
ANTİ ŞAHVELİ
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
74 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
1
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
ANTİ ŞAHVELİ tarafından postalanan herşey
-
SAYSANA BİTİRDİĞİN GÜLENİN ESERLERİNİ , BENDE OKUDUM ONUN KİTAPLARINDAN VE YAZDIKLARIN TAMAMEN İFTİRANIN DANİSKASIDIR TAMAM MI , O HER ZAMAN IZDIRAP İNSANIDIR İKSİR SÖZLÜDÜR , VATANINIDA MİLLETİNİDE DİĞER İNSANLARINDA KURTLUŞU İÇİN HAYATINI YAŞAMAMIŞTIR ÇEKMEDİĞİ ÇİLE YOKTUR , İLHAN ABİNİZ YERİNE İYİ TAKİYYECİLER YETİŞTİRMİŞ ANLAŞILAN
-
Neden ilhan abinizin bulunduğu cuntadan bahsetmiyorsunuz ATATÜRKÇÜLER , cumhuriyet rejimin yıkıp yerine sol ideolojilere dayalı hale getirmek için mücadele ettikleri yalan mı , onunda yahudi kökenli olduğu , derin devletin adamı olduğu bunların elinin israilden almanyaya , abd den ilgiltere ye kadar uzandığı YALAN MI HADİ YALAN DEYİN
-
büyükanıttanda onun satılık medyasındanda onun kukla siyasi partilerindende çetelerindende TERÖR ÖRGÜTLERİNDENDE çekinsek davamızı dünyanın her yerine taşımazdık aslfalt efendi , o yukarda saydıklarım bir bir gerçekleşecek , ben o cemaatten değilim ama zamanında bulundum içlerinde siz adamı zorla bozarsınız NEDE OLSA BİR İSPATINIZ DELİLİNİZ YOK HIYANETLİK KONUSUNDA , iyikide bulunmuşum böyle hainleri kahraman diye alkışlamıyorum en azından...Gözünüz aydın olsun bir adım daha israilin kontrölüne geçirdiler devletimizi
-
TABİ HAKLI DİPNOT , önemli değil ispat olsun omasın hakkındaki iddalara mahkemenin veridİği karar değil , dine dindara alime küfür etsin o sizdendir..Hadi müjdenizi aldınız YAHUDİ BÜYÜKANIT ordunun başına getirtildi , zamanla askeriyeden müslümanlığıda müslümanlarıda kazırlar , oralara böyle çağdaş kızlı erkekli açık saçık ilişkiler sunarlar , tarihi Atatürkün sözlerini çarpıtarak verirer , başta yahudi kökenli sabetayları alevileri kürtleri en tepe noktalara getirirler...Çok müjdeler alacaksınız , hainlerin gözü aydın olsun!
-
İspat etsenize hadi , onun neden gelemediğini zaten ancak ülkesinin iç yapısından , medyasından , ABD uşaklarının kuduz köpek haline getirdiği akımlarından bi haber insanlar anlamaz...Açıklasana bize büyük reis Çatlının gizli servilserin elemanı olmadığını , bak nasıl ortaya çıkartıyorlar ülkü ocaklarının onlarla bağlantılarını , asıl milli felaket işte bu bizden gibi görünen ama arka taraflarlada beyefendilerinin dediğini yapan (mesela apo yu asmayacaksınız gibi) Türk bayrağını Atatürkü maske edinen ülkeyi darbelerle israilin içimize soktuğu sabetay egemenliğine sokan bunlar işte
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
ANTİ ŞAHVELİ şurada cevap verdi: ANTİ ŞAHVELİ başlık Güncel Konular
Genelkurmay’dan Cumhuriyet’e Şemdinli yalanlaması Genelkurmay Başkanlığı, dün Cumhuriyet gazetesinin manşetinde yer alan “YAŞ öncesinde yıpratma çabası” başlıklı haberin gerçeği yansıtmadığını bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı tarafından konuya ilişkin yapılan basın açıklamasında, 22 Haziran 2006 tarihli bir gazetede, Genelkurmay Adli Müşavirliği’ne atfen ‘YAŞ (Yüksek Askeri Şûra) öncesinde yıpratma çabası’ başlıklı haber yayınlandığı hatırlatıldı. Açıklamada; “Halen yargı süreci devam eden bir konuda yapıldığı ileri sürülen değerlendirme ile ilgili haber gerçeği yansıtmamaktadır.” denildi. Sözkonusu haber 22 Haziran Perşembe günü Cumhuriyet gazetesinin manşetinde yer almıştı. Haberde, Genelkurmay Adli Müşavirliği’nin, Şemdinli davasıyla ilgili kararı ‘Yüksek Askerî Şûra öncesi askeri yıpratmaya yönelik bir karar olarak değerlendirdiği’ iddia edilmişti. Haberde daha da ileri gidilerek, “Adli Müşavirlik, kararın Yüksek Askerî Şûra toplantısı öncesi askeri yıpratmaya yönelik olduğunu belirtti. Müşavirliğe göre, davanın iddianamesini hazırlayan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten ihraç edilen Savcı Ferhat Sarıkaya’nın rövanşını almak da hedefleniyor.” ifadelerine yer verilmişti. Gazetenin haberine göre Genelkurmay, sonucu ‘aceleyle verilmiş bir karar’ olarak değerlendirmiş. Cumhuriyet’ten ilginç ‘Şemdinli davası’ haberi Cumhuriyet Gazetesi’nde dün manşetten verilen haberde, Genelkurmay Adli Müşavirliği’nin, Şemdinli davasıyla ilgili kararı ‘Yüksek Askerî Şûra öncesi askeri yıpratmaya yönelik bir karar olarak değerlendirdiği’ kaydedildi. Haberde şu ifadeler yer aldı: “Adli Müşavirlik, kararın Yüksek Askerî Şûra toplantısı öncesi askeri yıpratmaya yönelik olduğunu belirtti. Müşavirliğe göre, davanın iddianamesini hazırlayan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten ihraç edilen Savcı Ferhat Sarıkaya’nın rövanşını almak da hedefleniyor.” Habere göre Genelkurmay sonucu ‘aceleyle verilmiş bir karar’ olarak değerlendiriyor. İstanbul, Zaman ----------------------------------------------------------------------- Cumhuriyet gazetesine atılan bombalarla ilgili ayrıntılarıda burda bilgilendirme amaçlı koyalım Cumhuriyet Gazetesi’ne içkili barda saldırı planı Cumhuriyet Gazetesi’ne düzenlenen bombalı saldırıyla ilgili detaylar ortaya çıkmaya başladı. Cumhuriyet’e ilk bombalı saldırıyı düzenleyen Kars Digor doğumlu 24 yaşındaki Tekin İ., emniyetteki ifadesinde: “Cumhuriyet’e yönelik eylem kararını bir barda aldık. Mahalleden komşum Erhan T. ile birlikte Cocoago Restoranda otururken, Osman Y. bize eylem için teklif getirdi. Osman Y., bana, ‘Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarları domuza başörtüsü takarak karikatür yayınlamışlar’ dedi. Saldırı planlandıktan sonra beni gazetenin olduğu sokağa bıraktılar. Akşam saat 18.30 sıralarında gazetenin olduğu sokağa geldim. Sokağın kalabalık olması nedeniyle insanlar zarar görür endişesiyle atmayı istemedim. Daha sonra pimini çekmeden attım ve oradan slogan atmadan uzaklaştım.” Tekin İ., ifadesinin devamında 10 Mayıs’taki ikinci eyleme Osman Y. ve İsmail S. ile birlikte gittiklerini ve İsmail S.’nin bombayı attığını belirtti. Tekin İ., 11 Mayıs’taki saldırıya götürülmediğini, bombayı sonradan ismini Alparslan Arslan olarak öğrendiği kişinin attığını Osman Y. ve Erhan T.’den öğrendiğini söyledi. Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik ikinci eylemde bombayı atan Osmaniye doğumlu 23 yaşındaki İsmail S. ise, “Tekin İ., barda oturuyordu. Sohbet etmeye başladık. Daha sonra yanımıza isminin Osman Y. olduğunu daha sonra öğrendiğim biri geldi. Osman Y. bize, ‘Bir iş var. Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atılacak. İyi para alacağız. Adam başı 10’ar 20’şer milyar para alacağız. Yapar mısınız?’ dedi. Biz de olur dedik. Osman Y. ben ve Tekin İ. 22.30 sıralarında gazeteye gittik. Osman Y., bize el bombasını nasıl kullanacağımızı ve nasıl patlatacağımızı anlattı. Tekin İ. el bombasını attı sonra kaçtık.” dedi. Cumhuriyet’e atılan bombanın patlamayacağını biliyorduk Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet’e yapılan bombalı saldırının zanlılarının, attıkları bombanın patlamayacağını bile bile saldırıyı gerçekleştirdiklerini itiraf ettikleri öğrenildi. Cumhuriyet’in bombalanmasıyla ilgili Yıldırım ve Arslan’ın kendisine para sözü verdiğini belirten zanlı İsmail Sağır, ancak 100 YTL harçlık alabildiğini dile getirdi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nce dün tutuklanan saldırgan Alparslan Arslan, Osman Yıldırım, İsmail Sağır ve Tekin Irşi’nin ifadeleri saldırı olaylarını kısmen aydınlatıyor. Zanlılardan İsmail Sağır ve Tekin Irşi’nin, mahkemeye verdiği ifadede, İstanbul Üç Leventler’de COCO GOGO isimli barda bombalama eylemini yapmayı kararlaştırdıklarını söylediği öğrenildi. Sağır, “Konuşma esnasında, Yıldırım ve Arslan, bana hangi yer olduğunu belirtmeksizin bir yere patlamayan bomba atacağımızı, karşılığında yüklü bir para kazanacağımızı söylediler. Ben de ihtiyacım olduğundan talebi kabul ettim. Sonradan anladığıma göre Cumhuriyet’e birinci bomba Tekin Irşi tarafından atılmış, patlamamış.” dedi. Yıldırım’ın verdiği bombayı Tekin Irşi ile beraber Cumhuriyet’e attıklarını belirten Sağır’ın, “Patlamayacağını da söylediklerinden bombanın pimini çektik, bahçeye attık ve oradan kaçtık.” dediği öğrenildi. Olaydan bir gün sonra Cumhuriyet Gazetesi civarında gezerken Alparslan Arslan’ın 3. bombayı attığını ve olay yerinden kaçtıklarını bildirdi. Diğer zanlı Tekin Irşi, Erhan Timuroğlu ve Osman Yıldırım’ın ‘Bir yere taş atılacak’ ısrarı üzerine kabul ettiğini belirtti. Irşi, “Ancak Osman, bardan taksiyle giderken bomba gösterdi ve nasıl atılacağını anlattı. Cumhuriyet Gazetesi’nin oraya gelince Osman, ‘Bunu atınca hem bu dünyada hem öbür dünyada meyve yiyeceksin’ dedi. Saat 21.00 civarı poşetten çıkarttığım el bombasını özellikle kimseye zarar gelmesin diye pimini çekmeden attım ve uzaklaştım. Ertesi gün Osman bana ‘Beceriksiz, eline yüzüne bulaştırdın;’ dedi. O gün Osman 50 YTL taksi parası vermişti.” dedi. Cumhuriyet’e atılan bombalar ordu malı Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan üç el bombasının ordu malı olduğu savunuldu. Hürriyet gazetesinin dün yayınladığı habere göre, Emniyet’e resmî bir yazı gönderen Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu, bombaların Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait olduğunu ve 1975 ile 1985 yıllarında orduya teslim edildiğini belirtti. ‘MKE yapımı bombaların Arslan’ın eline nasıl ulaştığı’ sorusuna cevap aranıyor. Arslan, sorguları sırasında Danıştay saldırısında kullandığı 2’si Glock marka 3 tabanca ile Cumhuriyet’e atılan bombaları nereden temin ettiğini açıklamamıştı. Silahları tanımadığı kişilerden kendi parasıyla aldığını söyleyen Arslan’ın ifadeleri gerçekçi bulunmamıştı. Dün Hürriyet ve Bugün gazetelerinde MKE’nin, bombaların kime ait olduğuyla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü’ne 19 Mayıs tarihli cevabi yazı gönderdiği haberi yer aldı. Buna göre, M204 A2 cinsi bombalardan biri KKK’ya 1975’te teslim edilen 8500, diğer ikisi ise 1985’te teslim edilen 7540 ve 9350 tipi bombalar arasında gözüküyor. Alparslan Arslan’ın tetikçi olarak kullanıldığı Danıştay saldısındaki gizlilik perdesi hâlâ aralanamadı. Emniyet’in yürüttüğü soruşturma sırasında 21 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden aralarında saldırgan Alparslan Arslan’ın da bulunduğu 5 kişi tutuklandı. Ancak tutuklanan kişiler, karmaşık bağlantıları olan örgütün tetikçileri oldu. Örgütün arka planı aydınlatılamadı. Saldırgan Arslan, Emniyet, savcılık ve mahkemeye verdiği ifadelerde ısrarla eylemi tek başına gerçekleştirdiğini savundu. MKE’nin yazısıyla bombaların Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na 1975 ve 1985 yıllarında alındığı ve zimmet defterine kaydedildiği görüldü. Şimdi, KKK’nın zimmetinde bulunan bombaların tek tek kaydedildiği komutanlığın ortaya çıkarılması ve bombaların saldırganların eline nasıl geçtiğinin savcılıkça araştırılması bekleniyor. Danıştay’a yapılan silahlı saldırı sonrası zanlı eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin mahkemece salıverildi. Danıştay saldırganı Alparslan Arslan’ın yüzbaşı Muzaffer Tekin’le yaptığı telefon görüşmelerinin içeriği ortaya dökülemedi. Mahkemeye göre, Tekin ile Arslan arasında saldırıya ilişkin yeterli delil bulunamadı. Dosyada yalnızca Tekin, Arslan, ATA Ocakları eski Başkanı Ayhan Parlak ve saldırıyı gerçekleştiren tetikçilerin telefon trafiği bulunuyor. Geçtiğimiz cuma günü mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Muzaffer Tekin’in saldırgan Arslan’la telefon görüşmeleri çıkmıştı. Tekin’in evinde yapılan aramalarda ise ‘Gerillanın El Kitabı’, devletin ‘gizli anayasası’ olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve fünyesi çıkarılmış el bombaları bulunmuştu. Tekin, polis tarafından soruşturmanın kilit isimlerinden biri olarak yansıtılmıştı. Ancak Tekin, savcılık ve mahkeme sorgularının ardından delil yetersizliği sebebiyle serbest bırakıldı. 1985 yılında emrindeki askerlerle bir gazinoyu bastığı için ordudan uzaklaştırılan Muzaffer Tekin’in ofisinde ele geçirilen iki el bombasının MKE yapımı olduğu ortaya çıkmıştı. Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın, Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaların yanı sıra Tekin’in bürosunda bulunan bombaların hangi kuruma satıldığı konusuyla ilgili de MKE’den bilgi istediği öğrenildi. Tekin, bürosunda bulunan el bombalarıyla ilgili, “Ben eski bir askerim. Bir şekilde aldım.” savunmasını yaptı. Ancak Tekin, mahkemede ‘niçin bıçakla intihar ettiği’ yönündeki soruya “Ordudan ayrılırken silah almadım.” karşılığını vermişti. Ordudan ayrılırken silah almadığını iddia eden Tekin’in bürosunda el bombası çıkması ilginç bulunuyor. Öte yandan saldırgan Alparslan Arslan’ın eylem öncesi 16 Mayıs’ta kimliği belirlenemeyen bir kişiyle şifreli mesajlaştığı iddia edildi. Arslan’ın ‘kız kardeşim Elif’ dediği kişiye gönderdiği mesajlarda 2. Daire Başkanı Mustafa Birden’e arabasında yapmayı planladıkları saldırıyla ilgili mesajlar yazdığı öne sürülüyor. Arslan’ın şifreli mesajlarda ‘İçeride mi, dışarıda mı?’, ‘Yolcuyu görmeliydim, içeride mi yolda mı?’ diyerek Başkan Birden’e yönelik saldırıyla ilgili hazırlık yaptığı belirtiliyor. Bu arada 1 kişinin öldüğü Danıştay üyelerine yönelik silahlı saldırı olayıyla ilgili soruşturma kapsamında Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan Hüseyin G. ve Zeki Ç., savcılık tarafından serbest bırakıldı. ----------------------------------------- Cumhuriyet, 2 yıllık mescidi yeni fark etti Atatürk Orman Çiftliği'ne (AOÇ) mescit yapıldığı yönündeki haberin çarpıtılmış olduğu ortaya çıktı. Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan habere göre, düzenlenen yasayla Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne devredilen AOÇ arazisine çadırdan mescit kurulduğu belirtiliyor. Haberde, yasanın Meclis'te kabul edilmesinin ardından mescit kurulduğuna dikkat çekiliyor. Ancak söz konusu mescitte yaklaşık 2 yıldan bu yana Ankaralılar ibadet ediyor. 150 çalışanı bulunan çiftlikte hafta sonları 15 bini bulan ziyaretçilerin ibadet edebilmesi için yapılan çadır mescidin ihtiyaçtan kaynaklandığı belirtiliyor. TİGEM Vakfı Başkanı Yavuz Soysal, hafta sonları 15 bini bulan ziyaretçi yoğunluğuna cevap verebilmek amacıyla mescidin iki yıl önce kurulduğunu söylüyor. TİGEM Vakfı Başkanı Yavuz Soysal, “Bu mescidin kurulması esnasında yazılan faturalardan hangi tarihte yapıldığını çıkarmak mümkün. Mescit 2 yıl önce yapıldı. Yeni yapılmış gibi göstermek maksatlı. Çocuk bakımevi kurduk. Onu kimse görmüyor. Hanımlar burada çocuğunu emziriyor.” diye konuştu. Ankara, Zaman --------------------------------------------------------------------- Sauna Çetesi ortaya çıkartıldığında Cumhuriyet'in manşetleri (Nasılda örtbas etmeye çalışıyorlar) Aksiyon dergisi yazarı Hamdi Yılmazer'in yazısından alıntı.. ...... Sauna olayı patlak verdiği günden beri Yeniçağ'da -eğer gözümden kaçan olmadıysa- tek bir haber bile çıkmadı. Sauna'nın üzerini iftiranın tekrarıyla örttü. Cumhuriyet ise "öylesine" haberlerle sauna'yı geçiştirdi. Bu da iki gazete arasındaki tecrübe farkı. Şimdi Cumhuriyet'in vaziyeti idare eden haberlerinin altı bomboş başlıklarına gün sırasına göre bakalım: Çetede "Polat Alemdar" kimliği(18 Şubat); Eski polis müdürü tutuklandı (19 Şubat); Kürenin içinden kirli ilişkiler çıktı (22 Şubat); Çete lideri şizofren çıktı(23 Şubat). Yer yerinden oynuyor. Ankara sokak sokak paylaşılmış. En ince detaylara kadar istihbarat çalışması yapılmış. Ayaş tünelinde gayr-i nizami harp eğitimi ve infazlar yapılmış. Armada gibi büyük iş merkezlerinin nasıl ele geçirileceğinin planları yapılmış. Genelkurmay Başkanı gidebildiğiniz kadar üzerine gidin demiş. Ve şimdi siz bunun üzerine Cumhuriyet'in başlıklarına bir daha bakın. "Balbay'ın araştırmalarıyla" Kırmızı kitabın taslaklarını ve aslını bulup birbiriyle karşılaştıracak kadar başarılı habercilik yapan bir gazete "Küre operasyonunda" tıslıyor. ----------------------------------------------------------------- Cumhuriyet gazetesinin görmediği haber Çankaya seçimleri arifesinde Türkiye'yi müthiş bir kaosun ortasında bırakmak isteyen provokasyonlar zincirinin ilk halkasını Cumhuriyet gazetesine üst üste atılan bombalar oluşturdu. Son bombalardan iki gün sonra da Danıştay'a kanlı bir saldırı gerçekleşti. Sanki "düğmeye basılmış" gibi bu provokasyonlar ertesinde "laik cumhuriyet elden gidiyor" avazeleri altında bir tezgâh da harekete geçti. Ortalık toz duman oldu. Bu saldırıların ve cinayetlerin faillerini bulmak ve hukuksal bir titizlikle cezalandırmak yerine muazzam bir psikolojik harp başladı. Habercilik ve hukuk hiçe sayıldı. Halbuki, ortada bazı gerçekler vardı. Ben bu gerçeklerden birini, 28 Mayıs tarihli Hürriyet'in 29. sayfasında okudum. "Cumhuriyet gazetesi bombaları ordu malı" başlıklı habere göre Makine Kimya Endüstrisi, Emniyet'e gönderdiği 19 Mayıs tarihli cevabi yazıda, Cumhuriyet'e atılan üç bombanın Kara Kuvvetleri'ne ait olduğunu bildirmişti. Aynı gün Cumhuriyet gazetesine baktım. "Danıştay baskınına ilişkin hükümet kaynaklı iddialar, kanıtlarla desteklenmiyor" üst başlığının altında iri puntolarla "Senaryo çöktü" manşeti atılmıştı. Gazeteye atılan bombaların ordu malı olduğuna dair ise tek satır bile yoktu. Bir gün sonra Sabah gazetesi, "Ordu malı bombalar" haberini kovalayarak 25. sayfasının manşetine taşıdı. "Kara Kuvvetleri bomba soruşturması başlattı" başlıklı haberde, bombaların hangi tarihlerde Kara Kuvvetleri'ne verildiği belirtiliyordu. Birinci bomba 1978'de, ikinci ve üçüncü bomba 1985'te verilmişti. Kara Kuvvetleri, bombaların karargâh dışına, hangi tarihte ve kimlerce çıkarıldığını araştırıyordu. Aynı günkü Cumhuriyet'te, kendine atılan bombaların menşei resmen belli olmuş olmasına rağmen soruşturma haberi de yoktu. Soruşturmalar, Danıştay saldırısını yapan Alparslan Arslan'ın Cumhuriyet'e bomba attığını da sergiledi. Sanık bunu itiraf etti. Cumhuriyet gazetesi, "kendilerini bombalayan Danıştay sanığının elinde askeri bombaların ne aradığını" sormadı. "Laik Cumhuriyet" sloganı altında, siyasal bir söylemi tercih etti. Cumhuriyet okuyucuları, gazeteye atılan bombalarla ilgili gerçeği öğrenemedi. (Melih Altan'ın köşe yazısından alıntıdır) ------------------------------------------------------- Yağmur Atsız, Tercüman'daki köşesinde (09/11/2005) Attila İlhan'ın bilinmeyen bir yönünü anlattı. Ölümünün ardından ulusalcıların piri olarak defnedilen İlhan, meğer aynı zamanda Heccavmış. Yani hiciv yazarmış. Malum hiciv biraz da iğnelemek için yazılan şiirlere deniliyor. Atsız'ın düştüğü kayda göre daha evvel yayınlanmamış bu hicivlerden birisi şöyle: İlhan Selçuk vasfında söylenmiştir Türkiye Cumhuriyetiydi niyet fıkra nutuk Lakin göz açtırmadılar aşağı aldılar paçasını Ne yapsın nakl-i mekan eyleyerek İlhan Selçuk Başka bir cumhuriyette kurdu cuntasını. Zaman gazetesi ve aksiyon dergilerinden , devamı gelecek! -
MİT'ten DHKP-C’ye uzanan yol Silahlı propaganda birlik komutarılan, örgütün son derece önemli bir yerinde duruyorlar. -------------------------------------------------------------------------------- Slahlı birlikler komutanı olabilmek için yıllar gerekiyor. Bu konuma gelebilmek için militanın, yurt içi ve yurtdışı kamplarda eğitim görüp, bu eğilimlerin sonrasında bir çokkez silahlı eyleme katılarak kendini kanıtlaması icap ediyor 27 Nisan 1996 cumartesi günü gazetelerin ı. sayfalarında alışılmışın dışında bir haberle karşılaşıyordu herkes. Milli istihbarat Teşkilatı kapılarını gazetecilere açarak uzun süredir sürdürülen sivilleşme ve yeniden yapılanma süreciyle ilgili bilgiler veriyordu. Müsteşarlık makamına üçyıl önce getirilen Sönmez Köksal 'ın bu ilk basın toplantısında .MiT içerisinde yeni bir birimin kurulduğu da açıklandı. Doğrudan müsteşarlığa bağlı olan bu birim (Kontr Terör Merkezi )diğer başkanlıkların üstünde yer alıyor: Kontr Terör Merkezi 'nin, terör 'tehdidinin önemini korumakta oluşu ve . dış. bağlantılarıdolayısıyla artan istihbarat ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulduğu açiklandı. Bu olayı son derece ilginç kılan bir başka olay da MiT'in bu tanıtım atağından bir kaç gün önce yaşanmıştı. Doğrudan Kontr Terör Merkezini ilgilendiren bu olayenine boyuna tartışılmadan, sorgulanmadan sanki birdenbire geçiştirilmek istendi. MIT MUHBIRINE INFAZ Hürriyet gazetesinin verdiği bu haberde MIT'in DHKP-C içine sızdırdığı Salih Karacan adlıbir elemanının örgüt arkadaşları tarafından buluşma için çağrıldığı Esenler'deki bir inşaatta öldürüldüğü söyleniyordu. Üstelik öldürülen şahısherhangi bir militan değil, bir silahlı propoganda birliği tim komutanı idi. Orgüt, Salih Karacan'ın MiT elemanı olduğunu öğrenmiş, ve daha önceki yöntemlerinden pek farklı olmayan bir şekilde beyninden kurşunlayarak cezalandırmıştı. işin en ilginçyanı heriki tarafın da bu olayı yalanlamamış oluşuydu. Konunun önemi şurada. Silahlı birlikler tim komutanları örgütün son derece önemli bir yerinde duruyorlar. Orgütün lideri Dursun Karataş, silahlı propoganda birlikleri komutanlarının örgüt içindeki yerleri ve görevleri ile ilgili olarak şunları söylüyor: 'Silahlı propaganda birlikleri, Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi'nin silahlı güçleridir. Bu nedenle 'Devirnci Halk Kurtuluş Cephesi, Silahlı Propaganda Birlikleri'adıyla anılır" (Kongre Belgeleri, sf. 78, mad.13) Dursun Karataş'ın şu sözleri konuyu daha da ciddiye almamızı gerektiriyor: Silahlı propaganda birlikleri komutanları, parti üyesi olmak zorundadır. Birlik savaşçıları için böyle bir zorunluluk yoktur. Cephe üyesi olma niteliklerine sahip herkes birlik savaşçısı olabilir." (Kongre Belgeleri, sf. 79, mad. 16) Ve en önemlisi de şu: "Tüm silah~ birliklerde, siyasi taktik ve politikaları" 'M belirlenmesinde son söz ve karar hakkı parti üyelerinindir." (Kongre Belgeleri, sf. 79, mad. 17) Tüm bunlar öldürülen Salih Karacan'ın örgüt içinde önemli bir yerde olduğunu, örgütün bir çok sırrını bildiğini, bununla birlikte örgütün bir çok önemli eyleminden haberdar olduğunu anlamamıza yetiyor. Dursun Karataş'ın bu sözlerinden silahlı propaganda birlikleri komutanlarının siyasi taktik ve politikaların belirlenmesinde söz sahibi, inisiyatif sahibi oldukları anlaşılıyor. Diğer taraftan DHKP-C, Dursun Karataş'ın 1978 yılındaki ünlü askı bildirisinden bu yana Mahir çayan'ın politikleşmiş askeri savaş stratejisini benimsemiş bir örgüt. Yani bir silahlı birlikler komutanı olabilmek için yıllar gerekiyor. Bu konuma gelebilmek için militanın, yurt içi ve yurtdışı kamplarda eğitim görüp, bu eğitimlerin sonrasında bir çok kez silahlı eyleme katılarak kendini kanıtlaması icap ediyor. Görüştüğümüz DHKP-C mensupları bunun özellikle altını çiziyorlar. Çünkü her biri için savaşçı olmak, silahlı mücadelenin aktif bir parçası olmak ve yükselerek bir birlik komutanı, tim komutanıolmak en büyük ideaL. Ve fakat sadece seçilenler ve kendini kanıtlayanlar bu alanda yükselebiliyorlar . Daha önce de belirttiğimiz gibi gerek DHKP-C gerekse diğer sol örgütlerin tarihi bu tür örneklerle dolu. Bu yüzden örgüt lideri Dursun Karataş, Kongre Belgeleri'nin 4 sayfalık 16 sayılı kararında bu konuya dikkat çekmiş, örgüt üyelerini uyarmıştı: "Hangi yanlışları yapıyoruz? Düşman üslerimize kadar nasıl girebiliyor, milyonlarca insanın içerisinde neden peşimize düşebiliyor? İlişki yürütmekte, ilişkileri denetlemekte, randevuda ne hata yapıyoruz ki, peşimize düşülüyor?" (Kongre Belgeleri, sf. 118, mad. 2) Dursun Karataş'a bu sözleri söyleten, bu sözleri söylemesini gerekli kılan onca olay yaşanmıştı örgütte. Önderliğini Mahir Çayan'ın yaptığı THKP-C'de yaşanan ve hala karanlıkta olan, açıklanamamış Yüzbaşı İlyas Aydın olayından tutun da, geçenlerde öldürülen Salih Karacan olayına kadar bir çok kez sol örgütler MİT'in yanında yabancı istihbarat teşkilatlarının da ilgi odağı haline gelmişti. Bu olay örgütün başına ilk defa gelmiyordu. Orgüte daha önce de, hem de daha üst düzey sızmaların olduğu or taya çıkmıştı. İnsanların aklına takılan soru şuydu: İstihbarat teşkilatları bu tür silahlı mücadele yürüten örgütlere sızarak sadece istihbarat mı topluyorlardı? Yoksa bu tür örgütlere sızarak kimi zaman kendi hedeflerini ortadan kaldırmak için bunları paravan olarak mı kullanıyorlardı? Örneğin geçenlerde öldürülen Salih Karacan daha önceki eylemlerini kimin adına gerçekleştirmişti? Örneğin geçen yıl yaşanan Gazi Olayları'nda aktif rol aldığı, bir çok karakol baskınına ve polise yönelik saldırılara katıldığı belirtilen Salih Karacan bu eylemleri hangi dava adına gerçekeştirmişti. Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Mahir Kaynak, MİT tarafından bu tür terör örgütlerine sızdınlan ajanların yükselebilmeleri için suç işlemekten başka çareleri olmadığını belirterek bunu son derece doğal görüyor. Bununla birlikte, MİT'in bu tür terör örgütleri içerisine sızdırdığı ajanları vasıtasıyla kendi hedeflerini de ortadan kaldırabileceği ihtimalini pek mümkün görmüyor. Çünkü Mahir Kaynak'a göre bu, MİT'in kendi terör örgütünü kurmasıyla eşdeğer. Mahir Kaynak'a göre bu tür sol örgütler içinde başka istihbarat teşkilatlarının adamları da faaliyet gösteriyor. Gerektiğinde bu tür örgütler içerisindeki adamları vasıtası ile kendi hedeflerini örgütün hedefi haline getirerek saf dışı bırakıyorlar. Bunun yanında bu tür örgütleri Türkiye'ye karşı koz olarak kullanabiliyorlar. Strateji uzmanı Melih Aktaş da kendisiyle daha önce yapığımız bir görüşme sırasında şöyle diyordu: "Bunların hepsi sahte komünisttir. Kaçtıkları ülkelere bakın; ço~u ya İsviçre'ye, ya Hqllanda'ya, ya da Ingiltere'ye kaçmıştır. Içlerinden Rusya 'ya kaçan var mıdır? Unutmayın TKP'nin İngiltere bürosu, İngiliz Haberalma Teşkilatı demektir! " İşin en ilginç yanı DHKP-C'nin şu ana dek gerçekleştirmiş olduğu eylemlerin hemen hemen tümümün ün bir yönüyle hep bir soru işaretini barındıran eylemler oluşu. Sadece 1990 -1995 yılları arasında gerçekleştirilen Hiram Abas, emekli Yarbay Ata Burcu, emekli Orgeneral Hulusi Sayın, emekli Oramiral Kemal Kayacan süikastlerinde insanlar kendilerini bazı sorular sormaktan alamadılar. Bu sorular özellikle 9 Ocak 1996 yılında, hala karanlıkta olan, adeta üstü örtülmeye çalışılan, cinayetin işlendiği günden bu yana tek bir delil, tek bir ip ucu bile bulamayan polisin her seferinde katillerinin en yakın zamanda yakalanacağını duyurduğu Sabancı cinayetiyle daha da artıyordu. 1993 yılında DHKP-C tarafından gerçekleştirilen Hiram Abas cinayetinin de Sabancı cinayetinden altta kalır yanı yoktu. Öldürülmesi emri ni doğrudan Dursun Karataş'ın verdiği Hiram Abas, MİT'te sivilleşmenin şart olduğunu, devletin PKK ile mücadele biçiminin yanlış olduğunu belirtmiş, ardından öldürülmüştü. Hiram Abas, MİT içindeki bir çok sızma olayını ortaya çıkarmış olduğu için özellikle CIA ve Ingiliz Haberalma Teşkilatı'nın da hedefiydi. Bununla birlikte Hiram Abas'ın Dev Sol (DHKP-C) raporu hala bulunabilmiş değiL. MİT elemanlarından Salih Karacan'ın öldürülmesi, bu tür olayları anlamak bakımından önemli bir olayolarak çıkmıştır karşımıza. Zaman her şeyi açığa çıkaracaktır...
-
İşte Yahudiliğin Resmi Belgesi! Sitemiz 20 Aralık 2005 tarihinde, sabit belgelere dayanarak Org. Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ın “SABETAY” olduğunu ispat etmiş; ülkemizin güvenliği ve bekası açısından tarihi bir görevi yerine getirmiştir. BÜYÜKANIT ise şimdiye kadar, kızına sabetay geleneğe uygun şekilde isim koymasıyla, kızını özellikle bir yahudiyle evlendirmesiyle, İsrail lobileriyle içli dışlı olmasıyla, İsrail işgaline karşı direnen Hamas’ı yahudi ırkdaşlarına yaranacak şekilde terörist örgüt olarak ilan etmesiyle, darbe zemini için kardeş kavgasını körükleyecek provokasyonlara karışmasıyla, İsrail lobileri aracılığıyla Türk Genelkurmayını felç etmek isteyen ABD’den icazet madalyası almasıyla, Mezarı İsrail’de bulunan yahudi dedesinin mezarını Yahudi ritüellerine uygun olarak ziyaret etmesiyle, “sabetay” olmasının yanı sıra, aynı zamanda “SABETAYCI” olduğunu da göstermiştir. Şerefli Kahraman Türk Ordusu’nun -normal şartlarda- Genelkurmay Başkanı adaylarından biri olduğu halde, yahudilik inancının gereğini yerine getirmek için namusu ve tek çocuğu olan kızını özellikle bir yahudiyle evlendiren BÜYÜKANIT, elbette, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra, yine yahudiliğin Arz-ı Mev’ud hayalini gerçekleştirmek için, namusumuz olan kutsal Anadolu topraklarını, İsrail ordusunun ayakları altına sermekten çekinmeyecektir. Sabetayları İsrail’de ikamet ettirmek yerine, gerekli desteği sağlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal kurumlarına sızmalarını ve Türk ekonomisini ele geçirmelerini sağlamak, İsrail’in bir devlet politikasıdır. Ayrıca, kütük bilgilerini değiştirmek, bilgilerinde değişiklik yapılan kütükleri başka yerlere aktarmak ve eski kütük bilgilerini taşıyan defterler üzerinde tahrifat ve tahribat yaptırmak da, yahudi oldukları belgeli olan sabetaycıların bir gizlenme politikasıdır. Bahsedilen yasadışı gizlenme yöntemine örnek olarak, Org. Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ın dünürü Sevim CAYMAZ’ın annesi, 1321 (Rumi) yılı İstanbul doğumlu, Merkado-Ester kızı, 31504865642 TC kimlik numaralı*, Sara (Melahat) ÖZCANDAN’ın**, resmi ‘vukuatlı nüfus örnekleri’ EKTEDİR. (1-Damad Ercan Caymaz’ın anneannesi SARA Özcandan’ın nüfus kütüğü BELGESİ için TIKLAYINIZ 2-MELAHAT ÖZCANDAN olduktan sonraki nüfus kütüğü BELGESİ için TIKLAYINIZ) 3-Damadın Annesi SEVİM CAYMAZ'ın nüfus kütüğü BELGESİ için TIKLAYINIZ) Yazının ekinde yayınladığımız resmi belgelerde de görüleceği üzere, BÜYÜKANIT’ın damadı Ercan CAYMAZ’ın anneannesi olan Sara (Melahat) ÖZCANDAN, önce İstanbul Beşiktaş Ortaköy Nüfusu kütüğündeki isim (SARA’yı MELAHAT yapmış) ve din (MUSEVİ) bilgilerini değiştirmiş, sonra bu kütüğü Üsküdar Tabaklar Nüfusuna naklettirmiş ve daha sonra da kanunları çiğneyerek, kocasının eski nüfus bilgilerinin kayıtlı olduğu İstanbul Üsküdar Tabaklar Nüfusu kütüğündeki 1. cilt 34. sayfasını da yırttırmıştır. (*) Asıl TC kimlik numarası: 27304954150 (**) Sahte ismi: Melahat ÖZCANDAN --------------------------------------------------- Gelsinler bunuda yalanlasınlar hadi bakalım!
-
İSRAİL’deki BÜYÜK(K)ANIT! Org. BÜYÜKANIT’ın kanındaki ‘Yahudi Soyu’ ve ‘Türklüğe İhanet’ mezarı İSRAİL’de bulunan ‘DEDESİ Mehmet YAŞAR Efendi’ den ...! Büyükbabanın Kudüs Sürgünü Org. Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ın büyükbabası (annesinin babası) Mehmet Yaşar Efendi ve anneannesi Safiye (asıl ismi Sifaye) Hanım, BÜYÜKANIT’ın annesi Fikriye ERYAŞAR’ın doğduğu 1905 yılında, Osmanlı toprakları içindeki Güney Ürdün’de yer alan Maan şehrinde yaşıyorlardı. Ortadoğu’da çalışmalarını yoğunlaştırmaya başlayan İngiliz istihbaratının ağırlık verdiği Maan şehri, Hicaz Demiryolu hattımızın en stratejik durağıydı. Bu stratejik önemden dolayı Lawrence, daha sonraki yıllarda istihbarat çalışmalarında Maan’ı merkez olarak kullanmış; bilahare meşhur Arap İsyanı bu şehirden başlamıştı. Bir devlet görevlisi olan büyükbaba Mehmet Yaşar Efendi, önce Maan’dan Anadolu’ya gönderilmiştir*. Anadolu’ya gönderilen Mehmet Yaşar Efendi, 1908 tarihindeki II. Meşrutiyetin İlanı’ndan sonra, devlet güvenliği açısından sakıncalı görülerek, Ankara Altındağ bölgesinde kayıtlı olan nüfus kütüğüyle birlikte “Kudüs şehri, Babıhatta mahallesi, 573 numara”da zorunlu ikamete ve gözetime tabi tutulmak üzere sürgün edilmiştir. Babıhatta mahallesi, o tarihlerde kullanılmakta olan Kudüs Hapishanesi’nin bitişiğinde ve genellikle sürgün gözetimi altında bulunanların ikamet ettirildiği bir mahalleydi. Mehmet Yaşar Efendi’nin Kudüs’te sürgünde bulunduğu dönemde, İtilaf Devletleri Çanakkale Savaşı’nı kaybetmiş; Çanakkale’yi geçemeyen İtilaf Devletlerinin başını çeken İngiltere de, Osmanlı Devleti’ne karşı Filistin Cephesi’ni açmıştı. İçimizdeki Hainleri Kullanan Yahudi İstihbarat Örgütü: NİLİ Çanakkale Savaşı’nda katır tugayları oluşturarak İngilizlere lojistik destek sağlayan yahudiler, Sina, Gazze ve Kudüs Muharebelerinde, İngiliz Ordusu’na istihbarat desteği sağlamışlardır. Özellikle Gazze Muharebeleri’nde büyük kayıplar yaşamaya başlayan İngilizler, sonunda, Osmanlı’nın cephe gerisindeki yahudilerce ulaştırılan bilgileri kullanarak, Osmanlı mevzilerini ve bataryalarını uçaklarla bombalamışlar ve böylelikle Osmanlı savunma hattını aşabilmişlerdir. Özellikle, müttefikimiz Alman subaylarının göz yumduğu Alman asıllı yahudilerin, Filistin Cephesi’nde İngilizler tarafından nasıl kullanıldıkları ve iki taraflı çalıştıkları hakkında, Genelkurmay Yayınlarından, Tuğg. Şükrü Mahmut Nedim’in “Filistin Savaşı” isimli eserinde bazı vakalarıyla bahsedilmektedir. O dönemde NİLİ, Osmanlı Ordusu’nun içinden bilgi toplama güçlüğü çeken İngiliz-yahudi ittifakının kurduğu ve içlerinde fahişe kadınların görev aldığı bir istihbarat örgütüydü. NİLİ, Sarah Aaronson adında bir genç yahudi kadın casus tarafından işletiliyordu ve bazı kaynaklara göre örgütün 400 adet fahişesi vardı. Bunlar Osmanlı Ordusu’nda görevli bazı karaktersiz askerleri ve bazı direnişçi Arap milislerini baştan çıkararak, bunlardan bilgi sızdırıyorlardı. Büyükbabanın Osmanlı Devleti’ne İhaneti Kudüs-Babıhatta’ya sürgün gönderilen Mehmet Yaşar Efendi, maalesef burada da uslu durmamıştır. Özellikle dönmeler arasında haber kaynağı edinme arayışını sürdüren NİLİ, kısa zamanda Mehmet Yaşar Efendi’nin sürgün gönderilmiş bir dönme olduğunu öğrenmiş ve kendisiyle irtibata geçmiştir. Mehmet Yaşar Efendi, bir taraftan yahudi kızlarının cazibesiyle, diğer taraftan damarlarında taşıdığı yahudi kanının etkisiyle, Osmanlı Ordusu ve Arap milisleri hakkında topladığı istihbari bilgileri NİLİ ajanlarına sızdırmaya başlamıştır. İçten bilgi akışını öğrenen Osmanlı Ordu İstihbaratı, bölgenin yerleşik Arap milislerinden de yararlanarak, NİLİ casusları ve üyelerine yönelik ciddi bir temizlik harekâtı başlatmıştır. Bu temizlik harekâtında, NİLİ casuslarıyla birlikte, çok sayıda asker ve milis de sorgulanıp suçlu bulunarak idam edilmiştir. Askeri sırları sızdırdığı tespit edilen Mehmet Yaşar Efendi de, bu temizlik harekâtından ileriki yıllarda nasibini almıştır. Mehmet Yaşar Efendi, biri milis olmak üzere iki Osmanlı İstihbarat Subayı tarafından, bir gece, birlikte olduğu ve görüştüğü bir NİLİ casusuyla birlikte evinden alınarak sorgulanmıştır. O gece kendilerinden önce alınmış olan Arap asıllı bir kişinin serbest bırakıldığı sorgulama neticesinde, hakkındaki kanaat kesinleşen Büyükbaba Mehmet Yaşar Efendi, birlikte yakalandığı (isimsiz, sadece kısa eşkal kayıtlı) NİLİ casusu ile birlikte Cehennem Vadisi’ne götürülmüş, infaz edilmiş ve ailesinin dini tören yapmasına müsaade edilmeden gömülmüştür. Cehennem Vadisi, Osmanlı’nın Kudüs hâkimiyetinin son döneminde, vatana ihanet ve casusluk suçu işleyen kişilerin idam edilerek (intihar edenler de mevcuttur) gömüldüğü yer olarak tarihe geçmiştir. Osmanlı-Arap İstihbaratı ile İngiliz-yahudi İstihbaratı arasındaki karşılıklı çetin faaliyetler ve infazlar, neredeyse İsrail’in kuruluşuna kadar devam etmiştir. Osmanlı 4. Ordu İstihbarat Şefi Filistinli Aziz Beg’in, NİLİ örgütünün faaliyetleri ve sorgulanan NİLİ üyeleri hakkında 1930 yılında yazdığı hatıratın yanı sıra, Babıhatta’nın ileri gelen ve o dönemde milis çalışmalarında bulunan Carallah sülalesinden Abdülhakim oğlu Raşid gibi kimselerin tuttuğu günlük benzeri çok sayıda kaynak da bulunmaktadır İsrail Genelkurmayı’nın Org. BÜYÜKANIT’a Jesti ! İsrail’in ve yahudilerin en belirgin vasıflarından biri, geçmişte yahudiliğe hizmet edenlere, hatta onların soyundan gelen kimselere karşı duydukları vefa hisleridir. Filistin’de İsrail devletinin kurulmasında emeği geçenleri ve bu arada NİLİ üyelerini de araştıran İsrailli araştırmacıların, arşiv çalışmasında tespit ettiği isimlerin arasında Mehmet Yaşar Efendi’nin ismi de yer almaktadır. İsrail Genelkurmayı, NİLİ üyeliği tespit edilen Mehmet Yaşar Efendi’nin mezarını yıllar sonra restore ettirmiş ve yapılan restorasyonu jest olarak göstermek üzere torun Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ı İsrail’e özel olarak davet etmiştir. Büyükbabası hakkındaki bilgiler ile bu mezarın varlığından, Türk kamuoyunun ve medyasının haberdar olmasından ciddi olarak endişe eden Org. BÜYÜKANIT, yahudi meslektaşlarından, geçmişine ait bu bilgilerin ve mezar yerinin sır olarak saklanmasını ve kamufle edilmesini rica etmiştir. Bir şekilde bu bilgilerin duyulma ihtimaline karşı tedbir olarak, yıllarca çevresine, anne tarafından dedesinin Mescid-i Aksa’nın anahtarlarını taşıyan Kudüs imamlarının torunu olduğu ve dedesinin Kudüs’te şehit olduğu gibi asılsız bilgileri yaymıştır. Yine, kendisinin, dedesine atfedeceği boş veya sahte bir mezar yeri hazırladığı da bilinmektedir. Arka arkaya dört evlilik yaptıktan sonra, alkol bağımlısı olduğu için çocuklarını yetimhaneye veren babasından bile bahsederken “din görevlisiydi” diyebilen BÜYÜKANIT’ın, kimsenin tanımadığı dedeleri için “Kudüs İmamıydı” demesi aslında pek de garip değildir; yahudice gizlenme alışkanlığının gereğidir. Ancak tarihçilerin bilebileceği bir gerçek vardır ki; Tarihi Aksa Camii’nin anahtarlarını, sahabe Nüseybe’nin soyundan gelen ve Kudüs eşrafından olan Nüseybe Oğulları geleneksel olarak elinde bulundurmaktadır. Ayrıca, Kudüs ahalisi Anadolu Türkleriyle aynı mezhepten değildir ve bu yüzden tarihi süreçte Kudüs imamları tamamen yerel halk arasından atanmışlardır. Hele hele, geçmişi karanlık ve ne idüğü belirsiz bir gizli yahudi sabetaycının Kudüs’e imam olduğuna dair hiçbir tarihi belge bulunmamaktadır. Gerçi, şehitlerimizin cenaze namazında elini düz bağlamayı bile bilmeyen bir gizli yahudi sabetaycının, bu tür konuları bilmesi de zaten beklenemez**. Çünkü Org. BÜYÜKANIT, yahudilik dini ve sabetaylık tarikatına ait öğretileri, yirmi üç yaşına gelinceye kadar anneannesi Sifaye ERYAŞAR’dan, sonrası ablası Suzan BÜYÜKANIT’tan öğrene gelmiştir. Kimlik ve kişiliğinin gelişiminde en etkili olan iki kişi, şehit (!!?) dedenin eşi anneanne ve Türk Ordusu’nu ele geçirmeye azmetmiş küçük kardeşine kendisini adayan abladır***. “Yahudilik öğretisi”ni anneannesinden ve ablasından alan BÜYÜKANIT, provokasyonlarla uygulamaya koyduğu “ihanet öğretisi”ni de dedesinden miras almıştır. Şimdi, gizli yahudi olduğunu belgelediğimiz ve soy kütüğü hakkındaki gerçekler karşısında cevap veremeyen BÜYÜKANIT’a tekrar meydan okuyoruz: Yüreğin yetiyorsa, erkeksen, adamsan, bu metinde geçen bilgileri, ister sen yalanla veya isterse senin seçilmiş medyacılarından biri yalanlasın! Bu yalanlamadan en fazla iki saat sonra, yine bu siteden yiyeceğin biri noter tasdikli, diğeri ise görüntülü iki Türk şamarına hazır ol! Vurmadan önce iyice bir duyuralım ki, şaklaması kulaklarda yıllarca çınlasın! (*) Mehmet Yaşar Efendi’nin Anadolu’ya gönderilme sebebinin, Maan’da artan İngiliz istihbarat faaliyetleriyle ilişkili olabileceğini tahmin etsek de, tarihçi akademisyen ülküdaşlarımız, Mehmet Yaşar Efendi’nin “Maan”da yaşadığı döneme ait net bulgular elde edemedikleri için, Anadolu’ya gönderilme gerekçesi metne konulmamıştır. (**) Aziz Şehitlerimizin cenaze namazında sol elini sağ elinin üstüne koyarak ellerini ters bağlayan -ki belki de inancının gereği olarak kasıtlı yapmıştır, bunu bilemiyoruz- BÜYÜKANIT’ı temize çıkarmaya çalışan “seçilmiş medyacılar”, paşanın üzüntüsünden dolayı elini ters bağladığı hususunu haberlerine yorum olarak eklemişlerdi. İşte burada sabrımız taştı: Sen kimsin de, şehidin anasından, babasından, ağasından, bacısından fazla üzüldün? Herkes elini düz bağladı da, bir tek sen ters bağladın, üçkâğıtçı! Sakın aklına, yahudilik davasının şehidi olan deden gelmiş ve onun için bu kadar çok üzülmüş olmayasın? Gerçekten o kadar üzülecek olsaydın, şehit cenazesi üretmek için gencecik fidanları kasıtlı olarak pusulara düşürttürmez, bunu yapanlardan bir kez olsun hesap sorar ve verilen şehitlerden dolayı kendini de sorgulardın. Ama sen, bunu yapmak yerine can dostun Reha TAŞKESEN’le başka dümenler çevirmeyi tercih ettin. Yakında, o ‘namussuz’un seni nasıl örnek aldığını bütün kamuoyuna duyuracağız. (***) Türk gelenek ve görenekleriyle bağdaşmayan bu öğretiler yüzündendir ki; BÜYÜKANIT’ın can dostu ancak, Reha TAŞKESEN gibi, öğrencilerinin, astlarının ve meslektaş ailelerinin namusuna göz koyan bir “namussuz” olabilmektedir. Kirletici azınlık uşakları, bu onursuzluğu örtmek için intihar etmeleri gerekirken, bir de utanmadan gazetelere boy boy röportajlar vermektedirler ve Ordu’nun başına gelerek kendilerini korumasını umdukları azınlık “Efendi”lerine yağcılık yapmaktadırlar. Tarih, bu namussuzluğu yapanlarla birlikte, savunanların da haysiyetlerinin yerle bir olacağına tanıklık edecektir. Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü ve Genç Subayları yetiştiren KUTSAL OKUL’umuzun adını kirletenler ve kirletenleri bugüne kadar himaye edenler, yaptıklarının bedelini en kısa zamanda ödeyeceklerdir. ---------------------------------------------------------- Kurşad hareketininn sitesinden , bence burda yazan açıklamaların hepsi ne yazikki doğrudur..Hatta bir çok şey de eksiktir..
-
Dalgalanmaya rağmen altı ayda 745 milyon YTL kâr ettik 01.08.2006 SALI GÜNÜ İş Bankası, yılın ilk yarısında 745 milyon Yeni Türk Lirası net kâr elde etti. Bankadan yapılan açıklamada, 30 Haziran 2006 itibarıyla brüt kârını 1,68 milyar YTL'ye, vergi ve diğer karşılıklar sonrasındaki net kârını ise 745 milyon YTL'ye çıkardığı bildirildi. İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, bankanın yılın ikinci çeyreğinde global ve ulusal piyasalarda yaşanan olumsuzluklara rağmen kârlılıkla birlikte istikrarlı büyümesini sürdürdüğünü, yılın ilk yarısında toplam kredi hacminin yüzde 35 artarak 28 milyar YTL'ye ulaştığını bildirdi. Özince, bankanın aktif toplamının yüzde 10 büyüyerek 70,1 milyar YTL'ye çıktığı, kredilerin toplam aktifler içindeki payının yüzde 40'a yükseldiğini, gecikmiş alacakların toplam kredilere oranının ise gerileyerek yüzde 3,6'ya indiğini kaydetti. Yılın ilk yarısında 1 milyar 373 milyon YTL net faiz geliri elde ettiklerini belirten Özince, net komisyon gelirlerinin de önceki yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 24'lük artışla 519 milyon YTL'ye ulaştığını bildirdi. Ersin Özince, faiz ve faiz dışı gelirlerdeki büyümenin yanı sıra kontrollü maliyet artışları sonucunda 6 aylık dönemde brüt 1 milyar 679 milyon YTL kâr üretildiğini ve net kârın geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 60 artarak 745 milyon YTL'ye ulaştığını vurguladı. ------------------------------------------------------------------------ Rahmi Koç: Ekonomide kriz görünmüyor Bütün dünyayı sarsan son ekonomik dalgalanmaları en derinden hisseden ülkelerden biri olmasına rağmen, Türkiye sarsıntıdan yara almadan sıyrılmayı becerdi. Yerli sermayeden uluslararası yatırımcılara, siyasilerden akademisyenlere hemen herkes Türkiye ekonomisinin çok sağlam bir zeminde ilerlediğini ve kolaylıkla 2001 benzeri kâbuslara dönmeyeceği inancında. Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç da, bir kriz beklentisini doğuracak hiçbir etmenin şu an söz konusu olmadığını söyledi. Yeni Türk Lirası’nın dalgalanma öncesi değerli olduğunu, birçok kişinin yüzde 15-20 değer kaybetmesini beklediğini aktaran Koç, ihracatçıların büyük sıkıntı çektiğine işaret etti. "İçeride hiçbir risk yok." diyen Koç, "Eğer bir olumsuz hadise olmazsa ben seçimlere kadar herhangi bir ekonomik dalgalanma beklemiyorum. Bizim için en büyük risk Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler." ifadelerini kullandı. Ortadoğu’da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı tespitinde bulunan Koç’a göre, bölgede her isteyen rahatlıkla at koşturamayacak. Ortadoğu’nun Afrika ve Uzakdoğu’ya benzemediğini dile getiren Koç, Japonya, Avrupa Birliği ve ABD’nin petrole bağımlı olmasının bölgenin önemini artırdığı görüşünde. Rahmi Koç, kendilerini dünyanın jandarması gibi gören güçlerin bölgede yaşananlara mutlak surette el koyacağını da sözlerine ekledi. Türkiye’deki bazı şirketlerin Ortadoğu’da ciddi bir pazara sahip olduğunu aktaran Koç, yeni durumdan bazı firmaların çok büyük fırsatlar yakalayacağını dile getirdi. Muğla Göcek’te Deniztemiz Derneği-Turmepa tarafından hizmete sokulan atık alım teknesi Turmepa-1’in göreve başlaması nedeniyle düzenlenen organizasyonda gazetecilerle bir araya gelen Rahmi Koç, piyasalardaki gelişmeler hakkında yorumlarda bulundu. Koç, dövizde yaşanan dalgalanmanın kendileri için iki yönü bulunduğunu belirterek "Bir taraftan ihracatçı şirketlerimizin durumu var. Diğer taraftan da dövizle olan borçlarımızın durumu var. Bu sebeple kur tahminleri ve hareketlerini çok yakından takip ediyoruz." dedi. Merkez Bankası’nın dalgalanma karşısında çok başarılı bir sınav verdiğini ileri süren Koç, "Önce biraz bekledi, sonra müdahale ettiler. Birdenbire bir şey yapılsaydı, tehlikeli olurdu." dedi. Koç, kurdaki dalgalanmanın grup hesapları üzerinde yol açtığı yükün sene sonundaki kura göre hesap edileceğini kaydederek, "Bir taraftan da 7 milyar dolarlık dış girişimlerimiz, döviz kazandıran hareketlerimiz var. Dolayısıyla dalgadan kârlı çıkma ihtimalimiz bile var." şeklinde konuştu. Hükümetin ekonomi yönetimi hakkında da tespitlerde bulunan işadamı, ekonomik programa şimdiye kadar sadık kalındığını, bunun da bir başarı olduğunu belirtti. Tek başarısızlık olarak vergi vermeyen kesimlerin hâlâ kayıt altına alınamamış olmasını gösteren Koç’a göre vergi vermeyenlerin sisteme dahil edilmesi halinde, oranlarda indirim söz konusu olabilir. Konuşmasında işsizliğe de değinen Koç, yerli ve yabancı sermaye yatırımlarının hız kazanmasıyla işsizlik sorunun çözüme kavuşacağına işaret etti. Türkiye’de birikimin yeterli olmadığına da temas eden Onursal Başkan, "Biz her ne kadar enflasyon bilançosu çıkarıyorsak da vergileri kanuni bilançoya göre ödüyoruz. Kâr etmememize rağmen, etmiş gibi gözüküyoruz. Onun için de şirketlerimizin yatırım yapmak için birikimleri az. Kendimizi ancak çevirebiliyoruz." diye konuştu. Teknesindeki flama 50 bin YTL Rahmi Koç’un yaklaşık 2 yıl süren dünya turunda kullandığı yelkenlinin flaması Deniztemiz Turmepa’ya destek amacıyla yapılan açık artırmada 50 bin YTL’ye satıldı. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin de katıldığı organizasyonda, üzerinde Rahmi Koç ile gemi mürettebatının imzalarının yer aldığı flamayı Hintli işadamı Glu Livonini satın aldı. Boynuz kulağı geçmese üzülürdüm Emeklilik kararı alarak holdingin idaresinden çekilen ve işleri oğlu Mustafa Koç’a devreren Rahmi Koç, şirketteki gidişattan hayli memnun olduğunu söylüyor. Gazetecilerin "Oğlunuz holdingin başına geçtikten sonra ‘boynuz kulağı geçti’ esprileri yapılıyor, ne diyorsunuz?" şeklindeki sorusu üzerine "Geçmeseydi üzülürdüm. Her adım biraz daha ileri götürmeli. Emeklilik kararı verdiğim için rahatım." cevabını verdi.Koç, oğlu Ali Koç’un Fenerbahçe yönetimine girmesinin sorulması üzerine, kendisinin de bir zamanlar Beşiktaş yöneticiliği yaptığını bildirdi. Avrupa pazarında daha da büyüyeceğiz Rahmi Koç ekonomiden holdingin bazı faaliyetlerine kadar geniş bir dairede açıklamalarda bulundu. Konuşmasından bazı satır başları: Önümüzdeki dönemde genel seçimler olsun cumhurbaşkanlığı seçimleri olsun, içerideki siyasi gelişmeler ekonomi üzerinde olumsuz etki doğurmaz. Migros'la Wall Mart 10 senedir görüşür. Yalnız Wall Mart'la değil başka Mart'larla da görüşüyoruz. Fortune 500 dediğimiz dünyanın en büyük 500 şirketi sıralamasına giren yegane Türk şirketi olduk. Bir zamanlar 4-5 şirket yer alıyordu orada, ama sanayicilerin yarısında Avrupa'da muhakkak iddiamız var ve dünyada da genişlemeye devam ediyoruz; ama dediğim gibi global bir şirket olmak bugün her ülkede iş yapmaya mecbursunuz. Daha biz o safhaya gelmedik. Dünya gezisinde tuttuğum günlük 3 bin sayfayı bulmuş. Bunu daraltacağız, herhalde gelecek sene ortasına doğru kitap olarak çıkar. Eski siyasetçilerin dönüşü dünyada bitti Koç, siyaset sahnesinden çekilen, ancak daha sonra yeniden girmeye çalışan eski siyasetçilere diğer ülkelerdeki örnekleri göstererek, ‘hayatın keyfini çıkarın’ tavsiyesinde bulundu. Dünyada emekli olanın dönüşü olmayan bir yola girdiğini öne süren Koç, "Almanya eski şansölyesi Schröder, işi bıraktı kendine başka bir yol seçti ve o yolda gayet kararlı adımlarla yürüyor. Clinton da öyle. Yine dünyada meşhurlar, yine konuşmaya çağrılıyorlar." dedi. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz, Yüce Divan’da beraat ettikten sonra yeniden siyasete döneceği mesajları vermişti. Rahmi Koç, önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerin hatırlatılması üzerine seçimin zamanında yapılması gerektiğini kaydederek, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili akıbetin de zamanla belli olacağını dile getirdi. ----------------------------------------------------- Motorine yüzde 1,65 indirim Ham petrol fiyatlarının uluslararası piyasalarda 73 dolara gerilemesi ve dolardaki düşüşün etkisiyle akaryakıt fiyatlarına bugünden geçerli olmak üzere indirim yapıldı. İndirimin motorin pompa fiyatlarına yüzde 1,65, gazyağı fiyatlarına yüzde 2,2, jet yakıtı fiyatına da yüzde 4,02 oranında indirim olarak yansıması bekleniyor. -------------------------------------------------------------- 600 kişi rüşvetle emekli edilmiş Van Bağ-Kur İl Müdürlüğü’nde görevli bir memur, sahte prim ödemeleriyle haksız yere 600 kişiyi emekli gösterip, sağlık hizmetlerinden yararlandırdığı gerekçesiyle tutuklandı. Van Cumhuriyet Savcılığı 6 ay önce gelen bir ihbarı değerlendirerek soruşturma başlattı. Savcılık denetiminde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı iki müfettiş tarafından yürütülen soruşturmanın ön raporları, müfettişler tarafından iki klasör halinde savcılığa sunuldu. Soruşturma kapsamında, 1995 yılından bu yana bazı vatandaşların prim borçlarının ödenmiş gibi gösterilerek, emeklilik hakkı kazandığı veya sağlık hizmetlerinden yararlandığı iddiası üzerine Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Bağ-Kur’da bilgi işlem memuru olan M.A. gözaltına aldı. Prim verilerini bilgisayara aktarma görevi yapan memur M.A., 29 Temmuz 2006 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesi tarafından ‘kamu kurumunu dolandırmak’ suçundan tutuklanarak cezaevine konuldu. M.A.’nın aynı kurumda bilgisayar işletmeni olarak çalışan S.C.’nin şifresini kullanarak da ödemeler yaptığı, durumdan memnun olmayan S.C.’nin de daha önceden cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunduğu öğrenildi. Olayın ortaya çıkmasına, 26 Ekim 2005 sabahı primleri yatmadığı için vize alamayıp hastane kapısından dönen F.M. isimli mükellefin birkaç saat sonra bu defa sorunsuz muayeneye girmesi sebep oldu. F.M.’nin bütün prim borçlarının birkaç saat içinde ödendiğini gören hastane çalışanları, Bağ-Kur il müdürünü arayarak mükellefin hesaplarında bir gariplik olduğu yönünde bilgi verdi. Bunun üzerine kurum müdürü bilgilendirilerek konu genel müdürlüğe aktarıldı. Ancak aradan geçen 6 ay süreye rağmen söz konusu skandal ile ilgili şimdiye kadar idari ve adli bir soruşturma yapılmadı. Yapılan incelemeler sonucu da bazı çalışanların rüşvet alarak kamuyu dolandırdığı ortaya çıktı. 6 ay önce tespit edilen yolsuzluğun kurumda yıllardan beri devam ettiği iddia edilirken, Bağ-Kur il müdürlüğü dolandırıcılık sonucu maruz kalınan maddi zararın boyutu hakkında malumat vermiyor. Bu arada, yolsuzluğun anlaşıldığına dair söylentilerin yayılmasıyla söz konusu olaydan sonra rüşvet karşılığı primleri sanal olarak ödenen bazı kişilerin gelerek borçlarını yatırma yoluna gittikleri, ‘kendilerine düşen borcu ödemeye hazır oldukları’ şeklinde beyanda bulundukları ifade edildi. Öte yandan Valilik Disiplin Kurulu’ndan edinilen bilgilere göre, cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunan S.C ise kurumu içinde idari soruşturma geçirerek kınama cezası aldı. S.C., M.A.’nın sicil dosyasından gizlilik derecesi taşıyan evrakların fotokopisini çekerek bunları Bağ-Kur Genel Müdürlüğü’ne göndermekle suçlanıyor. Bu arada Van’da Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gelen ihbarlar üzerine başlattığı soruşturma kapsamında, Bağ-Kur il müdürlüğünde yüzlerce kişinin, usulsüz emekli edildiği ve prim borçları olanların da primlerinin rüşvetle ödenmiş olarak gösterildiği ortaya çıktı. ZAMAN gazetesinden..
-
Bardakoğlu: Savaş için fetva dine ihanettir Türkiye Hahambaşı İsak Haleva'nın ardından Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu da İsrail'in Lübnan'daki saldırılarına tepki gösterdi. Hiçbir din adamının, yaşananları savunamayacağını belirten Bardakoğlu, din adamlarının hiçbir açıklamasının olayları durduramayacağını ancak en azından “kendi onurlarını ve dinlerinin itibarını” koruyacağını söyledi. Bardakoğlu, Lübnan'daki Kana saldırısı ardından ANKA'ya yaptığı açıklamada, "Yanı başımızda cereyan eden bu hadise hepimizi üzmekte ve üzmekten öte insanlığın geleceği için dişimizle tırnağımızla yerleştirmeye çalıştığımız insanlık idealleri açısından da adeta bir umutsuzluğa, karamsarlığa sevk etmektedir. Çünkü sivil insanların yaşadığı binalar yıkılıyor, altında masum insanlarımız, hayata yeni gözlerini açan masum yavrular ölüyor. Bunun hiçbir şekilde savunulması mümkün değil" dedi. "SAVAŞ İÇİN FETVA DİNE İHANET" Yaşanan olayların sorumlusu olarak uluslararası siyasetçileri, stratejistleri, tavrını savaş ve gerilimden yana koyan kişileri gösteren Bardakoğlu, "Biz din adamları olarak elbette barışın egemen olmasını istiyoruz. Bir din adamının bu savaşa, bu göz yaşına, masum insanların ölümüne fetva vermesi kendi dinine ihanettir" diye konuştu. İsrail'de bazı hahamların bu yönde fetva verdiği bilgisine ulaştıklarını kaydeden Ali Bardakoğlu, "Bunu tasavvur edemiyorum. Şayet fetva vermişse, o bir din adamı hüviyetinden ayrılmış, böyle bir saldırının aktörü olmuştur. Çünkü ne Yahudilik ne Hristiyanlık ne Müslümanlık savaşa, teröre, göz yaşına, acıya hele hele masum insanların katline izin vermez" dedi. İSLAMOFOBİ UYARISI Bardakoğlu, "Dünyada 'İslamofobi', İslam ve Müslümanlar hakkında oluşturulan bu karamsar tasvir tablosu altında bu cinayetlerin işlenmiş olması da ayrı bir vahamet arz ediyor” diyen Bardakoğlu, dünyada Müslümanları, İslamiyeti terörle özdeşleştiren bir anlayışın hızlı bir şekilde dünya kamuoyuna enjekte edildiğini bildirdi. Bardakoğlu, “Müslümanlar mahkum edildi. Sanki bu terörün bu şiddetin kaynağı İslam diniymiş gibi gösterildi. Halbuki terörün ne dini olur ne coğrafyası olur" diye kaydetti. "Terörü işleyenlerin Müslüman olduğundan ziyade bu insanların bu terörü, bu şiddet, bu gerilim, bu acı ve gözyaşına niçin yol açtıklarını veya bu olayların uluslararası arka planını görmek zorundayız" diyen Bardakoğlu, aslında sosyal bilimci gibi davranıp olayları tahlil etmek, olayların arkasındaki bu siyasi tasarrufları, ülkelerin işgal edilmişliğini, insanların umutsuzluğunu, eğitimsizliğini, din istismarını, din bilgisizliğini birçok şeyi görmenin gerektiğini söyledi. Bardakoğlu, böyle bir ortamda Filistin'de ya da Lübnan'da bir bakımda dünyanın gözü önünde adeta büyük devletlerin onayı ile meydana gelen bu olayların da insan oğlunun nasıl acımasız olabildiğini ve fırsatçılık içinde dünya kamuoyunun İslam hakkındaki bu algılamasının gölgesinde nasıl kendi amaçlarına uygun cinayetler işleyebildiğine tanıklık ettiğini söyledi. "DİN ADAMLARI SAVAŞI DURDURAMAZ AMA DİNİ ONURLARINI KORUR" Diyanet İşleri Başkanı, "Bütün umudum bütün bunların bir an önce sona ermesidir ama din adamlarının barış çağrısının yeterli olmadığı açık yüreklilikle söyleyeyim. Din adamların böyle demesi sadece dinlerini savaşa, göz yaşına alet etmeden kurtarma onurluluğunu ifade eder. Din adamlarını bu ortamda barış çağrısı yapması, savaşı şiddeti kınaması hele hele masum insanların öldürülmesini kınaması belki olayı önlemeyecektir ama en azından dinleri bu çirkin gelişmelere alet etmekten kurtaracaktır" dedi. Ali Bardakoğlu, "Yani din adamları böyle yapmakla belki olayları önleyemeyecek ama en azından kendi onurlarını kendi dinlerinin itibarını koruyacaktır. Bu olanları asıl önleyecek olan siyasetçilerdir, uluslararası siyasetin aktörü olan güçlü devletlerdir, güçlü siyasetçilerdir. Tarih de herhalde bunları onlara fatura edecektir" diye konuştu.
-
NEDENDİR BİLİYORUM BU ATAMAYI DUYDUĞUMDANB BERİ NASIL CANIMIN NASIL SIKILDIĞINI BİR BEN BİR ALLAH BİLİR...Ülkemiz bir adım daha İsrailin güdümüne girdi , baykuşlara bayram olsun! (baykuşlardan kasıt sizler değilsiniz , zira siz işin gizli taraflarından bi haber yaşadığınız için o lafım buna çalışanlaraydı) Bir kere Büyükanıtın sabetay olduğuı ispatlandı , onun aile kütüğüne bakıldı , delilleri ile kondu ortaya , neden gazeteler BELGESİZ TEKZİP EDİYORLAR??? Neymiş hiç görülmemiş bir karalama kampanyasıymışşşş..Sizin 10 yıldır Fetrhullah Gülene yaptığınız neydi peki he!!! HANGİ İDDAANIZ GERÇEK ÇIKTI HANİ??? Bir tane gösterin yahudi uşakları..olayları çarpıta çarpıta sizinde yakında çarpılacağınız yakındır Zaten cumhuriyetin , hurriyetin , sabahın destek verdiği biride anca ONLARIN PATRONLARI GİBİDİR..Hatta o patronlarınında patronudur! Battı talihsiz ülkem
-
COMMANDANTE , Hem Kuran okuyup okumamamın bir önemi yok , peygamber Hz Muhammed (SAV) in hayatını çilesini bilmeme gerek yok diyorsun yani BİLMİYORSUN sonrada zannediyorsunuz din ilme , birliğe , kalkınmaya karşı çıkar , o bu devre cevap vermez..O 14 asır öncesinden kıyamete kadar ışık tutması kullarının huzur ve kurtuluş bulması , yeryüzünü saran tağutlara ezilmesin insanlar ebedi ahiret hayatınıda kazansın diye Allah ın kullarına indirdiği buyruğudur..Ve inan her cümlesi ayrı bir iksir ayrı bir huzur verir..YOKSA ALLAH BİZİ BU DÜNYA ÇÖLLERİNİN KÖŞELERİNDE BAŞI BOIŞ BIRAKMAK İÇİN YARATMADI HERALDE..Önce o öğrenilmeli , sonra bak bakalım fikirlerin nasıl değişecek.. Bugün orda yazanları BU ASRA GÖRE yapanlar var sevgili arkadaşım..Siz cemaat çapında bir yaşam nasıldır bilmezsiniz..Ne onların neyin uğraşını verdiklerini ne fedakarlıklarını bilmezsiniz..Hepside bu ülke için TAMAMEN KARŞILIKSIZ , hem ülke geleceğini kurtarma hemde o gençlerin şeytanın çekeceği sapkınlıktan kurtarma içindir..Ne yüzlerinden ne hayatlarını didik didik ederek araştırsanız bir günah izi gösteremezsiniz..ANCA BÖYLE SATILIK BASININ KARALAMA KAMPANYALARINDA ATTIKLARI ÇAMURLARI GÖRÜRSÜNÜZ..Kii o da çoktan TC Mahkemelerince yalanlandı..Yıllarca o kadar laf söylediler ama çarpıtmaları dışında 1 tek delil bile getiremediler Siz şeriatçılık diye içinize oturtulan kara bulutu atın bir kenera..Ne bu ülkenin rejimine kastı olan var nede sizi batırmaya uğraşan..F.Gülen kaç kere dedi Cumhuriyet en güzel yönetim biçimidir..Laiklik , (eğer saptırılmamışsa) her devlette olması gereken bir ilkedir diye.İnanmayana özelden yollayabilirim bir örneğini , kendi gözleriyle görsün demiş mi dememiş mi..Ama bunlar yansımaz medyaya , çünkü onların patronları bizden değiller , onar karanlık güçlerin güdümündedir.Sizleride zaten güzel dinimizden uzaklaştıran unsurda burda.. Katliamdan kasıtın zannedersem MADIMAK olayı..Bizim ülkemizde gizli servislerin ne kadar cirit attığını inşaallah bilirsindir..PKK-Dev Sol-Ülkü Ocakları , bugün bunların gizli taraflarında o servislerle derin devlet dediğimiz hıyanet şebekesiyle ben bağlantılı olduklarını bizzat yazısına en güvendiğim bir yazar olan rahmetli Uğur Mumcu'dan ve Soner Yalçının onlarca kaynaklardan çıkardığı özet kitap BAY PİPO da gördüm..Gayet çok objektifçe anlatıyorlar ülkemizde dönen gizli gerçekleri.ZATEN O YÜZDEN ÖLDÜRÜLMEDİ Mİ o kadar gazeteci savcı??? Bunların önemli bilgilere ulaştıklarından , yarın birgün orda burda konuşmasın deşifre olmayalım diye katledildiler..Lafı getirmek istediğim yön şu..Yani bize gözükmeyen bir yerlerden halk karıştırılmaya çalışınıyor.Olmadı mı güneydoğuda çocukları görmedik mi polisimize saldıran! Görmedik mi Trabzonda Tayadlıların yaptıkları gösteride YAYIN YAPAN KURULUŞLARIN HALKA NASIL BİLGİ VERDİĞİNİ..Yani gizliden kontrollüce kışkırtılıyor halk , bayrağımız yakılıyor , burası kürdistan Türk askeri işgal ediyor buraları , KOŞUN ATEİSTLER TOPLANDI , DİNİMİZİN KÖKÜNÜ KAZIMAYA UĞRAŞACAKLAR!!! Aralarında bizzat bunun gibi sayısız olayda MİT provakatörleri vardı veya başka servislerin ajanları..İşte o olayda bir alevi-sünni çatışması çıkartmak için halkı galeyana getiren AJANLARCA GERÇEKLEŞTİRİLDİ..Ve eğer tutsaydı öyle ale-sünnü gibi çatışmalar çıksaydı onu doğacak tahribatını tahmin bile edemezsin..!! Yani o olaylar cahilane halkı kışkırtan görevli ajanlarca oldu hep! Ve başlarındada onlar vardı! Biraz müslümanlara yapılan katliamalara bak comman , müslümanların niyetini varsa bir suçunu öğrende gel , biz bize kahpelik yapana bile gül veren bir milletiz..Hiç bir savaşta kadınlara çocuklara ilişilmemiştir..Öğrenmeye yüz çevirirsen tarihine dinine , işte böyle çok yanlış tanıtılan saklanan şeyleri bilmez , bizim iyiliğimize diye attığınız adım bile zarar verir üstteki forumdaşlarım!
-
'Türkler' diyor Atatürk, 'İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyet'i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet'ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslam'ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor... 4 DİPNOT , desene bana 1400 yıl önce ne vardı , şimdi ne var , de Allah aşkına bi de bakalım ne biliyorsun o zaman hakkında.O devir asrı saadet devriydi..İslam peygamberinin ve yanındaki sadık sahabilerinin tüm dünyayı zalimin zulmünden innaçsızlıktan batıldan , ezilen insanları kurtarmakla geçirdiler ömürlerini , insanları kömürlükten çıkarıp elmas yaptılar..NE KÜFÜR YOBAZLIĞI BİTTİ NEDE KURANDAN GELEN FEYİZLER..Size ne kadar anlatsak boş biliyorum ama tartışmadan kaçtı zannetmeyesin diye bu saatte cevap yazıyorum..O devirde güçlü güçsüzü eziyor , zenginliği soyu olmayanın yaşama hakkı bile elinden alınıyordu..Bir bak bakalım çok fark var mı bu devirle sadece bu ülkede değil biraz geniş düşün Allah rızası için..O devirde AMA BUNLAR İSLAMDAN ÖNCE , kadınlara değer verilmez onlar mal gibi satılırdı..ÇIPLAK GEZERLERDİ , ar namus diye bişeye değer verilmezdi ŞİMDİ ÇOK MU FARKLI..Gerçi siz namusun ne olduğunu bilioyrmusunuz o da ayrı mesele..Siz bu tür şeylere değer vermezsiniz AMA BUNLAR KUTSALDIR MÜSLÜMANLIKTA , icabında canınla koruyacaksındır..O devirdede müslümanlığın tevhidin önü kesilmeye insanlığı ateizme itmeye çalışıyorlardı bak devirdede aynını yapıyorlar..Hatta cumhuriyetçilik Atatürkçülük kisvesi altından..ŞUNU UNUTMA , YÜKSELME DÖNEMİNDE BİZ O DEVRİN EN YÜKSEK TEKNOLOJİSİNE SAHİPTİK..Yani tam inanılırsa , islam davası anlaşılırsa dünyanın lideri bile oluyorsun..En azılı Türk düşmanları bile Osmanlıda 4 yılda 4 cinayetin sadece 4 cinayetin olduğunu söylüyorlar..Birde bu devre bak..Ajanslar ölüm habersiz oluıyor mu..magandası terörü eylemcisi alkoliği , cinnet getireni , töre cinayeti.....İşte bunların hepside MÜSLÜMANLIKTAN UZAKLAŞTIRILDIKLARINDAN oluyor..Boşuna uğraşma DİPNOT , hiç bir yerde bu-la-maz-sın dinimizin bilimin fenin teknolojinin önünü tıkadığı yönünde bir hükmünü tam tersi O Okuyun öğrenin der....Yanlız cumhuriyetin yalanlarında veya çarpıtmalarında bulursun belki.. Atatmız güzel söylemiş ama yine onuda çarpıtmışsınız veya okuduğunuz kaynaklara innamışsınız..O insanlar HİÇ BİR ZAMAN ŞUCU BUCU bizden olmayan falan gibi tabirleri küfür olarak görmüş çok üzülmüş NEFRET ETMİŞLERDİR.. Din politikası diyorsun hala , hala daha kendi çabalarınla kirletmeye çalışıyorsun , bunu yanlış uyguyorlar diye milyonlarca kez söylenmedi mi size.. Bugün o ülkelerin hemen hepsi PKK ya yardım ve yataklık etmişlerdir yıllarca..Bu mu şeriat?? Zina edeni taşlayarak öldürmek mi Allahın hükmü , dindarlarında ca-hil olanı var , eğer onları kastediyorsan AMA BU HEPSİNİ BAĞLAR ANLAMINA GELMEZZZ..Orda terörü estiren oralarda hakimiyet kurmaya çalışan emperyalist süper güçlerdir..Daha bunuda anlamamışsan lütfen rica ediyorum bilmediğin konular hakkında karalama yapma!Din sömürüsü , o değilse bile din üstünden siyaset o bitincede din üstünden oy alma o bitse başka bilmem ne.Siz daha dinimizin ne olduğunu ne buyurduğunu ecdadımızın neyin uğraşını veridğini bilmiyorsunuz kalkmış ne biçim ahkam kesiyorsunuz...Önce doğru tanıyın BAK SANA HEDİYE BİR TANE BAŞLIK AÇTIM DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ diye bir ona birde Atamızın şu güzel sözüne bak SEVGİLİ DİPNOT 'Türkler' diyor Atatürk, 'İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyet'i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet'ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslam'ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor... 4
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
ANTİ ŞAHVELİ şurada cevap verdi: ANTİ ŞAHVELİ başlık Güncel Konular
“Yalan söyler bunlar, yalan yazar...” Milliyet’in ‘Polemik’ sayfası ilgi görüyor. Geçen gün, Cumhuriyet’in Zaman’ın abone sistemiyle ilgili yayınları, sayfayı hazırlayanların dikkatini çekmiş, ilgilerini bildirmişler... Sonrasını Cumhuriyet’in yayın koordinatörü sıfatını taşıyan kişinin sütunundan izleyelim: “Milliyet’ten bir arkadaşımız Deniz Som’u arayıp ‘Polemik’ sayfası için Zaman’ın ‘hayali abone’ olayını aktarmasını istiyor. Deniz, bilgileri aktarıyor. Ancak araya birileri girip şöyle diyor: ‘Vazgeçtik, yayınlayamayacağız...’ Aradan bir kaç gün geçiyor ve Milliyet’te şeriatçı yazar ‘vitrine’ çıkıyor, Polemik sayfasında...” Sizin anlayacağınız, benim sütunun pazartesi gününden itibaren resimli çıkmasının ‘Polemik’te haberleştirilmesi birilerini hasetten çatlatmış. Milliyet, Cumhuriyet’in ‘hayali abone’ iddiasıyla neden ilgilenmemiş acaba? Aslında, Cumhuriyet’i ve bir çok ***** dergiyi dağıtan Yay–Sat şirketi, Zaman’ın da kendi gruplarına geçmesini arzu ediyor; bunu sağlamak için de, sürekli kredi açtıkları (galiba 40 milyar sınırına dayanmış) Cumhuriyet’i yalan–yanlış bilgilerle üzerimize saldırtıyor... Hesapları, bizim ürkmemiz ve şimdiki dağıtıcımız Birleşik Dağıtım’ı terkederek Yay–Sat’a geçmemiz... Ne de olsa 400 bin gazete (Zaman) ile 30 bin derginin (Aksiyon) dağıtımı ve tatlı kâr söz konusu... Beğenmesek de, iş hayatının kendi kuralları içinde kabul edip, bu tür bir kirli savaşı da anlayışla karşılıyoruz... ‘Kiralık silâh’ olmayı içine sindiren derdine yansın... Yay–Sat’ın patronu da Hürriyet ve Milliyet’in sahibi olan Aydın Doğan... Ama, dağıtım şirketleri arasındaki pek temiz olmayan savaşta bir başka gazeteyi kullanarak kendi ellerini kirletmeme becerisini gösteren Aydın Bey, savaşa neden kendi gazetesini soksun ki? Bence, Cumhuriyetçiler’in hevesini kursaklarında bırakan, ‘araya giren birileri’ dedikleri, iyi bir işadamı ve uzak görüşlü bir patron olan Aydın Doğan’dır... Aydın Bey, yakında, kendisine bu kadar borçlanan Cumhuriyet’in de sahibi haline gelirse, emin olun, hiç şaşmayacağım... Cumhuriyet, ısrarla, “Abonelerinizin adını verin!” diyor. Bir de, “Naylon abone konusunu Maliye soruşturmalı!” diye ekliyor... Bir başka iddiaları da şu: “Zaman’ın gerçek satışı bayiden yapılan, yani 30 bin, 330 bini dandik satış...” Her üç cümle de, en fazla, Cumhuriyet’i Zaman ile savaşa zorlayan Yay–Sat yöneticilerini güldürüyor olmalı... Dağıtım şirketinden geçen her gazetenin KDVsi kesiliyor, vergisi tarh ediliyor... Aboneler, kanlı–canlı insanlar olarak, Türkiye’nin dört bir köşesine yayılmış durumdalar... Bir de, tabii, hergün 330 bin gazeteyi, sırf satışı yüksek göstermek için, cepten para ödeyerek kendimizin aldığı iddiasının saçmalığını hesaba katın... Bunlar, ya sayı saymasını bilmiyorlar, ya da 50 binden fazla gazeteyi birarada görmemişler... Yay–Sat iyi işletiyor Cumhuriyet’i... Bunları işleten işletene... İhtiyar gazetenin artık eşini–dostunu bile ayırdedemez hale gelmiş bir yazarı, geçen gün sütununda şunları yazdı benim için: “Dini inançları politikaya alet ederek iktidara gelmeyi amaçlayan kişi, üniversitelerde de okusa, dünyanın en karanlık kafasını taşır. Gazetecisi, yazarı da öyledir. Herifçioğlunun sekiz çocuğu var, televizyonda kimse sormadan, –Beş çocuğum var! diyor. Üçünü söylemiyor. Yaşı da kırk beşi bile bulmamış. Bir kurcalayayım dedim, bilenlere sordum: Aaa, beş değil, sekiz çocuk, üçü de kız. Kız diye çocuklarını saklayan kişi, ne tür bir kişidir? Doğum denetimine de, nüfus planlamasına da karşıdır. Müslümanlara karşı olanların, Hıristiyanların bunu ortaya attıklarını söyler. Yalan söyler, yalan yazar!” (Mustafa Ekmekçi, 15 Ocak 1995) Bunlar işte böyle ‘doğru’ yazarlar. Bir de “Bilenlere sordum” demesi yok mu? Demek ki, bunların ‘bilen’ dedikleri kişiler, hep böyle bilmedikleri konularda atıp tutanlar... Yazıyı okuttuğum bizim hanım, “Yahu ben beş çocuğumuz olduğunu biliyordum, Ekmekçi ise ‘sekiz çocuklu’ iddiasında, bir bildiği mi var acaba?” demez mi? Aile saadetimize gölge mi düşürmek istiyor ne? Bizim, ellerinizden öper, beş çocuğumuz var sadece... Üçü oğlan, ikisi kız... Hepsi de, birbirinden hiç ayırmadığımız bir sevgi ve şefkat ortamında büyüyorlar; eminim sizinkiler de öyledir... Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin başkanı Mustafa Ekmekçi, artık iyice melekelerine hâkim değil ki, önüne gelen tarafından işletiliyor... Bunlar ne biçim adamlar ve bizi ne zannediyorlar? Hergün bizim insanımızla ilgili sayfalar dolusu yazı yazıyorlar... Ama içlerinden kaçı, namaz kılmak veya dua etmek için değil, sadece “Bu adamlar acaba ne yapıyorlar?” merakıyla, camiden içeri burnunu uzatmıştır? 50–60 (hatta Ekmekçi gibi 71) yaşına geldiği halde, bir yakınının cenazesinde hazır bulunmak için avluda dikilmek dışında, ibadethane görmeyen ‘yazar tâifesi’ sadece bizde var! Batı’da, Kitab–ı Mukaddes’i okumamış, kiliseye yolu düşmemiş, halkıyla bağı kopuk adama ne sütun teslim ederler, ne de kalem... Bizde, Cumhuriyet’in bir çok yazarı gibi, ortaokuldan öteye okuyamamış, her duyduğuna inanan, insanları birbiriyle karıştıran kişileri ‘rehber’ bilen 30 bin kişi çıkabiliyor... Hayret ki ne hayret... Üç–beş esrarkeş tarafından Menemen’de öldürülen Kubilay’dan ‘devrim şehidi’ uyduranlar da yine bunlardı; Emniyet’in “PKK işi” açıklamasında bulunmasına rağmen, kör terörün canına kıydığı Onat Kutlar’ı ‘İslâmcı terör eliyle öldürülen Cumhuriyet şehidi’ halinde takdim edenler de... Hallerini en iyi Mustafa Ekmekçi, bana sekiz çocuk yakıştırdığı yazısında anlatmış: “Yalan söyler bunlar! Yalan yazar!” --------------------------------------------------------------------------------- Menemen yine çarpıtıldı Esrarkeş olduklarında ittifak edilen 6 serserinin Menemen’de 64 yıl önce alet oldukları meşum hadise dün yine çarpıtıldı. İlgili yayınlar, yazılı açıklamalar ve toplantılarda çirkinliği vurgulanan hadisenin şeriatçıların boy göstermesi olarak değerlendirilmesi bunca yıl sürdürülen istismarın devamı niteliğindeydi. Kalın sis perdesi arkasında onlarca soru bırakarak tarihe malolan hadiseyi tartışıp açıklık kazandırmak yerine dindarları rencide etmek için kullanılması dikkat çekti. Yeni birşey söylemeyenlerin başında Cumhuriyet gazetesi geldi. Parasız özel ‘Kubilay’ eki veren gazete, “Kanlı şeriat bayrağı açıldı” başlığını kullandığı yazıda hiç de inandırıcılığı kalmamış duygusal cümleler kullandı. “Aradan yıllar geçtiğine göre bu nedenler daha tarafsız daha kesin görüşlerle araştırılabilir, ortaya konabilir” cümlesine de yer veren gazete, “her gericilik alayında cehaletin yanında bir başka önemli sebebinin din” olduğunu önesürdü. Öte yandan Kubilay’ın öğrenim gördüğü Bursa Çelebi Mehmet Lisesi’nde düzenlenen törende konuşan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adına konuşan Kadriye Gökçadır, Menemen hadisesinin gerçek yönünün araştırılmasını istemezken, “Sivas kıyımı seriatçıların ne kadar vahşileşebileceklerini hatırlattı” diye konuştu. CEVAP BEKLEYEN SORULAR ? Bu hadiseden kim yada kimler kârlı çıktı, netice aldı? –Esrar kullanan 6 kişinin Nakşi olduğu nasıl tespit edildi? –SCF’nin kapatılmasıyla hadise arasında nasıl bir ilişki var? –6 esrarkeş serseri ile ayaklanma iddiası nekadar gerçekci? –Hadisenin başlangıcı çok ciddi ise neden asteğmen gönderildi? –Henüz kan dökülmeden Jandarma komutanı serserilerle konuşmuştu, ciddiye mi almadı, ihmal mi edildi? –Nakşi Şeyhi Esat Efendi’nin alakası nasıl kuruldu? –Resmi kaynaklar neden daha ikna edici açıklama yapmıyor? –Yalan, yanlış, maksatlı ve duygusal yorumlar yerine daha ciddi açıklamalarla kamuoyu aydınlatılamaz mı? ------------------------------------------------------------------------------------------- Herşey bitmedi, buyrun düzeltin efendim Terörle Mücadele Kanun Tasarısı’nda yüzde doksan 163. maddenin geri getirildiği kabul edildi. Ancak tartışmada şimdi gelinen nokta, bu bölümü tasarıya kim koydurdu, DYP mi, yoksa SHP’mi? Bahsedilen kısım, tasarının terörü tanımlayan bölümü, yani anayasanın 2. maddesinde belirtilen devletin nitelikleri aleyhine propaganda kısmı. Dün Cumhuriyet’te yayınlanan haber doğruysa adını açıklamaktan kaçınan SHP’li bir bakan “Bu bölümü tasarıya DYP koydurdu” demiş. Başlıkta da Adalet Komisyonu Başkanı Ali Yalçın Ögütcan’ın “Şeriata karşı kaybettik” dediği belirtiliyor. YALAN Ali Yalçın Öğütcan’ın TMKT tartışmalarının neticelerini bu şekilde ortaya koymayacağını düşündüğümden başkanı aradım. Daha kendisine “Nasılsınız” demeden “Yalan kardeşim, yalan, Cumhuriyet’in yazdığı yalan” dedi. Sonra da Cumhuriyet gazetesine çektiği tekzip metnini bana da faksladı. Öğütcan’ın açıklaması şöyle: “Terörle Mücadele Yasa Tasarısı ile tartışılan Türk Ceza Kanunu’nun mülga 163. maddesidir. Şeriat değildir. Yapım ve inançlarım doğrultusunda kullandığınız başlığı benim söylemem mümkün değildir. Doğrusu, haber içeriğinde belirttiğiniz gibi ‘Ortada bir münazara var ve bu münazarada ne yazık ki 163 geri geliyor diyenler galip’ şeklindedir” DÜZELTECEĞİZ Ali Yalçın Öğütcan haberin yalan kısmını böyle tekzip ediyor, ama SHP’li bir bakanın “163. maddeyi getirdiği iddia edilen bölümü tasarıya DYP’liler koydurdu” bölümüne biraz kaçamak cevap veriyor: “Bu tasarı ortak bir tasarı, bu bölümü DYP koydurmuş olsa bile yanlışımızı anladık, düzelteceğiz”. Ali Yalçın Öğütcan, cumartesi gecesi ATV’de yayınlanan Siyaset Meydanı’nda da söyledi: “Anayasının 2. maddesini tasarıya koyarken biz sadece Cumhuriyetin niteliklerini korumayı hedefliyorduk. Buralardan yapılan atıflar bizim maksadımızı çok aştı, dolayısı ile bu madde maksadımızı aşan biçimde yazılmış oldu. Düzelteceğiz” TANIDIK KADRO! Her ne kadar TMKT’yi konu edinen Siyaset Meydanı’nında istenen nokta “TMKT 163. maddeyi geri getirmiyor” diyenlerin tezine güç katmak olsada, program gerçeğin daha net biçimde ortaya çıkmasına sebep olduğu da bir gerçek. Hele Adalet Bakanı Mehmet Moğultay’ın bu tasarıyı hazırlayan “Düşünce Özgürlüğü Komisyonu”nun listesini okuması bence programın en önemli anıydı. “Önder Sav, Turgut Kazan, Mustafa Ekmekçi, Çetin Özek, Nevzat Toroslu, Osman Oktay Ekşi...” Bu tasarıyı bu isimlerin hazırladığını Moğlutay söyledi. Çetin Özek, Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı. Mustafa Ekmekçi, Cumhuriyet yazarı, Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı. Osman Oktay Ekşi’yi hepimiz zaten çok iyi tanıyoruz. Çetin Özek’in ilk toplantıdan sonra ‘Emirle çalışmama’ prensibi doğrultusunda komisyondan istifa ettiğini de hatırlamakta yarar var. Öğütcan bu isimlerin hazırladığı taslakta “Dini terör” tabirinin olduğunu, bu tabiri DYP’lilerin çıkardığını hatırlattı ve “Bu ifadeyi çıkaran biziz, 163. maddeyi geri getirme gibi bir niyetimiz olsa bunu çıkartmazdık” dedi. Şu anda yapılması gereken, tasarıya 163. maddeyi kimin koydurduğu değil, bu hatayı kimin düzelteceğidir. Bunun ötesindeki herşey hedef saptırmak olur. Az bir ihtimal de olsa tasarının bu hafta Meclis Genel Kurulu’nde ele alınma ihtimali var. Madem bir yanlışlık var, buyurun düzeltin efendim. NİYET VE TASARI SHP’liler ile TMKT’yi savunan diğerleri bize hep şunu söylüyorlar: “Biz 163. maddenin gelmesini istemiyoruz.” Bizim üzerinde durduğumuz konu SHP’liler ya da diğer 163 hayranlarının niyetleri değil ki! Biz tasarının içeriğinde 163. maddeyi görüyoruz. Yoksa SHP’lilerin niyetlerini tartışmıyoruz. Siz getirmek istemiyor olabilirsiniz ama tasarı bunu getiriyor. Siyaset Meydanı’nda Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün şu sözü, “Biz 163’ü getirmek istemiyoruz” diyenlerin yüzünde adeta bir şamar gibi patladı: “Sizin bu tasarı ile 163. maddeyi getirmek istemediğinizi varsayalım. Siz bundan önce getirdiğiniz tasarıdaki 163. maddeyi geri getiren bölümün Adalet Komisyonunda metinden çıkarılmasından sonra halen Bütçe Plan Komisyonu’nda bekleyen tasarıyı Genel Kurul’a getirmiyorsunuz da yeni bir tasarı yazmaya kalkışıyorsunuz?” ------------------------------------------------------------------------------------------------- Yalan, Hamamözü’ne ulaştı!.. Gazete satışları köylere kadar ulaşamadı, fakat yalan haberleri neredeyse mezraları bile rahatsız edecek hale geldi!.. Cumhuriyet gazetesinde 25 Ekim 1994 günü yayınlanan “Hamamözü kaymakamı ne yapıyor?” başlıklı bir yazıda, Kaymakam Tacettin Özeren’in 48 köyü içine alan bir vakıf ya da dernek kurma faaliyetinde olduğu belirtilerek, bunun için köylülerden buğday, kavak, söğüt gibi, para eden ne mahsulleri varsa topladığı anlatılıyordu. Gazeteye göre, kaymakam ağaç kesimlerini bizzat kendisi yaptırıyor ve köylünün verdiğini değil, kendi seçtiği en iyi ağaçları kestiriyor!.. (Anadolu köylerini tanıyanlar normal şartlarda bunun mümkün olmadığını bilirler. S.Ü.) Cumhuriyet, kaymakamın topladığı ürünlerin karşılığında kimseye makbuz falan vermediğini naklettikten sonra, “Hamamözü’nün ilahiyat kökenli bu ‘çalışkan’ kaymakamı umarım, kayıtsız–kuyutsuz topladığı paraları “mercümek”e yatırmaz!” diyor. Bu yazı üzerine Hamamözü’ne bağlı 18 köy muhtarının yaptığı açıklama arkadaşlarımıza ulaştı. Açıklamada özetle şöyle deniliyordu: Ortada ne bir vakıf, ne de bir dernek vardır. Çalışmalar, Hamamözü ilçesi ‘’Köylere Hizmet Götürme Birliği’’ çatısı altında yapılmakta olup, kanunî bir kamu tüzel kişiliğine sahiptir. Hukukî dayanağımız, T.C.Anayasası’nın 127.maddesi ile 442 Sayılı Köy Kanunu’nun 47. maddesi. Ayrıca 5442 Sayılı İl İdare Kanunu’nun 56. maddesi ve 1580 Sayılı Belediye Kanunu’nun 135–148 maddelerinden alarak, Hamamözü’ne bağlı 18 köyün ihtiyar meclisinin birlik kurulmasına karar vermeleri üzerine Amasya Valiliği’nin muvafakatı, Bakanlar Kurulu’nun 3.3.1993 tarih ve 93/4201 sayılı kararı ile kuruluşumuz kabul edilmiştir. 11.4.1993 gün ve 210549 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Yapılan bağış ve yardımlar, kesinlikle “zorla’’ yapılmayıp, 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanunu hükümlerine uygun olarak kabul edilmektedir. Harcamalara da Birlik Encümeni karar vermektedir. Yapılan yardımlar, ‘’Kayıtsız kuyutsuz’’ değildir. Üstelik kaymakam değil, köy halkı tarafından toplanmamaktadır. Toplanan paralar, Birlik Saymanına teslim edilerek köy halkı adına da makbuz alınmaktadır. Ayrıca kavak ve söğüt kesimi konusunda, muhtar ve ihtiyar heyeti, kimden ne kadar kesildiğinin listesini tutmaktadır. Kesilen kavakları inşaat yerine teslim edince de, bu listeler dosyamızda muhafaza edilmektedir. Bu arada kaymakamın ‘’ilahiyat kökenli’’ değil, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olduğu ve İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’nin imzasını taşıyan ‘’Üstün Başarı Belgesi’’ne de sahip olduğu öğrenildi. ----------------------------------------------------------------------- Cumhuriyet yalan zincirine bir halka daha ekledi 20 Ekim 1994 günkü Cumhuriyet gazetesinde Hikmet Çetinkaya’nın köşe yazısında yayınlanan ve Derbent Kaymakamı’nı suçlayan ifadelerin yalan olduğu ortaya çıktı. Konu ile ilgili belge ve dokümanları ortaya koyarak olayın çarpıtıldığını belgeleyen Kaymakam Salih Işık “Cumhuriyet’te çıkan yazı tamamen asılsız ve düzmece, öğrencilere yapılan yardımlar Vakıf Mütevelli Heyeti kararı ile yapılmıştır” dedi. Konuyla ilgili olarak açıklamalarda bulunan Kaymakam Salih Işık “Kaymakamlığımıza bağlı İlçe Sosyal Yardımlaşma Vakfı her yıl olduğu gibi bu yıl da 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu gereği, kanunun 2. maddesine giren fakir ve muhtaç öğrencilere, gereken araştırmaları yaptıktan sonra Vakıf Mütevelli Heyeti’nin kararı doğrultusunda eğitim yardımında bulundu” şeklinde konuştu. Yardım alan öğrenci veliler ise şunları söylediler: “Kaymakam beyin yardımı olmazsa çocuklarımızı okutmamıza imkan yok. Bizim çocuklarımıza yapılan yardımı, bu şekilde gazetelere çıkarıp bizi rencide etmeye kimsenin hakkı yok.” -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bunları biz söylemiyoruz... Köşemiz ayda bir çıktığı için, basını takip ederken, ilgimizi çeken yerleri kesiyor ve gazete isimlerine göre bir nevi kupür koleksiyonu yapıyoruz. İnanın hiç bir kasdımız yok fakat her ay sonunda karşılaştığımız manzara şu: Cumhuriyet kupürleri diğer gazete kupürlerinin toplamından daha fazla. Dolayısıyla köşemizin büyük bir bölümünü Cumhuriyet işgal ediyor. Son sayfanın sorumlusu arkadaşımız Ali Halit Aslantürk’ün bu kez de “Yine mi Cumhuriyet’le doldurdunuz köşeyi?” dememesi için bu ay farklı bir yol seçtik: Elimizdeki onca malzemeyi bir kenara koyacak ve Cumhuriyet’in yalanlarını kendi sayfa ve sütunlarıyla ortaya koyacağız. Gün geçmiyor ki Cumhuriyet’te bir “tekzip“, “açıklama”, ya da “düzeltme” yayınlanmasın. Sayfaların görünmeyecek köşelerine sıkıştırıldığı için çoğu kişinin gözünden kaçan bu “küçük gerçekler”in herbiri, aslında ya çarşaf gibi manşetleri yalanlıyor ya da kırılan potları itiraf ediyor. İşte size birkaç örnek: Bakınız, Cumhuriyet’in birinci sayfasında günlerce işlediği McCann-Erickson şirketi ile ilgili olarak haberde isimleri geçen Pınar Kılıç, Mukaddes Akça ve Ahmet Durul; Cumhuriyet’in bir köşesine sıkışan “açıklama”larında ne diyorlar: “Gazetenizin 16 ve 22 Eylül tarihleri arasındaki nüshalarında birinci ve devam sayfalarında yayınlanan haberlerde şahsımızı hedef alan, gerçeklere tamamen aykırı bilgiler verilmiş; kişilik haklarımız ihlal edilmiş ve kamuoyu yanlış bilgilendirilmiştir. “Özellikle doğru haberciliğin öncüsü olduğunu iddia eden bir gazetenin, haberleri kaynağından araştırmaksızın böylesine küçültücü başlıklar altında haber yazması tarafımızdan büyük bir üzüntü ile karşılanmıştır. Öğrenilmesi istenen her husus hakkında bilgi almak olanağı dururken aksi yola başvurulmasının doğru habercilik ile de bağdaşmayacağı açıktır.” Mağdurlar, haberin ne kadar saçma sapan, yalan dolan ve mantık hataları ile dolu olduğunu ancak 6 madde ile özetleyebilmişler. Bunları biz söylemedik. Aşağıdakileri de... Açıklama: “Bugünkü Cumhuriyet’te manşet olan haberde ajans başkanımız M.Nail Keçili’nin ve Cenajans’ın adı, aslı astarı olmayan olayların içinde gösterilmektedir. Cumhuriyet gibi ciddi bir gazetenin araştırmacı gazetecilik misyonuna asla yakıştıramadığımız bu yazıyı esefle karşılıyor, şiddetle kınıyoruz... Keşke gelip gerçekleri araştırsaydınız. Cenajans” Batıbay’dan açıklama: “Yılmaz’dan Çiller’e suçlama başlıklı haberde... bana atfen ve benden kaynaklandığı öne sürülen ifadelere yer verilmiştir... bunlar tamamen gerçek dışıdır. Daryal Batıbay Başbakanlık Dış Tanıtım Başmüşaviri ” Açıklama: “Cumhuriyet gibi ciddi bir gazetenin muhabiri, haberi yazmadan önce soruşturmanın sonucunu araştırmalıydı... Bu doğru habercilik açısından büyük eksikliktir. Fermani Uygun Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürü” Açıklama: “İçişleri mollalaşıyor başlıklı haberde, geçmiş yıllarda hacca giden valiler arasında ismim geçmektedir. Ancak ne İçişleri Bakanlığı’nca ne de şahsi olarak hacca gitmediğimden yazının düzeltilmesini... Sakarya Valisi Erdinç Büyükakalın ” Açıklama: “Geçen hafta Bilecik’te yapılan bölge toplantısında (SHP taşrada bitti) mesajı verecek herhangi bir konuşma yapmadım. SHP Bilecik Başkanı Meral Demirsoy” Yazıyı uzatıp sabrınızı zorlamamak için, Nusret Bayraktar’ın birinci sayfadaki ve Çetinkaya'nın köşesini boyluboyuna dolduran tekziplerle içlerinde Prof. Cem’i Demiroğlu ve Prof. Uğur Alacakaptan’ın açıklamaları da bulunan diğerlerini es geçeceğiz. Evet, bunları biz söylemiyoruz. Toplumun sağ ve sol kesiminden insanlar, Cumhuriyet’in “doğru habercilik” yapmadığını hem de kendi sayfalarından söylüyorlar. Sol görüşlü haftalık gazete Mücadele’de Cumhuriyet gazetesi ile ilgili bir haberi daha aktaracak ve bu faslı bitireceğiz. 3 Eylül tarihli gazetenin haber başlığı şöyle: “TÜGSAŞ işçilerinden Cumhuriyet’i protesto” Haberde, Cumhuriyet’te yayınlanan bir haberle işçilerin patronlar karşısında mağdur edildiği anlatılıyor ve Cumhuriyet için “burjuva basınından farklı değildir” ifadesi kullanılıyor. Gazetenin art niyetli olduğunu dile getiren işçiler “Cumhuriyet bu yalan haberle uğraşacağına memurların haklarının verilmesi için çalışsın” diyorlar. Eğer bütün bunları biz söyleseydik, Ali Halit Bey’in “yine mi Cumhuriyet?” sitemiyle karşılaşacaktık. Allah’tan biz söylemiyoruz. ----------------------------------------------------------------------- Cumhuriyet’ten bir yalan daha (Bu haberler biraz eski , 1994 lerden ama olsun yalan yalandır düzeltmek vazifemizdir , nede olsa DEVİR DEVİR şeklinde inceliyoruz Cumhuriyetin yalanlarını vesayrelerini) Geçtiğimiz gün Cumhuriyet gazetesinde Erzincan Öğretmenevi’nde aralarında bayan öğretmenlerin de bulunduğu 40 tane öğretmene Kalaşnikof silah dağıtıldığı şeklinde yayınlanan haberin asılsız olduğu belirtildi. Konuyla ilgili olarak bir basın toplantısı düzenleyen İl Millî Eğitim Müdürü Sabahattin Karakelle, “Erzincan Öğretmenevi’nde aralarında bayanların da olduğu 40 öğretmene imza karşılığı silah dağıtımının yapıldığı ispatlanırsa 26 yıllık devlet memuru görevini bırakmaya hazırım” dedi. Karakelle, merkez köylerden bazı öğretmenlerin normal vatandaşlık haklarını kullanarak silah talebinde bulunduklarını belirterek şunları söyledi: “Silah talebinde bulunan öğretmenlerimize kanunlar uygun görürse jandarma ve valiliğin gerekli araştırması neticesinde normal bir vatandaş statüsünde silah verilebilir. Millî Eğitim Müdürlüğü olarak bizim öğretmenlerimizi silahlandırma gibi bir düşüncemiz yok. Böyle bir şeye ihtiyaç da duymuyorum. Öğretmenin zaten silaha ihtiyacı yoktur. Öğretmenin en büyük silahı kalemidir. Gazetede çıkan haberden sonra aldığımız telefonlarda ilde terör mü var? Silah bunun için mi dağıtılıyor? Öğretmenlerimiz Erzincan’a gelip gelmemekte teredütler geçirmeye başlamıştır.” Terör örgütünün, öğretmenleri yıldırmak için bir takım faaliyetlerde bulunarak birlik ve beraberliğimizi bozmaya çalıştığını ifade eden Karakelle, “Örgüt, Erzincan’da hiçbir zaman bozulmayan birlik ve beraberliği bozarak kendi lehlerine çevirmek Erzincan’da yeni bir cephe açmaya çalışıyor. Alevisi’yle Sünnisi’yle yıllardır beraber olan Erzincanlılar buna kesinlikle izin vermeyecektir. Erzincan’da bu oyun bozulmuştur. Bu konuda özellikle öğretmenlerimiz, irfan ordumuz çok duyarlıdır” şeklinde konuştu -------------------------------------------------------- ZAMAN GAZETESİNDEN , DEVAMI GELECEK!.. -
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
ANTİ ŞAHVELİ şurada cevap verdi: ANTİ ŞAHVELİ başlık Güncel Konular
‘Evrim sürgünü’ haberi de yalan çıktı Hasan Cemal’in yazdığı son kitap ile yöneticileri ve uygulamaları tartışılmaya başlanan Cumhuriyet Gazetesi, çarpıtma bir habere daha imza attı. Dün ‘Evrim sürgünü; Mersin’de 5 öğretmenin görev yeri, cami imamının şikayeti üzerine değiştirildi’ manşeti ile çıkan gazetenin haberinin tamamen çarpıtma olduğu belirlendi. Öğretmenlerin cami imamının şikayeti ile değil, velilerin şikayeti ve yapılan suiistimaller sebebiyle soruşturma geçirdikleri anlaşıldı. Ayrıca soruşturmanın yeni olmadığı, 2 Haziran 2005’te velilerin şikayetleri üzerine İlköğretim Müfettişi Ali Arsoy’un konuyu araştırmak için görevlendirildiği ortaya çıktı. Soruşturmanın 2 Haziran-20 Eylül 2005 tarihleri arasında devam ettiği kaydedildi. Müfettişlerce yapılan soruşturma sonucunda Mersin Yalınayak İlköğretim Okulu Müdürü Ali Galip Duran’ın, eşi Zeliha Duran’ın Bağ-Kur emeklisi olmasına rağmen ‘herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan aylık almadığı’ beyanı ile eş yardımı aldığı tespit edildi. Duran’ın ayrıca girmesi gereken derslere, yerine aynı okuldan emekli Şammas Kantaş’ı derslere soktuğu ve tüm ücretlerini kendisinin aldığı tespit edildi. Mersin Valisi Atilla Osmançelebioğlu, bazı gazetelerde 5 öğretmenin görev yerinin “evrim teorisi” anlattıkları gerekçesiyle değiştirildiği iddiasının gerçeği yansıtmadığını açıkladı. Öğretmenler hakkında velilerin şikayeti üzerine soruşturma yapıldığını ifade etti. Osmançelebioğlu, soruşturma sonucunda söz konusu öğretmenlerin “Usulsüz eş yardımı ve ek ders ücreti aldığı, görevde ayrımcılık, ödüllendirmelerde haksızlık yaptığı tespit edilmiştir. Öğretmenlere yürürlükteki mevzuat çerçevesinde yargı yolu açık olmak üzere disiplin cezası uygulanmıştır.” dedi. Yapılan soruşturma sonucunda maaş kesme cezası alan öğretmenler Sevilay Çiftçi Aktürk, Mehtap Pektaş ve Aydanur Altun’un dinî değerlere saygısızlık ettikleri, sürekli görevlerine geç geldikleri, İstiklal Marşı törenlerine katılmadıkları ve kılık kıyafet yönetmeliğine uymadıkları için ceza aldıkları müfettiş raporlarına yansıdı. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hürriyet Gazetesi'nin özür dilediği yalan habere Cumhuriyet Gazetesi ödül verdi Cumhuriyet gazetesi, Bülent Dikmener adına 25.’sini düzenlediği yarışmada asparagas habere ödül verdi. Hürriyet yazarı Özdemir İnce’nin 20 Aralık 2003 günü sürmanşetten yayınlanan, ardından asparagas olduğu ortaya çıkan ‘Mini etekli kızı diri diri yaktılar’ başlıklı haber, yarışmada jüri özel ödülüne layık görüldü. Zaman’ın doğru olmadığını ortaya çıkardığı haberle ilgili olarak Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Doğan Satmış da “Manşetin sunumu, kastımızı aşacak ve yanlış algılamaya yol açabilecek biçimde oldu.” itirafında bulunmuştu. Fransız basınının ‘getto serserileri’ olarak andığı katillerin Müslüman olmadığı, cinayetin de mini etekle ilgisinin bulunmadığı ortaya çıkmıştı. İnce, haberine kaynak gösterdiği Gaye Petek tarafından ‘yapılan doğru bir gazetecilik değil, gazetecilik oyunudur’ diyerek yalanlanmıştı. Gazetecilerin ideolojilerine göre ödüllendirildiği iddialarına bir yenisi daha eklendi. İrtica haberlerine önem veren Cumhuriyet gazetesi, başka gazetelerde yayınlanan yalanlanmış türban haberlerine de özel önem verdiğini gösterdi. Hürriyet gazetesi yazarlarından Özdemir İnce, ‘Mini etekli kızı diri diri yaktılar’ haberi ile ödüllendirildi. Söz konusu haber, birçok gazeteci tarafından eleştirilmişti. Hatta Derya Sazak, Milliyet gazetesinde haberin arkasında durmaya çalışan genel yayın yönetmenini isim vermeden şöyle eleştirmişti: “Medyada ‘rönesans’a her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Bu görev de geleneği olan gazetelere düşüyor. Mesleği ayakta tutan değerleri aşındırarak geleceği kuramazsınız. Sahi genç iletişimciler hangi tür gazetecilik anlayışını örnek alacaklar? ‘Mini etekli kızı Paris’te diri diri yaktılar!’ manşetini mi? Medyaya özeleştiriye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.” Özdemir İnce’nin hazırladığı habere kaynaklık eden Gaye Petek, Zaman’a yaptığı açıklamada Hürriyet’in bir buçuk saatlik konuşmadan sadece birkaç satırlık bölüme haberde yer verdiğini kaydetmişti. Yeni Şafak gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren de konuyla ilgili 23 Aralık 2003’te ‘Bir Gazetecilik Cinayeti’ başlıklı yazısında şunları yazmıştı: “Bu, bir bayanın genel sözleri içinde geçen bir cümle. Bir iddia. Türkiye’de, dünyada ve Fransa’da milyonlarca insanın duygu, inanç, düşünce dünyasını tahrip edecek böyle bir iddianın gerçekliğini sorgulamak hiç kimsenin aklına gelmiyor.” ---------------------------------------------------------------------------- Gizlenemeyen kellik Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Orhan Erinç, pazartesi günü haftada bir yazdığı “Cumhuriyet’ten okurlara” sütununda “Ah Şu Cumhuriyet!” başlığını kullanmış... Niye böyle bir başlık kullanmaya ihtiyaç duydu? Cumhuriyet’in sayfalarını çevirdikçe anlaşılıyor. Bir gün yazı karalayan, ertesi gün aynı köşede tekzip yayınlayan bir “günlükçü”nün köşesinin altında bir tekzip metni vardı. Maliye Bakanlığı Hukuk Müşaviri K. Tayfun Kaya, kendisi hakkında 12.12.1994 tarihinde Cumhuriyet’te yayınlanan haberin yalan olduğunu hukuk yoluyla anlatıyordu. Hukuk Müşaviri’nin tekzibinin yayınlandığı sayfanın hemen arkasında ise Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in mahkeme kanalıyla gönderdiği bir tekzibi vardı. Gökçek, kendisi hakkında 26. 11. 1994 tarihinde çıkan haberin yalan olduğunu anlatıyordu... İki tekzibi görünce Cumhuriyet’in diğer sayfalarına bakmadım bile. Çünkü, Genel Yayın Yönetmeni Orhan Erinç haklıydı: “Ah şu Cumhuriyet gazetesi!..” Eskiden, gayri ciddiliklerini “ciddi” imiş gibi gösterirlerdi. Şimdi, düşen külahının arkasındaki hiçbir makyaj malzemesinin gizleyemediği kellik, tekzip tekzip sırıtıyor!.. ----------------------------------------------------------------------------------------- Cumhuriyet bir davayı daha kaybetti Cumhuriyet gazetemiz ZAMAN aleyhine yaptığı yayınlardan dolayı bir kez daha mahkum oldu. ZAMAN aleyhine yıllardır yayın yapmaktan ve sürekli tekzip yemekten bıkmayan Cumhuriyet mahkemece haksız bulundu. Cumhuriyet Genel Yayın Koordinatörü ve Politika Günlüğü yazarı Hikmet Çetinkaya’nın 1993 yılında iki ay içerisinde yedi yazısında ZAMAN gazetesi alayhinde mesnetsiz iddialarda bulunduğu, İstanbul Asliye 2. Ticaret Mahkemesi’nce tesbit edildi. Mahkeme, Cumhuriyet gazetesi ve Hikmet Çetinkaya aleyhine açılan davada Çetinkaya’nın yazılarında ‘luzumsuz yere incitici beyanlarla kötüleme biçiminde haksız rekabet’ ettiği görüşünü oy birliğiyle kabul etti. Yazılarında gazetemize ve başyazarımız Fehmi Koru’ya asılsız iftiralarda bulunan Hikmet Çetinkaya, 2.9.1993 tarihli yazısında gazetemizin yalan zanaati üzerine kurulu olduğunu, gazeteden birinin kendisini tehdit ettiğini, sermayesinin Suudi Arabistan’dan alındığını, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olduğunu iddia etmiş, 31.8.1993’teki yazısında başyazarımız Fehmi Koru’ya iftiralar da bulunmuş, 28.8.1993 tarihli yazısında gazetemizi şeriatçı, ümmetçi, Suutçu, Amerikancı olarak göstermiş, 28.9.1993’teki yazısında başyazarımıza yine alenen küfür etmiş, 11.8.1993’te ise gazetemizin karanlık güç ve örgütlerle işbirliği içinde olduğunu iddia etmiş, 20.8.1993 tarihli yazısında yine gazetemize umumi küfürler savurmuş ve 15. 10.1993’te de gazetemizi ve yayıncılarını hedef alarak küfürler etmişti. Gazetemiz tarafından açılan davayı 8 Aralık 1994 günü sonuçlandıran İstanbul Asliye 2. Ticaret Mahkemesi sözkonusu yazarın iddialarını haksız ve mesnetsiz bularak verilen hükümlerin Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde yayınlanmasına karar verdi. ----------------------------------------------------------------------------- Dün mü yalandı, bugün mü? “Bizim kuşak Nazım Hikmet ile içiçe yaşadı, ben onu özellikle genç kuşaklara tanıtmak istiyorum...” “Nazım hepimize büyük güç veriyor...” Bu sözler, Genco Erkal’ın ağzından Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı. Cumhuriyet, Nazım Hikmet’ten okunan şiirler için “Yaralarımıza melhem oluyor” değerlendirmesini yapıyor... Cumhuriyet gazetesi sık sık 70 yıllık gazete olduklarını ve “hiç değişmediklerini” söyler. Eğer öyleyse, ya 1951 yılında yalan söylüyorlardı, ya da şimdi... Çünkü, 12 Temmuz 1951 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Nazım Hikmet için “Yüzüne tükürülecek adam...” deniyordu. 15 Mayıs 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkarılan Nazım Hikmet için aradan iki ay geçtikten sonra Nazım Hikmet’in Moskova’da Sovyetler Birliği Umumi Katibi Fadayev ile kolkola çekilmiş resmini yayınlayıp altına aynen şöyle yazmıştı: “Kendi tabiri ile Stalin’in yarattığı Nazım Hikmet, Moskova’ya varınca hepimizin nefretle okuduğumuz mahud beyanını verdi. Kızıl propagandasını plağa aldırdığı bu demeçten bol bol istifade etmeye çalıştı. Nihayet onlar da rahat ettiler, biz de rahata kavuştuk, derken bu sefer resim faslı başladı. Sovyetler, Nazım Hikmet’in Moskova’da aldırdıkları boy boy, şekil şekil resimlerini bütün dünya fotoğraf ajanslarına dağıtmaya başladılar. Yukarıdaki resim bunlardan biridir..” Bu sözlerden sonra Şair Eşref’in zamanın hükümdarına nefretini dile getirdiği “Resmini teksir ettirip dağıt ki millet doya doya yüzüne tükürsün” şiirini hatırlatan Cumhuriyet, “Biz de yukarıdaki resmini Nazım (Hikmet) hesabına aynı gaye ile basmış bulunuyoruz...” diyordu.Nazım Hikmet hakkında bugünkü yazılanlara bakınca sormak gerekiyor: Cumhuriyet gazetesi mi tükürdüğünü yalıyor, yoksa Nazım Hikmet mi öldükten sonra değişti? ZAMAN GAZETESİNDEN , DEVAMI GELECEK -
Sen commandante hiç hayatında KURAN OKUDUN MU??? Onda her zaman fakire güçsüze bakma , kadınlara çocuklara savaşta bile ilişmeme , İLİM SİZE 1 YILLIK UZAK MESAFEDE BİLE OLSA GİDİP ALMA , Allaha şükretme - yarattığı kainatta düşünme fiir sahibi olma - onu tesbih etme - ibadet etme , akrabaları gözetme , onda yatak odasında hanımınla nasıl birleşeceğinden kimlerden zarar geleceğine kadar , 14 asır öncesinden bu çağda yaşanılacaklara kadar tamamen insanın huzur içinde yaşamasını ve kurtulmasının yoları anlatılır..Paylaşma adalet ile hükmetme den bahsedilir..Szi şimdi bir avuç cahil ulemayı nazara verip böyle mukaddes bir değeri ka-ra-la-ya-maz-sınızz..Bak bedir savaşındaki esir müşrikler hangi şartla salınıyor?? 10 müslüman çocuğa okuma yazma öğretmek için..Sen nasıl bir ilme sahip olsan veya bir yeteneğe onu göstermek istersin değil mi..İşte Allahta onu istedi ve bu kaimnat meydana geldi..Vücudumuzdaki en küçük mücizavari sistemlerden güneş sistemenine kadar güneşe kadar onun kudreti var..O kulları için zorluk istemez...Sizin nazara verdiğiniz o gevurlukla ilmi birleştirenler 80 YIL ÖNCEYDİ , ŞİMDİ KİM VAR HANİ...Bak bilim olimpiyatlarında kazanılan altın madalyalara , FEM in ilk 100 deki ve şehirlerimizdeki derecelerine , STV ye şu iddia ettiğiniz şeyle hiç alakası var mı!! Onlar hakkında yazdıkları herşey iftiradan ibaret , bu ülkenin ecdadıyla bağlarını koparma kalkınmaması , dirilmemesi için..Biz doğruları savunuyoruz ama bazen ciddi tepemizi attırıyorsunuz, siz 80 yıl önceki ittiha ve terakki (mason] cemiyetinin kontrolündeki fetvaları herkese mal ediyorsunuz..Bu akıllıca mıdır
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
ANTİ ŞAHVELİ şurada cevap verdi: ANTİ ŞAHVELİ başlık Güncel Konular
CUMHURİYETİN YALAN HABERLERİ Cumhuriyet'in haberine yalanlama: Türk okulları Rusya'da faaliyetlerini başarıyla sürdürüyor Bölücü terör örgütü PKK'nın yurtdışında propagandasını yapan Fırat Haber Ajansı'nın Rusya'daki Türk okullarıyla ilgili haberi Ülkede Özgür Gündem’den sonra Cumhuriyet Gazetesi'ne de kaynak oldu. 6 gün önce terör örgütüne yakınlığıyla bilinen Ülkede Özgür Gündem gazetesinde Moskova’daki Türk okulları ile ilgili yer alan haber dün de Cumhuriyet Gazetesi’nde ‘Cumhuriyet'in ulaştığı bilgilere göre’ ifadesiyle yayınlandı. Ülkede Özgür Gündem ve Cumhuriyet gazetelerinde, Moskova’daki Türk okulları ile ilgili yayınlanan haberlerin doğru olmadığı ortaya çıktı. Rusya Federasyonu'nda Türk işadamlarının desteği ile faaliyetlerini sürdüren okullar, derece alarak yoluna devam ediyor. Zaman'a açıklamada bulunan söz konusu okullara destek veren şirketlerden Tolerans Eğitim Kurumları Genel Müdürü İsmail Tas, "Sankt Petersbug ve Moskova'daki okullarımız, 495 öğrenci ve Türkiye ile Rusya'dan öğretmenlerle faaliyetlerini sürdürüyor. Üstelik olimpiyatlarda derece alıyor." diye konuştu. Okullarla ilgili herhangi bir sıkıntının olmadığını vurgulayan Tas, "Kimseyle bir sıkıntımız yok ve okullarımız başarılı." dedi. Tas'ın verdiği bilgilere göre Uluslararası 664 Numaralı Lise, ‘Rusya'nın en iyi okulları yarışması'nın finalinde başkent Moskova'da Sankt Petersburg kentini temsil edecek. İsmail Tas, önümüzdeki ekim ayında ise Moskova'daki okulun 10'uncu kuruluş yıldönümünü her iki ülkeden yetkililerin katılacağı büyük bir törenle kutlayacaklarını ifade etti. Tas şunları söyledi: “Okullarımızın bulunduğu kentlerdeki yerel medya bu okulları ‘en başarılı okullar’ diye övüyor. Okullarda aralarında Rusça ve Türkçenin de bulunduğu pek çok dil öğretiliyor. Daha önce de benzeri iddialar ortaya atılmış ve yalanlanmıştı.” Ataşeden habere yalanlama Türkiye'nin Moskova Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Dr. Mahmut Bozan da gazetelerde yer alan haberlerin gerçeği yansıtmadığını dile getirdi. Bozan, "Cumhuriyet Gazetesi tarafından 9 Şubat 2006 tarihli haberde kullanılan bilgiler, ‘günlük bir gelişmeyi aktarıyor gibi' verilse de bugün böyle bir durum söz konusu değildir. Rusya Federasyonu ile Türkiye arasındaki ilişkiler eğitim alanında da iyi bir düzeyde devam etmektedir. Bu iyi ilişkilerin geliştirilmesi ve daha iyi bir düzeye çıkarılması iki ülkenin de yararına olacaktır. Eğitim ilişkilerini ‘problemli' gibi göstermeye çalışmak bu ilişkilere olumlu katkı sağlamıyor." şeklinde konuştu. -------------------------------------------------------------------------------- Diyanet’ten Cumhuriyet Gazetesi’ne yalanlama Diyanet İşleri Başkanlığı, “Anayasa’da ifadesini bulan laiklik ilkesi doğrultusunda, hizmet alanına giren faaliyetlerini herhangi bir siyasi parti veya düşünceye göre değil mevzuat ve bağımsız yargı kararları çerçevesinde yürüttüğünü” bildirdi. Başkanlık’tan yapılan yazılı açıklamada, dün Cumhuriyet gazetesinde yer alan “AKP kadrolaşmasında son perde: Bir gecede 700 din adamının görev yeri değiştirildi” başlıklı haberin gerçeği yansıtmadığı kaydedildi. Açıklamada, “Gerçeğe aykırı isnat ve değerlendirmelerin, asılsız bilgi ve çarpıtılmış yorumlara dayanmış olması ve bunların hiçbir ciddi araştırma yapılmaksızın manşete taşınması, son derece üzücüdür. ‘Siyasi kadrolaşmaya aracı olma’ isnadı tamamen asılsız ve kasıtlıdır.” denildi. 2005 yılı içerisinde 267 ilçe müftüsünün görev yeri değişikliği talebinde bulunduğu, 113’ünün talebinin yerine getirildiği; azami çalışma süresini dolduran 31, asgari çalışma süresini dolduran 14 ilçe müftüsünün başka ilçelere atandıkları; 22 müftünün de soruşturma sonucu tayin edildiği kaydedildi. Ankara, aa ------------------------------------------------------------------------------------------ Ankara ve Moskova’dan Cumhuriyet’in ‘okul rahatsızlığı’ haberine yalanlama geldi Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, Moskova yönetiminin, Rusya ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerindeki okullara ilişkin Türk makamlarına şikayette bulunduğuna ilişkin bir bilgileri olmadığını söyledi. Tan, haftalık basın toplantısında bir gazetecinin, “Basına yansıdığı şekliyle Rusya Devlet Başkanı Putin’in ziyareti sırasında Rus yetkililer Türk güvenlik birimlerine Fethullah Gülen okullarına ait bir dosyası iletti mi?” sorusuna, “Elimizde böyle bir bilgi yok.” cevabını verdi. Rus diplomatik kaynaklar da bu konudaki haberleri doğrulamadı. Kaynaklar, Moskova’daki Türk okullarının faaliyetlerinin halen sürdüğünü vurguladı. Cumhuriyet gazetesinde dün yayınlanan haberde bölgedeki Türk okullarının, “İslamcı ve Pantürkist” eğitim verdiği ve bunun Rus yetkilileri rahatsız ettiği iddia edilmişti. Gazete bu konuda diplomatik yetkilileri iddialarına dayanak yapmıştı. Ankara, Zaman ------------------------------------------------------------------------------------------------ ‘Kerkük’e müdahale planı’ haberine yalanlama geldi Türkiye'nin, “Kerkük kentinin statüsünün değiştirilmesine yönelik girişimlerin sürmesi halinde Irak'a sınır ötesi harekât planı yaptığı, ABD'nin de buna yeşil ışık yaktığı” yönündeki haber Dışişleri tarafından yalanlandı. Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Balbay imzasıyla manşetten verilen haberle ilgili bir soruyu cevaplandıran Dışişleri Sözcüsü Namık Tan, “Türkiye'nin anlayışı, Irak'ta karşılaşılabilecek en kötü ihtimallere tepki vermeye değil, bu ihtimallerin şimdiden bertaraf edilmesi için Iraklılar ve uluslararası toplumla birlikte çalışılmasına dayanmaktadır.” dedi. Ankara'nın “Irak'ın bütünlüğü ve milli birliğinin muhafazasını” güden politikasının bilindiğini vurgulayan Sözcü Tan, Kerkük konusundaki hassasiyetlerin Irak'taki bütün taraflar ile uluslararası camiaya aktarıldığını vurguladı. Haberde, “Son MGK toplantısında dile getirilen ve PKK faaliyetlerine de yönelik olduğu belirtilen plana göre TSK’nın 20 bin askerle K. Irak'a girmeyi öngördüğü” iddia edilmişti. Dışişleri açıklamasında, MGK bildirisinde Türkiye'nin Irak'ta istikrarın tesisi ile “bütün kesimlerin katılımıyla sonuçlandırılması hedeflenen siyasi sürece desteğinin vurgulandığı” hatırlatıldı. -------------------------------------------------------------------------------------------------- Genelkurmay da MGK da yalanladı, Hikmet Çetinkaya inanmadı Fethullah Gülen hakkında çoğu tekzip edilmiş haberlerden oluşan yazı dizisini sürdüren Hikmet Çetinkaya, dün Genelkurmay Başkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu, Başbakanlık Takip Kurulu ve bizzat Cumhuriyet gazetesi tarafından yalanlanan bir rapordan alıntılar yaptı. Söz konusu rapor daha önce de Cumhuriyet'te yayınlanmış ve yargı konuşu olmuştu. İlgili mahkemelerin haberde adı geçen kurum ve kuruluşlardan resmi yazıyla istediği raporun asparagas olduğu ortaya çıkmıştı. Cumhuriyet, 3 Ağustos 2000 tarihinde Genulkurmay’ın BÇG’ye ait irtica raporlarını yalanladığı ve “Bizde böyle bir rapor yok.” açıklaması yaptığını yazmıştı. Cumhuriyet’in Genelkurmay’a dayanarak birinci sayfasından ‘olmadığını’ duyurduğu raporlar 4 yıl sonra Hikmet Çetinkaya’ya kaynak oldu. (yazıklar olsun) Söz konusu haberle ilgili olarak Sultanahmet ve Üsküdar Adliyesi’nde açılan diğer davalarda da mahkemeler, Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Genelkurmay Başkanlığı ile Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’ndan sözde raporu istedi. MGK, Tümgeneral Hasan Peker Günal imzasıyla 5 Kasım 2001 tarihinde gönderdiği yazıda, böyle bir raporun MGK gündemine gelmediğini kaydetti. Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu ile Genelkurmay Başkanlığı’ndan da yalanlama geldi. Tümgeneral M. Erdal Şener ve Başbakan Müsteşarı Ahmet Şağar, adı geçen raporun var olmadığını bildirdi. Üsküdar Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29 Ocak 2001 tarihinde sözde BÇG raporunun bir örneğini gazeteden istemesi üzerine Cumhuriyet’in Müessese Müdürü Erol Erkut, resmi yazıyla şu cevabı gönderdi: “Müessesemiz arşivinde böyle bir rapor bulunmamaktadır.” Cumhuriyet 3 Ağustos 2000 tarihli birinci sayfasında ‘BÇG raporu tartışması’ başlığıyla Genelkurmay'ın resmi açıklamasına yer vermişti. Genelkurmay başkanı adına adli müşavir-hâkim Tümgeneral M. Erdal Şenel imzasıyla gönderilen yazıda, raporun varlığı kesin bir dille reddedilmişti. Yazıda şöyle dendi: “... Mahkemenizde açılmış olan bir tazminat davasında Cumhuriyet gazetesinde bir haberde yer aldığı belirtilen ‘Genelkurmay Batı Çalışma Grubu’nun düzenlediği rapor özetinin’ gönderilmesi istenmektedir. Yapılan araştırmada, belirtilen nitelikte bir raporun olmadığı anlaşılmıştır.” ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Başbakanlık’tan Cumhuriyet’e yalanlama Başbakan Tansu Çiller, Cumhuriyet gazetesinin “Başbakanlık’ta proje alan, açtığı davadan vazgeçiyor” başlıklı dünkü haberini yalanladı. Başbakanlık’tan konuyla ilgili olarak yapılan açıklamada şöyle denildi: “Cumhuriyet gazetesinde yeralan “Başbakanlık’ta proje alan, açtığı davadan vazgeçiyor” başlıklı haberde, Başbakanlıkça açılan bir ihale ile bir kooperatif uyuşmazlığı arasında bağ kurularak asılsız iddialar ileri sürülmektedir. Gazetenin ortaya attığı olayda gerçek şöyledir: Dış tanıtımının Türkiye için taşıdığı önem dikkate alınarak, Başbakanlık Dış Tanıtım Başmüşavirliği’nce bu konuda bir çalışma yapılması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla Türkiye’nin öncelikle “siyasi”, “turizm ve kültürel” ve “ekonomi” alanlarında dış tanıtımının yapılması için bu konuda uzman reklam şirketleri arasında bir konkur düzenlenmiştir. Bu konkura yedi büyük reklam şirketi çağrılmıştır. Konkur kurulu tarafından Türkiye’nin dış tanıtımını üç dalda yapacak beş şirketin yaklaşımı uygun bulunmuştur. Bu seçimde hiçbir makam ve yakınından telkin alınmamıştır. Şirketlerin ürünlerinin değerlendirilmesi amacıyla 10 Eylül 1994'te kamuoyuna sunulmuştur. Sayın başbakan ve eşi konkur sonuçlarını ilk kez bu toplantıda öğrenmişlerdir. Cumhuriyet gazetesinin iddialarının aksine, Başbakanlık henüz Türkiye’nin dış tanıtımıyla ilgili ürünlerini sergileyen reklam şirketlerinden hiçbiriyle anlaşma yapmamıştır. Ayrıca, anılan ajansların hiçbirine başka bir proje nedeniyle Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan ödeme yapılmamıştır. Türkiye için “dış tanıtım” etkinliğinin asılsız iddialarla önlenmeye çalışılması, hem Türkiye’ye; hem de bu şirketlerin ürünlerini değerlendiren Dış Tanıtım Danışma Kurulu üyelerine haksızlıktır. Gazetenin bu asılsız iddiaları ile ilgili olarak yargıya başvurulacaktır.” --------------------------------------------------------------------------------- Irak’taki Türk okullarını karalayan Cumhuriyet’in haber kaynağı PKK Cumhuriyet gazetesi, önceki gün terör örgütü PKK’nın Avrupa’da yayın yapan haber ajansı Fırat Haber Ajansı’nın (ANF) çarpıtma haberini ‘kendi haberi gibi’ okuyucularına duyurdu. ANF, Kuzey Irak’ta bulunan Türk okullarının bölgedeki Kürtleri asimile etmeye çalıştığını ileri sürmüş, Kerkük’te açılması düşünülen okul için yapılan resmî başvuruyu çarpıtarak haberleştirmişti. Haberi kaynak göstermeden kullanan Cumhuriyet Gazetesi de aynı iddialara yer verdi. Cumhuriyet daha önce de ANF’nin Rusya’daki Türk okullarıyla ilgili haberini kaynak göstermeden kullanmış; ancak iddiaların yalan olduğu ortaya çıkmıştı. Türkiye’de her gün kanlı eylemlere imza atan terör örgütü PKK, Kuzey Irak’ta yaşayan Kürt çocukların iyi eğitim almasından rahatsız. Dünya standartlarında eğitim faaliyeti vererek Iraklı çocukları yetiştiren Türk okullarıyla ilgili terör örgütünün Avrupa’dan yayın yapan haber ajansı ANF, yalan haberler servis etmeye başladı. Ajans önceki gün Kerkük’te okul açılması için yapılan resmî başvuruyla ilgili haberinde doğru olmayan bilgilere yer verdi. Haberde ‘Kürt kültürünü asimile’ ettiği iddia edilen okullarda Talabani ve Barzani’nin yakınlarının da eğitim gördüğüne dikkat çekildi. Cumhuriyet gazetesi de dün birinci sayfadan verdiği haberde bölgede eğitim faaliyetlerini sürdüren Fezalar Eğitim Birliği’nin Erbil ve Süleymaniye’de bulunan 4 okul dışında Kerkük’te de okul açılması için resmî başvuru yaptığını duyurdu. Haberde ANF’deki asılsız iddialar sıralanırken, karma eğitim yapıldığı ve “Türkiye’nin bu okullar üzerinden Kürtleri asimile etmeye çalıştığı” iddialarına yer verildi. Haberde ayrıca Irak’ın eski diktatörü Saddam Hüseyin’in Bağdat’ta Türk okulu açılmasına izin vermediği, Saddam’ın Erbil yönetimini ele geçirmesinin ardından buradaki Türk okuluna da baskı uyguladığı belirtildi. Büyükelçilik yalanlamıştı Cumhuriyet, daha önce de ANF’nin “Rusya’daki Türk okulları öğretmenlerinin sınır dışı edildiği yönündeki” haberini kaynak göstermeden kullanmıştı. Ancak bu iddialar Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Dr. Mahmut Bozan tarafından şu ifadelerle yalanlanmıştı: “Cumhuriyet’in haberindeki gibi bir durum söz konusu değildir. Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkiler eğitim alanında iyi bir düzeyde devam etmektedir. Eğitim ilişkilerini ‘problemli’ göstermeye çalışmak bu ilişkilere olumlu katkı sağlamıyor.” Cumhuriyet, dünkü haberinde yalanlanmış bu iddiaları bir kez daha gündeme getirdi. ------------------------------------------------------------------------------------------------- Cevap yok, ‘optik çarpıtma’ var! Hasan Cemal’in yeni kitabıyla İlhanlılar’ı bombalaması üzerine kimileri İlhan Selçuk’u mağdur gibi göstermeye çalışıyor... Böyle bir çaba, Şili’de Allende’yi kanlı bir darbe ile deviren diktatör Pinochet’yi mağdur ilan etmeye benzer! HC, bir anı kitabı yazdı. Cumhuriyet’in iç yüzünü anlattı. Elbette, başka birisi de kendi hatıralarını yazabilir ve farklı bir öykü anlatabilir... HC’nin tezlerini tekzip edecek sözünüz varsa çıkar bunları yazarsınız. Diyebiliyorsanız “doğrusu öyle değil, böyledir” dersiniz... Özellikle de, İlhan Selçuk! Hakkında yazılanlara birebir cevaplar vermek durumundadır... Örneğin, “Ben Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine sol dikta rejimi tesis etmek isteyen 9 Mart Cuntası’nın önder kadrosu içinde yer almadım” diyebilir mi, İlhan Selçuk? “Hasan Cemal, demokrasiyi, seçim sandığını hazmedemediğimi yazıyor. Bunlar düpedüz yalandır, iftiradır” karşılığını verebilir mi? “SSCB’nin eli kanlı diktatörü Stalin’i savunan yazılar yazmadığını” iddia edebilir mi? Cumhuriyet’te, “askeri irtica konusunda kışkırtan türde yayınlar” yaptığını, gazetesinin “psikolojik harekatın öncü kalesi” olduğu gerçeğini inkar edebilir mi? Ya da gazetesinde “ideolojik zaptiyeliğe” dayanan “tek adam saltanatı kurmadığını” söyleyebilir mi? İlhan Selçuk bu ve benzeri sorulara yıllardır cevap vermekten kaçıyor. Hasan Cemal’i falan bir kenara bırakıp önce bir zahmet bunları izah ediversin! HC anı kitabında ne yazıyor? Berin Nadi’ye göre, İlhan Selçuk ‘Moskovacı bir komünistti’ diyor. Berin Hanım HC’ye sık sık “İlhan’a bak Stalin gibi yürüyor” dermiş... Başka? İlhan Selçuk Stalin’i savunan bir yazı yazdığında, Uğur Mumcu’nun ona, sütununda “Stalin döneminde 786 bin kişi kurşuna dizilmişti. O bir insan kasabıydı” diye cevap verdiğini, yazıyor... Yaşar Kemal’in 1997’deki bir sohbetlerinde İlhan Selçuk’tan “Koca Cumhuriyet’i askerin gazetesi haline getirdi” diye yakındığından bahsediyor... *** HC’nin kitabında yazılanlara karşılık İlhan Selçuk ne yaptı? Cevap vermek yerine, HC’yi patronuna şikayet etti! Başka? Selçuk, “Bu sıradan bir kitap olayı değil. Saldırı ve sövgü içeren bu kitapla Cumhuriyet’e ve bana karşı ortak bir harekat düzenlendi” diye yazarak tartışmanın eksenini bambaşka bir yere taşıma gayretine girdi. Yani, İlhan Selçuk “optik çarpıtma” yöntemini kullanıyor! ‘İlhanlılar’ için bu metot acayip elverişlidir... “Cumhuriyet gazetesine karşı iç ve dış komplo”dan “Laik Cumhuriyet’e karşı saldırı”ya kadar bir dizi hayali gerekçe öne sürüyorlar ki, HC’nin kitabı ile yeniden gündeme gelen ana tartışma konularını hasır altı edebilsinler! Böyle yaparak basındaki ve başka çevrelerdeki bağlaşıklarınızı da harekete geçirirsiniz: Düşman kuvvetlerin silahı olarak gördüğünüz-gösterdiğiniz bir anı kitabı-yazarı sonuçta suçlu bile ilan edilebilir! İlhanlılar, aynen eski Doğu Bloku rejimleri gibi “içeride yapılanlar gizli kalsın” istiyor. Rejim propagandasının ezberini bozan deşifreler yaşandığında-gerçekler ortaya çıktığında, bunu ortaya çıkaranlara komplolardan beslenen yaftalar asmak, kamuoyunun gözlerini bağlamak için şahane bir yoldur... Ancak, finalde kaybeden siz olursunuz! Eski SSCB rejimi, “içerideki ağır faulleri” mesela “Gulag takımadalarında yaşananları” silebildi mi? Oradaki tüyler ürpertici gerçekleri sadece bir müddet için saklayabildi, dünya kamuoyundan... Sonra? Gerçekler, patlayıverdi! Yıllarca irtica yaygarası yapacaksın, sonra da gazetenin sahibi Nadir Nadi “Kuracaksın İstiklal Mahkemeleri’ni sallandıracaksın hepsini!” diyecek. 18 yıl sonra bu muhabbet bir anı kitabında yazılınca da, yazan tu kaka olacak! ZAMAN GAZETESİNDEN DEVAMI GELECEK! -
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
ANTİ ŞAHVELİ şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Her devrin Cumhuriyet'i 80 yaşını geride bırakacak olan ve bugün Türkiye'nin önde gelen medya patronlarının ortaklığı bulunan Cumhuriyet Gazetesi, 1991'de yaşadığı üçüncü ve en önemli 'iç depremden' sonra bir daha kendine gelemedi. Dünyayı iyi algılamasını etkileyen "marjinal ve statükocu" yapısı, gazetenin önündeki en büyük engel olarak görülüyor. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 1879 Muğla/Fethiye doğumlu Yunus Nadi adlı milletvekilliği de yapmış iyi eğitimli gazeteci, her dediğini gözü kapalı destekleyen bir kişi olarak Mustafa Kemal"in gözüne girmişti. Arşivciliği ile de bilinen ünlü komünistlerden Rasih Nuri İleri"nin, amcası Celal Nuri"den dinlediğine göre Yunus Nadi, rejime şartsız bağlılığı sayesinde matbaa sahibi olmuş, servet edinmiş, Atatürk"ün oluşturmaya çalıştığı Türk burjuvazisinin prototiplerinden biri haline gelmişti. Dolayısıyla Atatürk için Yunus Nadi daha önemli bir isimdi. Yeni Gün"ü çıkarmasında bu özelliğinin de etkisi vardı. 1924 senesinde Atatürk yeni bir gazete çıkarmak istediğinde de aklına zaten Yeni Gün"ü çıkarmakta olan Yunus Nadi geldi. Bu fikrinde yanılmadı da. Bazı konulardaki görüşlerini Yunus Nadi imzasıyla kamuoyuna duyuracaktı ilerleyen dönemlerde. Sonuçta Atatürk, İstanbul"da, Cağaloğlu"ndaki İttihat ve Terakki"nin merkezi olan Kırmızı Konak"ı vererek burada Cumhuriyet adını koyduğu gazeteyi çıkarmasını istedi Yunus Nadi"den. Ve 7 Mayıs 1924 tarihinde Cumhuriyet yayın hayatına başladı. İlk nüshasında gazetenin ilkelerini de belirlemişti Yunus Nadi: "...gazetemiz ne hükümet gazetesi, ne de bir parti gazetesidir. Cumhuriyet sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur. Memlekette her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için gazetemiz bütün varlığı ile çalışacaktır. Memlekette halkın halk tarafından, halk için idaresi bizim idealimizdir. Ve biz yalnız bu idealin esiriyiz, başka hiç bir kuvvetin değil." Bu ilkelerden, ilerleyen dönemlerde sapmalar olacaktı. Partizanlık ve gazetenin bir yöneticisinin darbecilerle birlikte hareket etmesi gibi. "Yunus Nazi" dönemi Cumhuriyet Gazetesi, 1930"lara kadar ağırlıklı olarak rejimin yerleşmesi ve devrimlerin benimsenmesi üzerine bir politika izler. Bu dönemde, alışverişlerde indirim sağlayacak bir kupon vererek ilk promosyonu gerçekleştirir. 1929 Şubat ayında da Türkiye"deki ilk güzellik yarışmasını bizzat düzenler. İlk ansiklopediyi de Cumhuriyet verir. Cumhuriyet bu yıllarda Yunus Nadi"nin Atatürk"ten aldığı rüzgara göre yoluna devam ediyordu. 1930"ların sonuna doğru Almanların ayak sesleri duyulmaya başlandığında bu sefer Cumhuriyet Gazetesi, Alman taraftarı yazılar yayınlamaya başlar. Yunus Nadi"ye "Yunus Nazi" denmesine de yol açacak bu tür yazıların ilki Yunus Nadi"nin en büyük oğlu Nadir Nadi"nin "Hitler Viyanası"ndan Röportajlar" dizisiydi. Ve bundan sonra II. Dünya savaşı bitene kadar Cumhuriyet"in Nazi yanlısı yayınları sürer. Kimilerine göre Almanya"dan destek gören bir grup vardı Türkiye"de. Yunus Nadi için de bu durumu gündeme getirenler oldu. Cumhuriyet Olayı kitabının yazarı Emin Karaca"dan dinleyelim: "İsmet İnönü"yü Ankara Garı"nda karşılamaya gelen Nadir Nadi"ye İnönü aynen şöyle diyor. "Ticari maksatlar uğruna siyasi yazı yazılmasına müsaade edemem!. Yunus Nadi "Yok böyle bir şey!" dese de Milli Şef sinirlidir: "Kat"iyyen müsaade edemem!" Ve İnönü Yunus Nadi"nin elini sıkmadan çıkış kapısına doğru ilerliyor." Yunus Nadi'nin Almanlar'dan destek gördüğü hep tartışılır. Ama gerçek olan Almanların Türklere yönelik böyle bir listenin var olduğudur. Rasih Nuri İleri, Türkiye"de her zaman tartışılan Almanya"dan yardım alanlar konusunda şu açıklamayı yapıyor: "Almanya"dan yardım konusunda çok önemli bir ifşaat... Naim Dikel Bey -ki çok önemli bir Alman şirketinin temsilcisi idi- öldüğü vakit karısı Fatma Hanımefendi, kasasında, altın-mark olarak hangi Türk büyüklerine ne kadar parasal yardım yapıldığının listesini bulmuştu. Ve içinde dostlarından birçok kişi bulunduğu için listeyi yakmıştır." - Listeye dair bir şey biliyor musunuz? "Olayı biliyorum. Taha Toros da bilir, ben de bilirim. Fatma Hanımefendi ile uzaktan hısımlığımız vardı." Savaşın bittiği 8 Mayıs 1945"te Cumhuriyet"in konu ile ilgili başlığı "İnsanlığa geçmiş olsun"dur. Gazete hemen Alman yanlılığından çark etmiştir. Emin Karaca"nın söylediği gibi "bu sefer birinci sayfasından, harbi çıkaranları lanetliyor." Bazı kişilere göre Cumhuriyet"in Alman taraftarlığı söz konusu değildir, ama böyle diyenler için Cumhuriyet"in eski nüshaları en azından gazetenin arşivinde mevcuttur demek yerindedir sanırım. Yunus Nadi 28 Haziran 1945"te vefat edince, gazetenin yönetimi en büyük oğlu Nadir Nadi"ye geçer. Ama, annesi Nazime Hanım her zaman en tepedeki kişi olarak bundan sonraki süreci gözetleyecektir. Nadir Nadi 1950 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden Bağımsız Muğla Milletvekili seçilince gazete de dolayısıyla DP"li olur. Cumhuriyet, ülkeden kaçan Nazım Hikmet"in fotoğrafını "tükürülmesi" için yayınlar, yani tamamen antikomünist bir yayın izler bu süreçte. Fakat Nadir Nadi, 1954 seçimlerinde Meclis"e girmeyince, Cumhuriyet Gazetesi"nin DP"ye giderek azalan desteği de 1957"den sonra eleştiriye dönüşür. DP de diğer muhalif basına olduğu gibi kağıt baskısından denetim baskısına kadar hepsini uygular Cumhuriyet"e. Sola demir atma zamanı 1960"ların ilk yıllarına kadar Cumhuriyet Gazetesi bir sayfasında sağ bir sayfasında sol görüşlü yazarların yazı yazabildiği bir gazete iken bu tarihten sonra dünyada esen sol rüzgarın etkisinde kalır. Belki bunun neticesinde Nadir Nadi, 1962 senesinde sol yazıları ile bilinen ve henüz 36 yaşında olan İlhan Selçuk"u gazeteye alır, ona bir "Pencere" açar. 1957"den 65"e kadar gazetenin yazı işleri müdürlerinden biri olan Vecdi Kızıldemir"e göre İlhan Selçuk"a gelene kadar Vala Nurettinler, Cevat Fehmiler, Yaşar Kemaller zaten solcu idi. Dolayısıyla gazete sola İlhan Selçuk"la kaymamıştır. Fakat dışarıdan algılanan öyle değildir. Cumhuriyet, bundan sonraki dönemde "solcu" ve "komünist" gazete olarak anılır hep. Bundan dolayıdır ki, 1963 senesinde, Yunus Nadi"nin, Nadir Nadi ve Doğan Nadi dışındaki çocukları Leyla Uşaklıgil ve Nilüfer Nun"un eşleri Bülent Uşaklıgil ve Niyazi Nun gazetenin aşırı sola kaymasından şikayet ederek gazeteye el koyar. Ama bu olay Babıali"de çok duyulmaz. 1971 yılında damatlar gazeteye bir kez daha el koyduğunda Cumhuriyet"te deprem bu sefer bir sene sürer. Konu yine gazetenin sola kayması hatta komünizm taraftarlığıdır. Özellikle Niyazi Nun, gazeteyi sağa çekmek için mücadele verir. Bu olayda İlhan Selçuk"un 9 Mart darbecileri arasında yer alması da etkili olmuştur. Fakat bir yılın sonunda gazete yine Nadir Nadi"ye teslim edilir. Zaten 1969"dan itibaren İlhan Selçuk gazetede etkili olmaya başlamıştı. Çok çabuk etki altında kaldığı söylenen Nadir Nadi de gazetenin sola meyletmesini istiyordu. Cuntanın sözcülüğünü yaptı Nadir Nadi"nin, 1971 yılında 9 Mart darbesine hazırlananlar arasında yer alan İlhan Selçuk"tan haberdar olmaması mümkün değildi. Mahir Kaynak ve İlhan Selçuk"la beraber "darbeciler" birbirlerinin ev ve işyerlerinde toplantılar yapmaktaydı. Bunlardan biri de Cumhuriyet"te yapılmıştı. Gazetenin eski yazı işleri müdürü olan ve halen Cumhuriyet"te çalışan Sami Karaören anlatıyor: "Nadir Bey"in derece derece bilgisi vardı. Nadir Bey, gece toplantılarının içinde değildi ama kendisine bilgiler veriliyordu tabii." Bu yıllarda özellikle bürokrasi ve solcu gençlik üzerinde etkili bir gazete olan Cumhuriyet, Türkiye"nin karışık döneminde de eski kimliğinden uzak yayın yapar. Bu dönemde Cumhuriyet okuyanlar ile okumayanlar, sistemin işleyişindeki bazı kışkırtmalar sonucu birbirine girer. Gazete; iktidarlar, örfi idare ve askeri yönetimler tarafından en çok kapatma cezası alanların başında gelir. 10 Ağustos 1940"ta "Bu adamlar benimle uğraşmak istiyor" diyerek Cumhuriyet Gazetesi"ni 90 gün süreyle kapatır İsmet İnönü. Bundan önce de kapatıldığı gibi bundan sonraki dönemlerde de, başta askeri yönetimlerin bulunduğu zamanlar olmak üzere Cumhuriyet kısa veya uzun aralıklarla kapatma cezası alır. Kenan Evren döneminde de, çoğunlukla olduğu gibi yine İlhan Selçuk"un bir yazısı sebebiyle kapatılır gazete. Tarih 24 Ocak 1983"tür. 18 Şubat günü tekrar çıkmasına izin verildiğinde Nadir Nadi, başyazısında şunlardan yakınacaktır: "Biz Cumhuriyetçiler için Atatürk"ün hayatta bulunduğu dönem gazetenin en parlak, en huzurlu yılları oldu. Nedense Atatürk"ten sonra yazgımız değişti." Bu dönemde gazetenin kadrosunda bugün liberaller olarak öne çıkacak genç isimler vardı. Hem de bunlar idari kademelerde görevliydi. Hasan Cemal bu ekibin başını çekiyordu. Hasan Cemal"i, yabancı dili ve solu biliyor olması sebebiyle İlhan Selçuk, Oktay Akbal ve Sami Karaören aldırmıştı gazetenin İstanbul"daki merkezine. Cemal, 2 Nisan 1981"de gazetenin genel yayın müdürlüğüne getirildi. Karaören, bu konuda, "Gençtir, yabancı dil biliyor, koşar, Cumhuriyet"i şey yapabilir. İşte yakışıklı makışıklı adamdır dedik. Ama Hasan Cemal tam bir ihanet içinde oldu. Ama şunu çok açık söylüyorum, vaktiyle komünistliği kimselere bırakmayanlar sonradan dönüş yapan kişiler oldular" iddiasındadır. Aileden Leyla-Bülent Uşaklıgil"in kızları Emine Hanım da müessese müdürlüğüne tayin edilir. Eski kadrosuna göre epey genç olan ekip gazeteyi liberal bir çizgiye getirmeyi kararlaştırır. Hatta Sami Karaören, liberal çizgiye gelme konusunda Hasan Cemal"in şu düşüncesini de kendilerine aktardığını söylüyor: "Hep birlikte olduğumuz bir ortamda iken Nadir Bey"e teklif etti. "Efendim" dedi "biz öyle bir gazete olalım ki Atatürk"ün aleyhinde de bir yazı çıkabilsin Cumhuriyet"te." Liberaller uzaklaştırıldı Bütün bunlar damla damla birikti. Osman Ulagay"ın, 1991"deki seçimden sonra yeni oluşacak hükümetin adresini, SHP"den ziyade DYP-ANAP olarak göstermesi ve İlhan Selçuk gibi isimlerin buna karşı tavır alması sonucunda Cumhuriyet Gazetesi"nin tarihindeki en önemli kriz patlak verdi. Hasan Cemal"in arkasındaki liberaller, İlhan Selçuk"un arkasındaki Kemalistlerin gazeteden ayrılması ile 5 Kasım 1991"den sonra gazetenin tek hakimi oldu. Ama gazeteden ayrılanların "Cumhuriyet okumuyoruz" kampanyası, gazetenin geleceğini tehlikeye atınca eski ekip işi bıraktı. Ve 10 Nisan 1992 tarihinden itibaren de İlhan Selçuk ekibi yine Cumhuriyet"e geri döndü. Bu olaylar gerçekleştiğinde Cumhuriyet Gazetesi"nin tirajı 120-130 binler civarında idi. Daha sonra sürekli düşerek 60, hatta 30-40 binlere inen satış bugün 45 ile 60 bin civarında. 7 Mayıs 2004"te 80 yaşını dolduracak olan Cumhuriyet Gazetesi"nin tirajı, 27 Mayıs"tan sonra diğer gazetelerin bir hafta kapatılması sonucu 500 bine ulaşması dışında 130 binlerden yukarı çıkmadı. Ve 1991"deki son hadiseden sonra eski okurlarını kaybettiği gibi yeni okur da kazanamadı. Gazetenin 1969-1977 tarihlerinde müessese müdürlüğünü yapan Sadun Tanju"nun, Cumhuriyet Olayı kitabındaki söylediklerine kulak verince, görülüyor ki gazetenin neden gerilediği ve okur kaybettiği konusunda 10 yıl önce yazılmış bir kitap bile hâlâ yol gösterici olabiliyor: "Gazete, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal gelişme grafiklerini izleyemiyor, geride kalıyordu. (...) Cumhuriyet, 1970"lerin başından itibaren, yayın ve politikaları ve içeriği ile ülkedeki gelişmeleri iyi izlemeliydi. Bunu yapamadı. Doğrusu yapmak istemedi. (...) ... Cumhuriyet, yeni oluşumları kendi görüş açısıyla değerlendirmiş; bir başka anlamda muhafazakarlığın kurbanı olmuştur. Bugün artık eleştiri yapmanın bile zamanı geçmiş bulunuyor." Cumhuriyet Gazetesi, dünyadaki gelişmeleri nasıl görüp değerlendirebilirdi ki. Çünkü gazetenin başında, on yıl önce Emin Karaca"ya "...Türkiye"de bir "sivil toplum" için daha kırk fırın ekmek yemek lazımdır" diyen bir gazeteci-aydın-yazar olan İlhan Selçuk bulunmakta idi. 10 Nisan 1992"den sonra Kemalistlerin geri dönmesinden sonra gazetede yukarıda bahsedilen gelişmeler oldu. Cumhuriyet"in 90 milyara yükselen borçları ödenemez hale geldi. En büyük alacaklı ise İmar Bankası, dolayısıyla Kemal Uzan"dı. Uzan, alacakları konusunda anlaşmaya yanaşmadı, hatta icra yolunu tercih etti. Fakat Cumhuriyet, borçlarından kurtulabilmek için Yönetim Kurulu Başkanı Osman Nuri Torun"un bulduğu planı uyguladı. Bu plan 9 Aralık 1992"de yılında sonuca ulaştı ve gazetenin iflası sağlandı. Bu itirafın sahibi Cumhuriyet Gazetesi"nin 1967"den 1986 yılının başına kadar yazı işleri müdürlüğünü yapan ve halen gazetenin ikinci sayfasında yayınlanan makaleleri düzenleyen Sami Karaören. Karaören, Aksiyon"a aynen şunları söyledi: "İcralar, hacizler vardı. Fakat (O zamanki yönetim kurulu başkanı) Osman Nuri Torun, çok güzel bir şey hazırladı. Dedi ki, "Bir tek kurtuluş yolu var. İflasını sağlamak." Hakimler yardımcı oldu. İflasını sağladık. İflas edince kurtulduk. Biz, sıfır borçlu yepyeni bir Cumhuriyet kurduk. Borçlardan kurtulmuş olduk. Hâlâ daha alacağı olanlar, bulurlarsa alacaklar! Bu yeni Cumhuriyet"in borcu yok." Sami Karaören, "Hakimler yardımcı oldu" diyerek Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi"nin 9 Aralık 1992"deki iflası hakkında şaibeli bir durumu açığa vururken, gazeteden alacaklı olanların da böylece haklarını tahsil edemediğini dile getiriyor bu açıklamasıyla. Bundan sonra Türkocağı Caddesi, No: 39/41 Cağaloğlu adresinde bulunan 34599 ticaret sicil numaralı Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi iflas etmiş, ardından 10 Mayıs 2000 tarihinde yine Türkocağı Caddesi, No. 39/41 Cağaloğlu adresinde 437909 sicil numarası ile Yeni Gün Holding Anonim Şirketi kurularak İstanbul Ticaret Odası"na tescil ettirilmişti. Yaşayabilmek ve Türk medyasındaki diğer gazetelerle baş başa mücadele edebilmek için holdingleşen Cumhuriyet Gazetesi, Yeni Gün Holding"in de finans sorununa çözüm bulamaması sebebiyle hâlâ sermaye arayışını sürdürüyor. Maliye eski bakanlarından Zekeriya Temizel"in gazete adına temasları sürdürdüğü iddia edilirken, Cumhuriyet, bugün Türk medyasında, nerede ise tüm medya patronlarının hissesi bulunduğu bir gazete olarak da dikkat çekiyor. Gazetenin resmi danışmanı Emre Kongar"a göre Çapan ailesinden işadamı Günay Çapan"ın yüzde 20 ile ortak olduğu, Karamehmet ve Doğan Grubu"nun da elinde hissesini bulundurduğu Cumhuriyet Gazetesi"nde en büyük pay sahibi ise işadamı Turgay Ciner. Günay Çapan"ın ifadesiyle yüzde 60 gibi bir oranla Merkez Grubu Cumhuriyet"te söz sahibi. Bunlara rağmen okur da para koyarak Cumhuriyet Gazetesi"ne ortak olabiliyor. Günay Çapan, Cumhuriyet"te okurların patron olmasını istediklerini, bu nedenle gazeteye ortak olabilmenin yollarını açtıklarını, fakat okurun buna ilgi göstermediğini söylüyor: "Sahip çıkmadılar. O zaman niye eleştiriyorsunuz şimdi? Cumhuriyet Gazetesi"nde hâlâ böyle bir imkan varken bunları konuşalım. Niye katılmıyoruz kardeşim!" Fakat şu da bir gerçek ki, gazeteye kim ortak olursa olsun, destek verirse versin Cumhuriyet Gazetesi"nin yönetimi, İlhan Selçuk"un başında bulunduğu Cumhuriyet Vakfı"nın elinde. Hatta, eski Cumhuriyet çalışanlarının ifadesiyle Cumhuriyet Gazetesi"nde tek yetkili İlhan Selçuk! Patronsuz ve çalışanların çıkardığı gazete olduğunu söyleyen Cumhuriyet"te İlhan Selçuk"un istemediği bir şeyin gerçekleşmesi söz konusu değil. Cumhuriyet Gazetesi"nin ortaklarından Günay Çapan, gazeteye zor şartlarda destek verdiği halde ortak olarak kabul görmediğini belirterek şunları anlatıyor: "Sahibi olarak ben Cumhuriyet Gazetesi"nin genel yayın politikası içerisinde, yani gazetenin yayın ilkelerini belirleyen bir noktada değilim. Cumhuriyet"in yazar ve çizerlerinin hiç bir zaman ne fikriyatına ne de zikriyatına müdahil olmadım. Gazeteci değilim, işadamıyım. Birisi gidip cami yaptırıyor. Ben de Cumhuriyet Gazetesi"ne bağış yaptım. Burası daha bir ibadet yeridir diye..." İlhan Selçuk"un gazetede sözü geçen tek kişi olmasından mıdır bilinmez, dosyayı hazırlarken ortada bir İlhan Selçuk gölgesi dolaşmaktaydı sanki. Görüşme talebinde bulunduğumuz Mehmet Barlas, Osman Ulagay, Hasan Cemal gibi isimler konuşmak istemezken, görüşme gerçekleştirdiğimiz bazı isimler de oldukça temkinli yaklaştı konuya. Hasan Cemal"in, Cumhuriyet"le ilgili yeni bir kitap çalışması içinde olduğunu öğrendik. İlhan Selçuk"un da bir Cumhuriyet kitabı yazacağı söyleniyor uzun zamandır. Nerede ise Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt olan, aralarında sadece 6 ay fark bulunan Cumhuriyet Gazetesi ile ilgili bugüne kadar yazılan tek bir kitap var. O da gazeteci-yazar Emin Karaca"nın kaleme aldığı "Cumhuriyet Olayı" adlı kitap. Medya kuruluşları, gazeteler Türkiye"nin kara kutularıdır. Ancak böylesine önemli; bürokrasi, asker ve sivil toplum üzerinde eskiden de olsa etkileyici ve yönlendirici; yayın hayatı boyunca bazı olaylara angaje olduğu bilinen Cumhuriyet gibi bir gazete hakkında bugüne kadar sadece bir kitabın çıkmış olması da oldukça üzücü. Cumhuriyet Olayı kitabının yazarı Emin Karaca, kitap çıktıktan sonra İlhan Selçuk"un başında bulunduğu gazetenin kendisine adeta "ambargo" uygulandığını söylerken, aileden Emine Uşaklıgil ise kitabın "eksik" bile olduğunu düşünüyor. İlhan Selçuk gölgesi İşte böylesine, herkesin birbiri hakkında ve olaylar üzerine konuşmakta tedirgin olduğu bir ortamda görüşmek istediğimiz bazı isimler ile randevulaşmak bile çok uzun zaman aldı. Randevu gerçekleştirdiğimizde ise nihayetinde eski çalıştıkları kurum olması ve İlhan Selçuk"un halen başında bulunması sebebiyle görüşme yapmaktan vazgeçmeyi düşündüklerini itiraf edenler oldu. Selçuk görüşme talebimize olumlu yanıt vermezken bugün Cumhuriyet"te çalışmakta olanlardan sadece Sami Karaören"le röportaj gerçekleştirebildik. Cumhuriyet"te eskiden bir şekilde çalışmış olan kişilerden aldığımız bilgilere göre gazetenin halihazırdaki yayın anlayışını "marjinal, statükocu ve Kemalist" olarak ifade etmek mümkün. Ama gazetede 1962-64 yıllarında çalışmış olan, daha sonraki dönemlerde de kitap kritikleri yazan Hilmi Yavuz"un burada bir itirazı oluyor: "Bugün çağdaş bir Kemalizm yorumu yapılacaksa eğer bu yorum İlhan Selçuk"un ve onun düşüncelerinin üretildiği Cumhuriyet Gazetesi"nin Kemalizmi değildir bana göre." 27 yıl çalıştıktan sonra 1993 senesinde Cumhuriyet"ten ayrılan Atilla Dorsay ise bakın bu konuda neler söylüyor: "Cumhuriyet okuyarak Türkiye"yi takip edemez, Türkiye"nin, hatta dünyanın nabzını tutamazsınız. Cumhuriyet"in yöneticileri sanki sadece kendi gazetelerini okuyorlar gibi geliyor bana." Hasan Cemal"le birlikte liberal kanadın iki numaralı ismi olan Vatan Gazetecisi idareci ve yazarlarından Okay Gönensin de Cumhuriyet"i okurların neden terk ettiği sorusuna şu yaklaşımı getiriyor: "Statükocu çünkü. Hâlâ 1950"li, 1960"lı yılların ideolojik takıntılarını devam ettiriyor Cumhuriyet. Hiç bir özgürlükçü açılıma izin vermiyor. Ve hâlâ Türkiye"yi dar kalıplar içinde yorumlamaya devam ediyor. Avrupa Birliği"nden kuşku, Kıbrıs"ta çözümsüzlük, her türlü demokratik gelişmenin radikal sağa yarayacağına dair korku. Bu platformda da faşizan fikirlerle yan yana geliyor." Cumhuriyet"te değişimi gerekli görenlerin yanında bir değişimin mümkün olmadığını düşünenler de çıktı karşımıza doğal olarak. Hasan Cemal"in ekibinde yer alarak iki sene Cumhuriyet"te yazarlık yapan medya sosyoloğu ve Radikal Gazetesi Yazarı Haluk Şahin, demokrasinin sağlıklı bir şekilde çalışabilmesi için haber ve fikir yelpazesinin mümkün olduğu kadar geniş olması gerektiğinin altını çizerek "Cumhuriyet"in Türk basınının şu döneminde çok önemli bir kurumu temsil ettiğini" düşünüyor. Şahin bunu söylerken, Cumhuriyet Gazetesi yöneticilerinin bazı konularda taşıdığı kaygılar noktasında "Ben Türkiye"de sivil toplumun Cumhuriyet Gazetesi"nin zannettiğinden daha güçlü olduğuna inanıyorum" diyor. Atilla Dorsay ise, statükocu ve kapalı tutumu dolayısıyla Cumhuriyet"in, bugün oynayabileceği büyük toplumsal ve siyasal rolün ancak bir kısmını oynayabildiğini dile getiriyor. Değişim için Günay Çapan, para sıkıntısını öne sürüyor. Hilmi Yavuz, çok radikal değişiklikler yapılırsa ancak Cumhuriyet"in değişebilmesini mümkün görüyor ama bugünkü anlayışla da değişimin önünün kapandığını düşünüyor. "1991"deki liberal değişimi gerçekleştirebilseydik bugün Le Monde, Washington Post gibi bir Cumhuriyet çıkıyor olacaktı" diyen Okay Gönensin"in yorumu da Hilmi Yavuz"la aynı: Şu anda Cumhuriyet son derece dar bir grubun sözcüsü halinde çıkıyor. Bütün haberleri taraf. Değişmez bu saatten sonra artık Cumhuriyet." 12 Mart 1971 Muhtırası"ndan önce gerçekleştirilecek olan 9 Mart Cuntası"nda Milli İstihbarat Teşkilatı adına görev yapan ve İlhan Selçuk"la bu dönemde tanışan Mahir Kaynak ise konuyu farklı bir düzleme taşıyor: "Türkiye demokratik rejimi seçtiğinde Cumhuriyet Gazetesi asker-sivil-bürokratların sözcüsü konumunda idi. Ve çok da güçlü idi. Gücünün azalması, aslında gazetenin kötü yönetilmesinden kaynaklanmıyor. Asker-sivil-bürokratların güç kaybına uğramasından kaynaklanıyor. Çünkü bir yandan halk siyasete daha çok katıldı ama asıl önemlisi, bugüne kadar gelen süreç içerisinde devletin ekonomik kaynakları sınırlandı, elinden alındı. Dolayısıyla bunlar da etkisiz hale geldiler. Hele şu son zamanlarda özelleştirme sonucu bu gücü tamamen kaybettiler. O bakımdan Türkiye"de neden CHP veya asker-sivil-bürokratları temsil eden görüş kaybediyor, liderleri mi kötü, iyi yönetilemiyorlar mı sorularının cevabı "Hayır" onunla ilgili değildir. Sebep o gücü destekleyen maddi temelin ortadan kalkmasıdır. Ve kimse bunu düzeltemez. Yani Cumhuriyet"e daha başka yöneticiler de getirseniz politikaları değişmezse yeniden güç sahibi olmaları mümkün değil." YENİ GÜN HOLDİNG A.Ş. Yönetim Kurulu Üyeleri: Erol Erkut, İlhan Selçuk, İbrahim Yıldız, Akın Atalay, Alev Coşkun, Günay Çapan Firmanın İş Konusu: Esas itibari ile görüntülü, sesli, basılı ve elektronik iletişim araçları ile yayıncılık faaliyetleri göstermek üzere kurulmuş ya da kurulacak şirketlerin sermaye ve yönetimine katılarak bunların yatırım....ve ana sözleşmesinde yazılı olan diğer işler. BÜTÜN MEDYA PATRONLARI ORTAK İlhan Selçuk"un Emre Kongar"a verdiği bilgiler ışığında Cumhuriyet Gazetesi: * Vakıf, holding içinde değişmez ve imtiyazlı olarak yüzde 10 hisseye sahiptir. * Holding, Cumhuriyet Gazetesi"ni yayınlayan Yeni Gün Haber Ajansı"nın mali işlerini koordine eder, hiç bir şekilde yayın politikasına karışmaz. * Cumhuriyet Gazetesi"nin yayın ilkelerinin uygulamasını yayın kurulu yapar. Yayın kurulu, vakıf tarafından atanmıştır ve bu konudaki tek yetkilidir. * Holding"in yüzde 10"u vakfa ait olan imtiyazlı hisselerinin dışındaki dağılımda, bir ikinci yüzde 10 da Cumhuriyet okurlarına aittir. Bu kişilerin sayısı 240"tır. * Holding hisselerinin yüzde 20"lik bir bölümü Kasım 2000 tarihinde Günay Çapan"a satılmıştır. * Son günlerde ikinci bir yüzde 20 hisse de Park Grubu"na satılmıştır. Şimdi resmi bilgiler içinde yer almayan ve bazıları muhtemel gelişmelere ilişkin olan üç bilgi daha vereyim: * Doğan grubu da holdingde üç yüz bin dolarlık hisse almak istemiş, bunun elli bin dolarını ödemiş, sonradan hisselerini bu miktarla sınırlı tutma eğilimi göstermiştir. * Günay Çapan hisselerini devretme eğilimindedir. * Holding yeni ortaklar aramakta ve çeşitli sermaye gruplarıyla temaslarını sürdürmektedir. Temas sürdürülen gruplar ve kişiler arasında Çukurova grubuna mensup olanlar da vardır. Kaynak: http://www.kongar.org/medyanotu/249_Medya_...ecek_mi_VII.php -
DİPNOT ŞERİAT NEDİR SÖYLESENE Bİ HELE BİLDİĞİNİ BAKALIM BİLİYORMUSUN GERÇEKTEN NE OLDUĞUNU NE KADAR ONU HAYATINA HAYAT KILDIN VEYA ALLAHA İMANIN VAR MIDA KARALAMAYA ÇALIŞIYORSUN Allahın koyduğu birlik , bizi saracak yıkıntılara sebebiyet verecek günahlara düşmememiz hem dünya saadetini hem ahiretteki ebedi hayatı kurtarmamız için Allahın peygamberi aracılığıyla kullarına bildiriği kurallardan öğütlerden SİZ Mİ DAHA İYİ BİLİYORSUNUZ!!Siz kimsiniz bee..Allahın koyduğu hangi kanunları biliyorsun , inançsızca Allah olmasın peygamber olmasın düşüncesi öncekileri nasıl helak etti inşaallah sizide öyle eder.. GİTTE BAK AMA ŞAŞI BAKMADAN BAK , AKP HER ZAMAN NEYİ SAVUNUYOR , TERÖRDE MÜCADELEDE BİLE ÖNCE DİPLOMATİK DEMOKRATİK YOLLARI DENİYOR , SEN DESENE Bİ HELE SENİN DESTEKLEDİĞİN PARTİYE BAKALIM VAR MISIN HADİ - HADİ BAKALIM KİM AVRUPANIN YAHUDİNİN GÜDÜMÜNDE HADİ BAKALIM VAR MISIN , cumhuriyet rejimindende Atatürktende Atatürk ilkelerindende nefret ettirdinizz , sizde yahudileri bekleyen sona yaklaşıyorsunuz haberiniz olsun artık yeter!! el kaidenin pkk nın ufaktanda hizbullahın süper güçlerin elinde olduğunu herkes biliyor , terörün islamda yeri olmadığınıda..yazıklar olsun bunları şeratla birleştiren TUFEYLİLERE
-
Perinçek’in sağ kolu: İşçi Partisi içinde hâlâ PKK yanlısı bir yapı var
ANTİ ŞAHVELİ şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Perinçek’in sağ kolu: İşçi Partisi içinde hâlâ PKK yanlısı bir yapı var “Doğu Perinçek’in Kızılelma’yı tercih etmesinin temel sebebi MHP’nin tabanına oynamaktı. Bunu deşifre eden kendine yakın bir personelini görevden uzaklaştırdı. Atatürkçü Düşünce Derneği aracılığıyla askerleri etkilemeye çalıştı. Üniversitelere konferans düzenletir, askerleri çağırır ve gider yanlarına otururdu. Bunların hepsi gündemde kalmak, halkın gözünde farklı bir imaj oluşturmak içindi.” Bu ifadeler, yakın zamana kadar İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’in yakın kadrosunda yer alan ve danışmanlığını yapan emekli Yüzbaşı Zekeriya Öztürk’e ait. “Hatta içlerinde hâlâ PKK yanlısı bir yapı var.” uyarısında bulunan Öztürk’e göre Özel Harp Dairesi, Perinçek’in kontrgerilla söylemi yüzünden 1990’lı yıllarda isim değiştirmek zorunda kaldı. Emekli Yüzbaşı Zekeriya Öztürk, Danıştay’a yönelik saldırı sonrası muvazzaf Yüzbaşı Muzaffer Tekin’i hastaneye götüren isim olarak gündeme geldi. Bu ilişki dolayısıyla gözaltına alınıp bir süre sorgulandı. Sorgunun ardından Aydınlık Dergisi, yakın zamana kadar Perinçek’e danışmanlık yapan Öztürk’ü MİT’çi ilan etti. Öztürk, Perinçek, Aydınlık ve Ulusal Kanal’la olan ilişkilerinin perde arkasını Zaman’a anlattı Zekeriya Öztürk, artık Danıştay saldırısı ile anılmak istemiyor. Harp Akademileri Komutanlığı’nda ulusal ve uluslararası güvenlik konusunda master yapmaya hazırlanan Öztürk, “Bana artık Kandil’e yapılacak operasyon, İsrail’in Lübnan’a saldırması sorulsun istiyorum.” diyor. Öztürk’ün Aydınlık grubu ile tanışması konferans ve paneller aracılığıyla olmuş. Ulusal Kanal’daki programlara konuşmacı olarak davet edilmiş, Nisan 2003’te Ulusal Kanal’da çalışma teklifi almış. Ülke meseleleri hakkındaki görüşünü ‘daha geniş kitlelerle paylaşmak’ için teklifi kabul ettiğini belirten Öztürk, tercih sebebini şöyle özetliyor: “Benimle birlikte görüntü vermek hevesindeydi. Çünkü asker kökenliydim. Bunun ona askerle yakınlaşma sağlayacağını biliyordu. Bana lider kadrosunda yer verdi. Bedri Gültekin, Şule Perinçek, Adnan Akfırat, Ferit İlsever gibi lider kadronun toplantılarına katılırdım. Avrasya Hareketi için de destek istedi.” ‘Paşalarla poz vermeyi sever’ Perinçek’in Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) aracılığıyla askerleri etkilemeye çalıştığına dikkat çeken emekli Yüzbaşı, “Dernekteki subay ve astsubay kazanılabilir bir potansiyeldi. Orada onun yanına yaklaşıp etkileyebilirsiniz, ağzından laf alabilirsiniz. Tabii bu zeminden Doğu Perinçek de faydalanmak istedi. Yine üniversite rektörlerine konferans-panel düzenlettirir, general davet ettirirdi. Sonra onların yanına geçip poz vererek ‘asker yanımda’ imajı verdi.Şimdi de aynı şeyleri yapıyor. Bunların hepsi gündemde kalmak, halkın gözünde farklı bir imaj oluşturmak için.” diyor. Emekli Yüzbaşı, Türkiye’nin her yerinde mantar gibi çoğalan ulusalcı örgütlenmeleri ‘hastalık’ olarak değerlendiriyor. Aydınlık camiasının ulusalcı olmasını ‘MHP tabanını avlamak’ olarak gören Öztürk, “Kızılelmacılık tarihten beri gelen bir akım. Perinçek’in Kızılelma’yı tercih etmesinin sebebi MHP’nin tabanına oynamaktı. Bunu deşifre eden, kendisine yakın, iyi bir personelini de görevden uzaklaştırdı.” ifadesini kullanıyor. Öztürk, Kuvayı Milliye söylemlerinin de amacından saptırıldığı görüşünü savunuyor:“Gerçek Kuvayı Milliye bu ülkenin içinde bulunduğu koşullar gereği kendiliğinden ortaya çıkmıştı. Bugün onlarcası meydanlarda boy gösteriyor.” Emekli Yüzbaşı, buradaki amacın Kuvayı Milliye’yi oluşturan değerlerin paramparça edilmesi olduğu görüşünde: “Birileri onu raftan indirip paramparça yapmak istiyor. Bunun arkasında ABD, İngiltere, İsrail, Almanya var. Bence bu bir yabancı oyunu.” İP içinde hâlâ PKK yanlısı bir yapının bulunduğunu iddia eden Öztürk, kontrgerilla söylemleri yüzünden Özel Harp Dairesi’nin isim değiştirerek imajını düzeltmeye çalıştığını belirtti. Bir süre önce Aydınlık dergisi tarafından eleştirilere konu olan Öztürk, yöneltilen suçlamaları reddediyor: “Perinçek’in birçok konuda benimle el yazısı ile yaptığı görüşmeler var. Bunların hepsi bende. Ulusal Kanal’dan verilen danışmanlık kartım var.” ‘İllegal örgüt altyapısıyla eylem planlayabilir’ Zekeriya Öztürk, polise verdiği ifadede Doğu Perinçek ve Vatansever Kuvvetler Güç Birliği ile ilgili iddialarda bulunmuştu “İP ve Perinçek, yabancı servislerle işbirliği içerisinde TSK’yı mevcut siyasi yapıya karşı kışkırtmak istiyor. İP ve Perinçek mevcut illegal örgüt orijinli altyapı kadrolarıyla bir eylem yaptırabilir, planlayabilir veya eyleme destek verebilir. Amaçlarına ulaşmak için her yolu denerler.” ZAMAN gazetesinden ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Yapar o , zamanında terör örgütü kamplarındaki büyük memnuniyet ve samimiyetinden , zaman zaman kimsenin bilmediği gizli bilgileri ağzına almasından , darbeci - apocu - marksist - leninist hee bide şimdide ulusalcı olmasından , MİT te - orduda - basında - mecliste - diğer siyasi partilerde - cumhuriyet savcılıklarında akrabalarının olmasından ve en yakınındaki SAĞ KOLUNUN yukarıdaki ifadelerin sahibi emekli yüzbaşı Zekeriya Öztürk'ün ağzındanda belli birilerinin maşası olduğu! yapar onlar -
BASINDAKİ YALAN HABERLERDEN ARTIK GINA GELDİ(Bilmeniz gerekenler)
ANTİ ŞAHVELİ şurada cevap verdi: muzaffer 1905 başlık Güncel Konular
Evet eline sağlık arkadaşım , buna ilave olarak Kadıköydeki Göztepe parkına yapılması planlanan camiiye dedikleri parkın % 22 si veya 23 veya 25 i değil % 2 sini kapladığıdır , yani yalanı 10 kat artırmışlardır bunuda bilin -
AKP İktidarına karşı Merkez Sağ İttifakDYP-ANAP-MHP-Hür Parti-GP-YP-BBP-Turkuaz
ANTİ ŞAHVELİ şurada cevap verdi: polatkel başlık Politika Bilimi
Bunlar mı sağ partiymiş , DYP : Mehmet Ağar eşittir derin devlet diye kitaplar yazıldı , hakında çıkan MİT raporları , DGM lere kafa tutması , hele hele Demokrat partinin akabi sayılacak bir partiye cemiyetin kendi adamlarını başa getirmemesi abesle iştigaldi. ANAP : Menderesten sonra başbakanlık yapmış Türkiyeye çağ atlatmış rahmetli Turgut Özal ın partiside boş bırakılırmıydı , Özal'dan sonraki ANAP başkanlarının ne işi var BİLDERBERG toplantılarında ??? MHP : MHP nin zaten samimi bir milliyetçi parti olmadıkları Apo ya verdikleri kararla tescillendi..Eğer MHP cemiyetin güdümünde değilse bende Türk değilim! Bahçeliye şunu sormak isterdim , hangi beyefendi dedi sana Apoyu asmayacaksınız diye? 10 yaşındaki çocuk bile bu kadar korkak yada gizli birimlerin hesabına karar vermezdi! Ordaki GP genç parti mi oluyorr )))) Allahta sizi güldürsün , sağ partiler birbirine yakınşlaştıran bir unsurda derin talimatların dışında hortumcu olmaları desenize.. BBP ninde samimi olduğuna inanmıyorum..Derinn devlet diye bişey yoktur diyen genel başkandan ben şüphelenirim! Eğer samimi olsalardı muhafazakarlar o kadar bitirilirken kalkar cevap verirlerdi , ama onlarında ülküsü anlaşılan makam kapma ülküsü imiş.. Yaşar Nuri hoca eski CHP lilerden değil miydi.Şİnasi Ökten demedi mi onu almamız bir seçim taktiğiydi diye..Kendi bu ülkede değil diye demediklerini bırakmadıkları cemaat insanlarına , yanından bi ecnebi geçse hemen damga vuranlar şimdi babası haham eski CHP lilerle birlik mi kuracaklarmışşş..Beklenir zaten BEYEFENDİLER ÖYLE DEMİŞTİR YAPARLAR... Merkez solda şöyle olsun nede olsa kökleri aynı yerden geliyor ; benim fikrim. CHP-ÖDP-DTP-EMEP-SHP-DSP-TKP-İP-TKİP vs .. Örgütleri çeteleride unutmayalım nede olsa onlarda aynı kumanda merkezinden düğmeye basmayla harekete geçiyorlar; PKK-MLKP-TKP/ML-Sauna çetesi-Atabeyler-Erenler-VKGB-TİT-TİKKO-İBDA-C ...ve uzantıları.. NEDE OLSA KÖK AYNI DALLARI FARKLI , GÖRÜRSENİZ ŞAŞIRMAYIN EMİ , NEDE OLSA HEDEF HÜKÜMET NE YAP NE ET DURDUR , MALZEME ÇIKAR