Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Evet sevgili la_bohéme... Yarın uçağım 13,50 'de kalkacak ve sanıyorum 16,25'te orada olacağım.. Harektliliğine bünyem dayanırmı bilmiyorum ama bildiğim birşey varki o da kolay yorulmadığım Bak yemek konusunda çok iyiyiyimdir mesala çok seçici olduğumu bildiğimde öyle kolay kolay beğenmem ve işte bu nedenle yorulmayı unuttum diyebiliriz... Yemek derken aklıma geldi.... Champ Elysees 55'te bulunan 'Restaurant Leon de Brussels'e mutlaka ama mutlaka gideceğiz... Brüksel'in ünlü midyecisinin Paris'te 12 şubesi varmış ve ben midyeyi severim o nedenle mutlak birine gitmek isterim... Diğer taraftan peynir, sarımsak ve fesleğenle tatlandırılmış midye olan 'Moules a escargot'yu terciğ ederim çünkü çok güzel olduğunu söylüyorlar ve çok lezzetliymiş.... Veee Yanında beyaz bir şarap; 'Bourgogne sauvignon de Saint Bris'. Çoook eyleneceğiz çok... Yarın görüşmek üzere sevgili la_bohéme... Ben şimdiden çok eyecanlıyım ve aynı şekilde seninde olduğunu biliyorum... Ailen ile tanışmak ise hayrıca bir onur olacak benim için... Görüşmek üzere diyorum... Şimdilik hoşçakal... Dost sevgiler... Bu arada buradaki yazılıramım yarından itibaren Fransa / Paris'ten olacak ve gezdiğimiz yerleri, çektiğimiz fotoğrafları ve ilginç olayları buraya taşımaya çalışaşağız... Ben çok güzel olacaağına yürekten inanıyorum... Eminim yaşamın elinden koparacağımız güzel kareler yakalar ve güzel anılara imza atarız... Hepinize kucak dolusu sevgi ve saygılarımla....
  2. Sevgili denizzz ve Evrensel düşünceleinize katılıyorum.... Eğer Mustafa KEMAL ATATÜRK birazcık bile dindar olmuş olsaydı zaten Vahdettinin kuklası olur ve ona destek verirdi.... Ama o bilimi ve aydınlanmayı seçti... Neden peki... Bana göre dinin etkisi sonucunda ülkelerin ne menem bir kaos ve çıkmazda olduğunu görmüş olmasıdır.... Yoksa böyle çağdaş bir Cumhuriyet kurmuş olamazdı... Dost sevgilerimle...
  3. Vee son 2 gün... Bu bende her tatil dönemi olduğu gibi bundada insan ister istemez heyecanlanıyor... Başka bir rüzgar esiyor insanın kafasında normal yaşamın çok aksine... Bunu söşle ifade etmek mümkün aslında... Bana göre tatil bir iz bırakan sevgidir, bir umuttur, bir dokunuştur yaşamın başka boyutuna... Mesela Paris dediğim zaman aklıma sanat'ta gelir ki Da Vinci’yi, Rembrand’ı, Picasso’yu yaşayabileceğim bir ortama girebileceğimi bilmek ve bu tabloların kime ait olduğunu öğrenme fırsatı bulacağım bir tabloyu burada kısaca anlatmayı deneyebilmek. Bunlar hep heyecanımı arttıran sebebler... Tekrar belirtiyorum.. Sevgili la_bohéme'in inanılmaz katkıları olacak tum bunlarda ve onun imzası daha büyük olacak bu gezide... O nedenle kendisine yüzlerce teşekkür etmeyi bir borç biliyorum... Ve ona minnettar kalacağım... Sevgili la_bohéme... Sana buradan dost sevgilerim gönderiyorum... Elinde kocaman DİPNOT yazısı ile havaalanında karşılayacağın hanı sabırsızlıkla bekliyorum.. İyi ki varsın... İyiki...
  4. Öncelikle böyle güzel ve anlamlı bir eseri bizlere kazandırdığın için çok teşekkürler sevgili GeceKuşu... Sadece şunu söylemek isterim... “çocuk sesin bir kokusu vardır; suskununsa korkusu.” Yani güzel dostum Yüreğinle ve kaleminle kal emi, Tam vurgun yediğini sandığın anda suni teneffüs olan bir yazı dizisi... Unutmayalım lütfen: Dip balıkları bile, ölünce yüzeye vurur.
  5. Böyle güzel ve anlamlı bir fotoğraflar ile ilgili olarak hiç ses yokmu... Yaşadığınız çoğrafyanın önemi hakkında bir değerlendirmeniz.. Ne bileyim en azında bir düşünceniz.... Yoksa bu toplum tahlisizliklerin soncu duyarsızlığını mi yitirdi.... Ya da refleksi birşekli ile yok yok mu edildi... Yinede olabilir tabiki ama.. Şurası bir gerçek... Bu dünya üzerinde yaşamış olan ve havasını soluduğu ülkesel birlikteliğin önem ve değerini anlama zorluğu çeken herkes ile ilgili sevgi ve saygım var... Çünkü umudumu gerçekten yitirmedim... Ve onlarla birlikteliğime olan inancım asla... Herkese dostça, yüreklice sevgi ve saygılar gönderiyorum...
  6. Teşekkür ederim sevgili la_bohéme... Bunların hakkından sen gelirsi walla Bu arada NICON D70 Fotoğraf makinem ve yeni aldığım Hp dizüstü bilgisayarımın entegrasyonu da hazır artık.. Vee son 2 gün... Ver elini Paris... Bu arada sevgili adrenalin... Güzel bir espriydi dostum... Sevgiler..
  7. Sevgili la_bohéme... Herşeyi yapar ve her yere giderim ama... Sakın bana Hızlı tren deme olurmu...
  8. DİPNOT şurada cevap verdi: karçiçeği_m başlık Şiir Forumu
    Dönüşü Olmayan Gidiş... Giderken Ne bir uğurlayan var Bu evde beni Ne / döndüğümde Karşılayan bakışlar. Sadece Özleminin Yalnızlığımla kesiştiği yerde Asılı duran hüzün var. Kalkmış göçün Yükünü indirdiğin Her duraktan. Bana kalan Fırtınaya yakalanmış Kuru çiçekler yığını / hatıralar. Kayıp gidiyor toprak Ayaklarımın altında Nereye bassam. Irmakta / suya düşen öpüşlerimiz Kırağı düşmüş saçaklarda Gülüşlerimiz üşümekte. Adı batsın Yazgısı değişsin Bu / dönüşü olmayan gidişin. Ya da / öğretsin sabrı Nafile Çaresiz Yüreğime dağları deviren bekleyişin. _______________________________ Kamuran ESEN
  9. Türban Üstü Az Peruk... Madde bir: Erkek senin saçından tahrik oluyor ey nisa taifesi, kapa o saçını... Bunu diyen kutsal değil, başka insanlar. Hangi akla hizmet söyledikleri de belli değil. Çünkü hep söylüyorum, en yakın başvuru adresiniz en yakınınızdaki kutsal kitabınızdır, bir zahmet gidip bakınız. Orada saçını gösterme diye bir emir var mı? Ziynetlerinizi örtünüz, göstermeyiniz diyor, ve örtülerinizi de omuzlarınıza kadar salınız diyor. Amaç o kadar meydanda ki anlamamak için özel çaba gösteriliyor ve kadının saçı bir dinin neredeyse simgesi haline getiriliyor. Madde iki: Başını örtmeyi samimi olarak inancının bir gereği olarak gören kadınlar, başlarını örtüyor. Ama bunların örtüsü adı üstünde: Başörtüsü!.. Türban değil, türban üstü peruk olacak kadar komik, inancın özüne ve sözüne aykırı bir siyasi simge değil. Madde üç: Burada karşımıza kör inanç çıkıyor. Bu inanç kör görmüyor, anlamıyor. Bir türlü kullanıldığını, bir türlü üzerinden siyaset yapıldığını anlayamıyor. O siyasi düzen ön görüldüğü haliyle hayata geçirildiğinde elde edeceği özgürlüğün sadece "kapanma özgürlüğü!" olacağını sanıyor. Özgürlük dendiğinde aklına sadece saç göstermeme özgürlüğü geliyor. İnancı gözünü ve dimağını öylesine kapatmış ki, ne eğitimi görürse görsün, hangi üniversitenin hangi bölümünden derece derece üstüne mezun olursa olsun, kafası türban üstüne peruk takma izan ayarında takılı kalıyor. Madde dört: Bir kere olsun, tanrı aşkına bir kere olsun düşünün! Sizin de erkek çocuklarınız var, var olacak belki. Erkek kardeşleriniz, arkadaşlarınız, akrabalarınız var. Bu erkekler sizin saçınızdan tahrik olup kendini kaybedecek kadar zavallılar mı? Sizin saçınız tanrının size verdiği bir ceza mı? Şu uçsuz bucaksız evreni düşünün, Dünya gezegenindeki bir kadının uzayan hücreleriyle uğraşan bir tanrı olabilir mi? Madde beş: İnandığınızı söylediğiniz inancın kitabı her surede diyor ki: "Aklınızı kullanın!".. Size akıl verdik diyor.. Akıl!!.. O akıl, saçı göstermemek için takılan bir örtünün üstüne saç takılmasına nasıl izin veriyor? Sadece bu bile, taktığınız örtünün aslında bir siyasi simge, bir kullanılma aracı, bir korkaklığın kadınları ön saflara sürmesi olduğunu göstermiyor mu? Madde altı: "Bir çocuğu eğitmek istiyorsan, işe anneannesinden başlayacaksın" Akıl, öğretileni bellemek değildir. Akıl, öğrenilmiş davranışları sorgulama zahmetine girmeden sergilemek değildir. Ve akıl, insan olma değerini kör inanca kurban etmek değildir.. Akıl, her şeyden önce bunun sadece insan ırkında olan bir yeti olduğunu anlamaktır. Kadın ya da erkek değil, insan! Ama o insanı anneler şekillendiriyor ilk adımda. Ve o ilk adım o kadar önemli ki, kadın bugün, hesaplarını uzun vadeyle yapanların oyuncağı oluyor. Hem de saçlarından suçluluk duyacakları kadar. Hem de saçı saçla örtecek hale gelene kadar. Yoklukları, kendi elleriyle tescillenecek kadar. Madde yedi: Ben demiyorum, kutsalınız diyor: "Aklınızı kullanın!" Örtmeyin artık, kullanın!... ___________________________________________________________ Kaynak: Sevgili aysegül engin'e sevgi ve saygılarımızla...
  10. Aslında ne güzel olurdu gelmeniz... Forumdan birkaç dostla birlikte gitmek bu geziye daha bir anlam katardı... Hayrıca da sevgili by_x_man elemizden geldiğince Parisin birçok güzelliklerini kendi fotoğraflarımızla ve yorumlarımızla karınca kararınca sizlerle paylaşacağız... İnanı bu bize büyük mutluluk verercek... En azından yanlız olmadığımızı hissedeceğiz... Sevgi ve saygılarımla... Çook hoş olacak çooook... Ve çok teşekkürler sevgili la_bohéme... Ve Türk Yunan müziği eşliğinde otantik bir ortamda ve birazda çakır kıyaklığın vermiş olduğu hava ile orada mutlaka yeni Türk ve Yunan dostlukları oluşturacağız... Louvr'a tabiki gitmek isterim... Kim istemezkiii.. Louvr Müzesi’nin büyüklüğünü ve zenginliğini herkes bilir. Paris’e geldikten sonra bu müzeyi gezmeden dönmek olmaz. Tıpkı Eyfeli, Zafer Anıtı’nı, Concorde Meydanı’nı, Sacre Coeur’u görmeden dönülmeyeceği gibi. Müzeye gelmeyi aklına koyan herkes gibi bizim de gelmeden önce aklımızda Mona Lisa ve Son Akşam Yemeği’ni görmeden dönmek te tabiki olmaz. Sevgili la_bohéme inanıyorum ki senin çok değerli katkılarınla unutulmaz bir tatil olacak bu... Ama bana Parc Disney'den bahsetme bi daha olurmu...
  11. Üvey Sevgili... Senden sonra.. artık.. hepsi... üvey, sevgili!… O’nu tanımadan çok önce kendime kabul ettirmeye çabaladığım tek şey, yalnızca olasılığıydı ve ‘neden olmasın’ konu başlıklı umuttu çabama tek tesellim. Adı neydi, neye benziyordu, ne zaman ve nasıl belirecekti yüreğimin ufkunda; en ufak bir fikrim yoktu ama eninde sonunda bir gün aynı anda aynı yerde olacağımızı ve ‘bir elmanın iki yarısı masalı’ gereğince, hiçbir zorlama olmaksızın, doğal bir çekimle, birbirimizi birbirimizle tamamlayacağımızı biliyordum. Aramıyordum, pencerelerin önünde beklemiyordum ama hazırdım çoktan kapı daha çalınmadan açmaya... Hazırdım O’na... Sonra... Uyumaya çalışırken, bir masal olup giriverdi uykularıma... Uyadığımda başucumdu benim... “Gözleri okyanus bakan, çok eski bir adam tanıdım. Ceplerinde taşıyordu beş yaş düşlerimi. Yüzü güneşli bir ilkyazdı, elleri yıldızlı bir Olympos gecesi... Nefesim gibi kokuyordu nefesi ve aynı yerden kanıyorduk yara aldığımızda... Yüreği endemik bir kır menekşesi, hercâi.. varlığı epidemik bir yaz nezlesi...” diye başladı masal... O masal hiç bitmedi! II Sol göğsümdeki ben gibi taşırken varlığını yüreğimde... yaptığı kardan adamı buzdolabında saklamak isteyen küçük bir kızın çocuksu inancı, inadı ve saflığıyla... her okuduğumda bir kez daha kendimle tanıştığım şiirleri, kırmızı kokulu dağ çileklerini, çizgili pijamaları ve hazan Bodrum’unda güneşli deniz kenarlarını sever gibi... gerçek, içten, sebepsiz... sorsalar:Yorumsuz! Seviyorum seni.... Kardan adamın dostluğu güneş çıkana, güneşin dostluğuysa hava kararana kadardı. Büyümek, öğretmişti çocuksu denklemlerin gerçek hayatta geçerli olmayacağını. Bir yenisi, gidenin yerini doldurabiliyordu, kabullenmiştim zor da olsa... Ama sen benim beni terk etmeyen en dostum, yerini başka hiçbir varlığın dolduramadığı tek yalnızlığımsın! İşte bu yüzden hiçbir sıfat tamlamaya, tanımlamaya yetmedi, yetmiyor seni! III Bandırasız bir gemideyim, o gemiyim belki.... Açık denizlerdeyim tayfasız, filikasız.. Serdümeni işten attım, motorları kapattım; saatte 4 knot hızla.. yelkenler fora! Anılar takılmış uskura, can çekişiyorlar ıpıslak bir acıyla. Yarınlar güneşleniyor güvertede, yeislerim-korkularım sintinede pusuda... Umut kuşu bir martı tünemiş kasaraya. Geçmiş lumbozlardan bakıyor, düşlerim asılıyor civadrada. Tramola atmaktan vazgeçtim nicedir, tornistan etmek de yok artık bir daha. Apazlama seyirdeyim, rüzgâr frişka. Barkaroller var dilimde yakamozların yazdığı sözlerini ay ışığının aydınlattığı, meltemlerin suflesi kulaklarımda... Pruvada bekliyorum, `sınır-ı zaman`sız.. yalansız.. gözlerim alargada.... IV “Ellerimde bir göztasi, gözlerim boş gidiyordum Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu...” En sevdiğin Can Baba şiirlerinden birinin ilk iki mısrasıydı seni balık, beni okyanus yapan! Sonra kendi şiirini yazdın sen: “Sadece okyanusun farkında olan balıklar beceremez ağlamayı ve sadece derin okyanuslar ısıtır varlığıyla, ağlayamayan balıkları...” Ve bir anda okyanus oldun sen, ben oldun; fırtına gecelerinde karaya vuran dalgaların yeni bir şiir daha ekledi yüreğimin sahiline: “Okyanus kurudu ve bir birikinti kaldı sadece. Az daha o da gidiyordu! Sonra merak etti okyanus: Acaba tamamen kuruyunca ne olurdu? Ve o korku, yağmurları yağdırdı... Şimdi tekrar yine okyanus olma yolunda deniz ve en büyük damlaları hep sen.... seni seviyorum.... ” Tüm bunları okuduktan sonra ben de bir şiir yazdım. O şiirin adı ‘UMUT’tu... Okunmaya okunmaya silindi söz dizimleri, geriye bir tek başlığı kaldı! V Sonrasızlığa öncelik tanıyan eksik bir teşebbüs aşkımız.. Bir köprünün iki ayağı gibiyiz; bir araya gelsek, yıkım olur! Ve sen... Hem yarsın, hem ser... ikinizden de vazgeçemiyorum. Deveye hendek atlatsam, köprüde iki keçi; keçileri barıştırsam, Ice köpek kovalar isimsiz kedilerimi... Sende bir kış ayısı miskinliği, bende katır inadı... aslında biz neyiz biliyor musun: Aşk Çölü’nde bahtsız iki bedevî! Kutup ayısını görmemek için gözlerimizi yumuyoruz acıya, yaralarımız kanamaz sanıyoruz; yaraları öpülünce can acılarının azalacağına inanan beş yaş afacanları gibi.... Maalesef ya da yaşasın; istemeden bir oyunun tam ortasındayız. Oyunun adı: Çölde saklambaç! Ama korkudan öyle bir saklandık ki, korkarım, bulunduğumuz yerden yaşlanmadan, ya da kutup ayısı Hakk’ın rahmetine kavuşmadan çıkamayacağız! Biz hayat saklambacında birbirinin yerini bilerek birbirinden, hem de ebeden saklanan iki saf çocuk.. ayrı kuytularda ama beraber yaşlanacak, beraber aşklanacağız! VI Ben senin... hiçbir zaman alamayacağın Çubuk Şarabı’n, Samsun tadındım; ‘ölürüm sana’n, sosyal danışmanın, sonsuza dek umudundum. İnanıyordum sana, tüm söylediklerine ve hiç yapmadıklarına. Öyle ki, yenileceğimi bilerek, ama duygularım uğruna savaşmadan vazgeçilecek kadar basit olmadığından, yeldeğirmenleriyle savaşan o şövalye gibi savaştım aramızdaki imkânsızlıkla. Ama iki kişinin olduğu bir sandalda tek başıma kürek çekerken, git gide gücümü ve inancımı yitirerek yorgun düştüm ben de sonunda. Ama haklıydın! Sen.. ne aradığını bilmeyen bir balıkçıydın; hangi denizde ne tutulur, hangi balık çıkar, hatta sen tutmak için yeterli misin?, bilmiyordun. Olması gerekenler ve olmaması gerekenler; hangisi ve ne zaman? diye bocalamanın dışında hiçbir şey yapmıyordun. Evet, belki de beni sevemeyecek kadar yufka yürekliydin ve “Her şeyi, herkesi bir anda silip yanına gelebilsem”, derken bile o filmdeki sen kadar kendine güvenemedin, o adam kadar cesur olamadın! Zamanlarca, öyle hiçbir şey yapmadan, ancak üstüne düşecek bir göktaşının sana yardım edebileceğine inanıp durdun. Yalnızca... olduğum için Allah’a, olduğumu öğrendiğin için kaderine, beni tanıdığın için şansına ve seni sevdiğim için bana aşık olmak yeter sandın. Yetmedi balığım... Sen içindeki Hemingway’i her şartta koruyabildiğine inansan da ve uzun yolculukları göze alabildiğini düşünsen de... söylesene, aslında hangi düşünü gerçekten yaşamak istedin ve yaşatmak için çabaladın ki sen! İşte bu yüzden... ‘ilk görüşte aşk’tın, daha ilk celsesinde imkânsızlığa dönüşen! ... ______________________________________________________ Kaynak: ÖzgeCan
  12. Arkadaşlar... Yeni yıla sadece 6 gün kaldı. Caddeler, alışveriş merkezleri, mağazalar şimdiden süslenip ışıl ışıl olmaya ve bizleri yeni bir yılı heyecanlı bekleyişine hazırlamaya başladı bile... Bu arada itiraf etmeden geçmek olmaz... Bugün gün 38,5 derece ateşle evde yatıyor ve ofisimde çalışmak zorundayım... Ama sebebi galiba sabah soğuğunu düşünmeden akşam gideceğim yemek için giydiğim şorttu... Eğer yeni yıl için yurt dışı planlarınız varsa elinizi çabuk tutun çünkü son anda aksilik çıkması canınızı sıkabilir. Konsolosluk önleri şimdiden metrelerce kuyrukla doluyor. Tur şirketlerinde yerler hemen hemen dolmak üzere. Edindiğim bilgilere göre Türkler tercihlerini Bali, Mısır, Endonezya gibi sıcak ülkelerle, Paris, Venedik, Prag gibi romantik şehirleri tercih ediyorlarmış... Tabiki İstanbul’da da yeni yıl gecesi için tercih edilecek bir çok etkinlik var... Neyse.. Şu han saat tam 11:30... Ve bence en çok istediğiniz şeyi kalbinizden geçirin... Sevgi ve saygılarımla..
  13. Şiir değil ama şiir gibi bir öykü... Ve bu öyküler tamamıyle yaşamı içine çeken seyyah duyarlılığında olacak... Ve sadece yüreğinden nefes alabilenler anlayabilecek... Dost sevgilerimle...
  14. Gözlerine Dalmak Calypso'nun… Maskesiz, dipsiz ve yalansız bakıyordun... Mavi derinlikler yalnızlık demekti… Yer Juan de Nova adasının açıkları… Gece 11.00 suları… Aysız bir gece… Derinlik 24 Metre Geçmişimden kaçmak için daldığım denizler… Benim düşündüğümden daha da karaymış derinler... 38 Metre ve 38 yaşımın yalnızlığı 42 Metre.. Derinlik sarhoşluğunun mateminde arınıyordu günahlarım… 44 Metre… Karanlık… Tünel ve tünelin ışıltılı caddeleri… Derin bir uyku halindeyim… Denizin kutsal yorgunluğuyla sürükleniyorum… Hiç tanımadığım karanlıklar ve karanlıkta gezinen düşlerim… Düşlerimiz? 46 Metre Birden karşımda belirdi tüm masumiyetiyle…yaklaştı , ne güzeldi… ”Dünyayı sırtında taşıyan Atlasın biricik kızı “Calypso”yum…Aşkı ve yarını sorgularım”dedi.. Maskesi bile yoktu … Maskelerimi çıkardım ben de… Dipsiz ve yalansız bakıyordu… Kızıla çalıyordu saçları… Aşık olmalıydım böyle söylüyordu bakışları… Konuşma sırası bana gelmişti. Merhaba adım Fe_cob (*)…Su altına sürgün olarak gönderilmiş kanadı kırık deniz atıyım ya da bir Nautilus ya da deniz atına binmiş kendini şövalye zanneden kırık bir Anaforayım… Kim bilebilir ki? Anlamamıştı … Balıklar telaşlı yüzüyorlardı.. Daha fazla yaklaştı, gözlerimizi ayırmıyorduk birbirinden… “Yüreği yosun kokar denizlerin unutma Yosun kokusu aşk demek aklında olsun Sen dal ben daldığın yerde olurum bunu hatırla” dedi. Göğe doğru yükselirken,elini tutmak için ona doğru uzanıyordum, uzandıkça yükseliyordum… 44 metre Azot atımının ilk dakikalarıydı daha .. Azot muydu aşk mıydı… Bunu şimdi kim bilebilir di ki? 42 metre Ve ben ilk sende tattım sarılışın mavi, birlikteliğin bu denli teklifsiz olduğunu… aynı gece anladım yüreğime yönelmiş sabırsız sevgiliye gülümserken, koynunda ne güzel kokarmış deniz... 38 metre … Atlantalı'ların kuzey adalarına çıkması ve Korsan Lemuria’nýn büyük Tufan da yok olması arasında kalan düşsel çağlara dayanır kadınımın hüzünlü ve soylu geçmişi... 32 Metre Kendimi keşfetmek için daldığım bu sularda gördüm ki , AŞK ; tuzlu öpüşmelerde gizliymiş. Bundan sonra ki yaşantımda nasıl deniz suyu sürmezdim sevdiğimin dudaklarına ya da nasıl beklemezdim tuzlu göz yaşlarımın öpüşmelere karışmasını? 26 metre kızıl saçlı kadın uçsuz maviliklere sahip çıktı, Maviliklere bilindik üç ses eklendi, Ağlara takılan Balık , Kızıl saçların esintisi ve rotasını kaybetmiş düşler..düşlerim 17 metre Kendi düşüme bile sahip çıkmayı becerememiştim. Ne acı di mi? 12 Metre Okyanusun ortasında bıraktığın düşlerimizi ; şimdi hangi kağıt gemilerin küpeştelerinde bir varmış ile bir yokmuş arasında yolculuklara çıkartabilirdim... 9 metre Adını yazıyorum istiridye kabuklarına Aşk diye Mavi derinliklerde seni arıyorum düş diye.. Kanım yeşil , göz yaşlarım tuzsuz akıyor bu derinlikte Öğrendim ki: Sevdiğim kadının adı: j-826 mayın tarama gemisi Ogygia adası onun memleketi İçimde tuzlu çığlık haykırışları… Ve Calypso… Calypso girmiş düşlerime... Firarını verdim maviye çalan düşlerin , bu gece… meğerse ne güzel başlarmış hayat denizlerde... Seni Seviyorum Sevgiyle dal Calypso... ________________________________________________ Kaynak: Mehmet Aydın - (*)Fernandes Federico
  15. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Herkesin yeni yılını / noel'ini en içten dileklerimle kutlar... Yeni yılda acıların, savaşların, yıkımların, karanlıkların olmadığı aydınlık bir dünya özlemiyle sevgi ve saygılarımı sunarım...
  16. Bunu yapan amerikalının elleri felç olmuşmuş... Yok böyle mantık.. Kaldı ki bunları kimisi sanatıyla, kimisi düşüncesiyle yapıyor bu işin müslüman'ı Iristiyanı yok.. Herkes kendinden olmayan bir dini çoğu kere aşağı görüyor ve onu karalıyabiliyor... Mesela Salman Rüşdhü yazısıyla... Teslime Nesrin düşünceleri ile... Türkiye'de Turhan Dursun yorumlarıyla... Ve daha binlercesi... Nedence kimsenin elleri, ayakları, beyinleri ve bilmem nereleri felç olmuyor.. Ama şurası bir gerçek... Birileri tarafından ölüm fetvahsı çıkartıp pekala allah adına cinayet işlenebiliyor. İşin en acı tarafı burada bence... Kimse işin bu tarafını görmüyor nedense...
  17. Gidenler anlatıyor... __ YORUMSUZ __ PARİS'İN ŞİİRİ KAÇTI... Adamlar haklı: Avrupa eskidi ve köhnedi. Pırıltısı kalmadı. Tadı kaçanlar artık başka yerlere kaçıyorlar, fakat birbirlerine de o kadar kızıyorlar ki, biri Dubai'ye gidiyor biri Los Angeles'e, en uzak noktalara... Şaka, şaka. Avrupa'da elbette tarih var ama zengin Arap ve hışır Amerikan görgüsüzlüğü yok. Köklü kültür var, ihtişam arama. Bu Serdar'la Oray da elele verip bana büyü mü yaptırdılar nedir, Paris'ten soğudum. Paris çok gürültülü ve çok kalabalık. Sıcakta da hiç mi hiç çekilmediğini yeniden gördüm son gittiğimde. Eskiden tenha ve sakin miydi? Hayır. Tıpkı bunun gibi, Hogart'ın on sekizinci yüzyıl Londra resimlerine bakınız, Piccadilly'de amansız bir at arabası ve üç köşeli şapkalarıyla insan kalabalığı göreceksiniz, o zamanlar da tıklım tıkışmış... Kalabalığın, seslerin ve kokuların, ışıkların eski tadı yok. Turist sayısı çok arttı, çok çok arttı. Çünkü refah yükseldi. Turizmin 'mevsimi' de kalmadı, pek pek ocak ve şubat aylarında azıcık tavsıyor, onun dışında müzelere falan artık itiş kakıştan ve kuyruklardan kolay kolay girilemiyor bile... Ortalık her mevsimde binlerce Japon kaynıyor... Otuz beş yıl önce Türk görsek boynuna sarılırdık, şimdi Rivoli Sokağı'na, Opera yakınlarına falan çok mecbur kalmadıkça uğramamaya bakıyoruz. Hele şu ünlü Galeries Lafayette mağazası, Türkçe anonslarıyla Gima'nın Paris şubesine döndü. Artık kahvehanelerde uzun boylu oturulmuyor, Ertuğrul Özkök'ün gençliğinde La Choppe Parisienne kahvesinde yaptığı gibi Türkiye kurtarılmıyor... Artık kahveler yalnızca 'soluklanma yerleri' olarak kullanılıyor. Sol ölünce oralarda artık birtakım sakallı mütefekkirler, kızıl atkılı ve ateş gözlü delikanlılar, dergi satan ya da bildiri dağıtan delişmen kızlar da yok. Les Deux Magots ya da Flore gibi 'entel mekanlarında' yazar çizer yok, Sartre'ı ya da Hemingway'i göreceğini sanan ve asla sigara içmeyen aptal Amerikan karıları var... Sigara içilen bölümde oturuyorsun, bir süre sonra kapıdan Albert Camus değil, pek pek Enis Batur giriyor. Büyük sermaye küçük sermayeyi yuttu. Fnac ve Virgin gibi dev şirketler, sokak arası kitapçılarını, plakçılarını öldürdüler. Gezinirken takılmak, sayfa karıştırıp göz gezdirmek falan yok, bir köşeyi dönünce ummadığın, bilmediğin şirin dükkancıklarla karşılaşmak yok artık, açılış saatini kollayıp yüzlerce kişiyle birlikte büyük mağazanın merdivenlerine saldıracaksın... Paris'in şiirini böyle yediler. Ceket giyen yok be! Palto giyen yok, pardesü giyen yok, manto giyen kadın kalmadı. Yazın herkesin elinde bir plastik su şişesi, üstünde 'büstiyer', kıçında şort; kışın herkesin sırtında sentetik anorak... Oysa bir sinema çıkışında, ışıklar tıpır tıpır yanmaya, yağmur da çiğil çiğil yağmaya başlamış, yanındaki kadının ürperip koluna girmesi, senin de mantosunun üzerinden onun sırtını okşaman ve elini tutup kendi paltonun cebine sokman ne demektir, bilir misin? Bu Paris benim bildiğim Paris değildir. Bu İstanbul'un benim bildiğim İstanbul olmadığı gibi. Çünkü benim bildiğim Paris'te cep telefonuyla konuşulmaz, Internet'e girilmez ve DVD seyredilmez. Ermeni görünce de kaldırım değiştirilir ki tatsızlık çıkmasın. Benim bildiğim Paris'te, Buci Sokağı'nda Globe kitapçısının vitrininde gizli gizli Pravda Gazetesi'ne bakılır, bir yandan da sağa sola bakılır, çevrede başka Türk olmasın. Bakalım gidip göreceğiz... __________________________________________________________________ KAYNAK : Akşam / 13/11/2006 / Karakutu
  18. .... Lido; Kırmızı ve siyahın ağırlıkta olduğu mekan 1100 panoramik koltuğu sahip, yaklaşık 18 bin metrekarelik bir alanı kullanıyor. Ses ve ışık oyunları içinde şovun hikayesine göre sürekli değişebilen sahne bir bakıyorsunuz Las Vegas'ta bir kumarhane olmuş, bir bakıyorsunuz yıldız savaşlarının yapıldığı bir uzay üssü. İşte bunları önceden bilmek ve bilerek tatil yapmak sanıyorum heyecan ve keyfi daha da arttırıyor... En azında ben öyleyim ve sabırsızlanıyorum...
  19. Bence bu ibretlik, dehşete düşüren, üzücü ve tahlihsiz açıklama karşısında olayın vahametini de net ortaya koyan örnek bir düşünce... İnsanın değer biçtiği şeye bakın... İnanılır gibi değil... Bunu istemezdim ama ne kadar haklı olduğumuzu çok daha iyi anlıyorum... Esefle kınıyorum...
  20. Kesinlikle sevgili la_bohéme... Yine France Rhône-Alpes ve farklı bir yer ve muhteşem bir görüntü... Artık herşey hazır ve hazır buraya gelmişken sizlere ana başlıkta bahsetmiş olduğum Lido'dan bahsetmek istiyorum... Lido dünyanın sayılı kaberelerinden biri ve 1946 yılında Joseph ve Louis Clerico kardeşler tarafından kurulduğu zaman kendine özgü bir kabareymiş. Daha sonra yemekli bir gece şovuna dönüşmeye başlamış. Şu anda dünyanın önemli eğlence mekanlarından biri. Zaman içinde kazandığı bu haklı ünü kaybetmemek için Lido kalitesinden taviz vermiyor. Bu arada Revü deyip geçmeyin… Her bakımdan Bayağılık ve estetik arasında şov kızının vücudundan, giydiği elbisenin kumaşına, yaptığı dansın koreografisinden müziğin seçimine kadar çok önemli farklılıklar var. Lido, revü geleneğinin en seçkin örneği. 80 profesyonel kız ve erkek dansçının yer aldığı şov, teknolojinin bütün imkanlarından faydalanıyor. ... Lido ilgili yazım devam edecek...
  21. Evet son altı gün sevgili la_bohéme... Gündüz gözüyle görmek istediğim bir yer France/Rhône-Alpes... Emin olun mutlaka elimden geleni yapmaya çalışacağım...
  22. Bu sahneyi ve bu tartışmayı uzun zamandır biliyorum... Bir dönemler opera'ya olan merakım beni bu olayla ilgili merakımı arttırmıştı... Fakat şunu çok iyi biliyorum ki, mitolojik (tarihsel) bir öyküden esinlenen eserin olay örgüsünün tamamıyla Millattan Önceki dönemleri kapsayan ve 12. ve 13. yüzyılda geçtiği dikkate alınırsa, Bana göre burada hiçbir din ya da peygamberin ne şekilde olursa olsun tartışma konusu olamayacağı açıkça görülüyor... Almanya Berlin’de sahnelenen bu oyun ve tartışmalara yol açan "Idomeneo" ise bana göre tamamen sahne yönetmeninin yorumundan kaynaklanmakta olup bence sanatın her alanda yer bulabilmesi için her türlü düşünce ve kültürde yerini tamamıyla almasının bir sonucu olara görüyor ve sahneyi tasvip ediyorum (onaylıyorum)...
  23. Büyüleyici, romantik, gizemli Paris tatilim için ar her şey hazır artık ve geri sayım başladı… 29 Aralık 2006 tarihinde kalakacak uçağımla yaklaşık 2,5 saatlik bir yolculuk sonucu yaklaşık 14,30 sularında Pariste olacağım. Çok sevgili la_bohéme arkadaşım beni Paris’in en büyük hava alanı olan Ch-de-gaulle’de karşılayacak ve bu handan itibaren uzun çalışmalar sonucu yaptığımız ortak gezi planı çerçevesinde program fiilen başlamış olacak… Büyük bir olasılıkla ilk iki gün Trocadero Meydanı'ndan Opera'ya, Notre Dame Kilisesi'nden Louvre Müzesi ziyaretetlerimiz olacak ve büyük bir olasılıkla gündüzleri Sen nehrinin etrafında dolaşıyor, cafe'lerde soluklanıyor olacağız… Tabiî ki sizlere daha iyi yorum ve fotoğraf görüntülerini yorumlama amacıyla… Fakat şurası bir gerçek; Paris'e gidince nasıl Champs Elysees'den geçmeden olmazsa, Champs Elysees'den geçince de "Lido"ya uğramadan olmaz. Dünyanın sayılı kabarelerinden biri olan Lido, rüya içinde rüya gibidir. Paris'in o büyülü atmosferi, gece kulübünün sınırları içinde yeniden yaratıldığı için, Lido'yı görmek abartılmış bir Paris rüyası görmekle eşdeğer olacak bana göre... Biz sevgili la_bohéme arkadaşımın büyük katkısı ile bu sürükleyici geziye büyük bir Heyecanla hazırız.. Amacımız bu gezinin her karesine sizleri de aramızda görmek... Umarım keyif alırsınız… Umarım bizleri bu gezide düşünce ve yorumlarınızl yanlız bırakmazsınız... Hepinize yürekten kocaman sevgiler...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.