Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Sevgili Shatin... Binlerce yıl önce olmuş bir doğa olayını peygamber döneminde olmuş olduğunu ifşa etmeniz doğru değil... Sevgiyle kalın...
  2. Evet din çoğu yerde çaresizdir.. Ve o nedenle mücezelere başvurmaktadır / başvurdurulmaktadır.. Ama bizim din anlmayışımızda mücizelere, korkulara, baskılara ve gericiliğe yer yoktur.. Çünkü 12.300 yıl önce gökyüzünde iki ay olduğu gözlemlenmiş ve bunu bugün maalesef bunu bir kutsal kitabın gösterisi ve bak bunu şu kitap söylüyor diye ortaya atıp onun mücizevi oluşumunu göstermeye çalışması mesnetsizliktir.. Bu nedenle.. Burada sadece duygusal,,, Sadece doğmatik,, Ve sadece akıl ve bilimin ötesinde doğmalar ile din tacirliğine soyunmak.. Bence en fazla kınanacak bir durumdur.. Defalarca söylüyorum.. Benim inancım sizin inanç biçiminiz ile asla ve asla örtüşmez... Ve bana da bir şey katacağını sanmıyorum.. Ama burada bilimsel şeyleri paylaşmayı.. Hangi dine, doğmaya dokunursa dokunsun sürdüreceğiz. Çünkü yaşadığımız yüzyılda yaşamın anlımına imza atmanın yaşamsal gerçekçilik ile olacağı su götürmez gerçektir... Sevgiyle kalın.. _________________ (Evet yazi mükerrer olmuş.. düzeltme yapmaya çalışırken olduğunu sanıyorum...)
  3. Bence bilim değil din çaresiz sevgli xlark.. Öyle mesnetsiz, Duygusal... Takım tutar gibi birşeylere inanılmaz.. İnsanlara da mücize gibi gösterilmez.. Bakın ay yarılması konusundada atıp tuttunuz Ama nedense araştırmadan, inecelemeden, sorgulamadan öylece kabul ediveriyorsunuz. Maalesef herşey sizin için yeterki dinen yazılmış olsun ... Bu nedenle düşünce doğma temellere dayalı olması konusunda hiçbirzaman inandırıcı ve doyurucu kimliğini yakalayamayacaktır... Ay yarılması ile ilgili bilimsel gerçekler.. Galaksimizde, 1.300 ışık yolu ötede yani 12.300 yıll öncesinde, Vela Takımyıldızı´nda bir süpernova patlaması oldu. Patlama, 11.000 yıl önce 10 magnitute derece parlaklıkta dünyadan görüldü; bu parlaklık dolunayın 7 gün sürmesi kadardı. Şu anda ise bizler patlamanın artıklarını 1.000 ışık yılı uzaklıktan görüyoruz. Patlama özellikle Akdeniz ufkunda görüldü yani Ay kadar parlaktı. Çıplak gözün görme yeteneğine göre, süpernovanın ışınlarının yaygınlığı Ay´ın çapını dahi aşıyordu. Bu muhteşem bir uzay dansıydı, akıl ötesi bir bir ateş kütlesi tüm renklere dönüşerek bir gayzer gibi fışkırıyordu. O zamanın gözlemcileri patlamayı nabız gibi atarken görüyorlardı. Büyük olasılıkla ormanlarda ve yerleşim merkezlerinde yaşayanlar gölge oyunları da gördüler. Vela sözcüğü İspanyolca ve gözlemek anlamında. Akadlar Sümer ülkesine Sümer Toprağı anlamında, Gözlemcilerin Toprakları diyorlardı. Süpernova, Michanowsky´in araştırmalarına göre Sümerliler tarafından görüldü ve kaydedildi; 4.000 yıllık bir yazıtta "Yaradılış Tarihi" başlığı altında; "Tanrı Ea´nın Vela´daki dev yıldızı" deniyordu. Timothy Ferris´e göre Mısır´ın Ankh´ı ve Tanrı Toth süpernovayı simgelemektedir. Böylesine büyük bir patlamayı bizlerin hayal etmesi dahi mümkün değil, gördüğünüz fotoğraflarda bir diğer süpernova patlaması yer alıyor; galaksinin 1940 yılındaki fotoğrafında olmayan patlama, bir yıl sonraki fotoğrafta açıkça görülüyor. Kimbilir oralarda neler oldu? Ve acaba şimdiki görüntü nasıl ama bunun için beklememiz gerekiyor... Kaynaklar: * Science Digest. * Tony Smith, "13 March 1941" * Sümerce-‹ngilizce Sözlük: Adapa (Dan Sullivan) * History of the Bronze Age in Mesopotamia Sevgi ve saygılarımızla...
  4. ******** HIRSIZLAR... (basına) yansıyan şu açıklamada bulunmuş: “Bu memleketin yüzde 99’ı Müslüman ama yüzde 60’ı hırsız. Böyle şey olur mu? Müslümanız diyoruz ama arkadaş, yalancılık, üçkağıtçılık, dolandırıcılık bizde” Sayın Vali’nin değerlendirmesine göre, bir başka tanımla ülkemizde ki Müslümanların yüzde 60’ı hırsız! Yoruma göre ortaya çıkan sonuç bu! Şimdi soruyoruz herkese; Elazığ Valisi haksızdır, söyledikleri boştur, Müslümanlar, namazında niyazında olanlar, oruç tutup Haç’ça gidenler arasından hırsız çıkmaz, hangi konumda olursa olsun, Müslüman yöneticiler ellerine fırsat geçtiğinde devletin, memleketin, ülkenin kaynaklarını yakınlarına, yandaşlarına, sülalelerine. ailelerine peşkeş çekmezler, Almanya’da garip gurebadan topladıkları paraların üzerine yatmazlar diyeniniz olacak mı içinizden? Buna göre, Bir camide namaz kılan 100 Müslüman’ın 60’ı, 500 kişilik camidekinin 300’ü hırsız! Ama bu adamlar, hiçbir cumayı kaçırmazlar, Ramazan’da Allah kabul etsin oruçlarını tutarlar, kandillerde dürüst Müslümanlar olarak birbirlerini kutlarlar. Uygun bir zamanını bulurlarsa Haç farizalarını yerine getirirler. Tüm bunlara karşın yüzde 60’ı hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, üçkağıtçılıktan geri durmazlar!.. Sevgili okurlar, Hırsız olarak tanımlanmayan yüzde 40 lık bölüm; işte bu ülkenin gerçek Müslümanları ve dindarlarıdırlar! İnançlarını, ibadetlerini hiçbir sapkınlık içerisinde olmadan, din sömürüsü ve tacirliği yapmadan, tümüyle Allah’la kul arasındaki bağa dayalı olarak, saf ve tertemiz duygularla, kimseye gösteriş ve reklam yapmadan, yapabildikleri ölçüde yerine getirirler. Onlara hiç kimsenin sözü olamaz. Ülkemizin gerçek evlatları onlardır! Halkımızın artık gerçekleri algılaması gerekir. Gördükleri her sakallıyı, takkeliyi, alnı secdeye değiyor görüneni, kara çarşaflıyı, eşi türbanlıyı, ağzından Allah kitap eksik olmayanı; dürüst Müslüman, Allah korkusu taşıyan dindar ve güvenilir adam düzeyinde değerlendirmemesi gerekir. Ayni durumlarla siyasette daha çok karşılaşacaklarını hesaba katmaları ve on yıllardan beri düştükleri hataya bundan böyle düşmemeleri yönünde tutum ve düşüncelerinde reforme etmeleri gerekir. Din siyasetçinin başta gelen sömürü aracıdır. Çok az istisna dışında dini siyasette koz olarak kullanmayan, dindar görünmeye çalışarak halkı aldatmayan, halkın din duygularını aldatıcı davranışlarla sömürüp oy toplamaya yönelmeyen siyasetçi sayısı ülkemizde ne yazık ki çok azdır. İşte Almanya’da yaşanan olaylar ortada. Müslüman kimliği ve görüntüsü altında orada çalışan emekçilerin alın teri paralarını toplayıp, ortadan kaybolan “Müslüman hırsızlar” ın İslami holdingleri, konumuzun en yeni ve çarpıcı örneğidir. Trilyonlarca paranın üzerine yatıp buharlaştıranların hepsi “Müslüman hırsızlar” dır! Öbür yandan, hemen her gün televizyon ekranlarında yaptıkları açıklamalarla halkın aklını karıştıran Türkiye’mizin “Müslüman deprem uzmanları” nın, birbirleri hakkında ki suçlayıcı konuşmaları, başka bir çarpıcı örnek. Biri diğerini, 1999 depreminden sonra zengin olduğunu, villalar, arabalar aldığını, çocuğunu yurt dışında okuttuğunu ileri sürerek haksız yere köşe dönmekle suçlarken, öbürlerini de ayni yolun yolcuları olarak niteliyor. Bunların hepsi Müslüman! İslami holding yöneticileri de. deprem uzmanları da! Birçoğu Ramazan’da oruçlarını tuttular. Bayram namazlarını diğer yüzde 60’lık Müslümanlarla birlikte saf tutarak huşu içerisinde “temiz bir vicdanla(!)” eda ettiler. Cuma namazlarında da öyle!.. Eşleriyle her cinsel ilişkide bulunduktan sonra cenabet gezmemek dolayısıyla günaha girmemek için dinimizin gereği gusül abdestlerini aldılar ve vücutlarını her türlü pislik ve melanetten arındırıp tertemiz oldular(!) Çünkü hepsi Müslüman! Yazımızın başında ki sorumuzu yineliyoruz: Sevgili okurlar, Elazığ Valisi Muammer Muşmal haksız mı? _____________________________________________________ Kaynak: http://www.acikgazete.com/?newsid=12507&category=149
  5. Tanrıya inanmayan papaz*... Ben kutsal kitapta yazıldığı gibi bir Tanrı’ya inanmıyorum. Kutsal kitapta anlatıldığı gibi bir yaradılışa da inanmıyorum. Meryemin bakire olduğuna ve Tanrı tarafından hamile bırakıldığına, İsa’nın da tanrının oğlu olduğuna inanmıyorum... İncil’de ki yaradılış teorisi ve Tanrı tanımı çok saçma ve mantıksız. Çocukken bile bütün bunlar bana çok saçma gelirdi, şimdi iyice saçma geliyor. Benim inandığım Tanrı İncil’de anlatıldığı gibi komik ve basit olamaz.’’ Bunları söyleyen bir papaz. Adı Thorkild Grosböl. Danimarka’nın en zengin bölgelerinden birinde icra ediyor mesleğini. Bir ön bilgi olarak hatırlatayım. Danimarka bir krallık ve bizim anladığımız anlamda sistem laik değil. Bizde ki Diyanet İşlerine tekabül eden bir kilise bakanlığı var. Ve devlet dine bu bakanlık aracılığı ile karışıyor. Papazlar oldukça uzun ve ciddi bir teolojik eğitim alıyorlar. Yani kimse 2 günde papaz falan da olmuyor. Elbette şimdi bir papazın çıkıp kutsal kitapta ki Tanrı’ya inanmadığını söylemesi, üstelik çocukluğundan beri inanmadığını söylemesi ciddi bir durum. En azından bakanlık, kilise ve kamuoyu açısından. Bu papazın görev süresi boyunca kıydığı bütün nikahların, yaptığı bütün kutsamaların, katıldığı bütün cenazelerin dine uygun olmadığı yetmiyormuş gibi, yıllar boyunca her pazar kilise de cemaati de aldatmış olduğu iddia ediliyor şimdi. İşin daha da ilginç tarafı cemaat papazını destekliyor. Bu desteğini de yürüyüş yaparak gösterdi üstelik. İncil’de ki Tanrı’ya inanmayan papazı desteklemek için yaptıkları yürüyüşte taşıdıkları pankartta ise ‘’ Biz ona inanıyoruz ! ‘’ yazıyordu. Söz konusu komite ise tamamen Tanrı’ya inanmayan papazı destekleyen cemaat üyelerinden oluşuyor. Şimdi ayıklayın pirincin taşını bakalım. Günümüzde Danimarka protestan kilisesinin geldiği en uç tartışma noktası bu. Daha önce de değişik olaylar karşısında, benzer tartışma ve bölünmeler yaşamıştı Danimarka kilisesi. Sizin anlayacağınız bu Danimarka kilisesinin ilk vakası değil. Ama yine de Tanrı’ya inanmayan papaz, bu ülkede bile hayal gücünün sınırlarını zorladı doğrusu. Böylesi de ancak Danimarka’da olabilirdi zaten. ______________ * Thorkild Grosböl’e Tanrıya inanmayan papaz adını Danimarka basını taktı. http://www.acikgazete.com/?action=journalist&aid=2265
  6. Bugün çiçeğim sadece romantik şovalyeye... Sevgi ve saygılarımızla...
  7. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
  8. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bülent Ecevit'in yitikliğinden dolayı çok üzgünüm... Türkiye'nin başı sağolsun... Bülent Ecevit'in yaşımı için: http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=354
  9. Anladım... Düzeltelim o zaman... O bilim adamı o tezi ortaya koymuş ise bugünün bilinen, görülen, yaşanan, hissedilen problemlerin çözümüne yönelik bir düşünce ortaya atmıştır... Tartışılır, konuşulur ve o sorun ve probleme yönelik uygun bir strateji belirlenir ve yaşama konur... Burada bilim adamımın söylediklerinin günümüz koşullarına cevap veremez durumda olan bir doğma düşüncenin etkisinden ziyade günümüzün koşullarına uygun bir araştırma ve bilimsel bir çözüm olabileceği gerçeğinin kabuludür... Yoksa tabirinizle; "Eskiden din adamlarının düşünceleri herkesin düşüncelerini bastırırdı, artık bu işi bilim adamları "ben bilimciyim, dediğim doğrudur" kisvesi altında yapıyorlar." düşüncenizdeki bugüngü bilim ile doğmatik bir yapıyı özdeşleştirirseniz asıl sizler skolastiğin yani bilimsel sorgulamanın yasak olduğu düşünce tarzı yöntemine düştüğünüzün belirtisinin daha yerinde olacağı düşüncesindeyim....
  10. Yukarıdaki düşünce size ait değilmi..
  11. Nerede geçmişte din hocası herkesin düşüncesini bastırırdı gerçeği... Güldürmeyin adamı.. Çevremde 80'ler merdiven dayamış ve hiçbir hacı, hoca, cemaat, şıh bilmeyen aydın, ileri görüşlü, dini ve ideolojik kolelikten uzak akılcı, bilimin ışığı doğrultusunda ve insancıl, hoşgörülü, sevgi dolu topluma hizmet etmekten başka birşey düşünmeyen bir yığın örneklerle dolu.. Üstelik hiçbir dinde ve bir inanca sahip olabilmek için hocaya, şıha ulamaya vb. ihtiyaç yoktur.. Benimsersiniz, araştırırsınız ve objektif, nesnel ve realitenin (gerçek bir yaşamın) ibadetinizi yaparsınız... Fakat bugün sizin bahcettiğiniz hocalar ne hale getirdi memleketi... Din üzerinden ticaret (Cübbeliler, aczmendiler, süleymancılar, nakşibendiler, kadiriler vb)... Din üzerinden soygun (yimpaş, kombasan vb).. Din üzerinde ****** halkın politik tercihlerin suhistimal edmek (Refah, AKP, Faziler, islamo faşit yapılanmalar vb.) Din üzerinden şekilcilik (kılık kıyafette cübbe, sarık, takke, çarşap, başörtüsü, vb..) Gecin bunları dostum geçin... Biz biliriz yaratan ile aramazdakileri... Bizler yaşadığımız dünyaya daha mutlu, daha uzurlu, daha rahat, daha eşitlikçi ve daha yaşanılabilir bir dünyanın haline getiremezsek... Asıl o zaman imanımızın ne oduğuna bakılmaksızın neye mağruz kalacağımızı... Herkes önce akılcı, üretken, yaratıcı ve bilimsel tavrımızı ortaya koymaya bakalım... Gerisi hikaye... Sevgiyle kalın...
  12. Bir yazarımızın bahsettiği gibi; Bunun adı yeni CİCİ DEMOKRASİ'dir.. Cici demokraside (İRTİCA) tövbe estağfurullah, Allah, Hazreti Peygamber, Kuran-ı Kerim, Müslümanlık, namaz, niyaz, tesettür, oruç, iftar, sahur ve de aklınıza gelebilecek kutsal ne varsa çok partili rejime girer, iktidar pazarlamasında kullanılır... Cici demokrasinin kadını örtülüdür.. Çarşaf.. Türban.. Peçe.. Üçü de cici demokrasinin özgürlüklerindendir... Tesettür, cici demokraside özgürlüktür.. Kadın köledir!.. Dinci, İslamcı, üçkâğıtçı, yolsuzluk sanığı kim varsa ' demokrasi' dendi mi, enteli de koluna takıp öne atılır: - Cicime dokunmayın!.. - Peki, laiklik?.. - Boş ver, laiklik bürokrasinin marifeti!.. - Halk ne ister?.. Halk su baskını mı ister, sosyal adaletsizlik mi, yoksulluk mu, işsizlik mi, terör mü, hırpalanmak mı, ezilmek mi, ülkenin parçalanmasını mı ister, kutsal İslamın dincilikle siyasete pazarlanmasını mı ister?..
  13. Bence profesör'ün söylediklerini demorkaratik ve laik Türki Cumhuriyet vatandaşları olarak önyargısız, akılcılığı ön planda tutarak, bilimsel çerçevede ve sosyolojik açıdan tartışılmasında ve değerlendirilmesinde ben bir sakınca görmüyorum... Ki bunu söyleyen bir bilim adamı... Çok iyi bilinen bir ABD ve CIA güdümlü Fethullah Gülen denen o adamın bir gazetesinin köşe yazarı değil... Dolayısıyla Yimpaşların ve bunun gibi modern soyguncuların desteği dini pazarlama ve iyiniyetli inananları sömüren bir çevrenin sonucunda varlığını sürdüren bir gazete de Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olarak tabiki onun ilke ve hedeflerini bir bir karalıyacak, çamur atacaktır... Biliyorsunuz bugünkü feodal kapitalizmin beslendiği iki kaymak var.. Birincisi din tacirliği.. İkincisi ise Atatürk ve onu ilke, devrim, kurum ve kuruluşlarına saldırmak ve çamur atmak... Dışarıda Emperyalizmin büyüttüğü bir kavganın içeriden sürdürülebilen bir kavgasıdır bugün yapılmak istenen ve yapılan... Ama bize tutmaz / tutamaz....
  14. İnsanım diyen ve insanda olması gereken en önemli özellik... Bana göre... Teorik olarak; Duygu ve düşünce... Pratik te ise; Duygu ve düşüncelerine paralel olarak Tutum ve davranışlarıdır... Diyebilirim...
  15. Sevgili Evrensel... Başka söze ne gerek detirtecek türden... Yüreğine ve kalemine sağlık... Teşekkürler ...
  16. Türkiye'de insanlar halen de bir kuzu melemesi kadar saf ve iyidir ve bu çok az halkın özelliğidir. İçteki İyilik... Başkaları en fazla kibar olabilir. İngiliz erkeklerini "gentleman" diye tanımlarlar, bir kapıdan önce kadının geçmesi konusunda asla hata yapmayan bu adamlar, komşuları hasta olduğunda ona bir ambulans çağırma iyiliği göstermez... Öyle acımasız millettir. Dostoyevski'yi okuyarak yetişmiş, insan dramını tanıyacak durumdaki Rus erkeği okuduğunu bırakıp başına silahı dayamış adamı intihardan vazgeçirmeye çalışmaz... Öyle soğuk millettir. Ölüyorum desen Alman'a sıktığı vidayı bıraktırıp yaralı parmağa işettiremezsin... Öyle robot millettir. Bir İtalyan'dan açlıktan ölsen siestada dükkân açtırıp bir dilim ekmek alamazsın, ama insanlık üstüne saatlerce konuştuğunu duyabilirsin. Öyle "maskara" millettir. Bu ülkenin ama zengininden fakirine her kapısından iyilik görebilirsin. Bir Türk bu iyiliği bulamadığı için yabancılarla iki kuşak beraber yaşamakta ve fakat onlara karışmamaktadır. Ama yabancılar buraya geldiğinde bize hemen karışır, çünkü onların ruhu da aslında bu iyiliği arar. Batı'daki gençlerin Katmandu, Hindistan hatta Anadolu yollarına düşmesi bundandır ve oralarda kendine hepsi baharda fidana yürüyen cansuyu gibi iyilik şırınga etmektedir. İyi olmak için tanıdık olmaya gerek yoktur. Bedenimizde hiçbir hücrenin ötekiyle tanışıklığı, sinir hücrelerini ayrı tutarsak, dokuz seneden geriye gitmez, hatta çoğu birbirini birkaç saat ya da gündür ancak tanır. Ama mükemmel bir yardımlaşmayla çalışırlar. Neden iyiyiz?... Çünkü biz hareket halindeki bir organizmanın ritim içinde devinen milyonlarca küçük organı gibi davranıyoruz. Sanki bir dev yürüyor, içinde karaciğer, yürek, böbrek birbirine yardım ederek, birisi öldüğünde kendisinin de öleceğini bilerek yaşıyor; bir kadın kollarında bir çile yünü tutarken ötekinin de yumağı sarması gibi yardımlaşıyor. Yardımlaşmak, kışın kazak giymek kadar sıradan ve aynı kazağı yazın çayırda sıyırıp çıkarmak kadar coşkulu bir şeydir ki, bunu yapamayan kendini hasta hisseder. İyiliğin değeri, verene olan maliyetinin, alana olan yararıyla çarpımının, o toplumdaki iyilik sayısına bölünmesiyle bulunur... Maliyeti yüksek bir iyilik başkasına çok yarar getirmiş olsa bile, o toplumda dayanışma yaygınsa yine de düşük bir değer taşır. Ama aynı iyilik yardımlaşma olmayan toplumda değerli görülür. Örneğin bizim toplumda sinilerle insan doyurmak o kadar matah bir şey görülmezken, Almanya'da sigara ikram etmek bile iyilikten sayılır. İyilik yapmanın ödülü yoktur... burada, basitçe içimiz iyi olduğu için iyilik yaparız. Hz. Ali'nin namaz kılarken bile parmağındaki yüzüğü çıkarıp sadaka verdiğini söylerler. Batı'da yalnızca filozoflar iyilik yapabilir, ama Doğu'da iyilik halka aittir. Bir kişinin iyilik felsefesi olmadan iyi olması ne kadar soylu ve eşsiz bir durumdur. Karşılıksız iyiliğin bir tehlikesi varsa o da beleşçiliktir... beleşçilerin türemesi, tüm toplumun yardımlaşmasını tehlikeye atar. Çünkü yaptığı yardımın hiç geriye dönmediğini görünce, kişi kendini kurtarmak için hızla beleşçi olur. Böylece herkes beleşçi hale gelmekte ve toplum dağılmaktadır. O yüzden savunma refleksi olmayan Doğu'da beleşçileri ortadan kaldırmak yaşamsal bir önem taşır. Türk toplumunun bozulmasının altında bu yatmaktadır, herkes yardımlaşmayı istemekte fakat herkes beleşçi olmaya mecbur kalmaktadır. Aslında beleşçiler her zaman vardı... Eskiden köyde dedikoduyla beleşçi tespit etmek kolaydı. Maymunlar bile ağaçta tünerken, aradaki beleşçiyi, hırlaya hırlaya anlaşarak belirler ve üzerine çullanıp öldürür ya da koloniden sürerler. Büyük şehirde dedikodu, beleşçi tespitinden başka işle uğraşmakta ve amansız bir adalet sistemi toplumun beleşçiden kendini koruması için şart olmaktadır. Bugün bizde de o içteki iyilik solmaya başladı;... Türk insanı şimdilerde iyiliği ancak zor günde hatırlıyor. Türk insanı bunlara rağmen her zaman en azından yarı yarıya iyi olmuştur, ümidim odur ki yapı kolay değişmeyecektir. Başkalarının kötülüğü ortak ruhtaki iyiliği bitirmeyecektir. ________________________________________________________ Bilim Teknik 03.11.2006 / Tahir M. ceylan
  17. Düşüncelerinize katılıyorum sevgili netman.. Konu başlığından uzaklaşıldığı anda konu ile ilgisi bulunmayan iletilerin silinmesi önerinizi destekliyorum... Bakıyoruz ki tüm toplumu ilgilendiren öyle ciddi konuların bile katkı sunulacağı ve görüş bildirileceği yerde kişisel geyik muhabbetine dönüşmesini ise son derece yetersiz, anlamsız ve ciddiyetten uzak buluyorum... Sevgi ve saygılar...
  18. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bence Sosyologlar ve bilimselci konuyu çok iyi özetlemişler... Ben mesajını aldım ve sizinle aynı fikirdeyim... Emeğine sağlık... Teşekkürler sevgili bilimselci... Tebrikler...
  19. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sevgili taurusmutis Öncelikle bu forumu güzelleştiren, anlamlı kılan ve değer kazandıran biri olarak gitme kararınıza gerçekten çok üzüldüm... Evet gidilebir tabiki ve her kopuşlar yeni başlangıçları da beraberinde getirebilir... İşin en acı tarafı söyleyebilirmisin sevgili dostum, bizlerde yarattığın sempatik, güleryüzlü, sıcak duygularının sorumluluğunu kimler üstlenecek... ... Neyse... Gitmeden önce sana yakışan bir iki cümle var dudaklarımda.... Bir endülüs şarkısınin bir çığlığa dönüştüğü kelimeler bunlar ve aynen; "Gitme vakti gelmişti, usuldan kalktım. Yaşlı kadının havuzun sularına düşen karanfilini aldım, yakama taktım ve yürüyüp gittim. O kırmızı karanfili şimdi sizlere sunuyorum ve çok yanık kokuyor..." der gibisin giderken... Evet o kırmızı karanfılı şahsım adına ben alıyorum sevgili taurusmutis... Tekrar görüşme umuduyla diyorum... Yolun açık olsun dostum... Sevgi ve saygılarımla...
  20. Sevgili arkadaşlar... Konunun daha verimli bir seyir alması açısından Öncelikle demokrasimizden bahsetmenin uygun olabileceğini düşünüyorum... Demokrasimize tam olarak demokrasi denememesinin sebebi 'demokrasinin ilkeleri ve uygulanmasına dair kimi algılamaların, Müslüman ve Batı kültürleri arasında büyük bir yanlış anlamaya neden olduğu görüşüdür...' Yani; Müslüman bir ülke olmamızdan ötürü ki devlet müslüman değil laik yapıdadır (ama nedense dine de müdaale etmekle geri kalmaz ) Müslümanlara/müslüman ülkelere kendi demokrasi anlayışlarını kendi ülkelerinde uygulamak için daha çok fırsat verilmesi, bunun için de somut bir adım atılıp şeriatla demokrasinin bütünleştirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarır ki (günümzde laik dinci kavgası bu yöndedir) bu da bizi olsa olsa MELEZ BİR DEMOKRASİ OLGUSUNA GÖTÜRÜR ve bunun adı da bir demokrasi değil olsa olsa İKİNCİ SINIF BİR DEMOKRASİ'dir. Bu anlaşış ve düşünceyi başta ABD olmak üzere AB istemekte ve beklemektedir.. Belki bu gerçeği bilerek ve bu düşünceden yola çıkarsak sanıyorum bir gelişme kaydedebiliriz... Yani; öncelikle konuşmakta, düşünmekten, araştırmakdan ve sorgulamaktan korkmadan kendi determinasyonumuzu çok iyi analiz edip kalıcı ve etkili bir politika ve tercih ortaya koymalıyız ki bu ne ABD isteği ve ne de AB isteği doğrultusunda ama tamamıyle kendi öz ve değerlerimizle örnek olabilecek bir model geliştirebilirliği ile olacağı düşüncesidir.. Ve Ülkemiz bunu başarabilecek ve yakalayabilecek potansiyeldedir.. Yeterki idaremizi bir din veya yapısına ters bir alana sürükleme ve arayışa sokma gayretinde bulunmayalım (politik olarak) Bu da demektir ki Bu çoğrafya da (her tür dine sahip ve her tür rejime komşu bir ülke konumuyla) bu ülkenin insanı olarak herkesten daha çok çabalamak ve bu tür kavramları daha etkili ve geniş yelpazeyi de içine alabilecek biçimde anlam yükleyerek toplumsal bir uzlaşma sebebi olamil ve bu da öncelikle DEMOKRASİDEN NE ANLADIĞIMIZI VE NASIL BİR DEMOKRASİ İSTEDİĞİMİZİ algılamamızdan geçtiğini unutmamak gerekir. Yoksa toplumsal anlamda onu anlamadan, algılamadan, bir yaşam biçimi ve bir felsefe olarak benimsemeden bunları başarabileme ihtimalinin bize göre değil birilerine göre ölçülüp biçileceğini unutmamak gerekir. Hepinize dost sevgiler..
  21. Sevgili arkadaşlar.. Öncelikle şu konuyu bilmekte fayda var.. Birincisi.. Laiklik dinin devlet işlerine karışmaması ise, Türkiye bunu başarmıştır. İkincisi... Devletin din işlerine karışmaması ise, Türkiye bunu benimsememiştir. Meral Tamer' in 5 Eylül 2003 günlü Milliyet gazetesindeki yazısında; ''laikliğin din ve devlet işlerini ayırma işlevini pense olarak laiklik; bireyi cemaatin yükleyeceği esaretten kurtarıp özgürleştirme işlevini kürek olarak laiklik; toplumu bir arada tutan işlevini de tutkal olarak laiklik'' şeklinde, gerçekten bir benzerinin daha bulunabilmesi olanaksız özgünlükte bir anlatımla açıklamaktadır. Yinede konu çok ciddi tartışımaya açık gözürükmektedir...
  22. Türkiye'de İrtica Vardır! Egemen güçlerin de her an gözler önünde sergilenen çifte standarttan vazgeçip tüm erkleriyle ve yetkileriyle, bu toprakların gerçek sahibi tüm insanlarımızın farklılıklarına kendileri için bekledikleri saygıyı göstererek, bu güzel, fedakâr ve cefakâr ulusu, Mustafa Kemal Atatürk'ün hedeflediği çağdaş uygarlık yoluna yöneltmeleri gerekmektedir. Ülke sevgisi, ulusal bilinç, çağdaş olma ilkesi, ne derseniz deyin, "dürüst" ve "nesnel" olmayı gerektirir! Hem bu nitelikleri taşıdığını söyleyip hem de gerçekdışı ya da kendi çıkarına uygun değerlendirmeler yapıp "gerçek" leri yok saymak ve her şeyi göze alıp bu yok sayılan "gerçek" lerin var olduğunu söyleyenleri karalamak, dürüstlük ve nesnellikle asla bağdaşmaz! 1950'lerde Menderes 'in, ilk icraat olarak, ezanın Türkçe okunma zorunluluğunu kaldırmasıyla başlayan din sömürüsü, inançların siyasal arenada en önemli ve ilk "söylem yozlaşması" halini alışı, ne yazık ki günümüze katlanarak getirilmiştir. Çok partili rejimimizle birlikte var olan her parti, her politikacı ne yapıp edip söylem ve eylemlerinde dinsel konuları kullanmadan edememektedir. Osmanlı saltanatının ve hilafetin son bulup Cumhuriyetin kurulması sırasında tüm gücünü yitiren egemenlerin, eski görkemli günlerini anımsayıp yeni rejime ve devrimlere cephe almaları doğaldır. Bu cephede, "din elden gitti-gidiyor" yaygaralarından başka da bir malzeme kalmadığından, yeraltından yerüstüne çıkanların da tek malzemesi aynı söylem olagelmiştir. Doğrudur, Türkiyemizde, İran, Afganistan ya da Suudi Arabistan benzeri bir şeriat düzeninin kurulması olanaksızdır. Ancak egemen güçlerin sürekli din sömürüsü ekseninde varlıklarını sürdürmeye çalışmaları, ellerindeki erki ve yetkileri kullanarak yapısal ve kalıcı, gelişimi geriletici alanlar, kaleler ve güçler yaratmaları olgusu, somut ve yadsınamaz bir "gerçek" tir. Bütün bu somut gerçeklere karşın bu ülkenin taşına toprağına emek veren, her türlü eşitsiz koşullarda var olmaya çalışan sade yurttaşların, geçmiş rejime ya da bugün şeriatla yönetilen ülkelerdeki yaşam biçimine özlem duyduklarını, bu nedenle radikal İslamın temsilcilerine oy verdiklerini söylemek, hem büyük bir yanlışlık hem de haksızlık olacaktır. Ülkemizin insanları, Anadolu topraklarının, Kibele Ana'nın çocukları her zaman ileriye, daha iyiye, daha güzele bakmışlardır; onlar sağlık ister, eğitim ister, iş ister, adalet ister, insanca yaşamak ve çocuklarına kendisininkinden daha iyi yarınlar bırakmak ister! İrtica sözcüğü kapsamına giren eylem ve söylemlerin yaratıcısı ve uygulayıcısı değil, olsa olsa kurbanıdır, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla ulusumuz. Ufku olmayan, kendini geliştiremeyip bin yıllar öncesinin dinci ve ırkçı söylemlerine tutsak olmuş, Doğu ile Batı arasında sıkıp kalmış, her şeyi ya siyah ya beyaz gören, insanları dindar-dinsiz, vatansever-vatan haini diye damgalamayı varlık nedeni, yalanı, hakareti, iftirayı, beyin yıkamayı ve kışkırtmayı tek yöntem bilenlerin kuşattığı bir toplum ne yazık ki ilerleyemez, ilerleyemeyen her şey gibi geriler. Bir yüzümüz, çağdaşlaşma beklentileriyle Batı'ya, öbür yüzümüz şeriat özlemleriyle, petrol tutkunlarının ittirmeleriyle Ortadoğu'ya, radikal İslamcı rejimlere dönük, bıçak sırtında bir Türkiye görüntüsü oluşturuldu. Biri olmazsa diğeri!.. Dört elle sarılıp bir hazine gibi korumamız gereken "laik" düzenimizden "devrim" lerimizden, çağdaşlaşma yolunda eğitimden, kadın haklarından, eşitlikten, dürüstlükten, evrensel hukuktan kaçıyor, töre cinayetleriyle, tarikat ve sıkmabaş görüntülerimizle, garip kitaplarımızla, fetvalarımızla, cinlerimiz, büyülerimiz, aptes sularımızla, izinli izinsiz Kuran kurslarımızla, kontrolsüz geliştiği itiraf edilen tarikatlarca paylaşılmış camilerimizle, her kademede gerçekleştirilen kadrolaşmalarla adeta Cumhuriyete meydan okuyoruz! Halkın beklentisi; Evet, halkımızın ne birlik-beraberlik karşıtı ne de şeriat yanlısı bir beklentisi bulunmaktadır. Bu çok doğrudur. Ama halkımız, bugünden daha iyi, daha sağlıklı, eğitimli, adil ve çağdaş bir yaşam beklemektedir ve bunu hak etmektedir. Egemen güçlerin de her an gözler önünde sergilenen çifte standarttan vazgeçip tüm erkleriyle ve yetkileriyle, bu toprakların gerçek sahibi tüm insanlarımızın farklılıklarına kendileri için bekledikleri saygıyı göstererek, bu güzel, fedakâr ve cefakâr ulusu, Mustafa Kemal Atatürk' ün hedeflediği çağdaş uygarlık yoluna yöneltmeleri gerekmektedir. Maya tutmuştur. Çağdışı ve irtica yönlü hiçbir eylem ve söylem, uygarlık ve gelişme nehrini tersine çeviremez. ___________________________________________________ Prof. Dr. Türkan SAYLAN ÇYDD Genel Başkanı
  23. Maalesef çok haklısın sevgil Marcus... Maalesef... 31 Ekim 2006 / Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Günther Beckstein, "Münchner Merkur" gazetesine yaptığı açıklamada, "Gerici çevrelerin, başörtüsü kullanılmaması gibi doğal bir talebi ölüm tehditlerine gerekçe göstermeleri çok üzücü" dedi. Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) Vakfı Direktörü Faruk Şen de Almanya'daki Türk toplumu içinde belirli güçlerin düşünce özgürlüğü ve kadın-erkek eşitliğine saygı göstermediklerini görmekten büyük üzüntü duyduğunu belirterek, "Deligöz'ün, buna rağmen yolundan dönmek ve susmak istememesi takdire değer bir cesaret örneğidir" şeklinde konuştu. Yeşiller Partisi'nin Federal Meclis Grubu Eş Başkanı Renate Künast, Alman özel televizyonu "n-tv"ye yaptığı açıklamada, farklı düşüncelerde de olsalar insanların düşünce özgürlüğünün hiçbir şekilde kısıtlanamayacağını göstermek için bir kampanya başlatmak istediklerini belirtti. Künast, Türk hükümetine de çağrıda bulunarak, ne Alman topraklarında, ne de Türkiye'de düşüncelerini özgürce dile getiren insanların tehdit edilmesinin kabul edilebileceğini açıklamasını istedi. Deligöz de RBB-Inforadio'ya yaptığı açıklamada, tartışmaların alevlenmesini istemediğini, kendisinin sadece düşünce özgürlüğüne vurgu yapmak istediğini söyledi. Deligöz, "Politikacılar göçmenleri kullanmayı ve onların sırtından politika yapmayı bırakmalılar. Göçmenlerin de bu ülkedeki demokratik kurallara uymaları ve topluma katkılarını sağlamaları gerekmektedir" diye konuştu. ________________________________________________________ Kaynak: http://www.acikgazete.com/?newsid=12444&category=166

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.