Tanıkların AĞZINDAN...
‘Birden ortalık karıştı...’
Mihalis Vassiliadis: O zaman 15 yaşındaydım. Tahtakale’de bir tanıdığımızın yanında çalışıyordum. O dönem dükkanların yüzde ellisi gayrimüslimlere aitti. Saat ikiye doğru daha Selanik’teki bomba haberi duyulmadan evvel ortalık yavaş yavaş karışmaya başlamıştı, Türk dükkan sahipleri yanımıza gelip “Dükkanlarınızı hemen kapatıp eve gitseniz iyi olur” diyorlardı. Saat beşe doğru gayrimüslümlere ait bütün dükkanlar kapatılmıştı. Tahtakalede inanılmaz bir kalabalık birikmişti. O sırada İstanbul Ekspres gazetesi çıktı. Birden ortalık karıştı, sesler yükseldi...
‘Bayrakla nöbet tutuyordum’
Suphi B.: Bir Rum arkadaşımın dükkanının önünde, elimde Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir liste ile geldiler. Onlara bu dükkanın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. Grup lideri, bunun imkansız olduğunu çünkü ismin listede bulunduğunu belirtti... Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı: ‘Bu ev bir Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkanı yağmalayın, şu eve girin’ gibi...
‘Doçent’i gayrimüslim sandılar’
Yorgo Adosoğlu: Yüksekkaldırım’da bir Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkanının tabelasıyla değiştirdi. Yahudi’nin dükkanına hiçbir şey olmadı ama Türk’ünki yağlamanmıştı. Sonra komşusuna dedi ki ‘Ne yapalım, senin insanların bunu yaptılar’... Bunun yanında garip hatalar da oluyordu. Benim bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin üzerinde Doçent Dr. diye bir levha asmıştı. Oraya gelen saldırgan grup, doçent kelimesini gayrimüslim bir isim zannedip muayenehanesini tahrip etmişler.
‘Korkudan ben de alkışladım’
Stavros Mavromatis: Taksim’de çok büyük bir kalabalık birikmişti. Neler olduğunu anlayamıyorduk. Dinlemek için kalabalığın arasına karıştım. Bir kişi Atatürk heykeline çıkmış oradan bağırıyordu, ‘Atamızın evine saldıran hainlerden hesap sormayacak mıyız’ diye... Herkes alkışlıyordu, ben de çok korkmuştum. Rum olduğum anlaşılmasın diye ben de onlarla beraber bağırıyor, alkışlıyordum. Yoksa başıma kötü şeyler gelebilirdi.
‘Lokantayı basıp camları kırdılar’
Refik Erduran: O akşam, Şişli’de bir Rum kız arkadaşımla yemek yiyordum. Ne olduğunu anlamadan lokantanın camlarını kırmaya başladılar ve içeri girdiler. Neler olduğunu sormaya çalıştığımda bana da ‘Burada ne arıyorsun, ne biçim Türksün’ diye bağırıp çağırdılar. Ellerinde kazmalar, kürekler vardı. İçeriye maddi hasar verdikten ve insanlara tehditler yağdırdıktan sonra çıkıp gittiler. O gece orada bulunan herkes gerçekten çok korkmuştu.
Kaynakça
Dilek Güven - Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları (Tarih Vakfı)
Fahri Çoker - 6-7 Eylül Olayları Fotoğraflar - Belgeler, Fahri Çoker Arşivi (Tarih Vakfı)
Fakeloi - Ta Septembriana (Yunan TV’si MEGA tarafından hazırlanan belgesel)
Can Dündar - 6-7 Eylül Olayları Belgeseli
7 Eylül günü tanklar savaş alanına dönmüş İstiklal Caddesi’nde ilerliyordu. Cadde boyunca gayrimüslimlere ait dükkanlar saldırılarda harabeye çevrilmiş, yağmalanmış ve içerideki tüm eşyalar sokağa atılmıştı.
6 Eylül 1955’te, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bombalı saldırı yapıldığı haberi büyük bir ayaklanmaya yol açtı; Rum vatandaşların ev ve iş yerlerine saldırıldı. Acı da olsa yaraları sarmak, geçmişten dersler çıkartarak geleceğe açılan yolda “birlikte” yürüyebilmeyi öğrenmek için hatırlamakta, yaşanan acıları paylaşmakta büyük fayda var.
6-7 eylül Gözlerinizi kapatın ve düşünün... Evinizdesiniz... En çok sevdikleriniz, eşiniz, çocuklarınız yahut aile dostlarınızla birliktesiniz. Ama içinizde adını koyamadığınız bir sıkıntı, bir his var. Camı açıyorsunuz nefes almak için... Kulağınıza bir uğultu takılıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Elleri sopalı, kazmalı, kürekli yüzlerce kişilik bir güruh sokağınıza doğru bağıra çağıra geliyor. Camları, kapıları kırıyor “yabancı” diye tanımladıkları hedefleri yok etmeye çalışıyor... Neler hissederdiniz? Hatta bir sonraki hedefin siz olduğunu anladığınızda neler yapardınız?
Eşinizin, çocuklarınızın, aile dostlarınızın can güvenliği için kaçardınız değil mi? Yani bir anlamda “kaçırtılırdınız” ait olduğunuz yerden, topraklardan...
İşte bunu yaşadı Türkiye 6-7 Eylül 1955’te... Acı da olsa yaraları sarmak, geçmişten dersler çıkartarak geleceğe açılan yolda “birlikte” yürüyebilmeyi öğrenmek için hatırlamakta, hatta bu insanlık onurunu zedeleyen olayların bir daha asla yaşanmaması için “unutmamakta” büyük fayda var.
Korku filminden beter sahneler
Birçok sorunun hâlâ gün yüzüne çıkarılamadığı 6-7 Eylül olaylarında yüz binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Rum’un işyerleri, evleri, okulları, hatta kendileri saldırıya uğradı ve onarılması neredeyse imkansız manevi yaralar alarak yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı. Peki ne oldu da birlikte yaşayan insanlar bir anda yanındakine kötü gözle hatta kinle bakmaya başladı...
Tarih: 6 Eylül 1955. Saat: 13.00... Devlet radyosu Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bir bombalı saldırı gerçekleştirildiğini duyuyordu. Ardından da bu haber İstanbul Ekspres gazetesi “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı” başlığıyla iki baskı halinde şehre yayıldı. Zaten Kıbrıs’ta yaşanan çirkin olaylar ülkede büyük bir gerilim havası estiriyordu. Saldırı haberinin duyulmasıyla birlikte başta Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve çeşitli öğrenci derneklerinin girişimleriyle bir protesto mitingi düzenlendi. Onbinlerce kişi Taksim meydanında toplanmış, bombalı saldırıya tepkilerini dile getiriyordu. Ancak ne olduysa bundan sonra oldu. Olaylar kontrolden çıktı ve bazı gruplar, İstiklal Caddesi üzerinde bulunan gayrimüslümlere ait iş yerlerinin taşlamaya başladılar. Kısa sürede şehir bir kaos ortamına sürüklendi. Genellikle gayrimüslümlerin ikamet bölgesi olarak bilinen Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgelerde şiddetin yoğunluğu arttı ve fiziksel saldırılara, hatta tecavüzlere varan olaylar meydana geldi. Aynı biçimde Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy gibi semtlerde ve Adalar’da da benzeri vakalar yaşanmaya başladı. İsimleri Türkçe olmayan dükkanlar, Türk bayrağı asılı olmayan iş alanları 20-30 kişilik gruplara ayrılmış, elleri araç ve gereçlerle dolu fanatiklerin hedefi olmuştu. Olayların dışında kalan Türkler de ne yapacaklarını şaşırmış, ev ve dükkanlarına Türk bayrakları asarak, ışıklarını yakarak kendilerini korumaya çalışıyordu. Bazen bu bile yeterli olmuyordu. Bir tanığın anlattığına göre Tünel’de kumaş dükkanı işleten Cevat Bey, yağmalanmaya başlanan dükkanında pantolonunu indirmiş sünnetli olduğunu gösteriyor ve bu şekilde yağmayı engellemeye çalışıyordu.
Özellikle apartmanlara yönelik saldırılar gayrimüslimler üzerinde büyük korku ve paniğe yol açtı. Evlerin önce camlarına taş atılıyor, sonra kapılar kırılıyor ardından da içeride ne varsa dışarı sokağa atılıyordu. Bazı Türkler de komşularına yönelik saldırıların önüne geçmek için ya sokak başlarında barikatlar kuruyor ve o bölgeye hareketlenen gruplara “Burası Türk mahallesi, burada Rum yok” diyerek mahalleyi kurtarıyor ya da Rum komşularını evlerinde saklıyorlardı. Bazıları da ellerinde Türk bayraklarıyla gayrimüslimlerin dükkanları ve evleri önünde nöbet tutarak saldırıları engelleme çalışmışlardı.
Üç şehirde örfi idare ilan edildi
Güvenlik güçlerinin müdahaledeki eksikliği olayların önüne geçilmesini engellemiş ve yaşanan saldırıların sabahın erken saatlerine kadar sürmesine yol açmıştı. Sadece İstanbul değil, Ankara ve İzmir’de de ayaklanmalar yaşanmış, kiliseler, evler ve işyerleri hatta mezarlıklar bile aynı şekilde tahrip edilmişti. Türk gazeteleri olayların ardından saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısının 11 olduğunu açıklıyordu. Buna karşın Helsinki Watch örgütünün raporunda bu rakam 15 olarak veriliyordu. Ölenlerin beşinin de din adamları olduğu tespit edilmişti. Yaşanan tablo o kadar vahimdi ki insanlar ölülerinin acısını yaşayacak durumda değildi ve adeta neye uğradıklarını şaşırmış durumdaydılar. O dönemin kuruyla büyük kısmı bildirilmeyen hasarın yaklaşık 500 milyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyordu.
7 Eylül günü İstanbul’da örfi idare ilan edilirken, şehir adeta savaştan çıkmış bir görüntü izlenimi veriyordu. Olayların kontrol altına alınmasının ardından 9 Eylül 1955 günü Maliye Bakanlığı bir açıklama yaparak zarara uğrayanlar lehine vergi kolaylığı, ucuz inşaat malzemesi, cam ithalatı, bankalara borcu olanlara ise geri ödeme kolaylığı ve kredi yardımı gibi avantajların sağlanacağını açıkladı. Bir gün sonra ise özel mahkemeler olaylarla ilgili olarak ilk sorgulamalara başladı. Ayaklanmanın ardından Beyoğlu Özel Mahkemesi, İstanbul’daki tutuklu sayısını 5 bin 104 olarak kamuoyuna duyurdu. Hazırlanan iddianamelerde bin 886 kişi tahrip, bin 622 kişi hırsızlık, 595 kişi yağma, 333 kişi tahrik, 21 kişi kundaklama ve 3 kişi de dini kurumlara saldırı suçlarından yargılandı. Ayrıca, yabancı devletlere karşı gösteri, ulusal çıkarları zedelemek, komünist propaganda, sabotaj, baskın, tecavüz, adam öldürme, hükümete, orduya hakaret, devlet erkine mukavemet suçları da dosyalarda yer aldı.
Menderes hükümeti de bu olaylar nedeniyle büyük zan altında kaldı. 12 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra yargılandıkları Yassıada’da Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Rumların Türk vatandaşı olarak Anayasa tarafından güvence altına alınmış temel haklarını çiğnemek ve Türk yurttaşlarını gösteri ve şiddet olaylarına teşvik etmekten suçlu bulundular...
...Ve bugün, kara gecenin üzerinden 53 yıl geçti. Elbette yaralar sarıldı, kardeşlik türküleri söylenmeye başlandı. Ama hâlâ alınacak dersler yok mu?
bilgi /
5 bin 622 mekan saldırıya uğradı
6-7 olaylarında sadece İstanbul’da değil, İzmir ve Ankara’da gayrimüslümlere ait birçok işyeri, ev, kilise tahrip edildi. Saldırıların ardından Demokrat Parti hükümeti zararını tescil ettiren Rum vatandaşlara 60 milyon TL tazminat ödedi. Ancak toplam hazar 500 milyon dolar olarak gösteriliyordu.
Dostluğa darbe vuran karanlık gece: 6-7 Eylül
6-7 Eylül olaylarının en çarpıcı anlarından biri. Dükkanlara saldırılıyor, camlar kırılıyor, kepenkler yerlerinden sökülüp atılıyor. Toplanan yüzlerce kişi sadece olup biteni seyredip, alkış tutuyor.
6 Eylül akşamı kontrolden çıkan protesto mitingi şehirde büyük bir kaosun yaşanmasına yol açtı.
Bazı Türkler, Rum komşularının evlerini ya da işyerlerini korumak için ellerinde Türk bayraklarıyla nöbet tutuyordu.
inanılmaz iddia
‘BOMBA İŞİNİ planladılar’
6-7 Eylül olaylarında ‘sahne üzerinde’ başrolü oynayan Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin başkanı Hikmet Bil olayların üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra gerçekten de normal bir insanın inanmak istemeyeceği türden itiraflarda bulunuyordu. Can Dündar’ın hazırladığı “O gün” belgeselinde Hikmet Bil’in ağzından şu ifadeler dökülüyordu: “5 Eylül günü Menderes bana Londra’daki Kıbrıs Konferansı’na katılan Dışişleri Bakanı Fatin Zorlu’nun bir şifre göndererek çok sıkışık durumda kaldığını, destek istediğini söyledi. Olur ya, bakan konsferansta zor durumda kalmış. Ben de de diplomatik nota verecekler sanıyorum. Ben ayrıldıktan sonra Menderes, İçişleri Bakanı Fuat Köprülü, İstanbul Valisi hepsi toplanmışlar. ‘Selanik’teki konsolosluğun bahçesine (Atatürk’ün doğduğu ev de konsolosluğun hemen yanında yer alır) MİT’in aracılığıyla bir delikanlı bomba atsın. İstanbul’da da gazeteler bunu duyursun. Burada ufak tefek olaylar çıkar; bir iki cam kırılır mühim yok’ diye düşünmüşler. Tertibat almışlar. Sonra da Zorlu Londra’da, ‘Bakın Atatürk’ün evini bombalıyorlar, İstanbul’da da olaylar çıkıyor’ diyerek güçlü duruma geçecekti...”
Ne Menderes, ne de Zorlu bu suçlamaları kabul etmediler. Ancak Yassıada’daki yargılamada suçları sabit bulundu ve 6’şar yıl hapis cezasına çarptırıldılar.
ENGİN: BOMBAYI BEN ATMADIM
Yunan yetkililerin provokasyon üzerinde durmasının ardından, akıllarına gelen ilk isim Oktay Engin oldu. 1953’te Gümülcine’deki Yunan Lisesi’nden mezun olduktan sonra Türk devletinin bursuyla Selanik Üniversitesi’nde hukuk okumaya başlayan Engin, büyükelçilikle yakın ilişkisi nedeniyle suçlandı. 5 Eylül’deki patlama sırasında Selanik’te bulunan ve olayın ardından ‘bombacıyı azmettirme’ suçundan tutuklanan Oktay Engin, 9 ay 20 gün sonunda tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı ve kaçarak Türkiye’ye geldi. Sonra bürokrasiye girerek Emniyet Müdürlüğü ve valilik görevlerinde bulunan Engin suçlamaları hiçbir zaman kabul etmedi ve “Ben kurban seçildim. O gün kız arkadaşımla başka bir yerdeydim. Suçu üzerime yıkmak istediler. MİT de olayın üzerine yattı. Çünkü bu onlar için gurur verici bir olaydı. MİT’le hiçbir zaman alakam olmadı. Sadece sıkıntı yaşadıkları zamanlar benden bilgi alırlardı” diyerek kendini savundu.
Şehir harabeye döndü
Olayların ardından sadece İstanbul’da tam 5622 taşınmaz mülk talan edildi ve büyük maddi hasara uğratıldı. Ayaklanmanın masum insanlara bilançosu ise 500 milyon dolar oldu.
HASAR TABLOSU
İstanbul’da saldırıya uğrayan meskenler
Dükkan /Mağaza 4214
Ev 1004
Kilise 73
Okul 26
Ayazma 16
Manastır 2
Mezarlık 2
Lokanta/Gazino/Pastane 110
Eczane/Muayenehane 37
Fabrika 21
Fırın 18
Depo 23