DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
DİNİ ADETLERİN KÖKLERİ ve BİLİMSEL TARİHİN ÖNEMİ... (Örn. Peçe çok daha öncelerden Arabistan ve Mezopotamya'da kadınlar tarafından «theristerum» adı.)
Peçe çok daha öncelerden Arabistan ve Mezopotamya'da kadınlar tarafından «theristerum» adı altında ve sıcağa karşı bir korunma aracı olarak kullanılıyordu. Dini Adetlerin Kökleri ve Bilimsel Tarihin Önemi... Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendi'nin Sümer tarihi ile yazdıkları nedeniyle mahkemeye verilmesi skandalını ibret ve dehşetle izlediydim. Ancak beni dehşete sürükleyen o anda Türkiye gibi uygarlıktan nasiplenememiş ve geri kalmış, halkı büyük ölçüde bilgisiz bir toplumda olanlardan ziyade, insan denen akıllı varlığın nasıl kendisine belletilen herhangi bir şeyi (kaynağı ne olursa olsun), gözleriyle gördüğü (veya gözle görüldüğünü bir başkasından belgeleriyle öğrendiği) bir hakikate tercih ettiğini bir kez daha görmemdi. Beyin tembelliği diye betimleyebileceğimiz bu insan özelliği büyük ölçüde genetik bazı şartlanmaların yarattığı alışkanlıklar nedeniyle kültürel kökenlidir ve insan tarihinde gördüğümüz büyük felâketlerin en önemli kaynaklarından biridir. İnsanın ilk öğretmeni annesidir. İnsan hayatta kalabilmek için gerekli pek çok marifeti ve alışkanlığı annesinden öğrenir. Anneye «inanmak», dolayısıyla, hayatta kalma savaşı için gerekli önemli bilgileri edinmiş olmakla eş anlamlıdır. Evrim, insana bu kıymetli bilgileri her ne bahasına olursa olsun «saklamayı» kodlamıştır; ancak kültürel evrim biyolojik evrimden hızlı olduğu için, insan annesinden öğrendiğini, gözleriyle görerek öğrendiğinden veya kendisine gözlem raporu olarak sunulanlardan daha gerçek addetmekten vaz geçememiştir. Dinler tarihini biraz incelemiş olanlar bile bilirler ki, henüz Paleolitik (kaba ve yontma taş çağları) dönemde (kabaca günümüzden 7-8000 yıldan önce; yani Dördüncü Zaman Buz Çağları döneminde) insanın yaratan, yani tanrı olarak kabul ettiği ve kendisine tapındığı ilk varlık annedir, yani kadındır. Dünyanın ve toprağın hemen tüm mitolojilerde kadın olarak kabul edilmesi, bilhassa Neolitik dönemde (cilâlı taş devri) tarımın gelişmesiyle iyice farkedilen, içinden canlı çıkartma özelliğidir. İlk insanın «topraktan yaratıldığı» efsanesi de ekilen tohumdan bitki türemesi gözlemiyle anne=dünya=toprak eşitliğinin birleştirilmesinden çıkmıştır. Dolayısıyla annesinden öğrendiklerine kendi gözleminin bile ötesinde «inanan» insan, Tanrı buyruğu olarak kendisine belletilenlere de, aynı evrimsel içgüdüyle inanır ve onun gözlemle naksedilmesine izin vermez. Peki iki tanrı çarpışırsa ne olur? Veya iki din karşı karşıya gelirse? Her insan kendisine önce öğretilmiş olan tanrıdan öğrendiklerinden vaz geçmemeye çalışır.[/b] Bu nedenle tüm dinler, mezhepler vb aslında kendilerinden önce gelenlerin gerçek yoldan sapmış oldukları, buna mukabil kendilerinin insanları gerçek yola döndürmek için geldiklerini, yani bir geriye dönüşü temsil ettiklerini iddia ederek ortaya çıkarlar. Bu şekilde insanları «yeni» dine, (veya yeni mezhebe) onun aslında «en eski dini» (veya gerçek dini) temsil ettiğini söyleyerek kazanma yolu seçilir. Örneğin, kaç kere dindar Müslümanlardan «aslında Hz. dem de Müslümandı» sözünü duymuşumdur. Dinlerdeki bu muhafazakârlık elemanı, onları sık sık eski dinlerin pek çok öğesini kendilerine mâl etmeye itmiştir. Örneğin tâ Sümerlerden beri bilinen insanın topraktan yaradılışı efsanesi, Tufan efsanesi ve daha pek çokları büyük Sâmi dinlerine (aslında tek bir din geleneğinin Musevîlik, İsevîlik ve Muhammedîlik olarak betimlenebilecek üç kolu) dahil edilmiştir; Müslümanlıktan önceki Kâbe'nin kutsiyeti, baştanrının adı ve kurban kesme gibi öğeler, Müslümanlık öğretisi içine alınmıştır (bilhassa bkz. Daum, W., 1985, Ursemitische Religion: Kohlhammer, Stuttgart). Beni bu yazıyı yazmaya iten de elime bugün (28/XII/2006) yeni gelmiş olan meşhur Ortaçağ ansiklopedisti Seville psikoposu Isidor 'un (?560-636) «Etimolojiler» isimli kitabının bu yıl ilk kez yayımlanan İngilizce tercümesinin önsözündeki bir bilgi oldu. 620-636 yılları arasında yazılan eserinde İsidor bizlere Müslümanlıkta kullanılan peçenin çok daha öncelerden Arabistan ve Mezopotamya'da kadınlar tarafından «theristerum» adı altında ve sıcağa (Güneş'e?) karşı bir korunma olarak kullanıldığını bildiriyor. Şimdi gel de bunu İstanbul'un kışında, kurşun renkli bir gökyüzü altında yüzünü gözünü dinin gereği diye kapatan Müslüman bir kadına anlat. İşte bu yüzden bilimsel bir tarih bilgisi, bilimsel herşeyin bilgisinde olduğu için önemlidir. Ve bu yüzden halkını bilimsel bilgiye ve (en son Darwin'e yapmaya yeltendiği gibi) bilginlere karşı kışkırtan Bay Hüseyin Çelik gibi Millî Eğitim Bakanları bir ulusun bekâsı için en büyük tehlikedir. _____________________________________________________ Kaynak: Bilim Teknik 12.01.2007 / Pr. Dr. Celal ŞENGÖR...
-
Sevgili La_bohem... DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN... :)
Düzeltelim o zaman.. Doğum saatini ve doğum gününü kutlarım la_bohem... Umarım herşey gönlünce olur... Sevgiler...
-
"ILIMLI İSLAM" = LAİKLİKTEN ŞERİATA GİDEN YOL... (Soğuk savaş; ADNAN MENDERESİ, Adnan Menderes SÜLEYMAN DEMİREL'İ, Süleyman Demirel TURGUT ÖZAL'I,..)
Bütün dünya bu gibi doğmalardan mümkün olduğunca arınırken.. Ne yazıkki bizim gibi ülkeler ve toplumlar çaresizlikten, aklını kullanamakatan ve hazırcılıktan olsa gerek bir türlü kafasını kaldırıpta o tür zincirlerden kurtulma zahmetine bile girememesi ne kadar acı bir durum... Çünkü kendi aklını kullanmak yerine binlerce yıl öncesinin düşünce ve yazıtlarından medet umanlar eninde sonunda içinde bulundukları caresiz düşünsel kölelikten kendilerini arındıracaklardır... Bu kacınılmaz bir gerçektir... Yoksa daha çoook ertelenmiş cennetlerin muhammasına doğru hayaller kurarak çölde serap görürüz.. Saygılar...
-
"ILIMLI İSLAM" = LAİKLİKTEN ŞERİATA GİDEN YOL... (Soğuk savaş; ADNAN MENDERESİ, Adnan Menderes SÜLEYMAN DEMİREL'İ, Süleyman Demirel TURGUT ÖZAL'I,..)
Geçin bunları kardeşim geçin.. Ben hiçbir dinin günümüz koşullarına cevap verebildiğine ve verebileceğine de inanmıyorum.. Binlerce yıl önce yazılmış destansi şeyler benim bu günüme klavuzluk edemez.. Herşeyi yarat fakat gönderdiğin bir kitabı günümüze uyarlanabilecek gibi bir hale getirme... Eski kalıplaşmış her şeyi ezberlet dur... Olmaz öyle şey.... Bu beni sıkar... Hayrıca dostum... Haydi bu güne bakalım.. Yolsuzluk.. Rüşvet.. Hırsızlık.. Sahtekârlık gırla.. Artık devlet kesimini saran ahlaka aykırı eylemleri vukuat-ı adiyeden sayıyoruz, hem hukuk kuralına göre suç, hem din açısından yasak "fiiller" her gün gazete sayfalarında boy gösteriyorlar... Niçin ve neden birdenbire çoğaldı bu tür ahlaksızlıklar?.. Adam suç mu işlemiş?.. Dosyası var.. Adam sanık sandalyesinde.. Ama milletvekili dokunulmazlığı olduğu için davası görülemiyor.. Adam diyor ki: - Ben cumhurbaşkanı olacağım!.. Peki, bu ahlaka uygun davranış mı?.. Yoksa ahlaksızlık mı?.. Bu nasıl iş?.. Bu ahlak dışı girişime karşı toplum ahlakının yaptırımı nerede?... Söyleyebilirmisin... Bizim bu hikayelere karnımız tok artık... Ve bunlarıda çoktaaaaaaan aştık... Artık hiçbirşey eskisi gibi değil... Ve lütfen öncelikle bunun farkındalığına varın.. Saygılar...
-
CENNETTEKİLER VE CEHENNEMDEKİLER...?
Hakikaten hiç düşünmemiştim... Gerçekten örtüneceklerse birçok şeyin anlamı da olmaz öyle değilmi... :lol: Ama güzel bir merak.... Seni kutlarım sevgili BrainSlapper... Saygılar...
-
"ILIMLI İSLAM" = LAİKLİKTEN ŞERİATA GİDEN YOL... (Soğuk savaş; ADNAN MENDERESİ, Adnan Menderes SÜLEYMAN DEMİREL'İ, Süleyman Demirel TURGUT ÖZAL'I,..)
Bak aslan34... Bugün artık herkes görüyor.. Son yıllarda ahlaksızlık toplum yaşamında bir patlama yaptı!.. İslamcılık da bir patlama yaptı... Dincilik infilak etti... Ne demek sence bu?.. Gerçek Müslümanlığın yoğunlaştığı bir toplumda ahlaksızlık artar mı, yoğunlaşır mı, çoğalır mı, salgınlaşır mı, doğallaşır mı?.. Nedersin... Bumu ahlak... Çürüyen Bizans'a dönüştük bana göre... Ne dersin dostum... Öyle bir kitap ile bu işler yürümez artık... Şöyle bir etrafına bak lütfen... Çürüyen Bizans için şu çarpıcı öykü anlatılır: Osmanlı İstanbul'u sarmış, şehir ha düştü ha düşecek, ama, kiliselerde papazlar neyi tartışıyorlar: - Meleklerin kanatları var mı, yok mu?.. Yaşadığımız ülkede devletin Milli İstihbarat Örgütü bile açıklama yapmak zorunda kalıyor: - Tehlikedeyiz!.. Peki, İslamcılığın ortalığı bunca sardığı şu dönemde dinciler neyi tartışıyorlar?.. Ülkede dincilik iktidara geçti... Ahlaksızlık da yoğunlaştı... Bu ikisi arasındaki bağı kördüğüme dönüştüren çıkar ortaklığı elle tutulur, gözle görülür yoğunlukta!.. İslamcılık köşeyi dönmek için Müslümanlığı kullanmakta birebir... Ahlaksızlık dincilikle özdeşleşti vesselam... _____________________________________________________________ Sevgili İ. Selcuk'a teşekkürler...
-
Sevgili La_bohem... DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN... :)
Geleceğini oluşturacak her yeni gün, bir önceki günden daha güzel, isteklerine uygun ve seni mutlu edebilecek şekilde olsun... DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN Sevgili La_bohem...
-
"ILIMLI İSLAM" = LAİKLİKTEN ŞERİATA GİDEN YOL... (Soğuk savaş; ADNAN MENDERESİ, Adnan Menderes SÜLEYMAN DEMİREL'İ, Süleyman Demirel TURGUT ÖZAL'I,..)
Ilımlı İslam: Laiklikten Şeriata Giden Yol... Bugün Dünya din ekseninde ikiye bölünüyor: Hıristiyan-Müslüman. Müslümanlar ikiye bölünüyor: Sünni-Şii. Radikal Siyasal İslam terörüyle, Neoconservative Evangelism saldırganlığı bu bölünmeyi destekliyor, pompalıyor, tırmandırıyor. Nasılmı... Aynenn şöyle... Okulda ve kurslarda din eğitimi. Medyada din tartışmaları. Ailede din baskısı. Gecekonduda siyasal İslam örgütlenmesi. Arkadaş gruplarında tarikat bağlantıları. İşyerlerinde türban birlikteliği. Dünyada yükselen dincilik. İktidarda AKP. Sonuç; Dinler çatışması, mezhep kavgalarına dönüşüyor; Hıristiyan işgali altında, Müslüman Müslüman'ı öldürüyor. Bu trajik zemin kayması bir süreç: Soğuk Savaş ile 1945 'te başlayan bir süreç. Soğuk Savaş, Adnan Menderes 'i üretti. Adnan Menderes, Süleyman Demirel'i. Süleyman Demirel, Turgut Özal'ı. Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan'ı. yarattı... Eeee İşte şeriatin altın vuruşu... Şimdi Recep Tayyip Erdoğan , kendinden sonraki lideri üretecek zemini hazırlıyor : Tüm devlet kurumlarıyla, resmi ve gayri resmi eğitimle, yerel örgütlerle, medyayla, ailelerle, arkadaş, tarikat örgütlenmeleriyle, işyerleriyle. Demokrasi , kötü niyetli dincilerin elinde, tersine çalışıyor: Ortaçağdan modernliğe değil, modernlikten ortaçağa götürüyor Türkiye'yi. Ama dışarıdan kıs kıs gülmekteler bize... Biz ise ağlanacak alimize..
-
Öpüşme en önemli salgın nedeni
Kesinlikle size katılıyorum sevgili adrenalin ve sizinle aynı fikirdeyim.. Sevgiler....
-
la_bohéme arkadaşımın büyük katkısıyla… (2007 YILBAŞI PARİS TATİLİM ve FOTOĞRAFLARIMLA 8 GÜNLÜK PANAROMİK PARİS RÜYASI)…
Son dönemlerde birçoğunuz okumuş ve seyretmiş olmalısınız... Dan Brown'ın dünya çapında olay yaratan romanı olan "Da Vinci Şifresi", Biliyorsunuz kitapta adı keçen konu kısaca Harvard'da simge-bilim profesörü olan Robert Langdon bir toplantı için Paris'e gel ve bir gece, acil bir telefon alır: Louvre Müzesi'nin yaşlı küratörü müzenin içinde öldürülmüştür ve polis cesedin yanında tuhaf bir şifre bulmuştur. İşte roman/fimk burada başlar ve Langdon, yetenekli Fransız kriptolojist Sophie Neveu ile birlikte bu şifre üzerinde çalışmaya başlar. Kısa süre sonra izler onları Leonardo Da Vinci'nin ünlü tablosu Mona Lisa'ya götürür. Bu garip bağlantı, onları tehlikeli bir maceranın ortasına çekecektir; çünkü öldürülen müze müdürü de Isaac Newton, Botticelli, Victor Hugo, Da Vinci gibi aralarında pek çok tarihre malolmuş ismin yer aldığı gizli bir kuruluş olan Sion Manastırı Derneği'nin bir üyesidir. Şimdi konuya konu olan bu kitabın müze bölümünü ve o üçgen cam bölümü sizlere sunalım... Tam bir tarih mekanı ve inanılmaz bir alan... Ben Paris'e hergeçen gün daha da aşık oluyordum.. Ama bu öyle geçici türden değil.. Zaman içerisned anlıyorsunuz değerini ve ona olan bağlılığınızın arttığını.. İşte bu kitaba ait yerler ve Fotoğraf makinemize takılanlar.. Alt görüntu aynı zamanda burası Lauvre müzesinin giriş katıdırda... Ve bize hayrıca gösteri yapan üç kuşumuz var ve çok güzel bir poz yakaladığımı biliyorum..
-
"__EVLİLİK__" ARTIK KADIN VE ERKEK İÇİN ARZU EDİLMİYOR... (Geçen yıl, Saudi Arabistan bile bir erkeğin kızını evliliğe zorlayamayacağını açıkladı.)
Bilgi için çok teşekkür ederim taurusmutis... Konumuza dönersek sevgil diloş ve frozen duygu ve düşüncelerini çok güzel ifade etmişler kendilerine buradan teşekkür ediyorum... Bugüne şöyle bir baktığımızda durum daha belirgin bir hal alıyor sanıyorum.... Bugünkü kuşaklardan öncekilerin evliliklerini bu zamanda aramak artık beyhude bence ve koşullar çok değişti. Değişen koşullarla birlikte evlilikten beklentiler de değiştirdi. Çünkü bence önce kadın değişti. Kadın daha çok eğitimli, kadın daha çok ekonomik özgürlüğe sahip, kadın çalışıyor, üretiyor.. kadın bireysel özgürlüğüne de sahip. Kadın kendi gücüyle yaşam kalitesini elde edebileceğini de biliyor. Kadın artık cinselliğini sadece evlilik içinde değil dışında da ifade edebileceğine inanıyor. Sadece evinin kadını olmak, evle kendini özdeşleştirmek, kendini kocasına ve çocuklarına adamak, çocuk doğurmak, çocuğa bakmak... Bunlar hep gerilerde kaldı artık. Ne düşünürsek düşünelim ve ne yaparsak yapalım objektif olarak baktığımızda bu gerçekler bir bir kendini gösteriyor... Yani;Kadın artık kendini koruma altına almak amacı ile evliliği düşünmüyor. Evliliği güvenlik sistemi olarak değil, kadın ve erkeğin eşit olarak yaşamı ve ortak hedefleri paylaşacağı coşkulu ve heyecanlı bir yaşam biçimi olarak görüyor. Burada doğal gereksinimi olan ilgiyi, önem verilmeyi, sevgiyi, aşkı ve mutluluğu arıyor. Ruhsal ve bedensel doyumları arıyor. Bunlar varsa evlilik iyi gidiyor. Yoksa o zaman çanlar çalmaya başlıyor. Yine bugün artık bir erkek olarak şu gerçeği kabul edelim artık... Kadın daha çok aklıyla davranıyor ve bilinçli hareket etmeye çalışıyor. O da biliyor ki artık evliliğinde kendisinin bir ''tekel'' olma durumu yoktur. Rekabet hemen bir adım ilerisindedir. Kendisine özen göstermeli ve daima bakımlı olmalıdır. Kendini yenilemeyi hep sürdürmelidir. Ortak yaşamı rutinleştirmemelidir. Heyecanı hep yeniden yaratmayı bilmelidir. Dırdırla erkeği bunaltmamayı, onu nefes alamayacak duruma getirmemeyi düşünmeli, eksikliklerini bu şekilde kapatamayacağını bilmelidir. Yaşamı paylaşırken erkeğin bireysel özgürlük alanlarına müdahaleci olmamayı öğrenmelidir. Belki bu şekilde tüm bu gerçekliliği tüm çıplaklıklığıyla görmeye başladığımızda sanıyorum erkek olarak kendimizi de gözden geçirmek ve öz eleştiri yapmak zamanı geldide geçiyor bile... Hepinize sevgi ve saygılarımla..
-
"__EVLİLİK__" ARTIK KADIN VE ERKEK İÇİN ARZU EDİLMİYOR... (Geçen yıl, Saudi Arabistan bile bir erkeğin kızını evliliğe zorlayamayacağını açıkladı.)
Çok teşekkür ediyorum sevgili diloş... Dost sevgiler... Evliliğe bakış ile ilgili Cumhuriyet başlangıcına ve şimdiki Tayyip düşüncesine bir bakalım.. Andreas B. Schwarz dünyaca tanınmış Roma ve Medeni Hukuk Profesörüdür. Hitler 'den kaçarak Türkiye'ye sığınmış, uzun yıllar İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmıştır. Schwarz "Aile Hukuku" adlı kitabında (İstanbul Üniversitesi Yayınları, sayfa 33) şöyle yazıyor: "Türkiye Cumhuriyeti'nde evlilik hukuku sahasındaki tekâmülün ne muazzam bir inkılap olduğunu (kitabımızdaki) açıklamalarımız gösteriyor. Belki de tarihte bu kadar kudretli ve köklü bir tekâmül daha yoktur. Dini evlilik hukukundan laik evlilik hukukuna geçildi. Mecburi medeni evlenme kabul edildi. Çok evliliğin (poligaminin) yerine tek evlilik (monogami) ikame olundu. Karı - kocanın eşitliği tahakkuk ettirildi." Eğer sevgili arkadaşlar Avrupa'da kilise, Türkiye'de cami hukuku geçerli olsaydı, her iki yanda da evlilik kurumu dinsel yasalara bağlı kalacaktı... Ve Türkiye'de harem geçerli olacaktı... Şimdi Muhalefete bozulan Başbakan Erdoğan 'ın evlilik ve kadına ilişkin öfkeli açıklamaları gazetelerde yayımlandı: " - Haremimize varıncaya kadar girdiler.." " - Haremimizin, eşlerimizin giyim kuşamına varıncaya kadar konuştular.." " - Sen kendi haremine sahip çık.." " - Bizi de bırak da kendi haremimizde demokrasi, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü gereği içerisinde bunu yapalım..." Arkadaşlar Ne demokraside harem olur... Ne haremde demokrasi olur... Harem sözcüğü insan haklarının olmadığı yerde geçerli kültürün ürünüdür... Harem 'kadın' anlamında da 'yer' anlamında da eşitliğin ve özgürlüğün çok dışında ve uzağında kalır... 1926 tarihli Medeni Kanun'un aile kitabından çok önceki şeriatçı aile kukukunun kültürüyle konuşuyor Recep Tayyip ... Kadının eşitsizliği, hürriyetsizliği, insan haklarından yoksunluğu türbanlaşıp beynini sarmış... Sanıyorum balığın nerelerden kokmaya başladığını ve kadını ölü balık gözüyle görmenin nemenem bir sorun doğuracağını hepimiz görebilmekteyiz ve umarım gereken dersi şimdiden çıkarırız... Sevgi ve saygılarımla.... _______________________________________________________ Sevgili İ. Selçuk'a sonsuz sevgi ve saygılarımızla...
-
la_bohéme arkadaşımın büyük katkısıyla… (2007 YILBAŞI PARİS TATİLİM ve FOTOĞRAFLARIMLA 8 GÜNLÜK PANAROMİK PARİS RÜYASI)…
Aslında çok haklısın sevgili adrenalin... Bunun bilinciydeydik ve belirttiğiniz gibi banliyölerinden fotoğraf aldık. Fakat onlarca göçmenin bir bir göz odada kaldığı konusu ise tamamıyla hayrı bir program gerektirebilecek, özel çalışılıbilek, yer ve zaman konusunun çok iyi ayarlanması gereken turden oldacağı için maalesef böyle bir çalışma yapma olanağımız olamadı... Ama size başka bir süprizim var... Sevgili Yılmaz Güney'in mezarını ziyaret etmeyi ihmal edemezdik... Sevgili Ahmet Kaya'da bu mezarlıkta yatıyordu ve maalesef onu bulamadak ve hava da hepey kararmıştı... Bir üstte bahsetmiştim... Bizde bunu ihmal etmedik ve deklanşöre basmaya başladık... İşte mezarlıkta kimlerin yattığını gösteren bir kroki... Ve buda açık hava müzesi tabirini kullandığım mezarlıklarından birkaç fotoğraf...
-
BİR SEVİYİ ANLAMAK / BİR YAŞAM HARCAMAKTIR, / HARCAYACAKSIN...
Şiir, genel olarak -her ikisi de hepimizin içinde derinlerde bir yerlerde yatan -iki nedenden ötürü ortaya çıkmış görünmektedir. Birincisi, öykünme içgüdüsü insanda çocukluğundan beridir vardır, ve hayvanlarla aramızdaki en büyük ayrım, insanın yaşayan varlıklar arasında en öykünmeci (taklitçisi) olanı olmasıdır, ve öykünme yoluyla derslerini çabuk öğrenir. Bununla birlikte öykünülen şeyden duyulan haz da bundan daha az evrensel değildir. Deneyim olgusuyla bunu tanıtlayabiliriz. Kendilerini acıyla bağdaştırdığımız nesneler (örneğin en çirkin hayvanlar, ya da ölü bedenler), titiz bir aslına uygunlukla öykünüldüğü zaman, bu kez onlara zevkle bakar oluruz. Yine bunun nedeni, öğrenmek en coşkun hazzı tattırırz bize, yalnızca felsefecilere değil, ama genel olarak tüm insanlara. -Aristoteles
-
la_bohéme arkadaşımın büyük katkısıyla… (2007 YILBAŞI PARİS TATİLİM ve FOTOĞRAFLARIMLA 8 GÜNLÜK PANAROMİK PARİS RÜYASI)…
Ve sırada ünlü Paris’in bir diğer dev yapısı var... Bu dev yapı Paris’te ki tek tepeye 1870’lerde kurulan Sacre Coeur kilisesidir. Burada bölge ressamlar bölgesidir. Picasso gibi birçok ünlü ressamın yaşadığı ve etkilerini bıraktıkları tepeyi gezerken 20 Rachel yolunda Sthendal, Degas, Dalida’nın da mezarlarının bulunduğu mezarlığı da gezebilirsiniz. Paris’te mezarlıklar adeta açık hava müzesi gibidir. Bu noktada Père-Lachaise mezarlığı mutlaka görülmesi gereken bir müze. Monmartre’dan aşağıya doğru Pigalle’e doğru indiğinizde Moulin Rouge ve ünlü Fransız kankan dansı görmeniz gerekenler arasındadır. Belki Toulouse Lautrec resimlerindeki hava böylece daha iyi hissedilir... Ve işte Fotoğraflar.. İşte bu tepedeki kiliseden ünlü Eiffel kulesi...
-
Sibelce
Geri Verilen Peki alınız sizin Daha istemiyorum Bu el bu ayak Bu duyu bu düşünce Sizin Daha istemiyorum Dallarda göklerde sularda Açılarım bir denklemle uykusuz Belki anlarlar beni Sevindirirler umdururlar ama Sizin Daha istemiyorum Ta çocukluğumdan beri Yanım sıra yürüyen Sevince acıkınca Konuşunca yazınca duyduğum şey Sizin Daha istemiyorum Gece koyu karanlıklar büyür Alır tasalarımı yollarda Alır güzelliğimi dağlardan Peki sizin bu doldurduğum boşluk Sizin daha istemiyorum Hepsi taş toprak orman deniz Işıksızlığını yaşadığım varlık Yokluğunda ağrıdığım ölüler Hepsi hepsi Sizin Daha istemiyorum... ______________________- Fazıl Hüsnü Dağlarca
-
"__EVLİLİK__" ARTIK KADIN VE ERKEK İÇİN ARZU EDİLMİYOR... (Geçen yıl, Saudi Arabistan bile bir erkeğin kızını evliliğe zorlayamayacağını açıkladı.)
Çok haklısın... Bir söz vardır... Bir plandan yoksunsan, başkasının planının bir parçası olursun... Bize kör inanç değil artık üstadım yukarıdaki toplumsal ve sosyolojik olaylar karşısında ne gibi bir düşünceye sahip olabiliriz, bu tür gelişmeler karşısında alacağımız önlem ne olabilir, bunun felsefik sorgusuna ne anlam yükleyebiliriz... Hadi bunları da yapma yeteneğim yok diyelim... O zaman en azında bilmemiz gerekmezmi... Hepsi o... Ve sakın bana kur'an ayetleri de okumaya da kalkma... Çünkü yüzyıllardı aynı şeyleri duymaktan ve okumaktan bıktık artık (Çünkü gıkına kadar biliyoruz onu inan).. Bana net çözümler, anlaşılabilir gerçekçilikte tespitler, metod ve analitik yöntemler lağzım... Bana çağımın yaşadığı sorunlar ve bunların çıkış yolları lağzım... Daha dün bir avrupa ülkesi olan Paris'teydim.. Ve oradan bizim ne küçük şeylerle uğraştığımız ve anlamzı şeylere kark olduğumuz daha net gözüküyor.. Tabiki onların da sorunları var ama herşeyi kendileri inanılmaz bir kararlılık ve sorumlulukla bunları çözebiliyorlar.. Bu kadar.. Sevgi ve saygılar...
-
"__EVLİLİK__" ARTIK KADIN VE ERKEK İÇİN ARZU EDİLMİYOR... (Geçen yıl, Saudi Arabistan bile bir erkeğin kızını evliliğe zorlayamayacağını açıkladı.)
Ne güzel bir şiir ile tüm problemlerimizi çozmüşüz.... Koskoca Türk milletine hayırlı ve uğurlu olsun.... Başımız göklere değdi... Onurlandık yani.. Kahretsin..
-
DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR ?
Dünya görüşü nedir? Haydi bakalım çık işinden.. Ama mucadeleye değer bir sorgu... Bu nedenle bizde nacizhane birşyeler yazabiliriz sanıyorum... Şimdi... Yıl ''1960, dünya nüfusunun en zengin yüzde 20'sinin geliri, en yoksul yüzde 20'sinin gelirinin 30 katıydı.. 1997'de 225 katı oldu. En zengin 200 kişinin toplam geliri, dünya nüfusunun yüzde 47'sinin gelirine; en zengin üç kişinin geliri ise en yoksul 48 ülkenin toplam gelirine eşit...'' oldu Diğer tarafta yakın zamanda 11 Eylül, ABD'nin GOP niyetlerini açıkça dillendirmesine de neden oldu. İkiz kuleler devrilirken Bush 'un güvenlik danışmanı olan Condoloezza Rice, şunları söylüyordu: ''Fas'tan Çin sınırına kadar 22 ülkenin siyasal ve ekonomik coğrafyasını değiştirmeyi amaçlıyoruz.'' Bu amaçla Irak bombalanmaya başlandığında Bush da ''Tanrının bana verdiği kutsal görevi yerine getiriyorum'' diyordu. Allah allaaa... Shakespeare 'in şu sözünü unutmamak gerekir: ''Şeytan bir günah işleyeceği zaman, bu günaha kutsallık zırhını geçirmekle işe başlar'' ve ardından ekliyor: ''ABD de bu projeye kutsallık kazandırmaya çalışırken, Ortaçağ'ın Haçlı Seferleri'ne benzer girişimlere hazırlanmakta...'' Bir siyasetçi ''Her savaştan sonra, kurtarılacak daha az demokrasi kalır'' demiş. Biz ise şunu iddia ediyoruz... Bu söz size yabancı gelmez umarım... ''Dünya ulusları, açgözlülük ve ihtiraslarını denetleyemedikleri sürece, insanlık için huzur ve güven var olmayacaktır. ...Bir gün yeryüzünde, emperyalizm ve kapitalizm yok olacak; onun yerine, ırk, dil ve din farkı gözetmeyen yeni bir dünya görüşü egemen olacaktır.'' Dünya görüşü bu değil de nedir sevgili dostlar... Sevgiyle kalın..
-
"__EVLİLİK__" ARTIK KADIN VE ERKEK İÇİN ARZU EDİLMİYOR... (Geçen yıl, Saudi Arabistan bile bir erkeğin kızını evliliğe zorlayamayacağını açıkladı.)
Maalesef sevgili diloş... Evlilik kurumuna inancın gittikçe zayıfladığı bir dönemden geçiyoruz ve buna şiddetle hazır olmamız gerektiğini de çok iyi biliyorum.. Çünkü bende bu süreci yaşayan biri olarak bahsettiğin sosyal kalıplardan çok uzak yaşadım süreci ama şu handa mesleğime, kendime ve hayatımın akışına daha fazla zaman hayırıyor, daha çok başarılar elde ediyor ve çok büyük mutluluklar yaratabiliyorum... Tabiki evlilik kurumuna olan saygım inanın çok fazla. Fakat insanlar kendilerini daha fazla zorlamamaları gerektiğine de yürekten inanıyorum... Bu düşüncemin temelini oluşturan şu gerçeği de göz ardı edemeyiz ki ekonomik özgürlüklerini kazanamayan ve sadece ve sadece evlendiği evin dışına çıkamayan, eş korkusundan bulunduğu çevreden başka bir çevre bilmeyen ve hiçbir sosyal aktivitesi olmayan insanların sayısı o kadar çok ki ve bunlar birbirlerine katlanmak zorunda olabilmeleri inan bana çok acı geliyor. Bu kuruma adım atarken hayalcı yaklaşmak, vermeye hazır olmadan çok fazla şey beklemek, fedakarlıkları, beklentileri, ortaklıkları, riskleri, terentleri ve öncelikleri çok iyi belirlemek gerekiyor bana göre... Yoksa çevre istiyor ve birileri öneriyor diye ya da kişisel isterik bir yaklaşımla bu girdaba girmek gerçekten işin gerçekçi ve sonlandırmayı hızlandırıcı bumarak etkisinden başka bir amaca hizmet etmekten öteye gidemez.... Sevgi ve saygılarımla...
-
la_bohéme arkadaşımın büyük katkısıyla… (2007 YILBAŞI PARİS TATİLİM ve FOTOĞRAFLARIMLA 8 GÜNLÜK PANAROMİK PARİS RÜYASI)…
Çok teşekkürler sevgili Marcus.. Sevgiler... Bu arada hiç şüphesiz biliyorum ki hepimizin kafasında Paris denince bir kaç resim hemen beliriverir. Eiffel kulesi, Champs Elysées, Louvre gibi... (Ki burada tam Da vincinin şifresinin kapak sayfasında yer alan yerdeyiz ve birden istanbul Kaduköyden bir arkaşadım ve eşi ile akşılaştık... O kadar mutluluk verici bur duygu ki anlatamam.. Ve tam yerinde... İnanılır gibi değil..) Fakat gelin görün ki ki Parise uzunca bir vakit hayırdığınızda görürsünüz ki mağaza vitrinleri, birkaç bildik yapısı dışında başka bir Paris vardır. Her yerde gazetelerini, kitaplarını okuyan, gözlerinde entelektüel çoşkunun sönmeyecek ışığı bulunan insanlarıyla, kafeleriyle, saraylarıyla, sanatçılarıyla, uzun ve geniş caddeleriyle görülecek bir başka Paris vardır. Öyle bir şehirdir ki Paris arkadaşlar içine düştüğünüz anda sizi hemen sarıp sarmalar, meraklandırır. Ancaak onu tanımak, anlamak telaşsız uzun yürüyüşleri gerektirir. Aslında Paris insanı yanlız sokaklarında da değil kafanızın içinde de yürütür. Yani her baktığınız yerde kafanızda binlerce sorgularla yürürsünüz... Tıpkı benim gibi... Büyü bu olsa gerek... Şimdi fotoğraflar... (Bu arada hemen belirteyim... 900'e yakın fotoğraf çekmişim...)
-
"__EVLİLİK__" ARTIK KADIN VE ERKEK İÇİN ARZU EDİLMİYOR... (Geçen yıl, Saudi Arabistan bile bir erkeğin kızını evliliğe zorlayamayacağını açıkladı.)
BU ADAMI ALIRMISIN... (*) Dünya üzerindeki bir çok kadın için, evlilik artık arzu edilmiyor veya heveslerine nail olmada gerekli bile olmuyor. Aile hayatında ve evlilikte en son değişikliklerin zengin, dünyevi Batı’ya, İngiltere adaları ve Amerikada tuhaf olan bir inanç vardır. Ve evliliğin değerini tekrar vurgulayarak inişi tersine çevirebiliriz. Bununla beraber, bugünün sorunu , evliliğe saygısızlık değildir. Gerçekten, iki kişi arasında bir ilişki olarak evlilik, şimdiye kadarkinden daha büyük bir kişisel mecburiyet duygusu ile gelir. Buna rağmen bir kurum olarak evlilik artık eskiden olduğu gibi sosyal hayatı organize etmiyor. Ve tekrar öyle hiç olmayacaktır. Dünya, ekonominin küreselleşmesi kadar büyük, meydan okuyan ve eninde sonunda , durdurulamayan evlilik ve aile hayatında, bir devrim görüyor. İki trend, evlilik ve aile hayatında bu devrime öncülük etti: toplumların kişisel seçimleri zorla kabul ettirmek için yeteneğin azalması ve kadınların kendi kendilerini desteklemek için yetiştirme yeteneği. Birbirine zıt olarak, evliliği daha çok seçimsel ve daha çok bozulabilir yapan şeylerin birçoğu içinden çıkılamaz surette , modern evlilik hakkında -onun önemi sevgi ,karşılıklı saygı ve kişisel seçim üzerine- en çok bağrımıza bastığımız şeylere bağlıdır. Heryerde , geleneksel evliliğe göre opsiyonlar, aile biçimleri ve bir zamanlar gizli olarak kazanılan yasal hakların zorladığı şahısiçi ilişkiler olarak katlanıyor. Even China, geçenlerde onun uzun süre yürürlükteki evli olmayanların bir arada yaşamalarına karşı olan kanunları kaldırdı. Batı Avrupa ve İskandinavya’da boşanma oranları dibe vurduğunda veya arttıktan sonra yatay olarak devam ederken, diğer bölgelerde ani hareketle yerden alındı. Çin’de boşananların sayısı, 2000 ve 2005 yılları arasında neredeyse %70’e süzülerek yükseldi. Boşanma ve nikahsız analığın düşük kaldığı yerde, hayatboyu evlilikten geri çekilme basit olarak diğer biçimleri alır. Evlilik oranları Japonya’da, Güney Kore’de ve Hong Kong’da o kadar çok düştü ki yetkililer kendi memleketlerinin zürriyet hasıl etme kabilinden geleceklerinden korkuyor. Singapor’un eski-Brüksel hükümeti, şimdi evlilik oranlarını ve tersine düşen trendleri yükseltme girişiminde bekarların gecelerini desteklemektedir. Geçen yıl, bir Japon dergisi rica etti: “Genç insanlar, seksten nefret etmeyin.” Evlilik ve çocuk-yetiştirme arasındaki bağı yıpratma , tüm dünyada da bir trenddir. Amerika ve Britanyada olduğu gibi, Avusturya’da her 10 doğumdan dördü evli olmayan kadınlara aittir. Latin Amerika ve Karayib’in birkaç bölgesinde İslanda adasının nikahsız doğum oranının %60’ına eşittir. Japonya bile, 1993 ve 2003 yılları arasında nikahsız annelikte %30 luk bir artışı gördü. Kısıtlayıcı yasal kodlar, akıntı ile giden değişikliği durdurmadı. 2005’e kadar, Şili, batı yarımküresinde boşanmayı yasaklamış olan tek ülkeydi. Fakat boşanmayı yasaklama, geçmiştekinden çok farklı sonuçlara sahiptir. Çünkü insanlar artık en başta evliliğe girmeğe mecbur edilmiyor. 1990 ve 2003 yılları arasında Şili’deki evliliklerin sayısı, bir yılda 100 000 den 60 000’e düştü, ve 2003 ve 2004 arasında Şili’de doğan çocukların hemen hemen yarısı evlilik dışı doğdu. Faktörlerin bir çoğu, insanların yaşama organizasyonları üzerinde evliliğin geleneksel tek eşliliğin yıldızını söndürmeye katkıda bulunur. Bazıları gerçekten can sıkıcıdır. Bizim çalkalanan küresel ekonomi, kişisel hayata istikrar kazandırmaktan mahrumdu. Yükselen iş güvensizliği, az eğitimli insanların düşen ücretleri, ve kronik ekonomik kaybın stresleri hepsi evlenme dürtüsünü kemirir. Ani zenginlikler veya sağlıktaki düzensiz büyük değişimler, aynı kararda olma ilişkisine göre de kimyevi bir tesire maruz bırakır. Fakat, evlilik ve aile hayatı değişiminde eşit derecede önemli olması, hoş karşılanan iki yenilktir. Evlilikte karşılıklı sevgi beklentisinin büyümesi ve erkeğin kadınlara isteğini zorla kabul ettirme yeteneğinin azalması. Yüzyıllardır, evlilik, kesin olarak kararlı sosyal bir kurumdu. Çünkü sevgi ve ima etme durumu ile az şey yapılmak zorundaydı. Bunun yerine, o pratik bir olaydı. Üst ve orta sınıf aileleri siyaset ve iş kazancı için evlilikler düzenledi. Daha düşük sınıflarda evlilik, ailenin çalışma gücünü genişletme yöntemiydi. Sadece 200 yıl önce, batıdaki Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar genç insanların eşlerini seçmelerine izin verilmesinin iyi olacağına ve sevgi temeli üzerinde öyle olmasına inanmaya başlar. Bununla beraber, bir kere evlilik, sevgi temeline dayalıydı, insanlar, aşık olmadığınız birisiyle kalmak veya evlenmek yerine bekar kalmanın iyi olup olmadığını merak etmeğe başladı. Aşk romanları satışlarıyla yakın işbirliği, baştan aşağı Avrupa ve Kuzey Amerika’da boşanma oranlarını yükseltti. Bugün, sevgi eşleşmesi tüm dünyaya yayılıyor. İnek ve keçi sayıları anlaşmasını müzakere eden anne babaların hala Afrika ve Asya’nın kırsal kesimlerinde bir aile dünürlüğü çimentosu için gerekliyken birçok genç insan “doğru aşkı” bulmak için gazetelere kişisel ilanlar vermeğe başlıyor. Evliliklerin düzenlenmesi, Hindistan’da norm kalıyor, fakat genç insanlar, anne babalarının kararları üzerinde veto gücü kazanıyor.Finansal bakımdan bağımsız olan yetişkinler sık sık kendi eşlerini seçiyor. Geçen yıl, Saudi Arabistan bile bir erkeğin kızını evliliğe zorlayamayacağını açıkladı. İdeal sevgide kazanmak gibi, bekar kalmaktan veya sevginin çiçek vermekte başarısız olduğu zaman boşanmayı araştırmaktan insanları engellemek zor oluyor. Diğer seçeneklere sahip olmadıkları sürece. Kadınların seçme haklarından yoksun olması, evliliği kararlı kılan ikinci faktördür. 1960lar ve 1970lere kadar, Avrupa ve Amerika’da “head and master” kanunları, ev işlerinin çoğunda kocalara son sözü verdi. 1980lerin sonlarında bir koca, kadına tecavüz etme ile itham edilemezdi. Çünkü onun karısı, kocasını seks yapmaktan reddetme hakkı yoktu. Geçen 30 yılda çarpıcı olarak bunların hepsi değişti. Ve sadece Batı’da değil. Arjantin’den Zimbabve’ye kadar, hükümetler, kocaların üstünlüğünü hakim kılan geleneksel kanunları kaldırıyor. Taliban altındaki Afganistan hariç dünyanın her bölgesinde kadınlar ücretli çalışma gücü akımını gördü. Her yerde bilgiye erişim artışı vardır. 1970’ te çoğu kadınların kara cahil olduğu Hindistanda, şimdi tüm kızların üçte ikisinden daha fazlası okula devam ediyor. Olay, Kuzey Afrika ve batı Asya’da aynıdır. Evlenmiş olma, ekonomik geleceklerine yatırım yapan kadınlar için artık tek yol - ve şüphesiz en güvenli yöntem - değildir. Evlilik, insanların şimdi çocuk büyütebilecekleri tek yer de değildir. Evlilik, kötü kader değildir. Gerçekten, biz, sağlıklı ilişkilere tahammül eden söz vermiş çiftleri bağlama hakkında çok şeyler öğrendik. Fakat, bugünkü şartlar altında , evrensel hayat boyu evliliği tekrar kurma yolu yoktur. Dünya etrafında, evlilik, tek anne babalık, nikahsız çiftler ve boşanmış aileler ile daha çok bir arada ebediyen var olmak zorunda olacaktır. _______________________ * Stephanie Coontz’in makalesi İngilizce aslından çevrilmiştir... __DİPNOT__
-
BİR SEVİYİ ANLAMAK / BİR YAŞAM HARCAMAKTIR, / HARCAYACAKSIN...
_____ Bütün kelimeler aynı hızla kirleniyordu, Birinciliği “sevgi”ye verdiler. ___
-
BİR SEVİYİ ANLAMAK / BİR YAŞAM HARCAMAKTIR, / HARCAYACAKSIN...
Bahsi gecen "kudret kurtcebe" albumunun açılış şarkısıdır. gecenin kılı kağıttan aşagı düşerken aptallara yer yoktur somun ekmek yerken kokuşmuş erdem töreleri tencerede kaynarken çorba yapmaya gerek yoktur inançlılar inançlılar ile kapışır aptalların kanı kanalizasyona karışır kafatasları dizi dizi izledik sizi bak inançlı beynin beyinsiz kafatası bir zamanlar ateş püskürürmüş ama şimdi beyinsiz bir kafatası tehlikeli bir şizofren uydurdu masallar nüfusu dengelemek için.
-
BİR SEVİYİ ANLAMAK / BİR YAŞAM HARCAMAKTIR, / HARCAYACAKSIN...
Seni Özlemenin Kitabını Yazabilirim... Seni özlemenin Ne demek olduğunu sor bana, Yetmiş iki dilde anlatabilirim Kitabını yazabilirim sayfalarca. Yalnızlığın rezilliğini Kokuşmuşluğunu Ve çıplaklığını da. Ama hiç kimse Kavuşmanın güzelliğini Sormasın bana / anlatamam. Ben sana hiç kavuşmadım ki! Bilmiyorum Dudakların nasıldır. Sıcak mı ateş topu kadar, Yoksa soğuk mu Buza kesmiş bir bardak su gibi? Kıvrımlarına, Kırmızı karanfiller mi tutunmuş, Küle gizlenmiş kor mu var? Tenime değdiğinde dudakların Cemre mi düşer bedenime, Mızrap değen bir saz teli gibi Titrer mi yüreğim bilmiyorum. Ben hiç dudaklarına dokunmadım ki! Bir kadını sardığında kolların, Ürkek ceylânlar Nasıl kurtulur tuzağından? Dolu yemiş yaprak gibi Nasıl titrer bir yürek? Ellerin nasıl okşar bir bedeni, Goncalar Nasıl güle döner sıcaklığınla / bilmiyorum. Hiç sana sarılıp yatmadım ki! Kısacası: Tatmadım kavuşmayı / anlatamam. Ama, Seni özlemenin kitabını yazabilirim. Anlatabilirim daldaki kuşa / topraktaki solucana. Yokluğunda yıllardır Özlemine dayanmayı öğrendim Yokluğuna katlanmayı Aşağılık avunmayı öğrendim nasılsa Ustası oldum beklemenin Tükenmek pahasına. Ama hiç kimse / kavuşmayı, İki derenin birbirine karışıp Sarmaş dolaş aktığı yatağın yorgunluğunu Sormasın bana ,anlatamam. Çünkü seninle ben, Ayrı kaynaktan doğmuş Sularında hasretleri taşıyan Başka denizlere koşan iki ırmağız. Birbirimize uzak topraklarda tüketirken yılları Aynamızda ayrı gökleri yansıtırız. İşte onun için İki dere nasıl karışır birbirine Nasıl sığar iki nehir bir yatağa /bilmiyorum. Seninle Hiç aynı yatakta coşmadım ki! Sen bana /yalnızca Ve sadece ***** sensizliği sor Rezil beklemeyi , özlemeyi sor. Tanrı şahidimdir Kurda kuşa Dağa taşa bile anlatabilirim. Demem o ki uzaktaki yakınım: Vuslatlara yabancıyım, Ama, Seni özlemenin kitabını yazabilirim. ______________________________________________ Sevgili Kâmuran Esen'e sevgi ve saygılarımla...