yerlerde bi sorun vardır...eşini kıskanmıyorsa insan,sevgide bir eksiklik vardır diye düşünüyorum... dozunda kıskançlık tatlıdır,olmalıdır da... kıskanmak güvensizlik alametiyse,kıskanmamak da sevmemenin alametidir. biz de böyle,, okadar... şimdi bu kültürsüzlük,gericilik se,,ben gericiyim arkadaş,ben kıskanırım... herkese iyi akşamlar
  2. bu sovyetler meselesi okadar değil ama; biz durduk yerde batıya veya abd ye yaklaşmadık,rusya nın karadeniz kıyılarımıza yönelik tehditvari söylemleri ve askeri hazırlıkları sonucu bunlar yaşandı,bunun bedeli olarakta koreye asker gönderdik... ben kesinlikle batı yanlısı değilim,yanlış anlaşılmasın ..ama rusya hiçbir zaman türkiye (geçmişte de osmanlı) çıkarlarına zararsız bir ülke olmamıştır,hatta karadenizde rumların hamiliğini yapmak yasal ve tarihsel vazifeleridir onlara göre...
  3. iyi de olaylara tek taraflı bakmayalım; israil devleti ilan edildikten sonra hemen hemen bütün arap devletleri israile savaş açmışlar ancak amerika ve batınında desteklediği israili yenememişlerdir,daha sonraki dönemlerde de teker teker çoğu arap devletinin devlet başkanları değiştirilmiş ve amerika yanlısı kişiler başa geçirilmiştir,(tıpkı bizde olduğu gibi).. hem israili tanıyan tek müslüman devlet türkiyedir,bunuda unutmayalım,, osmanlı ya ihanet edip ingilizlerle savaşan tek arap lider mekke emiri şerif hüseyindir(bugün ürdün devletinin başındaki kral abdullahın büyük büyük babasıdır)... ayrıca osmanlı sulatnı ve halifesi mehmed reşad'ın 1915 te ilan ettiği cihadın tam tesirli olamamasının alman güdümlü olması ve halifenin yeterli derecede yetkin kabul edilmeyişidir(mehmed reşad'ın devlet işlerinde ipleri tamamen başkalarının eline bıraktığı,bir imza makinesine dönüştüğünü kitapların çoğu yazmaktadır),bu cihad ilanını alman kanalları ve ajanları vasıtasıyla yayan osmanlı istediği tepkiyi alamasa da çoğu yerde ayaklanmalar,çete savaşları gerçekleşmiştir... vesselam
  4. selamün aleyküm bakın kim ayasofyayı kime ve neye satmış; Ayasofya Balkan Paktına mı Satıldı? Bir donem Cumhurbaşkanlığı da yapan Celal Bayar’ın anılarından Ayasofya’nın niçin müze olduğunu oğrenelim; -Balkan Paktına üyelik hususunda Atina’da Yunan Başbakanı ile Gorüştüğüm sırada kendisi Ayasofya konusunu açtı ve anadolu macerasının unutulmadığını üzgün bir şekilde ifade etti.Daha sonra ‘’kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa,belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir’’ dedi. Yunan Başbakanının bu sozlerini Atatürke aktardığımda şoyle cevap verdi; ‘’Az once vakıflar umum müdürü buradaydı.Ayasofya Camii’ni tamir edecek para bulamıyorlar.Bugünki hali ile de harap ve bakımsız!Hatta mezbelelik.Ayasofya’yı müze yapsak,hem harabiyetten kurtarsak ,hem Yunanlılara bir jest yapsak, Balkan Paktını kurtarabilirmiyiz? Oyleyse yapalım.’’ Demiş ve Ayasofya Camii boylece müze haline donüştürülmüştür. Bayar daha sonra Cumhurbaşkanı olduğunda burayı tekrar camiye çevirmeyi düşündüğünü ancak Ticani ve Ahmet Emin Yalman olaylarının ve dünyada devam eden olayların buna engel olduğunu soylemiştir. Kaynak;İsmet Bozdağ,’Camiden müzeye Ayasofya’,Vakit Gazetesi,28-29 mayıs 1994 Cağıdır ağlamanın ,ey ulu mabed ağla!.. İntikam aldı frenkler,seni ağlatmakla!.. Dostun ağlarken;obir yanda da düşman gülsün. Kanamıştır yeniden kalbi,hazin Endülüsün!.. Bu elim facia billahi yürekler acısı, Müslüman Türkün evet şimdi bu en kanlı yası!.. Ey derin facia,manzumeye sen sığmazsın, Tutuşup yanmada kalbim,seni tarih yazsın!.. Ali Ulvi Kurucu ne acı bir karar,ceddin mirası koca Ayasofya'nın değeri ekonomik bir anlaşma kadarmış, şimdide AB için kilise yaparız olur biter,hepten kurtuluruz Ayasofyadan! vesselam
  5. selam aleyküm, tartışmaların başlama noktasında bir problem var, çanakkalede 250 000 asker değil,57bin küsür asker şehid olmuştur(genelkurmay başkanlığı resmi rakamıdır),daha sonra hastalıktan vefat eden,kaybolan,yaralı dönenleride hesab edersek 90 000 gibi bir rakama ulaşırız...250 000 çok abartılı bir rakam...ama yerleşmiş çoğu kitaba.. ayrıca kurtuluş savaşında sadece 9000 asker kaybedilmeside fazla iyimser bir rakam bence..savaş sırasında çıkan isyanları bastırmak için binlerce kişi öldü sadece.... iyi günler
  6. selamlar, Enver Paşanın yaptıklarının çoğu bu millete zarar getirmiştir ancak kendisine vatan haini denmesi bence doğru değil,, kendisi yeterince askeri bilgi ve tecrübeye vasıl olmadan yüksek makamlara gelmiş ve orduyu büyük zaiyatlara uğratmıştır... Sarıkamış bunun en önemli örneğidir..aralık ayında doğu anadoluda,yemen ve arabistandan gelmiş askerlerle,yazlık elbise ve yetersiz yiyecek ve ekipmanla,3500 mt rakımlı Allahu Ekber ve Soğanlı dağlarına asker yürütmek hiçbir akla mantığa sığmaz.zira o mevsimde ,o rakımda ortalama sıcaklık -45 in üzerindedir... Ama kendisinin vatanını seven ve milliyetçi bir kişi olduğunu da çoğu kaynak belirtmektedir.Zaten İttihat ve Terakkicilerin bence tek olumlu vasıfları vatansever olmalarıdır.yaptıkları nice yanlışlarla devlet büyük zarar görmüştür.. Çanakkale cephesindeki durumuna gelince ,bu savaş onun vakti zamanında olsada zaferin ona mal edilmeside fazla iyimser ve taraflı bir yaklaşım bence...bu savaştan 30 sene evvel Hamidiye tabyalarını kuran,Mecidiye tabyasını , boğazdaki hisarları tamir ve tahkim ettiren 2.Abdulhamid'in ismi dahi anılmazken Enver Paşaya zaferi mal etmek haksızlıktır diye düşünüyorum.. iyi akşamlar
  7. PADISAHLAR NEDEN YABANCI KADINLARLA EVLENDI? Osmanlı'nın en fazla eleştirildiği konulardan biri olan yabancı kadınlarla evlilik hususunda bişeyler yazmak istiyorum,zira bu mesele dışardan bakıldığında yanlış anlaşılıyor, Yabancı kadınlarla evlenmedeki en önemli neden padişahların eşinin ailesiyle uğraşmak istememesidir.Türklerle evlenen birkaç padişah bu konuda çok fazla sorun yaşamıştır,evlendiği kadının ailesi Sultan'dan iş,rütbe, kısaca torpil istemiştir.Bu sebeple evlenilecek kadının yabancı olmasına özen gösterilmiştir. Bir diğer hususta yabancı kadınlarla evlilik müslüman olmayan tebanın devlete olan bağlılığını artırmış ve devletin nüfuzunu halk içerisinde yükseltmiştir. Osmanlı Devleti ulusal bir devlet değildi,zaten ulusalcılık yaparak bu büyüklükte bir devleti ayakta tutamazsınız,şu an dünyada Osmanlıdan ayrılmış 36(kıbrısı,filistini ve karadağıda sayarsanız 39) bağımsız devlet vardır.Böyle onlarca milleti barındıran bir cihan devletinde üstkimlik olarak türklüğü savunursanız yıkılmanız birkaç yıl içinde gerçekleşir.Osmanlı'da üst kimlik islam idi ve insanlar kesinlikle milliyetlerine göre ayrılmadı. Bugün milliyet esasına dayanan ulus devletimiz içinde bulunan kimlik çatışmaları bu konuda bize güzel bir örnektir. Ancak bu Osmanlı'nın bir Türk devleti olma gerçeğini asla değiştirmez.Türk olmayan bir devlette nasıl Türk dili konuşulur? Türk olmayan bir devlette nasıl Türk adetleri yaşatılır?Türk olmayan bir devlette yeni fethedilen topraklara niçin Türkler yerleştirilir? bunları düşünmek lazım hüküm vermeden önce... iyi akşamlar
  8. mrb, ben saray yapısını sadece bir örnek olarak vermiştim Osmanlı'nın türk kültürünü herşeyiyle yaşamasına dair,,görüyorum ki anlaşılmamış.. Hasekilerin türk olmamasının sebebini daha önce de yazmıştım,''PADİŞAHLAR NEDEN YABANCILARLA EVLENDİ başlığında ,tekrarlamaya lüzum görmüyorum, osmanlıların TÜRK adını kullanmadığını nereden çıkardığınızı anlamadım, eski ingiliz,fransız haritalarında bile ''osmanlı 'yazmaz,TÜRKİYE yazar.. bu meseleleri tartışmak elbette osmanlı düşmanlığı değildir ancak fikirlerimize önyargılarımızı karıştırmamak kaydıyla, ayrıca Osmanlı dan bir utanç asla olmadı hasıl,olsada razıyız,,her yaptıkları büyük bir devlete yakışandı,BAĞIMSIZ bir devlettiler,yaşadılar,yaşlandılar,,,sonunda tamama erdiler,, yanlız yaptıkları herşey kötüymüş,türk düşmanlarıymış gibi algılamak tamamen ulusalcı bir yaklaşım,sığ bir yaklaşım.. Osmanlı büyüktü,o yüzden onları anlamak için büyük düşünmek lazım,çok yönlü düşünmek lazım,sığ düşünmemek lazım demiştim.. milli olmayan devleti milliyetçi düşüncelerle anlamak mümkün değildir..mantıksız gelir. bu arada birileri Osmanlıyı kötü anlatıyorsa birilerininde bunlara cevap vermesi kadar normal ne olabilirki kimse''osmanlı savunuculuğu yapmamalı dediniz anlamadım,,,,ozaman tek taraflı konuşup duralım.. bu sefer anlaşılmak dileğiyle,
  9. abdil han

    Osmanlı'da HAREM

    selamlar, birçok türkün bile yanlış bildiği hassas bir konu olduğunu düşünüyorum,buyrun; OSMANLI'DA HAREM Osmanlı devlet teşkilâtında harem-i hümâyûn tabiri hem haremi hem de enderunu içine alır. Enderun padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak erkeklerin, harem ise ikametgâh görevinin yanında kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim müessesesidir. Bu bakımdan hareme yüksek dereceli kadınlar akademisi de denilebilir. Burada en alt kademe olan cariyelikten ustalığa kadar bir terfi sistemi bulunmaktadır. Haremin bu son derece çarpıcı ve ilgi çekici yönü ne yazık ki, hep geri plana itilmiş ve yeterince değerlendirilmemiştir. Buna karşılık harem hayatının gizliliği ve mahremiyeti herkese malum olduğu halde özellikle batılı yazarlar tarafından hiç bilinmeyeni en bilinen kısmıymış gibi harem hakkında anlatılanlar basit ilişkiler üzerine kurulmuştur. Buradaki bilgilerle senaryolanan çeşitli film, roman ve tiyatrolarda da maalesef çok geniş bir teşkilata sahip bulunan haremin asıl fonksiyonu göz ardı edilmiş veya maksatlı olarak unutturulmaya çalışılmıştır. Oysa son yıllarda harem üzerine yapılan yerli ve yabancı bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar Osmanlı sarayının harem bölümünün padişahın evi ikametgâhı olmasının yanısıra dünyada eşi benzeri görülmeyen bir mektep hüviyetinde olduğunu gözler önüne sermektedir. Harem-i Hümayun hakkında on yıllık yorucu bir mesai sonunda arşiv belgelerine dayalı bir doktora tezi hazırlayan Amerikalı uzman Leslie Peirce "Biz batılılar İslam toplumunda cinselliği saplantı haline getirmek gibi eski ama güçlü bir geleneğin mirasçılarıyız. Harem, müslüman cinsel duyarlılığı üzerine kurulu Batı efsanelerinin kuşkusuz en yaygın simgesidir" dedikten sonra haremin amaç ve teşkilatı hakkında verdiği bilgiler aleyhteki iddialara en güzel cevaptır. "Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı. Sultan ailesinin hizmetkârları için ise bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir. Genç kadınlar sadece padişaha uygun cariyeler ve annesiyle diğer ileri gelen harem kadınlarına nedimler sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda askerî/idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitilirlerdi. Enderun, saray içinde padişaha kişisel hizmet yoluyla erkekleri nasıl saray dışında hanedana hizmet hazırlıyorsa, harem de kadınları padişah ve annesine kişisel hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini almaya hazırlıyordu. Azat edilerek enderun mezunları veya diğer görevlilerle evlendirilen bu kadınların payına da kocalarının oluşturduğu erkek hanelerini (selamlık) tamamlayan haremler oluşturmak düşerdi. Sultan hanesinin kurduğu teşkilat ve eğitim kalıbı bu köle evlilikleri vasıtasıyla çoğaltılarak Osmanlı yönetici sınıfının sosyal ve politik temelini oluşturuyordu. Saray eğitim sisteminin -hem erkek hem de kadınlar için- ana hedeflerinden biri hükümran hanedana sadakatin aşılanmasıydı. İmparatorluk elitini sarmalayan bağları erkekler kadar kadınlar da sürdüğü için elitin sadakatinin odağında sadece padişahın kendisi değil, aynı zamanda sultan hanesinin kadınları, yani bir bütün olarak haneden ailesi vardı." Yine 17. yüzyıl bazı batılı yazarlardan haremin gizliliğinin yaznısıra harem hakkında konuşamların da fanteziler üretmekten başka bir şey yapmadıklarını gözlemlemek mümkündür. "Sarayın, ikinci avluya girmelerine izin verilen yabancıların gidebildiği kadarını gördüm... İçeriyi görmedim. Ama hükümdarlarına karşı huşu duyduklarını gösteren şahane bir sessizlik ve saygı içindeki sonsuz bir görevliler ve hizmetkârlar kalabalığı ile karşılaştım." (Henry Blunt, A Voyage into the Levant, 1638). "Kadınlar dairesine ilişkin bir bölümü buraya, okuyucuya bu daireyi iyi bilmenin imkânsızlığını anlatabilmek için dahil ediyorum... Buraya erkeklerin girmesi yasaktır ve bu yasak Hristiyan manastırındakinden çok daha büyük bir dikkatle uygulanır... '' Sultanın aşk hayatının niteliği gizli tutulur. Bunun üzerine konuşmayacağım ve bu konu hakkında hiç bir bilgi edinemedim. Bu konuda fantezi kurmak kolay ama doğru bir şeyler söylemek alabildiğine güçtür." (Jean-Baptiste Tavernier Nottvelle Relation de l'interieur du serrail de Grand Seigneur, 1675). "Kardeşim, Osmanlı imparatorlarının sarayı konusundaki merakını herkesten kolay giderebilirim. Çünkü yirmi yıldan fazla bir süredir bu sarayın içine kapalı kalmış biri olarak güzelliklerini, yaşam tarzını, disiplinini gözlemleme zamanım oldu. Çeşitli yabancı gezginlerin bir kısmı dilimize de çevrilmiş olan bir çok fantastik tasvirine inanılacak olursa b sarayın büyülü bir yer olmadığını hayal etmemek güçtür... Fakat sarayın asıl güzelliği içinde gözlenen düzende ve burada yaşayan güçlü kişilerin hizmetine bakacak olanların eğitiminde yatar." (François Petis de la Croix, Ett General de l'Empire Ottoman, 1695). Kaynak:Prof.Dr.Ahmed Şimşirgil selametle
  10. selamlar Osmanlıya düşman olan veya olumsuz gözle bakan hemen herkesin geçmişe ait bir yarası olduğunu anladım zamanla,elbette istisnalar olabilir, ancak birkaç veri ile bukadar kesin hükümler verilmemeli bence,herşey inceden inceye araştırılmalı. Türk dilini,Türk törelerini,Türk kültürünü vs. herşeyiyle yaşayan ve yaşatmaya çalışan bir devlete ''türk düşmanı'' demek hiç hoş değil.. Bunu anlamak için biraz farklı bir gözle ve önyargısız yaklaşmak yeterli, örneğin; Topkapı sarayının mimarisi bile Türk kültürüyle yoğrulmuştur,binaların hepsi alçak , sade ve etrafa serpiştirilmiş şekildedir,bu Türk göçebe/çadır hayatının yerleşik Osmanlı daki yansımasıdır. Fatih sonrası döneme gelince; icraatların Türk düşmalığından öte sebeplere dayandığı aşikardır. mesela Fatih bütün Osmanlı Devletinin topraklarını içine alan bir yeni düzen getirmiştir. Bu düzende toprak sahibi Türk Beylerinin bazıları topraklarının birkısmını kaybetmiştir. Fatih'in ölümünün Karamani Mehmet Paşa gibi bir yerlinin zamanında olması, bu işi toprağını kaybeden beylerin yaptırdığını düşündürmektedir. Yerli Bey-paşaların Bayezid'i tutuşu, Fatih'in ölümünün şehzade Cem'e geç haber verilişi de tesadüfi değildir. Nitekim Bayezid bir müddet sonra "mezkurun mali imiş, Sultan Mehmet Han zamanında tımara verilmiş. Mülkiyeti muharrer tutup.." diyerek beylere topraklarının intifa hakkını iade etmiştir. kısaca olaylara geniş bir pencereden bakalım,buna göre yargılayalım geçmişi,zira onlar gitti ve kendilerini savunamaz haldeler.. iyi akşamlar herkese
  11. İyi Akşamlar Osmanlı yeniçeri teşkilatı Bektaşi midir? Önce şunu belirtelim ki, bu konuda dillerde dolaşan, Sultan Orhan veya Sultan Murad'ın Hacı Bektâş-ı Velî ile bir araya geldiği, Hıristiyan asıllı gençlerden yeni teşkil olunan askere onun eliyle börk giydirildiği, hayır dua edildiği ve hattâ yeniçeri adının da Hacı Bektaş tarafından verildiği tarzındaki açıklamalar tamamen asılsızdır. Elimizde Hacı Bektaş-ı Veli ile yeniçeri teşkilatının münasebetlerini aydınlatan gayet açık kaynaklar, yani Yeniçeri Kanunnâmesi vardır. Zaten başta Âşıkpaşa-zâde olmak üzere, ilk dönem Osmanlı kaynakları da, Kanunnâmedeki bilgileri doğrular mahiyettedir. Kanunnâmedeki hükümlerden anladığımıza göre, Hıristiyan gençlerinin dinç olanlarından yeni ve muvazzaf bir ordu teşkili fikri, Bolayır Fatihi Süleyman Paşa'nın fermanıyla başlamış ve Bilecik Kadısı olan Kara Halil ile meşveret neticesi buna karar verilmiştir. Daha sonra Kara Halil'in (Çandarlı Halil Hayreddin Paşa) ilgili devlet erkânı ile görüşüp yeniçeri teşkilâtını düzene soktuğu bilinmektedir. BU erkân arasında Hacı Bektaş Paşa isimli bir devlet adamı da vardır. Bunun, isim benzerliği dışında Hacı Bektaş-ı Veli ile alâkası yoktur. Yeniçerilerin elbisesi ise, o zamanda keşif ve kerametleri bilinen Hacı Bektaş-ı Veli evladından Timurtaş Dede ve Mevlânâ evladından Emir Şah Efendi'ye danışılarak dualar ile giydirilmiştir. Mevlânâ'nın torunlarından olan zat, Mevlânâ elbisesini giydirmeyince, kepenek denilen Hacı Bektaş-ı Veli elbisesi giydirildi. O halde yeniçerilerin giydiği kisveyi Hacı Bektaş-ı Veli giymiş olabilir; ancak, Hacı Bektaş-ı Veli, yeniçeri kurulmadan vefat ettiğinden, o giydirmemiştir. Bu muvazzaf yeni ordu, kul olduğundan dolayı yeniçeri adı verilmiştir; yoksa Hacı Bektaş-ı Veli'nin isimlendirmesi değildir. Nitekim, Âşıkpaşa-zâde meseleyi şöyle açıklamaktadır: "Bu Bektaşiler ederler kim, 'Yeniçerilerin başındaki tac, Hacı Bektaş'ındır' derler. Cevab: Yalandır ve bu börk, hod Bilecik'de Orhan zamanında zâhir oldu; yukaru bâbda beyân edüb dururun ve illâ Bektaşiler giymeğe sebeb, Abdal Musa, Orhan zamanında gazâya geldi ve bu yeniçerinin arasında bile yürüdü ve bir yeniçeriden bir eski börk diledi. Yeniçeri ana verdi. Yeniçeri üsküfini çıkardı; bunun başına giydirdi. Abdal Musa, Vilâyetine geldi, ol börk bile başında, sordular kim, 'Bu başındaki nedir?' Ol etdi: 'Buna elf derler' dedi. Vallahi bunların taclarının hakikati budur." Sonuç olarak, mesele yukarıda özetlendiği gibidir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda emeği geçen maneviyat erlerinden ve Horasan erenlerinden biridir. Kisve olarak da onun elbisesi tercih olunmuş bulunabilir. Bu tercihte onun evladından birinin duası bulununca ve yeniçeriler de ocaklarını onun manevi himayesinde görünce, yeniçerilere Tâife-i Bektaşiyân ve ağalarına da Ağayân-ı Bektaşiyân denmiştir. Sonradan bu Horasan erenlerinden olması halini kötüye kullananlar ve meseleyi saptırılan Bektaşilik mecrasına çevirmek isteyenler elbette olmuştur. Zaman zaman, aldatılan yeniçeri bölükleri de ortaya çıkmıştır. Celâlî isyanlarında bu anlayışın büyük etkisi vardır. Hattâ sonradan yeniçerilerin ahlâken bozulmalarında da bu anlayışın etkisi vardır. Bu olumsuz etkilerin izlerini, Yeniçeri Kanunnâmesinde görmek mümkündür. İşte bu olumsuz yansımalarından dolayı, 1826 yılında II. Mahmud, yeniçeri teşkilatı ile beraber, Bektaşi dergâhlarını da kapatmıştır. Hedef, bu suiistimalleri önlemektir. Osmanlı yeniçeri teşkilatı, hele hele halkın anladığı olumsuz anlamda, amelsiz bir Bektaşi grubu asla olmamıştır. Gerçek manada Hacı Bektaş'ın eserleri ve asıl tuttuğu yol ise, İslâmdan başka bir şey değildir. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz selametle,
  12. abdil han

    ÇANDARLI HALİL PAŞA VAKASI

    selamlar konuyu biraz genişletmek iktiza etmektedir,şöyleki; Osmanlı Devleti'nde Yıldırım döneminde sorun olmaya başlıyan YERLİ-DEVŞİRME sürtüşmesi, 2. Murad'ın tahtını bırakmasına sebep olmuş, Fatih te İstanbul'u fethettikten sonra bu meseleyi çözmek istemiştir. Fatih'e kadar Devlet bazı ailelere "ihale" edilmiş gibiydi. Sadrazamlık Çandarlı ailesinde, Çavuşbaşılık Samsama ailesinde, Beylerbeyilik Aykutalp ailesinde, Serhat Beylikleri Evrenos ailesinde ve Mihail oğullarında idi. Bunların çoğu yerli, diğerleri de kuruluş yıllarında müslüman olmuş eski ailelerdi. 2. Mehmed'in l3 yaşındaki padişahlığı kısa sürmüştür ama devşirmelerle yerlilerin arasındaki mücadeleyi de farketmiştir. Devşirmelerden Zağanos Paşa, küçük padişaha İstanbul'un zaptından söz etmiştir. Belli ki devşirmeler, güçlü olmalarının ancak Batı'ya yönelmekle ve İstanbul'un zaptıyla mümkün olacağını biliyorlardı. Nitekim 2 Mehmet padişah olur olmaz İstanbul'a yönelmiş; alır almaz da yerli sadrazam Çandarlı Halil'i idam ettirmiştir. (Babasının vefatını haber alır almaz atına atlayıp, "Beni seven arkamdan gelsin" demesinin sebebi de, babasının iki kere tahttan çekilmesine yol açan devlet ricalinin bir oyunundan korkması idi. Yoksa tahta oturacak bir rakibi yoktu.) Çandarlı ailesi, kuruluş yıllarından beri Devlet'e hizmet ediyordu. Bizanslılardan "balık karnında rüşvet alması" gibi tutarsız bir sebeple idam edilmesi anlamsız. Çandarlı'nın o tarihteki serveti, padişahınkinden fazladır. Ayrıca İstanbul ticaretini, Bizanslı aracılarla elinde tutuyordu. Fatih Çandarlı'yı idam ettirmekle kalmadı, bütün malını mülkünü de hazineye aktarmıştır. Böyle bir şey Osmanlı tarihinde ilk defa olmuştur.Fatih, sistemini kurabilmek için çeşitli tavizler vermek zorunda kalmıştır. Yerlileri memnun etmek için, Çandarlı'nın çocuklarına daha sonra malının bir kısmını iade etmiştir. "Rumlara yüz veriyor" iddiaları üzerine Bizans Başvekili Notaras'ı idam ettirmiştir. İkta sistemini kurunca geçmişte sadece askeri hizmeti olanlara tımar verilirken, kendini desteklesinler diye mollalara da toprak vermiştir. Fatih bütün Osmanlı Devletinin topraklarını içine alan bir yeni düzen getirmiştir. Ama bu reformun dayandığı emirnameler, kanunnameler ortada yoktur. Fatih Kanunnamesi'nin birinci bölümü TEŞRİFAT-GÖRGÜ hakkındadır. İkinci Bölümü toprak reformu üzerinedir ama, hiç bir yerde rastlanmaz. Fatih'in ölümünün Karamani Mehmet Paşa gibi bir yerlinin zamanında olması, bu işi toprağını kaybeden beylerin yaptırdığını düşündürmektedir. Yerli Bey-paşaların Bayezid'i tutuşu, Fatih'in ölümünün şehzade Cem'e geç haber verilişi de tesadüfi değildir. Nitekim Bayezid bir müddet sonra "mezkurun mali imiş, Sultan Mehmet Han zamanında tımara verilmiş. Mülkiyeti muharrer tutup.." diyerek beylere topraklarının intifa hakkı iade etmiştir. Kimse sudan sebeplerle idam edilmemiştir.Ama daha öncede dediğim gibi o devri yaşamadan 560 yıl öncesi hakkında %100 doğru bilgilere ulaşabilmek mümkün değildir. iyi akşamlar
  13. selamlar benim burda anlamadığım sömürgeciliğin (ki bence sadece diğerlerini idaresi altına almak değildir,kötü bir uygulamadır ve sömürmek kökünden gelir) ne olduğudur. Eğer Osmanlı imparatorluk olduğu için sömürgeci idiyse Osmanlı imparatorluk değildi,Sömürgecilikten ne anlamamız gerekiyor burda? Osmanlı diğer sömürgeci devletler gibi (başta ingiltere,fransa,italya,ispanya,portekiz vs) idaresi altındaki halklara zulüm ve sömürü politikası uygulamamıştır.Ozaman Osmanlı yı sömürgeci yapan nedir? Osmanlı bizansı alarak büyük devletler arasına katılmıştır,imparatorluk haline geldiğini neye dayanarak söyleyebilirizki?Bizans ozamana kadar Osmanlının fethettiği ilk gayri müslim/gayri türk milletmiydi? Elbette hayır. Burada anlamamız gereken Bizansın(yada istanbulun),dünyanın en önemli kentlerinden biri olması sebebiyle, Osmanlı ya kattığı itibar,güç,zenginliktir.Burada imparatorluk sıfatı büyüklük,yücelik manasında kullanılmıştır. Osmanlı idaresi altında kalan yerler her açıdan kalkınmış,zenginleşmiştir.Kültürel çeşitlilik,düşünsel ve dinsel özgürlük ve adaletin uygulanmasında önemli açılımlar yapılmıştır.Bu durum diğer hangi sömürgeci diye tabir ettiğimiz ülkelerin idaresi altındaki memleketlerde söz konusudur?Hiç birinde!Bu yerlerin çoğu açlıktan kırılıyor şu an. Sömürgeciliğin tanımını yapalım önce, Sömürgecilik bir yönetim şekli değil,bir uygulamadır .Bir ülke ya sömürendir,ya sömürülen diye bir tanım yapmak yanlıştır.Hele ki bunu devrinde dünyanın hoşgörü timsali bir devlet olan Osmanlı için söylemek hiç bir şekilde gerçekle bağdaşmamaktadır. Osmalıyı seversiniz,sevmezsiniz ,bu sizin bileceğiniz iş,ancak yiğidin hakkını yiğide teslim etmek gerektir. Ayrıca öğrenci değilim,5 sene tarih okudum ve 1 sene evvel mezun oldum.Söylediklerimin de akla mantığa vede tarihe ters olduğunu düşünmüyorum.Biz ne dersek diyelim,ne düşünürsek düşünelim tarih gerçekleriyle yaşandı ve gün gelecek herkesin hakkı bitamam kendisine teslim edilecektir,iyisiyle,kötüsüyle. iyi akşamlar
  14. abdil han

    ÇANDARLI HALİL PAŞA VAKASI

    Merhaba, ben yanlış anlamışım zehirlenme olayını,haklısın. Çandarlı meselesine gelince neden Fatih onu sebepsiz yere öldürsün ki?Birde bunu düşünmek lazım, Hanedana dayalı mutlak monarşilerde başka birinin başa geçmesi gibi bir durum hanedan erkeklerinden herhangi biri sağ ve sağlıklı oldukça söz konusu olamaz.Bu kural Osmanlı nın en zor,sıkıntılı dönemlerinde bile değişmeden uygulanmıştır. Çandarlının Bizans'tan bir çıkar sağlamayı amaçlayıp amaçlamadığı ise şu an hala muallakta,iftira etmek istemiyorum ama Bizans çöksede,çürüsede çok mühim derecede önemli konumuyla zengin bir devletti. Ve bu idamın arkasında haklı gerekçeler olmalı,biz bilemesekte. Ayrıca Çandarlı dan sonra gelen tüm vezir ve sadrazamlar müslümandırlar,çoğu devşirme olsada müslümanlaşmış ve islamı benimsemiş değerli devlet adamlarıdır.Kuyucu Paşa gibi hakkında kötü şeyler söylenen sadrazamları da yargısız infaz etmemek gerekir.Olayları her yönüyle araştırmalıyız bir hükme varmak için.Yanlı yazılarıda fazla dikkate almamak gerekir diye düşünüyorum.Osmanlı devletinde Padişahlar bile kendi başlarına buyruk hareket edemezlerdi,mühim meselelerde Divan'ın onayını almak,idamlarda Şeyhülislamdan fetva almak zorunda idiler. iyi akşamlar (konuyu araştırıyorum ,inşaAllah yakın zamanda kayda değer bulgular elde edicem)
  15. selam, Ahirzaman'' ve diğer arkadaşlara açıklamalarından dolayı teşekkürler, Allah razı olsun hepinizden, daha da bişey yazmaya gerek olduğunu düşünmüyorum, ama bir söz ekleyeyim; İnsan gerçeklere inanmayı istemezse,inandıklarını gerçek sayar,, o iddiaları,soruları soran kişilerin bunu gerçekten bir cevap almak için sorduklarını zannetmiyorum,maksatları inananlarıda kendi saflarına çekmek gibi geliyor bana. selamlar saygılar
  16. Selamlar, Osmanlı nın sömürgeci olmadığı aşikar bir gerçektir. Şimdi bizler onlara ''imparatorluk ''sıfatını taktık diye bir devlet vasıf değiştirmez, Yada vergi aldılar diye,her devlet vatandaşlarından vergi alıyor,bundan daha normal ne olabilir ki! Sömürgecilik; bir devletin idaresi altında bulunan vilayetlerin din,dil,hürriyet,işgücü,yeraltı ve yerüstü kaynakları dahil olmak üzere tüm varlıklarını kendi merkezi yönetimi için kullanılmasıdır. Osmanlı bunların hangisini yapmıştır? Çoğu eyaletin idaresi bile kendi vatandaşlarından olan kimselere verilmiştir. Bir örnek verelim;Müslüman Tunus 350-400 sene Osmanlı idaresinde kalmasına rağmen Türkçe bilen kimse yoktur.Aynı Tunus 50 sene Fransa idaresinde kaldı ve bugün hemen her Tunuslu Fransızca bilmektedir. Varın siz karar verin kim sömürgeci kim değil, tabi insan inanmak istediğine inanırsa gerçeklere inanmaz,inandıklarını gerçek sayar. Ayrıca Osmanlı kendisine imparatorluk sıfatını takmamıştır.Onlar kendilerine Devlet'i-Ali Osman demişlerdir.
  17. abdil han

    TARİH YAZILARI

    Selam aleyküm, Bu başlıkta unutulanları,yanlış bilinenleri paylaşalım istedim ve beni her hatırlayışımda hüzünlendiren Sarıkamış olayı ile başlamayı uygun gördüm. SARIKAMIŞ ÜZERİNE.. Kars ,Sarıkamış,Ardahan,Batum ve gümrü illeri 93 harbi diye bilinen 1877 Rus-Osmanlı savaşlarında kaybedilmiş ve 1914 yılında hala rusların elinde idi.30 ekim 1914 günü Ruslar taarruz edip Pasinler(Erzurum ilçesi)'e kadar ilerler.Rusların bu ilerleyişini Hasan İzzet Paşa kumandasındaki 3.ordu durdurmuş ancak kötü hava şartları yüzünden ileri taarruza geçememiştir.Bunun üzerine başkumandan vekili Enver Paşa 14 aralık günü Türk ordu karargahına gelip 3.ordu komutanlığını üstlenir ve taarruz planı hazırlar. Plana göre;11.kolordu rusları cepheden sıkıştıracak,9.kolordu Soğanlı dağlarını,10.kolordu da Allahu Ekber dağlarını aşıp rusları çember içine alacaktır.Plan kağıt üzerinde mükemmel gözükmektedir ve hemen uygulamaya konur. 9. kolordu Soğanlı dağlarında,10.kolordu ise Allahu Ekber dağlarında -40,45 derece soğukla,kar ve tipiyle karşılaşır.Onbinlerce askerimiz o an donarak şehid olurlar.22 aralıkta başlayan ve 15 ocakta son bulan harekatta toplam 70bin kişilik 9.ve 10. kolordudan sadece 2800 asker kalmıştır.Şehid olan askerlerin çantalarından erzak olarak sadece birer avuç kavrulmuş arpa çıkmıştır.toplamda 73bin askerimiz düşmana bir kurşun bile sıkamadan şehid olmuşlardır. 9. kolordu kurmay başkanı Yarbay Köprülü Şerif olayı çu cümlelerle anlatır; ''Tarihlere ant olsunki büyük Türk ordusu yüksek dağlar üstünde kara kışın tipisiyle,yüzyılların düşmanının güllesi ve kurşunuyla uğraşa,cenkleşe milli bağımsızlık uğruna tümüyle mahvoldu da bir eri sırt çevirmedi.Sarıkamış ta hiç panik olmamıştır.'' Rus ordusu kurmay başkanı Pietroviç karargahına şu mesajı çekmiştir; ''Allahu Ekber dağlarındaki son Türk müfrezesini teslim alamadım.Bizden çok evvel Allah'larına teslim olmuşlardı.'' Sarıkamış Altınbulak, Soğanlıyı biz ne bilek, Bizim uşak böyle gezer Ağlu zıbın, kar yelek. İbrişimin kozaları, Battın Avşar kazaları, Sarıkamışta kırıldı, Goncagülün tazeleri.. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum.Ruhları şad olsun.Onların hakkı ödenmez. Selametle selamünaleyküm, Ben orta okul ve liseyi okurken tarih kitaplarımızda bize Sultan 4.Murat'ın içkiden öldüğü öğretilmişti.Şu an nasıl bilmiyorum ama yinede bu konuya biraz değinelim istiyorum. SULTAN 4. MURAT HAN 1623 yılında Sultan İbrahim in yerine 12 yaşında tahta geçmiş olan 4.Murat'ın saltanatı 17 yıl sürer.Ancak ilk 8-9 senesi Kösem sultan,sadrazam ve diğer bazı devlet adamlarının devleti yönettiği ve 4.Murat'ın etkisiz olduğu yıllardır. 21 yaşına geldiğinde devletin dizginlerini eline alır ve devletin bozulmuş düzenini tekrar kurar,elden çıkmış olan Bağdat ve civarını tekrar fetheder.Devletin yıkılma sürecini en az 100 yıl daha geciktirdiği uzmanlar tarafından söylenmektedir.İcraatlarına sonra değinmek üzere asıl meseleye geçiyorum. 1640 yılında 28 yaşında iken damla hastalığından vefat eder.Bizim çoğu tarihçilerimiz ise onun alkolden,afyondan öldüğünü söylemektedirler. İşin aslı; 4.murat 24-25 yaşında iken bacaklarunda zuhur eden damla hastalığı sebebiyle zaman zaman yatağından kalkamaz hale düşmüştür.1639 yılında Bağdat seferi dönüşü artık hastalık çok ilerlemiş ve Sultan sarayından çıkamaz haldedir. Katip Çelebi(devrin Devlet Katibi), Sultan'ın acılarını ''bacaklarımı kör testereyle kesiyorlar'' diyerek anlattığını nakleder.Tüm Osmanlı ülkesinden hekimler gelir ancak değil tedavi etmek,acılarını dahi dindiremezler.En sonunda Sultan'a afyon vererek acılarını dindirmeyi teklif ederler.Sultan bunu sert bir dille red eder ancak birgün acılarından dolayı bayılır(insanların acı eşikleri geçildiğinde acı şoku diye tabir edilen vakadır).Baygınlığı sırasında kendi rızası dışında!! kendisine afyon verilir ve uyuşturulur.Uyandığında saray koridorlarına yarı uyuşuk bir halde çıkar.Onu bu halde gören bir içoğlanı(sarayın ayak hizmetlerinde kullanılırlardı) ''padişah sarhoş!''diye çığlık çığlığa dışarı kaçar.Zira afyon verildiğini pek az insan bilmektedir,gizli tutulmaktadır. Bu sayede sarayın dış avlusunda bulunan asker içinde söylentiler yayılır ve günümüzdede 4. Murat çoğu tarih kitabında 'halkına yasakladığı tütünü, afyonu,kendine yasaklayamamıştı' şeklinde çok çirkin bir üslupla tenkit edilir. Zira Osmanlı hükümdarlarından,alkol ,afyon ve benzeri sebeplerle ölen kimse YOKTUR. Allah rahmet eylesin. Selametle
  18. abdil han

    ÇANDARLI HALİL PAŞA VAKASI

    Selam Çandarlı Halil Paşa vakasında devrin şeyhülislamından fetva alınarak idam kararı uygulanmıştır.Bir zehirlenme söz konusu değildir veya gizli saklı şekilde öldürülmemiştir.Çandarlı ailesi Osmanlı ailesi tarafından çok sevilen bir ailedir.Sudan sebeplerle öldürülmüş olması mümkün değildir. Kaldı ki Çandarlı hanedanının düşüşüne kadar bütün işlerde birinci merci vezir-i azamdı. Çelebi Mehmed zamanındaki Amasyalı Bayezid Paşa’nın vezir-i azamlığı bir tarafa bırakılacak olursa Çandarlı ailesinin bir silsile halinde kadıaskerlikten gelmek suretiyle yetmiş seneden fazla bir müddet kesintisiz o mevkii işgal etmeleri ve hükümdarların itimatlarını kazanmaları bütün Türk devlet adamlarının bir ailenin etrafında toplanmalarına sebep olmuştu. Hatta Segedin muahedesinin akdi üzerine saltanatı oğlu Mehmed'e bırakan İkinci Murad, karşı tarafın bu fırsatı ganimet bilip antlaşmayı bozması üzerine, anormal bir hal alan olaylar karşısında tekrar hükümdar olup idareyi eline almak istediği zaman, Vezir-i azam Çandarlızâde Halil Paşa’nın teşebbüsüyle ikinci defa hükümdarlık makamına getirilmişti. Bu idam olayı hakkında daha fazla bilgi edinip buraya eklicem inşaAllah,ama unutulmaması gereken o devri yaşamadan tam manasıyla olanlara vakıf olmamız mümkün değildir. iyi günler
  19. Tekrar merhaba , Sevgili ''Cyrano'', 2.Abdulhamid ile ilgili kendi hatıratından aldığım kısa bir parça yazıcam bu akşam ,okuyunca kendisinin neler yaptığını bir nebze olsun anlayacaksınızdır. '’Ben Yangın Bırakmışım!’’ 3 mart 1333(1917)Beylerbeyi Sarayı ‘’Bu sabah musahibim söyledi;Kadıköy vapurunun yan kamaralarının birinde dört-beş beyefendi sohbete koyulmuşlar.İçlerinden biri kaba bir tutum ve dil ile; -Bu yangını Abdülhamid bıraktı.Mithat Paşayı attıktan ve öldürdükten sonra,tuttuğu yolun buraya çıkması zorunluydu demiş Selanikli Doktor Nazım Bey. Soyumdan getirdiğim ‘Sultan’ ünvanını bile adımdan tecrit etmeye kendinde hak gören Nazım Beyin şahsına değil,orada savurduğu bu aşağılık hicviyeyi burada mevzubahs edeceğim. Abdülhamid bir yangınmı bıraktı acaba?..Ve Abdülhamid’in devrine bağlanan üçyüz senelik kopuşmalar döneminden gelen kundaklar varmıydı,yokmuydu?..Bunun münakaşa yeri burası değildir,tarihtir.Doktor Nazım Beyle fikir yoldaşlarınında birgün içine girecekleri tarih!.. Ben 1324(1908) yılının temmuzunda hükümeti bu mücahitlere,1325’in nisanında da saltanatı şevketlü biraderim hazretlerine teslim ettim.Benim zamanımda hududumuz ,İşkodra’dan Basra körfezine,Karadeniz’den Afrikanın çöllerine dek uzanırdı.Buda gösteriyorki benden sonra gelenlere yangın değil! Büyük bir ülke ve otuz milyonu aşkın nüfusla büyük bir ordu bıraktığım anlaşılır. Ben ödedim,onlar borçlandı.Hükümdarlık zamanımda üçyüz milyon liraya yaklaşan dış borçlarımızı-iki büyük harbin ve birçok ayaklanmanın getirdiği masrafları karşıladıktan sonra-otuz milyon liraya indirmeyi başardım.Nazım Beyle arkadaşları ise ,benim bıraktığım otuz milyonu dörtyüz milyona çıkardılar.Demek benden sonrakiler yanlız dış borcumuzu artırmak konusunda büyük muvafakiyet göstermişlerdir. Ben hangi şartlar içinde ve nasıl bir zamanda padişah oldum?..Bunu hatırlatmak isterim.Bosna ayaklanmış,Karadağ ordumuzu yenmiş,Sırbistan güçlü bir kuvvetle üzerimize savaş açmıştı.Bu badireden o müthiş Rus harbi doğdu.Ben iki padişahın ardarda hal’inden,93 günlük bir saltanat boşluğundan sonra padişah olmuştum.Millet rüştünü,erginliğini iddia ediyordu. Kamuoyunun güvenini elinde bulunduran mithat paşayı hemen sadarete(sadrazamlığa) getirdim.Rusya’nın ileri sürdüğü istekleri ve Rus savaşını göze alıp almamayı yine millete bıraktım.Bunu konuşmak için kurulan ‘Meclis-i Umumi’yede milletin güvendiği Mithat Paşa başkanlık etti.Öyleyse 93 harbinin getirdiği bütün sonuçlardan,ne şahıs olarak,nede makam olarak sorumluyum. O savaşın sürüklediği felajetler altında ezilenlerin yardımına yetiştim.O göçmen dindaşları korumak için mümkün olan herşeyi yaptım.Sivas’a ,Halep’e kadar göçmen köyleri kurdum.Çoğu masraflarınıda Yüce Allah’ın bana emanet buyurduğu,kullarına acizane bir yadigar olarak,kendi kesemden verdim. Ben sayıp döktüğüm bu küçük hizmetlerimle iftihar etmeyede kendimde hak bulmuyorum,çünkü hepsi vazifemdi.Bugün üzgün ve pişman olarak görüyorum ki benimde birçok kusurlarım oldu.Nasip olursa ilerde detaylıca itiraf edeceğim. Haydi diyelimki bu yangını Abdülhamid bıraktı!..Ama o haksever doktorda mertçe söylesin ki ;güya yangını söndürmeye gelenler su yerine petrol kullandılar! Yaşlılık,daha fazla yazamayacağım,yoruldum.Vaktim olursa ve Allah’da isterse yarın devam edeceğim.’’ Sultan Abdülhamid Han Bu yazının sorularınıza kısaca da olsa bir cevap oluşturacağını tahmin ediyorum, başka bir sorunuz varsa da elimden geldiğince cevaplamaya çalışırım inşaAllah, iyi akşamlar
  20. abdil han

    OSMANLILAR TÜRK DÜŞMANIMIYDI?

    merhaba, bu söylenenlere inanmak veya inanmamak bizim elimizde ,ancak birkaç kitap okuyup kesin hüküm vermek pekte adil olmasa gerek. Anladığım kadarıyla Ali Kemal Meram'ın ''Padişah Anaları'' kitabından alıntılar yapmışsınız, ancak sizde takdir edersiniz ki tek penceresi olan bir evden heryeri görmek mümkün değildir. Osmanlı Devleti ulusal bir devlet değildi,zaten ulusalcılık yaparak bu büyüklükte bir devleti ayakta tutamazsınız,şu an dünyada Osmanlıdan ayrılmış 36(kıbrısı,filistini ve karadağıda sayarsanız 39) bağımsız devlet vardır.Böyle onlarca milleti barındıran bir cihan devletinde üstkimlik olarak türklüğü savunursanız yıkılmanız birkaç yıl içinde gerçekleşir.Osmanlı'da üst kimlik islam idi ve insanlar kesinlikle milliyetlerine göre ayrılmadı. Bugün milliyet esasına dayanan ulus devletimiz içinde bulunan kimlik çatışmaları bu konuda bize güzel bir örnektir. Ancak bu Osmanlı'nın bir Türk devleti olma gerçeğini asla değiştirmez.Türk olmayan bir devlette nasıl Türk dili konuşulur? Türk olmayan bir devlette nasıl Türk adetleri yaşatılır?Türk olmayan bir devlette yeni fethedilen topraklara niçin Türkler yerleştirilir?Bu soruları çoğaltabiliriz,şimdi açıklamak istediğim hususlardan ilki devşirme usulü; kısaca devşirme usulü pençik hesabına dayanan,yeni fethedilen memleketlerdeki halkların çocuklarının alınıp belli eğitimlerden geçirilerek devletin çeşitli mekanizmalarında görevlendirilmesidir. Pençik(farsça penç-yek ten gelir ki 5'te 1 demektir) usulünde 5 çocuğu olan hristiyan ailenin en gürbüz ve zeki olanının alınıp eğitilmesi hesabına dayanır.Burada hristiyan ailelerin seçilmesinin sebebi;müslümanlaştırılan bu çocuk devletin üst kademelerine ulaştığında ailesiyle görüşme imkanı elde eder ve islamın yayılmasında ve devlete bağlılığın artırılmasında pozitif rol oynar.Zira devşirilen çocuk Osmanlının gönüllü elçisidir artık. [devşirme ile alınan çocukda aileside bu durumdan fazlasıyla memnundur,düşünün ki zamanın süper gücü çocuğunuzu alıp devlet idaresinde görevlendirmek üzere saray okuluna almıştır,bu konuda herhangi bir hoşnutsuzluk sözkonusu değildir(Amerika sizi beyaz sarayda üst düzey bir kademe için eğitmek istediğini söylese babanız bundan mutsuz olurmu? ) ]. İkinci mesele ise padişahların yabancı kadınlarla evlenmesi hususu;burada en önemli neden padişahların eşinin ailesiyle uğraşmak istememesidir.Türklerle evlenen birkaç padişah bu konuda çok fazla sorun yaşamıştır,evlendiği kadının ailesi Sultan'dan iş,rütbe, kısaca torpil istemiştir.Bu sebeple evlenilecek kadının yabancı olmasına özen gösterilmiştir. Ayrıca yabancı kadınlarla evlilik müslüman olmayan tebanın devlete olan bağlılığını artırmış ve devletin nüfuzunu halk içerisinde yükseltmiştir. Ayrıca Çandarlı Halil paşanın Fatih tarafından katledilmesinde çoğu tarihçi ,kendisinin İstanbulun fethi zamanında kuşatmanın kaldırılması için uğraştığını ve bazı bizans elçileriyle sık sık görüştüğünü yazar.Tabi en doğru sebebi zamanı yaşamadığımızdan veremeyiz.Ancak sırf Türk olduğu için öldürüldüğünü söylemekte büyük bir insafsızlık ve akıl almaz bir iddiadır. bu konuyla ilgili söyliyeceklerim şimdilik bukadar, iyi akşamlar herkese
  21. hoşbulduk,sağolasın, tarihçiyim derken yanlış anlaşıldım galiba,5 sene tarih okudum demek istemiştim, 2.Abdulhamid e gelince çok yakında detaylı bir yazı yazacağım,şu an vakit sıkıntısı var ve bu konuyu birkaç cümleyle geçiştirmek istemiyorum, yakında görüşmek üzere,, selamlar
  22. selam herkese, en büyük padişahı tek isimle sınırlamak nekadar yeterli bilmiyorum ama bence 2.Abdülhamid Han'dır, devleti en zor dönemlerinde 33 yıl ayakta tutmayı ve batılıları kanla değil siyasetle yenmeyi başarmıştır. tahtan indirildiği 1908 yılından itibaren türk devleti kısa zamanda herşeyini kaybetmiştir. şıklarda olan isimler arasında ise Fatih ve 4. Murad öne çıkmakta bence,, selamlar
  23. selam aleyküm arkadaşlar, forumda yeniyim ve en çok ilgimi çeken tarih kısmına baktım ve yanlış bilinen çok fazla konu olduğunu gördüm,, öncelikle kardeş katli konusunda birşeyler yazmak istiyorum; kardeş katlinin ortaya çıkış sebebi 1402-1413 yılları arasında ki ankara savaşının neticesi olan ''fetret devri''dir. Osmanlılar Timurlara karşı savaşı kaybettikten sonra devlet başsız kalmış ve 4 erkek kardeş arasında taht kavgaları ve savaşları başlamıştır.Bu savaşlarda tam sayısı belli olmamakla birlikte 80 000 civarında müslüman-türk birbirini öldürmüştür ve Osmanlı ülkesi ekonomik,siyasi açıdan tam bir çöküş devrine girmiştir.Sonunda kardeşi Musa Çelebininde yardımıyla tahtı ele geçiren Mehmed Çelebi diğer kardeşlerini öldürmek zorunda kalmıştır.Ancak öldürmezden evvel kendilerine rahat durup taht sevdasından vazgeçmeleri koşuluyla son bir af daha çıkarılmış ancak kısa zaman sonunda diğer beyliklerin(özellikle Karaman oğulları) ve Avrupa devletlerinin(özellikle Bizans ve Venedik) kışkırtmalarıyla tekrar taht sevdasına düşmüşlerdir ve sonunda katl edilmişlerdir. Sonraları bu Fatih Mehmed zamanında fermanlaştırılmıştır,bu fermana cevaz veren konu ise ''Bağy'' yani devlete isyan suçudur. İlk balışta çok zalimce gözüken bu kanunla hem onbinlerce insanın birbirini öldürmesi önlenmiş hemde her yönden en güçlü şehzadelerin başa geçerek devletin bir cihan imparatorluğu haline gelmesi sağlanmıştır. Osmanlı en güçlü dönemlerini bu zamanlarda yaşamıştır. Kanun I.Ahmed tarafından değiştirilmiş ve en yaşlı şehzadenin başa geçmesi kabul edilmiştir.Ancak bundan sonra özellikle ordu içerisinde Sultana karşı ayaklanmalar başlamış ve devlet geriye gitmiştir. Diğer kardeşlerde sağ olduklarından sultanı beğenmeyen askerler onu tahttan indirme ve istedikleri şehzadeyi tahta çıkarma yolunu seçmişlerdir. Bu konuda ilk örnek yeniçeriler tarafından katl edilen ilk sultan olan Genç Osman'dır. Bu zamanda bizim anlayamadığımız konu, onların bu zor işi taht sevdası için değil,devletin bekası ve halkın huzuru için yaptıklarıdır.Yoksa kendi öz kardeşlerini öldürmek kimse için kolay değildir.Birçok padişah bu ölümlerden sonra aylarca yas tutmuştur. Bu konuyla ilgili yazacaklarım bukadar ,diğer meseleler ile ilgili olarakta yazıcam yakında inşaAllah, bu arada herkese merhaba,adım abdil,24 yaşında ve tarihçiyim. saygılar selamlar herkese
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.