Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hannibal

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    5
  • Katılım

  • Son Ziyaret

hannibal - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Duyuru: Eğitim Diyarbakır'ın Sur ilçe belediyesinin düzenlediği "Her Okula ve Her Mahalleye Bir Kütüphane" kampanyasına siz de katılın. Okuduğumuz ve kitaplıklarımızda tozlanmaya yüz tutmuş kitaplarımızı özgürleştirelim, onları hapsetmeyelim. Kütüphane Sur Belediyesi'nden, kitaplar sizden... Bölgedeki birçok çocuk ve genç imkansızlıklardan dolayı kitap okuyamıyor. Okuduğunuz kitabı paylaşarak destek olmak istiyorsanız lütfen iletişime geçin. Çünkü bilgi paylaşıldıkça çoğalır. İletişim: [email protected] Adres: Diyarbakır Sur Belediyesi, Halkla İlişkiler Müd. DİYARBAKIR Taner Kaya
  2. hannibal

    indigo dergisi

    Foton Kuşağı Etkisi Karşımıza çıkan herhangi bir sağlam bilimsel veri yok. Tüm kaynaklarda bilimsel bir kanıtın öne sürülmediğinden bahsediliyor, zira geçerli kanıtlar da yok deniliyor. Elde olan tek şey birkaç bilim adamı ve astronomun tezlerinden ve araştırmalarından ibaret. Zaten bu konu üzerinde araştırmalar yapan bilim adamları da bulundukları yerlerden uzaklaştırılmışlar. Elde olan veriler, bilinen döngünün 26.ooo yıl olduğu, bu geçişin belirtisi olan Schumann Rezonansı'nın değişimi ve Foton Kuşağı içerisinde bulunan yıldızların varlığından ibaret. Açıkça bir kanıt ortaya konulamamış. Foton Kuşağı güçlü elektromanyetik radyasyona sahiplik eden yoğun bir uzay boşluğu ve bazı x-ışınlarını da içermekte. Galaksi içerisine akan manyetik bir ışık olarak ta tanımlayabiliriz. Edmun Halley tarafından keşfedildi Keşif, ingiliz astronom Sir Edmund Halley'in (1656-1742) günlerinde başlayan Pleiades çalışmalarıyla başladı. Halley, bu yıldız grubundaki 3 yıldızın Yunanlılar tarafından belirtilen yıldızlar arasında bulunmadığını ortaya çıkardı. Yunan astronomlar ya da Halley yanılmış olabilir miydi? 1991 yılında yayınlanan bir makalede sunulan diagrama göre 6 yıldız; Merope, Atlas, Teygeta, Electra, Coeleno ve güneşimiz Pleiades'in bir yıldızı olan Alcyone'nin yörüngesindeler.Daha sonra Halley şu sonuca vardı: Pleiades takımı belli bir hareket sistemiyle ilerliyordu. Bu tez, Frederick Wilhelm tarafından onaylandı. Pleiades, her yüzyıl için 5.5 saniye kesin bir hareketle döngüsüne devam ediyordu. Altı gün içinde Dünya'nın tamamen değişeceği iddia ediliyor Foton Kuşağının merkez alanına girilmesiyle birlikte yaşanılması beklenen fiziksel ilk etkileşimler ise şu şekilde sıralanıyor yayınlanan bir çok raporda: 1. gün: 21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık. 2. gün: Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması (buzul çağı soğuğu). 3.-4. gün: Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri. 5.-6. gün: 24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç). Foton Kuşağı etkisine ilk kez Atlantis devrinde girildiği sanılıyor Kuşağın başlangıç noktası, küçük bir atom parçası ve onun yörüngesinde olan bir grup elektrondan ibaret. İngiliz fizikçi Paul Adrian Maurice Dirac, her bir partikül için bir anti-partikül bulunduğunu öne sürmüştü. 1932'de Carl David Anderson bu anti-partikülü buldu ve ona "positron" adını verdi. 1956'da anti-proton ve anti-nötron keşfedildi. Bir anti-partkül şekillendiğinde, sıradan bir partiküller evreninde meydana gelir ve bu, bir elektronla buluşup çarpışmasından önce bir anlıktır. Bu çiftin toplam kütlesi "Foton" formunda enerjiye dönüşür. Bu yeni ve önceden görülmemiş bir enerji kaynağı gücü sunar. 1961 yılında uydu kaynaklı araçlar tarafından bir foton kuşağı keşfedildi. Bu kuşağın gezegenimizden 400 ışık yılı uzakta olduğu açıklandı. Astronom Jose Comas Sola yedi yıldızlı Pleiades takımı üzerinde özel bir çalışma yaptı ve bir sistem oluşturduklarını keşfetti, ki bizim güneşimiz ve daha pek çok yıldız da bu sistemin parçalarıydılar ve her biri kendi gezegensel sistemlerine sahipti. Güneşimiz bu sistem yörüngesini 24.000 yılda tamamlıyor. Bu 24.000 yıl iki bölümde alınıyor; 10.000 yılı karanlık (ya da Galaktik Gece), 2000 yıl ise Foton Kuşağı'nın ışığında geçirildiği sanılıyor. Ve bazı bilim adamları tarafından, bulunduğumuz dönemin ışık bölgesine geçiş olduğu tahmin edilmekte. Tahmin edildiğine göre böyle bir olay dünyanın oluşumundan beri bir kez deneyimlendi ve bu tarihin de Atlantis devrine rastladığı öne sürülüyor. Foton Kuşağı temel olarak 3 elementi içermekte. İlki, "Null Zone" (sıfır bölgesi). Bu bölge, madde ve madde olmayan parçaların kuşağın proton parçalarını oluşturmak için çarpıştıkları bölge. Burası ayrıca Pleiades yıldız sisteminin elektromanyetik alanlarının etkisiz bırakıldığı yer. Bu süreç, bilinçlilik seviyelerimizi değiştirecek ve evren yapısına farklı bir açıdan bakmamızı sağlayacak. Diğer bölme ise foton ırmağı ile sıfır bölgesinin (null zone) iç kenarı arasında olan akım alanı. Bu bölgeye geçişle daha yüksek boyuta geçiş imkanına sahip olunacak. 2012'de Işık devrine geçiş yapılacağı söyleniyor Foton Kuşağı, Dünya ile çarpışmak üzere olan yoğun bir foton(ışık parçacıkları) enerji bandı olarak rapor ediliyor. Ulaştığında 5 günlük bir karanlık, elektriksizlik, yoğun ufo inişleri, insanlık için psişik yeteneklerin ortaya çıkması, insan bedeninde oluşan değişimler (transformasyonlar) ve daha pek çok değişim beklenmekte. Şu anda karanlık dönemin sonunda olduğumuz ve bu dönemin 2012'de son bularak 2000 yıllık "ışık" devrine geçiş yapılacağı söyleniyor. Yıldız aktivasyonu güneş sistemimizin Pleiades (Alcyone yıldızı), Sirius, Arcturus, Orion ve Andromeda ile aynı sıraya dizilmesi ile başlayacak. Yaşanılacağı tahmin edilen en büyük deneyim ise, bu kuşağa girildiğinde, şu anda bulunduğumuz 3. boyuttan 5. boyuta yükseleceğimiz. Bu sıçrayış elbette ki beraberinde bir çok farklılık ve mutasyonlar getirecek. Şimdiden deneyimlediğimiz olaylar da aslında bu sıçrayışı doğrular nitelikte: ciddi iklim değişiklikleri, kıta transferleri, v.s. Ayrıca bu kuşağa girildiğinde bilinçlilik boyutlarının her birine geçiş imkanına sahip olacağımız tahmin ediliyor. Şu anda küresel bilinç değişiminin sonuçlarını da birebir deneyimliyoruz aslında. Dünyayı kasıp kavuran savaş ortamı, toplumlar arası anlaşmazlıklar, politik sürtüşmeler ve olagelen olumsuzlukların da bu geçiş döneminde, ya da "null zone"da bulunmamızdan dolayı olduğunu düşünebiliriz. Bütün canlılardaki değişim Yaşadığımız bu dönem ve beklenen değişimler kutsal kitaplarda, mitolojide ve bilim adamları tarafından da ayrıntılı şekilde incelenmişti. Raporlara göre, Foton Kuşağı'na girildiğinde, gökyüzü ateş gibi gözükecek, ancak soğuk olacak. Bu değişim ve yansımalar elbette ki içine girilen kuşağın etkileriyle birlikte ortaya çıkan kimyevi değişimler ve tranformasyonların sonucunda kendilerini açığa çıkaracaklardır. Kuşağa ilk önce güneşimizin girmesi halinde ani bir karanlığın olması da söz konusu, ki bu sürenin 110 saat kadar sürmesi tahmin ediliyor. Güneşsel radyasyon ve Foton Kuşağı'nın arasındaki etkileşim gökyüzünün yıldızlarla dolu gibi gözükmesine neden olacak. Dünya bu kuşağa girdikçe tüm moleküller uyarılmış olacak ve atomlar mutasyona uğrayacaklar. Bu duruma bağlı olarak fiziksel yapılarda (insanla birlikte hayvan ve bitki aleminde de) farklılıkların meydana gelmesi bekleniyor tabii ki. Null Zone ve Schumann Rezonansı Bu kuşağa girmeden önce, yani bu zamanda, "Null Zone" (sıfır bölgesi) denilen zaman deneyimlenmekte. Bu dönem boyunca sismik aktivite ve volkanik hareketlenme görülüyor. Ayrıca iklim değişiklikleri ve buna bağlı olarak şiddetli tayfunlar, fırtınalar ve hortumlar gözlemleniyor. "Null Zone", bir başka deyişle, madde ve madde olmayan bütün partiküllerin yok edildiği yer. Oluşacağı beklenen bu foton etkisi çok önemli, zira bize yeni bir enerji kaynağı sunacak. Bu kaynak, doğal olarak fosil yakıtlara bir son verecek ve bunun sonucunda da tahmin edildiği üzere daha yaşanılabilir bir dünya oluşturulmuş olacak. Bu bölgeye geçişin kanıtı olarak gösterilen en güçlü kaynak ise Schumann Rezonansı. Dünya'nın kalp atışı olarak nitelendirilen bu titreşim daha önceki zamanlarda 8.1 iken günümüzde 12.1'e yükselmiş durumda, ve hızla yükselmekte. 13.0 olduğunda ise "Null Zone"un tamamlanmış olacağı rapor ediliyor. Astrofiziksel hesaplamalara göre Foton Kuşağı'na saatte 208.800 km hızla gireceğiz. Kuşağın enerjisi fiziksel sonuçların yanında eterik ve spiritüel anlamda da kendini gösterecek. Bilimsel veriler, ciddi ve hızlı bir değişim olduğuna işaret ediyor Rus bilim adamları tarafından açıklanan değişimler de galaksinin merkezinden gelen enerjinin varlığını teyit eder yönde. Dr.Alexey N.Dmitriev'in çalışması gösteriyor ki gezegenlerin atmosferleri, gezegenlerin kendileriyle birlikte büyük bir hızla değişim geçiriyor. Örneğin Mars atmosferi zamanla daha kalınlaşıyor; Ay, kendi atmosferini oluşturmakta. Ya da bu tarz bir değişimi kendi gezegenimizde görebiliyoruz: atmosferdeki HO(hidroksit) oranı daha önce hiç ölçülmediği kadar fazla. Bu oran küresel ısınma, florkarbon emilimleri ya da bu tarz oluşumlar sonucu oluşmuyor; sadece kendilerini gösteriyorlar. İyonosfer tabakasında plazma jenerasyonu, magnetosferde magnetik fırtınalar, atmosferde ise siklonlar aracılığı ile enerji boşalımları oluşumları gözlemleniyor. Daha önceden nadir rastlanan atmosferik yüksek enerji fenomenine artık daha sık ve yoğun rastlanmakta. Gaz-plazma zarfının maddesel birleşimi de transforme olmaktadır. Gezegenlerin manyetik alanları ya da parlaklıkları da hızla değişiyor, artıyor. Jüpiter, Venüs, Uranüs ve Neptün, bu sonuçların alındığı gezegenlerden. Rus Ulusal Bilim Akademisi Foton Kuşağı üstüne çalışmalar yapıyor Dünyamızda eyleme geçmiş olan transformasyonlar ise aşikar. Gün be gün artan sismik aktivasyon, volkanik hareketlenmeler ve diğer bir çok doğal felaketler elbette ki gözlerden kaçmıyor. Dr.Dmitriev'in belirttiği ve dikkat çektiği nokta ise bu çeşit bir değişimin dünyada daha önce 10.000 yıl önce görülmesi. Burada göze çarpan ve bazı topluluklar tarafından ortaya atılan konu ise güneş ile dünyanın değişimleri arasındaki bağlantı. Maalesef bu tarz konularda çoğu bilgi ifşa edilmiyor. Bu tarz araştırmaların yapıldığı bir merkez de Sibirya'daki Rus Ulusal Bilim Akademisi. Burada yapılan çalışmalar sonucu edinilen bilgi ise şöyle: Şu anda Güneş Sistemi'nde yaşanılan enerjisel değişimin tek olası sebebi farklı-daha yüksek olan bir enerji alanına giriyor olmamız olabilir. Ve bu yüksek enerjiye geçişin sonucunda DNA spirallerinin kendileri de değişim geçirmekteler. Şimdiye kadar hayatımızda yer alan bilim araştırmaları sonucu elde ettiğimiz bilgilerle ortaya çıkarılan 2 sarmallı DNA yapısı hızla mutasyona uğramaktadır. Bu sıçrayışla da bu sarmalın 2'den 12'ye çıkacağı biliniyor. Bu enerji emiliminin Güneş Sistemi'ndeki tüm maddelerin özünü değiştireceği bekleniyor, ki bir bir de deneyimliyoruz çevremizde. Aslında tüm bunlar, hücresel ya da ruhsal boyutta olsun, bize pek yabancı değil. Çevremizde her an deneyimlediğimiz olayların dökümü sadece. Kainata dikkatlice baktığımızda ve onu içsel sesimizle dinlediğimizde bunlardan farklı bir şey duymayacağımız da aşikar. Hergün yaşadığımız ve gün geçtikçe artan doğal felaketler, politik sürtüşmeler, savaşlar, içsel değişimler binlerce yıldır beklenilen dönemin getirileri elbette. Bunların hepsi asırlardır bekleniyordu; kutsal kitaplarda olsun, kadim medeniyetlerin yazıtlarında olsun her zaman karşımıza çıktılar. Şimdi ise bu değişime tanık oluyoruz ve yeni dönemin getirdiği farklılıklara yaşamlarımızı adapte etmeye hazırlanıyoruz. Zira başka seçeneğimiz de yok; ya değişimi kabul edecek ve "bir" olacağız, ya da eski enerji ile birlikte savrulmayı göze alacağız.
  3. hannibal

    EY HAYAT

    Ey Hayat! Biliyorum var olduğum kadar yokum senin iç dünyanda. Bana sayısız rol veya hak etmediğim kadar gerçek sundun. Ama seninle hiçbir zaman barışık olamadım, yaşadığım hayat süresince. Oyuncaklarla kandırıp çamurlara buladın bedenimi. Senden oyuncak bile istememiştim aslında, yaşayacağım güzel bir vatan yeterdi benim için. Sadece birkaç gülücüklük sohbetlerde yaşadığımı anladım ya da ‘Anne’ dediğimde veyahut ‘Baba’ dediğimde. Ama biliyorsun ki; senin bu vakitlerinde, ben daha bedenime misafir olmamıştım. Sadece ütopik hayaller biriktiriyordum zihin kumbaramda ve hergün yeni hayal pazarlarında geziniyordum farkında olmadan. Daha sonra bana bir aile verdin ve bana yaşa dedin. Ama yaşamanın tanımını öğretmedin bana. Hani isyan etmek içimden geldiğinde hep senin kuruntuların durdurdu sinirli duygularımı ve hep tokluğumda ya da güldüğümde iltifat ediyordum sana ‘Hayat Ne Güzel’ diye. Ve işte şu an seni yarılamış durumdayım. Artık yaptıklarımla değil, yapacaklarımla varolmak istiyorum sende. Lütfen benimle barışık ol ve bana devamlı gülümse. Çünkü inan ki ben de karşılığını vereceğim. Gerek ideallerimle gerekse yüreğimle sarılacağım sana. Hadi... Hadi kollarını aç... Sevgilerimle. Senin İnsanın... Yazar: Mahmut Şaylıkay
  4. Özel Askerlerin Savaşları Yapılan savaşların ardından ‘yeni dünya düzeni’ olarak adlandırılan dönem ABD’nin gövde gösterisiyle başladı. En büyük vaadi olan ‘Demokrasi’yi dünyada yaygınlaştırmak adına yaptığı tüm girişimlerde müdahale edilen yerlerde açlık, yoksulluk ve şiddetten başka bir şeyin olmadığını tüm dünya pür dikkat izledi. Evet ne yazık ki izledi ve bir şey yapamadı. Uygulanan sözde insani müdahaleler ve yardımlar 90'lardan itibaren ABD'nin ve diğer güçlü ülkelerin, NATO ve Birleşmiş Milletler ile birlikte başka ülkelere gerçekleştirdikleri her müdahalenin "kılıfı"nı oluşturdu. Bu uygulama altında yapılan askeri harekatlar, işgaller, insani değerlere, adalete, özgürlüğe "evrensel" bir katkı olarak gösterildi. 11 Eylül sonrasında ABD'nin "terörizm" ve ‘’ terörist devletler’’e açtığı savaş, özel askeri şirketler için de bir dönüm noktası oldu. BM'nin gücünü yitirdiği ve uluslararası hukukun geçersizleştiği bir dönemde, hukuksal boşluğun bulunduğu bir alanda varlıklarını sürdüren ve tamamen "kâr" amacı ile çalışan özel askeri şirketler, geniş bir hareket alanı buldular. Paralı askerliğin tarihi, savaşın tarihi kadar eski. Özel askeri şirketler ise son on yıla özgü bir olgu ve gelecekte "uluslararası güvenlik" sorununun önemli bir parçasını oluşturacaklar. Bu şirketler, hakkında hâlâ kesin rakamlar bulunmayan "sır dolu" bir endüstrinin, gizli ilişkilerin düğümlendiği siyasi ve ticari ağların içinde varlık buluyorlar. Özel askeri şirketler, global piyasada oluşan özel bir iş türünü yerine getiriyorlar. Bunlar, kâr amaçlı kuruluşlar ve savaşla ilgili konularda profesyonel hizmet sunuyorlar. Lojistik destek, taktik saldırı operasyonları, stratejik planlama, gizli istihbarat edinme ve analiz etme, operasyonel destek, çatışma bölgelerinde savaşma ve savunma, askeri eğitim ve askeri teknik yardım gibi askeri becerilerin tedarik edilmesi yerine getirdikleri "hizmetler". yaklaşık olarak iki yıllık bir araştırma sonucu elde ettiği verilere göre, dünyada 90'a yakın özel askeri şirket bulunuyor ve bunlar 110 ülkede faaliyet gösteriyorlar. Bu şirketlerin içinde yer aldığı yıllık 100 milyar dolarlık bir endüstriden söz ediliyor. Özel askeri şirketlerin kurulduğu ülkeler genellikle Amerika, İngiltere ve Güney Afrika. Çalıştıkları yerlerin başında ise, Afrika, Güney Amerika ve Asya geliyor. Savaşın özelleşmesi öylesine genel bir eğilim ki ve Irak savaşında öyle bir noktaya ulaşmış durumda ki, bundan böyle özel askeri endüstrinin kollarını uzatmadığı bir çatışma ya da savaşın mümkün olmadığı dahi düşünülüyor. Bu endüstri devletlerden aldığı paralar sayesinde gittikçe şişiyor. Örneğin, ABD, Orta Asya ve Afganistan'ı da içerecek şekilde Irak'a yönelik harcamalarını bu yıl için 87 milyar dolar olarak kararlaştırmışken, özel askeri endüstriye bu miktar içinden aktarılan pay 30 milyar dolar olarak belirlenmiş durumda. Yani, ABD'nin askeri harcamalarının üçte bir özel askeri şirketlere aktarılıyor. Bu durum, önümüzdeki dönemde içinde paranın ve şiddetin dolaştığı gri bir alanın gittikçe büyüyeceğini gösteriyor. Daha önce belirtildiği gibi "paralı askerlik" ve bu anlamda savaşlarda ya da çatışmalarda "özel" güçlerin kullanımı yeni bir olgu değil. Özel askeri şirketler, paralı asker ticaretinin, "evrim geçirmiş, globalleşmiş ve şirketleşmiş" modelini temsil ediyorlar Bu şirketler, global pazar içindeki güvenlik endüstrisinin yükselen unsurları ve geleceğin güvenlik çerçevesini de büyük ölçüde etkileyecekler. Özel askeri şirketlerin en fazla kurulduğu ve hükümetiyle en fazla ilişki geliştirdiği ülke ABD'dir. Özel askeri şirketlerin, genellikle enerji ve savunma sanayindeki büyük şirketlerin yan kuruluşu olarak ortaya çıktıkları ve ülke ordularının giremediği ya da girmesinin sınırlandırıldığı bölgelere kolaylıkla sızabildikleri düşünüldüğünde, bu şaşırtıcı bir sonuç değildir. Nitekim, Balkanlar ve Kolombiya gibi ABD ordusunun varlığının sınırlandırıldığı bölgelerde, Pentagon özel askeri şirketlerle sözleşme imzalayarak, onları stratejik amaçları doğrultusunda kullanmaktadır. Uluslararası hukukta, özel askeri şirketlerle ilgili herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Başka bir deyişle tam bir "hukuki boşluk" söz konusudur. Aynı zamanda, özel askeri şirketler genellikle "çökmüş devletler"de, yani yasal ve kurumsal bir çerçevenin ortadan kalkmış olduğu ya da yok denecek kadar zayıf olduğu ülkelerde etkinlik göstermektedirler. Geleneksel devlet yapısının çökmüş olduğu; ancak, çokuluslu şirketlerin ya da güçlü devletlerin ilgisini çekecek denli enerji kaynakları ya da madenleri zengin olan ülkelerde sık sık karşımıza çıkmaları, özel askeri şirketlerin "yeni sömürgeciliğin" bir parçası olduğu düşüncesini doğurmaktadır. Yeni sömürgecilik bağlamında özel askeri şirketlerin yerini ve rolünü incelemek, sömürgeciliğin tarihinde paralı askerlerin kullanımını, sömürgeciliğin geçirdiği değişimi ve bu değişim ile özel askeri şirketlerin doğuşu arasındaki ilişkiyi araştırmayı gerektirir ki, böyle bir girişim, bu makalenin sınırları dışına taşar. Yapılan araştırmalar bize gösteriyor ki;günümüz koşullarında artık ülkeler değil şirketler savaşıyor ve kazanan kötü emeller oluyor.Bazen bizlerde verdiğimiz vergilerle dolaylı yoldan olsa bile girişime destek sunuyoruz(gelecek 20 yılda IMF’ye olan borcumuzu varsayarasak). Yazar: Mahmut Şaylıkay
  5. hannibal

    Tarih kokan memleket

    Mardin Tarih Kokan Memleket Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Mardin artık turizmden hak ettiği payı almayı bekliyor… Yüzyıllardır Türk, Kürt, Arap, Süryani ve Yezidiler'in bir arada yaşadığı Mardin sokakları canlanmaya başladı. Tarihi yapıları, geleneksel el sanatları ve kültürüyle bu kenti birlikte keşfediyoruz. Güneydoğu'da terörün sona ermesiyle birlikte gözler dünyanın en zengin tarih ve kültür hazinelerine çevrildi. 1990'ların sonuna doğru bu potansiyeli fark eden turizmciler, çok az da olsa Güneydoğu'ya turlar düzenlemeye başladılar. 2000 yılından itibaren ise bölgede turizm ivme kazandı. 2000 yılı aynı zamanda Güneydoğu'nun, Türkiye'nin, hatta dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan Mardin'in keşfedilmeye başladığı yıl oldu. Mardin'e beş yıldır turlar düzenleniyor ve şehre gelen turist sayısı giderek artıyor. Ama dünyanın en eski yerleşim birimlerinden biri olan, ilginç mimari yapısıyla tam bir müzekent konumundaki Mardin'e gelen turist sayısı yine de çok az. Hele yabancı turist açısından bakıldığında içler acısı bir tablo ortaya çıkıyor. Fakat gerek devletin gerekse turizm yatırımcılarının üzerine düşeni yapması durumunda bu tablonun yakın zamanda değişmesi, kente her yıl milyonlarca yabancı turistin gelmesi bekleniyor. Geçen yıl 220 bin civarında turistin geldiği Mardin'e bu yıl 300 bin turist bekleniyor. Turistlerin yüzde 90'ı Türk. Bodrum'a bir sezonda bir milyon turist geldiğini düşünürseniz, dünyanın en özel şehirlerinden biri olan Mardin'e gelen turist sayısının azlığı ortaya çıkıyor. Beş yıldır kişisel çabalarla yürütülen Mardin turizmine mutlaka devletin el atması gerektiği söyleyen Mardinliler, "Biz turizmi bilmiyoruz ve imkanımız da yok. Devlet gelsin buraya turistik tesisler yapsın ve bizleri de eğitsin" diyor. Şimdi gitmenin tam zamanı Henüz kavurucu sıcaklar başlamadığı için bu aylarda Mardin'e gitmenin tam zamanı. Mardin, Mezopotamya'nın yanıbaşındaki Mazı Dağı'nın eteğinde 12. yüzyılın başlarında kurulmuş. Yüzyıllar boyunca Türk, Kürt ve Araplar'ın, Süryani, Hıristiyan ve Yezidiler'in bir arada yaşadıkları bir merkez olmuş. Bugün de bir kültürler ve dinler mozaiği özelliğini koruyan Mardin, Süryaniler'in dini merkezi durumunda. Ancak Avrupa ülkelerine göçler nedeniyle günümüzde Mardin'de 70 Süryani aile (340 kişi) kalmış. Kendine özgü bir konut mimarisi geliştiren şehir bu özelliğini kaybetmeden günümüze kadar gelmiş. Karşıdan bakıldığında birbiri üstüne yığılmış gibi bir görüntüsü olan evler aslında büyük bir düzen içinde. Hiçbiri diğerini gölgelemiyor, birbirinin penceresini kapatmıyor ve hepsi güneye, Mezopotamya'ya bakıyor. Şehire araçların geçebileceği tek cadde olan Cumhuriyet Caddesi'nden giriyorsunuz. Bu caddenin üst tarafında evler, altında ise çarşılar yer alıyor. Kentte önce kendinizi gelişigüzel evlerin ve sokakların içine atın. Merdivenlerden çıkın, dik yokuşlardan yürüyün. Ama başınız her zaman sağınızda solunuzda olsun. Böylelikle tipik Mardin evlerini daha yakından tanıma şansını yakalarsınız. Şimdi sıra Mardin'in çarşılarının bulunduğu kısmında. Bu bölümde yanyana veya aşağı yukarı birbiri sıra devam eden birçok çarşı var. Biz önce Bakırcılar Çarşısı'na girdik. 70 yaşında bakırcı ustasıyla biraz sohbet ettik. "Bakırcılık da artık bitiyor. Eskiden burada 150'ye yakın bakırcı vardı. Şimdi beş dükkan kaldık" diyor usta. Sonra yandaki bakırcıya giriyoruz. Burada daha çok hediyelik eşya yapılıyor. Fiyatlarını soruyoruz; bakırdan cezve 3 milyon, hamam tası 1.5 milyon, kildan (sabunluk) 25-30 milyon, çerezlik 1.5 milyon liradan satılıyor. Sağlı sollu dükkanların bulunduğu daracık sokaklardan devam ederken karşımıza bir leblebici çıkıyor. 68 yaşındaki Hacı Davut Aba ile konuşuyoruz. 8 yaşında çırak olarak lebleciliğe başlamış. Kilosu 2 milyon lira olan Mardin leblebisinden mutlaka tadın. 18. yüzyılın ticaret yaşamını yansıtan çarşılardan devam ederken bir semercinin yanında duruyoruz. Ustadan 60 yıldır bu işi yaptığını öğreniyoruz. Eskiden taşımacılık sadece eşeklerle yapıldığı için burada semercilik çok geçerli bir meslekmiş. Şimdi ise dört semerci kalmış. Sırada Kuyumcular Çarşısı var. Telkari ustası kalmadı Mardin'deki kuyumcular çok özel. Çünkü altın ve gümüş takılar "telkari" diye adlandırılan Mardin'e özel bir işlemecilik sanatıyla yapılıyor. Tamamen Süryani ustaların yaptığı telkari takılar ve hediyelik eşyalardaki işleme sanatı gerçekten çok etkileyici. Çarşının arka sokaklarındaki bir altın atölyesindeki Süryani usta Hilal Coşkun bizi bilgilendiriyor. 28 yaşında olan Hilal Bey, 7 yaşında ağabeyinin yanında çırak olarak başlamış. 21 yıldır altınla takı yapıyor. "Biz herhalde son nesil oluruz. Çünkü eskiden burada gördüğünüz bütün kuyumcular telkari ustasıydı. Kendileri yapar dükkanlarında satardı. Şimdi 4-5 atölye kaldık" diyor Hilal Coşkun. Telkari el sanatıyla yapılmış gümüş ve takı ve hediyelik eşyaların fiyatlarını da sorduk. Gümüş takıların gramı 800 bin ile 1.5 milyon arasında değişiyor. Çanta, şekerlik, peçetelik, mücevher kutusu gibi hediyelik eşyaların gramı ise 1.5 milyon liradan başlayıp 3 milyon liraya kadar çıkıyor. Mardin'e gidip de Nasra Şimmeshindi Hanım'a uğramadan geri dönülmez. Evine, şehrin girişindeki Güven Eczanesi'nin yanından giriliyor. Süryani olan Nasra Hanım basma boyama sanatının son temsilcisi. Evinde dini motifli basma süslemeleri yapıyor. Babasından öğrendiği el sanatını 80'i aşkın yaşına rağmen devam ettiriyor. Kök boyadan yaptığı melek, aziz, haç, Meryem Ana resimleriyle süslü basmalar kilise perdesi, masa örtüsü, duvar süsü olarak kullanılıyor. Kilise perdesini 1 milyar 200 milyon, masa örtüsü ve duvar süsleri ise boyutlarına göre 25 milyon ile 100 milyon lira arasında değişiyor. Süryani bir aile ile tanışmak ve onların ev yaşamlarına şahit olmak istiyorsanız Nasra Şimmeshindi'ye mutlaka gidin. Mardin Evleri "Mardin'deki evleri görünce bir başka dünyaya geçiyorsunuz. Penceresi işlemesiz olan bir evde oturmam diyen bir halk ve taşları oya gibi işleyen ustalar yaşamış burada. Dağın yamacına yapılan evler uzaktan bakıldığında tek bir bina gibi görünüyor. İklime son derece duyarlı yapılarak sıcak ve soğuğa karşı dayanıklılık sağlanmış. Orada yaşayan insanların bilgilerini aktara aktara ve biriktirerek en ideal noktaya getirdiklerini gördüm. Ama sonra şunu merak ettim; 19. yüzyıldan sonra ne oldu da bu teknolojiden vazgeçtiler, o taş ustalarına ne oldu, o süslemeye düşkün insanlara ne oldu?" Mardin Mutfağı Mardin'de farklı kültürlerden etkilenmiş zengin bir mutfak var. Mardin'in yöresel yemeklerini yiyebileceğiniz çok güzel bir restoran var. Eski bir Mardin evi olan Cercis Murat Konağı'nda aynı adla hizmet veren restoranın sahibi Ebru Baybara Demir, kendini Mardin mutfağına adamış bir işletmeci. Mardinli ev kadınlarıyla birlikte yaptığı yöresel yemekleri turistlere hem tattırıyor hem de öğretiyor. Cercis Murat Konağı'nda yiyebileceğiniz yemeklerden bazıları şöyle: Soğanlı Yoğurt Çorbası, Kapari Salatası, Tarçınlı Patlıcanlı Mahlepli Pilav, Erik Yahnisi, Kitelraha (Süryani rahiplerinin oruç zamanı yedikleri et yemeği), Sütlaçlı Zerde, Kaburga Dolması, Incasiye (Kurutulmuş etten yapılıyor), Bal Kabağı Dolması, Frik salatası, Humus Muammara, Bello (Mercimek köftesi), Kiliçe (Mardin çöreği). Burada yiyeceğiniz normal bir mönü için kişi başı 15 milyon lira ödüyorsunuz. Eğer kebap yemek istiyorsanız Cumhuriyet Caddesi üzerinde yer alan Kebapçı Rıdo'ya gidin. Salaş bir pçı ama kebapları çok lezzetli. Etler gözönünde satırla kıyılıp şişe sarılıyor vkebae pişiriliyor. Burada kebapın fiyatı 5 milyon lira. İçecekler ise 1 milyon lira. Görülmesi gereken yerler Şehirde o kadar çok eser var ki, size mutlaka gezilmesi gerekenleri sıralayacağız. Ulu Camii Önce Ulu Camii'ye gidin. Şehrin merkezindeki Mardin'in en eski camisi olan Ulu Camii, 1176 yılında Artuklular zamanında yapılmış. Özellikle minaresi çok dikkat çekici. O yıllarda çarşıya bir tek bu caminin yanından girilirmiş. Yayınlanmış Mardin fotoğraflarının hemen hemen hepsinde bu minareyi görürsünüz. Zinciriye Medresesi Şehrin en üstünde kalenin hemen altındaki Zinciriye Medresesi 1385 yılında yapılmış. İki katlı medresenin giriş kapısının ihtişamı ve süslemeleri görülmeye değer. Buradan Mardin'i izlemek büyük keyif. Çünkü şehrin tamamını ve devamındaki düzlükte yer alan Mezopotamya'yı izleyebiliyorsunuz. Kırklar Kilisesi Şehrin merkezindeki 5. yüzyılda yapılan Kırklar Kilisesi ince taş işçiliğinin en güzel örneklerinden. 400 yıllık ahşap kapıları, 1500 yıllık kök boya ile baskı perdeleri, geniş avlusu çok etkileyici. Bugün Mardin Metropolit Kilisesi özelliği taşıyan kiliseye gittiğimiz Paskalya temizliği yapılıyordu. Deyrulzafaran Manastırı Mardin'in 3 km. doğusunda bulunan Deyrulzafaran Manastırı, Yukarı Mezopotamya'ya bakan yamaçlarda yer alıyor. Süryaniler'in tarihi ve dini değerleri arasında bugüne kadar ayakta kalabilmiş nadir bir manastır olan Deyrulzafaran, 639 yıl boyunca dünya Süryaniler'inin patriklik merkezliğini yapmış. 1600 yıllık manastır, Süryaniler için bugün bile büyük önem ve anlam taşıyor. Deyrulzafaran Manastırı'nı görmeden Mardin'den dönmeyin Mardin'in Yetiştirdikleri Muammer Güler, İstanbul Valisi 1949 Yılında Mardin’de doğdu.İlk,Orta ve Lise öğrenimini Ankara’da tamamlayarak 1972 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ nden mezun oldu. İlk Kamu görevine 14.03.1973 tarihinde Balıkesir Maiyet Memuru ( Kaymakam Adayı ) olarak başladı. Sırasıyla Çal İlçesi Kaymakam Vekilliği, Pehlivanköy, Horasan Kaymakamlıklarında bulunduktan sonra İçişleri Bakanlığı Personel Şube Müdürlüğü’ne atandı.İçişleri Bakanlığı’ nda Şube Müdürü, Daire Başkanı, Personel Genel Müdür Yardımcılığı ve Personel Genel Müdürlüğü’ nde bulundu. Personel Genel Müdürü iken 29.01.1992 tarihinde Niğde Valiliği’ ne atandı. Daha sonra 27.09.1993 tarihinde Kayseri Valiliği’ne ve 06.07.1994 tarihinde Gaziantep Valiliği’ne atandı. Bu görevini sürdürürken 28.07.2000 tarihinde Samsun Valiliği’ne atandı. 30.01.2003 tarihinde İstanbul Valiliği’ne atanarak 17.02.2003 tarihinde görevine başladı. Matematik Öğretmeni Neval Hanımla 1977 yılında evlenmiştir. Güler çiftinin Barış ve Burcu adlarında bir oğlu ve bir kızı bulunmaktadır. Murathan Mungan, Yazar Orta öğrenimini Mardin lisesinde, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi DTCF.Tiyatro bölümünde tamamladı. Devlet tiyatrolarında dramaturg olarak çalıştı. Mardin’le ilgili yazıları, anıları ile büyük beğeni topladı. İlk oyunu Mahmut ile Yezida ile Türkiye İş Bankası’nın açtığı yarışmada ikincilik ödülü, "Sahtiyan" adlı şiiri ile de "Gösteri" dergisinin 1981 şiir yarışmasında birincilik ödülü kazandı. "Osmanlıya Dair Hikayat" adlı Şiir kitabıyla ödül kazandı. Bazı Eserleri; Şiir: Osmanlıya Dair Hikayat (1981), Kum Saati (1984), Yaz Sinemaları (1989), Eski 45’likler (1989) Oyun: Mahmut ile Yezida (1980), Taziye (1982) Hikaye: Son İstanbul (1985), Cenk Hikayeleri (1986), Kırk Oda, Yüksek Topuklar Yusuf Mardin (1916–1995, Mardin), Şair Türkiye’nin önemli gelenekçi şairlerinden olan Yusuf Mardin, Ebul’ula Mardin’in oğludur. İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, İstanbul Amerikan Koleji’nde de (Robert Kolej) öğretmenlik yapmıştır. P.Gabriyel AKYÜZ (1959, Mardin), Papaz 1959 yılında Mardin ilinin Dargeçit ilçesine bağlı Alagöz köyünde doğdu. Mesihsel öğretimini ile Kilisesel eğitimini Midyat-Mor Gabriyel Manastırında bitirdi. Halen Mardin Kırklar Kilisesinde Papazlık unvanıyla görev yapmaktadır. Deyrulzafaran Manastırının Tarihi, Nusaybin’deki Mor-Yakup Kilisesi ve Nusaybin Okulu, Süryani Müziği, Süryaniler’de Felsefik Şiirler adlı eserleri vardır. Haber: Mahmut Şaylıkay
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.