DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
TV'DE İZLENEBİLECEK GÜNÜN FİLMİ / FİLMLERİ... (Sinema severlerin beğenisine sunduğum günün TV film/filmleri...)
Kaçırmayın derim... Yeni başladı... İyi seyirler...
-
TÜRK HALKININ SEÇİM ANLAYIŞI.. (10 kere Demirel, mavi gözlü diye Dalanı, Ağzı bozuk diye Tayyibi, poystar Semra hanım, firdevs, Bayhanı, NELER NELER)
Sevgili Efendi Türkler... Gerçekten çok güzel analiz etmişsiniz... Paylaşımın ve katkıların için teşekkürler... Sevgiler..
-
OBJEKTİFİME TAKILANLAR -GÜNCEL-... (Hayatın elinden kopartılmışa imza atan kareler...)
Sevgili arkadaşım taurus.. Hakikaten güzel fotoğraflar gönderiyorsun ve ben bakarken çok keyif alıyorum... Devanı bekliyoruz... Sevgiler...
-
TV'DE İZLENEBİLECEK GÜNÜN FİLMİ / FİLMLERİ... (Sinema severlerin beğenisine sunduğum günün TV film/filmleri...)
Wolfgang Petersen imzalı son dönemlerin en pahalı yapımlarından 'Truva', göz alıcı bir seyirlik Savaş çıkartan güzel kraliçe Truva - Troy / Yön: Wolfgang Petersen / Oyn: Brad Pitt, Eric Bana, Orlando Bloom, Diane Kruger, Brian Cox, Brendan Gleeson / 2004 ABD-Malta-İngiltere ortak yapımı, 157 dakika Fox TV 22.15 Çekimleri Malta, Londra ve Meksika'da yapılan, haberleri sürekli medyayı işgal eden, Brad Pitt ' in başını çektiği kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip "Truva'' , bu akşam Fox TV'de ekrana geliyor. Sparta Kraliçesi Helena, Truva Prensi Paris tarafından kaçırılır. Bunu gören Helena'nın kocası Kral Menelaus bu durum karşısında Truva'ya savaş açmaya karar verir. Ancak Truva, tarihinde hiçbir düşmanına geçit vermemiş surlarla kaplı bir krallıktır. Menelaus'un erkek kardeşi, Myceneans'ın güçlü kralı Agamemnon kardeşinin onurunu savunmak için büyük bir orduyla Truva'ya saldırır. Ama aslında Agamemnon'un istediği daha fazla güç elde etmektir. Helena onun için sadece bahanedir. Bu savaş; prens Paris'in ağabeyi yenilmez Hector ile Yunan ordusunun başındaki yaşayan en büyük savaşçı olarak adlandırılan Aşil'in unutulmaz dövüşü ile de efsaneleşecektir... Olimpos tanrılarına pek rastlanmayan ve günümüzün aksiyon anlayışının uzantısı bölümler ve görkemli, kalabalık savaş sahneleriyle doluşturulmuş film, Paris-Helena aşkına, Akhilleus-Hektor kapışmasına, uyanık, cinfikirli Ulysses'in Troyalıları şapa oturtarak kaleyi içerden fetheden, ölümcül tuzağına yoğunlaşarak sürüyor. Cannes Film Festivali'nde programda yer alan, efekt bombardımanı halinde seyreden, dekor, mekân ve kostümleriyle olabildiğince gerçekçi çekilmiş bu son dönemlerin en pahalı destanı, seyirciyi en azından iki buçuk saatliğine içine çekip koyvermeyecek, göz alıcı bir tarihsel seyirlik.
-
TÜRK HALKININ SEÇİM ANLAYIŞI.. (10 kere Demirel, mavi gözlü diye Dalanı, Ağzı bozuk diye Tayyibi, poystar Semra hanım, firdevs, Bayhanı, NELER NELER)
GÜNÜMÜZDE İNSANLAR NASIL KARAR VERİR... Genelde, insanların çoğunluğu 'akıllı' olmak yerine 'kurnaz davranmayı' yeğler. 'Akıllılar' genelde düşünenlerdir ve uzun vadede toplumla birlikte kazanmayı seçerler. 'Kurnazlar' ise kısa vadede kendi kazandıklarına bakarlar ve toplum onları ilgilendirmez. Küreselleşme ve onun ülkemizdeki en iyi temsilcilerinden birisi olan Turgut Özal 'ın mantığı da budur: Sen kendi işine bak, paçanı kurtar, gerisini düşünme. Küreselleşme ve kapitalizm, 'akıllı olmak' yerine 'kurnaz olmak' değerini koyduğu için de şimdi yaşanan değer kaymasında bizi şaşırtan olgular yaşanmaktadır. Şimdi, 'günümüzün başarılı kurnazı' nın özelliklerine bakalım: Kısa vadeli düşünme. Mesajı 'sen, kendi yaşadığına bak'. Kendi çıkarını düşünme. Mesajı 'bu işten senin çıkarın ne'? Çevresine bakmama ve öğrenmeme. Mesajı 'aldırma, sen kendi yaptığına bak'. Geçmişi unutarak yaşama. Mesajı 'dün dündür, bugün bugündür. Geçmişten sana ne'? Geleceği görmeme, görmek istememe. Mesajı 'iyi olur iyi, sen kalbini ferah tut'. Küçük yaşam çemberinde yaşama. Mesajı 'sen kendi paçanı kurtar, ailene bak, gerisi seni ilgilendirmez'. Topluluğa uyma. Mesajı 'önde gidip seçilme, arkada kalıp ezilme, ortalarda yürü, görünme'. Plan program yapamama. Mesajı 'plan da neymiş, kaderin neyse o olur'. Zamanı kullanamama. Mesajı 'zamandan bol ne var? Bir mazeret uyduruver'. Bu 15 maddelik sıralamada çözüm ise şöyle olmalıdır... Ülkelerin içine sürüklendiği bulanık suyu bilincin berraklığında görebilelim... Ülkemizde oynanan oyunları da net olarak anlayabilelim... Siyaseti de, seçimleri de, geleceğimizi de bilinçle anlayabilelim... Gelecekteki rotamızı doğru bir bilinçle çizelim. Sevgi ve saygılarımla... Sevgili Erdal ATABEK'E sevgi ve saygılarımızla..
-
Şeriatmı istiyorsunuz? o zaman seyredin
Artık ne zaman uyanacaksınız... Bütün söylediklerimizin arkasındayız.. Ve bu olumsuzlukları sadece bizler değil.. Bakın Avrupa bile bu tehlikeyi gayet güzel görüyorlar... AB raporunda, Türkiye'deki dini akımlarda yaşanan yükselişin endişe verici olduğu vurgulandı 'İslamlaştırılıyor'</B> '1980 darbesi neden oldu' Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan raporda, Türkiye'nin İslamcı-Kemalist kutuplaşmalar nedeniyle siyasi kriz içinde olduğu öne sürüldü. İslamın yükselişine neden olarak 1980 askeri darbesinin gösterildiği raporda, ordunun İslamcı kökleri olan bir cumhurbaşkanı istemediği belirtilerek "Kemalistler, İslamcılara, Kürt milliyetçiliğine ve liberalizme karşı" denildi. Yine; Avrupa Birliği'ne (AB) bağlı Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan Türkiye raporunda, Türk toplumunun giderek İslamlaştırılmasının endişe verici olduğu belirlitildi. Haziran ayında yayımlanan "Türkiye'de Kriz: Avrupa yolunda yeni bir engel mi?" başlıklı raporda Türkiye'nin İslamcı-Kemalist kutuplaşmalar nedeniyle siyasi kriz içinde olduğu ileri sürülerek ülkede İslamcılığın yükselmesine neden olarak 1980 yılındaki askeri darbe gösterildi. Walter Posch tarafından kaleme alınan raporda "Türk toplumunun giderek İslamlaşması endişe verici olduğu" ifadelerine geniş yer verildi. Sonuç olarak:AB'ye bağlı Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan raporda, "Türkiye'nin İslamlaştırılmasının endişe verici olduğu" ileri sürülüyor. Rapora göre; - Türkiye'de İslamcı-Kemalist kutuplaşması var. - İslamcılığın yükselmesinin nedeni 1980 darbesidir. - Ordu İslamcı kökleri olan bir cumhurbaşkanı istemiyor. - Kemalistler, İslamcılara, Kürt milliyetçiliğine, Avrupa liberalizmine karşı. - DTP, bir şekilde PKK'ye bağlı. - DTP ile AKP anti-Kemalist. - Seçim sistemindeki yüzde 10'luk baraj demokratik değil. Eee siz hala bana yok şu şöyleydi, bu böyleydi, islamcılık şudur budur deyin.. Gelişmiş ülkeler bizleri bu tür değerlendirmek ve emperyalist olan bu ülkelere karşı kemalist bir Cumhuruyet'e sahip çıkmayı ne zaman öğreneceğiz...
-
Şeriatmı istiyorsunuz? o zaman seyredin
Türkiyemizde şeriat özlemcileri ne yazıkki PKK kadar tehlikeli ve karanlıktır.. Çünkü toplumumuzun ilerlemisine, dünya ülkesi olma çabamında en büyük engel bu tür yaklaşımlar ve özlemlerdir... Ne yazıkki tarihin karanlıklarında kalmış bu düşünce biçimleri hala var... Bunlar ki... Cehalet ve istibdadın egemen olduğu şeriat düzenini Türkiye'ye getirmeye çalışan, laiklik karşıtı karanlık güçlerin ilk hedefi hiç kuşkusuz üniversiteler ve bilim adamlarıdır. Çünkü, keyfi yönetim, zorbalık ve bir baskı rejimi olan şeriat düzeninde, din adına kişisel iradelerini tüm insan haklarının ve demokratik yasaların üzerinde sayan, insanın her türlü temel hak ve özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan mollalar, toplum insanının zihni gelişmesine katkıda bulunabilecek, ona ışık tutabilecek her şeyden mahrum bırakılması, özellikle düşünce ve fikir özgürlüğünün ortadan kaldırılması gerektiği inancı ile, önce üniversiteleri susturmaya çalışarak, bilgeliğin değil, bilgisizliğin, cehaletin yayılmasını ve toplumda egemen olmasını isteyeceklerdir. Çünkü onlar, toplum üzerindeki keyfi ve baskılı yönetimlerini özgür bir ortamda sürdüremeyeceklerinin bilincindedirler. Bu nedenle ilk hedefleri ve tek amaçları, özgürlükleri kısıtlamak hatta ortadan kaldırmak, insan aklını ve zekâsını köreltmektir. Öte yandan, toplum insanını, cehalete karşı en etkin silahı olan akıl ve muhakeme gücünden yoksun bırakabilmek için de, onu bilimin ışığından uzaklaştırıp karanlığa sürüklemek çabası içerisindedirler. Üniversite ve bilim adamları olarak bizim karşı çabamız ise bu karanlığı boğmak, toplumumuzu ve insanlarımızı aydınlığa çıkarmaktır. Davamız, Atatürk ilke ve inkılaplarının ışığında ve Atatürkçü düşünce doğrultusunda, çağdaş bilimin, özgürlükçü demokrasinin, laikliğin ve insan haklarının, cehalete, taassuba, dinci zorbalığa ve şeriat düzenine karşı egemen kılınması davasıdır... Kimsenin zerre kadar kuşku ve korkusu olmasın...
-
Şeriatmı istiyorsunuz? o zaman seyredin
Bu ülke şeriat develti değil hukuk devletidir ve bilime inanmış bir toplumdur... Ne yani el, kol, kafa kesmekle bu işlerin dini yöntemlerle çözüleceğini mi söylüyorsanız... ... ediyorsunuz... Yasalarımıza bakın ne diyor...
-
TÜRK HALKININ SEÇİM ANLAYIŞI.. (10 kere Demirel, mavi gözlü diye Dalanı, Ağzı bozuk diye Tayyibi, poystar Semra hanım, firdevs, Bayhanı, NELER NELER)
Sevgili aslan34... Sanıyorum bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanan bir sorun yaşandı... Başka bir topic ile karıştırdım sanıyorum... Haklısın sanıyorum...
-
Şeriatmı istiyorsunuz? o zaman seyredin
******* İnsanlık için utanç görüntüleri... Neyin inancı bu... Vahşetin, karanlıkların, zulmün, acının, yoksulluğun, akılsızlığın, ********, ilkelliğin ve inanca zincirlenmış kölelerin yapabileceği tutum ve davranışlar... İyi ki Atatürk Türkiyesinde bu doğmalardan kurtulmuş bir Cumhuriyetimiz var... İyiki bu zihniyetten uzak ve aklın egemen olduğu bir toplum yaratılmış.. İyiki o ülkelere benzemek istemeyen ve mücadelelerini yürekli, yiğit ve onurlu sürdürme kararlılığında insanlarımız hala var.. Atamıza ne kadar şükretsek azdır... Onun gösterdiği inanç ve ilkeler bugünün dünya konjüktüründe var olma sebebimiz, yaşam kaynağımız ve olmazsa olmazlarımızdır... İnançlardan çok onun gösterdiği hedeflere, ilkelere ihtiyacımız var... Gerisi boş ve karanlıktır bir arayıştır... (Bu arada bunu savunmaya kalkan ve bütün bu olup bitenleri soft bir hale getirmeye çalışanlara ise sadece üzülüyorum...)
-
Dipnot
Canım sardunyam... Duygu ve düşünceleriniz için gerçekten çok teşekkür ederim... Bunu sizler gibi güçlü, kararlı, kişilikli, sevgi dolu, üretken, paylaşımcı, yapıcı ve onurlu kişilikle yoğrulmuş birinden duymak bizleri hak ediyor olmanın mutluluğundan öte biracık mahcup ediyor olması hoşgörürsünü de göstereceğinizden hiç kuşkum yok... İyiki varsın... Sevgi ve saygılarımla...
-
SAKIN UNUTMA!... (Son zamanlarda / Uzun zamandır toplumumuzda unutkanlık alışkanlık haline geldi...)
Canımsın çok teşekkür ediyorum ama sizler içinde ben farklı düşünmüyorum inanın.. Sevgi ve saygılarımla..
-
SAKIN UNUTMA!... (Son zamanlarda / Uzun zamandır toplumumuzda unutkanlık alışkanlık haline geldi...)
"Barajlar çöplükmüş!" İstanbul'da barajlardaki suların çekilmesi çevre felaketini gözler önüne serdi. Elmalı, Ömerli ve Alibeyköy'den 200 ton çöp çıktı Lastikten koltuğa kadar birçok eşyanın bulunduğu çöpün kaynağı ise içme suyu havzasında piknik yapan vatandaşlar... ----------------------------------------------- Hangi vatandaşlar? % 46 olanlar mı? % 54 olanlar mı?
-
"ÜÇÜNCU DÜNYA SAVAŞI TÜRKİYE'DEN ÇIKABİLİR..." (Bu başlık altında yazı, Le Monde ve Stern'de yayınlanmıştır... 'kültürel bölünme' iyice keskinleşti..)
Sevgili taurusmutis... Her zaman olduğu gibi düşünce ve paylaşımlarına çok değer veriyor ve saygı duyuyorum.... Ama konu ile ilgili olarak başka açıdan bakıldığından başka bir senaryoylada karşı karşıya kalabiliriz... Bakın bugün; BM verileri, temiz su kaynaklarının küresel ısınmaya bağlı yağış azlığı, buharlaşma, ölçüsüz-bilinçsiz tüketim ile kirlilik yüzünden azaldığını gösterir ve bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına tüketimin yıllık 8 bin ile 10 bin metreküp arasında olması gerekirken 2025'te 2 milyar, 2050'de ise 7 milyar insanın susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor. Yapılan araştırmalarda, gelecekte su ihtiyacı yüzünden gerilimin tırmanacağı bölgeler arasında İsrail, Ürdün ve Filistin (Ürdün Irmağı); Çin ve Hindistan (Bramaputra Nehri); Hindistan ve Bangladeş (Ganj Nehri); Amazon Nehri'nin geçtiği tüm ülkeler ile Etiyopya ve Mısır (Nil Nehri) gösteriliyor. Ancak risk haritasında, su kıtlığının en çok hissedileceği yer Ortadoğu olarak gözüküyor. Hızlı nüfus artışı ve iklim değişikliklerinin bölgede suya ihtiyacı sürekli artırması; 2050'lerde önce kriz, sonra da yeni çatışmaların çıkma olasılığını güçlendiriyor. Buna karşılık, İsrail'in Nil Nehri ile ilgili projelerini bilen Mısır, silahlı kuvvetlerinde bataklık savaşları konusunda asker eğiterek önlem alıyor ve böylece Nil'in çıkış noktasında nehrin akışını engelleyecek bir durum oluşması halinde, savaşa giren ve üstünlük kuran ilk birlik olmayı hedefliyor. Yine BOP'un gizli gündemini oluşturan su sorunu ve yeni su havzalarına açılım doğrultusunda İsrail'in şimdiki Irak topraklarına doğru yayılımı veya yeni işgallerle bölgedeki suyun kendine aktarılması için çabalama olasılığının da ileride gündeme gelmesi bekleniyor. Kısacası bugün Ortadoğu'da petrol adına gerçekleştirilen işgallerin rotasının, yakın gelecekte suya dönme olasılığı yükseliyor. Kişi başına 1430 metreküp yıllık tüketimiyle su fakiri olan ve 2030'da 80 milyona ulaşması beklenen nüfusuyla tüketimin 1100 metreküpe gerileyeceği öngörülen Türkiye için durum nedir? Bilindiği gibi, hem AB hem de BM, Fırat ve Dicle'yi "uluslararası su" kabul etme eğilimindedir. Aynı zamanda Suriye, GAP nedeniyle "mağdur" gösterilerek ileride yaşanabilecek gerilime kapı aralanmaktadır. BM 2006 Su Raporu'nda, 2025'ten itibaren Türkiye'deki su sıkıntısının üst noktaya ulaşacağı ve 2040'larda ise elindeki su rezervleri nedeniyle Türkiye'ye savaş açılacağı öngörülmektedir. Aynı dönemde, Suriye ve Irak'ta da büyük su kıtlığı yaşanacağı; Dicle ve Fırat'ın öneminin daha da artacağı ve Suriye'nin "uluslararası su" kapsamında değerlendirdiği bu iki kaynaktan ötürü Türkiye ile savaş ihtimalinin yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Yine Suriye'nin Asi Nehri ile ilgili olarak, kendi topraklarındaki sulanamaz nitelikteki bölgeleri, sulanan alan şeklinde gösterip kullanımı yüksek rakamlara taşıyarak daha fazla hak talep etmesi, ileride yaşanabilecek sorunlardan biri olarak belirtilmektedir. Sonuçta Türkiye, hem coğrafi konumu ve küresel ısınmanın etkileri nedeniyle hem de küresel-emperyalist sermaye aracılığıyla, olası su savaşlarının tam ortasında kalmaya; hatta tehdit edilmeye ve savaş açılmaya "uygun" bir durumdadır. Enerji savaşlarının yerini gelecekte su savaşlarının alacağı düşünülürse Türkiye bundan en çok etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Bu anlamda Türkiye'nin, gerek kaynakların akılcı kullanımı ile ilgili gerekse çatışma riskine dönük bir öngörü ve kapsamlı politikasının olup olmadığı da tartışmalıdır... Sevgi ve saygılarımla...
-
TÜRK HALKININ SEÇİM ANLAYIŞI.. (10 kere Demirel, mavi gözlü diye Dalanı, Ağzı bozuk diye Tayyibi, poystar Semra hanım, firdevs, Bayhanı, NELER NELER)
Bak kardeşim.. Öyle dünya işi öyle imanla falan çözülmez.. Evet imanda gerekli ama... Öyle herşeyi inanç kitaplarıyla çözmeye kalkarsan dibini bulamazsın... İnsanın insan olması için sadece müslüman, hıristiyan veya bilmen ne ile olmuyor.... Bak yukarıda ne demişim... Biraz olsun anlaşılmış olduğumu umuyorum... Sağlıcakla kal...
-
"ÜÇÜNCU DÜNYA SAVAŞI TÜRKİYE'DEN ÇIKABİLİR..." (Bu başlık altında yazı, Le Monde ve Stern'de yayınlanmıştır... 'kültürel bölünme' iyice keskinleşti..)
- DENİZ BAYKAL VE EKİBİ İSTİFA ETMELİDİR
CHP’de Deniz Baykal istifa etse ne olur etmese ne olur, CHP kemalist kimliğiyle sosyaldemokrat bir parti olamadıktan sonra! İşte ana sorun burada! CHP tabanının sosyaldemokrasi konusunda bir karar vermesi gerekiyor artık.- ***** ATATÜRKÇÜLERE! HATTA ***** ***** *******... YA DA CANLI CANLI *****... (İslam áleminin son beş asırda kazandığı tek şanlı zaferle bu ülkeyi...)
- "ÜÇÜNCU DÜNYA SAVAŞI TÜRKİYE'DEN ÇIKABİLİR..." (Bu başlık altında yazı, Le Monde ve Stern'de yayınlanmıştır... 'kültürel bölünme' iyice keskinleşti..)
Siz rahat olun... Size zaten ihtiyaç yok.. Laf ola torba dola işte (Altyapı olmayınca söz havada kalır misali...)- BİLİMİ SAVUNMAK... (Bilim, insanoğlunun geliştirdiği düşünce biçimlerinin en iyisidir, çünkü gerçeğe en yakın düşünceyi o verir. Yoksa...)
Feyerabend'a Göre Bilim ve Devlet... Paul Feyerabend, devletin bilimle olması gereken ilişkisi üzerine şunu söylemektedir; "Devlet ve kilisenin ayrılması, devlet ve bilimin ayrılmasıyla tamamlanmalıdır." (1) Feyerabend, devletin kiliseden ayrılmasını bilimin sağlamış olduğunu unutmuş görünüyor. Bilimsel devrim ve ardından aydınlanma olmasaydı devlet kiliseden ayrılacak mıydı? Bugün bilim devletten ayrılsa (Batı'da), devlet kiliseyle yeniden bütünleşir mi, bütünleşmez mi? Feyerabend bilimi devletten uzaklaştırmakla, devlete neyi öneriyor? Feyerabend bu noktada kesin olarak suskundur. Hararetle bilimin ötelenmesini önerirken onun yerine başka bir şey teklif etmiyor. Ama onun büyüye, astrolojiye ve efsaneye olan sempatisini biliyoruz. Gerçekte o üstü kapalı bunu söylemek istiyor. İşte şu satırlarda bu gerçeği görüyoruz; "Şimdi bir Amerikalı istediği dini seçebilirken, onun okulda bilim yerine çocuklarına büyünün öğretilmesini talep etmesine hâlâ izin verilmiyor." (2) "Fizik, astronomi, tarih öğrenilmelidir. Onların yerine büyü, astroloji veya efsaneler geçemez." (3) (Burada Feyerabend eleştirdiği düşünceyi dile getiriyor. Bu nedenle bu cümleyi, "onların yerine büyü, astroloji veya efsaneler geçebilmelidir" diye okuyunuz.) Feyerabend, bilim ile demokrasi arasındaki ilişkiyi de anlayamamıştır. Bilim, gerçeği ortaya çıkarmakla ilgilenir, demokrasi ise insanlar arasındaki eşitlik problemiyle. Bir kimsenin elbette bilim yerine büyü "tekniklerini" öğrenmeyi isteme hakkı vardır. Buna kimse karışamaz. Ama bu "tekniklerin" öğretiminin üniversiteden istenmesinin ve beklenmesinin demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur. Üniversiteler, gerçeğin araştırıldığı ve öğrenildiği yerlerdir ve bunun için vardırlar. Demokratik üniversite demek, herkesin her şeyi talep etme hakkının olduğu üniversite değil, bilim yapmada demokratik bir ortamın bulunduğu üniversite demektir. Üniversitelerde büyücülük "tekniklerinin" öğretilmesini talep etmek, büyücülerin devleti yönetmesini talep etmektir. Feyerabend bunu öneriyor. "Devlet ve ideoloji, devlet ve kilise, devlet ve mit çok dikkatli bir biçimde birbirinden ayrılmıştır. Bununla birlikte devlet ve bilim yakından birlikte çalışırlar." (4) Devletin bilimle ilişki kurması Feyerabend'ı çok rahatsız ediyor. Ama yukarıdaki sözleri söylerken Feyerabend gerçeği tamamen ters yüz etmektedir. Bugün devletler, bilimle mi, yoksa ideolojiyle mi hareket etmektedirler? Günümüzde bilim, çeşitli düzeylerde hemen tüm devletlerin yönetiminde etkilidir. Ama bu olgudan hareketle devletlerin bilimle yönetildiğini söyleyebilir miyiz? Tam tersine bugün bütün devletler esas olarak ideolojiyle yönetilmektedir. İdeolojinin devletten "çok dikkatli bir biçimde ayrıldığını" söyleyebilmek için, devletin hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm vatandaşları için aynı şekilde davranması, tüm vatandaşlarının çıkarlarını aynı şekilde gözetmesi gerekir. İdeolojiden arınmış ya da ayrılmış devlet budur. Ama bugün yeryüzünde böyle bir devlet var mı? Devleti bilimden ayırmak değil, tam tersine tamamen bilimle donatmak gerekiyor. İnsanlığın her türlü sıkıntıdan kurtuluşu buradadır. Bilimin ve demokrasinin mutlak egemenliğindedir kurtuluş. Devlet, halkı bilim ve demokrasiyle yönetmeye başladığında gerçekten tüm insanların devleti olma vasfını kazanacaktır. Bilimin ve demokrasinin azlığı, baskıya, yoksulluğa ve karanlığa, bilimin ve demokrasinin çokluğu ise özgürlüğe, refaha ve aydınlığa götürür. Feyerabend, postmodernizmin dünyada ve ülkemizde etkili olmuş en tipik temsilcilerinden biridir. Ne yazık ki modernizmle pek fazla tanışamadan postmodernizmin tuzağına düşmüş ülkemiz düşünce hayatında önemli tahribata yol açmıştır. Pek demokratik görünüm altında, demokrasinin de varlık sebebi olan bilimin öneminin, değerinin ve nesnelliğinin küçümsenmesinde büyük bir rol üstlenmiştir. Ancak bilim ve bilim felsefesi, Feyerabend'ın saçmalıklarıyla baş edebilecek güce ve birikime sahiptir. DİPNOT..._______________________________________________________ (1)"Bilim ve Mit", Bilim Tarihi Araştırmaları, Sayı 1, Güz 2005, s.129.; (2) A.g.m. s.130. (3) A.g.m. s.131. (4) A.g.m. s.131.- GÜNÜMÜZ SOSYOLOJİK ANLAYIŞA GÖRE İMANLI VE İMANLI DEMOKRASİNİN ALT YAPISI... (Gerek ortadoğu ve gerekse müslüman aleminin gıpta ile baktığı gücü...
GÜNÜMÜZ SOSYOLOJİK ANLAYIŞA GÖRE İMANLI VE İMANLI DEMOKRASİNİN ALT YAPISI... 1- Şeyh , şıh , tarikatçılık esasları ile imam rahlesinin tedrisatı bütün ilimlerden üstün görülerek akıllar ve düşünceler dumura uğratılır... 2- Kur'an ilmine karıştırılan , yobaz ve batıl inanç katkılarıyle farklı bir din anlayışı ortaya çıkar. Allaha tam teslimiyet ve kader inancıyla bütün sorumluluklardan kurtulunur...Bütün işler sorumluluklar Allha bırakılırken, bütün bu sorumluluklar Allaha yakın olduğu iddia edilen tarikat ehli , şeyh ve şıhlara bırakılarak ... Allahın vekili sıfatlarıyle dünya işleri onları devredilmişçesine dünyayı yönetme işine girşirlerken kula kulluk had safhaya ulaşır... Bu kullara tam teslim olmadan Allah'ın rızasını almak bile mümkün değildir. 3- Bu tarikat ehli kişiler onlara inananlarca desteklenir el üstünde tutulurlar...Yalan dünyanın bütün zenginlikleri horlanırken , yardım ve bağışlarla tarikat ehli kimseler dünyalarını ve dünyalıklarını giçlendirip , holdinğ ve sermaye sahibi olup ; satın aldıkları veya kurdukları radyo , TV ve gazeterlerle bu sömürüden daha fazla nasiplenmek adına ellerinden geleni yaparlar ...Müritlerine öte alenm saadetlerini mücdelerlerken , kendileri hem bu dünyanın kaymağını yerken dünya sadetlerini gçlendirler , hemde öte alemin saadetini paylaşma vaadi ilke köşe üstüne köşe dönerler... 4- Yalan dünya nimetlerine meyletmek imanı sakatlar düşüncesini yaygınlaştırıp kul olanları " bir lokma aşım , kaygısız başım " ve " malda yalan mülte yalan var birazda sen oyalan " deyip ebedi cennet nimetlerini işaret ederlerken , sakat olan düşünceye kendileri hak yolunda mücadele adına dört elle sarılan şıh , şeyh ve Trikat ehli vatandaşlar türer. 5- İmamlı ve inamlı hükümetleri destekleyerek kadrolarını ele geçiren tarikat ehli türemişler...Devletin imkanlarıyla daha büyük güç sahibi olmak adına birbirleriyle yarışırken , kula kulluk daha da güçlenir... 6-Güya ;Akıl ve düşünce yoluyla dünyaya hükmeden siyonist ve hırıstiyan güçler , dünyaya meyledip cennetlerini kaybetmiş olmalarına rağmen , dünya yönetimindeki üstünlükleri nedeniyle onlara tam teslimiyet ve bu teslimiyetten güçlenerek dünya saadetini yaşamak tarikat elince oldukça meşru sayılan bir girişimdir. Şimdi bu maddelere değerlendirdiğimizde yalın bir sonuç ortaya çıkmaktadır... Gerek ortadoğu ve gerekse müslüman aleminin gıpta ile baktığı gücü yani Türkiye'yi çökertmek, ve bu gücü ılımlı islam modeliyle yozlaştırıp güya kaynaştırak diğer müslüman ülkelere önderlik etmenin yolunu kesip , sermayenin ve emperyalizme hizmet aracı olarak kullanmak istemelerinden kaynaklanmaktadır... Bu oyunu bozmak ancak kemalist, ulusalcı ve bilime inanmış bireyler vasıtasıyla olacaktır... Ben buna yürekten inanıyorum... Çünkü umut hep vardır, var olacaktır... _______________________________________________________________________________ Türesin Alçınsoy'a yürekten sonsuz saygı ve sevgilerimizle...- ***** ATATÜRKÇÜLERE! HATTA ***** ***** *******... YA DA CANLI CANLI *****... (İslam áleminin son beş asırda kazandığı tek şanlı zaferle bu ülkeyi...)
***** Atatürkçülere! Hatta ***** ***** ********..Ya da canlı canlı *****! Bugünlerde "Atatürkçülük", "Cumhuriyet", "laiklik" gibi laflar etmek iyi değil... BUGÜNLERDE "Atatürkçülük", "Cumhuriyet", "laiklik" gibi laflar etmek iyi değil. Diyelim ki ben "laiklik" diyeceğim zaman, dört bir yana bakarım, etraf uygun mu?.. Uygunsa "Laiklik meselesine gelince..." diye başlarım. Uygun değilse, iki avucumu dizlerimin arasına sıkıştırıp, boynumu yana yatırarak sessizce otururum. Kimi zaman kendimi tutamayıp da "Laiklik..." demek üzere ağzım açılmış, bir de "La..." hecesi çıkmışsa, ikinci heceden itibaren anında toparlarım: "Laaa...havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim..." Etrafıma bakarım, nasıl oldu? Böylece durumum düzelmiş olur. * "Atatürkçülük" keza ağza alınmamalı. O gece televizyonu açtığımda Cengiz Çandar ile Nazlı Ilıcak, bir adamı azarlıyorlardı CNN Türk’te... Ben adamın, programa gelirken içinde Nazlı Ilıcak olduğu halde Cengiz Çandar’ın arabasına çarptığını, Cengiz’in ondan bir tampon ile arka kapının parasını istediğini sandım. İkisi birden azarlayıp durdular adamı. O bey de sanki bana "Tampon parasını versem olmaz mı?" der gibi geldi. Sonra suspus kesildi, ağzını açacak oldu azarlandı, yeniden sustu. Öbür ikisi uzun uzun söylendiler. O kadar çok aşağılarcasına azarladılar ki, dikkat kesilip anladım; o bey Ankara’daki stüdyodan bağlanmış Atatürkçü Düşünce Derneği Başkan Yardımcısı. Azarlanma nedeni Atatürkçülükleri... Zaten sonunda Cengiz Çandar, "Kapatın şunu, gecenin bu saatinde bununla mı uğraşacağız" gibi laflar etti. ADD yöneticisi ağzını açamadan gitti. * Bugünlerde Atatürkçülere, laik cumhuriyetten söz edenlere iyi gözle bakılmıyor. AKP’nin seçim zaferi, bir linç başlattı. İslam áleminin son beş asırda kazandığı tek şanlı zaferle bu ülkeyi kuran, tüm dünyanın hayran olduğu... Bu ulusa bağımsızlık, çağdaşlık ve uygarlık ufuklarını açan o büyük insanın adını anmak ve onun düşüncelerini savunmak suç oluverdi bir anda... Doğrusunu isterseniz böyle günlerin gelebileceği hiç aklıma gelmemişti. Atatürkçülük suç, öyle mi?.. Bu topraklarda yaşayanların Mustafa Kemal’e duyguları böyle mi olacaktı?.. Böyle midir vefa?.. Böyle midir insan?.. Kaynak: Bekir Coşkun / Hürriyet gazetesi.. Kısa Bilgi... 2300. iletimi yayınladım az önce ve dün olduğu gibi bugün ve yarında, Kemalist, aydınlanmacı, çağdaş, uygar, doğmadan uzak, barışçı bir dünya özlemi ile insanca yaşam adına vermiş olduğum mücadele ve düşünsel kavga her geçen gün daha bir onur ve daha bir özgünven ve bütün bunlara olan kararlı inancımla sürdürdüm ve yılmadan sürdüreceğim... Saygı ve sevgilerimle... DİPNOT- TÜRK HALKININ SEÇİM ANLAYIŞI.. (10 kere Demirel, mavi gözlü diye Dalanı, Ağzı bozuk diye Tayyibi, poystar Semra hanım, firdevs, Bayhanı, NELER NELER)
Adaletten gönderme yapmışsınız... Fakat tahahütlümü, tahahütsüzmü belli değil... Bu topicte bahseliden halkımın durumundan hiç farlı olmayan bir cevap olmuş bu... Neyse söz adaletten açılmışken; Bugün dünyamızda doğanın acımasızca katledildiği, insanın insana yabancılaştırıldığı, savaşların kışkırtıldığı, emeğin sömürüldüğü, yoksul ülkelerde etnik yapı ve doğmanın esaretin hızla destekli sürüklendirildiği, kültürlerin, uygarlıkların yok edildiği, emeğin paylaşılmadığı, insanın insana kulluğunun egemenleştirilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu mu adalet.. Olmadıysa şöyle bir şiirle dem vuralım.. ''İnsanlarda tek sıcak kanun / Üzümden şarap yapmaları, Kömürden ateş yapmaları, Öpücüklerden insan yapmalarıdır İnsanlarda tek zorlu kanun / Savaşlara yoksulluklara karşı / Kendilerini ayakta tutmaları / Ölüme karşı yaşamalarıdır İnsanlarda tek güzel kanun / Suyu ışık yapmaları / Düşü gerçek yapmaları / Düşmanı kardeş yapmalarıdır. / Hep var olan kanunlardır bunlar / Bir çocukcağızın ta yüreğinden başlar / Yayılır, genişler, uzar gider / Ta akla kadar.'' Yani ilahi adalete gerek yok kardeşim... En güzel adalet yürekten gelen, insan olmaktan yana, kişilikle oluşan, saygıyla yoğrulan, kulluktan kurtulmuş ve özgür iradeyle vicdan sahibi olandadır... İlahlara ihtiyacımız yok, olmazda... İlahlar sizin olsun... Aklın ve mantığın adaleti bize yeter...- TÜRK HALKININ SEÇİM ANLAYIŞI.. (10 kere Demirel, mavi gözlü diye Dalanı, Ağzı bozuk diye Tayyibi, poystar Semra hanım, firdevs, Bayhanı, NELER NELER)
Neymiş bu gerçek ve gerçeğin algılanma sorunu... Biraz açabilirmisiniz...- TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Bak arkadaşım... Neyin ne denmek istediğinin farkında bile değilsin... Önyargılı ve anlayıp dinlemeden yazıyorsun... Adamların tespitlerini ve bunu ağzı **** bu yapılanmayı istediklerini alıntılayarak belirtmeye çalıştım... Biz nerelerdeyiiiiiiiiiiiz... Siz nelerden bahsediyorsunuz... Hakikaten İnsan hem gülüyor, hende şaşırtıyorsunuz... Düşünce belirtmenizi bekliyorum senden... Sizden ricam hemen tarafçı olupta kişiselleştirmeyin ciddi konuları lütfen... Sevgili Su DaMLaSı ve nokta 34... Ah Amerika ve zevkler ve renkler tartışılmazla başlayan yazılarınız karşısında aslında kısaca şunları söylemek istiyorum... İnançlara saygıya evet, ama inanç gerekçe ve bahanesiyle insana, eşitliğe, kadın haklarına, uygarlığa karşı duruşa hayır. Elimi sıkmayı reddeden nöroloji asistanı doktor hanımın inancına saygı duyamam. Aksaçlı hocanın elini sıkmayacaksın diyen bir din kuralını, böyle bir Tanrı emrinin varlığını kabul edemem. Kadınlarımız saçlarını başörtüsü ile örterler. Bir Anadolu geleneğidir bu. Ama yakın yıllara kadar bu başörtüsünün saçların tümünü gizlediğine tanık olmadık. Örtünün altından kadınlarımızın saçları görünürdü. Türbanı, İslamcı siyaset ortaya çıkarmıştır ve bir simge olarak tepe tepe kullanmıştır. Apaçık bir gerçektir bu. Anadolu halkı türban değil, başörtüsü kullanıyor. İnanca saygı pekâlâ. Ama düşünün, saçının telini göstermenin günah olduğu inancı, sağlıklı bir inanç mıdır? Görünen her saç telinin ahrette bir yılan olup sokacağı inancı, Tanrı'nın en iyi şekilde kullanılması için verdiği akılla bağdaşır mı? Hı... Buna inanmamızı ve saygı duymamızı bekliyorsunuz öylemi.. Çok beklersiniz... Akıl çağında yerimizi alacağız akıl çağında... Öyle doğmanın şeklinede şemalinede ihtiyacı yok insan olanın... Hayrıca bir insanı insan olarak değerlendirmeden önce hangi dine ve netür inandığıyla değerlendiren zihniyete de şiddetle karşıyız... Bu işler bez parçalarıyla, dini kıyafetlerle, sakalla, cübbeyle olmaz arkadaşım... Ve bu tür düşünceler hiçbir toplumu bir kerte dahi ileriye götüremez, Nereye götürürür derseniz.. Yön belli.. Adımlar dahima geriye doğru gidecektir... Ki hiçbir canlıda bu özelliği göremezsiniz... Saygılar.. - DENİZ BAYKAL VE EKİBİ İSTİFA ETMELİDİR
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.