DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
DİNİ İNANCI OLANLAR-OLMAYANLAR... (Kemalistlerin, dindar kişinin cumhurbaşkanı olmasını istemediklerini ima ediyorlar. Kemalistlere dinsiz gözüyle ba)
Yazının tümüne imzamı atıyorum sevgil suheda... Hepimiz birer Mustafa Kemaller olarak tum bu yazılanlar kelimesi kelimesine bizim yaşam biçimimiz, insan olarak özümüz, yürek olarak onurumuz, yaşam biçimi olarak kavgamızdır... Ve en önemlisi bizi biz yapan namus borcumuzdur... Ömrümüz el verdiğincede buna inanan dostlar, halkımız, gençlerimiz ve bilinçili aydınlarımızla birlikte. Bu düşünce uğruna herşeyi, her türlü koşulu ve her zorluğu aşmaya yılmadan ve bıkmadan bu yolda yürümeye ne pahasına olura olsun sonuna kadar yürümeye kararlıyız.. Lütfen bu böyle bilinsin... Dost sevgilerimle...
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Çok teşekkür ederim.. Bir çiçek kadar nazik olan duygularınıza kayıtsız kalınamazdı sevgili cannibal... Bunlarda sizin için efendim... Lütfen kabul buyrun.... Dost sevgilerimle... . . i
-
DİNİ İNANCI OLANLAR-OLMAYANLAR... (Kemalistlerin, dindar kişinin cumhurbaşkanı olmasını istemediklerini ima ediyorlar. Kemalistlere dinsiz gözüyle ba)
Din İnancı Olanlar-Olmayanlar... Yeni cumhurbaşkanı kim olacak tartışması, ülkemiz gündemini bir süre işgal etti. Cumhurbaşkanı, bugünkü Millet Meclisi'nin mi, yeni seçilecek Millet Meclisi'nin mi seçmesi gerektiği konusu iki taraflı gerekçelerle tartışıldı. Sayın Başbakan'ın konu üzerindeki görüşleri ise birdenbire din konusuna yöneldi. Yakınma dolu bir ses tonuyla, ''Din inancı güçlü kimselerin siyaset yapması istenmiyor mu?'' dedi. Bu yöntemi her fırsatta yineleyen iktidar partisine muhalefetten bir yanıt gelmemesi dikkat çekici idi. İnancın güçlüsü veya güçsüzü olmaz. İnanç ya vardır ya da yoktur. Aslında ülkeyi inançlılar veya inançsızlar şeklinde ikiye ayırma çabası içinde oldukları açıkça belli oluyor. Kemalistlerin, dindar kişinin cumhurbaşkanı olmasını istemediklerini ima ediyorlar. Kemalistlere dinsiz gözüyle bakarken, Kemalistlerin kendilerine ne gözü ile baktıklarını hiç düşünmedikleri anlaşılıyor. Kemalistler yalnız Türkiyede yaşamıyorlar. Dünyanın her köşesinde Kemalist var. Çünkü Kemalizm, bir ülkeye özgü bir yönetim anlayışı değil. Özellikle sömürgeciliğin ne olduğunu bilen tüm dünya insanları, Kemalizmi tanımak ve saygı duymaktadırlar. Ülkemizin Kemalistlerine gelelim. Ülkemizin Kemalistleri dinsiz değildir. Büyük çoğunluğu Müslümandır. Dinleri kendilerine aileden yansımıştır. Kemalist, yaşam çizgisini düşlere göre değil, gerçeklere göre düzenlemek ister. Bu nedenle dininin kendisinden ne beklediğini öğrenmek için, Müslümanlığın tek kitabı olan Kuran'ı okur. Anlamını bilmediği Arapça ile değil, kendi dilinde yazılmış olanı ile. Bu kitabı anlamadan okuyan kişinin ibadet etmiş sayılamayacağı, kitabın içinde de yazılıdır. Okuduğu zaman Müslüman kişiden beklentinin özetle, Allah'a inanmak, Allah'ın bir insan olmadığını, dünyanın her köşesinde aynı anda hazır ve gözleyici bir güç olduğunu bilmek, aynı anda her kişinin kafasından geçenleri de bildiğini unutmamak, güçsüzlere ve yoksullara yardım etmek, açlığın ve yoksulluğun ne olduğunu kendi bedeninde deneyim yaparak algılayabilmek, çalışkan olmak, beden ve ortam temizliğine özen göstermek, zekât adı altında topluma katkı olarak vergi vermek, gerektiğinde inancını ve vatanını savunmaya hazır olmak, içinde bulunduğu toplumun bireyleri ile iyi ilişkiler kurmak, olduğunu fark eder. Müslümanlıkta Allah'la kişi arasında bir aracı yoktur. Kişi doğrudan Allah'a karşı sorumludur ve eyleminin hesabını doğrudan Allah'a verir. İbadetini de düşünerek yapar. İbadeti gösteri haline getirmez. İbadet gün içinde sürekli olduğuna göre, bir ibadethaneye de gereksinimi yoktur. Hıristiyanların kilise isimli ibadethaneleri, ibadetin haftanın yalnız bir gününde ve topluca yapılması nedenine bağlıdır. Törene benzeyen bu toplu ibadette öğüt veren din görevlileri de bulunur. Hıristiyanlıkta bu nedenle din görevlileri vardır. Müslümanlıkta din adamı yoktur. Doğrudan Allah'a hesap veren kişinin ibadetini topluma göstermeye çalışması, sadece gösteri amacına dayalıdır. İbadetini gösteriye dönüştüren kişinin bir çıkar gözettiği açıktır. Gösterisini daha etkili kılmak için, Müslümanın halkevleri demek olan camileri de ibadethane olarak gösterir. Din adamı gösterisi içinde fal bakanlar, muska yazanlar, sözde hasta tedavi edenler, bunu çıkarları için yapanlardır. Bunların en tehlikeli olanları da, din adamı görüntüsü içinde siyaset yapanlardır. Kemalistler bunlara ''din satıcıları'' derler. Din satıcısı, Kuran'da ne yazıldığını toplumun bilmesini istemez. Bu nedenle ibadetin Arapça olmasında ısrar eder. Kitapta ne yazıldığını toplum bilirse, kendisi birtakım uydurmaları din kuralı olarak ortaya atıp bundan çıkar sağlayamaz. Din satıcısı, çıkarı için Allah satan insandır. İnançlı kişi, Allah'a saygısı en azından korkusu nedeniyle Allah satışını aklına bile getirmez. Allah satan kişinin Allah inancı olamayacağı gibi, Allah korkusu da yoktur. Çünkü din satarak çıkar elde etme gibi bir günahın hesabını vereceği ikinci yaşama inanmaz. İbadet gösterisi için ibadethaneye gerek duyar. Caminin olmadığı yere mescit açar. Fırsat buldukça binaların dışına, bazen sokaklara taşan namaz gösterileri düzenler. Kısacası, din satıcısı dinsizdir. Kemalistler her türlü inanca saygı duyarlar. İnancına saygı duydukları kişinin din inancına katılmayabilirler ama.. onun inanç özgürlüğüne saygı duyarlar. Kendi inançlarını başkalarına dayatmak isteyenlere karşı çıkarlar. Kemalistler, din inancı olmayan kimseye de, onların kendi inancına saygı duymaları koşulu ile saygı duyarlar. Laikliğin inançlara saygılı olma kuralının anlamı budur. İnanç özgürlüğü de budur. Kendi inancını başkalarına zorla kabul ettirme çabası inanç özgürlüğü değil, din satıcısının zorbalığıdır. Müslümanın sarık gibi, cübbe gibi, sıkma baş gibi, takke gibi, tespih gibi, çember sakal gibi, tek örnek giysi kullanma veya sima yaratma gibi zorunlulukları yoktur. Din adamı bulunmadığına göre imam gibi, şeyh gibi, mehdi gibi, seyit gibi, hiçbir dayanağı bulunmayan unvanların da, Kemalist Müslüman için anlamı bulunmamaktadır. Bunlar, ülke dışından desteklerle ülke siyasetinde etkili olmayı başarmış din satıcılarının, pazarlamada kullandıkları araçlardır. Sonuç olarak Kemalist Müslümanların, ülkemizin tüm gerçek Müslümanlarına saygıları devam etmektedir. Siyasete bulaşmasını istemedikleri kişiler, din satıcısı dinsizlerdir. _________________________________________________ Doç. Dr. Tonguç GÖRKER
-
SAHTE MİLLİYETÇİLER... ("Sahte milliyetçiler"in elinden bu bayrağı almak, bütün devrimcilerin ortak amacı olmalıdır. Çünkü, "proleter uluslar"ın bağı)
Yani ne diyebilirim ki.... Ulusalcı olmak, gulyabani aramayı gerektirmiyor ki!... Lütfen açtığımız konunun hakkını verelim diyorum.. E haydı bunu beceremiyoruz.. Haydı karşındayım... Benimle uğraş... Bana at bütün çamurlarını.. Bana kus bütün herşeyi.. Bu kaçak dövüşü gerektirmez... Bu bir ülke meselesi.. Açmış olduğum konuyla gel bana.. Becerebiliyorsan... Düşüncemi eleştir... Düşüncelerimi sorgula... Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve başka ülke yok... Ve anladığım kadarıyla ne sen ne de ben çocuğuz... Yani el insaf...
-
SAHTE MİLLİYETÇİLER... ("Sahte milliyetçiler"in elinden bu bayrağı almak, bütün devrimcilerin ortak amacı olmalıdır. Çünkü, "proleter uluslar"ın bağı)
Değilmi sevgili asfalt... Karanlıklara konuşmak olmuyor.. keşke biraz bilinçli ve aydınlık yüzleri olsaydı.. keşke biraz birşeyler bilerek buralarda olsaydı.. Keşke projeleri ve tezleri olsaydı... Keşke biraz uyanık olabilselerdi.. keşke aydınlık bir Ülkenin gençleri olarak burada üretimi, paylaşımı, gelişmeyi, ilerlemeyi ve bağımsızlığı konuşabilseydik.. Ah keşke... Ama ne yazıkkı olmuyor... Günümüz kafa karıştırıcıları, mikserleri zavallı halkımı nerede ve nasıl kullanacağını çok iyi biliyoruz.. ama bizde biliyoruz ve inanıyoruz ki... Ve bildiğimiz çok daha önemli bir kavramımız var bizim... tamamıyle çocuksu düşüncelerimizin ötesinde daha ciddi ve olgun projelerimiz var.. Ve buna hepimizin imzası olacak.. Yanlız değilsin.. Lütfen devam.. Dost sevgilerimle...
-
Şu balonu da patlatalım
Ne acıdır ki ve maalesef insan bazen güzel huylar edineceğim derken, ciddi ciddi boz/ul/an şeylere sinirlenirken, ciddi ciddi gülerken, kimbilir neleri ıskalıyor oturduğu yerden. O boz/u/lan şeylerin aslında güzel bir hayatın önünü tıkadığını, ya da gözlerini yumarak geçirdiği zamanın tamamen kandırmaca olduğunu anladığında... Acaba neleri anlayıverecek... Ama iş işten çoktaaaan geçiverdikten sonra... Ah keşke çok yükseklerden bakabilseydik kendimize ve çok önemli sandığımız şeylerin önemsizliğini deyiverecekken yani......................
-
TÜRK ASKERİ LÜBNAN'A DEĞİL KANDİL DAĞINA GİTMELİ.... (Türk askerini Lübnan'a göndermenin diyalektik felsefesi nedir... Ülkemiz tam bir terör kıskacı.)
Konunun din ile bir alakası yok sevgili suheda. Sanıyorum sehven bu bölüme açmış olmalıyım... Hemen düzeltilmesi talebinde bulunacağım.. Katkı ve uyarına teşekkür ediyorum... Sevgiyle kalın... İnsanın şunu haykırası geliyor; Hey gidi şanlı türk ordusu, yarım yüzyıldır birbiri peşisıra devletimizin başı olmuş basiretsiz, iktidarsız, *******, ***** hükümetler seni ne hallere düşürdü.. Bir baktıki kore'ye gitmişsin, Bir baktık maalesef somali'ye.. Ne acıdır ki şu anda ise savaşa gir de yan diye savaşa gönderiliyorsun.. Ne yazık ki sana ateş açanlara karşı savaşmaya değil, Ateş açanlara destek olmaya gönderiyorlar seni.. Haklıma "gulliver'i" uyurken yakalayıp bağlamışlardı ya, biz de mışıl mışıl uyumaya devam ettiğimiz günleri tekrar görür gibiyim... Yazık... Çok yazık... Birleşmiş Milletler (BM), Türkiye'nin de katılması olası Lübnan Geçici Barış Gücü'nün (UNIFIL) görev tanımını değiştirdi. BM'nin 1701 sayılı kararı doğrultusunda birliğin görevleri arasında, Mavi Hat ve Litani Nehri arasındaki bölgede Lübnan ve UNIFIL askerleri dışında silahlı personel ve teçhizat kalmamasına yardım etmek de yer alıyor. Bu görevlerin uygulanması sırasında UNIFIL'in çatışmaya girmesinin kaçınılmaz olduğuna dikkat çekiliyor. BM'nin internet sitesinde yer alan yeni görev tanımında, güvenliğin bu güç tarafından sağlanmasının istenmesi dikkat çekti. Mavi Hat bölgesinde UNIFIL dışında silahlı güç kalmaması için Lübnan Silahlı Kuvvetleri'ne yardım edileceği vurgulandı. Bu bölgede Hizbullah'ın ''füze bataryalarının'' bulunduğu biliniyor. 1701'deki görev tanımı "Güvenlik Konseyi'nin 11 Ağustos 2006'da aldığı 1701 sayılı kararıyla birlikte UNIFIL'in görevleri 1978 tarihli 425 ve 426 sayılı kararları da kapsayacak şekilde şöyledir: * Ateşkesi izlemek. * İsrail çekildikçe, Lübnan askerlerinin Güney Lübnan'a yerleşmesine ve Mavi Hat'ta konuşlanmasına refakat etmek ve desteklemek. * İsrail ve Lübnan hükümetleri arasında koordinasyon sağlamak. * Evinden olmuş sivil nüfus ve gönüllülerin güvenli şekilde geri dönmelerine yardımcı olmak. * Litani Irmağı ile Mavi Hat arasındaki bölgede Lübnan Silahlı Kuvvetleri ve barış gücü dışında silahlı personel, teçhizat ve silah kalmayacak şekilde bir bölge oluşturulmasında Lübnan Silahlı Kuvvetleri'ne yardım etmek. * Lübnan'a, Lübnan hükümetinin rızası olmaksızın, silah ve bu gibi malzemelerin girmemesi için sınır ve diğer giriş noktalarının güvenliğinin sağlanması için Lübnan Silahlı Kuvvetleri'ne yardım etmek. Konsey ayrıca UNIFIL'i, güçlerinin konuşlanacağı alanlarda gerekli bütün önlemleri ve yetenekleri dahilinde uygun bulunduğu takdirde, operasyon alanlarını her tü rlü düşmanca harekete karşı güvenceye almaya, Güvenlik Konseyi'nin emirleri altındaki görevlerinin yerine getirilmesinin engellenmesine teşebbüs edilmesi ve BM personeli, olanakları, askeri tesisleri ve ekipmanlarının koruması, BM personelinin, insaniyet çalışanlarının güvenliği ve hareket serbestisinin, Lübnan hükümetinin sorumluluklarına halel getirmeden, yakın fiziksel şiddet tehdidi altında bulunan sivillerin korumasının garantiye alınması için yetkilendirmiştir.'' YANİ BU DURUMDA ÇATIŞMA MAALESEF KAÇINILMAZ GİBİ GÖZÜKÜYOR... Kaynak: 25.08.06 / Cumhuriyet sürmanşet.
-
FETHULLAH GÜLEN'İN DİL MOTİFLERİ... (Fethullah Gülen’in ne yaptığı ile değil nasıl yaptığı ile ilgileneceğiz bu yazımızda. Ne söylediğine değil nasıl)
Bak kardeşim tutturmuşsun bir ispat'ta ispat.. Bakmasını, görmesini, düşünmesini, yorumlamasını bilen için herşey bir ispat... Bu adam ülkemiz için büyük bir tehlike... Ve Ameran çıkarlarına hizmet eden büyük bir takiyeci... Yine bu adam tam bir din taciri; Hepimiz biliyoruz ki müslümanlıkta Allah'la kişi arasında bir aracı yoktur. Kişi doğrudan Allah'a karşı sorumludur ve eyleminin hesabını doğrudan Allah'a verir. İbadetini de düşünerek yapar. İbadeti gösteri haline getirmez. İbadet gün içinde sürekli olduğuna göre, bir ibadethaneye de gereksinimi yoktur. Hıristiyanların kilise isimli ibadethaneleri, ibadetin haftanın yalnız bir gününde ve topluca yapılması nedenine bağlıdır. Törene benzeyen bu toplu ibadette öğüt veren din görevlileri de bulunur. Hıristiyanlıkta bu nedenle din görevlileri vardır. Müslümanlıkta din adamı yoktur. Doğrudan Allah'a hesap veren kişinin ibadetini topluma göstermeye çalışması, sadece gösteri amacına dayalıdır. İbadetini gösteriye dönüştüren kişinin bir çıkar gözettiği açıktır. Gösterisini daha etkili kılmak için, Müslümanın halkevleri demek olan camileri de ibadethane olarak gösterir. Din adamı gösterisi içinde fal bakanlar, muska yazanlar, sözde hasta tedavi edenler, bunu çıkarları için yapanlardır. Bunların en tehlikeli olanları da, din adamı görüntüsü içinde siyaset yapanlardır. Kemalistler bunlara ''din satıcıları'' derler. Din satıcısı, Kuran'da ne yazıldığını toplumun bilmesini istemez. Bu nedenle ibadetin Arapça olmasında ısrar eder. Kitapta ne yazıldığını toplum bilirse, kendisi birtakım uydurmaları din kuralı olarak ortaya atıp bundan çıkar sağlayamaz. Bugün ne yazıkki Fettullah denen bu adamda tam bir tacir... Sevgili Uğur Mumcunun dediği gibi yani... TAHRİKAT KUR, SİYASETE ATIL, TİCARET YAP.. Mantaliteleri bu.. Yani dinleri imanları para... Solcular yıllardır bunu düşünemedikleri için hiçbirzaman güçlü ve iktidar olamadılar ne yazıkkı...
-
SAHTE MİLLİYETÇİLER... ("Sahte milliyetçiler"in elinden bu bayrağı almak, bütün devrimcilerin ortak amacı olmalıdır. Çünkü, "proleter uluslar"ın bağı)
"Kalpaksız Kuvvacı" Seni Saygı İle Anıyoruz... Ben Atatürkçüyüm. Ben Cumhuriyetçiyim. Ben Laikim. Ben anti-emperyalistim. Ben bağımsız Türkiye'den yanayım. Ben özgürlükçüyüm. Ben insan hakları savunucusuyum. Ben terörün karşısındayım. Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Öyleyse vurun, parçalayın! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar çıkacaktır. 22 Ağustos 1942'de Kırşehir'de doğdu ve doğumunu saygıyla kutladık sevgili Mumcu... Yabancılar ayıp olmasın diye, bizim gibi ülkeler için "gelişmekte olan ülkeler" derler! Aslına bakarsanız, bizim adımız "az gelişmiş ülke"dir. Ünlü Fransız bilim adamı Mourice Duverger, bizim gibi ülkeler için "proleter uluslar" kavramını kullanıyor. Duverger, Türkçe'ye "Politikaya Giriş" adıyla çevrilen özlü incelemesinde: “Burjuva milletlerle, proleter milletler arasındaki fark, 18. yüzyıl Avrupası'nda aynı ülkenin burjuvazisi ile proleteryası arasındaki fark kadar büyüktür, demektedir. "Proleter uluslar", sanayi devriminin dışında kalan, tarımı ilkel, enerjisi ve makine üretimi yetersiz, buna karşılık ticaret burjuvazisi gelişmiş, ulusal geliri düşük toplumlar demektir. "Proleter uluslar", gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerin pazarlarıdır. Gelişmiş ülkeler, proleter uluslar üzerinde, yardım adı altında ekonomik ipotekler kurarlar. Yirminci yüzyılın ilk başlarındaki askeri işgaller, günümüzde ekonomik işgallere dönüşmüştür. Türkiye, böylesine ekonomik işgal altında tutulan "proleter uluslar"ın en başlarında yer almaktadır. "Proleter uluslar"ın tek kurtuluş yolu, uluslararası kapitalizme karşı savaş vermelerine bağlıdır. Buna, "antiemperyalizm" diyoruz. Gerçek "milliyetçilik" budur. Üretimi, yabancılara karşı sömürtmemektir milliyetçilik! "Proleter uluslar"ın milliyetçiliği, ancak ve ancak "antiemperyalist" bir çizgiye oturtulabilir. Bu milliyetçilik anlayışında, ulusallık ve sınıfsallık içiçedir. Kurtuluş Savaşımız ve savaşın önderi Mustafa Kemal Atatürk, proleter uluslara özgü "milliyetçiliğin" yirminci yüzyıldaki görkemli örnekleri sayılır. Yoksul ülkelerdeki, proleter uluslarda rastlanan bir başka "milliyetçilik", bunun tam tersidir. Çarpık ekonomik yapıda palazlanan ve çoğu yabancı sermayenin desteğindeki ticaret burjuvazisi ve kurulu siyasal düzen, uyanan antiemperyalist bilinci yok etmek ya da yozlaştırmak için bir başka "milliyetçilik" akımına sarılır. Yine Kurtuluş Savaşımızdan örnek verirsek, bu tür milliyetçiler, "Kuvay-i Milliye"ye karşı İstanbul Hükümeti tarafından örgütlenen Anzavur komutasındaki "Kuvay-i İnzibatiye"dir. Anzavur kuvvetleri, yabancı işgal kuvvetlerinin "milliyetçi" etiketli uzantılarıdır. Bu milliyetçilik anlayışı, günümüzde daha karmaşık bir niteliğe bürünmüştür. Açık askeri işgalde kimin kimden yana olduğu daha somut biçimde anlaşılırken, bugünkü kargaşa, uluslararası kapitalizmin bu tür "sahte milliyetçilik" duygularını başka başka renklerle sunmaktadır. Bu milliyetçilik, baştan tırnağa yabancı sermayeden yanadır, ülke içinde ticaret burjuvazisine, dışında yabancı kuruluşlara toz kondurmaz; işçiden, emekçiden değil, işverenden yana tavır alır, alabildiğine din sömürücüsü ve düşünce özgürlüğü düşmanıdır. Mustafa Kemal, "Ezilen uluslar, bir gün ezenleri yok edeceklerdir" derken, Asya ve Afrika'da uyanan "proleter ulusların", "antiemperyalist bilincini", "milliyetçilik duygularını" harekete geçirmek istiyordu. "Milliyetçilik", Kurtuluş Savaşımızda, bozuk düzenin kalelerine çekilen bayrak değil, antiemperyalist bilincin ve bağımsızlık kavgasının sönmeyen bir meşalesi olmuştu. "Sahte milliyetçiler"in elinden bu bayrağı almak, bütün devrimcilerin ortak amacı olmalıdır. Çünkü, "proleter uluslar"ın bağımsızlık bilinci, antiemperyalist kavgadan geçer. Çünkü, özünde ulusallık ve sınıfsallığı taşıyan "gerçek milliyetçilik", anti-emperyalist çizginin odak noktasıdır. Egemen sınıfların yüzlerindeki "milliyetçilik makyajını" silip atmak, başta işçi sınıfı olmak üzere, yurdunu ve ulusunu seven herkesin görevidir. . Uğur Mumcu / Cumhuriyet, 13 Nisan 1979
-
DİYANETİN AİLE DANIŞMA BÜRASINDA BOŞANMAYA ÇÖZÜM REÇETESİ... (Bir bardan suya 100 felak, 100 nas oku! ve kocana içir... Allah yardımcınız olsun...)
Eğer emeğe saygı deyipte düşünen, araştıran, inceleyen ve emek bu konulardan bilgi adına emek sarfeden arkadaşlara tamamıyle dalaşıp ve olayları kişiselleştirip sen şusun, sen şusun demekten başka bir işe yaramayan anlamsız çıkışların var ve bunlar sürekli olabiliyor... Burada beyniyle düşünen ve çözüm üreten, bir yorum yapan ve en azından değişik bir yelpaze açan birçok değerli arkadaşlarım var. En azında onlara saygı göster... Ben senin gibi düşünemem... Ve sende benin gibi tabiki düşünemezsin.. Yukarıda bir bak ve (daha öncede seni uyardım) herşeyi kişiselleştirmektesin.. Hiç bir konuda sana ait ve senin düşüncen olan hiçbirşeye rastlamadım bu forumda... Senden rica ediyorum.. Lütfen ama lütfen olayları kişiselleştirme... Ve yine herşeye rağmen... Dost sevgilerimle...
-
TÜRK ASKERİ LÜBNAN'A DEĞİL KANDİL DAĞINA GİTMELİ.... (Türk askerini Lübnan'a göndermenin diyalektik felsefesi nedir... Ülkemiz tam bir terör kıskacı.)
Son günlerde tartışılan ve Hükümetin Türk askerini Lübnan'a gönderme ile ilgili olarak olumlu tavırları karşısındaki yanlışlığı gün ve gün ortadadır... Ülkemiz Cumhuriyet tarihi süreci içinde bugün hiç görmediği kadar terör kıskacı altında bulunurken Türk Askerimizin Lübnan'a gönderilmesini doğru bulmuyoruz... Türkiye'nin karşısına her gün yeni bir güvenlik riski ve tehdidi çıkardığı ortadayken Türk askerimizin LÜBNAN'a deil acilen KANDİL DAĞINA gitmesi gerektiğini düşünüyorum...
-
DİYANETİN AİLE DANIŞMA BÜRASINDA BOŞANMAYA ÇÖZÜM REÇETESİ... (Bir bardan suya 100 felak, 100 nas oku! ve kocana içir... Allah yardımcınız olsun...)
Varlığın sırrı saklı senden, benden; Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben. Bizimki perde ardında dedikodu: Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben Yaşamanın sırlarını bileydin Ölümün sırlarını da çözerdin; Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: Yarın, akılsız, neyi bileceksin? Ömer Hayyam
-
YA SEVECEKSİN YA GİDECEKSİN
(ya save ya cancel) Ya sev ya terk etmiş.. Haydi oradan... Kolay değilmi ve dünyayı anlamanın kolay yolu. komünistler moskovaya, basörtülüler arabistana, kürtler barzaninin kucagina, rumlar yunanistana, ermeniler ermenistana.. ne kaldi geriye? yasasin fasizm, her nerede yasaniyor ve yasatiliyorsan! Peh...
-
YAŞAMI ZEHİR EDEN ZAMLARA VE PAHALILIĞA KARŞI 1 DAKİKA KARANLIK EYLEMİ
Öncelikle böyle can alıcı bir konuyu buraya taşıyan sevgili bilimselci arkadaşımıza yürekten teşekkür ediyorum ve demokratik tepkilerini bir eylem haline getirilmesi ve yaygınlaşması konusundaki düşüncesine katılıyorum. Artık şunu çok iyi biliyoruz tepkilerle beraber birtakım gerçekleride burada paylaşmakta yarar olacağını düşünüyorum. Uzun yıllar elektrikte fiyatlarda ve mazotta ve maliyette ve yatırımda hiçbir yatırım yapılmadan geldiğimiz nokta artık bellidir. Biliyoruz ki en pahalı elektrik, kesintili elektriktir. Biliyoruz ki en pahalı elektrik, yatırım olmayan elektriktir. Biliyoruz ki en pahalı elektrik, yatırımların engellenmesi demektir. Bu arada bir dakikalık karanlık eylemini ancak baykuşlara yaradığını belirten arkadaşımız düşüncesi bana bir fıkrayı hatırlattı; Zam bize dokunmaz Arkadaşım Kadir ile benzinciye girdik. Baktım ki benzine zam gelmiş. Bizimkine dedim ki -"Kadir baksana benzine yine zam gelmiş" Kadir ne dese beğenirsiniz: "Boşver oğlum bize bir şey olmaz, zaten biz hep 20 milyonluk alıyoruz"... Yani fıkrada belirtiler kadir'in durumu bence bu ülke için gerçekten utanılacak bir durum...
-
FAKAT BİZ ........ KUMARDA KAYBETTİK.... ("Allahaısmarladık'')
'...Bir sabah kumandanın odasına girdiğim zaman gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm. Kudüs İngilizlerin elinde idi. Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masamın üstünde aldığım şifreli telgraftan okudum. Kudüs'ü İsrailoğulları gibi bırakmadık. Türkler gibi bıraktık. Karargâh içinde 'Kudüs düştü!' sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut'ta, Şam'a, Halep'e gözyaşlarımızı hazırlamak lazımdı. Artık yalnız Anadolu'yu ve İstanbul'u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine allahaısmarladık!... Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan'ı safra gibi boşaltıyoruz.... ...Kumandan harap Anadolu topraklarını gördükçe, - Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor... - Eğer kalırsam diyor, bütün emelim Anadolu'da çalışmaktır. Eğer kalırsa, eğer bırakırlarsa, Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor... ...İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene, - Benim Ahmedimi gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmanın altından kolunu çıkararak trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor, - Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden'e mi? Medine'ye mi? Kanal'a mı? Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı? Ahmedini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası, tifüs biti mi yedi bitirdi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmedini görsen, ona da soracaksın: - Ahmedimi gördün mü? Hayır... Hiçbirimiz Ahmedini görmedik. Fakat Ahmedin her şeyi gördü. Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı, cehennemi gördü. Şimdi Anadolu'yu, batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip, çömelmiş oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi ondan, Anadolu'dan utanır gibi, hepsi İstanbul'a doğru perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmedini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını, kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz. Ahmed'i ne için harcadığımızı, bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek, bir haber verebilsek... Fakat biz Ahmed'i kumarda kaybettik!'' Falih Rıfkı Atay daha sonra, siyasal yaşamında maceraya, kumara yer olmayan Atatürk 'ün yakınında olacaktır. Atatürk dönemi tarihimizin geride kalmış bir bölümüdür. Artık yine macera, yine kumar ve yine ........ ______________________________________________________________ Falih Rıfkı Atay / Zeytindağı kitabı / ''Allahaısmarladık'' başlıklı son bölümü
-
AŞKIN TARİFİ
Aşk: Bir insanın başka bir insandan en büyük beklentisidir... Ve; O nedenle de aşk eninde-sonunda mutsuz olmak demektir...
-
TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ?... (''Ülkemiz şu anda hiç görmediğimiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Bir taftan bölücü terör, diğer taraftan irtica)
Osmanlıya gitmeye ne gerek var arkadaşım... Burnunun ucunu göremeyen uzakları görmeyi ne bilsin... Yukarıda yazmış olduğum yazı gözümüze girebilecek kadar yakın bir zamana ışık tutmaktadır.. Osmanlıya gidersek durum bundan daha beter olacağı aşikardır... Bak önünde gencecik ve yaklaşık 90 yıllık gencecik bir Türkiye Cumhuriyeti duruyor... Üstelik emperyalizme ve dünyaya ışık tutan yegane bir örnek... Hayrıca da;“Bu ülkeyi kuran ve bize emanet eden Ulu Önder Mustafa Kemal’i şükranla anıyorum.”
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
Evet kesinlikle doğru aynen dediğiniz gibi bizim gelişmemizi engelleyen en büyük düşman yobaz ve gerici bir din anlayışıdır. Onun gerçekten kökünü kazımak için bu ülkenin aydınlık, bilime inanmış, medeni ve çağdaş insanları dünya döndükçe varlığını tüm kararlılığıyla ve inancıyla herşeye rağmen sürdürecektir... Bunden kinsenin kuşkusu olmasın... Çünkü bu vatan karanlığa, yobazlığa, gericiliğe, ulemalığa, şeriatçılığa karşı kurulmuş ve dünyada tek örneği olan bir rejimdir.. Bunu yıkmaya, tekrar gerilere orta çağ karanlıklarına götürmeye kimsenin ama kimsenin gücü yetmeyecektir. Üstelik bu gerçekleri bilmeyenler neden Türk olduklarını bilmeyecek kadar gerçeklerden uzak insanlardır...
-
ŞAVAŞA HAYIR... (Dünya, şaşırtıcı biçimde ortadoğuda ki trajediye seyirci kalmakta ve insanlık dışı bu duru karşısında forum üyeleri olarak seyirci k)
Bu Ne Vahşet!... Savaşların ekosistemleri, kültürel mirasları yok edip acıları peşinde sürüklediği bilinir. Ama yine de yıllarca onarılamayan bu korkunç senaryolar, birileri tarafından çizilir ve acımasızca yinelenir. Daha Körfez Savaşı'ndaki petrole bulanmış kuşlar, yanan ormanlar, kararan yaşamlar unutulmamışken, yenileri kurgulanmakta. İsrail'in vurduğu yakıt tanklarından denize akan 10-15 bin ton ağır fueloil 70 km'lik kıyı şeridini yok etti, deniyor. Kirlilikler sınır tanımaz, bu nedenle denize yayılan kirlilikler, akıntı yönünde ülkemizin, Suriye'nin ve Kıbrıs'ın sahillerini etkileyebilir. Ayrıca alıcı ortamların yani toprakların, havanın, su havzalarının da etkilenmemesi olası değil. Ormanlar ve binalar, içindeki canlılarla birlikte onarılamaz duruma getiriliyor. Toprak çölleşiyor, sular kirleniyor. Lübnan Çevre Bakanı Sarraf' ın ''sadece kıyı temizleme maliyetinin yaklaşık 45-50 milyon dolar olabileceği'' mesajını vermesi, tümüyle onarım maliyetlerinin ne denli yüksek olacağını işaretliyor. Tabii toplumsal külfet ve acıların karşılığını bulmak olanaksız. Sera gazları artışını hızla katlayan savaş kirlilikleri, küresel ısınmayı da körüklüyor. Özellikle son yıllarda küresel sıcaklığın 6 derece arttığı; içme suyu kaynaklarının zorlandığı ve dünyada 1.3 milyar kişinin içilebilir suya sahip olmadığı; içme suyu talebinin yüzde 60 arttığı, edinilen bilgiler arasında. Ama yine de atmosfer kirliliklerine hız katan savaşlar, aldı başını gidiyor. Canlar telef oluyor; acılar, acılar, acılar... Korkunç bir gelecekle burun burunayız. Dünyaya egemen olmak isteyen emperyalist siyasetçiler, plan ve oyunlarını gözleri dönmüşçesine, sivil tepkilere, uluslararası yaşanabilirlik hakları ile ilgili sözleşmelere rağmen sürdürüyorlar. 1990 yılındaki ''BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'' nde ''Gelişmiş ülkelerin sera gazı salınımlarının 2000'e kadar 1990 düzeylerinde tutulması'' ; ''2002 yılında Johannesburg Sözleşmesi'' nde, 2015 yılında temiz suya ulaşamayan insan sayısının yarıya düşürülmesi gibi hedeflenen ilkelerin, neden savaş çıkaranlarca benimsenmediği ortada. Artık pek çok bilinçli insan, bunları rahatça fark edebiliyor. Ama kapitalizme inanıp rant için başı dönen; dili, öz diline yabancılaşmış ABD ya da AB hayranları, acaba bu durumdan nasıl etkileniyorlar? Pek mi keyif alıyorlar? Doğrusu merak ediyoruz. _____________________________________ TÜRKSEN BAŞER KAFAOĞLU'NA teşekkürler
-
TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ?... (''Ülkemiz şu anda hiç görmediğimiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Bir taftan bölücü terör, diğer taraftan irtica)
Türkiye hızla ''din devleti'' ne gidiyor; Diyanet İşleri Başkanlığı yirmi kentte ''danışmanlık hizmeti'' veriyor... Bu iş Batman'da kadınların intiharından sonra başlatıldı; önce altı , ardından yirmi kentte sürdürülüyor... Kadını evine tutsak kılan , onu tesettüre sokan bir düşünce ancak Sudan 'da, Suudi Arabistan 'da vardır... İşte bu gerçekleri yansıtmıştır İlhan Selçuk... Türkiye'de ''kadın sorunları'' nı ''din adamları'' yla çözmek istemenin nedeni çok açıktır: ''Adım adım din devleti...'' Batı'da ''kadın sorunları'', ''aile içi şiddet'' papazlar tarafından değil, Psikolojik Danışma Merkezleri tarafından çözülür... Türkiye'de yetişmiş uzmanlar yok mu? Var! O zaman niçin onlara görev verilmiyor? Türkiye laik demokratik bir hukuk devletidir... Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı İzzet Er' in açıklaması Türkiye'nin laik demokratik bir hukuk devleti olmaktan çıktığını gösteriyor: ''Biz muhafazakâr bir toplumuz. Halka ancak imamlarla ulaşabiliriz...'' O zaman , hırsızlık yapanların elleri kesilmeli, kadınlar toplanmalı, kız çocukları miras almamalı, aile hukuku bir kenara itilmeli... Türkiye'yi ''İslami kurallara'' göre yönetmek isteyen bir zihniyet adım adım yol alıyor... Bir ilahiyat profesörü, ''kadın erkek birlikte oynarsa haramdır'' diyor; bir erkek şarkıcı televizyonlarda ''Mayo giyen kadın o...dur'' diye konuşabiliyor... Nereye gidiyor Türkiye?
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
Cumhuriyet bir fikir gazetesidir. Bu fikrin ne olduğunu 'Başyazarımız' yarım yüzyıl önce sağlam temellere dayanarak açık seçik dile getirmiş!.. Bugün durum ne?.. Laik Türkiye Cumhuriyeti, dinci, şeriatçı, İslamcı, mürteci rejimler okyanusunun ortasında bir ada gibi kaldı!.. Her şeye karşın biz fikrimizi elbette sonuna dek savunacağız... Ancak bu fikri savunmanın gün geçtikçe güçleştiğini de itiraf etmek zorundayız... Evet, gazetemiz tektir... Grup gazetesi olmadığı için tek... Sermaye gazetesi olmadığı için tek... Çalışanların gazetesi olduğu için tek... Patronsuz gazete olduğu için tek... Yalnız gazetecilik yaptığı için tek... Takıyyeci iktidara karşı muhalefette tek.. Kemalizmde tek... Ne olursa olsun fikrimizde direneceğiz!.. Laik demokratik Cumhuriyetin her şeye karşın ayakta duracağına inanıyoruz.
-
DİYANETİN AİLE DANIŞMA BÜRASINDA BOŞANMAYA ÇÖZÜM REÇETESİ... (Bir bardan suya 100 felak, 100 nas oku! ve kocana içir... Allah yardımcınız olsun...)
Ve kısacık bir ek... .......... "Çok uzakta ve gerçek sayılmayacak bir amaç isteyenler daima kaybedecektir..." .......... Dost sevgilerimle..
-
DİYANETİN AİLE DANIŞMA BÜRASINDA BOŞANMAYA ÇÖZÜM REÇETESİ... (Bir bardan suya 100 felak, 100 nas oku! ve kocana içir... Allah yardımcınız olsun...)
Size katılıyorum ve düşüncelerinizin altına imz atıyorum sevgili yam_yam Bakın bir yazarımız aynen şöyle açıklıyor hayatı; Aynen "Hayat": Gerçeklerle hayallerin oluşturduğu karmaşa. Bu nedenle hayatı en iyi yaşayanlar yazarlardır. Kendi kurdukları hayal dünyasını gerçekle bütünleştiriyorlar ve hayal-gerçek sentezini yaşıyorlar. Fakat bir de şizofrenler var... Onlar da gerçekle hayali birbirine karıştırıp, gerçek gibi yaşıyorlar. Oysa normal insanlar, gerçeğin ve hayalin farkındalar. Hiçbir zaman gerçek ile hayal, ne yazıkki onlar için birarada bulunmuyor. Bazen bu dünyadaki yaşamın, tanrının bir rüyası olduğunu düşünürüm. Tanrı bir gün uyanacak ve bu saçma rüya bitecek. İşte o zaman gerçek başlayacak. Peki, tanrı bir daha gerçekle hayali birbirine karıştırmayacak mı? Ne zaman bir rüyamın gerçek olmasını istesem, hep gerçekleşenler kabuslarım oluyor.
-
ŞAVAŞA HAYIR... (Dünya, şaşırtıcı biçimde ortadoğuda ki trajediye seyirci kalmakta ve insanlık dışı bu duru karşısında forum üyeleri olarak seyirci k)
. . . .
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
. . Cumhuriyet için ne gerekiyorsa biz varız... . .