Zıplanacak içerik

y/k

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

y/k tarafından postalanan herşey

  1. y/k şurada cevap verdi: sardunyam başlık Türk Sineması
    İşte bu konu da çok haklısın. Esasında geçmişin de oyunculuğu çok güzelmiş... Bazı tiyatro oyunlarını VCD den izledim. Çok hoışuma gitti. Ama kendini televizyona çok kaptırmış. Sadece şov yapıyor artık ama yaptığı şovlarda ortada... Eğer kendine sadık kalsaydı çok iyi bir oyuncu olurmuş.
  2. Sevgili Bilimselci, gruplaşmak gibi bir şey söz konu değil. Benim tek dediğim şey; "Bir insan ateist olacak sa eğer dünya üzerinde ki tüm dinleri bilmek zorundadır." Yani demek istiyorum ki, bulunduğumuz çevrelerde (ki) İslam dinine mensup insanların çoğunluk da olduğu bir ülkede yaşadığımızı göz önüne alarak, diyebiliriz ki; Türkiye de ateist diye adlandırılan kişiler sadece İslam dinini biliyorlar. Diğer dinleri araştırmadan, öğrenmeden kendilerini ateist ilan ediyorlar. Esasında bir atesit in dinleri çok iyi bilmesi gerekir. Hadi sonradan çıkma dinleri de bırakalım. Sadece ilahi dinler kalsın elimizde... Kaç ateist biliyor?
  3. y/k şurada bir blog başlığı gönderdi: y/k's Blog
    Dokunmak, öpmek Bazen de konuşturmak. Hayal içinde hayal yaşatmak. Haberin olmadan, Bilmeden sen! Sadece kendim ve Gözümün ucunda ki Resim.
  4. y/k şurada bir blog başlığı gönderdi: y/k's Blog
    Bu Şehr-i İstanbul İstanbul’un eski meyhaneleri ve meyhane hayatı da son derece renkli ve cümbüşlü bir manzara gösterirdi. Bugün yerlerinde beton yığınları yükselen İstanbul meyhaneleri, keyif ehli akşamcıların toplandıkları birer ihvan yurdu idi. Buralardaki meyhane hayatı, edebi sohbet kurulu yaran dernekleri, neş’eyi bulup aşka geliverince döktürülen sololu, korolu mısralarda ve nağmelerde meyhane edebiyatı ve musiki ile son derece renkli ve cümbüşlü bir manzara gösterirdi. “Mirim, canım efendim”li kaynaşmalar… Hikmet savuran mı dersiniz, Bektaşi fıkrası anlatanlar mı? “Efendim, adamın birinin bir çocuğu olmuş. Çocuk hikmet-i Hüda eyri büyrü, kambur, çolak, ağzı bir yanda, burnu bir yanda, evlere şenlik bir ucube-i hilkat. (Bir acayip yaratık.) Adamcağız , göstermedik hekim, okutmadık hoca bırakmamış, fakat nafile, çare yok, çocuk yine eyri büyrü. Adam çaresiz dolaşıp durur, kimi görse derdini döker, medet umar. Bir gün adamın biri: Yahu der, çocuğu bir kere de falan yerde ki Bektaşi Babasına götür, olur da nefesi iyi gelir. Adam çaresiz almış çocuğu, o falan yerdeki Bektaşi Babası’na varmış: baba, demiş ne olursa senden olur, şu masuma bir nefes ediver. Bektaşi babası bakmış, şöyle bir çoğu evirmiş çevirmiş: Evlat, demiş, sen bu çocuğu falan yerdeki falan zatın türbesine götür, türbenin duvarına bir iyice işet… Adam, Bektaşi Babası’nın lafını kesmiş: Aman Baba, demiş, Evliya Türbesi’ne işenir mi hafazanallah insan çarpılır. Bektaşi Babası sinsice gülmüş: İyi ya evlat, demiş, sağlam insan çarpılırsa, bu oğlancık da düzelir”. Meyhane sohbetinin doyum olmayan demleri vardır: Efendim, bu mübarek, şişede olduğu gibi durmaz, “akcinli” demişler, zihne keşayiş (açıklık) verir. Haaa!.. Azizim efendim, “akcinli” dediniz de aklıma geliverdi. Türk Galip Hasan Paşa’nın bir divanı vardır, adı aklımda yanlış kalmadıysa, “Mutayyebat-ı Türkiye” olacak. Şair, bu divanı Kastamonu’da Vali iken yazmış, koyu bir Kastamonu şivesiyle. Bir müstezad’ının hatırımda kalan mısraları şöyledir: İstangbula get olmanğa bak sen de bi kıatüp Emmada acayüp Akcinli yudup gavşak olup oynama zıpzıp Ağır ol goözünü gırp İstakratoza bak hele Himmet gımırayyo Emma da vıcayyo Himmet’in ağzından uzun uzun İstanbul’u anlatır. Bunlar, herze azizim. Nedim’in o tatlı, o şuh edası nerede? Mübalağanın tatlılığı, şiiriyeti, ahengi nerede? Bu şehr-i Stanbul ki bir misl-ü bahadır Bir sengine yakpare Acem mülkü fedadır Haydi, içelim… Nedim-i şuride dilinin aşkına içelim dostlar. Kadehler kalkar ve böylece sohbet koyulaştıkça koyulaşır. Bir ara, şair geçinenlerden biri, kadehini kaldırıp, bütün meyhanedekilerin duyacağı yüksek bir sesle söyler: İçelim ab-ı hayatı neş’e verir bedene Mevlam rahmet eylesin rakıyı icad edene Tekrar kadehler kalkar, şerefe içilir. Öteki masalardan birinden bir ses yükselir: Artsın eksilmesin Taşsın dökülmesin Allah kimseyi Meyhanesiz memlekete düşürmesin Gülüşmeler ve köşedeki masada demlenenlerden biri: İnayet buyurun mirim efendim, sizin şu vecizeyi bir kağıda yazıp meyhanemizin duvarına asalım, ne dersiniz? Meyhaneciye seslenir: Barba Apostol, bir kağıt var mı? Meyhanecinin getirdiği kağıda, kıyak bir sülüs yazı ile yazar: İçelim ab-ı hayatı neş’e verir bedene Mevlam rahmet eylesin rakıyı icad edene Şimdi yerinde yeller esen İstanbul’un eski Balıkpazarı meyhanelerinden Barba Apostol’un meyhanesinde duvarda asılı bir levhadan yazdığım deyişlerdir. Kaynak: Sadi Yaver Ataman: Türk İstanbul.
  5. y/k şurada bir blog başlığı gönderdi: y/k's Blog
    Dün gece kütüphanemi karıştırırken, Ahmet Taner Kışlalı’nın 26 ocak 1992’de yazdığı gazete kupürünü buldum. 1992’den hatta daha öncesinden, 2007 ye kadar nasıl da hiçbir şeyin değişmediğini anlatan Nazım Hikmet hakkında bir yazı. Bu Dünyadan Nazım Geçti Ölümünün birinci yıldönümüydü. Le Monde gazetesinin sanat sayfalarında gözüme haber ilişmişti: “Nazım Hikmet’i Anma Gecesi.” Genç bir öğrenciydim Paris’te. Türklüğümle gurur duyarak yetişmiştim. Ama Fransa’daki ilk aylarım, bende büyük bir düş kırıklığı yaratmıştı. Fransa’da eski kuşaklar sadece Atatürk’ü tanıyorlardı. gençler içinse Türkiye hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Nazım bizler için “vatan haini bir komünist’idi”. Ama bizleri hiç önemsemeyen bir toplumda, bir Türk ozanı için anma gecesi düzenleniyordu… Bir grup Türk genci, o gece Salle Playel’in yolunu tuttuk. Ilımlı solcusundan en katı sağcısına kadar tam bir yelpazeydik. Çoğumuz Salle Playel’i bilmiyordu. Ufak bir salon sanıyorduk. Nazım’ın eski dostlarından oluşan bir avuç kişinin düzenlediği bir gece olmalıydı. Paris’in üç bin kişilik ünlü salonu tıklım tıklım doluydu. Afrikalı zencisinden, çekik gözlü Asyalılara; sarışın İskandinavyalısından, Latin Amerikalılara kadar. Kendimize güç yer bulduk. Daha sonra gelenler, sokaklara kadar taştılar. Ünlü ozanlar, yazarlar, sanatçılar birbiri peşi sıra sahnedeydiler. “Büyük Türk ozanı Nazım Hikmet” sözünü çok sık duyuyorduk. Ve her defasında salon alkışlarla inliyordu. Yaşayan en büyük Fransız ozanı Aragon, “Nazım sadece Türklerin değil tüm insanlığındır, hepimizindir” diyordu. Coşkuyu daha iyi görebilmek için başımı arkaya çevirdim. İçimizde en sağcı olan arkadaşımız hüngür hüngür ağlıyordu… hepimizin gözleri yaşlıydı… Aynı günlerde bir eski dostumdan dinlemiştim. Olay, Alliance Française’de öğrenci olduğu yıllarda geçmiş. Elindeki Türkçe gazeteye Bir süre merakla bakan bir Alman öğrenci, sonunda dayanamayıp sormuş: Çok affedersiniz, bu gazete caba hangi dilden? Türkçe… Genç Alman, geniş bir gülümseme ile arkadaşımın elini sıktıktan sonra şöyle demiş: - Ne mutlu size! Nazım’ı kendi dilinden, şiirlerini yazığı dilden okuyabiliyorsunuz.. Utanmış arkadaşım… “Nazım ve yapıtları Türkiye’de yasaktır” diyememiş.. Aradan çok uzun yıllar geçti. Nazım doğalı 90 yıl olmuş. Öleli yakında 30 yıl olacak. Acaba bir arkadaşımı ağlatan, bir dostumu utandıran koşullar ne ölçüde değişti? Afişleri bile hazırlatılmış bir “Ferhat ile Şirin” balesinden, metin yazarı olarak Nazım Hikmet’in ismi var diye vazgeçileli kaç yıl oldu? Yıllar sonra Nazım’ın ismini çıkaracak aynı baleyi oynatmak “çağdaşlığını” ve de kurnazlığını gösterenler şimdi neredeler? Nazım isminin geçtiği her yere, kırmızı görmüş boğalar gibi saldıranların - eskiden olduğu gibi - bugün de Sayın Demirel’in saflarında olmaları acaba bir rastlantı mı? Nazım’ın, resmi gezi sırasında Moskova’da ziyaret ettiğim mezarının –kendi vasiyetine de uyarak –Türkiye ye getirilmesi için acaba 100. doğum yılı mı bekleniyor? Nazım’ın halk kitaplıklarına ve ders kitaplarına girebilmesi için acaba ABD’deki okullarda da okutulması mı gerekiyor? … Yazımın başındaki izlenimlerimi o zaman YÖN’e yazmıştım. Beni tanıyan tanınmış bir siyaset adamı, “Yazık etti kendine, Türkiye ye gelince iş bulamaz” demiş. Ben bir şey yitirdiğimi sanmıyorum. Ama o düşünce sahipleri, Türkiye ye çok şey kaybettirdiler..
  6. Teşekkürler BrainSlapper...
  7. y/k şurada bir blog başlığı gönderdi: y/k's Blog
    Necip Fazıl ve Nâzım Necip Fazıl ve NâzımNecip Fazıl ve Nâzım Hikmet çok defa bir arada zikredilir. Tabii ikisi de büyük şair; ama Yahya Kemal de Cahit Sıtkı da büyük şairdi... Necip Fazıl'la Nâzım Hikmet'in birlikte zikredilmesinin bir sebebi, ikisinde de ideolojik vasfın çok güçlü olmasıdır. İdeolog yönleriyle baktığımızda dikkat çeken, ikisinin de şiir dışındaki eserlerinin zayıf olmasıdır. Mesela roman ve hikâyede, hatta tiyatroda bile ikisi de şiirdeki başarılarını gösteremediler. İkisi de "araştırma ve inceleme" denilebilecek ve referans gösterilebilecek bir eser yazamadı. Nâzım Hikmet'in 1936'da yazdığı "Alman Faşizmi ve Irkçılığı" ile "Sovyet Demokrasisi" adlı 'inceleme' kitapları bunun örneğidir. Bu iki kitap sadece 'Nâzım nasıl düşünmüştü?' diye bir araştırma yaparsanız, 'kaynak' değerine sahiptir, o kadar. Stalin Rusya'sında 'demokrasi' gören bu kitap, sadece Nâzım'ın ideolojik tercihini resmeder... Edebiyat ve tarih Necip Fazıl'ın 'araştırma, inceleme' çağrışımı yapan kitaplarından biri, "Ulu Hakan Abdülhamid Han"dır. Bu kitabı yazarken kendisini ziyaret ettiğimde masasının üzerinde üç kitap görmüştüm; Tahsin Paşa'nın "Yıldız Hatıraları", İbnül Emin'in "Son Sadrazamlar"ı ve Ahmet Refik'in eski Türkçe "Sultan Hamid-i Sani'ye Dair" adlı kitabı. Tabii başka kitaplara da bakmıştır. Fakat Necip Fazıl'ın bu kitabı, çeşitli kaynaklardan 'gereken' sayfaların kesilip 'üstadın üslubu' ile yeniden yazılmasıdır! Bir araştırma eseri değildir; ideolojik ve edebi bir metindir. "Vatan Dostu Vahidüddin" kitabının da 'bilimsel' tarihçilik bakımından değeri yoktur. Necip Fazıl'ın "Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu" ise gerçekten önemlidir ama bu konudaki akademik çalışmaların hiçbirinin 'kaynakça'sında yer aldığını görmedim. "İdeolocya Örgüsü" adı kitabı ise, bir şairin muhayyilesindeki 'Platonik' ve totaliter bir kurgudur. Uçlarda dolaşmak Aykırı gitmeyi, uçlarda dolaşmayı severdi. Daha 1936'da "bütün peygamberlere ve ruhi fenomenlere yataklık eden büyük Asya" için şunları yazmıştı: "Benim kafamda Asyacılık, eski Yunan'dan beri seyrini, istihalelerini bildiğimiz Avrupa medeniyeti dışında ve ona rakip ayrı bir medeniyet tasavvurudur... Tarihleri, doğuşları ve ruh mayaları bakımından Avrupa camiasının dışında olup da kendilerine yeni, köklü ve şahsiyetli bir tekevvün arayan milletlerce bugün, Avrupalı olmamak şerefini haykıran bir gün." Bu satırlar o zamanki 'Yunan-Latin' özentisine karşı tam cepheden 'aykırı' bir duruşun ifadesidir. Zihnimizde bir "Asya" penceresinin sürekli açık olması gerektiğini bugün kimse inkâr edemez, ama Avrupa penceresini kapatmak 'öteki uç'tur. Şair Necip Fazıl Hayreddin Karaman ve Hamidullah gibi gerçek âlimleri 'tekfir' ediverdi, Vahdettin'den bir kahraman türetti, Abdülhamid'i yüceltmek için Kanuni'yi "Himalaya'nın tepesindeki çöp" diye resmetti, Mehmet Akif'in şairliğini küçümsedi... Bunlar, uçlarda dolaşmayı seven şair ruhunun mübalağalarıdır; edebi bir özelliktir bu. Ama 'rehber' alınabilir mi?! Elbette Nâzım ve Necip Fazıl şair olarak büyüktürler. Şairleri sevelim, kıymetlerini bilelim ama onları "ideoloji rehberi" gibi görmekten sakınalım. Vefatının 23. yılında 'Üstad'ı rahmetle anıyorum. Taha Akyol 05.30.2006 Milliyet
  8. Canını sıktımı hatunu salmalı sebebi yoktur anam. Güzel şarkıdır severim
  9. Tabii ki sosyal çevre çok önemli. Ama bana araştırmadan, öğrenmeden kestirip atmak ve kendini ateist olarak ilan etmek saçma geliyor. Fakat herkesin kendi görüşü saygı duyarım.
  10. Bir ara ateist olacaktım, sonra vaz geçtim. Çünkü dünya üzerinde onlarca din ve o dinlerin Tanrısı var. Eğer ben ateist olacaksam tüm dinleri ve Tanrıları bilmek zorundayım. Bir kaç din bilmekle ateistlik olmaz. Ateist bir insanın tüm dinleri bilmesi gerekir.
  11. Cehennemde zebaniler kızgın maşayla dilinizi ensenizden çekecekler
  12. y/k şurada cevap verdi: y/k başlık Türk Sineması
    Deme de zaten
  13. y/k şurada cevap verdi: y/k başlık Türk Sineması
    Gelmez ise oraya hemen haber ver bana. VCD, DVD olarak yollarım
  14. Hoşgeldin Aurel. Umarım güzel ve hoş vakit geçirirsin. Gerçi saz ve rakı yı sevdiğine göre hoş vakitler geçiriyorsundur.
  15. y/k şurada bir başlık gönderdi: Türk Sineması
    9 Mart'ta gösterime girecek olan "Mavi Gözlü Dev" filmi Nazım Hikmet'in, Bursa cezaevi yıllarından geri dönüşlerle gelişiyor. Nazım Hikmet'i, Yetkin Dikinciler Piraye'yi ise Dolunay Soysert canlandırıyor. Senaryo Metin Belgen tarafından yazılmış. Yapımcılığını ve yönetmenliğini ise, Biket İlhan üstlenmiş. Nazım Hikmet'i şiir, tiyatro oyunları vs. tanıdıktan sonra bir de beyaz perdeden izlemek ayrı bir keyif verecektir. Şimdiden iyi seyirler...
  16. y/k şurada cevap verdi: sardunyam başlık Türk Sineması
    Dondurmam Gaymak gerçekten güzel film. Bizden bir film olmuş... Ayrıca Takva filmi de gayet güzel hatta süper.
  17. y/k şurada cevap verdi: pln başlık Roman Forumu
    Haklısın kitap isimleri çok ilgi çekiyor. Kitabın ismi güzel veya enteresan olduğu zaman insanlara okunacak kitap gibi geliyor. bu durum da bana çok garip geliyor...
  18. y/k şurada cevap verdi: pln başlık Roman Forumu
    Aslında kitap çıkarmak, roman yazmak yerine soy adına uygun bir iş yapsın. Çatılara kiremit dizsin mesela
  19. Sürekli ön yargı, farklı açılardan bakmayı deneyin.
  20. İyi güzel de, Nazım Hikmet, Rusya ya gitmedi kaçtı. Çünkü hapislik durumundan kurtulduğu zaman onu askere alacaklardı. Ve o dönemlerde çıkan söylentiler doğrultusunda Nazım Hikmet Rusya ya kaçmıştır. Ve askerlikten kaçtı gerekçesiyle vatanhainliği damgası yemiştir. Askerlikten kaçma sebebi ise; Askerlik görevini icra ederken öldürüleceği" haberini almasıyla kaçmıştır. Yani Nazım Hikmet Komünist olduğu için vatanhaini damgası yememiştir. Ayrıca "1+1=Bir" Nazım Hikmet'in bir kitabı. Eğer, Nazım'ın askerlik yaparken öldürüleceği söylentisi doğru ise ve Atatürk'ün de bilgisi dahilinde ise, Atatürk büyük bir hata yapmıştır.
  21. Yani buıradan anlaşılan; "Bu Devlet" diye başlayan cümle Cumhuriyet'e kadar uzanıyor. Ve Cumhuriyet'i Atatürk kurduğu için, Atatürk'ü suçlamış gibi mi oluyoruz?
  22. y/k şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    Sevgili Asfalt, verdiğin örnek gayet güzel ama şunu da hatırlamak lazım. O zaman ki siyaset anlayışı bugünküyle bir değil. Günümüz siyasetçileri siyasi çıkarları uğruna klendi kültürünü, özünü, geleneklerini satılığa çıkarmadı mı? Bu ülkeyi sevmek için koşullara şartlara gerek yok! Bu ülke bilhassa İstanbul yüzyıllar boyunca değişik dil, din ve ırktaki insanlarla birlikte yaşadı. Ama günümüzde ne haldeyiz? Elbetteki bu ülkede olan kültür mirası başka bir ülkede yoktur. Ama sahip çıkabildik mi? İstanbul'un hangi kültürü kaldı? Ermeni ve Yahudilerin oturduğu evlerin çoğu neden önce yakıldı sonra otopark oldu. Hani nerde yüzyıllarca yaşanmışlık geçen mekanlar evler? İstanbulun denizine sahip çıkabildik mi? Haliç nasıl bilinirdi şimdi nasıl biliniyor? Ve daha yer yer çoğaltabileceğimiz bir dünya örnek var ama eski fotoğraflarda, kitaplarda... Çok köklü bir kültüre sahip olduğumuz gerçek ama o kültüre sahip çıkmadığımız da bir gerçek!
  23. Haklısın Turgut Özakmana kitap yazmaları için para versinler ki Türk tarihini yazabilsin! Eğer Orhan Pamuk ve Elif Şafak bir gün tarihi bir kitap yazacak olurlarsa Kültür Bakanlığının para vermesi gerekir. Nede olsa Türk Tarihini yazacaklar... Turgut Özakman gibi! Türk tarihi her zaman övünülecek bir tarihe sahiptir. Türk tarihini yerden yere vurdukları zaman seviniyorum! Çünkü, kendi değerlerimizden, dilimizden, özümüzden koptuğumuz için yerlere vuruyorlar Türk tarihini. Ve insanların yaptığı tek şey birkaç kişinin hamaset içeren konuşmalarına aldanarak kafalarına göre protesto etmek, hakaret etmek. Yapılması gereken şey ney esasında? Türk tarih ve kültürünü o insalara karşı ezdirmek mi yoksa sahip çıkmak mı? Tabii ki sahip çıkmak. İşte asıl sorun sorunda sahip çıkmada başlıyor. Çünkü nasıl sahip çıkılacağını bilmiyoruz. Bizler kendi içimizde kendimizi yediğimiz için dışarıdan bizlere bakıp gülen insanlara daha çok malzeme oluyoruz. Hatırlarmısınız bilmiyorum, bir yabancı siyasetçi "Türkleri yok etmek istiyorsanız, önce kültür ve değerlerini yok edin!" demiştir. Ve sonrasında da ülkemizde dolaşan kültür misyonerlerini görmeye başladık. Ve tabii ki onların başarısını! Ama hala anlamadığınız bir şey var. Elif Şafak bir roman yazarı. Ve romanların karakterleri olur. Kendi söyleyemediğiniz şeyleri romanlardaki karakterlere söylettirirsiniz. Aynı Karagöz oyunlarında, Karagözün padişaha mizaçlı şekilde hakaret etmesi, insanların arasında, halkın arasında rezil ediyor ve padişah ona sadece gülüyor. İşte Osmanlının sanat anlayışı! Sizlerde olmayan bu. Sizlerdeki bu çıkış sadece milliyetçilik duygularınızın hamasetle yüklü olmasından kaynaklıyor. Türkleri seven olduğu kadar sevmeyen de olacak ki denge bozulmasın. Ve her bir kitapta , fikirde celallenecekseniz eğer bu ülkede fikir özgürlüğü yok demektir. İnsanların ideolojileriyle, yazdıklarını değerlendirirken ideoloji ve yazıyı aynı kefeye koymayın. Sevsenizde sevmesenizde o insanlar ödüllerini aldılar. Ve dünya edebiyatına Türk edebiyatını tanıttılar. Onların sayesinde Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi Türk romanının baş tacı olan kişileri tanımaya okumaya başladılar. Olaya birde bu yönden bakın. Sizin için önemli olan bu insanların sayesinde diğer Türk yazarlarında yurt dışında tanınıp okunması mı, yoksa bir romanda geçem olaylar örgüsü mü? Bozacı ve şıracı benzetmene baya güldüm. Ama biraz daha çalış daha esprili benzetmeler yapmaya çalış.
  24. y/k şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    Arkadaşlar 12.yy. hatırlarsak eğer, yani Bizans zulmü ve Moğol istilasını. O dönemlerde halkın kurtuluşu nasıl olmuştur. Siyasetle mi? Tabii ki hayır. Başta Mevlana olmak üzere Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş-i Veli gibi gönül erleri sayesinde kurtulmadımı? O dönemlerde ki kültür misyonerlerini de unutmamak lazım. O kültür misyonerlerine en güzel cevabı; Türk kültürü nün bağlılığı ve beraberliği, dil-din bütünlüğü vermişdir. Günümüze baktığımızda ne görüyoruz; İstiklal Marşı'nı anlayamayan bir yığın insan, kendi kültüründen bi haber yaşayan insan. Ama neden böyle? İnsanlar kendilerimi istedi yoksa farkında olmadan mı kendi kültürlerinden uzaklaştırıldılar? Önümüzde 2007 Mevlana yılı var. Kim ne yapacak? İstanbul 2010 da kültür başkenti olacak. İstanbul Kültürü kaldımı? Çıkış yolu aslında çok basit. Sadece bu ülkeyi yönetenlerin ağızlarından çıkacak bir iki kelimeye bakıyor. Ama çıkmıyor o kelimeler işte. Birde anlamadıkları bişey var. Bu ülkenin kurtuluş yolu asla siyasi değil kültüreldir!

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.