bozkurtmusti tarafından postalanan herşey
-
MEMOREX DVD -R +R
arkadaşlar biraz önce teknosadan memorex 16x(YALAN)hızlı 50 li DVD-R aldım..pakete 16 x yazıyor eve geldim dvd leri tam yazmaya koyuldum ki 4 x hızda görünüyor bu da demek oluyorki yarım saatte yazacağım full dv d yi 1 saat 36 dakikada yazmam ..o yüzden uyarayım dedim sakın almayın..özelikle lg dvd writeri olanlara tavsiye etmem.he sonuç diyecek olursanız sonuçtan memnunum ama yazma hızını 16x yazarak müşteriyi kanırmalarına tav oldum..eğer kullanlar varsa fikirlerini almak isterim
-
BUGÜN TÜRKİYENİN UTANÇ GÜNÜ
hiç bir insan düşüncesinden dolayı asılamaz...bu kararı veren kim olursa olsun insan haklarına aykırı davranmış olur
-
Protestolar Papayi hakli cikarmak icinmi yapiliyor yoksa..
çok haklısınız sayın politika..böylelikle oyuna geliyor müslümanlar provakasyonlara kanarak
-
"BÜTÜN CEMAAT OKULLARI VE KURAN KURSLARI KAPATILSIN!"... (Cumhurbaşkanı Sezer, yeni eğitim yılı nedeniyle yayımladığı mesajda, tarikat ve cemaatleri)
sayın dipnot niye ülkedeki kiliselerin sayısına değinmiyorsunuz...camilere taktınız kafayı..bu ülkedeki insanların 99 u müslüman olduğu için elbetteki cami sayısı fazla olacaktır...okullara gelince keşke okul sayılarımız artsa o yönde size hak veriyorum..okullarımızın sayısı arttırılmalı..iş adamları orda burada harcayacaklarına paralarını her biri okul yaptırsa eğitim sorunumuz kalmaz..gönül ister bunu ..ama duyarlı iş adamları nerede ...?
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
sevgili bozan hocam tebrik ederim..yine cevaplarınızla dağıtıyorsunuz ortalığı..ellerinize ve klavyenize sağlık
-
BUGÜN TÜRKİYENİN UTANÇ GÜNÜ
deniz gezmiş ve arkadaşlarının ölümünü katliam olarak adlandıranlar neden ADNAN MENDERESİN idamını mubah ve sanki yapılması farzmış gibi görüyor..işte bunu anlamıyorum.ADNAN MENDERES insan değil miydi.hani insan hakları..üstelik hakiki bir başbakandı
-
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
YÜCE KURTULUŞ SAVAŞINDA BİZİ SIRTIMIZDAN VURDU BÜTÜN ARAPLAR BUGÜN BİR KISIM KÜRTLER PKK YA DESTEK VERMEKTEDİR peki bana sylermisiniz ..hani ümmetçilik yağmur ...eğer ümmetçilik olsaydı arapalar YÜCE KURTULUŞ SAVAŞImızda bizi arkamızdan vurmazdı,bugün bazı kürtler inatla pkk ya destek veriyor ve ne yazıkki bu destek verenlerden biri benim komşum ve bu adam 5 vakit namaz kılıyor ve pkk ya destek veriyor..hem de yürekten lütfen bu soruyu yanıtlayın yağmur bunun yanıtını verebilecekmisiniz bakalım.. ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMAN TÜRKÜM VE ŞİFRE MÜSLÜMAN OLMAYAN TÜRK TÜRK DEĞİLDİR TÜRK OLMAYAN MÜSLÜMANSA HER ZAMNA BİZİ ARKAMIZDAN VURMUŞTUR uyumayın artık ÜMMETÇİLİK bitti..inanın ben ne kadar isterdim tüm müslümanların kardeş olmasını ama maalesef yukarıda verdiğim iki örnekte bile bunun bir masal olduğunu göreceksizniz SAYIN YAĞMUR BEYEFENDİ
-
1923 MUSTAFA KEMAL'İN YAPTIKLAR... (Son zamanlarda herkes kendine ondan pay biçiyor... fakat aslolanın, işin astarı değil yüzü olduğunu unutmamalılar)
bizim dinimiz ve peygamberimiz ne yücedir tbmm nin dualarla açılması sanırım bu sözler ve fillere bakarsak Atatürk dinsiz değildi değil mi dipnot Atatürk müslümandı ona dinsiz yaftası yapıştırmak suretiyle insanlardan soğutma amacı seziyorum ATATÜRK İSLAMA SAYGI DUYARDI DİNSİZ DEĞİLDİ!
-
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
yağmur dinlerarası diyalog yapmaya çalışıyor.f. gülen gibi anlamadınızmı dostlar.. hristiyanlarda yahudilerde cennete gidecek..işte senin sorunun cevabı bu yağmur
-
FETHULLAH GÜLEN HAREKETİ VE ONUN GÖRÜŞLERİ
f. gülen CIA ajanıdır..bu çok açık bir gerçek..yoksa niye pentagonun imkanlarıyla Abd de yaşıyor..üstelik niye abd ayrıca niye ülkeye dönmüyor sadece bu soruyu yanıtlayın niye dönmüyor...benim babamda zaanında nurcuydu ..soyup sopğana çevirdiler...komşumuzun üç tane deri fabrikası battı bunlara yardım edecem diye.. sohbete çağırıyorlar ortaya bir eşya yada mal koyuyolar sonra ben bu kadar verdim sen şukdar ver aralarındaki saf yürekli olanı soyup soğana çeviriyorlar imse itiraz etmesin girdim gittim ve gördüm.. nur cemaati insanların dini inançlarını maddi olanaklarını sömürüyor..bu açık bir gerçek ..numune benim
-
köy enstütüleri
evet sadece kullanımını anlatan kitaplar vardı,inönü dönemi olduğu için ülkede traktör yoktu,traktör rahmetli menderes döneminde geldi
-
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
yağmur bu kadar islam birliğinden bahsediyorsun arapların(haşa peygamberimizi ve onun soyundan gelen seyyid ve şerifleri kastetmiyorum)kurtuluş savaşında Türk askernn boğazlarını Allah Allah nidalarıyla nasıl kestiğinin ve ingilizlerle işbirliğini açıklarmısın.bugün bile abd ve avrupaya yatırım yapıyor arap şeyhleri.bu nasıl dostluk
-
köy enstütüleri
jakoben,geri kalmış,tarlada traktör yerine öküz kullanmayı yeğleyen,hep beraber işe ,hep beraber aa gibi komünal sistem benimsetmeye çalışmış ideolji yuvalarıydı bu köy enst. kapatandan Alah razı olsun,gani gani rahmet eylesin büyük bir dertten kurtulduk yahu
-
insanlar ülkü ocaklarına nasıl bakıyor?
ülkü ocakları bu ülkenin parlak gençlerini yetiştirmştir.tip.tkp ini gibi değildir
-
başbakanımızdan memnunmusunuz
2001 krizini hatırlatmak isterim
-
İBRAHİM ERKAL'IN EN İYİ ALBÜMÜ
bence en iyisi canısı albümü.içinde birde yalnızım şarkısı vardır harika anlar yaşatır bana .tam anlamıyla damardır..
-
HRİSTİYANLARIN RUHANİ LİDERİ, İSLAM PEYGAMBERİNE NEDEN SALDIRDI... ("Muhammed'in getirdiği hiçbir yenilik yok. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler ge)
papa önce abd nin ırakta ve diğer ülkelerde işlediği cinayetlerin açıklamasını yapsın sonra eleştirmeye yüzü varsa eleştirsin
-
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
arkadaşlar bazı şeyler yanlış anlaşıyor elbetteki müslüman bir Türkle kürt kardeştir ama pkk ya destek veren bir kürt kimseyle kardeş olamaz aynı şey kurtuluş savaşında askerimizin boğazını hicaz ve yemende kesen araplar içinde geçerli biz vatanını sevdikten sonra herkese Türk kardeşimiz gibi davranıyoruz yeterki Türkleri ve vatanını sevsin..dininin sevsin ki yine tekrar ediyorum VATAN VE MİLLET SEVGİSİ İMANDANDIR peygamberimizin hadşisi bu yahu haşa peygamberimiz ırkçımıydı milliyetçilik ayrı ırkçılık ayrı
-
HRİSTİYANLARIN RUHANİ LİDERİ, İSLAM PEYGAMBERİNE NEDEN SALDIRDI... ("Muhammed'in getirdiği hiçbir yenilik yok. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler ge)
yaa bırakın Allahın aşkına..ne kadar samimi buluyorsunuz papayı
-
Bush İran’a saldıracak’ iddiası
merak etme iran onu yerle bir eder korkun olmasın zaten abd yi yıksa yıksa iran yıkar
-
KÜRDİSTANIN BAŞKENTİ
POLİTİKA tebrikler
-
KÜRDİSTANIN BAŞKENTİ
bu kürt benim arkadaşım ve bigün bütün kürtler o haritadaki topraklara sahip olacağız diyor.pei marti name buna ne demeli... ayrıca bugün diyarbakırda olaylar çıkıyor bunu görmüyormusunuz ayrıyeten diyarbakırın adı T.C. haritasında diyarbakır olarak geçiyor amed değil.eğer oraya amed derseniz kürdistan denilen paçavradaki amed başkentine katkıda bulunursunuz benden söylemesi
-
insanlar ülkü ocaklarına nasıl bakıyor?
• Köycülük : Millî doktrin Dokuz Işık'ın önemli esaslarından birisi de köycülüktür. Türk milletinin bugün hâlâ % 65'i köylerde yaşamaktadır. Onun için nüfusumuzun % 65'ini teşkil eden köylünün dertlerini süratle çözecek çareler bulmak ve köylümüzün elinden tutarak kalkındırmak, Türk milletinin kalkınması için başta gelen bir konudur. Bugün Türkiye'mizde 45 bin civarında köy ve mezralar, ufak ufak, çeşitli yerleşme yerleriyle beraber 70 bini aşan yerleşme yeri bulunmaktadır. Bunların hepsinin ilgiye ihtiyacı vardır, ihtimama ihtiyacı vardır, bakıma ihtiyacı vardır. Nüfusumuzun % 65'i köylü olduğuna, köylerde yaşadığına göre, bu, aşağı yukarı 26 milyon insan demektir. Yâni 42 milyonu aşan nüfusa sahip olan Türkiye'nin 26,5 milyon insanı köylerde, mecralarda yaşamaktadır demektir < Burada verilen rakamlar güncelleştirilmemiş olup eserin Alparslan Türkeş tarafından kaleme alındığı 1969 yılı itibariyledir.>. Bu insanlar bugün % 90 denecek kadar doktorsuz, bakımsız, ışıksız ve birçok ihtiyaçları halledilmemiş durumdadırlar. Bunların süratle ellerinden tutularak kalkındırılması, teşkilâtlandırılması milletimizin yükselmesi için en başta düşünülecek bir konudur. Böyle olduğu hâlde yıllardan beri yurdumuzda ihmal edilmiş olan bu köylü kütlesidir. Köylü vatandaşlarımız çok ihmale uğramışlardır. Nüfusun % 65'ini teşkil ettiklerine göre köylülerin öncelikle ele alınması, teşkilâtlandırılması, her çeşit donatımla donatılması, her çeşit yardıma mazhar edilerek bu kütlenin bir an önce kalkındırılması gerekmektedir. Bu kütleyi kazındırdığımız nispette diğer kesimlerdeki insan topluluklarımızın kalkınması âdeta kendiliğinden gerçekleşecektir denebilir. Köylülerimizin kalkındırılması için bunların öncelikle teşkilâtlandırılması gerekmektedir. Türkiye nüfusunun medeni ve mesleki iş bölümünden meydana gelen topluluğu altı bölüm hâlinde mütalâa ettiğimizi belirtmiştik. Bu altı bölümün en kalabalık ve en önemli kısmını köylü kesimi teşkil etmektedir. Köylünün teşkilâtlandırılması, hızlı kalkınması için şarttır. Bu teşkilâtlandırma nasıl olacaktır? Bu, köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırarak teşkilâtlandırmak suretiyle yapılmalıdır. Tarım kentleri teşkilâtı şöyle kurulmalıdır: Köylerimiz birçok yerlerde birbirine yakın olarak bulunmaktadır. Bunları inceleyerek durumlarına uygun biçimde bu köyleri guruplaştırmak gerekmektedir. Birbirlerine yakın bulunan on köyü veya daha ziyade on iki, on dört, on beş köyü veyahut durumlarına göre sekiz köyü, yedi köyü, dokuz köyü bir grup hâlinde teşkilâtlandırmak ve bunların durumu müsait olanı, daha ziyade merkezî yerde bulunan bir köyü, cazibe merkezi olarak ele almak ve burada bütün köyün ilkokul, ortaokul ihtiyacını karşılayacak eğitim merkezlerini açmak, ayrıca köylünün modern tarım esaslarına göre tarım yapmasını sağlayacak şekilde onları teşkilâtlandırmak ve onlara bilgi vermek üzere bu merkezde tarım uzmanları bulundurmak, yine bu merkezde modern tarım aletleri parkı kurmak, gübre depoları, ilâç depoları ve mücadele teşkilâtı, mücadele üniteleri meydana getirmek ve bu grubu içinde bulunan köylerin ihtiyacını bu merkezden temin etmek gerekmektedir. Ayrıca bu merkezde bir sağlık teşkilâtı bulundurmak, bu sağlık teşkilâtında doktor, sağlık memuru, ebe, hasta bakıcı gibi sağlık ekibi kurmak, bulundurmak ve bunlara, altlarına cip vs. gibi araçlar da vermek suretiyle köylümüzü teşkil eden insanlarımızı da sağlık bakımından yararlandırmak gerekmektedir. Kırk beş bin köyün her birisine doktor vermeye kalkışsak en azından kırk beş bin doktor ihtiyacı ile karşılaşırız. Kırk beş bin doktorun devlet bütçesine yükleyeceği masraflar ve birçok güçlükle karşılaşırız. Fakat köylerimizi; şematik olarak izah etmek için, onar köylük gruplar hâlinde teşkilâtlandıracak olursak kırk beş bin köy dört bin beş yüz grup hâline gelir. Dört bin beş yüz gruba doktor vermek, sağlıkçı vermek, ebe vermek, hasta bakıcı vermek ve bunların altlarına taşıt aracı vermek, gerekli donatımı ve gereçleri sağlamak kolaylaşmış olur ve bunların devlet bütçesine yükleyeceği masraflar da kısa zamanda karşılanabilir, göze alınabilir bir miktarda olur. Bunun için köylümüzün kalkındırılmasını sağlayacak yol, köylerimizi tarım kentleri grupları hâlinde, tarım kentleri birlikleri hâlinde teşkilatlandırmaktır. Merkez seçilen köylerde kurulacak olan bu kolaylıklar, o gruba dahi! olan diğer köylerin de zaman içinde bu merkez köylere taşınmalarını, merkez köyde toparlanmalarını sağlar. Bunun için köylülerimizi zorlamaya gerek yoktur. Köylülerimiz kendileri için kolaylık, çocukları için okuma imkânı sağlayan merkezlere kendiliklerinden akmaktadırlar. Bugün büyük şehirlerin çevresinde bulunan gecekondular bunu göstermektedir. Köylülerimizin şehirlere akmalarından gecekondu mahalleleri meydana gelmektedir. Köylülerimiz niçin şehirlere akmaktadırlar? Çocuklarını okutacak okullara kavuşmak için, hastalarının bakımını sağlayacak sağlık imkânlarına kavuşmak için, kendilerine daha iyi geçim sağlayacak iş bulmak için ! O hâlde bu imkânları onların ayağına götürecek ve onların köylerinin dibinde bu imkânları ona sağlayacak merkezler meydana getirdiğimiz takdirde, bu cazibe merkezlerine o gruba dahil olan köylerin zaman içinde akması ve böylece bu merkezlerde tarım kentleri diyebileceğimiz kentlerin meydana gelmesi mümkün olacaktır. Bu kentlerde, o gruba dahil olan köyleri içine alan kooperatifler kurulacak ve yine bu kentlerde köylü yardımlaşma kurumlan meydana gelecek ki, bu, Köy-Ak diyebileceğimiz teşkilâttır. Bu sayede köylünün de memleketin kalkınmasında, yatırımlara katılmasını kanalize edecek bir teşkilâtlanma, meydana, gelecektir. Tarım kentlerinin bulunduğu grubun ihtiyaçlarına ve özelliklerine göre o bölgede veyahut birkaç: tarım kentinin katılacağı onların bölgesi içinde, onlarla ilgili, tarımla ilgili endüstri, küçük endüstri, küçük imalâthaneler de meydana gelecektir. Böylece hem köylümüz teşkilâtlanacaktır hem de Köy-Ak vasıtasıyla büyük yatırımlara katılma imkânı doğacaktır; aynı zamanda köylülerimiz, insanlarımız köy ekonomisinden, site ekonomisinden, bölge ekonomisinden, ülke ekonomisinden cihan ekonomisine süratle geçme imkânını elde edeceklerdir. Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu büyük problemlerden birisi de cihan ekonomisine geçebilmesidir. Köycülükte köylümüzü kalkındırmak için öngördüğümüz önemli meselelerden birisi köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırmak ve teşkilâtlandırmaktır. Diğer bir görüşümüz de köylümüzün kalkınması için tarımı teşkilâtlandırmaktır, tarımı modernleştirmektir. Bugün ülkemiz erozyon problemiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Erozyon problemi topraklarımızın aşınmasıdır. Topraklarımızın rüzgârlar ve seller dolayısıyla tarlalarımızın, meralarımızın üst kısmını teşkil eden, en verimli kısmının zayi olması, seller yoluyla, denizlere akıp gitmesidir. Aşınan topraklar zaman içinde verimliliğini kaybetmekte ve çölleşmeye gitmektedir. Bunun için Türkiye'nin erozyonu önleme, erozyonu giderme ve memleketi ağaçlandırma gibi büyük meseleleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra akarsularımızı değerlendirme meselemiz vardır. Bugün bol olan sularımız akıp gitmekte, henüz bunlardan tam olarak yararlanamamaktayız. Sularımızın bize sağladığı imkânların ancak yüzde beş buçuğundan bugün yararlanabilmekteyiz. Yüzde doksan dört buçuk sularımız akıp gidip boşa zayi olmaktadır. Bunları süratle değerlendirmek Türkiye'nin kalkınmasını hızlandıracaktır. İşte bütün bu ihtiyaçları düzenlemek üzere yurdumuzda tarım reformu ve toprak reformu yapmak gerekmektedir. Tarım reformu, tarımı modernleştirmek, ilmî esaslara göre teşkilâtlandırmak ve ilmî esaslara göre gübre kullanarak, mücadele ilâçları kullanarak, modern tohumlama yaparak, tohum ıslâhı yaparak verimi arttırmak, birim başına randımanı yükseltmek meselelerini kapsamaktadır. Tarım reformu aynı zamanda sulama imkânlarını geliştirmek ve millî bir tarım envanteri yaparak, stratejik bir tarım plânlamasına gidilmek suretiyle, tarım planlamasına göre tarımımızı en ekonomik bir yöne çevirmektir. Bunun içerisine bölge bölge topraklarımızın en randımanlı olarak kullanılmasını sağlayacak araştırmalar o toprağa uyan en elverişli tarımı uygulamak girer. Bunun yanı sıra toprak reformunu da e!e almak gerekmektedir. Toprak reformu çok geniş toprakları rantabl bir ölçü içinde tanzim etmeyi ön görmekle beraber gayri iktisadî bir işletmeciliğe sebep olan aşırı derecede ufalmış, küçülmüş toprakların da rasyonel bir işletmeciliğe göre tanzimini öngörmeyi gerektirmektedir. Bugün Türkiye'nin problemi büyük toprakların, büyük mülk sahiplerinin var oluşundan ziyade, toprakların gayri iktisadî işletmeciliğe yol açacak şekilde parçalanmış, bölünmüş olmasıdır. Yıllardan beri yurdumuzda toprak reformu sözleri söylenmiştir. Bunu daha ziyade komünistler istismar etmeye çalışmışlardır. Bir ağalık edebiyatı ileri sürerek, toprakların toprak ağalarının elinde bulunduğunu ileri sürerek, topraksız köylünün ezildiğini söyleyerek devamlı toprak reformu istismarını yapmışlardır. Oysa tarafsız, gerçekçi ve ilmî bir gözle baktığımız zaman meselenin bambaşka olduğu görülmektedir. Bugün çiftçilikle geçinen nüfusumuz 28,5 milyon civarındadır. Bugünkü sınırlar içinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak genişliği 782 bin kilometrekaredir. Bu 782 bin kilometrekarenin içinde Van Gölü, Tuz gölü, diğer göller, ormanlar ve tarıma elverişli olmayan bölgeler de dahildir. Fakat biz meseleyi iyice açıklayabilmek için, bir an bütün Türkiye topraklarının tarıma elverişli olduğunu kabul edelim. 28,5 milyon köylüye bu Türkiye topraklarını eşit olarak bölmeye çalışalım. 782 bin kilometrekare demek 782 milyon dönüm demektir. Bu 782 milyon dönümü 28,5 milyon insana taksim ettiğimiz zaman aşağı yukarı insan başına 3 dönüm civarında toprak düşmektedir. Bütün Türkiye tarıma elverişli olsa, göller, her taraf ekilebilir olsa ve elde bulunan tapuları hükümsüz kıldık desek ve yeniden Türkiye topraklarını bugünkü çiftçi nüfusumuza eşit olarak dağıtacağız desek ve taksim etsek köylü başına çok cüzi bir miktar düşmektedir. 782 milyon dönüm toprağı böylece toptan ve teorik olarak bölmeye kalksak köylü nüfus başına 3 dönüm civarında toprak düşmektedir. Bunu aile başına bölmeye kalksak, aşağı yukarı ortalama ö milyon köylü ailesi bulunduğunu kabul etsek, o takdirde de yine düşecek olan miktar 13-14 dönüm olacaktır. Kaldı ki Türkiye'nin bugün tarıma elverişli olarak işlenen topraklan 300 milyon dönüm civarındadır. Ki bu da bir kısmı meralar aleyhine, hayvancılık aleyhine sürülerek açılmış, tarla yapılmış toprakların da katılmasından meydana gelmektedir. Gerçekte ilmî olarak Türkiye'nin 250 veya. 260 milyon dönümlük kısmının tarım için kullanılması, geri kalan meraların da hayvancılığa tahsisi gerekmektedir. O takdirde tarıma elverişli toprakların çiftçilere taksimine kalksak, köylü başına düşecek miktar büsbütün az olacağı gibi köylü ailesi başına düşecek miktar da çok az olur. Bütün bunlar şunu göstermektedir: Türkiye'de ekonomik yönden tarım sektöründe bulunan nüfus çok sayıdadır. Bugün Fransa'da nüfusun 0/°15'i tarım sektöründedir, bugün İngiltere'de nüfusun %7'si tarım sektöründedir, bugün Amerika'da nüfusun % 4,5'u tarım sektöründedir. Ama Amerika'nın nüfusunun % 4,5'u çiftçilik yapmakla beraber bu % 4,5, bütün Amerika'yı doyurduğu gibi bütün dünyaya da yetiştirdiği ürünleri satmakta, dağıtmaktadır. O hâlde Türkiye'nin bugün tarım sektöründe yaşayan 26,5 milyon insanına, çiftçisine Türkiye'nin bugünkü sınırları içinde yetecek miktarda toprak vermek, toprak sağlamak mümkün değildir. Türkiye'yi süratle sanayileştirmek, Türkiye'yi süratle modern endüstri sahibi yapmak ve tarım sektöründe bulunan nüfusu endüstriye ve genel hizmetler sektörüne aktarmak suretiyle % 65 olan çiftçi oranını plânlı bir şekilde % 50'ye -% 40.3, % 30’a, % 20'ye doğru düşürmek, bununla beraber tarımı da modernleştirerek ve teşkilâtlandırarak, her çiftçi ailesine rantabl işletmecilik yapacak miktarda, toprak tahsis ederek tarımı düzene sokmak gerekmektedir. Yoksa bu tedbirleri almaksızın herkese toprak dağıtacağız iddiaları ile ortaya çıkmak, Türkiye'yi büsbütün perişan hâle düşürmek olur, Türkiye'yi iyice karıştırmak olur ve memleket ekonomisini baltalamak olur. Bugün ilmî araştırmalara göre bir çiftçi ailesinin normal şekilde rantabl olarak işleyebileceği toprak miktarı 300 dönüm civarındadır. Toprak miktarı ne kadar küçülürse, o miktarda işletmecilik gayri iktisadî bir hâl alır. Buna göre tarım ve toprak reformunu plânlamak, düzenlemek gerekmektedir. Bir taraftan nüfusu ekonomik yönden endüstri sektörüne ve genel hizmetler sektörüne aktarmak diğer taraftan da toprakların miras yoluyla devamlı parçalanmasına, ufalanmasına sebep olmayı önleyecek tedbirler düşünmek gerekmektedir. Bunlar yapılmadıkça Türkiye'nin tarımını düzene sokmak ve Türkiye'yi ekonomik yönden kalkındırmak mümkün olmaz. Bunun için köycülük ülkemizin dayandığı iki temel görüş bunlardır. Yani birisi tarım kentleri görüşüdür; tarım kentleri esasına göre köy grupları meydana getirmek, köyleri köy grupları hâlinde teşkilâtlandırarak ihtiyaçlarını karşılamak. Diğeri de tarımı hızla modernleştirmek ve rantabl bir işletmeciliğe kavuşturmak, teşkilatlandırmak için tarım ve toprak reformuna başvurmak, tarım ve toprak reformunu birlikte yapmak. Bunların ikisi birbirinden ayrılamaz. Bunların ikisini beraber düşünmek, gerekmektedir. Bir soru sorulabilir. Denilebilir ki bugün Türkiye'de 60 bin dönüm, 80 bin dönüm toprak sahibi olan kimseler vardır, bu büyük topraklara dokunulmayacak mı? Bu büyük toprakların da reforma tâbi tutulması gerekmez mi? Elbette gerekir. Elbette bunlar da ekonomik işletmeciliğe uygun bir şekilde reforma tâbi tutulacaktır. Fakat bunların miktarı Türkiye'de %1'i aşmamaktadır. Genel duruma oran yapıldığı zaman bu geniş toprak sahiplerinin sayısı, oranı %1!i aşmamaktadır. Bunun yanında Türk tarımının en önemli konusu topraklarımızın küçük çiftçi elinde 30 dönüm, 20 dönüm, 50 dönüm, 70 dönüm, 100 dönüm gibi, gayri iktisadî işletmeciliğe sebep olan, bölünmüş durumda bulunmasıdır. Bu ufak birimleri ya kooperatifler hâlinde teşkilâtlandırarak iktisadî bir işletmecilik düzenine kavuşturmak gerekmektedir. Veyahut miras meselesini yeni kanunlarla düzenleyerek, miras yoluyla bölünmeleri önlemek ve diğer taraftan da köy yardımlaşma kurumuyla bütün köylüyü içine alan bir teşkilâtlanmaya giderek, aynı zamanda köylünün kalkınmasına hizmet edecek şekilde geniş yatırımlara girişmek gerekmektedir: • Gelişmecilik ve Halkçılık : Millî doktrin Dokuz Işık'ın sekizinci ilkesi "gelişmeciliktir. Gelişmecilik şu demektir: Daima daha iyiyi, daha gelişmiş bir durumu elde etmek için araştırma, yapmak; daha iyiye, daha mükemmele varmak arzusu taşımak ve bunun için çareler aramaktır. Gelişmecilikte içinde bulunulan durum düzeltilerek, o durum basamak yapılarak bir merdivenden yukarı doğru yükselir gibi bulunduğumuz basamağın önüne daha yüksek basamaklar kurarak, bu basamaklara basarak daha iyiye yükselmek, daha güzele yükselmek, daha olgunu bulmak, elde etmek demektir. Gelişmecilikte içinde bulunulan durumu yıkmak, devirmek söz konusu değildir. İçinde bulunulan durumu düzeltmek, yeniden düzenlemek, geliştirmek bahis konusudur. Yâni devrimcilik, gelişmeciliğin zıddı bir düşüncedir; görüştür. Gelişmecilikle, devrimciliği milletimizin kalkınması için bir yol olarak görmediğimizi, benimsemediğimizi anlatmak istemekteyiz. Neden devrimciliği bir yol olarak kabul etmiyoruz? Çünkü devrimcilik geçmişe ait her şeyi yıkmak.geçmişe ait her çeşit değerlerimizden vazgeçmek ve bizimle, tarihimizle ilgisi olmayan, nereye varılacağı kestirilemeyen bir başka durum meydana getirmek anlamını taşımaktadır. Milletler de ulu ağaçlar gibidir. Ulu bir pınarın toprağın üzerinde gövdesi ne kadar yükselmişse. toprağın altında da o kadar derinliğe inmiş, geniş kökleri vardır. Ulu bir ağacın köklerini kesecek olursak o ağacı yaşatmak, toprağın üstünde dik olarak tutmak mümkün olmaz. Bunun için milletin kökleri de kendi millî tarihidir, kendi binlerce yıllık yaşayışı içinde meydana getirdiği kültür hazineleri, manevî değerleridir. Millî gelenekleridir. Onun için bunlarla, bağlantıyı kesmek, her şeyi yıkmak, devirmek bizim kabul etmediğimiz bir görüştür, bir yoldur. Bunun için devrimcilik değil, evrimciliğe dayanan gelişmecilik ilkesini benimsemiş bulunmaktayız. Gelişmecilik ilkesiyle düşündüğümüz anlam şudur : İnsanlar yaratıldıkları günden beri daima içinde bulundukları durumla yetinmemişler daha iyi yaşamak, daha güzel bir durum elde etmek, daha olgun sonuçlara varmak için çırpınmışlardır. Bunun için biz bu duygu ve bu zihniyeti bir ilke olarak doktrinimize koymuş bulunmaktayız. İnsanlar tabiat kuvvetlerinin tutsaklığından kurtulmak, tabiat kuvvetlerinin kendileri için yararlı olacak şekilde kullanılmasını sağlamak ihtiyacını, düşüncesini yeryüzünde, yaratıldıkları ilk günden beri düşünmüşler, bunu sağlamaya çalışmışlar, bunun için çare aramışlardır. İşte bu da, gelişmeciliğin bir diğer önemli faktörüdür. Yani tabiat olaylarının, tabiat güçlerinin insanlara, insan toplumlarına zarar vermesini önlemek, buna karşılık tabiat güçlerinden tabiat olaylarından insanların, insan toplumlarının mümkün olduğu kadar büyük ölçüde yararlanmasını sağlamak gelişmecilik ruhunun, gelişmecilik düşüncesinin güç aldığı önemli bir kaynaktır. Bu sayededir ki yeryüzünde insan medeniyetleri meydana gelmiştir ve bu medeniyetler gelişmiştir. Bugün, yirminci yüzyılın son çeyreğinde insanlık, övündüğümüz büyük medenî hamleleri sağlamak imkânını bulmuştur. İşte bütün gençlerimize, bütün memleketimizin insanlarına, gerek kendi şahsî yaşayışlarında ve şahsî işlerinde, mesleklerinde daima daha iyiye varmak, daha mükemmele ulaşmak, daha güzeli elde etmek aynı zamanda milletimiz için, vatanımız için, devletimiz için daha yükseğe çıkmak, daha kalkınmış, daha ileri bir duruma gelmek isteğiyle, ihtirasıyla yol aramak, çare aramak, çalışmak gerektiğini ortaya koymak istemekteyiz. Bunun içindir ki, gelişmecilik ilkesini millî doktrinin içine koymuş bulunmaktayız. Bu duygu, bu ihtiras çok olumlu bir duygudur; olumlu bir ihtirastır. İnsan enerjisinin, gençlik enerjisinin kanalize edilmesini gerektiren en meşru, en yararlı bir ihtirastır. İçinde bulunduğumuz durum ve şartları düzeltmek, daha iyi yapmak, daha ileriye götürmek, daha olgun hâle getirmek, daima bunu düşünmek, bunun yollarını araştırmak, bunun için çalışmak, bunun için çırpınmak insanlığı yükselten en kutlu duygu ve düşünceyi teşkil etmektedir. Böyle bir düşünce, böyle bir istek ve görüşten yoksun olan kişiler ve toplumlar sürünmeye mahkum varlıklardan başka bir şey kabul edilemezler. Bunun için, bütün Türk milleti daima daha iyiyi arayacağız. Daha olguna varmak için tedbirler düşüneceğiz, çalışmalar yapacağız, gece demeden, gündüz demeden her şeyin en güzelini, en iyisini, en olgununu elde etmek için uğraşacağız. Bunu hem kendi yaşayışımızda, kendi mesleğimizde, işimizde sağlamak için çırpmacağız. Hem de milletimizin vatanımızın, devletimizin hızla, bir an önce en yüksek seviyeye çıkarılması, en ileri bir duruma gelmesi için uğraşacağız. Eğer insanlar elde ettikleriyle yetinseler ve "Bu bize yetiyor" deselerdi medeniyetler olduğu gibi kalır, gelişemezdi. Hâlbuki görüyoruz, bundan 40 yıl önceki durum bugün yoktur. Bundan 5 yıl önceki durum da yoktur. Bundan 5 yıl sonra da daima bugünkü durumdan daha ileri gidilmiş, daha birçok yeni şeyler bulunmuş olacak. Çünkü insanlar daima daha iyiyi araştırıyorlar, daha mükemmeli istiyorlar. O hâlde kalkınmamızın ve yaşamamızın dayanacağı temel ilkelerden birisi de daima elde ettiğimizle yetinmemek, daha iyiyi, daha güzeli, daha mükemmeli araştırmak duygusu olacaktır. İşte gelişmeciliğimizin dayandığı ilke budur. • Endüstricilik ve Teknîkçilik : Bugün dünya atom, nükleer ve uzay çağına girmiş bulunmaktadır. İnsanlığın hayatında endüstri, makine ve önemli yeri almış bulunmaktadır. Türk milletinin 300 yıla varan bir dönem içinde uğramış olduğu yenilgiler ve karşılaşmış olduğu felâketler, acılar, gelişen makine gücünün endüstri gücünün karşısında Türk milletinin kol gücüyle, hayvan gücüyle yalın bir durumda kalmış olmasıdır. Bugün bir toplumun güçlü alması her şeyden önce modern sanayi kuruluşu olmasına, teknikte ve endüstride en yüksek seviyeye çıkmış bulunmasına bağlıdır. Yıllarca memleketimizde birtakım tartışmalar olmuştur. Türkiye bir ziraat memleketi mi olmalıdır, ziraatını mı geliştirmelidir, sanayileşmeye fazla yönelmemeli midir, yönelmeli midir? gibi tartışmalar ortaya atılmıştır. Modern bir toplum olmak, güçlü bir devlet, millet hâline gelmek için Türkiye'nin en kısa zamanda dünyanın en ileri endüstri ülkesi hâline gelmesi gerekmektedir. Bu tarımın ihmal edileceği, tarımın terk edileceği anlamına gelmez. Türk milleti endüstri sahibi bir toplum olmakla beraber tarımını da modernleştirerek, tarıma da aynı derecede önem verecek ve modern bir tarım kuracaktır. Esasen modern bir tarım kurmak da endüstrisiz mümkün değildir. Bunun için; Türkiye tarıma yönelmelidir, bir tarım ülkesidir. Tarım üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırması daha doğru olur. Endüstri yönünden de tarımla ilgili hafif endüstri kurmakla yetinmelidir, görüşü doğru bir görüş değildir. Türkiye ağır endüstriye dayanan ve her çeşit fabrikaları, modern aletleri, makineleri yapabilecek kapasitede bir endüstri sahibi olmak zorundadır. Bunun için millî doktrin Dokuz Işık'ın içerisine ilimcilik ilkesi bulunmakla beraber ayrıca bir endüstricilik, teknikçilik ilkesi de konulmuştur. Yaşadığımız çağ teknik çağıdır. Bugün insanlar artık uzaya gitmektedirler, Ayı ziyaret etmektedirler. Yarın diğer yıldızlara da gitmeleri şüphesiz mümkün olacaktır. İleri milletlerin bu derecede teknik alanda, endüstri alanında atılım yaptıkları bir çağda Türkiye'nin endüstri ve tekniği ihmâl etmesi düşünülemez. Türkiye'nin 300 yıllık geçirdiğimiz son dönem içerisinde bir türlü kalkınamamış olmasının önemli bir sebebi, ağır endüstriye ve teknikçiliğe gerekli önemi vermemiş olmamız, bir an önce bunu Türkiye'de kurmak, geliştirmek için kuvvet yoğunlaştırması, gayret yoğunlaştırması yapmamış olmamızdır. Türkiye ile. ileri milletler, ileri devletler arasındaki geri kalmışlık mesafesi 300 yıldır küçülmemiştir, aksine büyümüştür. Bundan 100 sene önceki Türkiye ile 100 sene önceki ileri Avrupa ülkesi İngiltere, Almanya veya Fransa arasındaki geri kalmışlık mesafesi geçirdiğimiz 100 yıl içinde kapanmak şöyle dursun aksine olarak daha büyümüştür. Bugün ileri milletler artık füzelerle uzaya çıkabilme imkânını elde etmişlerdir. Türkiye ise hâlâ elektrik çağına girmek için uğraşmaktadır. İşte bütün bunları dikkate alarak Türk milletinin bir an önce refaha kavuşması, mutlu olması ve her tehlikeye karşı kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hâle gelebilmesi için Türkiye'yi büyük bir seferberlik yaparak en kısa zamanda en ileri bir endüstriye sahip kılmak ve teknikte en ileri bir toplum haline getirmek başlıca amacımızı teşkil etmektedir. Bugün dünya atom ve füze çağından içeriye girmiştir. Artık buhar çağı geride kalmıştır. Elektrik çağı da arkada kalmak üzeredir. İnsanlık yeni bir çağa giriyor. Bu çağ atom ve füze çağıdır. Bu ne ile mümkün olabilir? Teknikle mümkün olur ve bir de milletlerin endüstri sahibi, ağır endüstri sahibi olmalarıyla mümkün olur. Endüstri de yine neye dayanır? Tekniğe dayanır. O hâlde teknik sahada en ileriye gitmek, yükselmek ve büyük endüstri sahibi olmak, kalkınmamız için, kurtuluşumuz için temel ilkelerimizden bir diğeridir. Ana ilkelerimizi bu şekilde özetlediğimi zannediyorum. TÜRK MİLLETİNE yararlı olabilmek için bu ilkelerin uygulanmasında ULU TANRI'dan bize güç ve imkân vermesini dilerim. Ancak bunu yaparken geçmişimize karşı hakaret ve onunla olan bağlantıyı kesmeyi asla düşünmüyoruz. Çünkü millet devamlı olarak bir akıştır. Onun hayatının herhangi bir yerden kesip , evvelkini silip çıkarmağa imkân yoktur. Onun için gelişmecilikte devamlılığı esas kabul ediyoruz. Yani yapacağımız bütün faaliyetlerde, bütün ilerleme ve kalkınma hamlelerinde yapacağımız bütün işlerin millî ruhumuza ve millî geleneklerinize uygun olması esasını kabul ediyoruz. Gelişmecilik ilkesiyle kast ettiğimiz görüşün özeti budur.
-
insanlar ülkü ocaklarına nasıl bakıyor?
• İlimcilik Bugün dünya üzerinde ilimdeki büyük gelişmeler insanlığa uçsuz bucaksız gelişme ve mutluluk ufukları açmıştır. Bir memleketin refahlı olması, güçtü olması her şeyden önce o memlekette yaşayan insanların ilimde, teknikte ileri bir seviyeye ulaşmış olmaları ile mümkündür. Bir milletin askerî gücü de ilim ve teknik gücüne, medeni seviyesine bağlıdır. İlimde, teknikte geri kalmış bir ülkenin insanları ne kadar kahraman yaratılıştı olurlarsa olsunlar, onların millî savunma yönünden, askerlik yönünden güçlü olmaları mümkün değildir. Bu sebeplerden Türkiye'yi kalkındırmayı düşünürken Türk milletinin hızla bir an önce refaha kavuşmasını, mutluluğa kavuşmasını ve güçlü bir varlığa sahip olmasını sağlamak için ilim ve teknikte büyük bir ilerleme kaydetmek mecburiyetindeyiz. Bunun için Türkiye'nin ilimde, teknikte süratle en yüksek seviyeye çıkmasını, hızla modern sanayii kurmasını, tarımını modernleştirmesini sağlamak için dünya çapında yüksek kaliteli, liyakatti ilim adamları ve teknisyenler yetiştirmek zorunluluğu vardır. Bu vasıfta insan gücü yetiştirmedikçe Türkiye'nin ilimde, teknikte süratte ilerlemesi ve modern sanayie sahip olması, tarımını modernleştirmesi mümkün olamaz. Bunun için Türkiye her şeyden önce öğrenimde bulunan gençler içinden en kabiliyetlilerini seçerek bunlara geniş öğrenim imkânları sağlamalı ve süratle dünya çapında her konuda yüksek seviyeli ilim adamları ve teknisyenler kadrosunu kurmalıdır. İster matematikte, ister fizikte, ister kimyada, ister tarım bilgilerinde, ister sosyal bilimlerde olsun dünya çapında ve en yetenekli ilim adamları yetiştirmek ve Türkiye'yi kalkındırmaya yetecek bir ilim adamları kadrosunu teşkil etmek Türkiye için başlıca önemli meseleyi teşkil etmektedir. Bugüne kadar Türkiye'yi idare eden iktidarlar bu konuyu karıştırmışlardır. Türkiye için her kasabada ortaokul, liseler açmak, her yerde okulları çoğaltmak başlı başına Türkiye'nin meselelerini çözmeye yetmez. Öncelikler tespit etmek zorunluluğu vardır. Öncelikleri düşündüğümüz zaman da, Türkiye'nin kalkınmasını sağlamada birinci öncelik yüksek seviyeli, liyakatli ve üstün kaliteli ilim adamları, teknisyenler kadrosunu kurmaya önem vermek gerekmektedir. Birinci öncelik buradadır. Böyle bir kadro kurulduktan sonra bu kadronun varlığı sayesinde Türkiye'nin süratle modern sanayie sahip olması ve tarımını modernleştirmesi mümkün olacaktır. Ve bu üstün, seçkin ilim adamları kadrosu sayesinde Türkiye ilim ve teknik yönünden büyük bir güç elde etmiş olacaktır. Buna işaret etmeyi çok gerekli saymaktayım. Bunun yanı sıra millî eğitimin ele alınması ve millî eğitimin Türkiye'nin ilimde, teknikte süratle dünyanın en ileri gitmiş ülkesi haline gelmesini sağlayacak bir plânlama yapmak ve buna göre bir millî eğitim faaliyeti göstermek gerekmektedir. Millî eğitimin başlıca dört gayesi olduğu ortaya konulmalıdır. Bu gayeleri sırayla şöyle ifade edebiliriz : Birincisi, Türk insanını yaşı ne olursa olsun Türk milletinin tarihinden şuur almış olan, Türk geleneklerinden şuur almış olan, Türk milletinin milliyetçilik duygularıyla ve manevî değerleriyle beslenmiş olan insanlar olarak yetiştirmek teşkil etmelidir. Millî eğitimin birinci gayesi bu olmalıdır. Türk insanını Türk milletinin örnek bir kişisi, Türk milletinin bütün vasıflarını üzerinde taşıyan müşterek vasıfları benimsemiş insan olarak yetiştirmek olmalıdır. Kendi tarihinden habersiz, geleneklerinden habersiz, örfünden habersiz, manevî değerlerinden habersiz çıplak bir varlık olarak insanlarımızın yetişmesi, yurdumuzun büyük zaafını teşkil etmektedir. İkinci gaye : Millî eğitim Türk milletinin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına göre hedeflerini tayin etmeli ve Türk insanı ona göre yetiştirmelidir. Türk milletinin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları önce tespit edilmelidir. Yani Türkiye'nin modern sanayii kurması, Türkiye'nin modern tarım kurması, Türk toplumunun kalkınması için ne kadar doktora ihtiyacı vardır, ne kadar kimyagere ihtiyacı vardır, ne kadar mühendise ve yüksek mühendise ihtiyacı vardır, ne kadar makine mühendisine ihtiyacı vardır, ne kadar öğretmene ihtiyacı vardır, ne kadar tornacıya, tesfiyeciye ihtiyacı vardır ; bunlar gayet dikkatli olarak, ilmî bir şekilde tespit edilmeli ve Türk toplumunun bu sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına göre Millî eğitimin hedefleri tespit edilerek ona göre okullar açılmalı, ona göre teşkilâtlanma yapılmalı ve bu okullara ona göre öğrenciler alınarak bu hedeflere göre Türk insanı eğitilerek yetiştirilmelidir. Millî eğitimin üçüncü gayesi : Türk insanını topluma yük olmadan yaşayacak, üretici olarak yetişecek ve topluma katkıda bulunacak şekilde yetiştirmesi esas olmalıdır. Okullardan birtakım gereksiz bilgi yüküyle yüklenmiş ve gözünü devlet kapısına dikmiş, devlet kapısında memuriyet peşine düşmüş insanlar yetiştirmek özellikle bundan sonra, memleketimiz için çok zararlı ve tehlikelidir. Türk insanını üretici olacak şekilde yetiştirmek, Türk toplumuna katkıda, bulunacak şekilde yetiştirmek, hem bu şekilde bilgili yetiştirmek, kabiliyetli yetiştirmek hem de bu ruhta ,bu anlayışta; bu zihniyette yetiştirmek büyük önem taşımaktadır. Dördüncü gaye : Bugün dünya üzerinde tekniğin, teknik bilginin önemi hayatî derecede artmıştır. Bunun için Türk çocuklarını teknik eğitime yönelik yetiştirmek gerekmektedir. Türk çocuklarını, Türkiye'nin ihtiyacı olan kalkınmayı sağlayacak bir eğitim göstererek yetiştirmek yoluna gidilmelidir. İlim ve teknik milletlerin sayısı ne olursa olsun, durumu ne olursa olsun diğer milletler arasında durumunu sağlamlaştırmakta ve etkin hâle getirmektedir. Bunun için bu konu Türk milleti için de hayatî değer taşımaktadır. Karşılaşılan her olayı, önümüze getirilen her meseleyi gördüğümüz her işi ön yargılardan ayrılarak, art ;düşüncelerden sıyrılarak gerçekçi' bir gözle göstermek ve ilim zihniyetiyle bunu muhakeme etmek değerlendirmek başlıca usul olmalıdır. Her çeşit peşin hükmü kafalardan bir kenara bırakacağız. Her olayı incelerken ilim metodunu takip edeceğiz. Bu da nedir? Müşahede, inceleme, araştırma, analiz, tecrübe ve müspet sonucu bulmak. Demek ki, bütün memleket meseleleri ile ilgili olayları, tutumları düşünürken en doğru neticeye varabilmek için uygulayacağımız îlke ilim metodu, ilim mantalitesi olacaktır ve bütün faaliyetlerimizde bize yol gösterici olarak ilmi önder kabul edeceğiz. Bunu da görüşümüze esas olarak almakta çok fayda gördük. Çünkü çoğu zaman birçok kimseler ilk hamlede ortaya ön yargılarla, art düşüncelerle çıkıyor ve daha ilk anda muhakeme yürütüp, doğru sonuca varma yolların tıkamış oluyor. Bunun için ilimciyiz. İlimcilikten de kastettiğimiz şey,yukarıda da belirttiğimiz gibi olayları incelerken, ilim mantalitesini, ilim metodunu kullanmak ve her işimizde ilmi kendimize önder kabul etmektir. Yalnız ve sadece ilmi , müspet ilmi önder kabul edeceğiz. • Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik : İnsanlar için mutluluk her şeyden önce hür olmaya bağlıdır. İnsanlığı aşağılatan en tiksindirici hâl insanların köle olmaları, köle yapılmalarıdır. Biz millî doktrin Dokuz Işık'ta ne başkalarını uşak olarak kullanmayı, ne de başkalarına uşak olmayı kabul eden bir görüşü esas almış bulunmaktayız. İnsanları aşağılatan, en tiksindirici hâl olan, köleliğe karşıyız. Türk milletinin, Türk toplumunun her manada özgür olmasıyla mutlu olacağına, yükselebileceğine inanmaktayız. Bu bakımdan her ne bahane ile olursa olsun, her ne isim altında olursa olsun insanları hürriyetsizliğe sürükleyen her çeşit davranışa karşıyız. Hürriyet derken sadece siyasî hürriyeti değil, ekonomik hürriyeti, sosyal hürriyeti, ilim hürriyetini, kısacası İnsan Hakları Beyannamesi'nde ve Birleşmiş Milletler Anayasası'nda ifadesini bulan tüm hürriyetleri bir bütün olarak kastetmekteyiz. Türk milleti için uygun gördüğümüz yönetim sistemi de "Hürriyetçi demokrasi" sistemidir. Bu bakımdan demokratik nizamın korunması, geliştirilmesi ve demokratik nizam içinde halkın desteğinin sağlanması Dokuz Işık görüşü için başlıca esastır. Hürriyetçilik ilkesiyle beraber Halkçılık deyimini de kullanmaktayız, "halkçılık" deyimiyle kastedilen şudur: Her şeyin halkla beraber, halk için olması ve halka doğru olması ve halk tarafından olması. Halkın yaşayışını paylaşarak, halkın yükseltilmesini birinci plânda düşünerek, halkın dertleriyle yoğrularak halkla el ele iş birliği yapmak suretiyle halk için ve halk tarafından her hareketin düzenlenmesi ve yürütülmesi fikrini kastetmekteyiz. Halka rağmen hareket etmeyi doğru ve uygun bulmamaktayız. Türk milletinin yükselişi, milliyetçilik ülküsünün siyasî hareket olarak gelişmesi her şeyden önce "halk demokrasilinin Türkiye'de yaşatılmasına, ve geliştirilmesine bağlıdır. Türk milliyetçiliğinin korunması ve hedefine varması demokrasiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Bunun için halkçılık ve hürriyete dayanan halk idaresi millî doktrinin temel görüşüdür. Yalnız memleketimizde hürriyet birçok zamanlar kalıp, klişe hâlinde siyasî bir manada anlaşılmış, kabul edilmiştir. Böyle bir hürriyet yaşayan bütün insanlar için, bütün milletler için hürriyet olmaktan çok zaman uzak kalmıştır. Hürriyet deyince, siyasî hürriyeti esas almayacağız, hürriyeti bütün bölümleri ile beraber düşünmek ve o şekilde bir hürriyeti istemeyi esas kabul ediyoruz. Bunlar Birleşmiş Milletlerin Anayasası'nda yer almış olan hürriyetlerdir. Bu, söz hürriyeti, yazı hürriyeti, bilim hürriyeti, sosyal hürriyet, ekonomik hürriyet, korkudan ve baskıdan azade olmak hürriyeti ve sefaletten kurtulma hürriyeti gibi bütün hürriyetleri içine alan bir hürriyet görüşüdür. Bir insana hürsünüz işte size siyasî haklarınızı tanıyoruz, istediğiniz yere reyinizi verebilirsiniz", fakat arkasından el altından "Şu tarafa rey vermezseniz işinizden çıkarırım" korkusunu, tehdidini koyarsanız, onun hürriyeti bir mana ifade etmez. Veyahut "Bu tarafa rey verirseniz akşam eve giderken beş tane adamım sizi çevirir, adamakıllı döver" gibi tehdit eder bir durum ortaya çıkarsa, hürriyetin anlamı kalmaz. Yani hürriyetin gerçek hürriyet olabilmesi için Birleşmiş Milletler Anayasası'nda ayrı ayrı sayılmış olan bu hürriyetlerin bütün olarak herkese sağlanmış olması şarttır. Hürriyetçilikle beraber şahsiyetçiliği de esas alıyoruz. İnsanlar şahıslarına karşılıklı saygı ve karşılıklı teminat içinde bulunmalıdırlar. İnsanlar her zaman hakarete uğrarlarsa, her zaman haklarından emin durumda bulunmazlarsa, o insanların o memleket içinde faydalı olmaların huzur içinde olmalarına ve mesut olmalarına imkân yoktur. Onun için bu prensibimizi de hürriyetçiyiz ve şahsiyetçiyiz diye ifade ediyoruz.
-
insanlar ülkü ocaklarına nasıl bakıyor?
• Toplumculuk Toplumculuk demek : Toplum menfaatinin, toplum varlığının, kişi varlığının üzerinde gözetilmesi demektir. Bu ilke de Türk töresinden kaynağını almaktadır. Türklerin tarih boyu yaşayışlarında daima milletin varlığı, vatanın menfaatleri, devletin menfaatleri ve varlığı kişi varlığının üzerinde, kişi varlığının önünde yer almıştır. Onun için millî doktrin Dokuz Işık'ın toplumculuk ilkesi de bu görüşü ortaya koymak için millî doktrin içinde yer almıştır. Kişiler, toplumun yararını, toplumun yükselmesini, Türk milletinin korunmasını, yükselmesini, yaşatılmasını her şeyin üstünde görecekler ve her hareketi Türk milletine yararlı mı yoksa zararlı mı olur düşüncesiyle değerlendireceklerdir. Bu ilkenin genel anlamda ifadesi budur. Toplumculuk görüşü başlıca iki bölüme ayrılır. Birincisi : Ekonomik görüşü teşkil eden bölümdür. Diğeri ise sosyal yapıyı ilgilendiren, sosyal görüşü temsil eden bölümdür. Ekonomik görüşümüzü şöylece ifade edebiliriz. Türk milletinin süratle kalkınması, tarımını modern hâle getirmesi ve modern sanayi kurması gerekmektedir. Bize göre Türkiye bir tarım ülkesi olarak kalamaz. Türkiye'nin sadece bir tarım ülkesi olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Buna karşılık Türkiye'yi tarımı ihmal ederek yalnız sanayi ülkesi hâline getirmek de düşünülemez. Bir milletin güçlü olması, bir milletin refahlı ve mutlu olması hem tarımda hem de sanayide dengeli bir şekilde kalkınmış, ilerlemiş bulunmasına bağlıdır. .Bunun için. biz tarıma da en yüksek önemi vereceğiz, sanayileşmeye de en yüksek önemi vereceğiz ve her iki alanda milletimizin süratle ileri gitmesini sağlayacak tedbirleri alacağız. Tarımımızı ilme ve tekniğe dayanan modern bir tarım hâline getireceğiz. Türkiye'mizi süratle sanayileştireceğiz ve her çeşit modern makineleri, fabrikaları, araçları, gereçleri kendi ilim adamlarının, teknisyenlerinin bilgisiyle ve kendi insanlarının el emeğiyle kendi topraklarında kurulmuş fabrikalarda yapabilen bir hale getireceğiz. Ülkemizin kısa zamanda refaha kavuşabilmesi için tarımda ve sanayide modern, standart kitlevî çok üretim sağlamak başlıca hedefimizi teşkil edecektir. Çok üretim ancak Türkiye'yi refahlı yapabilir ve sıkıntılardan kurtarabilir. Bununla beraber, bunlardan ayrılmaz kabul ettiğimiz diğer bir görüş de gerek devlet idaresinde, gerek milletimizi meydana getiren her vatandaşın yaşayışında, tasarrufu hâkim kılmak görüşüdür. Yurdumuzda büyük israflar yapılmaktadır. İsrafların önlenmesi ve her alanda tasarrufa gidilmesi sermaye birikimi sağlamakta ve Türkiye'nin süratle kalkınmasını teminde başvuracağımız tedbirlerden birisi olacaktır. Çok üretim sağlamak, çok ihracatta bulunabilmek ve aynı zamanda tasarrufu hâkim kılan bir yaşayışı memleketimizde yürürlüğe koymak Türkiye'mizin kalkınmasını sağlayacak genel esaslardır. Bunları belirttikten sonra Türk milletinin kalkınması için uygulayacağımız model nedir? Bu model "Üçlü Esasa Dayanan Karma Ekonomi" modeli olacaktır. Yeni hem özel teşebbüs desteklenecek, yardım görecek hem devlet eliyle kamu yatırımları yapılacak hem de bunlardan başka milletimizin insanlarını sosyal dilimler, gruplar hâlinde, kooperatifler hâlinde, üretim ve tüketim birlikleri hâlinde teşkilâtlandırarak, tasarruf sandıklan kurarak, Meyak gibi, Oyak gibi kuruluşlar meydana getirerek millet eliyle yatırımlar yapılması sağlanacaktır. Özel sektör, kamu sektörü, ve millet sektörü hâlinde Türkiye ekonomisinin tanzimi sağlanacaktır. Türk milletini altı sosyal dilim hâlinde mütalâa etmek mümkündür. Bugün milletimizi meydana getiren insanların yaşayışları, mesleklere bölünmeleri yönünden incelediğimiz zaman % 65'ini teşkil eden kısmının köylü olduğunu, köylerde yaşadığını ve çiftçilikle geçindiğini görmekteyiz. Bunlardan başka sayılan 4,5-5 milyonu bulan bir esnaf kütlesinin bulunduğu da bir gerçektir. Bunun yanı sıra bir memur tabakasını, sayısı bugün 3 milyonu bulan bir işçi grubunu görmekteyiz. Bunlardan başlıca da serbest meslek erbabı dediğimiz bir grup vardır. Avukat gibi, doktor gibi eczacı gibi kendi bilgileri ve emekleriyle serbest olarak çalışan insanlarımızın meydana getirdiği bir grubu görmekteyiz. Bunların yanı sıra bir de iş veren grubu vardır. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz. Köylü dilimi, işçi dilimi, esnaf dilimi, memur dilimi, iş veren dilimi, serbest meslek mensupları dilimi. Böylece, Türk toplumunun bugünkü sosyal yapısı itibarıyla 6 sosyal dilimden meydana geldiği görülmektedir. Dokuz Işık'ın ekonomik görüşüne göre bu 6 sosyal dilimin kendi içerisinde teşkilâtlandırılması gerekmektedir. Kendi içinde bu sosyal dilimin ayrı ayrı bir tasarruf teşkilâtı kurması gerekmektedir. Millî doktrinin görüşüne göre mülkiyet hakkı insanlar için vazgeçilmez, kutsal bir haktır. İnsan tabiatına uygun bir haktır. İnsan kendisinin olan bir şeye sahip çıkar. Kendisinin olan bir şeyi korur, saklar, onun bakımını sağlar. Kendisinin olmayan bir şeyle ilgisi zayıflar veya hiç kalmaz Bunun için milli doktrin Dokuz Işık mülkiyeti insan haklarının vazgeçilmez bir bölümü kabul etmektedir. Fakat mülkiyetin kapitalist sistemde olduğu gibi belirli kimselerin elinde yığılmasına ve mülkiyet hakkının başka kimselerin üzerinde sulta kurmak vasıtası olarak kullanılmasına karşıdır. Dokuz Işıkçı ekonomik görüş, bir toplumda, o toplumu meydana getiren kişilerin her birinin ayrı ayrı mülkiyet sahibi olması görüşündedir. Onun için millî doktrin mülkiyeti bütün vatandaşlara, halka yaygınlaştırma ilkesini kabul etmiştir. Bu maksatla her sosyal dilim bir tasarruf sandığına, bir tasarruf teşkilâtına, sahip olacaktır. Hisse senetleri vasıtasıyla, kurulan fabrikalar, kurulan tesisler bu tasarrufları yapan vatandaşlarımızın malı olacaktır, mülkü olacaktır. Böylece her vatandaşa mülkiyet hakkı sağlanacak ve mülkiyet yaygınlaştırılmış hâle getirilecektir. Dokuz Işık'ın öngördüğü ekonomik model budur. Bunun yanı sıra Türkiye'nin kalkınması için hızlı, büyük yatırımlara girişmek ihtiyacı vardır. Hızlı büyük yatırımlara girmek ihtiyacı dolayısıyla büyük sermaye birikimine ihtiyaç vardır. Bugün biliyoruz ki Türkiye'de büyük sermaye birikimi şöyle dursun, normal sayılacak bir sermaye birikimi dahi yoktur. O hâlde süratli büyük yatırımları sağlamak için bu büyük sermaye birikimi nasıl sağlanır, nasıl temin edilir? Bunların temini için Dokuz Işık'ın öngördüğü yollar şunlardır: Birisi millet sektöründe açıklandığı üzere Türk milletinin tasarrufa sevk edilmesi ve bu tasarruf dolayısıyla her vatandaşın sahip olduğu küçük imkânların birleştirilerek büyük sermaye birikimi sağlanması yolu olacaktır. İkincisi halkın kullanılmayan emeğinin kullanılması. Halk enerjisinin seferber edilmesi yoluna başvurulacaktır..... Biliyoruz ki insan emeği zamana bağımlı olarak değerlendirilmedikçe, zaman aşımıyla muhafazası, depolanması ve gerektiği zaman kullanılması mümkün olmayan bir varlıktır. Bu sebepten insan emeğini zamanında, ilmi şekilde, randımanlı şekilde değerlendirmek gerekmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye'nin kalkınmasını sağlamada öncelikler tayin etmek zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bugüne kadar Türkiye'yi idare eden iktidarlar, bu öncelikler tayininde yanılmışlardır veyahut da öncelik tayinini düşünememişlerdir. Türkiye'nin bir an önce kalkınması, refaha kavuşması, güçlü hâle gelmesi her şeyden önce onun modern sanayie sahip olması, modern tarıma sahip olmasıyla mümkündür. O hâide yatırımları öncelikle bunu sağlamaya yöneltmek lâzımdır. Süratle Türkiye'nin bütün tarımını teşkilâtlandırmak, modern hâle getirmek ve Türkiye'yi süratle sanayileştirmek yönüne yatırımları yoğunlaştırmak lâzımdır. Buna katkıda bulunmayan alanlara yatırım yapmak doğru değildir. Bunları daha sonraya bırakmak lâzımdır. Misal ne olabilir? Misal; süslü binalar yapmak, opera binaları yapmak, kapalı spor salonları yapmak gibi faaliyetlerdir. Bunu söylemekle spor faaliyetlerine karşı olduğumuz veyahut sanat faaliyetlerine, tiyatro faaliyetlerine karşı olduğumuz anlamı çıkmamalıdır. Fakat öncelikle Türk üretimini arttıracak. Türkiye'nin üretimini çoğaltacak ve bu yoldan .Türkiye'nin gelirini, iktisadi gücünü artıracak faaliyetlerin yapılması gereklidir. Gelir sağlandıktan sonra, refah sağlandıktan sonra bu gibi imar faaliyetlerinin yapılması çok kolaylaşmış olur. Bunları bir sıraya koymak görüşünü savunmaktayız. Yani biz, hemen ekonomiye katkıda bulunmayan ve üretimin artışını sağlamayan yatırımlara ölü yatırım demekteyiz. Türkiye'yi kalkındırmak için ölü yatırımlardan kaçınmak lâzımdır. Ölü yatırım dediğimiz zaman şunu kastetmekteyiz: Yatırdığımız sermayenin hemen Türk ekonomisine fazla üretim sağlamayan, fazla gelir sağlamayan teşebbüsler demektir. Biz buna karşıyız. Bunu hatalı bulmaktayız. Bunun yanı sıra memleketin sahip olduğu, tabiî birçok imkânları süratle değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye'nin hızla kalkınmasında başvurulması icap eden tedbirlerden biri de sahip olduğumuz tabiî kaynaklan süratle seferber etmek, değerlendirmektir. Bundan başka çeşitli ekonomik faaliyetler ve dış ticaret konularında da devletçe enerjik tedbirler alınması görüşündeyiz. Toplumculuk ilkesinde gözettiğimiz hususlar üç ayrı bölümde açıklanabilir: l- ÖZEL TEŞEBBÜS : Toplumun kalkınmasında özel teşebbüs desteklenecek, himaye edilecektir. Ancak bu konuda iş verenle işçinin karşılıklı olarak haklarının korunması ve bu iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde kontrol, tanzim ve nezaret altında bulundurulması şarttır. Demek ki, özel teşebbüsü korumak, himaye etmek prensibimizdir; desteklemek, teşvik etmek amacımızdır. Fakat bunu yaparken iş veren işçi ilişkilerini karşılıklı olarak iki tarafın da haklarını koruyacak ve her iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde denetlenmesi, düzenlenmesi, nezaret altında bulundurulması esasını şart koşuyoruz. II-KÜÇÜK SERMAYENİN BİRLEŞMESİ : Memleketimizde yapılması gereken pek çok büyük iş vardır. Bunların başarılması için halkın elindeki küçük tasarrufların teşvik edilerek, devlet tarafından tanzim ve organize edilerek birleştirilip halkın sermayedar olacağı büyük ekonomik teşebbüslere girişilmesini gaye edinen bir görüşe sahibiz. Ayrı aynı kimselerin elinde bulunan küçük tasarruflar, mesela, on bin kişinin yirmi bin kişinin katılıp birleşmesiyle büyük sermaye hâline gelir ve bu sermaye büyük tesislerin kurulmasını sağlar. Bu nasıl olacaktır? Halkımız buna alışmıştır. Halkı buna teşvik etmek, alıştırmak, cesaretlendirmek, organize etmek ve ön ayak olmak devletin görevleri arasında olacaktır. Bunun dışında yapılması icap eden birçok büyük işin ayrıca yine devlet eliyle bizzat ele alınarak başarılması gerekir. Bugün Amerika gibi en kapitalist memleketlerde dahi, bazı büyük işler vardır ki, tamamıyla devlet tarafından yapılmaktadır. Bunlar meselâ : Atom, füze araştırmaları ve ilmî araştırmalar gibi büyük organizasyon isteyen, büyük masraflar isteyen işlerdir. Bunların tamamıyla devletçe ele alınıp planlanması ve süratle başarılması esasını içine alan bir görüşü tutuyoruz. III- SOSYAL YARDIM VE GÜVENLİK TEŞKİLATI : Bu da, Türk milletini içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve güvenlik teşkilâtı meydana getirmek görüşüdür. Türk milleti bugün sosyal bakımdan organize edilmemiş, dağınık bir durumdadır. Eskiden onun birtakım sosyal bağları, sosyal kuruluştan vardı. Bunlar dağıldı, yıkıldı. Meselâ eskiden vakıflar vardı, mahalle heyetleri vardı. O günün şartlarına göre, zamana uygun düşecek birtakım sosyal ve ekonomik organizasyonlar vardı. Loncalar vardı, loncaların da aynı zamanda sosyal fonksiyonları vardı. Bunlar zamanla yok oldu, kalktı. Bugün milleti tekrar organize etmek lâzım geliyor. Bunların en başında gelen işlerden birisi de bütün halkı içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve sosyal güvenlik teşkilâtı kurmaktır. Yani Türkiye içerisinde hiç kimse sahipsiz, yardımsız, himayesiz, desteksiz, işsiz kalmamalı, kalmak korkusuna düşmemelidir. Bir ailenin reisi mi öldü, çocukları, ailesi mutlaka bu teşkilât tarafından derhâl himaye edilmelidir. Çocukları okuyacaksa okutulmalı, tahsillerine devam ettirilmelidir. Ailesine iş bulunmalıdır. Bütün bu problemleri üzerine alan bir organizasyon meydana getirilmelidir. Böyle bir organizasyon olmaksızın cemiyette büyük haksızlıklar, büyük facialar meydana gelir ve böyle bir durum milleti sıhhatli olmaktan çıkarır. Birçok yerlerde sizler, kendiniz de, bu gibi olaylara her hâlde tesadüf ediyorsunuz. Birçok facialar görüyorsunuz, işitiyorsunuz. Bunları önleyecek böyle bir organizasyon kurmayı esas kabul eden bir görüşün sahibiyiz. Yani toplum içerisinde herkes bilecek ki, her-, kesin sosyal güvenliği sağlanmıştır. İş mi? Başvuracaksınız, iş verecek. Hastalık mı? Tedavi görecek. Tahsil mi? Çocuğuna tahsil imkânı sağlayacak. Ayrıca sağlık ve adalet güvenliği, sağlanmasını düşündüğümüz bir diğer iştir. Yani bir dava ve mahkeme konusu olduğu zaman, vatandaş ihtiyacı olan avukat, mahkeme masrafı ve diğer zaruri masraflar gibi yardımları kolayca elde edebilmelidir. Bugünkü gibi öyle parası olanın kendisine çifter çifter avukat tutup, şahit masraflarını ödeyip hukuk imkânlarından rahatça faydalanması ve parası olmayan vatandaşların ise, bunlardan yoksun kalarak haklarını koruyamaması durumu ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca ceza ve tevkif evlerinin durumu da insanlığa yakışır şekilde ıslâh edilmeli ve oraya düşen vatandaşlar tam bir imkân eşitliğine kavuşturulmalı, henüz sanık durumunda olan vatandaşın haysiyeti korunmalıdır. Toplumculuk ilkemizin içine aldığı önemli bir husus da şudur: Türk milleti yüzyıllar boyunca büyük ihmallere uğramış, sıkıntılara düşmüş, felâketler geçirmiş bir millet olduğu için özellikle halk ve köylü, aydınlara, kendisine yol göstermeye, yardım etmeye gelenlere karşı güvensizdir ve aynı zamanda ümitsizdir: Yani kötümserdir. Bunun en açık misalini şarkılarımızda, türkülerimizde görürüz. Daima bir kötümserlik sonucu olarak halkımızda hareket, büyük hamle yapma kabiliyeti durdurulmuştur. Bunu açmak lâzım. Büyük işlerimizi, büyük tasarılarımızı çözebilmek için halk enerjisini seferber etmeliyiz. Halkı uyandırmalıyız. Halkı uyandırabilmek için de güzel sanatları bu amaçla seferber etmeliyiz. İnsanlara, önce neş'e, yaşama sevinci ve şevk aşılamalıyız. Heyecan aşılamalıyız. Neş'e, ümit ve şevk duyan insan yorulmadan çalışabilir : Enerji gösterebilir. Ümitsizliğe düşen, kötümserliğe düşen insan yaşama iştahını kaybeder. Çalışma, kuvvetini kaybeder. Bunu kendi hayatımızda birçok kere duymuş, üzgün olduğumuz zamanlarda çalışma isteğimizin olmadığını anlamışızdır. İşte Türk milletinin kalkınması için başvuracağımız önemli çarelerden birisi budur. Sanatı, kültür faaliyetlerimizi, halk! heyecana getirmek; ona ümit, zevk, neş'e vermek ve böylece halk enerjisini seferber ederek hareket yaratmak istikametinde kullanmalıyız. Bunun için de biz bir ilke olarak diyoruz ki, sanat toplum için, toplum yararına kullanılacaktır! Toplum yararı için seferber edilecektir. Böyle boşa giden halk enerjisini (ki, bizim halkın büyük bir çoğunluğu senede üç buçuk ay çalışıyor, geri kalan sekiz buçuk ay bu enerji heder oluyor.seferber edip, erozyon problemimizin çözülmesi, memleketin ağaçlandırılması, sulama işleri, yol meseleleri gibi büyük meselelerimizin haili yolunda faydalanmalıyız. Bu arada halka yine boş vakitlerini değerlendirecek elişleri, el sanatları, öğretmek, göstermek, okuma melekesi ve kültürünü arttıracak kurslar açmak ve hiçbir dakikasını heder etmeyecek şekilde organize etmek toplumculuk prensibi içine aldığımız hususlardan bir diğeridir.