Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. "CEMAAT" farkında mı bilmiyorum... (¹) Ancak... Şu İhsan Kalkavan adlı "Hocaefendi sempatizanı" olduğunu, bulduğu her fırsatta haykırarak kutlu bir iş yaptığını düşünen işadamımızın, artık cemaate iyiden iyiye zarar verdiğinin en azından ben farkındayım. Daha önce de "Şeyh uçmaz / Mürit uçurur" kabilinden birçok vukuata imza atan İhsan Kalkavan’ın, "gündeme damgasını vuran" son vukuatı şöyle: "***** olmak" gibi bir derdi olmadığına dair sayısız işaret veren medyatik bir doktorun, biraz talihsiz doğmuş "zavallı" bebeği için, "Hocaefendi’nin kuvvetli nefesinden dua alarak" şifa bulmasına aracılık etmiş. Benim bu olaydan çıkardığım iki sonuç var: BİR: Demek ki İhsan Kalkavan Bey’deki "Hocaefendi" sevgisi, "dinine, milletine hizmet eden bir adama duyulan sevgi" boyutunu hayli aşan bir sevgiymiş. Bir tür "Şeyh / Mürit" ilişkisi gibi bir şey. İKİ: İhsan Kalkavan’ın ölçüsüz sevgi gösterileri sürdükçe Fethullah Gülen’e hastalara şifa dağıtan "Üfürükçü Hoca" muamelesi çekilmesi, an meselesidir. Yani İhsan Kalkavan’ı durdurma görevi, bizzat cemaate düşmektedir. (¹) DİPNOT / KAYNAK
  2. Makyaj yapan 40 kadın, çocukları tarafından taşlanarak öldürüldü... Irak’ın güneyindeki Basra kentinde son 5 ayda 40’tan fazla kadının İslami kurallara uygun davranmadıkları gerekçesiyle (!) öldürüldüğü ve cesetlerinin sokaklara atıldığı bildirildi. Basra polis müdürü Abdulcelil Halef, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, bazı kadınların çocukları tarafından öldürüldüğünü belirterek, bu çocuklardan birinin 6, birinin de 11 yaşında olduğuna dikkat çekti. Basra’da bir duvara, makyaj yaparak ya da başörtüsü takmadan dışarı çıkacak kadınların korkunç biçimde cezalandırılacağının yazıldığı kaydedilirken, Basralı kadınlar cinayetlerin İslamcı militanlar tarafından işlendiğine emin olduklarını, başörtüsü takmadan dışarı çıkmaya korktuklarını belirtiyor. Basra’ya Haziran ayında atanan Halef ise suçluların kim olduğunu bilmediğini söyleyerek, bu kişileri yakalama yemini etti. Halef, öldürülen kişilerin yakınlarının cinayetleri ihbar etmediğini, skandallardan ya da cinayetleri işleyen kişilerin tehditlerinden korktuklarını ifade etti. Rita Enver adındaki 27 yaşındaki Hristiyan kadın ise, Basra’dan hatta Irak’tan ayrılmayı düşündüğünü belirterek, başörtüsü taksa bile militanlara inanmadığını, duvara yazılan öldürme tehdidinin de korkutucu olduğunu söyledi. Şii aşiret liderlerinden bir grup Ekim ayında, Şii İslamcı partilerin güney vilayetlerinde sıkı İslami kurallar koyduklarını, silahlı adamlarını kullanarak bir korku devleti yaratmaya çalıştıklarını söylemişti. Şii liderler, kamuya açık yerlerde sadece dini müziklerin çalınmasına izin verildiğini, dans etme ve içki içmenin yasaklandığını belirtmişti. Basra’nın, Mukteda El Sadr’ın Mehdi Ordusu, Irak Yüksek İslam Konseyi ve Fadıla gibi rakip Şii grupların iktidarı ele geçirmek için çarpıştığı bir alan olduğu bildirilirken, Sadr’ın siyasi hareketinin Basra’daki yetkilisi Haret El Atari, Mehdi Ordusu’nun İslam’a uygun giyinmedikleri gerekçesiyle kadınların öldürülmesine karşı olduğunu söyledi. Atari, kadın cinayetlerinin arkasında kimin olduğunu bilmediğini belirterek, "Hiç kimseyi suçlayamayız. Ancak, bu çetelerin uluslararası istihbarat kurumlarıyla bağlantılı olduğunu söyleyebilirim" diye konuştu. Basralı bazı kadınlar ise, militanların kendilerine baskı uygulayarak saçlarını ve vücutlarını örtmeye zorladıklarını ifade etti. Üniversitede okuyan bir kız öğrenci, aynı zamanda öğrenci olan bir parti yetkilisinin kendisine, kız öğrencilerin başörtüsü takmadan sınavlara giremeyeceğini söylediğini ve "Allah’ın izniyle üniversitede başörtüsü takmayan kız öğrenci kalmayacak" dediğini belirtti. Basra’daki başarılı çalışmaları nedeniyle koalisyon güçlerinin de güvenini kazanan polis müdürü Halef, üniversitedeki profesörlere yönelik cinayetlerin azaldığını belirtti. Admin Not: Resim şiddet görüntüsü içerdiği için kaldırılmıştır. Kaynak:http://www.heraldturk.com/index.php?option=com_content&task=view&id=551&Itemid=9
  3. AKP, hangi gizli ittifak üzerine kuruldu? AKP’nin ekonomik politikasının, tamamen satıp savmaya dayandığını hep birlikte görüyoruz. Üstelik satarken daha çok yabancı yatırımcı lehinde davranıyor, Murdoch, Ofer veya Soros gibi Yahudi sermayedarlar ile gizli-açık görüşmeler yapıyor. Biliyorsunuz Erdoğan, Ofer ile görüşmesini önce saklamış sonra itiraf etmişti. Peki ülkenin stratejik ekonomik kuruluşlarını neden satıp savıyorlar? Gerçi sorunun cevabını, bir AKP yöneticisi, “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmak” olarak ifade etmişti ama bu konuda daha net bir tespit var. * * * Yaşar Canca, bize gönderdiği “AKP’nin ekonomideki liberal politikalarının gizli sebebi!” başlıklı yazısında bu durumu inceliyor: “Bilindiği gibi Osmanlı’da ekonomik hayat, şehirli azınlıklar ve dinî grupların elindeydi. Her iki grup, vergi ve askerlikten muaftı. Türkler cepheden cepheye koşarken, çocukları aç ve sefil sürünürken bu azınlıklar, fırsatçılığı da işin içine sokup günden güne zenginleşti ve devlete borç verir hale geldi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu durumu en iyi bilen kişiydi ve müdahale ederek önce tekke ve zaviyeleri kapatıp bu grubun sermayelerini ellerinden alarak, azınlıklar için de sıkı ekonomik kanunlar çıkardı. Şehirli azınlıklar bu durumdan fazla etkilenmedi, hatta daha da kârlı çıkmaya başladı. Çünkü o zaman Türkiye’de bu gruplara alternatif olabilecek yerli sermaye yoktu. Gazi Mustafa Kemal, Kamu İktisadi Devlet Teşekküllerini kurdurup, bu azınlıkların karşısına ekonomik olarak devleti çıkardı. Bilindiği gibi Özallı yıllarda bu azınlık grup, intikamını almaya başladı; KİT’ler özelleştirme kapsamına alındı, bazıları kapatıldı ve nihayet ekonomik krizler vasıtasıyla Gazi Mustafa Kemal’in halka verdiklerini tek tek geri aldılar. Bu şekilde 90’lı yılların ortasına geldik ve Osmanlı’nın diğer mirasçısı olan dini organizasyonlar da sermaye grubu olarak ortaya çıkmaya başladı. Sermaye sahibi azınlıklara ‘siz hakkınızı aldınız sıra bizde’ dediler. Azınlık sermayedarları siyasi İslâmcıları da aralarına kabul etti. Çünkü bu grubun yöneticileri ya AB’den ya da ABD’den en üst düzeyde ekonomik ve siyasal destek alıyordu. İşte AKP iktidarı bu ilişkiler sonucu plânlandı. AKP iktidara gelir gelmez devletin en önemli KİT’leri hemen satışa çıkarıldı, sonucu belli ihaleler yapıldı. Şimdi bu sürecin de sonuna yaklaşılmaktadır. Kendisini siyasi İslam diye tanımlayan dini gruplara sermaye aktarımı tamamlanmak üzeredir. Peki bundan sonra ne olacak? İşte işin püf noktası da burasıdır. Çünkü sermaye aktarılan siyasi İslamcıların çoğu, giriştikleri işleri ilk defa yapıyor, iktidar gücüyle işlerini götürüyor. Fakat Çin tehlikesi de dikkate alındığında ekonomik göstergeler bu işin daha fazla sürdürülemeyeceğini ortaya çıkarıyor. Yakın bir tarihte bu grupların korunması için AKP iktidarı, yeniden korumacı ekonomik politikalara dönecektir. Bu duruma yılların milliyetçileri de şaşıracaktır. ‘Sermaye milliyetçiliği yapmayın’ diyen Başbakan Erdoğan, o zaman en hararetli milliyetçi kesilecektir.” * * * Tabii, sürdürülen ekonominin sıcak para ihtiyacı da satışların gerekçelerinden biridir. Yine sözde İslâmi gruplar ile azınlıklar, tam bir ittifak içindedir ve dinlerarası diyalog çabaları bunun açık göstergesidir. İttifakı sağlayan CFR adlı kuruluştur! Biz “İrtica diye gürleyenler, vatan satılırken niçin sessiz?” diye sorarken işte bu durumu anlatmaya çalışıyorduk. Laiklik, türban, irtica tartışmaları, hatta PKK terörünün arkasında işte bu büyük sermaye değişimini örtbas etme niyeti vardır. Hepsi önceden plânlanmıştır. Burada türban veya laiklik tartışmaları uyutmak amaçlıdır. Halk, “Dindar Cumhurbaşkanı” sloganına inanarak AKP’ye yüzde 47 oy verirken, ülke elden gitmiştir! Arslan Bulut / 23.11.2007 Yeniçağ
  4. İnsanın “kutsal” saydığı kavramlarla ve inançlarla çağlar boyunca yakın ilişkileri oldu. Bu ilişki on binlerce yıl eskiye, hattâ daha da gerilere gider. Kısaca, “tapınma” kavramının çok uzun tarihi var. Musa’nın İÖ 2.250’li yıllarda yaşadığı kabul edildiğine göre, tek-Tanrılı dinler de en azından 4.250 yıllık. İlk Çağlar’da Mezopotamya’da (Mazda) ve Mısır’da (Aton) örgütlenip yayılamamış tek-Tanrılı din girişimleri de vardı. Dinsel inançların bu denli uzun ve yaygın çerçevede birbirine benzemeyeceği belli. Hiçbirinin kendini herkese kabul ettirememesi de doğal. Ne var ki, insanlar için yol gösterici saydıkları ilkeler, kutsal savıyla öne sürdükleri ana kitaplar, onları pekiştiren ek metinler, çekici tapınaklar, görkemli törenler, seçilmiş günler ya da aylar, dinsel yönden ayrıcalıklı anıtlar ve kentler gibi ortak yanları da eksik değil. Aktöresel yönden beklentileri Yahudilikte “On Buyruk”, İslâm’da “Beş Şart” ve Hindular’da “Sekiz Yol” gibi birtakım düzgülere (düstur) bağlı. Ortak özelliklerin yanı sıra, bu inanç kümeleri kendi içlerinde de, birbiriyle de çatıştılar ve kan döktüler. Haçlı Seferlerinin dokuzuncusu sona erdikten yıllar sonra, İngiliz Generali Edmund Allenby Kudüs’ü Osmanlılardan 1917’de aldığında, “Haçlı Seferleri işte şimdi sona erdi” demişti. Ama 2003’de ABD’nin Irak’a saldırısının ardında din ögesi de bulunduğundan, din çatışmaları bugün de sürüyor. Evangelistler ve benzeri köktendinciler için Baasçı Irak İsrail oğullarını tutsak eden Mezopotamya’nın günümüzdeki biçimi ve Saddam Hüseyin de modern Nebukadnezar’dı. Britanya Birinci Dünya Savaşı yıllarında “Hak”kı simgelediğini savını yayıyor, Gilbert ve Sullivan müziğinin “İleri, Hıristiyan Erleri!” (Onward, Christian Soldiers) sözleri yolları çınlatıyordu. Son Rus Çarı İkinci Nikola’nın sevgili eşi Çariçe Aleksandra da oturduğu yerden kabine üyelerinden biri ile konuşurken (bir yanıyla Tanrı’nın Oğlu dediği) İsa’nın kendinin ta yanı başında, hem de ayakta durduğuna inanıyordu. Batı “Konstantinopolis” dediği kentin 1453’de elden çıkışını içine hâlâ sindiremedi. Batılılar Haç ve Hilâl diye kitaplar yazdılar. Ünlü Fransız ressamı Délacroix’nın “Haçlıların İstanbul’a Girişi” konulu görkemli bir yağlıboya tablo yapması bir rastlantı değildi. ABD Başkanı Ronald Reagan’a göre, Sovyetler Birliği dinsel anlamda Şeytan İmparatorluğuydu. Humeynî de aynı benzetmeyi ABD için yineledi. Başkan George W. Bush Irak’a Amerikan askerlerini yollarken, 1917’de Kudüs’e doğru yürüyen İskoç din yayıcısı ve savaş alanları papazı Oswald Chambers’ın yaptığı konuşma metinlerini okuyup duruyordu. Samuel P. Huntington’un ileriye yönelik “önbilisi” (kehaneti) unutulmuş değil. İncil yorumlu “Tanrı ile Şeytan arasındaki savaşta”, Batı’nın tekelci sermayesi ve onun vurucu gücü olan ordusu (kendi gözünde) hep Tanrı’yı simgeliyor. Aynı dinden olanlar kendi aralarında da çatıştılar ve savaştılar. Orta Çağlar’da Müslüman devleti içinde Halife Ömer’den sonra (644), Yavuz S. Selim-Şah İsmail çekişmesinde (1514) ve 1980’lerde Irak-İran Savaşında Sünnî-Şiî ayrımı iyi biliniyor olmalı. Hıristiyan dünyası da uzun yılları kapsayan din ve mezhep savaşlarına tanık oldu. 1640’ların İngiliz İç Savaşı, 1776 Amerikan Ayaklanması ve 1861-65 ABD İç Savaşında (az bilinen ama gerçek) mezhep çatışması ögesi de vardır. Hıristiyanlık özellikle ABD’nde siyasetin içinde sürekli olarak yer almış, Cumhuriyetçi Partiyi bir din savaşımı aracı durumuna sokmuş, Hıristiyan köktendinciliği de 2000 seçimleriyle Beyaz Saray’a girip oturmuştur. Bu tarihsel gelişmeye bakınca, din etkisinin küçümsenmemesi gereken biçimde derin ve yaygın olduğu anlaşılıyor. Ancak, gerçekçi ölçülerin dışına çıkarak küçümsenmiştir de. Karl Marx’ın emeğin sömürülüşü ekseninde ekonominin altını kalın çizmesi, bilimden kaynaklanan modernizmin temposunu gittikçe arttırarak yayılması, Aydınlatmacı düşüncelerin dal budak sarması, lâik insancallığın geçerlilik kazanması ve pazar ekonomisinin sözde belirleyiciliği gibi zamana ve yere bağlı birtakım nedenler dinin ağırlığını, ikincil olsa da, gözden ırak tuttu. Öte yandan, dinle bağdaştırılan kimi inançların savaşlarda, genişlemede, doğal kaynakları ele geçirmede ve çevreyi kirletmede işe yaraması dinlerin önemini azaltmadı, arttırdı. Bu arada, din kurumları örgütlendi, üye kazanarak büyüdü, kendi sermayesini kurdu ve siyasete girdi. Yalnız Anadolu’daki tarikatlar değil, ABD’ndeki Evangelist, Methodist, Pentacostal, Jehova’nın Tanıkları, Mormonlar ve Katolikler de aynı şeyi yaptılar. Her birinin üyeleri milyonlara erişti. Aralarında yarıştılar, rekabet ettiler, çatıştılar da. Ama başka dinlerle bile ortaklık aramaktan geri kalmadılar, çünkü tümünün ortak düşmanı vardı: Lâiklik… Artı, kuşkusuz ondan doğan bilimsel düşünce. Bu durumda, Washington’da Başkanlığın, Vatikan’da Papalığın ve İstanbul’da Ortodoks Patrikliğinin Fethullahcılarla el ele vermesi şaşırtıcı değil. Hem örgütleniyor, hem de birbiriyle uyumlu eylem yürütüyorlar. Hem Hıristiyan Amerikalı köktendinciler, hem de Türkiye’dekiler dincileri her karar yerine getirmede anlaşmış durumdalar. Amerikan dincileri eğitimin, bilimin, tıbbın ve savaşın din inançlarına bağlı olarak yapılmasından yanalar. Pakistan’da da okullar için hazırlanan yaşambilim (biyoloji) kitaplarının bile Kur’an ile çatışmamasına özen gösteriliyor. Amerika’da da satışları milyonlara varan yayınlar da İncil öğretilerini yayma peşinde. Ama bundan ötürü, Çin’de bakelorya sahipleri içinde mühendislik gibi dallardan diplomalıların sayısı Amerika’dakilerin üç katı. Ya da Amerika’dakiler dünya ortalamasının altında. Tüm dünya için bilimsel birikime gelince: Suyun ana madde olduğunu söyleyerek bilimsel düşünce penceresini aralayan Milet’li Thales, tıbbın babası Hippokrates, değişimi temel alan Heraklitus ve atom kuramcısı Demokritus gibi ilk öncüleri bir yana koyarsak, bilimin kısa geçmişi ancak 300 yıla çıkar. Hızlanma süresi ise, yaklaşık 150 yıl. Bu süre, içeriğinin yaratıcı görkemi bir yana, şu ya da bu biçimde dinin kapsadığı yüzyılların yanında çok kısadır. Ama boş inançlara, masallara ve büyü safsatasına darbeler indirmiştir. Bunların en ağırlarını Rönesans’ın kültürel-insancıl tavrı, sanayi açılımı ve teknoloji devrimi vurmuştu. Böylece, 17’nci yüzyılın sonuna gelindiğinde, insanın doğa içindeki yeri göreceli olarak gerçeklere oturmuş, dünyanın ve kişinin uzayın merkezi olmadığı anlaşılmış ve insanın bilimsel düşünceyle ilerleyebileceği umudu yerleşmiştir. Ancak, Hiroşima’da (bilim sayesinde) attığı adımı (yani, atom bombasını) genelleştirip uygulayacak olursa, kendi soyunu da sona erdirmesi olasılıklar yelpazesi içindedir. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in bir kitabında (avunma diye) yazdığı gibi, Amerika nükleer bombayı kullanmasa da, onun elindeki varlığından yararlanarak dilediğini yaptırabilir. Aydınlıkçı düşüncenin insana önem verişi önüne engel çıkmayan bir süreç değildi. Örneğin, modern bilimin doğuşuna belki herkesten çok hizmeti geçmiş olan Galileo dünyanın ve öteki gezegenlerin güneşin çevresinde döndüğünü (Kopernikus’a arka çıkarak) söyleyip Katolik Kilisesine karşı durunca, ömür boyu ev hapsi yargısından kurtulamadı. Hapisteyken Hollanda’daki yayımcıya kaçırdığı ve Kopernikus’u gene destekleyen ikinci kitabı aynı zamanda modern fiziğin ilk adımıydı. Charles Darwin’in Evrim Kuramı da dine dayalı hikâyeler anlatanlara dolaylı yanıtlar vermiş oldu. Türlerin değişmesine Jan Lamarck ve başkaları da değinmişlerdi. İsa’dan yaklaşık yüz yıl önce yaşamış olan Lukretius insanın doğanın bir ürünü olduğunu yazmıştı. Ondan da yüz yıl önce, Romalı gövdebilimci (anatomist) Claudius Galen insanla kimi maymun türleri arasında benzerlikler bulmuştu. Katolik Engizisyonu buna inanan Lucilio Vanini’yi kazığa bağlayıp yaktı. Giordano Bruno da öyle yakıldı. Ama gene de İsveçli Carl Linnaeus insanı (Homo) hayvanlar dünyasının içine koymaktan geri kalmadı. Lamarck da 1809’da çıkardığı Hayvanbilim Felsefesi adlı kitabında modern canlıların bugünkü durumlarına bir “evrim” sonucu geldiklerini yazdı. Darwin’in katkısı evrimi doğal ayıklama kuramıyla anlatmış olmasıdır. Çevreye “en uygun olanın yaşamını sürdürmesi” sözcükleri de gerçekte Herbert Spenser’e aittir. Ama onun Türlerin Kökeni başlıklı yapıtı yaşama bakışı değiştirdi. Marx Kapital’in (ölümünden sonra yayınlanan) ikinci cildini ona ithaf edeceğini söylemişse de, Darwin’in Evrim Kuramı birçok tepkiler aldı. Örneğin, 1925’de ABD’nde Tennessee’de John Scopes adlı bir öğretmen derste Darwin’i anlattı diye muhakeme edildi, cezaya yedi. Savcı Dışişleri Bakanlarından ve Başkan adaylarından William Jennings Bryan’dan başkası değildi. Mahkemede eline İncil’i almış ve “bütün gerçekler işte bunun içinde!” diye bağırmıştı. (Öyle bağırdı ki, kalp krizinden düştü ve öldü.) O ülkede aynı konu artık ücra bir köşeyle sınırlı değildir. Darwin’in okutulmamasını isteyen Amerikalılar bugün milyonlarcadır. Türkiye’de de beyin cerrahı olan bir profesör her canlının Tanrı’nın “Ol!” buyruğuyla ayrı ayrı oluştuğunu bana ısrarla söylemişti. Ülkemizde ve Amerika’da tarlasında ekine zararlı olan böceklerin tarım ilâçlarına zamanla bağışıklık kazandıklarına gözüyle tanık olan kırsal bölge insanı aynı anda canlıların evrim yoluyla değiştiğine inanmadığını söylüyor ve aradaki çelişkiyi görmemekte direniyor. İngiltere’de ve Amerika’da Darwin’in yorumunu paylaşmayanlar, öte yandan, “Sosyal Darwincilik” diye bir düşüncenin öncülüğünü yaptılar. Buna göre, doğada değil ama insan toplumunda çevreye en iyi uyabilenin yaşamayı sürdürmesi gerekiyordu. Bu çelişkinin ardında toplumda daha çok ekonomik yönden güçlü olmanın emeği dilediği gibi sömürmesi ve bu olayı “doğal” göstermesi gibi bir tasarı vardı. Bitki ve hayvan dünyası ile özgürlük, eşitlik ve adalete yasal yollardan dayalı insan toplumu kuşkusuz aynı olamazdı. Ama Darwin’i doğa için reddeden benzer bir kuranı Darwin’in katılmadığı başka bir alana kendiliğinden uygulanmış, bunun için bir düşünce sistemi bile uydurulmuştu. Amerika’da bunun başını John Fiske, Josiah Strong ve Benjamin Kidd gibileri çektiler. Gitgide örgütlenen dinci kümeler bir yandan köktendinci yaklaşımlarda direnir ve öte yandan da bilimsel buluşları kendilerine göre yorumlarken, bilimin kendi A. Einstein’in (Newton’un Yerçekimi Kuramından da yararlanarak) geliştirdiği Görecelilik Kuramı, atom düzeyindeki güçlerle ilgili kuantum mekaniği ve Stephen Hawkins’in Zaman Tarihi adlı kitabında ipuçlarını verdiği (ve ikisini birleştirme amacındaki) Büyük Birleşme deneyimiyle yeni ufuklara doğru zenginleşti. Hawkins bu ikisini uyumlaştırarak uzayın nasıl oluştuğunu anlamamıza yarayacak anahtarı bulmayı umut etmektedir. Bu arada, bilim başlı başına gelişmemekte, endüstri ve tarım gibi günlük yaşamın parçası olan her alanda kendini göstermektedir. Bir yanda elektronik bilgisayarlar ve öte yanda nükleer güç yaşamın ve çalışmanın her alanına girmektedir. Bilim sanayi ile maddesel üretim de bilimle iç içedir. Uzay araştırma gündeminde önemli bir başlık da güneş sistemi karanlığa gömülmeden önce dev boşlukta yeni yerleşme yerleri bulmaktır. Bilimin göreceli olarak kısa ama çok verimli geçmişi, dinciler dahil, birçok çevrenin dikkatini çekti. Bilimsel yayınlar ve günlük basın yeni buluşları okuyucuya ilettiler. Modern bilimin başarıları görmezden gelinecek gibi değildi. Büyük bir balığın yuttuğu peygamberlerden birinin bu deniz hayvanının midesinde önce yaşamını sürdürüp sonra da çıkıp gitmesi gibi dinci çevrelerin inançlarındaki saçmalık da, bu arada, gün gibi ortaya çıktı. Yeni koşullarda, dinciler ya Bryan gibi eski görüşlerde ayak dirediler ya da din metinlerinin yerinel (alegorik) olduğunu, yani gerçek anlamın bir simge ardında gizlendiğini savundular. Kimi bilimciler küresel ısınmanın yaşamı tehdit eden olası sonuçlarını (ozon tabakası delinmesinin ilk saptandığı) 1985 yılında haber verdiler ve bunun fosil kaynaklı yakıtların çok kullanımından oluştuğunu, önlem alınmazsa bu gidişin küresel ısınmaya, yer yer çölleşmeye, aşırı su azalmasına ve kıtlıklara neden olacağını söylediler. Hıristiyan dincilerin bir tepkisi iklime Tanrı’nın karar verdiği oldu. Yerli dinciler de yağmur duası önerdiler. Sorunun yağmur duasıyla çözülmeyeceğini söyleyenlere karşı da, o zamanki İstanbul Belediye Başkanı ve şimdi Başbakan RCE “denenmiş yollardan dönülmez” diye bir hikmet savurdu. Oysa, Newton’un başına düşen elma ağaçtan koptuğunda her zaman ve her yerde yere düştüğü içindir ki, ona dayalı olarak bir Yerçekimi Kuralından söz edilmesi gerek. Yüzlerce yıldır her duada yağmur yağmış olsaydı ve hiçbir istisnası bulunmasaydı, bundan da bir kural çıkarılırdı. Eski dincilerden kimileri, örneğin Pierre Teilhard de Chardin (ö. 1955), geçmişin kalıplarından o denli uzaklaşmak zorunda kaldılar ki, kendi kiliselerinden koptular. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ve Namibya’da kilise adamlarının bir bölümü ırkçılığa, ırk ayrımına ve sömürgeciliğe cephe aldılar. Ama sayı olarak onlardan daha fazlası adaletsiz, özgürlüklerden uzak ve aşırı sağa çeken düzenin hizmetine girdiler. Günümüzde Amerika’da nüfusun önemli bir oranı İsa’nın yeryüzüne ikinci kez geleceğine, geldiğinde “dini bütünleri” anında çekip alarak Cennet’e götüreceğine inanıyorlar. Bu seçenek düzeni düzeltme kapılarını da kapıyor. Bilim kalıpçı, örtünmeci ve gerinin çürümüşlüğüne özlemci değil, onarıma sürekli olarak gereksinim duyan bir yapı gibidir. Kuşkucudur, deneyimcidir, denetlemecidir ve gerektiğinde değişimden yanadır. “Bugün hükûmetin önünde duran ama Hıristiyan din kitaplarının ele almadığı tek bir konu bile yoktur” diyen Amerikan Senatörü (ve Çevre-Bayındırlık Kurulu üyesi James Inhofe) ABD ve dünya gericiliğinin simgesidir. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  5. 1) 1961 Anayasası Türkiye'de, ABD'nin (ve Batı'nın) hiç de hoşlanmadığı bir yapıyı yavaş yavaş sağlıyordu. Demokrat Parti'nin Amerikancı, liberal ve kapitalist felsefesine ve uygulamalarına karşılık sosyal devleti öne çıkaran bir anlayış yeşeriyordu. Devletin iktisadi kurumlarının hızla piyasaya hâkim olmaları gerçeği vardı. Petro-kimya, demir-çelik, alüminyum, motor sanayii, elektronik gibi birçok alanda devlet devreye girmişti. Karma ekonomik yapı "sistemin esasını oluşturmaya başlamıştı". Bunlar ABD'nin (ve Batı'nın) Türkiye'de istemediği şeylerdir. 2) 1961 Anayasası ile kapı gibi bir Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştu. Beş yıllık planlar ve yıllık programlarla sanayi, tarım, enerji, ulaştırma, eğitim, sağlık gibi alanlar; "ulusal çıkarlar gözetilerek", planlı ve programlı bir biçimde yürütülmeye başlandı. Birinci Beş Yıllık Plan döneminde başbakan olan Morrison Süleyman bile, ABD'nin vermek istemediğini gidip Sovyetler Birliği'nden almıştı. Sol ve ulusalcı kesim bu işin başını çekiyordu. Sol dışında, ABD'ye karşı olan İslamcılar da Türkiye'nin sanayileşmesinden yanaydılar. Sol ve ABD karşıtı İslamcılar Ecevit-Erbakan koalisyonu ile iktidara gelmişler ve 1974'te Batı istemediği halde ulusal çıkarlarımızı Kıbrıs'ta korumuşlardı. ABD'nin bölge uzmanları şöyle karara vardılar: 1) Sağ ve sol aralarında çatıştırılmalıydı. 2) "ABD karşıtı" cephe yerine, onun yandaşı dinciler yaratılmalıydı. 3) "Sermayenin sisteme egemen olacağı" bir değişiklik yapılmalıydı. Ama her şeyden önce ABD'nin baş belası 1961 Anayasası budanmalıydı. - 12 Mart 1971 darbesi ABD karşıtı cepheyi, sol hareketleri ortadan kaldırmak için ilk basamak oldu. Amerikancı kimi generaller ve kimi sağ çevreler ABD istihbarat örgütleri tarafından solun üzerine gönderildiler. - 24 Ocak 1980 iktisadi kararları ile 12 Eylül 1980 darbesi ABD'nin ortak operasyonlarıdır. 1978 Washington Uzlaşması'nın Türkiye'de uygulanması için 12 Eylül generalleri tarafından 1982 Anayasası'nın getirilmesi gerekiyordu. (*) 1980-83 Askeri Konsey ve 1983 sonrası Özal hükümetlerinde üç belirgin hareket oldu. 1) Sermaye çevrelerinin siyaseti ele geçirerek Türkiye'yi Batı'ya bağlamaları için "Özalcılık" geliştirildi. Sermaye çevreleri, sisteme egemen kılınmaya başlandı. Özal Türkiye'yi birkaç büyük işadamı ile birlikte yönetiyordu. 2) PKK kuruluyor ve "devlete karşı yeni bir ayrılıkçı muhalefet" ve terör oluşturuluyordu. 3) Askeri Konsey (1980-83) ve Özal dönemi ile birlikte İslamcı yapılanma sistemli bir biçimde devreye sokuluyordu. Atatürkçü geçinen 12 Eylül'ün Amerikancı generalleri bu konuda ellerinden geleni yaptılar. Özalcılıkla birlikte tarikatçılık devletin tepesine yavaş yavaş sızmaya başladı. Fethullahçılık bu dönemde sistem tarafından desteklendi. İlk tohumlar... Böylelikle sol kesim başta olmak özere ABD karşıtı ulusal öğelere alternatif olacak "Amerikancı işbirlikçiler" ilk filizlerini vermeye başladılar. - Bir yanda Amerikancı (Batıcı) büyük sermaye çevreleri; - Onun yanında Amerika'ya yakın İslamcılar (ve tarikatlar); - Ve tabii Türkiye Cumhuriyeti'ne, Lozan'a ve devlete karşı PKK terör örgütü. Bu birbirinden tamamen farklı görülen unsurlar yavaş yavaş ABD ve AB tarafından "terbiye edilecekler" ve 2000'li yıllardaki ortaklıklarını kuracaklar. ABD ve AB'nin güdümüne girmiş olan "büyük sermaye, köktendinci ve bölücü" koalisyonu işin esasını oluşturdu. Amerika ve (sonra AB), 1960'lı ve 1970'li yıllardaki solun karşısına büyük sermaye-köktendinci-bölücü koalisyonunu 2000'li yıllarda oturtmayı başarmıştır (**). Eski solun bir bölümü dinci ve liberal çevrelere yamandı. İşin en ilginç yanı şu: - İslamcıların tabanının büyük çoğunluğu ABD'nin (ve AB'nin) karşısındalar. - Kürt kökenli yurttaşların da çoğunluğu PKK'ye karşılar. Çünkü terörden en büyük zararı onlar gördü. Terör yüzünden Güneydoğu geriledi; - İş çevrelerinin çok küçük bir bölümü "gözü kapalı Amerikancı ve AB'ci". Çoğunluğu, iktisadi işgale karşı. - Bu kesimler dışındaki insanlarımızın yine büyük çoğunluğunun ABD'ye karşı olduğunu kamuoyu yoklamaları gösteriyor. Ve bütün bunlara rağmen Amerikancılar iktidarda. Bu sonucun bir tek açıklaması bulunmaktadır; Türkiye'de demokrasi işlemiyor. Sadece demokrasi oyunu oynanıyor. O zaman düşünmemiz gereken şey bu işi nasıl ve hangi yolla düzelteceğimizdir. Türkiye'yi emperyalizmin güdümündeki oligarşiden nasıl kurtaracağımızı, "büyük çoğunluğu oluşturan kesimler bütün güçlerini kullanarak" çözmek zorundalar. Bugünkü gidişe karşı olan bütün kesimlerin kenetlenmesi gerekiyor. Sağcısı, solcusu, işbirlikçi olmayan ve Atatür k'ü seven Müslümanıyla... DİPNOT... (*) Hayatım Avrapa, Birinci kitap 2006, Truva. (**) AKP, Ordu, ABD Üçgenindeki Türkiye, 2007, Truva Erol Manisalı -3.12.2007
  6. Siyasi gelişmelerle ilgili ANKA'nın sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Öztürk,(¹) "Kuran'ın anladığı manada bir dinden söz ediyorsak, Türkiye dinsizliğe doğru gidiyor" dedi. Öztürk, "Türkiye'yi taşıdıkları yer şirktir, din değil. Biz yıllarca buna karşı mücadele verdik. Ama şimdi Türkiye doğrudan doğruya müşrik zihniyete, şirk zihniyetine doğru gidiyor. Yelken açmış gidiyor hem de. Zaten Kuran'dan ve Hz Muhammed'den onay almayacak sahte bir dini, morfin gibi kullanıp Türkiye üzerinde her istediklerini yapıyorlar, hurafe dinini anestezi gibi kullanıyorlar" diye konuştu. "TÜRBAN, ST PAUL'ÜN İNCİL'E SOKTUĞU KIYAFETTİR" Prof. Dr. Öztürk, son yıllarda "türban" adı verilen ve değişik tarzda bağlanan örtünün ise Müslümanlıkla ilgisinin olmadığını söyledi. Öztürk, bunun St Paul'ün İncil'e soktuğu rahibe kıyafeti olduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı: "Türkiye'de iki büyük operasyon yapılıyor. Kuran dininin birinci vasfı anti emperyalizmdir. Atatürk de tarih önünde bu konuda en başarılı adamdır. Ama onun anti emperyalist yanını kınıyorlar. Türkiye kullanılarak İslam'ın, anti emperyalist ruhunu yok etmek istiyorlar. Her 50 metreye kurulan camilerde bu ruhu katlediyorlar. Bize, 'İslam'ın diğer taraflarını bırakın, size bol cami yapmak, hanımların başını örtmek kafidir' diyorlar. Hanımların başındaki örtü, rahibe kıyafetidir. Saint Paul'un İncil'e soktuğu kıyafettir. O bizim Müslüman insanın örtüsü değildir. 'Cami ve bu örtü size din olarak yeter' deniyor. Müslümanlara din diye başka bir şey bırakmadılar." "DARBELER İÇİN DUA EDİLECEK NOKTAYA GELİNEBİLİR" Önümüzdeki döneme ilişkin karamsar bir tablo çizen Öztürk, Türkiye'nin "iyiye ve hayra" gittiğini düşünemediğini söyledi. Öztürk, türban, lokantada mescit, şehirlerarası otobüslerde namaz molası konuları tartışılırken, Türkiye'nin kaydettiği tek gelişmenin borçlarını artırmak olduğunu belirtti. Öztürk, şunları söyledi: "Türkiye örtülü bir şekilde sömürgeleştiriliyor. Hüzün duyarak söylüyorum ki, Türkiye'nin geleceğine ilişkin hiçbir irade Türkiye'yi yönetenlerin elinde değil. Türkiye büyük bir rüzgarın elinde, birilerinin istediği yöne doğru götürülüyor. Birileri en berbat şekilde yorumlayabilirler ama şunu söyleyebilirim: Benim en çok tedirgin olduğum şey, meselelerin siyasetle çözümlenemeyeceği bir noktaya sürüklenilmesi. Bu nokta ya felaket ya da kanlı kavgadır. Felaket nedir, Türkiye, dışardan istedikleri şekilde paramparça edilir. İkincisi, Türkiye iç kavgaya gider. Darbe olur deniyor, ama bana öyle geliyor ki, Türkiye darbeleri bile Allah tan niyaz edecek duruma gelebilir. Şimdi 'darbe,darbe' laflarıyla cambaza bak oyunu oynanıyor. Türkiye, darbelere bile el açıp dua edilecek bir noktaya sürükleniyor, Türkiye onu bile arayacak. Çok kaygılıyım bu noktada ben." "İKİ MİLLETLİ PARLAMENTO" Öztürk, 22 Temmuz'da seçim yapılmadığını belirterek, "Bu, bir tsunami, nevi şahsına münhasır, bir nevi yarı işgal, bütün batılı güçlerin ortaklaşa belirledikleri hedefe 2-3 milyar dolar para harcayarak Türkiye'de halkın iradesinin bir yöne sevkedilmesidir. O sebeple biz bunu bir seçim saymıyoruz. Bunun ne menem bir şey olduğu, yıllar sonra anlaşılacak" dedi. Seçim sonra tablo konusunda da kaygıları bulunduğunu ifade eden Öztürk, şöyle konuştu: "Türkiye, tarihinde ilk defa adeta iki milletli parlamentoya mecbur ve mahkum bir hale getirildi. Böyle bir manzara var. Şu anda parlamentonun en aktif unsuru, en azından göründüğü kadarıyla, bölücü temayüller taşıyan unsur. Parlamentonun ilk gündem yaptığı konulardan biri, parlamentoya yeni giren bu unsurun, terör başının yaşam şartlarının iyileştirilmesidir. Buna dikkat etmek lazım. Onun arkasından Türk ordusunu bölücülükle itham demeçlerini dinledik. Arkasından 'PKK'ya terör örgütü demeyiz' demecini dinledik. Öbür tarafta henüz anayasayı değiştirme çalışmaları dışında bir şey görmüyoruz." "DOKUNULMAZ ZIRHI KİRLENDİ" Öztürk, bu parlamentodan bir "hayır" gelecekse, bunun bir numaralı göstergesinin milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması olacağını söyledi. Öztürk, "Eğer parlamento işe dokunulmazlıkları kaldırarak başlarsa, buradan bir hayır çıkacağını düşünebiliriz,aksi takdirde hiçbir hayır çıkmaz. Dokunulmazlık zırhının içi kirlendi, pislendi, bu zırhı kaldırıp atmak lazım" dedi. (¹) DİPNOT/KAYNAK
  7. koca gezegenler boş kalmasın diye mi gönderildik ihraç fazlası kaderlere taşeronluk mu bizimki ? ruh adında bir cüppe giydirmişler, deli gömleği ben mi yazıyorum bunları, onun mu eseri ? akıl da kendini ruhun altında ezdirecek kadar akılsız değildir hani... __________________________________________________________________ Not: bir yerde okuyup çok beğendiğim bir yazıyı birazcık mantık adına paylaşmak istedim...
  8. Gerçekten kafa yorulması gereken bir konu ve oldukça düşündürücü...
  9. Kadınların Cennette karşılaşacakları erkekler (Gılmanlar): Tur/52/24. Sedefteki inciler gibi olan gencler yanlarinda dolasirlar. Vakia/56/17-21. Olumsuz gencler yanlarinda, bas agrisi ve donmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmus kaseler, ibrikler, kadehler; sececekleri meyveler, arzulayacaklari kus eti ile dolasirlar. Insan/76/19. Yanlarinda ölümsüz gençler dolasir; onlari gordugunde sacilmis birer inci sanirsin. İlginç...
  10. Sız bırakın Osmanlı ırkınıda... 10'a bölünmüş nur tarikatı içinde kendinizi hangi bölünmüşlüğün içinde buluyor ve destekliyorsunuz onu bir cevap verirseniz sevinirim... Bakın bölük börçük olmuş ve pastadan inanılmaz paylar alan bu adanlara şöyle bir bakalım... 10'A BÖLÜNMÜŞ NUR TARİKATI... Okuyucular ve Yazıcılar grupları 1970'lere gelindiğinde birbiriyle doğrudan teması olmayan, farklı büyüyen iki Nurculuk akımı olarak gelişti. O dönem Fethullah Gülen 'in de aralarında bulunduğu Okuyucular Grubu ayrıca öne çıktı ve güçlendi. Zamanla Gülen, bu grubun içinden de ayrıldı ve kendine özgü ayrı bir grup oluşturdu. 1970'li yıllarda Okuyucular'ın içinden 4 ayrı grup daha çıktı. Günümüzde Nur tarikatı toplam 10 ayrı grup olarak etkinliğini devam ettiriyor. Bu gruplar şunlar: Okuyucular, Fethullah Gülen, Yeni Asya, Yeni Nesil, Mehmet Kırkıncı, Sıddık Dursun (Med-Zehra), Mehmet Kurtoğlu, İzzettin Yıldırım, Acz-i Mendi, Yazıcılar. Şimdi bunları kısaca bir tanıyalım; Okuyucular'ın önderliğini 1960'lı yıllarda Zübeyr Gündüzalp yapmıştı. 1971'de ölünce grup içinde ''menfaat çatışmasını'' da içeren tartışma yaşandı. Yeni Asyacılar, Kırkıncılar, Gülen, Med-Zehracılar ayrıldı. 1987'de Yeni Asyacılar da ikiye bölündü, Elazığ ve çevresinde Acz-i Mendi türedi. Çekirdek Okuyucular Grubu varlığını halen sürdürüyor. Medrese adını verdikleri evlerde, günlük-haftalık ders okutuluyor. İç hiyerarşi ağabey-kardeş tanımına göre. Yeni Asyacılar'ın lideri Mehmet Kutlular . İkinci bir kişi yok. Kendilerine genellikle merkez sağ partilerde yer edindiler. Yeni Nesilciler'in başında Mehmet Emin Birinci var. 1971'de Okuyucular'dan ayrılan Ankaralı Mehmet Kırkıncı 1980 sonrasında güçlendi. Özellikle Erzurum ve çevresinde 40-100 kişilik yurtlara sahip. Med-Zehra, Nurculuğun Kürtçü kanadını oluşturuyor. 1971'de Sıddık Dursun tarafından kuruldu. Grup, 'düzenle barıştığı' gerekçesiyle Yeni Asyacılar'dan ayrıldı. Zehra Eğitim Kültür Vakfı, Bin Marifet Vakfı gibi kuruluşları var. Günümüzde bu grup da ikiye ayrılmış durumda; Zehra ve Med-Zehra. Sıddık Dursun'dan ayrılan bir başka grup da Ankara, Adana ve Kahramanmaraş'ta etkili olan Mehmet Kurtoğlu grubunu oluşturdu. Sıddık Dursun'dan daha sonra İzzettin Yıldırım ayrıldı ve Kürtçülüğe dayanan, Suudi Arabistan destekli grubunu kurdu. Saidi Nursi'nin yanı sıra Hulusi Yahyagil ve Tayyar Şaşmaz 'dan da etkilenen Müslüm Gündüz , 1985'te Elazığ'da Acz-i Mendi grubunu kurdu. 20 Ekim 1996'da Kocatepe Camisi'ndeki Saidi Nursi mevlidinden sonra yapılan eylemde adını duyurdu. 28 Aralık 1996'da İstanbul'da bir baskın sonucu yarı çıplak yakalandıktan sonra grup zayıfladı. Yazıcılar Grubu Mehmet Sait Ertürk liderliğinde gelişti. Kendi aralarında sürekli sarık takıyorlar. Hiç bölünmemiş olmakla övünüyorlar. Evet siz hangi gruptansınız sayın kaplan-200...
  11. Istanbul Ilim ve Kültür Vakfi?nin düzenledigi ?Said-i Nursi Sempozyumu?na, bir kamu kurulusu niteligi tasiyan THY?nin sponsor oldugunu dünkü VATAN?da okudunuz. THY yönetimi hemen bir aciklama yapti: ?Biz sadece bu sempozyum icin ülkemize gelen 90 yabanci bilim adaminin ucak biletlerine yüzde 50 indirim yaptik.? Olur mu? Neden tüm masraflari üstlenmediniz? Ayip etmissiniz dogrusu! İyi de kimdir bu Said-i Nursi? Önce tek cümlelik bir yanit vereyim: Atatürk?ü ?deccal? (yalanci, fesat), cumhuriyet kanunlarina uyan herkesi de ?deccalin mikrobu? ilan eden kisi! İste; Nur risalelerinden Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk?le ilgili bazi satirlar: 1) Laik bir devlet düzeni seriata aykiridir. Türkiye kurulusu itibariyle dinden uzaklastirilmis ve dine karsidir. (Mektubat 1958, Sayfa 401.) 2) Laik cumhuriyetci düzen, dini müthis sadmeye (carpismaya) maruz birakmistir. (Münazarat, Sayfa 135-141.) 3) Atatürk idaresi hadislerde gösterilmis bulunan dehsetli ahirzamandir (kiyamet günleri). Dinsizlik, kanunsuzluk, ifsat (kargasa) komitelerinin faaliyet yillaridir. (Sözler, 1957 Sayfa 143.) 4) Devrim kanunlari muvakkattir (gecici) ve Hiristiyan kanunlaridir. (Tiryak, Sayfa 65.) 5) Kemalistler seviyesiz, anarsist kimselerdir. (Münazarat, Sayfa 17.) 6) Meclis ayni zamanda hilafet görevini görmelidir. (Mesnevi-i Nuriye, Sayfa 80-82.) 7) Müslümanlara Kur?an disinda bir Anayasa lazim degildir. (Zülfikar-i Mücizat-i İslamiye ve Kur?aniye, Sayfa: 191-193.) 8) İslamiyete ve Hakikat-i Kur?aniyeye karsi mücadele eden bir dessas zindiktir (düzenci dinsiz) ki; bize hücum etmek icin istibdadi mutlaka (baskici rejimine)cumhuriyet nami (adi)vermektedir. (Sönmez, Sayfa: 21-22.) 9) İslam Devleti icin tek milliyet, İslam milliyetidir. (Münazarat, Sayfa 90-100.) Atatürk ve devrim arkadaslarinin hayatlari boyunca mücadele ettikleri Nurcular , düne kadar bir araya gelmekten korkarken, bugün İstanbul?un göbeginde ?uluslararasi sempozyum? düzenliyor. Devlet kurumlari, temel amaci cumhuriyet devletini yikmak olan bu tarikata ?sponsor? oluyor. Tatli su aydinlari katilip, destek veriyor. Cumhuriyet savcilarina gelince... Onlar da bu sempozyumun görüntülerini sizin benim gibi, televizyonda seyretmekle yetiniyor. Sorarim size: Gaflet uykusundan uyanmamiz icin daha ne yapmalari gerekiyor?
  12. Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk, Evren, Özal, Demirel, Sezer ... Hangisi kalkıp konuk bir Arap şeyhinin kapısına gitti? Hangisi okurumun isteği üzerine sıralayacağım şu sözleri söyledi: 1-Moral değerleri açısından Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eden ve en ziyade tahribatı vermiş olan, laiklik ilkesidir. 2-İkinci Cumhuriyet ve Yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum ve geleceğe umutla bakıyorum. 3-Türkiye Cumhuriyeti'nin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz. 4-8 yıllık kesintisiz, zorunlu temel eğitim, reform değil, eğitime darbe, basın destekli sivil asker bürokrasisi ve sol partilerin dayatması..." Söylermisiniz lütfen; Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerine ve anayasasına karşı olan böyle bir kişi bizim, sizin, tüm halkımızın "Cumhurbaşkanı" olabilir mi?
  13. Bu başlıkta... Mustafa Kemal Atatürk'ün sevgili eşininin kapanma ile ilgili belgeli düşünceleri var... Baktığınızda kapanma ile ilgili olarak neyin ne olduğu gayet iyi anlaşılcaktır... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=616395
  14. Tabiki anladım sevgili yersoy... Şu han birbirini anlayan iki gerçek dostun sıcaklığı ve içtenliğini, cennetin binlerce hurisine değişmem... Sevgiler..
  15. Bana göre cennet.. yıl 1987'di sanıyorum ve güneşli bir New yorkta şehri yakınlarında (şehir dışında) need for speed serisindeki ve hani o hometown yolu gibi yaprak dokulu, kirmizi, sari, yesil in binbir tonlarindaki agaclar arasindan kiraladığınız bir araba ile, şöyle yaninzda güzel bir sevgilinizle, gecerken radyoda knocking on heaven's door sarkisini birlikte çalmaya baslamasından başka birşey değildir... İtirazı olan...
  16. Aydın bir beyne sahip insanın sorusuda... Aynı ölçüde değere sahip cevaplayan sevgili yersoy arkadaşım... Bu bilimsel düşünce kültürünün bir sonucu... Ve sizi çok iyi anlayabiliyorum... Birde hala kurandan cevaplar vermeye çalışan konuyu birtürlü anlamayan, belkide anlayamayacak olan arkadaşıma bakıyorum... Ne kadar anlamsız, günümüz gerçekleri dışında ve mantık uzağında... Onu hiç anlayamıyorum... Saygılar...
  17. Vee hiçte inandırıcı olamayacaksınız... Çünkü; Türban ve tesettür; sokaktan ve üniversite kapılarından ayrılmadan, resmi ve özel toplantıların yapıldığı, davetlerin verildiği şatafatlı salonlara girmiştir. Siyasal İslam Türban ve tesettürü şimdi Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin kalbine saplamaktadır. Siyasal İslam, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin baş düşmanıdır. Yüzüne dost maskesi takmış siyasal İslam, liberalizm, demokrasi ve siyasi irade sözlerini kullanarak devletin temellerini kemirmektedir. Tekrar belirtiyorum.. Türban; Cumhuriyet kadınına yapılan en büyük HAKARETTİR, ONU AŞAĞILAMADIR, ONU İKİNCİ SINIF YAPAN BİR SİMGEDİR ve bir KARŞI DEVRİM HARAKETİDİR... Bununla mücadele etmek bir vatandaşlık görevi, devletimizin temel prensibidir... Öyle de olacaktır...
  18. Baş örtüsü falan allahın falan değil... Politikacı zihniyetin ve sözde eğitimsiz, çağdaşlığa uyum sağlayamayan, feodel yapının bir sonucudur... Çünkü başörtüsü takanların hiçbirinin müslümanlığına inanmıyor ve bilerek taktıklarını hiç sanmıyorum... Neden mi... Şundan... Musta Kemal Atatürk ile Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kazanımlarından birisi kadındır. Ve kadını böyle saçma sapan şeylerle örtmeye kalkarsanız.. Ki onu yapmaya çalışıyorsunuz.. bunun anlamı ne biliyormusun.. Kadını toplumun içinden çıkardığınız zaman bu bir karşıdevrimdir. Sinsici yapmaya çalışılan bu... Ve beceremeyeceksiniz.. Sadece kirli bir oyuna alet olan ve bir bezi başa bağlayanlardan patiska, bazen, çarşaf imanını sürdürür olmaktan bir adım ileriye gidemeyeceksiniz... Çoook komik bu çoook...
  19. Her zaman düşünmüşümdür ve Düşünüyorum da... İnsanlar sırf gökyüzünde ödüllendirilecekleri için mi inanıyor ve buna şartlıyor tüm zamanlarını? Oysa ben bu yaklaşımı insanı küçültücü buluyorum. Ne yani şimdi cennette hurilerle birlikte yaşayacağımız için mi iyi yapıyoruz bunları? İnanın bütün bunlar çok komik geliyor bana... Merak işte mağzur görün... --------------------------------------------- Bir alıntı...(¹) ..."...bilerek ve isteyerek, hani nasıl derler, kendimizi kasten "kitapsız" bıraktığımız onca nesil boyunca, neye nasıl inanacağımızı, senden ve o karanlık cübbenin içinde vuruşan başı bozuk suretlerden hep daha iyi bilen bizler, kendi cenazeni kendi sahte dualarınla kaldırmanla kandırıldık...acımız büyük!...oysa ne varsa üzerinde birikip, cesurca yürümekten alıkoyan seni, o kamburlaşmış sırtından olabildiğince çabuk atman gerek...saklamadık kimseden...yakınlarda ölmek var!...ve bu ölmek sevdasına, artık sen de dahilsin...kim belletmişse sana, yalan belletmiş, duacı... ...Sana kalsa, cennetin de cehennemin de... ...Her gün yeni ihalelerle kapattığın ayinlerine ve satılık dualarına köle etmeye yok niyetim... bize "yeni dualar" gerek, duacı...gösterişli her yeni düğüne ve memleketten uzak gerçekleşen her yeni doğuma, birilerinin daha ceplerini arsızca dolduracağı yeni dualar yazmak gerek... ...Yeter ki içi boş cenazeler kandırmasın artık bizi öteki dünyalarda; yeni doğumlarınıza gebe o "yeni" dünyalarda, o çok uzak sahte diyarlarda kendi yarattığınız cennetleri satın almak...nasılsa hep...bedava!... DİPNOT... [¹)...
  20. Anlaşılmıyor.. Anlayamıyorsunuz.. Bakın... Nur suresinde bu konuda şu kural konuyor: "Ey Muhammet , Mümin kadınlara söyle... Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar..." Yaniiiiii.... Kuranıkerim'de türban ya da sıkmabaş yoktur; boyun sarıp sarmalanmayacak, başörtüsü göreneksel usul üzerine yakaların üzerine salınacaktır... Birileri ezberler... Biz anlar ve yorumlarız... Ok.. Anlaşıldımı...
  21. Kardeşim sana ne yazayım ben... Diyorum ki; 1400 yıllarda yazılmış bir şeyi anlayıp yorumlamadan ezberlemiş, zincirlenmiş ve içinden çıkamayacak kadar saplanmış birine ne anlatabilirim bilmiyorum... Burda altı kere yedi mecburen kırkiki eder, burada da bir güçlü bir zayıfla toplanınca ille de bir KURBAN çıkar! O nedenle siz bence ezberlerinize devam edin... Bizde dini gerçekten anlaşılabilir hale getirebilme çabasıyla bu mantıksız şeyleri bıkmadan, yorulmadan anlamak isteyenlerle ve yoruma açık beyinlerle yazışmalarımızı sürdürelim... E ne dersin...
  22. Kısaca... Atatürk devrimi Anadolu Türklüğüne ve Müslümanlığına çağdaşlığın, uygarlığın, insanlığın yolunu açmıştır... Türbanı bir flamaya dönüştürüp siyaset sahteciliğinin en büyüğünü yaparak Müslümanlık taslayanlar ******** **********... Bunlar Müslüman değil, kutsal Müslümanlığı kullananlardır...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.