LilaC tarafından postalanan herşey
-
Hangi ağaç burcusun
SALKIMSÖĞÜT : ( MELANKOLİ ) Güzel ve çok melankoliktir. Etkileyicidir. Güzel ve zevkli şeylere meraklıdır. Seyahat etmeyi sever. Hayalperesttir. Kaprisli ama dürüsttür. Başkalarının duygularına önem verir. Çabuk etki altında kalır ama beraber yasanması zor biridir. Talepkardır. Sezgileri de kuvvetlidir. Aşıkken acı çeker ama demir atabileceği birini bulabilir. Kırmızı bölümü sevdim
-
EREN'İN DOĞUM GÜNÜYMÜŞ...
Erencim doğum günün kutlu olsun,sevdiklerinle birlikte,sağlıklı mutlu,bol başarılı nice senelere
-
ॐ๑ Murti San ๑ॐ
GÖL OLMAK Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle: “Acı” diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak. “Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam, “Hayır” diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: “Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”
-
Işıklı bir kelebek...
Işıklı bir kelebek... Evranos Bey ile Nurhan Hanım'ın aşkları... Işıklı bir kelebek Söylesene iki gözüm, büyük aşklar nereye gömülür? Çok sevenler de, onlar bile mi ölür? Kıymetli efendim, büyük aşklara da kıyabildiğine göre Tanrı, kim bilir belki de o hiç âşık olmamış biridir. Ama toprak, değil mi aziz efendim, herhalde çok sevmiş gövdeleri en şefkatli elleriyle eritir. Nurhan Hanım, Evranos Bey'i yeni yitirdi. "Elim varmadı, arayamadım" dedim telefonda, "Rica ederim, bunlardan bahsetmeyelim" dedi. Yarım bir cümle. Tatlı, zarif sesi, hayatta olanlara hayattan bahsetme terbiyesi ile inceldi. Tanrı'dan daha ziyade iyi insanların duasına inanan bir eski hanımefendi olarak, "Sen nasılsın, iyi misin?" diye sorup durdu. Gittiğim yerlerden söz ettim biraz, öteden beriden. O uzak ülkede, otel odasına sabaha karşı giren kelebekten bahsetmeyi unuttum, sonra bir türlü gitmediğinden. O da bahsetmedi zaten, Evranos Bey'den veya duvarlara bakıp düşündüklerinden. Sadece "Kitapların arasında resmini buldum" dedi, "Ne kadar zayıflamış meğer. Nasıl görmedik biz..." gibi yarım bir cümle. Sormadım gerisini, söylemezdi de. Sonra parça parça uçuşan birkaç sözcükle bir gazeteden söz etti, birinden, yazdıklarından, genç biri miydi acaba, yoksa bir profesör mü, adı neydi, neyse canım işte, "Aşka inanmıyorum diyor adam, inanabiliyor musun?" İnanabiliyorum. Yine gökten parça parça dökülen gümüş parçaları gibi sözcüklerle anlatacağı şeyin etrafında uçuşuyor Nurhan Hanım: "Ona Evranos'a yazdığım şiiri göndereceğim. Elli sekiz yıl, dile kolay. Nasıl inanılmaz aşka?" Bir müzisyen dostu bestelemek için almış şiiri. Sonra o da ölüp gitmiş. Şarkı kaybolmuş yıllarca. Derken geçenlerde çıkmış ortaya, TRT radyosunun arşivlerinde, "Seninle gördüm, gözümün ışığısın..." diye başlıyormuş. Sonra... Sonra işte elli sekiz yıl devam ediyormuş. Nurhan Hanım notalarını çıkaramıyor şimdi. Belki sonra. Belki. Sonra. 58 yıl sevenler Canım efendim, telkâri kalplerimizin bir teli kırıldığında burulduğu yerden, tam oradan mı kanar içimiz? Çok büyük, çok uzun aşklar bölündüğünde bir derin uykuyla, kimin rüyası hayra yorulur artık? Kopmuş bir gelin teli gibi rüzgârda, bir eski aynadan dökülen sır gibi değil midir hayat artık? Yerine koysan konulmaz, koymasan... Elli sekiz yıl bir adamı sevmiş kadınlar, bir o kadar yıl bir kadını sevmiş adamlar, söylesene benim güzel efendim, bu dünya tarihinin göğüs cebine bayramlık bir mendil gibi düzgün ve temiz iliştirilmeli, değil mi? Kolalı, jilet gibi ütülü, ilk günkü gibi...Nurhan Hanım öyle uzun uzun anlatmadı hiçbir şeyi. Gümüş varak yaprakları gibi tülümsü, dolaştı sözleri anlatacaklarının etrafında. Ağırlığını bilmeyen kelebekler gibi uçuştu. "Biliyorum yazarsın şimdi bunu" dedi. Büyük aşklar gömülmez Aldım tuttum elimde sözlerini, sözlerin gümüş sırrı parmaklarıma yapıştı. Parçalamayayım dedim ama hepsi, onun sesinden ayrıldığında su damlaları gibi dağıldı. Avucumun tam içinde biriktirdim kalanları. Vallahi billahi, bu kadarı kaldı. Ne kalsa geri, bir yazı için fazlaydı. Benim tatlı efendim, benim kalbimin yarısı, büyük aşklar gömülmezler. Onlar, avuç içinde kalanlarla bile anlatılmalı. Anlatıldıkça, kumdan kaleler yapan çocukların elden ele, bütün gövdelerini eğerek dolaştırması gibi denizi, aramızda dolaşmalı, hepimizin kalelerinin duvarlarını delerek sızmalı. Aziz efendim, çünkü insanlar aşka inanmalı. İki gözüm, ikimizin adı, Nurhan Hanım'la Evranos Bey'in adlarının yanına, kelebeklerin telkâri kanadına yazılmalı.
-
KALBİMİZDEKİ YARALAR
KALBİMİZDEKİ YARALAR Genç bir adam kentin merkezinde durmuş, o yöredeki en güzel kalbin kendi kalbi olduğunu söylüyordu. Çevresinde büyük bir kalabalık olmuştu. Herkes en küçük bir leke ya da çatlak olmayan bu kalbe imrenerek bakıyor, onun güzelliğini konuşuyordu. Sonunda hepsi de bu kalbin gördükleri en güzel kalp olduğuna karar verdiler. Genç adam çok gururlandı ve daha yüksek sesle kalbini övmeye başladı. Aniden kalabalığın önünde yaşlı bir adam ortaya çıktı kalbinin güzelliğini öven bu adama seslendi; 'Bir dakika genç adam `'dedi''senin kalbin benimki kadar güzel değil.' Kalabalık ve genç adam hep birlikte yaşlı adamın kalbine baktılar. Çok güçlü atıyordu ama izler ve yarıklarla doluydu. Kimi parçaları yok olmuştu, kimi parçaların yerine küçük, küçük parçalar konmuştu, ancak bunlar tam yerine oturmamıştı,gelişi güzel konmuştu ve kimi yerlerinde kocaman oyuklar vardı. İnsanlar hayretle baktılar' 'Nasıl bu adam kalbinin daha güzel olduğunu söyleyebiliyor? Dediler. Genç adam da yaşlı adamın kalbinin haline baktı ve''şaka yapıyor olmalısın''dedi' kendi kalbini nasıl olurda benimkiyle karşılaştırabilirsin. Bak benimki mükemmel, senin ki ise yarık ve eksiklerle dolu'' Yaşlı adam kendisinden emin biçimde yanıtladı genç adamı; ''Evet'' dedi .'seninki mükemmel görünüyor, ben seninkiyle yarışamam, Ama bak, benim kalbimde gördüğün her yarık sevgimi verdiğim bir kişiyi temsil eder. Kalbimin bir parçasını koparıp onlara verdim ve çoğu kez onlarda bana kendi alplerinden birer parça koparıp verdiler. Ama tam benim parçanınbüyüklüğünde olmadığı için arada boşluklar kaldı.Ancak ben buboşluklara Şükrediyorum. Çünkü onlar,paylaşılan sevgileri bana anımsatıyor. Bazen ben insanlara sevgimi cömertce vermeme karşın onlar bana karşılığını vermediler.Bu derin boşlukların nedeni işte bu karşılıkalamadığım sevgilerdir.Bunlar acı veriyor ama olsun,onlar da benim sevgime karşılık vermeyen insanları bana anımsatıyorlar. Ben yine de benim sevgime karşılık verecekleri bu boşlukları dolduracakları günü bekliyorum. Şimdi GERÇEK GÜZELLİĞİN NE OLDUĞUNU ANLADIN MI ? Genç adam yanağından akan yaşlarla sessizce duruyordu. Yaşlı adama doğru yürüdü harika güzellikteki kalbinden bir parça kopardı ve yaşlı adamın titreyen ellerine verdi. Yaşlı adam aldı ve onu kalbine yerleştirdi.Sonra kendi yara dolu kalbinden bir parça koparıp adamın kalbindeki boşluğa yerleştirdi.Boşluk doldu ama köşelerde biraz boşluk kaldı. Genç adam kalbine baktı.Artık mükemmel değildi ama öncekinden daha güzeldi. Çünkü yaşlı adamın kalbinde sevgi onun kalbine akmıştı. Birbirlerine sarıldılar ve yan yana yürümeye başladılar...
-
TAURUSMUTİS...............
Kelebeğin Hikayesi Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi. Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü. Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı. Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu. Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık..
-
diloş...
KURABİYE HIRSIZI Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, Daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer. Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de Yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde Aralarında duran paketten birer birer kurabiye Aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken, Gözü saatteydi, "kurabiye hırsızı"yavaş yavaş Tüketirken kurabiyelerini. Kulağı saatin tik tak larındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini. Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım, Morartırdım şu adamın gözlerini!" Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca "Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine. Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye. Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına. Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve "Aman Tanrım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam, Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!" Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında, Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla. Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına, Dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na. Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna, Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına. Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla. Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye! Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer; Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!" Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle, Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı"kendisiydi işte. Valerie COX
-
^^siyahx^^ Anı defteri
TATLI CADI!! Kral Arthur, bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı kurtulacak, aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi için 1 sene süresi vardır. Soru aynen söyledir: KADINLAR NE İSTERLER? Bu soru tabi ki, dünyanın en zor sorusu. Ancak, kralın fazla bir tercih şansı yoktur. Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilir kişilere danışır ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz. Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir. Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider. Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır. Cadı cevap karşılığında Arthur'un yakın arkadaşı, en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir. Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar, krala koşup hiçbir şeyin Arthur'un hayatından daha önemli olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alırlar. KADINLAR HER ZAMAN KENDI ÖZGÜR İRADELERİYLE KARAR ALMAK ISTERLER. Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesine kralın hayatı kurtulur ancak, şövalyenin hayatı sönmüştür. Nihayet şövalye için en kötü an yani, gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk...Odaya girdiğinde karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür. Şövalye şaşırır ve sorar. "Sen kimsin?". Kadın cevap verir:. "Ben evlendiğin cadıyım. Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri son derece güzel olurum. Ya da, gündüzleri son derece güzel ve geceleri son derece çirkin olurum. Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin". Şövalye çok kısa bir süre düşünür. Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı? Ve şöyle cevap verir: "Nasıl olmak istediğine sen karar ver lütfen, ben senin her haline karşı saygılıyım." Cadı bu karar karşısında çok sevinir. "Sen bana seçme özgürlügünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem. Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve saygılıbiri olarak gözükeceğim". sonuç ? KADINLAR, İSTER, SON DERECE GÜZEL... İSTER, SON DERECE ÇİRKİN OLSUN... HERZAMAN CADIDIRLAR ... ))) AMA TATLI...
-
SARDUNYAM.... (Günlük... kendisini fark ettirebilen çok az şey vardır günlük yaşamımızda... )
Adam,bir haftanın yorgunluğundan sonra Pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü: -Ohh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez. Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve “baba haritayı düzelttim,artık sinemaya gidebiliriz”dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hala hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu cevabı verdi: - Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.
-
YUMOTEm Meleğimmm için, Meleğim seni çok seviyorum
İskoçya'da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Fleming'di adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acili bir ölümden kurtardı. Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ‘‘Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum’’ dedi. yoksul ve onurlu Fleming ‘‘Kabul edemem!’’ diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. ‘‘Bu senin oğlun mu?’’ diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla ‘‘Evet!’’ dedi. Aristokrat devam etti: ‘‘Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur. ‘‘ Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming'in oğlu Londra'daki St. Mari's Hospital Tip Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adini penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra aristokratin oğlu zatürreye yakalandı. Onu ne mi kurtardı? Penisilin! Aristokratin adi: Lord Randolp Churchill. Oglunun adi: Sir Winston Churchill. Kurtaran doktor: Çiftçinin oglu Sir Alexander Fleming. Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın. Hiç acı çekmemiş gibi sevin. Hiçbir şey beklemeden verin. Karşılığı nasıl olsa gelecektir.
-
ஐ๑((-_-))๑ஐ๑ LEYLA ๑ஐ๑((-_-))ஐ๑
FİNCAN TAKIMI Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: "Eski gazeteniz var mı bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu... Erkek çocuğu bana döndü "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu. Zengin mi? "Yo hayır!" diye yanıtlarken çocuğu,gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım" dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi... Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri,halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu...
-
Kralx
GÜL YAPRAĞI Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
-
Kralx
- ^^siyahx^^ Anı defteri
re re ra ra ra ...- LilaC..
Yumoşum,biricik yeğenim şiirlerin çok güzel,arşivliyorum hepsini çok teşekkür ederim Karax süper çıkmışsın fotoda,yanlız sarı kırmızı küpeler bi karakartallıya yakışmamış hiç Lelacımm,canımıniçi ne güzel dizelermişş onlar öle Senin güzelliğini bi tek ben görüyorum- SEN BU FORUMUN......
Erik çekirdeğisin- SEN BU FORUMUN......
O da benim farkım işte ışıl ışılım aydınlatıyorum herkesi Gözleri kamaşanısın- SEN BU FORUMUN......
Oyunlardaki esprilerinle beni çok güldürenisin- FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Kabul etmez miyiz çok güzelmişş iyi dileklerin için de teşekkürler- İçindeki nakaratı yaz...
Don't Speak - No Doubt You and me, we used to be together Sen ve ben, eskiden birlikteydik Everyday together always Her gün birlikteydik, her zaman I really feel that I'm losing my best friend Gerçekten en iyi arkadaşımı kaybettiğimi hissediyorum I can't believe this could be the end Bunun son olabileceğine inanamıyorum It looks as though you're letting go Sen vazgeçiyormuşsun gibi görünüyor And if it's real well I don't want to know Ve bu gerçekse bilmek istemiyorum Nakarat [ Don't speak, I know just what you're saying Konuşma, ne dediğini biliyorum So please stop explaining Bu yüzden lütfen açıklamayı bırak Don't tell me cause it hurts Anlatma çünkü incitiyor Don't speak I know what you're thinking Konuşma, ne düşündüğünü biliyorum I don't need your reasons Gerekçelerine ihtiyacım yok Don't tell me cause it hurts Anlatma çünkü incitiyor ] Our memories Hatıralarımız Well, they can be inviting Tamam, çekici olabilirler But some are altogether mighty, frightening Ama bazıları herşeye rağmen güçlü, korkutucu As we die, both you and I Biz ölürken, hem sen hem ben With my head in my hands I sit and cry Başım ellerimin arasında oturup ağlıyorum Nakarat It's all ending Her şey bitiyor I gotta stop pretending who we are... Kim olduğumuz konusunda rol yapmayı bırakmalıyım You and me I can see us dying...are we? Sen ve ben, öldüğümüzü görebiliyorum...ölüyor muyuz? Nakarat Don't tell me cause it hurts! Anlatma çünkü incitiyor I know what you're saying Ne dediğini biliyorum So please stop explaining Bu yüzden lütfen açıklamayı bırak Don't speak, don't speak, don't speak Konuşma konuşma konuşma Oh I know what you're thinking Oh ne düşündüğünü biliyorum And I don't need your reasons Ve gerekçelerine ihtiyacım yok I know you're good, I know you're good, I know you're real good Biliyorum iyisin, biliyorum iyisin, biliyorum gerçekten iyisin Oh, la la la la la la La la la la la la Don't, Don't, uh-huh Hush, hush darlin' Yapma, yapma, a-ha şşş, şşş sevgilim Hush, hush darlin', hush, hush Şşş, şşş sevgilim, şşş, şşş Don't tell me tell me cause it hurts Anlatma çünkü incitiyor Hush, hush darlin' Hush, hush darlin' Şşş, şşş sevgilim, şşş, şşş sevgilim Hush, hush don't tell me tell me cause it hurts Şşşi şşş, anlatma çünkü incitiyor- Bilmezdim (Klip)
Bilmezdim Kapatmıştım kalbimin kapılarını Ama sen geldin araladın Bıkmıştım bu zalim,yalan hayattan Beni sen hayata bağladın Bilmezdim birdaha birdaha seveceğimi Yine öğrettin bana sevmeyi Yeniden doğdum senle öğrendim yürümeyi Ne olur bırakma ellerimi Yalnızlıktı sensizken tek yoldaşım Gecelerse arkadaşım Neredeydin bu güne dek beni bulmadın Oysa ben seni hep aradım Bilmezdim birdaha birdaha seveceğimi Yine öğrettin bana sevmeyi Yeniden doğdum senle öğrendim yürümeyi Ne olur bırakma ellerimi Bu güne dek hep geç gidip durdum Her yeni başlangıcın sonunda Yine aynı kelime 'keşke' Yanılgılar içinde büyüdüm Yanlış insanlar,yanlışyüzler,yanlış aşklar Ewet kapatmıştım kalbimin kapılarını Ama sonra sen çıktın karşıma Bunu sen kalbime girince anladım İşte yeni bir başlangıç daha Ama bu sefer eminim Bu sefer keşke demeyeceğim Yıllar sonra senin için Söylediğim tek şey 'İyiki' olacak... Bilmezdim birdaha birdaha seweceğimi Yine öğrettin bana sewmeyi Yeniden doğdum senle öğrendim yürümeyi Ne olur bırakma ellerimi Farklı bi versiyonunu,Gökhan Türkmen tarafından söylendiği iddia edilen versiyonunu dinlemiştim,çok güzel şarkı.bu arkadaşlar aşırı yavaş söylemişler bence ama gitarı daha güzel çalmışlar .Yine de paylaştığın için çok teşekkürler Erencim- harika bir şarkı,çok duygusal
Çok güzelmiş,ben de çok beğenim,üstüste defalarca dinledim. Çok teşekkürler..- Garip Kediler
Çok güzeller.. Bebeğe sürtünen çok şeker,kaktüse yapışana çok güldüm- beyin okuyucu
Gazoz kapağı tuttum bildi,kulaklık tuttum bilemedi Güzelmiş,paylaştığın için teşekkürler- LilaC..
ha haaa süpermişşş - ^^siyahx^^ Anı defteri
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.