Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

AsiMeLek

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

AsiMeLek tarafından postalanan herşey

  1. teşekkür ederim ALLAHA EMANET OL arkadaşım saygılarımla...
  2. valla ne der bilemiyorum heralde kesin bana verdiği cevabı verir dinlerin hiç olmazsa azıcık var olan sağduyu tarafını da yozlaştırıyor.arkadaşımız bu cevabı vermiştir.********* ********* bu beklenirdi zaten bilimselci buyur söz sende. saygılarımla....
  3. azına sağlık berker18 arkadaşımız bilimselci bunu yapsa daha iyi olurda resimlere kadar inkar edişe düştüler ne farkederki adamlar rabbimizin yarattıklarını inkar ediyorlar onlarada bu yakışır. saygılarımla...
  4. paylaşımlar paylaşıldıkça değer kazanır birde paylaştığımız bizim özümüz var oluş sebebimizse bu uğurda her şeyi yaparız okuduğun için ben teşekkür ederim saygılarımla...
  5. sonuçta alevi inanç ve kültürünün bir çok dinde, mezhepte, tarikatta izler taşıdığı kanaatindeyim. ne islamın özü olabilme imkanı yoktur, nede islamın dışında kalmamışdır diye düşünüyorum.sadece olan şu İslam=Kuranı kerimdir Buda asla Kuranı kerim=Alevilik değildir. Doğal olarak İslamın özü=ALEVİLİK OLMAZ. ateistlerin aleviyiz demeleri ne demek onu anlamadım ne olduklarını onlar bile şaşırmış bir ataist alevi olmaya başladıysa ateist olmasından alevi olması iyidir diyebilirim en azından her şeyin ALLAHTAN geldiğini iyi biliyor aleviler. Bismillahirrahmanirrahim Siz ey imana ermis olanlar! Eger imaninizi kayberderseniz, Allah,zaman içinde[sizin yerinize] O'nun sevdigi ve O'nu seven insanlar geçirecektir; müminlere karsi alçak gönüllü, hakikati inkar edenlere karsi onurlu; Allah yolunda üstün çaba gösteren ve kendilerini kinayabilecekleri kimselerin kinanmasindan korkmayan[insanlar]: Bu,Allah'in dilegidine bagisladigi lütfudur. Allah (lütfunda)sinirsizdir ve her seyi bilendir. AMİN. saygılarımla...
  6. Şeriât”, bize göre, “Kur’ân ve Allah Rasulü açıklamalarından” ibarettir“Şeriat”, şartlar anlamında... Bir diğer ifadesiyle de; “dini şartlar”, “din’deki şartlar” anlamında.. “Şeriat”ın 2 gayesi vardır;Birinci gayesi; İnsan ölümötesi yaşamda sonsuza dek hayatını sürdürmeye devam edeceği için ölümötesindeki yaşam şartlarına göre kendi şartlarını oluşturmak, o şartlara kendini adapte etmektir! Ki gelecekte içine gireceği ortamlarda belli sıkıntı ve azaplardan kendini kurtarsın, belli güzelliklere erişebilsin! ikinci bir gayesi daha vardır, o da; Kişinin Allah’a ermesidir, Allah’a vuslattır!. Birinci gaye olan “geleceğe kendini hazırlama” dediğimiz noktada yapılacak olan çalışmaların-yapılacak olan ibadetlerin getirisi sözkonusu.. Yani bildiğimiz gibi namazı niye kılıyoruz, niye zikir yapıyoruz, niye oruç tutuyoruz...bunları defalarca izah ettik. Bütün kitaplarda kasetlerde var, bunu herkes biliyor.. Bunların detayına girerek vakit kaybetmiycem... Biz bu çalışmaları yaparak beynimizde belli güçler oluştururuz ve bu elde ettiğimiz güçler ruha yüklenir. 1.ci yönü bu... 2.yön; Allah’a ermektir.Yani esas itibariyle, insanın sadece birimselliğe dönük bir biçimde sadece yiyip içmek , yatıp kalkmak, uyumak vesaire gibi formasyonlar için varolmamış olduğu; insanın varoluşundaki ana gayenin ilâhi özelliklerin ortaya çıktığı şuurlu bir mahal olması ve bu şuurlu mahal olarak da kendi özüne hakikatine vâkıf olması! Şeriat, Allah Rasùlü’nun buyruklarından ibarettir!. Şeriat; Kur’ân ve Hadisten ibarettir!..Çünkü Kur’ân mutlak olarak, direkt ilâhi hükümleri bildirendir...Bunun dışındaki görüşler beşeri-terkîbî kayıtlardır!..Bazıları “şeriat” sözcüğü kapsamına “Kur’ân ve Hadis” yanısıra “kıyâs ve icmâı” da koyar; işte sonuç ve çekilen yönler şeriat bu şekildeyken şeriata kıyas ve icmaı' da koyulduğu sürece bitermi orası rabbime kalmıştır. saygılarımla... alıntıdır."EVRENSEL SİSTEM"İN GERÇEKLERİ
  7. Türlerin Kökeni'nde Darwin iki kavramı birbirine karıştırmştı: Bir tür içindeki varyasyonlar ve yeni bir türün oluşumu. Darwin örneğin, köpek türünün içindeki çeşitliliği gözlemledi ve bu varyasyonların bir gün başka bir türe dönüşeceklerini düşündü. Bugün bile evrimciler bir tür içindeki varyasyonları evrim olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Ancak tür içindeki varyasyonların evrim olmadığı bilimsel bir gerçektir. Örneğin, doğada kaç köpek türü olduğu hiç önemli değildir, çünkü bunların hepsi daima köpek olarak kalacaklardır. Bir türden diğer bir türe geçiş kesinlikle meydana gelmeyecektir. Evrimciler ise, bir türün içindeki varyasyonları teoriye delil olarak göstermeye çalışırlar. Oysa varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. Bir canlı türünün gen havuzunda bulunan bütün özellikler, varyasyon sayesinde çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir. Örneğin varyasyon sonucunda, bir sürüngen türünün içinde diğerine göre biraz daha uzun kuyruklu ya da biraz daha kısa ayaklı cinsler ortaya çıkabilir, çünkü kısa ayak bilgisi de, uzun ayak bilgisi de sürüngenlerin gen havuzunda vardır. Ama varyasyon sürüngenlere kanat takıp, tüy ekleyip, metabolizmalarını değiştirip onları kuşa dönüştüremez. Çünkü bu tür bir dönüşüm canlının genetik bilgisinde bir artış olmasını gerektirir, fakat varyasyonlarda böyle bir durum söz konusu değildir. saygılarımla...
  8. Sen olmasan da, hayalin vardı, Sen olmasan da, şarkılar vardı, Seni hatırlatan... Sen olmasan da, her dakika aklımdaydın. Ben seni sensiz sevdim... Ben seni severken Sen yanımda yoktun ki! Ben seni özlerken Sen bilmiyordun ki! Ben seni sensiz sevdim... Sen yokken bakışların vardı Beynime kazınmış Nereye baksam oradaydılar, Ben seni sensiz sevdim.. Göremesem de, rüyamdaydın, Sevmesen de, kalbimin derinliklerindeydin Ve kimse seni oradan çıkaramayacak. Sen bile! Ben seni sensiz sevdim... Sen olmasan da, hayalin vardı, Sen olmasan da, şarkılar vardı; Seni hatırlatan... Sen olmasan da, her dakika aklımdaydın. Ben seni sensiz sevdim... Sen olmasan da,yıldızlar vardı, Sen olmasan da,bulutlar vardı, Sen olmasan da,günbatımları vardı, Sen olmasan da,denizler vardı... Ben seni sensiz sevdim... Aslında sen hep vardın, Aynı şehirde,aynı sokakta, “Ben sevdanın oturduğu sokakta oturuyorum”ama; Ben seni sensiz sevdim... Ne olurdu sende beni sevseydin? Ne olurdu bu kadar gözyaşı dökmeseydim? Ama inanıyorum ki sen uyandıracaksın beni, Hani kıyamet koptuğunda... Ben seni sensiz sevdim... Neden sevdim bilmiyorum ama çok sevdim!!!
  9. Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir: Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55) Allah kıyamete kadar inkar edenlere üstün gelen ve Hz. İsa'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığından söz etmektedir. Hz. İsa hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun Allah Katına yükselişinin ardından da hızla dinde dejenerasyon başladı. Sonraki iki yüzyıl boyunca da, Hz. İsa'ya iman edenler (İseviler) şiddetli baskılara maruz kaldılar. Üstelik İsevilerin hiçbir siyasi gücü de bulunmamaktaydı. Bu durumda geçmişte yaşayan Hıristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz. Günümüzde ise Hıristiyanlığın özünden uzaklaştığını, Hz. İsa'nın anlattığı hak dinden farklı bir dine dönüştüğünü görürüz. Hıristiyanlar arasında Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki (Allah'ı tenzih ederiz) sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; Baba, oğul, kutsal Ruh) asırlar önce kabul edilmiştir. Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hıristiyanlarını da Hz. İsa'ya uyanlar olarak kabul edemeyiz, çünkü Allah, Kuran'ın birçok ayetinde "üçleme"ye inananların inkar içerisinde olduklarını bildirmiştir: Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur... (Maide Suresi, 73) Bu durumda "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim" ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve tekrar dünyaya gelişi sırasında bu kutlu insana tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır. saygılarımla..
  10. Rabbimiz'in bizlere bir rehber ve rahmet olarak gönderdiği Yüce Kuran, insanların kendilerine edindikleri tüm diğer yol göstericilerden kıyas edilmeyecek şekilde üstündür. “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir.” (Mülk Suresi, 13-14) Din ahlakını yaşamayan bir toplumda yetişen insanların büyük bölümü, genellikle dini sadece kulaktan dolma, yanlış bilgilerle öğrenir ve Kuran’da bildirilen güzel ahlakı gerektiği gibi yaşayamazlar. Bu anlayışın sonucunda herkesin birbirinden farklı uygulamaları, kuralları ve birbiriyle benzeşmeyen doğru ve yanlışları olur. Oysa gerçek din ahlakının öğrenilebileceği ana kaynak, kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetleridir. Çünkü Kuran tüm kainatı yoktan var eden, her şeyin en doğrusunu bilen Allah'ın sözüdür. Dünya üzerinde yaşamış olan ve halen yaşayan milyarlarca insanın birbirinden çok farklı hayatları vardır. Ancak bazı gerçekler hiç değişmez. Her insan, kendi iradesi dışında ve yine kendisinin seçmediği bir ortamda dünyaya gelir, büyür ve kaçınılmaz olarak da ölür. Ölüm, şimdiye kadar tüm insanlar tarafından istisnasız olarak yaşanmış kesin bir gerçektir. Şu anda gördüğünüz insanların hepsi -siz de dahil- en fazla 100 yıl içinde bu gerçeği doğrulayarak toprak altına gireceklerdir. İnsan hayatının ölüm kadar kesin bir diğer kuralı ise, insanın hayata herşeyden habersiz olarak başlamasıdır. İnsan dünyaya geldiğinde herşeyden habersiz, hiçbir şey bilmeyen ve hiçbir yargı yeteneğine sahip olmayan bir bebektir. Kendi yaşamını sürdürmeye yetecek kadar bile aklı ve iradesi yoktur. Oysa canlıların çoğu "şuurlu" bir şekilde dünyaya gelirler; hayata gözlerini açtıklarında, kendi yaşamlarını sürdürecek bilgi ve "içgüdü"lere sahiptirler. Örneğin sinekler gözlerini açar açmaz uçmaya ve yem aramaya başlarlar. Sanki dünyaya gelmeden önce kendilerine gerekli olan bütün bilgiler onlara öğretilmiş gibidir. Yaşadıkları ortama her yönden hazır bir şekilde doğar, bir süre beslenip ürer, sonra da ölürler. İnsan ise başta da belirttiğimiz gibi bomboş bir zihinle ve hiçbir yeteneği olmadan dünyaya gelir. Bunları edinmesi ise yıllar sürer. "Aklı başında" bir insan sayılması için uzun senelere ihtiyaç vardır. Bu dönem boyunca bedensel yetenekleri geliştiği gibi düşünme ve yargı yeteneği de gelişir. Ancak insanın bu zihinsel gelişimi hayatının sonuna kadar sürer. Burada önemli bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir. İnsan dünyaya "bomboş" geldiğine göre, her türlü eğitime de açıktır. Bu nedenle yetiştiği ortam kişinin değer yargılarının oluşmasında çok etkilidir. Önce ailesi, sonra da toplumun diğer kesimleri insanın değer yargılarının belirlenmesinde büyük bir rol oynar. Kişi neyin “doğru”, neyin “yanlış” olduğunu içinde yaşadığı toplumdan öğrenir. Bu ise insanların bir kısmının aslında önemli bir sorunla karşı karşıya olduklarını göstermektedir. Çünkü kendisini etkileyen toplumun değer yargılarının, inanç ve düşüncelerinin gerçekten doğru olduğunu gösterecek hiçbir ölçü yoktur. Kuşkusuz her toplumun geleneksel birtakım değerleri vardır, ancak önemli olan neye göre bu değerlerin doğru veya yanlış olduğunun belirlendiğidir. Örneğin komünist bir toplumda büyüyen genç diyalektik materyalizmden etkilenerek yetişebilir. Ya bu ideolojiyi benimser, ya da ona "karşı" olur; bu "karşı olma" kavramı bile yine bu ideolojinin etkisini göstermektedir. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerli çocuğu ise totemlere tapınmayı öğrenip, bu sapkınlığı doğal karşılayabilir. Nazi Almanyası gibi faşist bir rejimde büyüyen insan, "Hitler"e ve onun fikirlerine sadakatle bağlanabilir. Dürüstlük, sadakat, vefa gibi ahlaki değerlerin önemli görülmediği bir toplumda yetişen bir kişi ise, sahtekarlık yapmakta, yalan söylemekte, menfaatperest davranmakta sakınca görmeyebilir. Kısacası farklı toplumlar farklı değer yargılarına, farklı yol göstericilere sahiptirler ve bunların hangisinin gerçekten doğru olduğunu tespit edemezler. Zaten insanların büyük bir çoğunluğu böyle bir tespit yapmaya da uğraşmazlar. İçinde büyüdükleri geleneği aynen benimser, atalarından ve babalarından kendilerine miras kalan kültürü sorgulamadan sürdürürler. Bazıları kendilerince "müstakil şahsiyet" gösterir ve geleneksel kültürü tümüyle reddederek yeni bir ideolojiyi benimserler. Ya da tamamen kendi kişisel sezgi ve duygularını "yol gösterici" edinirler. Ancak bu ideolojilerin ya da kişisel "hayat felsefeleri"nin doğru olduğunu gösterebilecek hiçbir delil de yoktur. Çünkü birbirinden farklı binlerce ideoloji ya da "hayat felsefesi" vardır. Bu gerçeği gören bazı düşünürler, çareyi "tek bir doğrunun olmadığını, doğrunun izafi bir kavram olduğunu" öne sürmekte bulmuşlardır. Onlara göre birbirinden tamamen farklı binlerce "doğru" tanımı olduğuna göre, "asıl doğru" diye de bir şey yoktur. Bugün pek çok kişinin ağzından duyabileceğimiz "herkesin doğrusu kendine" sözü de bu yanlış düşüncenin bir ifadesidir. (HY, Kuran’ı Dinlemeyenler, Araştırma Yayıncılık) Peki gerçek böyle midir? İnsan-oğlu hiçbir şey bilmez iken geldiği bu dünyada, binlerce farklı ve izafi doğru tanımı karşısında, hangisinin "asıl doğru" olduğunu bulamadan yaşamak, bunlar arasında çabalamak, hayatını tüketmek zorunda mıdır? Elbette hayır... Ne evren, ne dünya ne de insan başıboş, sahipsiz ve amaçsızdır. Hepsini alemlerin Rabbi olan Allah yaratmıştır. Evrende bulunan herşey Allah'ın iradesine boyun eğmiştir. Evren, bir zamanlar yok iken, O'nun "ol" emri ile var olmaya başlamış ve şekillenmiştir. Dünyayı insan için seçen, diğer tüm gezegenlerin aksine, suyla, havayla, bitkilerle, hayvanlarla, kısacası hayatla dolu bir gezegen yapan Yüce Allah’tır. İnsanın bedenini kuru bir balçıktan yaratıp, sonra da ona Kendi ruhundan üfleyen ve böylece ona bilinç ve irade veren yine Yüce Rabbimiz'dir. Allah Kuran’da şu şekilde buyurmaktadır: “Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.” (Araf Suresi, 54) Yüce Rabbimiz tüm evrene hakim olduğu gibi insana da hakimdir. Ayetlerde şöyle buyurulur: “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir.” (Mülk Suresi, 13-14) Allah, Kendisi'ne yönelen kullarına dünyada ve ahirette sonsuz cenneti müjdelemiştir. Allah cennet ile müjdelediği müminlere Kuran’ın yol gösterici olduğunu bildirmiştir. "Elif, Lam, Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitaptır." (Bakara Suresi, 1-2) Rabbimiz'in bizlere bir rehber ve rahmet olarak gönderdiği Yüce Kuran, insanların kendilerine edindikleri tüm diğer yol göstericilerden (kültürlerden, geleneklerden, ideolojilerden, hayat felsefelerinden vs.) kıyas edilmeyecek şekilde üstündür. Çünkü diğer tüm ideeolojiler insan ürünüdür. İnsanların sarılması gereken, hükmünde hiçbir eksik, hata ya da çarpıklık olmayan, alemlerin Rabbi Allah’ın sözü Kuran’dır. Allah Kuran’da şu şekilde buyurmuştur: “De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (Yunus Suresi, 35) Kuran ahlakını yaşamayıp atalarından gelen cahiliye geleneklerinin, sapkın ideolojilerin ya da yanlış hayat felsefelerinin peşinden gidenler, büyük bir yanılgı içinde olduklarını er ya da geç anlayacaklardır. Ancak geç anlamak, ölümle birlikte anlamak anlamına gelir ki, bunun insana hiçbir faydası yoktur. Kuran'ın bir özelliği de "furkan" olması, yani hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmasıdır ve her şey, ancak Kuran ahlakına uygun ise doğruluk kazanabilir. Bu nedenle tüm insanlar ömürleri boyunca kendilerine yalnızca Kuran ahlakını rehber edinmeli ve ona sımsıkı sarılmalıdırlar. Sonsuz ilim sahibi Yüce Allah, Kuran’ın bir hidayet rehberi olduğunu bir ayette şu şekilde bildirmiştir. “Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (Nahl Suresi, 89)
  11. Evrim Aldatmacası neden ve nasıl var olduğumuz konusuyla ilgili birtakım gerçek dışı görüşler öne süren "materyalizm"dir. Materyalizm, ya da bir başka deyişle "maddecilik", maddeden başka hiçbir şeyin olmadığını varsayar. Buradan yola çıkarak da madde üstü bir Yaratıcı'nın, yani Allah'ın varlığını reddeder. Dahası materyalizmin hem kişiler hem de toplum üzerinde yıkıcı etkileri vardır. Herşeyi maddeye indirgeyen bu düşünce, insanı sadece maddeye önem veren ve her türlü manevi değerden yüz çeviren bencil bir birey haline dönüştürür. Böyle bireylerin, vatan sevgisi, adalet, sadakat, kardeşlik, dürüstlük, fedakarlık, namus, güzel ahlak gibi yüce değerlere sahip olmaları mümkün değildir. Dini ve ahlaki değerlerden kopan bu gibi insanların oluşturduğu bir toplum düzeni de kısa sürede parçalanmaya mahkumdur. Nitekim Cumhuriyetimizin kurucusu olan Büyük Önder Atatürk, "dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" diyerek bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Bu nedenlerden ötürü materyalizm, Türk Milleti'nin siyasi ve sosyal düzeninin temel değerlerine yöneltilmiş en ciddi tehditlerden birisidir. Materyalizmin diğer bir büyük zararı ise, devletin ve milletin bekasını hedef alan anarşist ve bölücü ideolojileri beslemesidir. Bu ideolojilerin başında gelen komünizm, materyalist felsefenin doğal siyasi sonucudur. Din, devlet, aile gibi kutsal kavramları kökünden yok etmeyi hedefleyen komünizm, devletimizin üniter yapısına karşı yöneltilen her türlü bölücü eylemin ve düşüncenin de temel ideolojisidir. Nitekim Atatürk bize bu konuda da yol göstermiş ve "komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir" şeklindeki sözüyle bizi bu tehlikeye karşı uyarmıştır. Evrim teorisi işte bu noktada büyük önem kazanır, çünkü bu teori, komünist ideolojinin dayandığı materyalizmin sözde bilimsel tabanını oluşturur. Öyle ki komünizmin kurucusu olan Karl Marx, Charles Darwin'in yazdığı ve evrim teorisinin temelini oluşturan Türlerin Kökeni adlı kitap için, "bizim görüşlerimizin doğal tarihsel temelini içeren kitap budur işte" demiştir.1 Oysa başta Marx'ın fikirleri olmak üzere, her türlü materyalist düşünce bugün temelinden çürümüş durumdadır. Çünkü materyalizmin kendisini dayandırdığı bir 19. yüzyıl dogması olan evrim teorisi çağdaş bilimin bulguları karşısında bütünüyle geçersiz hale gelmiştir. Bilim, maddeden başka hiçbir şeyin varlığını kabul etmeyen materyalist varsayımı geçersiz kılmakta ve tüm canlıların üstün bir yaratılışın ürünü olduğunu göstermektedir. Bu kitabın amacı ise, evrim teorisini her alanda geçersiz kılan temel bilimsel gerçekleri ortaya koymak ve bu bilim sahtekarlığının iç yüzü, arka planı ve gerçek hedefi hakkında Türk insanını bilgilendirmektir. Bilimin ortaya koyduğu bu gerçeği topluma yaymak, aynı zamanda Büyük Önder Atatürk'ün "hayatta en hakiki mürşid ilimdir" sözüyle bizlere gösterdiği yolun da bir gereğidir. Atatürk, bizlere her zaman için, önyargılardan uzak durmayı ve bilimsel gerçeklere uygun düşünmeyi vasiyet etmiştir ve evrim teorisi gibi bir dogmanın geçersizliğini ortaya koymak, bu vasiyetin yerine getirilmesidir. Burada vurgulanması gereken önemli bir gerçek de, evrim teorisine hala körü körüne bağlı kalan bazı çevrelerin, elinizdeki Evrim Aldatmacası kitabına hiçbir yanıt verememeleridir. Çünkü eğer yanıt verirlerse, evrimin bir yalan olduğunu Türk Milleti'nin daha iyi anlamasına yardımcı olacaklarının farkındadırlar. saygılarımla..
  12. çok teşekkür ederim arkadaşım evet sevgi arkadaşım aşk sırdaşım olur inşallah
  13. valla murti_san bu kavalyeler terk etti bizi ya sedatttttttttt nerdesin
  14. ben teşekkür ederim saygılarımla..
  15. bende niye diye soruyorum bir cevap bulamadığım için arkadaşım aklıma o geldi sadece saygılarımla.
  16. yazdım unutmuşum. saygılarımla...
  17. Osmanlı döneminde doğu illerine "Kürdistan" deniliyordu. Bu isim herhangi bir ırki mana taşımıyordu. Yalnızca coğrafi bir bölgeye verilen bir ismi çağrıştırıyordu. Pakistan, Afganistan gibi… O bölgeden olan insanlara ise "kürdi" denilmekteydi. Yine bu, şahsın o bölgeden olduğunu gösteren bir aidiyet ihsas ediyordu. Erzurumi, Konevi, Bursevi gibi… Bu manada Üstad hazretleri de, Osmanlı döneminde bu nam ile çağrılıyordu. Fakat bu aidiyetin daha sonra farklı manalar ihsas etmesi sebebiyle, Üstad hazretleri Osmanlı sonrasında kendi köyüne nisbetle "Nursi" soyadını almış ve bunu kullanmıştır. saygılarımla... kaynak İlmi Heyet Prof.Dr. İbrahim Canan Prof.Dr. Alaaddin Başar Doç. Dr. Şadi Eren Prof.Dr. Şener Dilek Editör Doç. Dr. Nurullah Sönmez
  18. onların inancının doğru olma imkanı diye bişeyin aslı asla olamaz Adamlar resmen allah var inkar ediyoruz hesabındalar.Düştükleri çelişkilerin bile farkında değiller tek dileğim doğru yolu görmeleri allah affetsin onları tabiki zamanları affettirmeye yeterse.. saygılarımla..
  19. açıklaman için ben teşekkür ederim saolasın..
  20. teşekkür ederim allahın selamı seninde üzerinde olsun Allaha Emanet Ol
  21. aminherkesi korusun. bu sorunun cevabını şimdi bende merak ediyorum bildiğim tek şey hayvanlarda sezginin çok kuvvetli olduğu gözümlede şahit oldum.
  22. valla sürekli dikkat ediyorum ezan okunmaya başlamadan sesleri çıkmıyo başladığı anda onlarda ulumaya başlıyolar bu sorunun cevabı hep aklımı karıştırıcağı kesin düşünüyorum sadece uluyarak haber verdikleri aklıma geliyo
  23. sen o zaman halkının acil sorularına cevap ver buraya sadece bir resim konuldu bakmakla kalabilirsin yazmanada gerek yoktu olduki yazdın kısa bir yorum yazabilirdin hakaretsiz şekilde sen en güzeli git yorum yapılacak konular var oralara yaz.
  24. yok değildi aşkısı adı böyle

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.