
Multi
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
125 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Multi tarafından postalanan herşey
-
Peygamber Efendimizin (S.A.V) Yüce Ahlâkı
Multi şurada cevap verdi: Multi başlık Dini Konular - Din - Dinler
Söyleniyor!! Kim söylüyor peki bunu? Hangi kaynağı gösterbilirsin bunu kanıtlamak için? Yoksa yine kendi kendine kafanda "olsa olsa böyledir" türünden türettiğin şeyler mi bu? Sara hastalığı evlenmemeyi gerektirecek türden bir hastalık değildir. Ayrıca o zamanın toplumunda kadının seçme şansı mı vardı da evlenmesin? Hadi evlenmeyi geçtik, o zaman zina sıradan bir olay gibiydi. 25 yaşına kadar hem kimseyle evlenmesin hem de zina etmesin.. Sence bu ahlak değil midir? Kontrol etmesi kolay bir koca mı? Bir kere başta dediğinle çelişiyorsun.. Madem sara hastası, neden evlensin bir sara hastasıyla? Başka kontrol ebilebilir koca mı yokmuş?! Zaten kendisi zengin.. İstese idi maddi durumu daha düşük olan biriyle evlenip daha kolay kontrol edebilirdi(!)...Ayrıca Hz.Muhammed i kontrol edilebilir olarak gördüğüne göre Hz.Muhammed in ahlaklı ve hoşgörülü bir insan olduğunu kabul etmiş oluyorsun...Ama yine de Hz.Hatice senin kafanda kötü insan olarak yer ettiğinden kontrol ediyim de ne olursa olsun mantığı yer etmiş... Ayetler gözükmüyor. Sure ismi ve ayet numarasını yaz.. Tamam olayın Hz. Hatice boyutu bu şekilde olabilir. Kontrol edilebilirlik kısmı biraz sakat duruyor yanlız. Ayrıca tek aday da Hz.Muhammed değidir mutlaka. Neyse bunların hiçbirisi Hz.Muhammed in ahlaki yönden zayıf olduğunu göstermez. Aksine 25 yaşına kadar hiçbir kıza el sürmemiş olması ve 25 yaşında 40 yaşındaki dul bir kadınla evlenmesi ve 50 yaşına kadar Hz. Hatice ile kalması...Bak dikkat et 50 yaşına kadar...Ve sonra Hz. Haticenin vefatından sonra Hz. Sevde ile 4 yıl tek eşli olarak geçirmesi onun şehvi duygularının ahlakının önüne geçemeyeceğinin bir ispatıdır. 54 yaşına kadar tek eşli yaşamış olup da sonradan şeh veti arttığı için çok kadınla evlendi sözü kimseye inandırıcı gelmez... Bu olayı daha da uzatıp sulandırmanın bir anlamı yok.. Hz. Muhammed in ahlaklı olduğunu kabul etmek senden birşey eksiltmez. *** Ayetler yine görünmüyor... Eminlik meselesi çobanlıktan kalmaysa eğer o dönemde çoban olan herkese emin denirdi... Var mı bana bunu gösterebileceğin bir kaynak. Her çoban olana emin denilip güvenildiğini? Şunu da söyleyim, Hz. Muhammed in güvenilir olduğunu düşmanları bile kabul ederken sen neden inkar etmeye çalışırsın hiç anlamıyorum. Öncelikle rivayetler var diyorsan bir kaynak göstererek yaz bu rivayetleri. Kuru sıkı kullanmayalım lütfen.. Bu konuyla ilgili kısa alıntılar yapayım...İkindi namazını kılınca, hanımlarını dolaşır, onlara yaklaşıp hal ve hatırlarını sorardı. Gece olunca geceleme sırası kendine gelen hanımının odasına gider, bütün geceyi ona tahsis ederdi. Bu hususta Hz. Aişe şöyle demektedir: "Resûlulah, hanımları arasında yaptığı paylaştırmada/gecelemede onların yanında kalma hususunda bizi birbirimizden üstün tutmazdı."[Ebû Dâvûd, "Nikâh", 38.] Hz. Peygamber dokuzuncu hanımı hariç, sekiz hanımı arasında geceleme taksimi yapardı. Dokuzuncu hanımı Hz. Sevde idi. Sevde yaşlanınca, geceleme sırasını Hz. Aişe'ye bağışladı. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'ye hem kendisinin gününü hem de Hz. Sevde'nin gününü tahsis ederdi. Allah Rasûlü'nün kadına verdiği değer, ne o güne kadar ne de o günden sonra cihanda eşi görülmedik bir seviyede idi. O bir gece kalkıp hanımlarından birinin hatırını sorsa, hemen diğer hanımlarını da dolaşır, onların da hatırını sorardı. Davranış bakımından hiçbirini diğerine tercih eder görünmezdi. Herkes gibi, hanımları da, kendilerini Allah Rasûlü nezdinde en sevgili sanırdı. Bu da O'nun eşsiz mürüvvetinden kaynaklanıyordu. Ancak kalbî temayüllere hiçbir insanın hakim olması söz konusu edilemeyeceği gibi, bu, O'ndan da beklenmemeliydi. O'nun için Allah Rasûlü, elinden gelmeyen bu kalbî temayüllerinden de Cenâb-ı Hakk'a istiğfarda bulunuyor ve şöyle diyordu: "Farkına varmadan, birini diğerlerinden çok sevebilirim, bu da bir haksızlık olur. Onun için ey Rabbim! Elimden gelmeyen bu hususta Senin Rahmetine sığınıyorum..." Bu başlık içinde Peygamberimizin eşleriyle münasebetiyle ilgili ayrıntılı alıntılar yapacağım... -
En ünlü ateist: Artık Tanrı'ya inanıyorum
Multi şurada cevap verdi: olivera02 başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sana şunu söyleyim. Aklın ve mantığın saf ve önyargısız bir zihinle bir Yaratan a ulaşamaması imkansız. Zaten tarihteki insanlara bakarsan hepsinin birşeye taptığını görürsün. Kimisi güneşe tapar kimisi putlara kimisi de Allah'a. Yani insan düşündükçe kendisini Birisinin var ettiğini anlıyor. Bunda senin de şüphen yoktur umarım. Yani bizi, bu dünyayı, hayvanları bitkileri çok üstün bir Akıl yapmış...Tesadüfen olamayacağı açık değil mi? Senin takıldığın noktalardan birisi de bu... Olup olmadığını bilemiyoruz diyorsun. Ama düşünürsek bizi üstün bir Akıl ın yarattığını anlayabiliyoruz... İnsan vücudu dünyadaki tüm insanların bir araya gelse de kuramayacakları mükemmel bir sisteme sahip... Dünyadaki kurulu küçük şeyler hep insan ürünü... E bu küçük şeyler bile gene bir akılını(ayni insanın) ürünü olduğuna göre insan Kimin ürünü? İlle de bişey yüzde yüz kanıtlanmazsa inanmak saçma olur demek bence saçma.. Mesela örnek olarak bilmeceleri düşünebiliriz. Bilmecelerde hep bir şeye yönlendirici cümleler olur ve o cümleleri birleştirerek anlatmak istediği şeye ulaşırsın. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir. Sonuç olarak biz yüzde yüz kanıtlanmayan şeylere inanmazsak neredeyse hiçbişeye inanmamamız gerekir. Hayatında birçok kez inanmışsındır böyle şeylere. Birçoğu da doğru çıkmıştır. Böyle düşün bir de. Öncelikle bu sistemin Üstün Bir Akılın ürünü olduğunu bilebiliriz. Değil mi? Ama düşünelimki Kuran yok Peygamberler yok. O zaman dediğinde haklı olurdun. Bu sistemi kuran Zat ı isimlendiremezdik. Bilemezdik de bu Zat kimdir, nedir, neden bu düzeni yarattı, neden bizi yarattı... Birçok soru cevapsız kalırdı...O yüzden herkes kafasına göre birşeye tapardı. Kimisi güneş i, kimisi ay'ı, kimisi yıldızları, kimisi ateşi, kimisi de kendi yaptığı putları Tanrı edinirdi ki edinenler çok olmuştur. Bir de hikmet açısından bakalım.. yani amaç açısından... Bu düzenin içinde gördüğümüz her varlık bir amaca binaen vardır değil mi? Bir hücrenin amacı diğer hücrelerle birlik oluştırmak, yaprağın amacı fotosentez yapmak, bir ağacın amacı oksijen dengesini sağlamak, bir bakterinin amacı ölmüş mahlukatları moleküllerine ayırıp düzeni devam ettirmektir vs... Yani kısacası herşeyin bir amacı vardır. Şimdi düşünecek olursak küçücük bir bakterinin bile bir amacı varken, varlıkların en mükemmeli olan insanın bir amacı yok mudur sence? Elbetteki bizim de bir amacımız vardır. Biz akıl sahibi varlıklarız.. bizi diğer mahlukatlardan ayıran özelliğimizdir aklımız. Herşeyin bir amacı olduğu gibi bize verilen bu aklın da bir amacı muhakkak vardır. Nedir peki bu amaç?.....İnsan bunu kendisi bilemeyecektir. Tıpkı labirente konmuş yarışmacılar gibiyiz...Eğer o labirente çıkış yolları ile ilgili işaretler konulmazsa döner durur insan. Bizim de aklımızın neden verildiğini bilmemiz için bazı işaretlere ihtiyacımız vardır... Labirente işaretleri labirenti kuranlar koyar. Öyleyse bize de bu işaretleri bizi kuran üstün Zat verecektir. Şimdi gelelim peygamberlere ve kitaplara... Yukarıda da dediğim gibi bizi yaratan Zat bize kendisi hakkında bilgiler verecek, bizi neden yarattığını anlatacak....ki labirentten çıkalım.Bunu da elçileriyle yapacaktır değil mi? Peki bu Zat bize kendinden nasıl haber verecek?... Aslında bu bizim yaratılış amacımıza göre değişirdi. Mesela bu Zat bizi sınav etmek için yaratmış olmasaydı elçileri "insan" olarak değil de ucube yaratıklar olarak başımıza dikebilirdi. Ama bu Zat bizi sınav etmek için yaratmış. Bunu bize elçileri söylüyor. Ve dikkat et her elçi aynı şeyi söylüyor...Allah bizi sınav etmek için yarattığı için elçileri ucube yaratıklar değil de bizim gibi insanlardır. Bu insanlar bize bizi yaratan Zat'ın mesajını getiriyorlar. Bu mesajlar tabi ki yaratılış amacımızı, nasıl yaşamamız gerektiği, Kendisinin kim olduğunu anlatıyor. Her peygamber bunları insanlara anlatmak için gönderilmiştir. Yani bizi yaratan Zat elbetteki bize elçiler gönderecek elbetteki bu elçilerle bize mesajlar verecek ve bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecektir. Ayrıca senin iddia ettiğin gibi Kutsal kitaplar çelişkiler yumağı falan değildir. Bu İncil ve Tevrat için geçerli olabilir çünkü senin de bildiğin gibi insanlar zamanla değiştirmiştir ve bu değişmelerin sonucunda birçok tevrat ve incil çıkmıştır...Kuran ise son kitaptır ve dünyanın sonuna kadar da asla değiştirilemeyecktir.(Günümüzde matbaa ve internet bu korumanın sebepleridir.) Sen Kuran ı okurken bazı kısımlarını anlamamış olabilirsin ve bunlar sana çelişki gibi gelebilir. Bunun için tefsirlerle bakman yeterli olabilir. Ama sen olayı ilk başta kendi kafanda çözmen lazım. Sen Kuran a insan sözü olarak bakmaya kendini şartladığın için elbette Kuran ın mucizelerini inkar etmeye kalkışacaksın, insan sözü olduğunu kanıtlamaya çalışacaksın. Yukarıda da anlattığım gibi bizi yaratan Zat kendini bize anlatmak için elçiler aracılığıyla kitaplar gönderecektir. Bunda akla muhal bir taraf yok. Seni, dünyayı, kainatı kusursuz bir şekilde yaratan Zat nasıl olurda bir kitabı çelişkilerle dolu insanlara ulaştırır. Bunu akıl kabul etmez....Ama yine de aklına takılan yereri varsa sorabilirsin elimden geldiğince açıklamaya çalışırım tefsirlere bakarak...Ama tekrar söylüyorum, meselenin kökü senin Allah ın insanlara bir mesaj ulaştırmasını anlamanda saklı.. Saygılar... -
En ünlü ateist: Artık Tanrı'ya inanıyorum
Multi şurada cevap verdi: olivera02 başlık Dini Konular - Din - Dinler
Nasıl bu kadar ******siz olabiliyorsun anlamıyorum. Ayrıca sana verdiğim cevapta birçok şey yazmıştım. Sen gene küçük bir noktaya takılmışsın. Rüzgarı Allah göndermez, basınç farkıyla meydana gelir demişsin. E peki bu basınç farklılıkları dünyadaki sistemin bir ürünü değil midir? Bu sistemi kim kurdu peki? Allah kurduğu bu sistemle basınç farklılıkları meydana getirerek rüzgar gönderiyor. Bu gayet açık...Yazdıklarından anladığım kadarıyla Allah'ın varlığına inanıyor gibisin. Senin problemin Hz. Muhammed le ve Kuran la. Sana şunu söyleyim, eğer bizi Yaratan bir Allah varsa(ki var) insanlara kendini tanıtmak için elbette elçiler gönderecektir. Niçin yaratıldığımızı, nasıl yaşamamız gerektiğini bize elbette öğretecektir. Bunun için de peygamberler gönderecektir elbette. Ve bu peyamberlerde Allah'ın sözü olan kitaplar mutlaka olacaktır. Olaylara bir de bu taraftan bak. Direk inkar mantığıyla bakıyorsun. -
Peygamber Efendimizin (S.A.V) Yüce Ahlâkı
Multi şurada cevap verdi: Multi başlık Dini Konular - Din - Dinler
la_boheme Senin iddiana karşı bir siteden alıntı yaparak cevap veriyorum..Daha da üstüne laf edilemeyecek bir cevaptır bu. Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur: Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi. Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimizin evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. 25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedül-Emîn" unvanını vermişlerdi. Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir. Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır. Müşrikler, amcası Ebu Talip'e gelip, "yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin." dediler. Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi: "Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar 'vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem." Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter. İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur. Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır. Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, îslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den rahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir. Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur. Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir. Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul. Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir. Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir. İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır. Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür. Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir. -
Peygamber Efendimizin (S.A.V) Yüce Ahlâkı
Multi şurada cevap verdi: Multi başlık Dini Konular - Din - Dinler
PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN TÜM ALEMLERE ÖRNEK OLAN TEVEKKÜLÜ Kuran'da Peygamberimiz (sav)'le ilgili olarak anlatılan olaylarda onun tevekkülü ve Allah'a teslimiyeti açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in, Mekke'den çıktıktan sonra arkadaşı ile birlikte gizlendiği bir mağaradaki sözleri tevekkülünün en güzel örneklerinden biridir. Ayette şöyle bildirilmektedir: Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40) Peygamberimiz (sav) hangi koşullarda olursa olsun, daima Allah'a teslim olmuş, O'nun yarattığı herşeyde bir hayır ve güzellik olduğunu bilmiştir. Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e, kavmine söylemesi bildirilen şu sözler de bu tevekkülün bir göstergesidir: Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise: "Biz önceden tedbirimizi almıştık" derler ve sevinç içinde dönüp giderler. De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 50-51) Peygamberimiz (sav), tevekkülü ile tüm Müslümanlara örnek olmuş ve insanın Allah'tan gelecek bir şeyi değiştirmeye asla güç yetiremeyeceğini şöyle hatırlatmıştır: "Bir nefse takdir edilmiş şey mutlaka olur." 5 "... Bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar." 6 Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uyan her müminin de, musibet gibi görünen olayları onun gibi tevekküllü karşılaması, herşeyde bir hayır ve güzellik olduğuna iman etmesi gerekir. Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah'ın en takva kullarından biri olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), çok büyük zorluklarla ve şedid olaylarla denenmiştir. Herşeyden önce tebliğ yaptığı kavimde her türlü zorluğu çıkarmaya hazır olan insanlar bulunmaktadır: İki yüzlü davranarak Peygamberimiz (sav)'e tuzak kurmaya çalışanlar, atalarının dinini değiştirmeyi kabul etmeyen müşrikler, peygamberden nefislerine uygun ayet getirmesini isteyenler, Peygamberimiz (sav)'i öldürmek, sürmek veya tutuklamak isteyenler ve daha birçokları sürekli olarak Peygamberimiz (sav)'e zorluk çıkarmaya çalışmışlardır. Peygamberimiz (sav) inkarcıların bu tavırlarına daima sabretmiş, büyük bir kararlılıkla Allah'ın dinini tebliğ etmiş ve Müslümanları tehlikelerden koruyarak onları Kuran ile eğitmiştir. Onun bu azminin, başarısının ve cesaretinin temelinde Allah'a olan güçlü imanı, tevekkülü ve teslimiyeti yatmaktadır. Peygamberimiz (sav), mağarada olduğu gibi her durumda Allah'ın kendisi ile birlikte olduğunu bilmiş, her olayı Allah'ın yarattığına ve Rabbimiz'in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekli ile sonuçlandıracağına iman etmiştir. Peygamberimiz (sav)'in şu hadis-i şerifi onun herşeyde hayır gören tevekkülüne bir örnektir: Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır. 7 Peygamber Efendimiz (sav) bu inancı ile olaylar karşısında elinden gelen tüm çabayı göstermiş ancak sonucun Allah'a ait olduğunu her zaman bilerek, O'na dayanıp güvenmiştir. Allah, onun bu güzel tevekkülü karşısında onu daima güçlü ve başarılı kılmıştır. Allah, zorluk çıkaranlara karşı Peygamberimiz (sav)'e tevekkül etmesini bildirmiştir ve Peygamberimiz (sav) de hayatı boyunca Rabbimiz'in bu emrine uygun olarak davranmıştır. Ayette şöyle buyrulur: "Tamam-kabul" derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 81) Konu ile ilgili başka bir ayette de şöyle buyrulmaktadır. Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir. (Al-i İmran Suresi, 20) Peygamberimiz (sav) bir sözünde ise tevekkül edenlerin görecekleri karşılığı şöyle bir örnekle açıklamıştır: "Siz Allah'a hakkı ile tevekkül etseniz kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar aç gider, tok dönerler."8 Müminler için en güzel örnek Peygamberimiz (sav)'in sözleri ve tavırlarıdır. Bu nedenle, herhangi bir zorlukla, nefsinin hoşlanmadığı bir durumla karşılaşan her mümin, Kuran ayetlerini, herşeyi yaratanın Allah olduğunu düşünerek, Peygamber Efendimiz (sav)'in tevekkülünü örnek almalı, her olayda Allah'ın yarattığı kadere teslim olduğunu zikretmelidir. PEYGAMBERİMİZ (SAV) İNSANLARDAN HİÇBİR KARŞILIK BEKLEMEDEN, SADECE ALLAH'IN HOŞNUTLUĞUNU ARAMIŞTIR İslam dininin en temel özelliklerinden biri, insanın tüm yaşamını Allah korkusu üzerine bina etmesi ve tüm ibadetlerini de yalnızca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için yapmasıdır. Allah bir ayetinde müminlere "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" şeklinde buyurmaktadır. (Enam Suresi, 162) Kuran'da, "Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir" (Nisa Suresi, 146) ayetiyle de müminlere, dini sadece Allah için, başka hiçbir amaç katmaksızın yaşamaları emredilmiştir. Bir kimsenin Allah'a sımsıkı sarılması, Allah'tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O'nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah'a olan sadakatinden vazgeçmemesi o kişinin ihlas sahibi olduğunu gösterir. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. İhlas sahibi müminlere en güzel örnek Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberlerdir. Peygamber Efendimiz (sav), sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hiçbir çıkar veya dünyevi bir kazanç düşünmeden, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çaba göstermiştir. De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86) De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47) -
Hz. Muhammed benim bildiğim kadarıyla iki defa kuzeye gitmiştir. İkisinde de şam yakınlarındaki Busra dan geri dönmüştür. Yolda sürekli kervanıyla beraber, şam a uğramadan da busra dan geri dönüyor. Sadece bu iki seyahatte hemen gidip Yunan mitolojisi mi öğrenmiş? Senin söylediklerin sadece bir şüphe. iskender milaattan önce 4 yüzyılda yapmış bu seferini. Hz. Muhammed le arasında 8 asır var. Ayrıca Hz.muhammed den 5 asır önce ortadoğu hristiyan oluyor. 5 asır boyunca yunan etkisi ne kadar kalabilir? Ve de bu kadar ince bir ayrıntıyı Hz. Muhammed 2 seferde(o da yolda geçiyor sadece) kimden nasıl öğrenecek? Hayatında yalan söylememiş bir insanın böyle saçma bir ayrıntıyı ashabına hak diye anlatması zaten imkansız. Ayrıca ben resimle ilgili birşey söyledim mi? Saçma sapan bi haber o. **************************************.
-
Peygamber Efendimizin (S.A.V) Yüce Ahlâkı
Multi şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
Peygamberimiz (sav)'in çok güzel bir ahlaka sahip olduğunu Allah Kuran'da bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin. Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. Sizden, hanginizin 'fitneye tutulup-çıldırdığını'. Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir. (Kalem Suresi, 1-7) Allah bu ayette ayrıca Peygamberimiz (sav) için kesintisi olmayan bir ecir olduğunu bildirmiştir. Bu, Hz. Muhammed (sav)'in daima güzel ahlak gösterdiğini, takvadan hiçbir zaman ayrılmadığını gösteren bir bilgidir. Peygamberimiz (sav)'in de "İmanın kemali, güzel ahlakladır" sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak önemli bir ibadettir. PEYGAMBERİMİZ (SAV) SADECE KENDİSİNE VAHYOLUNANA UYMUŞTUR Peygamberimiz (sav)'in Kuran'da da çok kereler zikredilen en önemli özelliklerinden biri, sadece Allah'ın indirdiğine uyması, insanların rızasını gözetmeden, insanlardan çekinmeden sadece Allah'ın bildirdiklerini yapmasıdır. Hatta, çağdaşı olan müşrikler ve diğer dinlerin mensupları Peygamberimiz (sav)'den kendi çıkarlarına uygun hükümler getirmesini istemişlerdir. Bu kişiler sayıca ve kuvvetçe daha üstün konumda olmalarına rağmen, Peygamberimiz (sav) Kuran'ı ve Allah'ın hükümlerini daima büyük bir titizlik ve kararlılıkla korumuştur. Bir ayette Allah, Peygamberimiz (sav)'in bu insanların ısrarlarına nasıl karşılık verdiğini bizlere şöyle haber vermektedir: Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." De ki: "Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (Yunus Suresi, 15-16) Allah, kavminin bu tavırlarına karşılık Peygamberimiz (sav)'i birçok ayetiyle uyarmıştır. Örneğin Maide Suresi'nde şöyle buyrulur: Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 48-49) Peygamberimiz (sav) de Allah'ın kendisine indirdiğinden başkasına uymayacağını büyük bir kararlılıkla kavmine tekrarlamıştır. Peygamberimiz (sav)'in bu üstün ahlakını haber veren bir ayet şöyledir: De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 50) Peygamberimiz (sav)'in, Allah yolunda kararlı ve sebatlı olması ile hak din, en güzel ve en doğru şekliyle insanlara bildirilmiştir. İnsanların büyük bir bölümü ile kıyas yapmak Peygamberimiz (sav)'in bu üstünlüğünün daha da iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Günümüzde de geçmişte de insanların büyük bir bölümü zaaflara, hırslara, tutku dolu isteklere sahiptirler. Büyük bir çoğunluğu ise dini kabul etmelerine rağmen bu zayıflıklarına yenilirler. Zaaf ve tutkularını terk etmek yerine dinin hükümlerinden tavizler verirler. Örneğin dostlarının, eşlerinin, akrabalarının ne diyeceğinden çekinerek dinin bazı hükümlerini yerine getirmezler. Veya dine uymayan bazı alışkanlıklarını terk edemezler. Bu nedenle, dini kendi çıkarlarına göre yorumlar, kendilerine uyan hükümlerini kabul eder, diğerlerini görmezden gelirler. Peygamberimiz (sav) ise, bu tür insanların isteklerine hiçbir zaman taviz vermemiş, Allah'ın indirdiğini hiçbir değişikliğe uğratmadan, hiç kimsenin çıkarını hesap etmeden, sadece Allah'tan korkup sakınarak Kuran'ı insanlara tebliğ etmiştir. Allah, Peygamber Efendimizin bu takva özelliğini Kuran'da şöyle bildirmektedir: Battığı zaman yıldıza andolsun; Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı. O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kuran'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Necm Suresi, 1-5) Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7) -
Hz.Muhammed de zaten yunan mitolojisi uzmanıydı değil mi? Hey Allah'ım Yarabbim.. Sen şu *** gözlere görmek nasip eyle..
-
İnsanlar akıllı olursa yakmaz Allah neden yaksın ki tüm insanlar iman etse? Allah ın gücü sonsuz diye Allah dünyadaki sahte ilahları ve küffarları öldürürse dediğim gibi sınavın bir anlamı olmaz kardeşim. Yani Allah sebeplerin dışına çıkarak yani doğa kanunlarının dışına çıkarak sahte ilahları öldürürse sen de ben de kesin olararak iman ederiz. Seni yaratmaya gücü yeten Allah seni yok etmeye de elbette muktedirdir. Ama Allah yok etmeyecek, cezalandıracak..İman etmeyen ahirette Allah'ın gücünü elbette görecek. Kimisi de dünyadaki azabı tadacak. Ben neden soruyorsun diye, sorunun cevabını sen de biliyorsun da neden bile bile soruyorsun manasında demiştim. Heykelcikler meselesini de sulandırmayın. Ne manaya geldiği belli. Heykeller canlı mı..değil.. öyleyse sizin heykelleri dert etmenize gerek yok. Onlarla beraber yanacaksınız demek kafirlerin taptıklarının da Allah ın gücüyle yok olabileceğini göstermek içindir. Kafirler için bu ekstradan aşağılayıcı bir azap olacak..mesele bundan ibarettir. daha da sakız gibi uzaktmaya lüzum yok değil mi?
-
Bak kardeşim. Öncelikle Allah tektir. Allah ın başka varlıklarla güzellik yarışına girmesi gibi bir saçmalık olamaz. Seni yaratan, bu kainatı yaratan Allah'ın yarattığı insanların küfür yoluna sapıp ilahlık iddialarında bulunmaları Allah a değil sadece kendilerine zarar verebilir. Allah bu yazdığın ayetlerde insanları uyarıyor ve Allah dan başka tapılacak ilah olmadığını söylüyor. Sorularına gelince, 1) Kendince komik olmaya çalışmışsın ama ben yine de cevap vereyim bu soruna. Sen Allah ı insan gibi bir varlık olarak mı düşünüyorsun? İnsan sınırlı bir varlıktır. Güzel olduğunu anlayabilmek için aynaya bakmaya muhtaçtır. Bu insanın acizliğindendir. Allah ı bizim akılımız kavrayamaz. Biz belli bir dalga boyunu görebiliyor ve duyabiliyoruz, sınırlı bir dünya da yaşıyoruz, nefes alamazsak ölürüz ,yemek yemezsek su içmezsek ölürüz vs.. aciziyetimiz sınırsız. Allah ın bizden istediği şey bizim O'na iman etmemiz. Ve bize bildirdiği şekilde biz Allah ın sınırsız olduğunu ve bizim gibi aciziyetten münezzeh olduğunu bilebiliyoruz. Bunları bile bile, sen Allah ın güzel olduğunu anlaması için ayna mı kullandığını nasıl sorabiliyorsun? 2) Eğer Allah her küffarı, her münkeri yok etseydi o zaman bizim dünyaya gelmemizin, cennet ve cehennemin bir anlamı olmayacaktı. Burası sadece sınanma mekanıdır. Ceza mekanı ahirettedir. Allah ın gücü insanı yaratmaya yetiyor da yok etmeye gücü yetmez mi? Sen atıyorum bir maket yapıyorsun da bu maketi bozmak yapmaktan daha mı zordur? Bence bu konular hakkında biraz daha ciddi ol. Şüphesiz ölümün hak olduğu gibi ahiret de haktır. Ahiret hak olduğu gibi cehennem de haktır. Bunları öldükten sonra görmen senin için hiç de iyi olmaz. "Haklılarmış" diyeceksin birgün ama o gün inşallah ölmeden önce olur.
-
En ünlü ateist: Artık Tanrı'ya inanıyorum
Multi şurada cevap verdi: olivera02 başlık Dini Konular - Din - Dinler
O sistemi metafizik bir gücün yarattığına dair bir delil olamaz zaten. İnsan bunu kimin yaptığını düşünür ve anlar ki bunu çok üstün bir akıl yapmıştır. Delil olsaydı dediğim gibi dünya, cennet, cehennem anlamsız olurdu. Yağmurların nasıl yağdığının belirlenmesi onun birinin sayesinde oluşmadığı anlamına gelmez. Sonuç olarak ortada bir düzen var ve düzenin de bir kurucusu mutlaka vardır. Kendi kendine düzen olmaz, olamaz. Ayrıca yağmurun nasıl yağdığı zaten Kuran da da anlatılıyor: YAĞMURUN OLUŞUMU Yağmurların oluşması için gerekli evrelerin neler olduğu ancak hava radarlarının keşfiyle ortaya çıkarıldı. Buna göre yağmur 3 evreden geçerek oluşuyordu: Birincisi rüzgarın oluşması, ikincisi bulutların meydana gelmesi, üçüncüsü yağmur damlacıklarının ortaya çıkışı. Kuran'da yağmurun oluşması ile ilgili olarak aktarılanlar da, söz konusu bulgularla büyük bir paralellik göstermektedir: "Allah rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince hemen sevince kapılıverirler." (Rum Suresi,48) BİRİNCİ EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..." Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli patlamakta ve su damlacıkları sürekli gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin bu damlacıklar daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarı doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar, su tuzağı işlevi görür ve yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar. İKİNCİ EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..." Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerreciklerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bu bulutlar içerisindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ila 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök bulutlarla kaplanır. ÜÇÜNCÜ EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün." Tuz kristallerinin veya toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşır yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılır ve yağmur şeklinde düşmeye başlarlar. Bütün karışık sistemlerin nasıl olduğu nasıl işlediği gün gelir elbet belirlenir. Zaten günümüzün bilim düzeyinde vücudumuzdaki sistemlerin nasıl işlediği büyük oranda ortaya çıkarıldı. Tekrar ediyorum bu demek değildir ki bu düzenlerin bu sistemlerin bir kurucusu yok ve kendiliğinden işliyor. Allah ile irtibat halinde olduğunu söyleyen yığınla insan ortaya çıkmıştır dünya tarihi boyunca. Herkese inanılıyor mu peki? Halüsilasyon gören birçok insan var..Onlardan da ben peygamberim diyen çok çıkmıştır. Peki onların arkasından giden kim var? Peygamberleri peybamber yapan birçok özellik vardır. Bir peygamber sadece halüsilasyon görüyor diye peygamber olmaz. Hepsinin ortak özellikleri vardır. Bugün 1.5 milyar insan sadece halüsilasyon görüp "Ben Allah la konuşuyorum" dediği için mi Hz. Muhammed e tâbi. Her peygamberin mucizeleri olmuştur. Bunlar öyle "hadi canım uydurma şeyler bunlar" denerek bir köşeye atılacak şeyler değildir. Birçok insanın gözünün önünde olan olaylar ve rüyalarına bile yalan girmeyen insanların nakilleriyle bize ulaşmıştır bu mucizeler. Şimdi her peygamberin mucizelerin buraya teker teker yazmayacağım. Ayrıca ağızlarına yalan söz koymamaları, insanlara olan davranışları, davalarına olan bağlılıkları, zekaları ve daha birçok özellikleri insanalara " Ben hayatım boyunca böyle insan görmedim ve göreceğimi de hiç sanmıyorum" dedirtecek şekilde etkilemiştir. Bu kadar özelliğin bir arada bulunması sadece Peygamberlere hastır. Halüsilasyon görüp "Ben allah la konuşuyorum" diyen talihsizlerden hiçbirinde bu özelliklerin hepsi bir arada bulunamaz. Bence peygamberler hakkında daha çok şey bilmen gerekiyor. Kafanda senin düşüncene ait şüphen olmaması bence ya bilmediğinden ya da anlamak istemediğinden kaynaklanıyor. Kuran ın da Hz. Muhammed gibi 6 asırda yaşamış ümmi bir insanın düşüncelerinden oluşuyor demen de yine aynı şekilde ya bilmediğinden ya da anlamak istemediğinden kaynaklanıyor. 6. asırda yaşayan, etrafı ***** insanlardan oluşan okuma yazma bilmeyen bir insan - Yağmurun nasıl oluştuğunu - Güneşin belli bir istikamette gittiğini - Evrenin genişlemesini - Demirin dünya dışından gelmiş olduğunu - Dünyanın yuvarlaklığını - Dünyanın korunduğunu - Yeryüzünün ve gökyüzünün yedi katmandan oluştuğunu . . . . daha yazmaya yetmeyecek kadar mucizevi hadiseleri nasıl bilebilir söyler misin? Ayrıca zamanının en ünlü şairlerini bile dize getirecek kadar edebi yönünün mükemmel olması Kuran ı nasıl Hz.Muhammed in sözleri yapar? Önyargısız ve anlamaya çalışarak daha fazla araştırman dileğiyle... -
En ünlü ateist: Artık Tanrı'ya inanıyorum
Multi şurada cevap verdi: olivera02 başlık Dini Konular - Din - Dinler
Allah ın varlığı kesin olarak bilinemez evet, zaten kesin olarak bilinseydi dünyaya gelişimizin bir amacı olmazdı. Bir fizik kanunu gibi kesin ispatı olamaz. Öyle olması Allah ı görüyor olmamıza benzer ki o zaman da dünya, cennet, cehennem hepsi anlamsız olurdu. Ancak Allah ın varlığına iman edilir. Yani inanırsın var olduğuna. Kuran a , Peygamberlere inanırsın. Bunların akli delilleri vardır. Kesin delilleri olamaz. O yüzden, nasıl olsa ispatlanamaz öyleyse ben de kafamda var olma ihtimalini bir yana koyarak yaşamımı sürdüreyim. Yani hem Tanrı kesin yok hem de kesin var diyemem, öyleyse boşver cevap aramayım, yaşayım gitsin mantığıyla hareket etmek hiç de akılcı bir manık olmasa gerek. Bir kere herşeyden önce şunu düşün ki, sen şu an bu satırları okurken vücudunda dünyanın tüm bilgisayarlarının ayarlayamayacağı sistemler var ve hiç sorunsuz bu sistem devam ediyor. Nefes almazsan yaşayamazsın ama sen isteyerek nefes almıyorsun, gene içinde bulunduğun sistem senin nefes almanı sağlıyor. Yemek yediğin zaman sadece yemeğin tadından zevk alıyorsun ama o yemeği sindirme işlemini, sindirip kana karıştırma işlemini gene içinde bulunduğun sistem yapıyor. Senin yapman gereken ise bu sistemi "kim yaptı" diye düşünmek. Bunu bir aklın yapmış olduğunu kavrayabilmek sana düşen görev. Bu da çok zor olmasa gerek. Tanrı nın varlığını bu şekilde kavrayabilir ve iman edebilirsin. -
Tamam o zaman o yedi gök olayı şimdilik askıda kalsın, ben o konuda daha net bilgiler elde edince anlatırım sana. Şimdi başka diyecek bir sözün kaldı mı? Diğer mucizelere de bir kulp bulabilecek misin? Yoksa inanacak mısın? Ayrıca verdiğin linkte de saçmalamışsın tam anlamıyla. Sana Kuran dan mucize gösteriyorum sen gidip dalga geçiyorsun. Bu mucizelerin üstüne diyecek bir lafın yoksa *****. İnan veya inanma ama diyecek bişeyin yoksa sus.
-
Benim korkum ölümden değil Allah ın azabıdan. Ayrıca bu lafınızı asla unutmayın! İleride nasıl olsa bu korku seni sarıp kuşatacak. O zaman da hatırlarsın umarım bu sözünü. Rüyalarında gördüğün kabuslardan kat kat daha korkunç olacak..
-
Peki Kuran da bahsedilen 7 gök sence nedir benim zeki arkadaşım? Ayrıca bilgisiz bir insan; gökyüzünün "korunmuş bir tavan" olduğunu, Dünya nın yuvarlak olduğunu (7.asırda),(Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) Evrende ince bir ayarın olduğunu(O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4) Güneşin ve ay ın belli bir yörüngede gittiğini(Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 33) Ay ın ayrıntılı yörünge tarifini(Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir (Yasin Suresi, 39-40) Dünyanın döndüğünü(Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88) ve daha ileride yazacağım birçok şeyi nerden bilebilir "akıllı" arkadaşım.. Bak Kuran senin gibileri nasıl tarif ediyor: **************
-
Kuran'ın bir masal kitabından ne farkı var?
Multi şurada cevap verdi: BrainSlapper başlık Dini Konular - Din - Dinler
Gördün mü işte sen de kafanda bir senaryo kurdun. Bizim inancımızın yanlış olduğu dogmasına sahipsin o yüzden bizim dediğimizden başka olan herşeyi kabul edebiliyorsun. Çin ve iskoçya da da böyle felaketler olmuş olabilir. Ama neden hepsinde de Hz.Nuh un kavminin başına gelenler benzer bir şekilde anlatılıyor? Hepsinde de gemi figürü var. Ben bundan bahsediyorum sen beni ya anlamadın ya da anlamak istemedin. Nasıl oluyor da aynı şeyleri söylüyorlar? Yoksa hepsinde de bu felkaetleri önceden gören bir adam vardı da hepsi de gemi mi yaptı? Yoksa Allah bu kavimlere peygamberleri vasıtasıyla mı gönderdi? Hz.Musa nın olayının da nasıl olduğunu tarih karşılaştırma anlayamazsın. Lütfen saçmalama. Senin bahsettiğin olay ms. 1700 lerde ayrıca. Kardeşim ben yahudi ne demek biliyorum tabiki de senin yahudi den ne anladığını öğrenmek istedim. Yahudi, Hz.Musa nın dinine uyan insanlara verilen addır. Yani Hz.Musa da sonra ortaya ıkmş bir kavramdır. Hz.Yusuf da Hz.Musa dan önce olduğuna göre Hz.Yusuf yahudi olamaz. Anlaştık mı? Ayrıca yahudi atası da olamaz. İsrailoğulu olabilir ama yahudi atası olamaz. Bu bizim hunlara müslüman demek gibi bişey olur. -
Kuran'ın bir masal kitabından ne farkı var?
Multi şurada cevap verdi: BrainSlapper başlık Dini Konular - Din - Dinler
İlk yazdığın cümle benim Nuh tufanıyla ilgili yazdığım şeye bir cevap mı oluyor şimdi tam anlayamadım?? Ben diyorum ki Nuh tufanı Allah ın peygamberleri tarafından dünyanın birçok medeniyetine bildirmiş. Kanıt olarak da Çin, iskoçya vb. ülkelerin destanlarına geçmiş olduğunu söylüyorum ve o zamanın insanları biribirinden habersiz olduğu için(Yani iskoçya ve çin çok alakasız değil mi?) bu Allah ın peygamberleri vasıtasıyla medeniyetlere Nuh tufanını anlattığının bir belgesi diyorum. Senin verdiğin örnek herhangi bir doğa olayı örneği. Hz.Musa nın olayı olduğunu nasıl kanıtlayacaksın? İnanç meselesine gelince, bir insan ya Allah ın varlığına inanır ya da olmadığına. Yani önünde iki yoldan başkası yok. Biz Allah ın varlığına inanıyoruz sen olmadığına. Ben, yaratılmış olduğuma inanıyorum, yaratılmı olmadığımıza inanıyorsun. Ben Hz.Muhammed in peygamberliğine inanıyorum, sen peygamber olmadığına inanıyorsun. Anlaştık mı? Kavimlerin Helakı da Allah ın yolundan gitmeyen insanları bir cezalandırmasıdır. Eğer bir topluluk müslüman olsa bile eğer Allah ın yolundan gitmiyorsa Allah onları da cezalandırır. Bugün müslüman toplumların düştüğü durum da İslam dan uzaklaşmalarının bir neticesidir. Neyse, bu konuda senle anlaşmamız güç. Yukarıda da dediğim gibi ben Alalh ın insanları emirlerine uymadığından dolayı cezalandırdığına inanıyorum, sen inanmıyorsun. Senin dinin sana benimki bana.. Yahudilik ne demek ve ne zaman ortaya çıkmış bana önce bunu bir açıklar mısın? Hz.Yusuf u ondan sonra konuşalım. -
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Multi şurada cevap verdi: ölümü_düsünün başlık Dini Konular - Din - Dinler
Bir siteden alıntı yapıyorum... Ilim insanligin ortak malidir! Baslangici tarihin derinliklerine kadar uzanan ilim ,devamli ilerleme icerisinde olmustur .Ilim tarihine göz attigimizda, Islámiyetle büyük bir ilerleme kaydedildigini görüyoruz. Sadece din ilimleri degil,fen ilimleri alaninda da parlak devirler yasandigina sahit oluyoruz. O kadar ki cehaletin karanliginda yüzen Avrupa bile bu sönmez günesin pariltilariyla aydinlanmis ve o ölcüde ilerleyebilmistir. Bu ilerlemede en büyük pay hic süphesiz Müslüman álimlerin olmustur.O dönemlerde her ilim dalinda yeni yeni kesifler ve buluslar yapilmis, dünyanin dört bir yani Islâm ilim ve medeniyetinin isigiyla aydinlanmistir. Ilmin korunma ve yayginlastirilmasini gaye edinen bu büyük insanlar ilmi ögrenmekle yetinmemis, onu kaydetme ve baskalarina aktarmak icin her türlü careye basvurmuslardi. Bu is icin önce kágit lázimdi.Fabrika kurulmaliydi. Nitekim daha 794´te Bagdat´ta Harun Resid´in vezirinin oglu Ibni Fazil(739-805) ilk kágit fabrikasini kurdu.Bunu 800 tarihinde Misir,950´de de Endülüs tákip etti. Avrupa´ya ise ancak seneler sonra girbildi.1100´de Bizans,1102´de Sicilya,1228´de Almanya,1309´da da Ingiltere´de kágit fabrikalari kuruldu. Bilindigi gibi kágit ,kitabin ham maddesidir. Islám dünyasinda kágit fabrikalarinin kurulmasi, ilmin hizla yayilmasini saglamistir. Müslümanlar her ilim dalinda gelismeler kaydettiler. Bircok kesif ve buluslara öncülük yaptilar. Tiptan fizige, matematikten kimyaya kadar her ilime mühürlerini bastilar. Diyebiliriz ki, din ilimlerinin oldugu gibi fen ilimlerinin temellerini atanlar, Müslümanlar. Mesela tibbi ele alalim: Doktorlarin sultani olarak taninan IBNI SÌNÀ (980-1037) nin tibba bir cok yenilikler getiren kitabi Kanun adli tip kitabi, Islám dünyasinda oldugu kadar, Avrupa ´da da tibbin temel kitabi olmustur. "Tibbin Incilí" ünvanini kazanmis, 600 sene Avrupada üniversitelerde ders kitabi olarak okutulmasi bunun en büyük delilidir. Ibni Síná, tip dahil ,29 ayri konudaki kesifleriyle Avrupali ilim adamlarina öncülük yapan büyük bir álimdir. Bazi bilginlerce Ibni Síná ayarinda bir doktor olarak kabul edilen Rázi(864-925),cicek ve kizamik hastaliklarini kesfetmis, bu konuda ilk eseri veren ilim adami olmustur. Fatih Sultan Mehmedín hocasi Aksemseddin(1389-1459)mikrobu(bazilarina göre Ibni Sina) kesfetmis.Ibni Cessár(?-1009)günümüzden 1000 sene önce ,cüzzamin sebp ve tedávilerini göstermis, ilmí yollarla vebanin bulasici bir hastalik oldugunu Ibni Hatiportaya koymustur. Bazi kaynaklara göre verem mikrobunu da kambur Vesím(?-1761)bulmustur. Gözle ilgilicalismalariyla Müslüman doktorlar ilim dünyasina asirlarca önderlik yapmislardir.Gözdeki ilim dünyasina asirlarca önderlik yapmislardir. Gözdeki retina tabakasinin fonksiyonundan ilk bahseden Ibni Rüsd (1126-1198)dür. 11.yüzyilda yasayan ünlü göz doktoru Ali bin Isa´nin gözle ilgili yazdigi Tezkire adli ese, sahasinda yüzyillarca tek kitap olarak kalmistir.(19. yüzyil ortalarina kadar). Huneyn bin Ishak (809-873)in bu shada yaptigi calismalar da 18. yüzyil ortalarina kadar kaynak olma özelligini korumustur. Ammar ise günümüzden 9 asir önce kendine has bir metodla göz ameliyatini yapmayi gerceklestirmis. Ali bin Abbas (?-994) da ayni sekilde cagimizin modern ameliyatlarina uygun tarzda kanser ameliyati yapmayi basarmistir. Kaleme aldigi Kitáb´ül-Melikí adindaki tip ansiklopedisi günümüzde bile hayranlikla incelenmektedir. Ebû´l Kasim ez-Zehraví (963-1013), cerrahligi bagimsiz bir ilim hâline getirmis, 200 kadar ameliyat âletinin resimlerini cizmis, neye yaradiklarini, kullanis sekilleriniTasrif adindaki eseriyle ilim dünyasina armagan etmistir. Ibni Sînâ bsata olmak üzere Râzî, Zehravî, Ibni Zuhur v.d. Müslüman âlimlerin eserleri devamli kaynak olagelmis, Avrupa üniversitelerinde ders kitabi olarak okutulmus, kitaplarina müracaat edilmeden tedâviye cesaret edilememis ve yüzyillarca onlardan daha degerli eserler vücûda getirilememis. Kücük kan dolasimini Avrupalilardan 300 sene kadar önce Ibnünnefis (1210-1288) isimli bir Müslüman kesfetmis, Ibni Sînâ´nin Kanun´una yazdigi serh de (yorum) bunu detaylariyla anlatmistir. Müslümanlar bütün bunlari Avrupa´da doktorun büyücü, hastanin ise seytana tutulmus, günahkâr ve suclu sayildigi bir devrede gerceklestiriyorlardi. Daha 706´da Sam´da bir bîmâristan (hastahane)yapmislardi. 978´de bu hastahanede 24 doktordan meydana gelen bir uzman ekip vazife görüyordu. 11.yüzyilda Khire´de "Tabibler Odasi" baskanligini yapan Ali bin Ridvan (?-1067) in uyguladigi tedâvi metodlari tamamen modern usullere uyuyordu. Bunlar cesitli ilim dallarinda hizmetleri görülen büyük ilim adamlarimizdan saadece bir bölümüdür. Sayilari yüzlerce ,binlercedir. Örnekleri daha da cogaltmak mümkündür. (Ileriki bölümlerde bu büyük insanlarin birkacinin hayatlarini, eserlerini daha detayli olarak okuyabilirsiniz!) Bu örneklerden sonra kisaca söylemek gerekirse, Müslümanlarin el atmadiklari hicbir ilim sahasi kalmamistir. Bütün ilimlerin temellerine harclarini koymuslardir. Müslümanlari ilme iten sebepler. Acaba Müslümanlari böylesine kesif ve buluslara iten sebepler nelerdi? Hic süphesiz bunda Islâm dîninin mâhiyeti ile ilme karsi verdigi önem rol oynar. Su helde Islâm´in ilme krsi tutumu üzerinde kisaca durmamiz gerekiyor: Islâmiyet ilim dinidir. Kur´ân-i Kerim´in ilk emri "ÍKRA" (oku) ile baslar. Islâm dini cehaleti karanliga, ilmi aydinliga benzetir. "Hic bilenlerle bilmeyenler bir olurmu?" (Zümer-9) "Besikten Mezara kadar ilim ögrenin" diye buyuran Peygamberimizin ilme tesvik eden ve ilim sâhiplerini öven bir cok hadîs-i serifleri vardir: Bunlardan bazilarini hatirlatalim: "Ilim ögrenmek kadin ve erkek her Müslümana farzdir." "Ilim Cinde de olsa gidip aliniz." "Babanin evladina verebilecegi en kiymetli miras, iyi bir egitim ve ögretimdir." "Her seyin bir yolu vardir, Cennetin yolu da ilim örenmektir." "Cehaletten müthis fakirlik olamaz." "Ilim mukaddes bir cihaddir." "Âlimin uykusu câhilin ibadetinden hayirlidir." "Kiyamet gününde âlimlerin mürekkebiyle sehitlerin kanlari denk tutulur." "YA ILIM SAHIBI OL, YA ILIM ÖGRENEN, YA DINLEYEN, VEYAHUT ILMIN DOSTU OL. SAKIN BESINCI VAZIYETTE BULUNMA , MAHVOLURSUN." Iste bu ve buna benzer hadislerdir ki, Müslümanlari ilme yöneltmis, ilme ibadet duygusuyla sarilmalari ve büyük ilim adamlari yetistirmelerine sebeb olmustur. Gecesini gündüzüne katan Islâm âlimleri öylesine eserler vermislerdir ki ilim dünyasi onlara asirlarca dört elle sarilmistir. Bircok ilimlerin temelini atanlar Müslümanlardir. Müslümanlarin ilham kaynagi süphesiz Kur´ân-iKerim ve hadis-i seriflerdir. Bir cok kesif ve buluslarin temelinde de bunlar vardir. Ilk emri "IKRA" ,oku ile baslayan bir dinin mensûplari, "Yas ve kuru hic bir sey yoktur ki, Kur´ân´da zikredilmesin."(Enám-59) âyetini kendilerine rehber ediniyor, kesif, bulus ve teorilerini Onda buluyorlardi. Kur´ân âdetâ kâinatin yazili seklidir. Kâinatta hüküm süren bütün kanunlar onda mevcuttur. Nitekim kâinat da Kur´ân´in bir aciklamasi mahiyetindedir. Peygamberimizin hayatinda olsun, halifeler devrinde olsun Islâm´in emirlerine simsiki baglandigini görüyoruz. Sam´dan, o güne kadar hic görülmemis bir kandil getiren sahâbîye Peygamberimizin duada bulunusu , kesif ve buluslara verilen degerin en güzel bir örnegidir. Bedir savasinda her düsman esirinin 10 cocuga okuma yazma ögretmek sartiyla serbest birakilisi, ilmi kimden olursa olsun alabilmenin delilidir. Peygamberimizin Zeyd bin Sâbit´e yabanci dil ögrenmesini emretmesi ise oldukca mânâlidir. Hz.Ömeri, Batlamyus´un eserini tercüme eden Yahya isimli âlimi taltîf etmistir. Harun Resid´in tercüme edilen eserlere agisliginca altin verdigi bilinmektedir. Nizâmü´l Mülk, bütün hazinelerini ilerlemesi icin sarfetmistir. Gazneli Mahmud, her beyti birer altina bir Sehnâme yazdirmistir. Ulug Bey, ise saltanatini ilmin hizmetine adamistir. Bunlar devlet seviyesinde ilme verilen degerin ifadesidir. Artik o ülkede ilmin ilerlememesi düsünülebilirmi? Ilme bakis acisi. Bütün gücünü inancindan alan Islâm kâsif ve mûcitlerinin ilme bakis acisi üzerinde de duralim: Beyrûnî, ilimden maksadin tamamen gercege ulasmak oldugunu söyler ve: "Anlattiklarim icinde gercek disi olan seyler vars ALLAH´a tövbe ederim. Razi olacagi seylere sarilmak hususunda ALLAH´tan yardim dilerim. Batil seyleri ögrenip onlardan korunmak icin de ALLAH´tan hidayet isterim. Iyilik O´nun elindedir." Huneyn bin Ishak ise ilmi insanligin faydasi icin kullanmak gerektigini ve bundan taviz verilmeyecegini su hadiseyle gösterir.Kendisine zamanin halifesi Mütevekkil düsmanina vermek üzere zehir teklifinde bulunur. Huneyn ise Zehir yapabilecek gücte bir ilim adamidir. Fakat buna yanasmaz ve : " Benim dinim düsmanlarima dahi iyilik yapmami emreder. Meslegim de insanlarin zararina degil, fayalarina calismami gerektirir." diyerek zehir yapmayi reddeder. Insani Marifetullah (ALLAH´i tanima) da ilerletmeyen ilmi "faydasiz ilim"olarak gören Islâm âlimleri, ilmin insani îmana götürecegini, gercek ilim sâhibi olan kimsenin inanmadan edemiyecegini bildirirler. Prof. Abdüsselam, ilmin insani inanmak zorunda birakacagini su sözleriyle dile getirir: "Ben insan beynindeki 10 milyar sinir hücresinin birbiriyle baglantilarini görünce iman etmekten baska care bulamiyorum." Ibrahim Hakki, anatomiyi: "ALLAH´i anlamanin bir vasitasi" olarak görür. Battânî, insanin astronomi saesinde ALLAH´in birligi, essiz büyüklügü, yüce hikmeti, muazzam kudreti ve eserinin mükemmelligini anlamaya muvaffak olacagini söyler. Tabiat´i ilâhî bir san´at olarak gören Ibni Heysem, ilim yoluyla Hakká yarilacagini, kalblerin doyacagini belirtir. Ibni Yunus da ilimle insanin yaratiklarda ALLAh´in büyüklügünü gösteren deliller bulmak ve ilimden asil maksadin îmani kuvvetlendirmek oldugunu ifade eder. Görüldügü gibi Islâm âlimleri, fen ilimleriyle din ilimlerini birlestirmesini bilen dinlerine bagli kisilerdi, kesif ve buluslarinda ilham kaynaklari Kur´ân-i Kerim´di. Fazilet odurki düsmanlar dahi tasdîk ede. Bir cok kesif ve buluslari Avrupalilardan daha önce Müslümanlar yapmis, bazi Avrupalilar da kendilerine maletmislerdir. Isin en dikkat cekisi yönü , bunlarin bircogunun yine Avrupalilarca itiraf edilmesidir. SONUC Tanzimattan bu yana körükörüne, sathî vukufsuz, verimsiz ve sirf kopyaciliktan ibaret olan Bati hayranligi, genc nesilde herseyi Bati´nin buldugu, yaptigi, yapabilecegi seklinde bir kompleks uyandirmistir. Aydinlarimiz da bu akintiya kürek sallamislardir. Ümit edilirki bu gercekler genclerdeki bu ********** kompleksini silecek, bizim de bir zamanlar ilmin öncüleri oldugumuzu gösterecek, dinimize bagli kalirsak eskiden oldugu gibi simdide ilerleyebilecegimizin vesikasi olacaktir. Bazi pesin hükümlü aydinlarimizdan da hic olmazsa Bati´li adamlar kadar insafli olmalarini, hakki teslim etmelerini temennî ediyoruz. En az dinlere özellikle Islâmiyete düsmanlikla taninan Ernast Renan kadar olmalarini arzu ediyoruz. O Renan ki "Icimde derin bir eziklik duymadan Müslüman olmadigima teessüf etmeden asla bir câmiye girmedim." diyebilmistir. Son zamanlarda tarîhî kaynaklara inme, ilmî zenginliklerimize el atma, asil kaynaklara egilme, gercekleri gözler önüne serme noktasinda az da olsa yapilan calismalar bizleri sevindirmektedir. Mâzîsinden güc alan yeni nesil istikbâle güvenli adimlarla yürüyecegini, ecdadina layik calismalarda bulunacagini ümitle söyleyebiliriz. Calismak bizlerden, muvaffakiyet ALLAH´tandir. FIZIK Fizige gelince ; Ahmed bin Mûsâ, "Harika Düzenler" adli eserlerinde 100 kadar otomatik kontrol sistemli âletin seklini cizdi. Ebû´l Iz Ismail el-Cezerî (?-1206)ise, Kitâbü´l Hiyel adindaki eseriyle sibernigin kurucusu oldu. optik ilminin temellerini atan Ibni Heysem (965-1051) Görüntüler Kitabi´yla Roger Bacon (1214-1294), Kepler (1571-1630) ve Leonardo (11452-1519) gibi bilginlerin calismalarina rehber oldu. 600 sene ilim dünyasinda kaynak eser olarak kaldi. Isigin küevî aynalarda yansimasiyla ilgili kendi adiyla anilan Al-hazen (Ibni Haysem´in Avrupa´daki ismi) problemi onun bulusudur. Fârâbî (870-950) sesin fiziki îzâhini yapti. Ibni Karara (?-1100) ilk torna tezgâhi kurdu. Ilk ucus denemesine Ismail Cevherî (950-1010) giristi, fakat hayatina mal oldu. Hezarfen Ahmed Celebi ise (17.yüzyil) kazasiz belâsiz ucmayi basardi. Taktigi kartal kanatlariyla Istanbul´daki Galata kulesinden Üsküdar`daki Dogancilar´a uctu. Füze türünden icadiyla ilk ucma serefini ise 4. Murad zamaninda yasayan Lagarî Hasan Celebi kazandi. Ucagin öncülügünü 880´da Ibni Firans adindaki bir Islâm âlimi yapti. Kus tüyü ve kumas gecirdigi ucagiyla uzun süre havada kaldi ve süzülerek yere indi. Bati´da ise ancak Orville Wright Kardesler ´in 1903´te bir ucakla ucabildiklarini görüyoruz. Yer cekiminin Newton tarafindan kesfedildigini saniriz. Oysa ki Râzî´den tutun, Beyrûnî´ye hatta Hâzinî´ye kadar, islâm âlimlerinin, yercekimiyle ilgilendiklerini görüyoruz. Ord.Prof. Ismail Hakki Izmirli, "Islâm Mütefekkirleri ile Garb Mütefekkirleri Arasinda Mukayese" adli eserinin 17. sayfasinda, boslukta cekimin isbatinin Newton´dan önce Râzî tarafindan yapildigini söyler. Abdurrahman Ahmed de "Garb´in Islâm´dan Ögrendikleri" adli eserinin 31. sayfasinda Will Durant´in "The Age of Fatih" eserine dayanarak, Hâzinî´nin yercekimiyle ilgili bir teori ortaya attigini ifade eder. Ahmed Gürkan da "Islâm Medeniyetinin Garb´i medenîlestirmesi" adli esrinin 240.sayfasinda Carra de Vaux´un Les penceurs de L`Íslâme ye dayanarak Beyrûnî´nin yercekimiyle ilgili delillerini ortaya koyar. Bu durum göstermektedir ki, Islâm âlimleri Newton´dan asirlarca önce yercekimini kesfetmisler, bu konuda teoriler ortaya koymuslardir. Sarkaci saate Galile(1564-1642) den önce Ibni Yunus uyguladi. Hâzinî, Mizânü´l Hikme adli eserinde teraziler hakkinda bilgi verdi, bircok maddenin özgül agirligini, bir kismi günümüzdekine tipa tip uygun olmak üzere hesapladi. Suyun yogunlugunu buldu. Hâzinî havanin yogunlugunu hesapladi. Rüzgârin hiziyla hava yogunlugu arasindaki bagintiyi Torcelli(1608-1647)´den daha önce hesapladi. Atomda yogun bir enerji bulundugunu, parcalanabilecegini ve parcalandigi zaman da Bagdat´i alt üst edebilecek bir güce sahip oldugunu ilk defa ileri süren, "kimyanin babasi" ünvanini alan Câbîr bin Hayyam (721-805) dir. Nasirüddin Tûsî´nin talebesi Kutbeddin Sirâzî, Dekart´tan üc yüzyil önce alâimüssemâ (gökkusagi) olayini dogru olarak anlatti. Einstein (1879-1955)´in üzerinde calisma yapip tamamlayamadigi zayif elektromanyetik kuvvetlerin birlesik alan teorisiyle Prof. Abdüsselâm (1926-)1979`da Nobel Armagani aldi. KIMYA Kimya denince Câbir hatira gelir. Onun kimyada actigi cigir Priestley ve Lavoisier´den hic de asagiya degildir, hatta daha önemli görülür. Cardano onu dünyanin 12 dâhîsî arasinda sayar. Câbir asirlarca önce kurdugu laboratuvarinda yaptigi calismalar sonucunda bircok asitleri kesfermis, kimyadaki kesif ve buluslariyla ün yapmistir. Doktor oldugu kadar büyük bir kimyager olan Râzî´de sülfürik asiti, saf alkolü elde etmistir. Besir, Brant´tan önce fosforu bulmustur. Barutu ve topu ilk defa Müslümanlar kullandi. Havan topu Fâtih(1432-1481) ´in kesfidir. Ilk roketi yapanlar da Müslümanlardir. Kisaca söylemek gerekirse, Viradot´un ifadesiyle: "Müslümanlar kimyaya hizmetleri matematikteki tesirlerinden daha asagi degildi." Onlarin calismalari modern kimyanin temellerini teskil etti. DENEYCILIK VE GÖZLEMCILIK Burada bir noktaya parmak basmak istiyoruz. Müslümanlar nereden ve kimden olursa olsun, faydali olan her ilmi almislardir. Fakat onlari alirken de kendi kaliplarina uyudrmuslar, vahiy medeniyetinin tefekkür ve iman imbiginden gecirip düzeltmisler, ayiklamislardir. Bazilari ,müslümanlarin, yunan kültürünün tesiri altinda kaldiklarini iddia ederler. Deney ve gözlem metodlarinin dogusunun Islâm düsüncesinin yunan düsüncesiyle uzlasmasiyla oldugunu ileri sürerler. Buna son asrin büyük Islâ mütefekkir ve sairi Muhammed Ikbal´in "islâm kültürünün ruhu, Islâm mütefekkirlerinin Yunan tefekkürüne isyân sebepleri" adindaki bir inceleme yazisindan (Selamet, 27 Haziran 1947. S:5) cevap verelim. Büyük mütefekkir, Islâm âleminde gözlem ve deney metodlarinin dogusunun ,Yunan düsüncesiyle uzlasmaktan degil, aksine ikisi arasindaki uzun savasin sonucunda dogdugunu belirtir ve :"Briffoultún dedigi gibi herseyden fazla olayla degil, teori üzerinde duran Yunanlilarin rolü, Müslümanlarin Kur´an´a karsi görüslerini karanliklastirmisitr. Bundan dolayi da en azindan Müslümanlar, iki yüz yil kendilerini toplayamamislar ve kendilerini lâyikiyla gösterme imkâni bulamamislardir. Bu bakimdan Islâm kültürünün karekterinin ortaya cikmasina Yunan kültürünün sebep oldugu seklindeki yanlisligi ortadan kaldirmak isteriz" der, ve bu konuda deliller ileri sürer. Su sözler de Briffoult´a aittir. "Roger Bacon ve gerekse adasi deney metodunu Avrupa´ya sunma serefini kazanmaya laik degildirler. Onlar Islâm ilim ve metodunu Avrupa´ya nakledici olmaktan öteye gidememislerdir. Deney metodunu kimlerin ícad ettigi konusunda münakasaya girismek, Avrupa medeniyetinin kaynaklarini inâr etmekten baska birsey degildir." Ilme deneyciligi , gözlemi kazandiranlarin Müslümanlar oldugu Avrupalilarca da acikca itiraf edilmektedir. Peygamberimiz hayatinda deneycilige önem veren örnekler bulmak mümkündür. Bir defasinda Resûlüllah´in huzuruna bal getirilmis, ashabina "Bu nedir?" diye sordugunda , herkez "baldir ya Resûlüllah" cevabini vermis, Hz.Ali ise eline alip tattiktan sonra, "baldir" cevabini vermis. Bu durum Peyganberimiz´in hosuna gitmis ve:"Sen dogru söyledin" cevabini vermistir. Bu deneyciligin önemini acikca göstermektedir. Müslümanlari deneycilige iten bu ve buna benzer hakîkatler, gerek Kur´ân-i Kerîm´in âyetlerinde ,gerekse hadîs-î seriflerde bulmak mümkündür. Avrupa ilim ve medeniyeti Müslümanlardan ögrendi. Gercek bu iken Avrupalilar bir cok bulusu kendilerine mal etmekten cekinmediler, bazi gercekleri görmezden geldiler veya göz göre göre inkâr ettiler. Kan dolasimi denilince Harvey(1578-1657), gezegen hareketleri denilince Kepler(1571-1955) ve Kopernik (1473-1542), yercekimi denilince Newton (1642-1727), atom denilince Einstein (1879-1955) v.b.ni hatirlar olduk. Bu kesif ve buluslarin daha önceden Islâm âlimlerince kesfedildigini bilmiyorduk. Cünkü gözlerimizi Avrupa´ya cevirmis, âdeta kendimizi görmez olduk. Oysa Avrupa bizim olanlari kendine mal edip, tekrar bize satti. Meselâ, Konstantin(1016-1087)isimli bir papa, Ali bin Abbas´in eseri olan Kitâb´ül Melikî alip Latince´ye tercüme ederek kendi eseriymis gibi "Liber Pantegni" adiyla piyasaya sürdü. Bu sahtekârligi Stephan isimli diger bir papaz, 40 sene sonra su yüzüne cikardi. Ancak böyle ögrendik. Yine ögrendikki, Avrupa´ya ilmin gecis köprüsü olan Endülüs´te ilim hirsizligi öylesine yayginlasmiski, Sevilla´da (13.yüzyilda) bunu yasaklamak icin kanun bile cikartilmisti. Sunu rahatlikla ifade edebiliriz ki, bugün, Bati medeniyeti ayakta durabiliyorsa, bunu Islâm kültür ve medeniyetine borcludur. Islâm medeniyeti olmasaydi bugün ne fabrikalardan, ne füzelerden, ne atom sanayiinden ve nede elektronik beyinlerden söz edebilirdi. COGRAFYA Cografyanin ilim hâline gelmesini saglayanlar da Müslümanlardir. Köse köse, bucak bucak Evliya Celebi (1611-1682), 29 sene hic durmadan ülke ülke , kit´a kit´a gezen Ibni Battuta(1304-1369) ´nin seyehatnâmeleri birer tarih ve cografya hazinesidir. Kristof Kolomb (1446-1506)Amerika´nin varligini Müslümanlardan, özellikle Ibni Rüsd´ün kitaplarindan ögrendigini kaydeder. Beyrûnî asirlar önce Amerika´nin varligindan söz etmistir. Piri Reis(1465-1554) dahi Ktab-i Bahriye´sinde Amerika´nin varliginidan, seneler önce bahsetmistir. Vasco da Gama(1450-1524)´ya, dünya turunda, Ibni Mâcit(15. yüzyil)isimli bir Müslüman denizcisi yol göstermistir. Idris (1100-1166) günümüzden 800 sene önce, zamanimizin dünya haritalarina benzer haritalar cizebilmistir. Piri Reis´in Amerika haritasi bir harikadir. Hele Mürsiyeli Ibrahim´in Piri Reis´den 52 sene önce cizdigi Akdeniz haritasi, bugünkü ölcülere tipa tip uygundur. BOTANIK VE ZOOLOJI Ortacagin en büyük botanikci ve eczacisi Ibni Baytar (1190-1248) 1400 civarinda bitki ve ilaci anlatan kitaplariyla, 16. yüzyila kadar kaynak olmustur. Demîrî (1349-1405) 1069 hayvan inceledigi eserinde zoolojiye zenginlik kazandirmistir. Ibni Avvam(12.yüzyil) ziraat kitabiyla ortacag boyunca ilim dünyasina kendini kabul ettirmistir. TARIH VE MÎMÂRÎ Tarih felsefesinin seckin sîmalarindan birisi olan Ibni Haldun (1332-1406), sosyoloji ilminin kurucusu olarak anilmakta, Mukaddime´siyle bir cok bati´li bilgine yol göstermektedir. Mîmârî denilince dünyada ilk akla gelen Mîmâr, Koca Sinan (1489-1588) olmakta, ölümsüz eserleriyle hâlâ yasamaktadir AVRUPALILARIN ITIRAFI Gercekte Avrupa medeniyeti Islâm medeniyetinin ürünüdür. Yapilan arastirmalr günümüz ilminin %60´nin Müslümanlarin eseri oldugunu göstermistir. Bu bir kuru iddia degil, bizzât Avrupalilarin da itirafiyla sâbit olan bir gercektir. Bereket versin Avrupa´da tarafsiz, insafli, gercekci bilginler de yetismistir. Bunlar, mali sahibine vermisler ve Avrupa medeniyetini Islâm medeniyetinin meydana getirdigini söylemekten cekinmemislerdir. Bu bize "hakîkat o kadar yücedir ki, hic bir hatira fedâ edilemez" gercegini hatirlatmaktadir. Bazi Avrupali bilginlerin bu konuda söylediklerine kisaca bir göz atmamizda fayda var: Fransiz matematikci ve tarihcisi Libri (1803-1869), Tarihten Müslümanlari silecek olursaniz, îlmi rönesansimiz asirlarca geri kalir.der Briffoult,"Insanligin Olusu" adli eserinde su gercege parmak basmakta terddüt etmez: "Islâm medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi ve yardimi ilimdir....Fakat Avrupa´yi yeniden hayata kavusturan sey sadece ilim de degildi. Islâm medeniyetinden gelen daha baska tesirler de Avrupa hayatina ilk parlakligi vermisti....Avrupa´nin ilerlemesinde Islâm kültürünün kesinlikle tesirini göremiyecegimiz bir basmak yoktur. Bu tesirin bütün aciklik, büyüklük ve devam eden gücüyle kendini gösterdigi alan, tabiat ilimleriyle ilim zihniyeti olmustur." Ord.Prof Ali Fuat Basgil, Sebilürresad´a(Mart 1952 S:365) yazdigi "Islâm nûrundan dogan kültürmedeniyeti" adli makalesinde, 11.yüzyildan itibareb Avrupa´ya tasan kültür medeniyetinin Rönesans´i doguran sebeplerin basinda bulundugunu, bu hususun Dogu´lu Bati´li tüm hakperest müelliflerce kabul edilen bir gercek oldugunu belirtir ve Gustave Lebon´dan su ifadeleri nakleder: "Avrupa´nin kara bir barbarlik icine daldigi bir devrede, Bagdat ve Kurtuba gibi, Islâmin hüküm sürdügü iki büyük merkez, parlak nûruyla dünyayi aydinlatan bir medeniyetin ocaklariydi." Rivoire´de Islâm medeniyetinin Abbasilerin Bagdatíyla, Emevilerin Endülüs´ünden hareket ederek Avrupa´yi yeniden fethettigini ifade etmektedir. 723´de Fransa´da yapilan Poitiers Muharebesi Endülüs Valisi Abdurrahman il-Gafikî´nin yenilmesiyle neticelendi. Charles Martel´in galibiyetini "cehaletin ilme zaferi" seklinde tarif eder ve felaket olarak vasiflandirirlar. "Eger bu felaket olmasaydi Islâm medeniyeti Avrupa´ya daha o zmandan itibaren aydinlatmis olacakti" diye yana yakina anlatirlar. Hatta 655-782 trihlerinde Istanbul´a kadar girisilen seferlerin neticesiz kalmasi Bati´nin bir an önce aydinlanmasina mânî oldugunu dile getirirler. Bu konuda Emmanuel Berl söyle der: "Arap rakamlariyla, Bati´nin bilmedigi ve Islâmiyetten ögrendigi cebir ilmi , Ömer ve daha sonraki fas câmiînin insasi , Islâm kültürünün ihtisamini göstermeye yetiyoru. O zaman Islâmiyet yalniz kuvvet degil, ayni zamanda fikir demekti. Eger Müslümanlik Bizans´ta muzaffer olsaydi, Tuna, Rhun, Meuse ve Oise boylarindan bütün Avrupa´ya en parlak bir medeniyeti sokmus olacakti. Bu medeniyet kiymeti gizlenemeyecek kadar acik olan bir siyâsî sistem ve dört asir boyunca kâinatin en parlak medeniyeti vaziyetini muhafaza edecek olan bir kültüre sâhiptir." Ömrünü Islâm ilimlerini ve Bati medeniyetinin meydana gelisini arastirmaya adayan ilim adamlarindan birisi olan Franziz sarkiyatcisi Sedillot (1808-1875) su hakikati îtiraf etmeyi vazife telakki eder: "Dokuzuncu asirla 13. asir arasinda dünyanin en genis edebiyat dairelerinden biri tesekkül etmistir. Bir cok kültür mahsûlleri, kiymetli kesifler fikrî faaliyetlerin ne derece mükemmel oldugunu göstermektedir. Bu mükemmellik Hiristiyan Avrupa üzerinde de tesirlerini gösterdi. O kadar ki, bu Müslümanlarin her hususta bizim hocalarimiz oldugu hakkindaki görüse haklilik kazandirmis olabilir." Fakat bu gercek cogu zaman gözlerden kacirilmaya clisilmistir. Bunun niye böyle oldugunu ve maksadini Sedillat söyle itiraf eder: "Müslümanlari ve onlarin bütün ortacag boyunca yeni medeniyet üzerine meydana getirdikleri tesiri, unutulmaya mahkûm etmekte herhalde bir kast olsa gerek." Prof.E.F Gautier(1864-1940) in su ifadeleri de son derece dikkat cekicidir: "Rönesansi´in ilk kekeleme anlari öyle bir devre rastladi ki, barbarliktan uyanmakta olan Avrupa, Islâm medeniyetine bitkin bir hürmetle bakmaktaydi. Taklîdi imkânsiz bir örnek karsisinda cesaretini kaybeden Bati´nin kollari sarkiyordu." Bu sözlerin sahibi meshûr Fransiz cografyacisi Prof.E.F.Gautier Bati´nin , Islâm Medeniyetinin bu hatirasini unutmasini bir nankörlük sayar ve ayiplar. MATEMATIK Matamatikte de Müslümanlarin hizmetleri büyüktü. O kadar ki, bu alanda yaptiklari hizmet, günümüz Avrupa´sinda da hayranlik uyandirmaktadir.Meselâ Prof. Jaques Risler, "Renesansimizin matematik hocalari Müslümanlardir" derken Fransiz proffeörlerinden E.F. gautier de "Yalniz cebiri degil, diger matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dâiresi, Müslümanlardan almis oldugu gibi, bugünkü Bati matematigi gercekten Islâm matematiginiden baska birsey degildir." demektedir. Müslümanlarin Batili ilim adamlarina bu sözleri söylettirecek hizmetleri nelerdi? Özetle sunlari söyleyebiliriz. Herseyden önce rakamlari Avrupalilara ögretenler Müslümanlardi. Kullanilmasi güc olan Roma rakamlarini birakip Hind rakamlari denilen bu rakamlari Avrupa bir kac asir sonra elde edebildi. Ilk defa Kuzey Afrika`da Müslüman hocalardan ders alan gezgin Piza´li Leonardo Fibonacci (1170-1240), 1202´de kaleme aldigi eserinde Islâm rakamlarini kullandi. Sifiri ilk defa kullanan Hârizmi (780-850) cebirin temellerini atmistir. Ilk cebir kitabini "El-Cebr ve´l Mukabele" adiyla o yazmis ve kitabin adi olan el-cebr, bati´ya "el-gebra" diye ufak bir telâffuz degisikligiyle aynen gecmistir. "El-Cebr" bugün "cebir"/"algebra" olarak okutulmaktadir. Matematik alaninda Avrupa´ya hocalik yapan Müslüman bilginlerden biri de Battânî(858-929)dir. Jacques Rislere göre trigonometrinin gercek mânâda mûcidi Battânî´dir. Sinüs´ü bulanlar da Müslümanlardir. Müslümanlar sinüs´e ceyb derlerdi. Batililar bunu tercüme ederken sinus dediler. Trigonometriye tanjant, kotenjant ve kosekanti Ebû´l Vefâ (940-998) kazandirmistir. Trigonometriyle ilgili ilk ciddî eseri ise Nasirüddin Tûs1i (1201-1274) yazmistir. Trigonometrideki dönüsüm formülleri de Ibni Yunus (?-1123)a aittir. Newton´a dayandirilan binom formülünü cebire kazandiran ise Ömer Hayyam (?-1123) dir.Diferensiyel hesabi da Newton´dan önce Sâbit bin Kurrâ (?-901) tarafindan bulunmustur. Matematigin bir kolu olan calculus´u ilim dünyasina kazandiran da Sâbit bin Kurrâ olmustur. Geometriyi aritmetige ilk uygulayan bazilarinin savundugu gibi Dekart (1596-1650) degil, Müslüman bilginlerinden Sâbit bin Kurrâ´dir. Spengler (1880-1936) matematikdeki fonksiyon fikrini tamamen Avrupa´ya ait oldugunu, fonksiyon denilince Avrupa´nin akla gelecegini, baska hicbir kültürde bu konuda bir ipucuna dahi rastlanmadigini söyler. Bu hususta genis arastirmalarda bulunan Muhammed Ikbal ise bu görüsü reddeder. Avrupalilardan birkac yüzyil önce fonksiyon fikrini ilk defa Beyrûnî´nin ortaya attigini söyler. Beyrûnî´nin basarilarinda bunu görmenin mümkün oldugunu belirtir. (Selâmet, 27 Haziran 1947 S:5). Ondalik kesir sistemini bulan, bu konuda eser veren ilk bilgin Giyâsüddin Cemsid (?-1429) dir. Virgülü, aritmetik islemlerde ilk defa kullanan yine odur. ASTRONOMI Astronomiyi ele alacak olursak Müslüman âlimlerin en cok ilgilendikleri bir saha olarak görürüz. Islâm ülkelerinin hemen hemen her büyük sehrinde birer rasathâne bulunmaktaydi. Bu rasathânelerde Müslümanlar, öylesine gözlem ve incelemelerde bulundular ki, elde ettikleri neticelerle ilim dünyasina asirlarca yol gösterdiler. Tycho Brahe(1546-1601), Kopernik(1473-1543), Galile(1564-1642) gibi bir cok bati´li bilgine dahi ilham kaynagi oldular. Paris Islâm Enstitüsü eski profesörlerinden Jacques Risler Müslümanlarin rönesansa tesirlerini anlatirken; "Müslüman astronomlar matematik âlimleri derecesinde rönesansimizi tesir ettiler" der. Müslüman bilginlerin astronomi alanindaki hizmetlerinden kisaca söz edelim. Yildizlarin yer, yükseklik ve aralarindaki mesafeyi ölcmek gibi, bircok kullanilan usturblari "yeniden" denenebilecek sekilde gelistiren ve degisik sekillerini yapanlar Müslümanlardir. Bu konuda ilk eseri Mâsaallâh (?-815) verdi. Zerkalî (1029-1087) nin icâd ettigi yeni tip usturlab bir hârikaydi. Dünyanin yuvarlak olup döndügünü Müslüman âlimler Avrupalilardan cok önce biliyorladi. Beyrûnî, dünyanin hem kendi etrafinda, hem de günesin etrafinda döndügünü ispatlamisti. Hindistan´in Nendende sehri yakinlarinda yaptigi calismalar sonunda yerin capini ölcmeyi de basardi. Bu konuda ortaya attigi kanun , Avrupalilar´da Beyrûnî Kurali diye tanindi. Daha 9.-10. yüyillardayken Mûsâ kardesler dünyanin cevresini ölctüler. Fergânî, ayni zamanda günesin yüzündeki lekeleri de kesfetmistir. Fergânî´nin astronomi alanindaki eserleri Avrupa´da 700 sene ders kitabi olarak okutuldu. Laland´a göre dünyanin en meshûr 20 astronomu arasinda yer alan Battânî´nin hazirladigi Sabiî Cetvelleri adindaki astronomi cetvelleri, Kopernik(1473-1543) devrine kadar Avrupa´da esas kabul edildi. O ayni zamanda günes yilini bugünküne tipa tip uyacak derecede (sadece 24 saniye fazla) hesapladi. Hükümdar olmasina ragmen, kendisini ilme adayan Ulug bey (1394-1449), Semerkant´ta büyük bir rasathâne yaptirdi. Ilmî calismalariyla caginin en büyük astronomu oldu. Yasadigi yüzyilin Batlamyus´u ünvanini kazanan Ali Kuscu (?-1474) ise, ekliptik egimi bugünküne cok yakin olarak hesapladi (23°27'). Ekliptik egimini ilk dogru hesaplamasini ise Fergânî yapti. Bitrucî (13.yüzyil) gezegenlerin sürüklendiklerini dis merkezli dâirelere ait teoriyi cürüterek Kopernikus´ayol acti. Câbir bin Eflah´in (12.yüzyil) yildizlarin yer ve aciliklarini ölcen azimut kadrani, Avrupa´da ancak 300 sene sonra Alman astronom Regiomontanus tarafindan ayni modele uygun olarak yapabildi. Bir cok Islâm âlimleri günes ve ay tutulmalarini rasat etti ve bu hususta aciklamalarda bulundu. Bunlar Islâm âlimlerinin astronomide yaptiklari hizmetlerden, sadece kücük bölümüdür. -
KORUNMUŞ TAVAN Kuran'da Allah, gökyüzünün son derece önemli bir özelliğine şöyle dikkat çeker: Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) Ayette belirtilen gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Dünya'yı çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünya'ya yaklaşan irili ufaklı pek çok göktaşını parçalayarak yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller. Atmosfer, bunun yanı sıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. Atmosferin bu özelliğinin en çarpıcı yönü, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir. Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır. Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi 270 derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur. Dünya'yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş'ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir. Van Allen Kuşakları'nın yaşamımız açısından önemini Dr. Hugh Ross şöyle anlatmaktadır: Dünya, Güneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı, Dünya'da hayat mümkün olmazdı. Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür'dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya'nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya'ya özeldir.22 Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2.500 0C'ye yükselmiştir. Kısacası, Dünya'nın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mükemmel bir sistem işler. İşte Dünya'yı çevreleyen gökyüzünün bu koruyucu kalkan özelliğini, Allah bizlere yüzyıllar öncesinden Kuran'da bildirmiştir. GÖKYÜZÜNÜN BİNA KILINMASI O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah'a eşler koşmayın. (Bakara Suresi, 22) Yukarıdaki ayette gökyüzü tarif edilirken Arapça "essemae binaen" ifadesi kullanılmaktadır. Bu kelime kubbe, tavan anlamlarıyla beraber, Arap Bedevileri tarafından kullanılan çadır benzeri bir kaplamayı da tarif eder. 23Ve söz konusu çadırımsı yapı ile vurgulanan; dış öğelere karşı bir çeşit koruma sağlanmasıdır. Biz çoğunlukla farkında olmasak da, diğer gezegenlerde olduğu gibi Dünya'ya da çok sayıda gök taşı düşmektedir. Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan bu gök taşlarının Dünya'ya zarar vermemelerinin nedeni, Dünya'yı saran atmosferin düşmekte olan gök taşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Gök taşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer sayesinde engellenmiş olur. Allah yukarıda bahsettiğimiz atmosferin koruyucu özelliği ile ilgili ayetlerin yanı sıra, aşağıdaki ayette de bu özel yaratılışa dikkat çekmektedir: Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hac Suresi, 65) Nitekim bir önceki bölümde de bahsettiğimiz atmosferin koruyucu özelliği, Dünya'yı uzaydan yani dış öğelerden korumaktadır. Yukarıda yer verilen ayetlerde gökyüzü için kullanılan bina kelimesi ile de tam olarak gökyüzünün, Peygamberimiz (sav) döneminde bilinmesi mümkün olmayan bu yönüne dikkat çekilmektedir. Bu bilgilerin, ileri teknolojiyle donatılmış uzay araçlarının, dev teleskopların olmadığı 1400 yıl öncesinde Kuran-ı Kerim'de haber verilmiş olması, Kuran'ın sonsuz ilim sahibi Rabbimiz'in vahyi olduğunu göstermektedir.
-
Sadece komiksiniz. Eğer Kuran "hadi benzerini yapabiliyorsanız yapın" la bunu mu kastetmiş? Siz Kuran ı doğru düzgün anlamadığınızdan sanıyosunuz ki ahan da Kuran a rakip! Şunu bilin ki bu kitap gibi tarih boyunca birçok kitap yazılmıştır. Ama Kuran ın belagatını, içerdeği derin manalarını, mucizelerini hiçbir kitap yapamaz. Siz istediğiniz kadar uğraşın. Hatta kendi kafanızdan da yazabilirsiniz. Buyrun! Ama gözlerinizi kapayarak sadece kendi ışığınıza mani olursunuz, Güneş e hiçbir zararınız olmaz.
-
Bize uyumakla itham eden arkadaşım, ölümünün hızla sana yaklaştığının farkında mısın acaba? Ahireti görünce ne yapacaksın o zaman? Lades mi oynuyorsun? Hiç düşünmüyor musun ya varsa diye? Yoksa olmadığını mı ispatladın?
-
Bence mikrofonu başkalrına bırakacağına kendi aklınla düşün.Ayrıca bununla ilgili bişey yazacaksan bu foruma yaz.
-
Kuran'ın bir masal kitabından ne farkı var?
Multi şurada cevap verdi: BrainSlapper başlık Dini Konular - Din - Dinler
Kardeşim ben de sana kaç kere diycem, Eğer Allah ın varlığını kabul edersem, peygamber göndermesini de aklım kabul eder ve inanırım. Ne demek Hz. İsa ya Hz. Muhammed e inanmanı gerektirmez. Peygamberler olmasaydı Allah ı nasıl tanıyacaktık? Öbür tarafa inanmıyorum ve mutluyum diyorsun. Peki, mesela bir kaza geçirdin, bir uzvunu kaybettin. o zaman seni mutlu edecek şey nedir? Ya da zaman hızla akıp gidiyor, günü gelecek ömrün yeterse yaşlanacaksın, yüzün kırışacak, o zaman seni mutlu edecek şey nedir? Ya da çok sevdiğin bir yakınını kaybettin, o zaman senin üzüntünü giderecek şey nedir? Eğer insan ahirete inanmıyorsa, haliyle bu dünyadaki küçük şeylerle mutlu olur. Onları kaybedince de mutluluğu gider. Mesela annesini babasını çok sever, ahirete de inanmaz, onları kaybettiği an yapayanlız kalır. Ya da çok sevdiği eşi vefat etti, tüm dünyası alt üst olur. Çünkü mutluluk kaynağı kayboldu. Ve en sonunda ölecek. Ahirete inanmayan bir insan için ölüm bir sondur. İnsan bunu düşündükçe çıldırır ve düşünmememk için elinden geleni yapar. Sen nasıl mutlu olabiliyorsun peki sorabilir miyim? Bak ben Hz. Nuh örneğinde çinden iskoçyadan bahsettim. Nasıl bir ortak yanları olabilir? Yıllar önce bir çinlinin bir iskoçyalıdan haberi mi vardı? Ms. 1700 lerde olan olayın aynısının Hz.Musa zamanında da aynısı olduğunu nereden biliyorsun? Hangi kaynak bunu ispatlayabilir. Sen kendince senaryo kurmuşsun, olsa olsa böyle olur deniz ikiye mi yarılır hiç diyorsun. Bu da bir inanç işte. Sen bizimkine inanç diyerek küçümsüyorsun ama seninki de inanç. Bir kanıtın yok. Senaryoyu kur sonra inan. Klasik evrimci mantığı. Bana kalırsa da Bu dünyayı yaratan Zat için denizi ikiye ayırmak çok daha kolaydır. Bizim algımızı aşan olaylar için biz Allah yapmış deriz, ya siz ne dersiniz? Hz. Yusuf bir kere Hz.Musa dan önce gönderilmiş bir peygamber. Nasıl yahudi olabilir? Yani bizim dediğimize gelmemek için en olmayacak şeylere, en ucube şeylere bile inanabiliyorsunuz. Şunu unutma ki sen de inançlısın. Ama bizim tam tersimize inançlısın. Bizim dediğimiz herşeyin yalan, efsane olduğuna inançlısın. Canlılığın tesadüfen oluştuğuna inançlısın. Ölümden sonra hayatın olmadığına inançlısın. Dünyada yapılan işlerin yapanın yanına kar kalacağına inançlısın. Kavimlerin Helakının basit doğa olayları olduğuna inançlısın.Müşriklerin Hz.Muhammed den daha ahlaklı olduğuna inançlısın. Yani senin de dinin var. Unutma! -
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Multi şurada cevap verdi: ölümü_düsünün başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sayın BrainSlapper Kuran ı siz anadığınıza emin misiniz? Siz Kuran ı insan ürünü olarak görürseniz elbette içinde çelişkiler bulmaya çalışacak, kafanda birçok soru işareti olacak. Bir de Kuran ı insan üstü bir aklın ürünü olarak görmeyi deneyin. Bir de Kuran a o gözle bakın. Kuran daki ayetler birebir tercüme olamıyor maalesef. Eğer Kuran ı gerçekten anlamak istiyorsanız tefsir kitaplarından okuyun bir de Kuran ı. Bakın size Kuran Mucizeleri ni birbir sıralıyorum. Gökyüzünün 7 kat olabileceğini 1400 yıl önce bir insan nasıl bilebilir diye soruyor bak orda. Dünyanın yuvarlak olduğunu 1400 yıl önce bir insan nasıl bilebilir diye soruyor orda. Biraz düşünseniz bunun üzerinde. İlle de karşı ıkayım, çürüteyim de ben kazanayım anlayışıyla ne kazanabilirsiniz? Sizden başka insanlar da doğru söylüyor olabilir değil mi? Daha birçok mucizesini ekleyeceğim inşaallah. Ama lütfen önce karşı çıkmaya değil de anlamaya odaklanın. Saygılar. -
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Multi şurada cevap verdi: ölümü_düsünün başlık Dini Konular - Din - Dinler
Bazı felsefeleri İslam çevrelerinde kabul görmedi diye zındık olmaz bir insan. Ayrıca koskoca 200 yılda tek İbn-i Sina mı yetiştirmiş İslam alemi? Zamanında müslüman alimlerin bulduklarını, şimdi avrupalılar sahip çıkıp bilim tarihini kendilerine yamadılar. Bak sana kısa bir liste: İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden; alim Razi Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin Cüzzamı bulan alim ... İbni Cessar Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip Verem mikrobunu bulan alim Kambur Vesîm Retina tabakasını bulan alim İbni • Rüşd İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Abbas Küçük kan dolaşımını bulan alim İbnünnefis İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi Trigonometriyi ilk bulan alim Battani Tanjant, kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin Tusi İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan alim İbni Yunus Binom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayyam İlk difransiyel kitabını yazan alim. Sabit bin Kurra Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cemşid İlk usturlabı yapan alim Zerkali Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler Güneşin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren alim Cabir bin Eflah İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa Sibernetiği ilk kuran alim. İsmail-El Gezeri İlk optik temellerini koyan alim İbni Heysem Sesin .fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi İlk uçağı yapan alim Ebu Firnas (Bunu da wright kardeşler mi yapmıştı?) Yer çekimini ilk bulan alim Razi (Hepimiz Newton diye biliriz) Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayyan Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi İlk kimya laboratuarını kuran alim. Cabir Saf alkolü ilk elde eden alim Razi Fosforu ilk bulan alim Beşir Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim İlk ecza kitabını yazan alim İbni Baytar Evine televizyon sokmayan çok müslüman tanıyosun diye teknoloji düşmanlığı İslam ın suçu mu? İslam da öyle birşey yok. Adam kendi sokmaz sokmaz, seni ne ilgilendirir. Aynı adam içki içse bu sefer de İslam içkiye cevaz veriyor mu diyeceksin? Komunizm ile İslam benzeşir demişsin. Kardeşim, komunizm insanlar tarafından bulunmuş bir sistem. İslam Allah ın sistemi. İslam uygulandığı zaman tarihte de görüldüğü gibi toplum ilerliyor ve düzene giriyor. İslam ın olmadığı yerde de kargaşa, hırsızlık, fuhuş, dolandırıcılık vs. birçok yanlış iş oluyor ve toplum düzeni bozuluyor. Mesela İslam da hırsızlık yapanın eli gider. Şimdi bu kuralı koysa ülkeler, hırsızlık ne kadar düşer, hatta hiç olmayan yerler olur. Ayrıca eli gittiğinden bir daha hırsızlık da yapamaz. Şimdi nasıl? Yatıyo 2 sene sonra tekrar aynı suça devam. Sonra da kaygılanıyoruz hırsızlık oranı giderek arttı diye. Bunun başka yolu yok yani. El kesilmesine insan hakları diye karşı çık, sonra hırsızlık artınca kaygılan. Gördüğün gibi insan kendi kendine ediyor. Ayrıca İslam Allah ın kuralları olduğuna göre insanı yaratan Allah da elbette bizi en iyi bilendir. Bizi yaratan, bizim kullanma kılavuzumuzu da vermiş ama tabi anlayana. Kuran da yer alan hikayelerden bi kısmının Tevratta olması gayet normal. Çünkü ikisi de Allah kelamı ve iki halka da geçmiş milletlerin haberlerini vermiş Allah. Ayrıca dikkat et Tevrat da Kuran da aşağı yukarı aynı yerlerde indirilmiş. Yani hikaylerin o bölgedeki geçmiş kavimlerden olması ve bu yüzden benzer olması çok normal. Bu Kuran ı yahudi kitabı yapmaz. Ayrıca Kuran da Hz.İsa dan da Meryem den de bahseder. Var mı Tevrat da böyle bir bilgi?