DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
Mekke
- MÜSLÜMAN DEĞİL BUNLAR '*********'... (Cumhuriyet tarihinde bunlar kadar üçkâğıtçı iktidar görülmedi!... Kim mi? bunlar....)
Bakın günümüz dincilerinin bugünkü iktidardan güç alarak yaptığı söylemler... *Milli Piyango'nun haram oluşu * Camide resmi kutlama * "Harembüs" seferleri * Liselerde sıkmabaş * Şeriat siteleri * Cenaze töreninde resmin kaldırılması * Medreselere övgü * "Nü" tabloyu bıçaklama * Kadın eli öpme yasağı * "Çalışan kadın aldatır!" uyarısı * "Eşlerinizi çalıştırmayın!" nasihati. (Türk toplumu yavaş yavaş, alıştıra alıştıra karanlık bir geçmişe doğru sürüklenmeye çalıştırıldığının farkında olmak için kör olmak gerek..)- MÜSLÜMAN DEĞİL BUNLAR '*********'... (Cumhuriyet tarihinde bunlar kadar üçkâğıtçı iktidar görülmedi!... Kim mi? bunlar....)
İsraf haramdı hanii...- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
istediginiz kadar iyi niyetli olun ,, cizgi belli ...götürülmek istenen nokta belli..- Ayetlerin anlam enflasyonu
- DİNCİLERE SORULAR... (KURANIKERİMİN ASKIYA ALINAN AYETLERİ NELER?.. Mesela Türkler, Yahudiler, kadın, ceza hukuku, faiz, evlililik, boşanma, miras vb)
DİNCİLERE SORULAR... (KURANIKERİMİN ASKIYA ALINAN AYETLERİ NELER?.. Bir okurum, park edilmiş arabasının arka camına yapıştırılmış Kuranıkerim ayetini yollamış... Maide suresinin 51'inci ayeti: " Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır..." Ayeti biliyorsunuz; Zeynep Sultan Camii'nin kapısındaki tahtaya asılmıştı; Diyanet İşleri Başkanlığı'nca kaldırtıldı ve haber gazetelerde yayımlandı. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı açıkladı: " - Kesinlikle Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarımıza karşı öyle bir tavrımız yok. Zeynep Sultan Camii'ndeki yazıyı (ayeti) doğru bulmadık." Cami kapısından Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırttığı Kuran ayeti şimdi arabaların camlarına yapıştırılıyor. * Kuranıkerim Yahudilere dönük ayetlerinde neler söyler?.. İşte bir örnek... Maide suresinin 64'üncü ayeti: "- Yahudiler 'Allah'ın eli sıkıdır' dediler... Dediklerinden ötürü elleri bağlansın, lanet olsun!.. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse sarf eder. And olsun ki, sana Rabbinden indirilen sözler onların çoğunun azgınlığını ve inkârını arttıracaktır; onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık... Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar, Allah bozguncuları sevmez." Kuranıkerim Yahudiler için böyle yazıyor. * Başkan Bush, Amerika'daki Yahudi sermayesi, İsrail, vesaire bizim dincilerle birlikte Anadolu'da öyle bir oyun oynuyorlar ki sonu nasıl olur kimse bilemez... Ama, Yahudiler için akıl kârı bir oyun değil bu... Ya Türkler için?.. İnsanlık için?.. Kadın için?.. Uygarlığın Aydınlık aşamasına adım atan tek İslam toplumunu tekrar İslamcı-dinci modele dönüştürmeye, daha doğru deyişle döndürmeye çalışmak, en hafif deyişle medeniyet düşmanlığıdır. * Atatürk devrimi, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni keyfinden kurmadı... İnsan, birey, yurttaş, kişi hakları ancak laik bir cumhuriyette devreye girebilirdi... Kuranıkerim'in kimi ayetleri bu nedenle ve zorunlukla askıya alındı... Bu ayetler hangileridir?.. Cumhuriyet gazetesi bu konuda geniş yayın için gerekli çalışmayı yapıyor... Ama, Kuranıkerim'in insan, kadın, ceza hukuku, ticaret hukuku, faiz, evlilik, boşanma, miras, aile vb. alanlarda askıya alınan nice ayetini es geçerek politikada türbancılığı kullananlar düpedüz sahtecilik yapıyorlar... SADECE MERAK İŞTE...? _________________________________ _________________________________ _________________________________? http://www.turkcelil.com/modules/news/article.php?storyid=66- MÜSLÜMAN DEĞİL BUNLAR '*********'... (Cumhuriyet tarihinde bunlar kadar üçkâğıtçı iktidar görülmedi!... Kim mi? bunlar....)
MÜSLÜMAN DEĞİL BUNLAR '**********'... AKP'nin iktidarı şimdiye dek eşine rastlanmayan bir hortumculuğun ********, rüşvet, sömürü, üçkâğıt, yolsuzluk, fırsatçılık, alavere dalavere meşherine döndü... Oğullar.. Damatlar.. Yeğenler.. Hısım, akraba, taallukatın seferberliğinde ye takıyyeci ye!.. Bunlar mı Müslüman?.. Bunlar kutsal İslamı, memleketi soymak, yabancıya satmak, devleti hortumlamak için kullanıyorlar... İslamiyete düşman bunlar... Müslümanlığı kirli siyasetlerine alet eden üçkâğıtçılar bunlar... AKP'nin kodaman takımı ne diyordu?.. "Hani bu düzen bozuktu... Bunun yerine hak bir düzen getirilecekti... Adalet, huzur, güven, haysiyet olacaktı... Heyhat heyhat heyhat... Böyle diyenlerin bir kısmı ellerine fırsat geçer geçmez bozuk dedikleri düzenin kemiklerine, menfaatlarına, rantlarına köpekler gibi saldırdılar. Gençliklerinde 'Bu düzen bozuktur' diye küçük dilleri görünecek şekilde avaz avaz bağıran nice uğursuz şimdi mücahitliği bıraktı, müteahhitlik yapıyor. Rant rant rant... Onların aklı fikri ranttadır. Dinleri paradır, kıbleleri karıdır o hâbislerin. Ya Rabbi, şu saf Müslümanlar ne korkunç tuzaklara, ne dipsiz uçurumlara düştüler. ................................ Meskenin en iyisi ve lüksü.. Yazlığın en iyisi ve lüksü... Giysilerin en iyisi... Yemeklerin en iyisi... Allah Allah!.. Peygamber bize böyle mi öğüt veriyor? ................................. Hani mensubu olmakla övündüğümüz İslam dini ve şeriatı haram yemeyi yasak etmişti? Şu sahtekârlar bunca serveti sâmânı malı mülkü nereden ve nasıl kazanmışlar? Kimi devleti soymuş, kimi eyidelebleri talan etmiş, kimisi de saf ve akılsız Müslümanları... Çatlayıncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yemişler, şişmişler... .................................. Dinimiz haram yemeyi yasak kılmıştır... Dinimiz şüpheli şeylerden kaçınmayı öğütlemektedir... Dinimiz 'Helalin hesabı, haramın azabı vardır' demektedir... Uğursuzlar dilleriyle bunları söylerler, uygulamada ise tam tersini yaparlar..." Yukarıda italikle dizilmiş bölüm Mehmed Şevket Eygi 'nin dün Milli Gazete'de yayımlanan yazısından aktarılmıştır. "Uğursuzlar" ın Müslümanlık pazarlamasıyla "saf ve akılsız Müslümanları" ketempereye getirdiklerini söylemektedir, ki doğrudur... Bunlar kimlerdir?.. Bunlar eşlerine başörtüsü yerine türban taktıranlardır... Bunlar Müslümanlığa yürekleriyle değil, mideleriyle bağlı olanlardır... Bunlar Evangelist Bush takımına biat ederek iktidar koltuğuna oturanlardır... Cumhuriyet tarihinde bunlar kadar üçkâğıtçı iktidar görülmedi!.. Allah Türkiye Cumhuriyeti'ni bu ****** sahte Müslümanlardan kurtarsın... Amin!.. __________________________ __________________________ __________________________ __________________________? İlhan Selçuk (Cumhuriyet, 06.04.2007)- KURANIKERİM'İ AÇIK SEÇİK ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK İSLAMCILARIN SAHTECİLİĞİNİ ORTAYA ÇIKARMAK EN GERÇEKÇİ VE DOĞRU YÖNTEMDİR...
Bu gidişle daha çoook kaz çevireceğiz anlaşılan... Okur soruyor: Kuranıkerim'de yazan 'cariyeler' kimlere deniyor? Günümüzde var mı? Cariye sevap mı? Kullanılır mı?" Sayın Karaman yanıt veriyor: "İslam geldiğinde dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Arabistan'da da köleler ve cariyeler vardı. Onlara hayvan muamelesi yapılırdı. Sosyal ve ekonomik hayat -kapitalist düzendeki faiz gibi- köle ve cariyenin varlığına dayalıydı. Bunu derhal kaldırmak makul ve mümkün olmadığı için İslam iki aşamalı bir yol izledi. Birinci aşamada köle ve cariyelere önemli haklar tanıdı, durumlarını iyileştirdi. Bu o dereceye vardı ki, Peygamberimiz 'Köle ve cariyelere yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, yapamayacakları işleri yüklemeyin (...)' buyuruyordu. İkinci aşama ise kölelik ve cariyeliğin ortadan kalkmasını hedefliyor, bu maksatla 'ibadet niyetiyle veya mecburen azad etme, çalışarak bedelini ödemek suretiyle hürriyete kavuşma, bedeli ödemeyi kolaylaştırmak için zekât gelirinden pay ayırma, köleleştirme kaynaklarını daraltma...' gibi tedbirlere, düzenlemelere yer veriliyordu. (...) Bugün cariye yoktur, İslama göre olması da mümkün değildir." Doğrusu Sayın Karaman Hoca'yı kutlarız, çünkü bir sosyolog gibi (sözün gelişi Marx ya da Engels gibi) toplumsal süreç içinde kapitalizmin gelişmesine de 'atıf-gönderme' yaparak Kuranıkerim'de geçerli sayılan cariye-köle kurumunun zamanla nasıl tasfiye edildiğini anlatmaya çalışmış... Oysa Kuranıkerim kutsal ve asla değişmez kitabımız değil midir?.. Demek ki Kuranıkerim'deki kurumlar Sayın Hayrettin Karaman -ve onun gibi düşünen hocalara göre- değişebiliyormuş... Cariyelik ve kölelik kurumu, Kuranıkerim'de açık seçik dile getirilir, anlatılır, meşrudur... Ama, Kuranıkerim'de türban yoktur, çarşaf da yoktur... Olsaydı bile, Karaman Hoca'nın mantığına göre, dünya değiştiğinden, ekonomik ve sosyal koşullar dönüştüğünden artık kadın tesettürünün kalkması gerekmez miydi?.. Hayrettin Karaman bir yana; AKP'nin türbancılık dalaveresinde İslamiyet siyasal amaçla sömürülüyor... 'Din' ile 'dincilik' konusunu sürdüreceğiz, farkını vurgulayacağız... Atatürk 'ün uygarlık devriminde yerden göğe haklı olduğu kesindir. http://www.ulusgazete.com/gazete/detay.php?id=2090- CUMHURIYET DÖNEMINDE DINDARLARA COK BASKI YAPILDI
Türkiye'nin son 58 yılını gerici , faşist, Türk-İslam sentezini savunan , tarikatlarla iç içe yaşayan iktidarlar yönetti Türkiye'yi. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin başaktörü Kenan Evren , Atatürk' ün kurduğu Türk Dil Kurumu'nun, Türk Tarih Kurumu'nun kapısına kilit vurup tüm mallarına el koyarken Nurcuların, Nakşilerin, Süleymancıların kılına bile dokunmadı. 1980'li ve 1990'lı yılları bir anımsayın... Devlet üniversitelerindeki kütüphaneler kapatılıp mescit yapıldı . Öğretmenler Günü mevlitle kutlanmaya başlandı. Üniversitelerdeki "sıkmabaş" eyleminin öncüsü, bugün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül' ün en yakın arkadaşı Fehmi Koru' nun eşi değil miydi? Başbakan, Turgut Özal' dı ve Fethullah Gülen cami cami dolaşıp "Sıkmabaş eylemlerinden vazgeçmeyin" diye vaaz vermiyor muydu? Ne çabuk unuttuk Havran Üniversitesi'nde tarikat şeyhlerine fahri doktora unvanı verilip tören düzenlendiğini. 1990'lı yılların ortalarında PKK'ye karşı "derin ilişkiler" içinde olan asker-sivil bürokrasinin yarattığı Hizbullah militanlarının camileri örgüt evi haline getirmesine göz yumanlar ceberut Kemalistler midir, yoksa Türk-İslam sentezini savunanlar mı? Biraz afizası olanlar bütün bunları yok sayamaz ve görmezlikten gelemez... Gelirmi sizce...?- BİR SİNSİLİK ÖYKÜSÜ "SIZINTI DERGİSİ"... (Fethullah Gülen ve yandaşları, 1978 yılının Şubat ayında Sızıntı adlı bir dergi çıkarmaya başladılar...)
Maalesef sevgili sardunyam... Maalesef...- YORUMSUZ BİR YAZI... (Eyyyyy ordu! İslamcıları siz getirdiniz... Aykırı iddia sahibi Prof. Yalçın Küçük: İslamcıların gelmesinden sen sorumlusun...)
Kesinlikle sevgili gelincik.. Teşekkürler...- KURANIKERİM'İ AÇIK SEÇİK ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK İSLAMCILARIN SAHTECİLİĞİNİ ORTAYA ÇIKARMAK EN GERÇEKÇİ VE DOĞRU YÖNTEMDİR...
SAHTECİLİĞİN TESETTÜRÜ... Birinci ayet Bakara 178: "Ey inananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Özgür kişiye karşı özgür.. Köleye karşı köle... Kadına karşı kadın..." Öteki ayetleri de yayımladıktan sonra, İnce yazısını şöyle bitiriyor: "Birinci ayete göre kısas ve intikam olarak öldürmek yasak değil... (Yasak değilden öte, farz... İ.S.) Üç ayete göre kölelik meşru ve eşitlik geçersiz. Şimdi Kuran hükümleri mi, yoksa Cumhuriyet yasaları mı geçerli? Kararsızlara haber vereyim: Bu kafayla Türkiye çok yakında Pakistan ve Malezya olur." (Hürriyet, 8 Ocak 2008) * Türkiye bugün öyle bir noktaya gelmiştir ki halka açık seçik sorulması gerekiyor: Kuranıkerim'in tümüyle ve bütün buyruklarıyla uygulanmasını istiyor musunuz?.. Evet mi?.. Hayır mı?.. Çünkü ülkemizde Müslümanlık siyasetinin aldatıcı görüntüsü altında, dinciler, büyük bir sahteciliği politika olarak yürütüyorlar... Türbancılık yapıyorlar... Oysa erkek ilkelliğinin, tahakkümünün, kıskançlığının siyasette dışavurumunu içeren türbancılık, İslamcılık politikasındaki sahteciliğin tesettürünü oluşturuyor... * Kuranıkerim bir anayasadır; kamu hukukunu da özel hukuku da saptayan kuralları düzenler... Türkiye'nin çağdaşlaşması, uygarlaşması, demokrasiye geçebilmesi için Kuran'ın kimi buyruklarının ve kurallarının yürürlükten kaldırılması gerekiyordu... Atatürk devrimi budur... 1923 Cumhuriyeti, Aydınlanma devriminin Batı'daki işlevini Anadolu'da yürürlüğe koymuştur. * Atatürk'e düşmanlığı çok partili rejimin olanaklarından yararlanarak demokrasi maskesi altında yürütmeye çalışan İslamcı takımı, ülkenin bugün vardığı aşamada açık seçik yanıt vermeye zorlanmalıdır: Çok mu Müslümandırlar?.. Atatürk devrimleri kadınlara erkekle eşit miras hakkı tanıdı... Evlilikte erkeğin 'boş ol' diye tek tümceyle kadını boşamasını yürürlükten kaldırdı... Kadına nafaka hakkı tanıdı.. Kadına oy hakkı sağladı.. Kadının kafasına türbanı geçiren erkek tahakkümünün İslamcılığı, Kuranıkerim'in buyruklarına göre, kadını ikinci sınıf insan mı sayacaktır?.. Yoksa cümle âlemi aptal mı sayıyor?.. * Atatürk'e düşmanlıkla İslamcı sahtekârlık birlikte, kol kola, el ele yürüyor... Türkiye, dincilerin toplumu, halkı, ulusu, kutsal İslamı kullanarak kim vurduya getirmesine olanak tanımayacak... Bunun içindir ki Kuranıkerim'i açık seçik öğrenmek ve öğretmek İslamcıların sahteciliğini ortaya çıkarmak için en gerçekçi ve doğru yöntemdir... ___________________________ KAYNAK: http://www.turkcelil.com/modules/news/article.php?storyid=51- ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Birinci ayet Bakara 178: "Ey inananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Özgür kişiye karşı özgür.. Köleye karşı köle... Kadına karşı kadın..." Öteki ayetleri de yayımladıktan sonra, İnce yazısını şöyle bitiriyor: "Birinci ayete göre kısas ve intikam olarak öldürmek yasak değil... (Yasak değilden öte, farz... İ.S.) Üç ayete göre kölelik meşru ve eşitlik geçersiz. Şimdi Kuran hükümleri mi, yoksa Cumhuriyet yasaları mı geçerli? Kararsızlara haber vereyim: Bu kafayla Türkiye çok yakında Pakistan ve Malezya olur." (Hürriyet, 8 Ocak 2008) Olmaz deyemeyiz... Olurmu olur..- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
"TÜRBANIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL, BAŞÖRTÜSÜNÜN İSTİSMARI"(¹) -Türban ile başörtüsü arasındaki farklar; Türban eğitimli, genç ve şehirlidir. Başörtüsü ise kırsal, yaşlı ve eğitimsizdir.. Türban geçişken özelliklidir; türbanlı annenin kızı da türbanlı olur..Başörtüsü ise geçişken değildir; başörtülü annenin kızı başını örtmeyebilir..Türban bir bilincin eseridir. Başörtüsünde ise bilinçten ziyade bir alışkanlık rol oynar..Türban, politik bir tercihe de gönderme yapar... Başörtüsü ise politikayla pek ilgilenmez- Bunları yazınca, şimdi sıra benim konu ile ilgili 2005 Temmuzundaki yazımı yenilemeye geldi; Daha 1960'larda Milli Nizam Partisi'ni kurarken, laik cumhuriyet ile şeriat düzeni bağdaşmadığı için Erbakan Hoca'nın asıl hedefi ‘İslami cumhuriyet’ olmalıydı. Elbette, İran'daki Ayetullah Humeyni gibi devrim yapma olanağı olmadığı için milli görüşçüler Türkiye'de sonucu sandıkta arayacaklardı! Başbakanlığa kadar geldiler ama asıl hedeflerine ulaşamadılar. Ancak mirasçıları, elde edilmiş halk desteğini arkalarına alarak tek başlarına hükümet oldu. Kimilerine göre ‘Hoca'nın gençleri’ değişmedi, aynı yoldalar. Kimilerine göre de geçmişten ders aldıklarından ‘olmayacak duaya amin’ demek yerine, şimdiki amaçları, ‘Türkiye'yi yönetmenin maddi manevi kazanımını’ sürdürmektir. Artık demokrasi, onlar için düzeni kökten değiştirmek yerine, kendileri iktidarda oldukça, amaçları için bir araçtır. Genelde sağ politika önderlerine göre türban ve imam-hatip okulları tartışması bireysel haklara sahip çıkma anlayışı ile siyaset meydanının değişmez konusu oldu ve olmayı sürdürüyor. Demokrasinin askıya alındığı dönemler dışında, 1950'den beri CHP'ye yönelttikleri ‘laiklik diyerek, toplumu dinden uzaklaştırmak istiyorlar’ suçlaması ile oy almayı hep başardılar. 2002 seçimi sonrası aldığı oyun çok üstünde bir güçle iktidara gelen AKP, tartışmayı aynı amaçla sürekli olarak gündemde tutuyor. Türban sorunu, son on yılda gündeme siyasal amaçla getirilmiş ve özellikle ‘radikal İslâmi siyasetin simgesi’ olarak gençleri öne sürmek amacı ile kasıtlı yaratılmıştır. Bu politikayı ortaya atanlar, hep ‘başörtüsü’ sözcüğünü kullandılar, başından beri ‘türban’ demekten bilinçli olarak kaçındılar. Oysa başörtüsü bugün hala köylüsü, kentlisi ile anaların, bacıların günlük yaşamının vazgeçilmez bir geleneğidir. Öte yandan, türbana karşı olan ve laik cumhuriyeti savunanların, başörtüsü ile hiçbir sorunları olmadığını anlatamadıkları da bir gerçektir. Bu sorun çözümlenmedikçe, siyasal ve toplumsal yaşamın olumlu bir ortama kavuşmayacağı artık açıkça görülüyor. Eğer amaç, kafalardaki karanlık özlemleri demokrasi adı altında ülkeye yerleştirmek değilse, yapılması gereken türbanla başörtüsünü ayırarak, başörtüsüne özgürlük kazandırmaktır. Bunun için konuyu öyle büyük bir dava gibi anayasa ile çözmek gerekmez. İki maddelik bir yasa herkesi rahatlatır. Yeter ki, Başbakan, dilinden düşürmediği, Atatürk’ün “ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma” hedefine inançla bağlı olsun! _______________________ DİPNOT (¹)Erol ÇEVİKÇE- Yeni Çıkan Yayınlar - Seçmeler
Vitrindekiler... (YENİ ÇIKAN KİTAPLAR)... Kanatsız Kuşlar/ Louis de Bernières/ Çeviren: Bahar Öcal Düzgören/ Altın Kitaplar/ 654 s. Güneybatı Anadolu'nun küçük bir kasabasında, Müslüman ve Hıristiyan toplumu yüzyıllardır barış ve huzur içinde yaşamaktadır. Kasabada süregelen gizli karasevdalar, farklı inançlardaki iki din adamının bakış açıları, birbirine karışmış ve kaynaşmış iki toplumun ilginç karakterleri Anadolu'nun bu kıyısını dünyanın birçok yerinden ayırmaktadır. Ne var ki kısa bir süre sonra o büyü bozulur. Savaş korkunç yüzünü din ve milliyetçilik uğruna işlenen katliamlarla gösterir. Artık açlık ve düşmanlık ortalıkta kol gezmektedir ve bu küçük kasabanın dışında, askeri dehası ve akıl almaz cesareti ile ülkenin kaderini hayalinde yaşattığı biçimde yeniden çizen bir Mustafa Kemal vardır... Queen/ Laura Jackson/ Çeviren: Nuran Mavi/ Ledo Yayınları/ 296 s. Freddie Mercury'nin ölümünün ardından geçen on yılı aşkın sürede, Queen hâlâ büyüsünü kaybetmemiştir. Otuz yıla yayılan bir kariyer ve dünya çapında 150 milyonu aşkın albüm satışı ile Queen, rock tarihinde kendine kalıcı bir yer edinmeyi garantilemiştir. Tanınmış Queen uzmanı Laura Jackson, grubun yakın arkadaşlarının yanı sıra ünlülerle yaptığı röportajlarla hikâyesini oluşturuyor. Freddie Mercury'nin çılgın eşcinsel hayatından, sessiz bas gitaristleri John Deacon'ın özel hayatına, Brian May'in duygusal iniş çıkışlarından, Taylor'ın seks skandallarına kadar grubun hayatını detaylandırıyor. Ayrıca Mercury'nin hastalığı ve AIDS'den ölümüne kadar geçen süreyi, bunun arkadaşları, ailesi ve grup üzerindeki etkilerine bir bakış açısı sunuyor. Emin Bey'in Defteri - Meclis Konuşmaları 1920-1950/ Emin Sazak/ Tolkun Yayınları/ 790 s. Tolkun Yayınları, Emin Sazak'ın hatıralarını içeren "Emin Bey'in Defteri" ve meclis konuşmalarının yer aldığı "Meclis Konuşmaları 1920-1950" adlı kitapları bir kutu içinde okuyucuya sundu. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk meclis üyelerinden biri olan Emin Sazak, 1946'da Demokrat Parti'den milletvekili seçilmiş ve otuz yıllık milletvekilliği yapmıştı. Kanatların Rengi/ M.S. Adnan Şerifoğlu/ Kendi Yayını/ 164 s. Bu kitap, milyonlarca masum insanın öldüğü, tarihin en acımasız savaşlarından olan II: Dünya Savaşı tüm şiideti ile sürerken, savaşın bitmesini beklemekten başka çaresi olmayan ümitsiz insanların hikâyesini anlatıyor. Çarlık Rusyası'ndan başlayarak kıtaları geçip Japonya, Çin, Filipin, Adaları, Avustralya, İtalya, Beyrut ve Şam üzerinden İstanbul'da sona erecek bir hikâye... (İsteme adresi: Forsa Sokak 21-9 Şenesevler, Bostancı 34742 İstanbul.) Nirvana/ Yazan ve Çizen: Roberto Totaro/ Çeviren: Zeynep Kumruoğlu/ Oğlak Yayınları/ 128 s. "Bir güzel gülerek hayata dair büyük sorunları çözebilmeniz için 200'den fazla Zen hikâyesi. Karmam bana ne demek istiyor? Kıvırmayı bilmiyorsanız, nasıl Tantra yaparsınız? Biz kimiz? Nereden geliyoruz? Özellikle de, bunları kim yayımlıyor? Endişeli ruhlarınızı meşgul eden bu sorulara ve daha pek çoklarına, Nirvana'nın sakallı üstadı çıktığı zirveden bilgece bir sakinlikle karşılık veriyor: Biraz gül, hepsini unutursun" diyor kitabı yayına hazırlayanlar. Zen hikâyelerinden yola çıkan bir çizgi öyküsü yer alıyor bu kitapta. Puro Hakkında Her Şey/ Vedat Özkan/ İnkılâp Yayınevi/ 224 s. "Puroda, başından sonuna kadar sanki her şey, hayata dair çok önemli bir sır taşıyor. Kimsenin, ne Karl Marx'ın dış dünyamızla, ne de Sigmund Freud'un iç dünyamızla ilgili hayal gücüyle; ne Che imajının romantik cazibesiyle, ne de 1959 Küba Devrimi sonrasında karşı devrimin sembolü olmasıyla; ne Fidel Castro'nun antikapitalist ve antiemperyalist devrimci liderliğiyle, ne de onu yıkmaya çalışan ilk ABD başkanı J. F. Kennedy ile; ne devrik diktatör Saddam Hüseyin'in acımasızlığıyla, ne de Bill Cosby'nin sevecenliğiyle, ne "boğazda mehtap" düşkünü Sait Halim Paşa'nın romantikliğiyle, ne de Tinto Brass'ın "erotik servetiyle" özdeşleştirebildiği puro, hem bu zıt çağrışımların tamamını içinde barındıran, hem de hepsine aynı mesafede durabilen; insanı suretle değil, suretle ilgilenmeye ve daha da önemlisi, ruhi olgunlaşmaya davet eden ilginç karakteriyle hakkında kitap yazılmaya değerdi." Bu kitapta Vedat Özdan, puro üzerine bir inceleme sunuyor. Star Dancer/ Beth Webb/ Çeviren: Ahu Sıla Bayer/ Encore Yayınları/ 254 s. Tegen'in doğduğu gece, gökyüzünde adeta bir şölen vardı; tüm yıldızlar dans ediyordu. Çok eski bir efsaneye göre, beklenen büyük felaketten insanları kurtaracak olan, Star Dancer tam da böyle bir gecede dünyaya gelecekti. Tanrıça'nın yolladığı tüm işaretler ve druidlerin kehanetleri ne olduğu bilinmeyen büyük bir felaketin yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu; ama beklenen kurtarıcı Star Dancer, Tegen olamazdı; herkes bir adam bekliyordu çünkü, bir kadın değil. Druidlerin Star Dancer arayışı sürerken, gümüş işlemekte usta bir kuyumcu olan babası, büyücülerin dünyasına akıl erdiremeyen annesi ve zeka özürlü üvey kardeşi ile köyünde yaşamakta olan Tegen, yeteneklerinden ve kaderin ona hazırladıklarından henüz habersizdi... Sefarad/ Antonio Munoz Molina/ Çeviren: Suna Kılıç/ Kanat Yayınları/ 420 s. Bu kitapta, çağdaş İspanyol edebiyat yazarlarından Antonio Mufloz Molina'nın kaleminden, Auschwitz'e giden trendeki Primo Levi'nin, Franz Kafka ve Milena Jesenska'nın, Wüli Münzcnberg, Evgenia Ginzburg ve Margarete Buber-Neumann'ın sesleri yükseliyor; aynı zamanda, savaşın kendisinden kopardığı babasını boşuna bekleyen bir kadının, Maginalı basit bir kunduracının, aşk delisi bir rahibenin, Arjantin zindanlarından sağ kurtulan bir genç kadının ve daha nice ünlü ünsüz insanın sesi; hep koparılışı, aşkı, nostaljiyi, umutsuz bekleyişi anlatmak için. Melek Yapıcı/ Stefan Brijs/ Çeviren: Kevser Canbolat/ Destek Yayınları/ 390 s. Geçmişi tarafından rehin alınan doktor Victor Hoppe, yirmi yıl uzak kaldığı köyüne geri döner. Dar görüşlü köylüler, onun dönüşüne şüpheyle bakarlar. Köylüler, doktorun yanında getirdiği üçüzleri gördüklerinde, çocukları özürlü zannederler. Üçüzlerin, altı aylıkken üç dil konuşabilmeleri ise, köylülerin, doktor Hoppe'ya karşı şüphelerini daha da arttırır. Ancak her şey bununla bitmez. Kendisine ölümsüzlük kazandıracak bir karar alan doktor Hoppe'da çözülemeyen bir gizem vardır... Fadime Kimdir/ Editörler: Ayşenur Kolivar, Leyla Çelik/ Heyamola Yay./ 250 s. "Kimim ben, Temel'in karısı ya da kızı olmanın dışında bir kimliğim yok mu? Bu soruların yanıtlarını eski bir fotoğrafta, çeyiz sandıklarında, meraklı bir türküde, sessizce anlatılan hikayelerde aradık. Erkek egemen zihniyetin kurguladığı Fadime imajı yerine Fadimelerin sislerin içinde yankılanan seslerine kulak verdik. Fadime'yi, hem coğrafi ve toplumsal koşulların ortaklaştırdığı yönleriyle hem de farklı kültürler ve dillerde ifade edilen kadınlık durumlarının çeşitliliğiyle anlamaya çalıştık. Kah Fadime anlattı biz yazdık kah Fadime yazdı biz okuduk" diyor kitabı yayına hazırlayanlar. Her Yönü İle Nallıhan'ın Dünü-Bugünü/ Ali Nusret Mutlu/ Kendi Yay./ 160 s. "Kitabın kapağında bir fotoğraf: Kocahan fotoğrafı. Tam da doğduğum ahşap evin karşısındaki, erkek kardeşlerimle içinde durmadan saklambaç, körebe oynadığımız han! Biraz farklı; perdahlanmış gibi, ama yine de orası. Kitapta eski ve yeni halleriyle Nallıhan'dan birçok fotoğraf... (...) Her Yönü İle Nallıhan'ın fotoğrafları çocukluğumda aklımda kalanlardan neredeyse 55 yıl sonrasının fotoğrafları. Bağ bahçelerin yerinde beton yapılar yükselmiş" diyor Adalet Ağaoğlu. Bu kitapta, Ankara'nın Nallıhan ilçesi üzerine bir inceleme sunuluyor. (İsteme Adresleri: Nallıhan Matbaası, Nasuhpaşa Mah. Nasuhpaşa Cad. No. 13 Nallıhan. ¯ Ali Nusret Mutlu, Batı Mah. İpek Sk. Koza Apt. No. 8/1 Pendik/İstanbul) Kimya Hatun/ Saide Kuds/ Çeviren: Veysel Başçı/ 300 s. Kocasının ölümünden sonra Mevlâna Celaleddin-i Rumi ile evlenen Kerra Hatun, yeni kocasının haremine yerleşir. Tabii sevgili kızı Kimya da onunladır. Kimya Hatun içine düştüğü bu yeni dünyada bir yandan kendini bulmaya çalışırken, diğer yandan da Mevlânâ'nın özel yaşamına şaşkınlıkla şahit olmaktadır... Geleneksel Türk Yorgancılık Sanatı/ Dr. Mustafa Duman/ Heyamola Yay./ 136 s. "Geleneksel Türk Yorgancılık Sanatı"nın ilk bölümünde, bu sanatın tarih içerisindeki seyri, bugünkü durumu, yorganların özellikleri, dikimi ve kullanılması anlatılıyor. "Türk Kültüründe Yorgan" başlığı altında ise, Türk halk edebiyatında, örneğin manilerde, türkülerde, atasözlerinde, deyimlerde, bilmecelerde, ninnilerde, destanlarda, masallarda, âdet ve inanmalarda yorgan konusu işleniyor. Yorganla ilgili gezi yazılarından, anı ve anlatılardan da örnekler sunuluyor. İkinci bölümünde, görsel malzemelere yer veriliyor. Burada, geleneksel Türk yorgancılık sanatının geçmişten bugüne uzanan yolculuğu resimlerle gösteriliyor. Bu resimlerin arasında, 16. yüzyıldan başlayarak İstanbul'da düzenlenen esnaf alaylarında, padişahların ve devlet görevlilerinin önlerinden geçen yorgancıları gösteren minyatürler bulunuyor. Lukaşdina/ Tekin Rıza/ Gürer Yayınları/ 564 s. Bugünün entelektüel kişiliklerinin öfke, aşk, ihanet ve anlamsızlıklarının neden, niçin sorularına birer yanıt "Lukaşdina". Kitabın kahramanları, yıllarca ayrı kalmış bir baba ile kız, sevgisini itiraf edememiş kadınlar, üstün gelmek uğruna dostlarını sırtından bıçaklayanlar ve sonunda sevip kavuşamayanlar. Auggie Wren'in Noel Hikâyesi/ Paul Auster/ Çev.: Fatih Özgüven/ İllüstrasyon: ISOL/ Can Yayınları/ 42 s. Bir yazarı New York Times'dan ararlar ve Noel günü gazetede yayınlanacak bir hikâye yazmasını isterler. Yazar öneriyi geri çevirmeye çalışsa da, ısrarlar karşısında kabul etmek zorunda kalır. Ama nasıl yazacaktır? Hem ustaların öyküleriyle boy ölçüşemeyeceğini bilmekte, hem de alışılmış, aşırı duygusal Noel öykülerinden nefret etmektedir. Sorununu, bir purocuda tezgâhtarlık yapan Auggie Wren'e açar. Auggie, "Bir Noel hikâyesi mi?" der. "Bütün derdin bu olsun. Bana bir öğle yemeği ısmarla, sana dünyanın en güzel Noel öyküsünü anlatayım." Paul Auster'in bu kısacık öyküsü, kayıp bir cüzdanı, kör bir kadını ve bir Noel yemeğini anlatıyor. İz/ Patricia Cornwell/ Çeviren: Zeliha İyidoğan Babayiğit/ Altın Kitaplar/ 462 s. Kay Scarpetta, kendisinin yerine atanan Dr. Marcus tarafından Richmond'a davet edilir. Scarpetta, Marino'yla beraber Richmond'a gider. Ortada ölüm nedeni ve katili bilinmeyen cesetler vardır. Baştabip, yaptığı incelemeler sonucunda birbirleriyle hiçbir bağlantısı olmayan kurbanların üzerlerinde kemik tozları tespit eder. İz kanıtları ve içinde bulundukları durum oldukça karmaşıktır. Bu arada Lucy'le çalışma arkadaşları dolaylı yoldan bu olayların içindedirler ve işin kötüsü, onlar da durumun farkında değildirler. Tüm bu olan bitenin yanında Scarpetta, ne Dr. Marcus'un başına ördüğü çorapların, ne içinde bulunduğu bilinmezler sarmalının, ne de aslında hedefin kendisi olduğunun farkındadır. Ta ki, Kay Scarpetta ve Lucy'nin yardımcısı Ruby, yaşadıkları olayları birbirleriyle paylaşana dek... Kalkanca'nın Çocukları/ Giorgos Mavrommatis/ Çeviren: Berin Myisli/ Kitap Yayınevi/ 140 s. Yapıtı için yazar, "Bu çalışmanın hedefi, Kalkanca/İfestos halkının sosyal izolasyonunun türünü ve hacmini tespit etmek, topluluk üyelerinin izolasyonu algılama ve yaşama şeklini kaydetmekti. Ana hipotez çocuklara verilen eğitimin sonuç olarak sosyal izolasyonun devam etmesine katkıda bulunduğuydu. Komotini'nin kuzeydoğusunda bir yerleşim/getto olan Kalkanca/İfestos'ta, Çingene olarak tanımlanan yaklaşık 2.000 Müslüman yaşar. Ezici çoğunluğu fakir ve eğitimsiz olan halk, Komotini'de geçici, uzmanlık gerektirmeyen ve düşük maaşlı işlerde sigortasız çalışır, bazıları geçici tarım işçisi olarak Yunanistan'ı gezer. Son derece düşük olan gelirleri için mücadele emek zorundadırlar, hayat onlar için sürekli bir mahrumiyet anlamındadır. Maruz kaldıkları çoklu izolasyon, düşük eğitim düzeyleri ve özellikle fakirlikleri, bu insanların kendi inisiyatifleriyle eyleme geçme, plan yapma ve durumlarını düzeltme çabası göstermelerine çok az imkân tanır. Düşük sosyoekonomik konumları ve bunun sonucu sınırlı siyasi güçleri ise bu kişilere sosyal haklar alanında verimli taleplerde bulunma fırsatı tanımaz. Her ne kadar çocukların çoğu azınlık ilkokuluna kayıt yaptırsa da, genellikle mezun olmayı başaramazlar, özellikle kızlar..." diye yazıyor Giorgos Mavrommatis. Oğuz Türkleri/ Mehmet Öztürk/ Ledo Yayıncılık/ 492 s. "Türkler Türk dünyasının el kitabı niteliğinde doyurucu bir eser. Bu eserde Oğuz boyları ve Selçuklular hakkında aradığınız her şeyi bulabileceksiniz. Oğuz Türklerinin hangi boyundanım? sorunuza yanıt bulabileceğiniz bir kitap. Oğuzları; yaşayışları, savaşları, sanatları, dinsel inançları, gelenek ve görenekleri ile A'dan Z'ye tanıtan bu eseri her Türk aydınının okumasını öneririm" diyor Nermin Ercan. Çin Rüyası/ Joe Studwell/ Çeviren: Zeynep Sakin/ Ledo Yayıncılık/ 528 s. "Çin Rüyası"nda Joe Studwell, Çin'in 21. yüzyılda dünya çapında bir ekonomi devi olacağı yönündeki öngörülere meydan okuyor ve bunun yerine bir ekonomik kriz yaşanacağı tahmininde bulunuyor. Çin'de Deng Xiaoping'in önderliğinde 1980'li yıllarda piyasanın 'liberalleştirilmesi' ile başlayıp 1990'larda ekonominin yabancı yatırımlara açılması ile devam eden en yeni gelişmeleri araştıran Studwell, bu ülkenin benzeri görülmemiş büyümesinin önündeki engelleri ve ekonomisinin niçin bir kez daha; ancak bu sefer her zamankinden daha büyük bir başarısızlık yaşayacağını, felaket boyutundaki potansiyel sonuçlarıyla birlikte inceliyor. Avrupa ve Türkler/ Ingmar Karlsson/ Çeviren: Turhan Kayaoğlu/ Homer Kitabevi/ 180 s. "Türkiye seksen yıldır kararlı bir biçimde Avrupa'ya yönelmiştir. Bugün Türkler, sosyolojik olarak büyük bir çoğunlukla Avrupalıdırlar. Bugün için Avrupa ortalamasından daha az kentlileşmişlerdir ama Avrupalıdırlar. Günümüz Türkiyesi'nde kendini Avrupalı olarak görmeyenler, Kıbrıs ve Malta'da ve kesinlikle Romanya ve Bulgaristan'da da kendilerini Avrupalı olarak görmemektedirler." Bu kitapta, 2001 yılından beri İsveç'in İstanbul Başkonsolosu olarak görev yapan Ingmar Karlsson'un Avrupa Birliği ve Türkiye üzerine incelemesi yer alıyor. Mahkemede Tek Başına/ İdil Elveriş, Galma Jahic, Seda Kalem/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 282 s. Gözaltına alınan, tutuklanan ve genel olarak yargılanan sanıklara yönelik olarak verilen avukatlık hizmeti son dönemlerde; önce yeni Türk Ceza Kanunu değişiklikleri çerçevesinde sonra da bu hizmeti sunan avukatlara ödenmeyen ücretlerle sık sık yer aldı. Bu kitap, söz konusu hizmetin alıcılarıyla birlikte hizmet görülürken ortaya çıkan görüntüyü ele alıp inceliyor. Faili Meçhul/ Michael Connelly/ Çeviren: Canan Kim/ Altın Kitaplar/ 400 s. Yıl 2007. Yirmi yıl önce cinayete kurban giden bir genç kızın ölümü Los Angeles'ta tekrar gündeme gelir. 1988 yılında evinden kaçırılarak ortadan kaybolan bir genç kızın cesedi günler sonra ormanlık bir arazide bulunur. İlk bakışta intihar gibi görünen olay aslında bir cinayettir ve kız göğsünden vurulmuştur. Polis teşkilatı, tüm birimleriyle bu cinayet vakasını çözmeye çalışır ama ortada işe yarar tek bir kanıt yoktur. Üstelik o yıllarda, teknoloji eldeki kanıtlardan sonuca ulaşacak kadar ilerlememiştir. Yıllar sonra bu vaka Los Angeles Polis Teşkilatı tarafından yeniden incelemeye alınır ve soruşturmanın başına teşkilatın eski dedektiflerinden Harry Bosch getirilir. Bosch tüm eski belgeleri yeniden incelerken kimi kanıtlar için DNA eşleştirmesinden faydalanacaktır. Tüm bu incelemeler, soruşturmalar ve kanıtlar, cinayete kurban giden kızın katilinin herkes tarafından bilindiğini ve aslında zavallı kızın bir komplonun kurbanı olduğunu ortaya koyar. Ancak, şimdi de Bosch'un mesleği, geleceği ve hayatı söz konusudur. Ya katilin adı ya da Bosch'un hayatı... Egeli Doktorun Mutfağı/ Dr. Fedon Alexander Lindberg/ Çeviren: Aycan Türk/ Dharma Yayınları/ 268 s. "Yiyeceklerin hastalıkları engelleyip tedavi ettiğini anlamak için kuantum fizikçisi olmanız gerekmiyor. Kanıt hayatınızın içinde! Obezite, kalp ve şeker hastalıkları, astım ve romatizma hastalıklar, kısırlık, kanser, hepsi yediğiniz yiyeceklerle ilişkilidir." Bu kitapta hastalıkları iyileştirmek için beslenme rejimleri uygulayan bir kliniğin yöneticisi olan Dr. Lindberg, kilo ve kan şekerini kontrol edip sağlıklı yaşamanın yöntemlerini sıralıyor. Mektuplar 1/ Nietzsche/ Çeviren: Sedat Umran/ Birey Yayıncılık/ 214 s. Nietzsche´nin bazı dostlarına, annesine ve kız kardeşine yazdığı mektuplar bulunuyor bu kitapta. Mektuplar, Nietzsche´nin çocukluk yıllarında ve eğitim sürecinde yaşadıklarını ele alıyor. Aynı şekilde tanrı, dostluk, din, ölüm, yalnızlık gibi kavramlar karşısında yaşadığı yoğun duyguları da yer alıyor bu mektuplarda. Tarihte Türklük/ László Rásónyi/ Çevirenler: H.Z. Koşay, T. Andaç, N. Uğurlu/ Örgün Yayınevi/ 560 s. Türklerin tarihi, kavim olarak, Çin yazılı belgelerinin Kunlar adını verdikleri, Hunlarla başlar. Ama, sözcük olarak Türk, çok eski çağlardan beri bilinmekte ve kullanılmaktadır. Çin kaynaklarında Türk sözcüğü T'u-kûe olarak yer almış, Tu-kin şeklinde yazılmıştır. Türklerden söz eden bir diğer eski yazılı kaynak da Asurlulardan kalmıştır. Ninova Kütüphanesinde bulunan ve İ.Ö. 665 tarihini taşıyan bir tablette, kuzeyden inen Türk atlılarının Asur ülkesini ele geçirişleri anlatılmıştır. Türklerden söz eden en eski kaynaklardan biri de Herodot Tarihi'dir. Bu ünlü tarih kitabında Türk adı Trykae (Turkhia) olarak geçmektedir. Türk sözcüğünün bir kavmi, bir topluluğu ve bir devleti belirtmek amacıyla ilk kullanılışı, dağınık ve göçebe Türk boylarının Göktürk siyasal birliği çevresinde toplanmasıyla başlamıştır. Göktürk devletinin kurulmasından sonra Türk sözcüğü tarihe, Orta Asya kavimlerinin büyük çoğunluğunu belirten bir isim olarak geçmiştir. Bu kitapta, Türklük üzerine bir inceleme sunuluyor. Kissinger/ Dr. Gültekin Sümer/ Artus Kitap/ 342 s. Maltepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği bölümü öğretim üyesi Gültekin Sümer bu kitabında, Amerikan dış politikasının yürütülmesinden birinci derecede sorumlu olan Henry Kissinger'ı, kişilik yapısından başlayarak Amerikan dış politikasının sorunlarına ilişkin saptamalarına uzanan geniş bir perspektifle ele alıyor. Sümer, kitap boyunca Kissinger dönemi dış politika gündeminin belli başlı unsurlarını analiz etmenin yanı sıra bu kilit ismin Soğuk Savaş dönemi sonrası gelişmelere ilişkin yorumlarını da mercek altına alarak, okuru güncel politik sorunları bambaşka bir pencereden anlamaya davet ediyor. Kalpak ve Kartal/ Mucize Özünal/ Kuşadası Ticaret Odası Yayını/ 224 s. Bu roman, Mahmut Esat Bozkurt'un Kuşadası'nda örgütlediği ulusalcı cepheden cumhuriyetin kuruluşuna, çekilen sıkıntılara; kurum ve kuruluşların oluşumundan çok partili sisteme değin bir dönemi anlatıyor. 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler/ Derleyen: H. Birsen Örs/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 564 s. Kitap, temel olarak, 18. ve 19. yüzyılda ortaya çıkan ideolojileri konu ediniyor. Yapıtta liberalizm, muhafazakârlık, milliyetçilik, Marksizm, anarşizm, sosyal demokrasi, feminizm, faşizm ve korporatizm, tarihsel bağlamları içerisine oturtulup bugünle bağlantıları kurularak ele alınıyor. Kitabın başında ideoloji kavramına tarihsel bağlamı içinde açıklamalar getiriliyor ve siyasal kültür ile arasındaki ayrımlara yer veriliyor. Bunun yanı sıra siyasal ideolojilerin tek tek ele alındığı bağımsız metinler, genel değerlendirmelerle birlikte eleştirel bir bakış açısı da taşıyor. Düşlerdeki Toprak/ Doğu Silahçıoğlu/ Cumhuriyet Kitapları/ 166 s. "Düşlerdeki Toprak", Türkiye'nin en temel sorunlarından biri olan bölücü/ayrılıkçı hareket konusuna ayrıntılı bilgilerle donanmış kapsamlı bir yorum getiriyor. Sorunun yıllardır çözümsüz kalması, boyutlarının giderek genişlemesine yol açarken beraberinde farklı soru işaretleri de yaratıyor: Ortadoğu'da bir 'Bağımsız Kürdistan' kurulabilir mi? Kurulduğu takdirde bu ülke belli bir süreç sonrasında kuzeyde Türkiye, doğuda İran ve batıda Suriye'deki Kürtler için 'anavatan' konumuna geçebilir mi? 1991'de Irak'ın kuzeyinde yapıldığı gibi, içinde ABD ve bazı AB ülkelerinin yer aldığı bir koalisyon Tarafından Güneydoğu Anadolu'da askeri denetim Boşluğu yaratma çabaları ortaya çıkabilir mi? Bu girişim Türkiye'yi bölgede iç güvenlik harekâtından da öteye daha kapsamlı askeri önlemler almaya yöneltebilir mi? ABD'nin günü geldiğinde, bazı AB ülkeleriyle birlikte, bölgede Türkiye'yi hedef alan bir askeri harekâtta yer alma olasılığı var mı? Soros'un Çocukları/ Hikmet Çetinkaya/ Cumhuriyet Kitapları/ 224 s. "Bu bir öyküdür aslında... Dünün solcuları, bugün 'Soros çocukları' olmuştur... Onların adları, saymakla bitmez! ABD'nin Irak'ı işgaline, 'Saddam gitti yaşasın demokrasi' diye çığlık atan onlardır... Laik, demokratik Cumhuriyet'in temeline dinamit koyanları, 'demokrasinin ve özgürlüklerin simgesi' olarak görenler onlardır... Ben; bir yurtsever ve solcu olarak onların maskelerini indirmeyi sürdüreceğim. Din baronlarıyla aynı sofrayı paylaşan 'Soros çocukları'nı ve 'el birliği' ile Türkiye üzerine oyunları bu kitapta bulacaksınız..." diyor kitabı yayına hazırlayanlar. ____________________________________ DİPNOT. 09.01.2008 / İstanbul...- CUMHURIYET DÖNEMINDE DINDARLARA COK BASKI YAPILDI
Sayın Ertuğrul Özkök'ün yazısına şu da eklenmesi gerekiyor bence... Bunlar aynı zamanda gerçekleri saptırmakta da ve takiyedede ustadırlar: İran'daki rejimi "Teokratik Demokrasi" diye överler... Türkiye'deki rejimi "Laikçi Jakobenlik" diye yererler. Yine ezilen bu dinci kesim değilmi... Ve hatta... İnsanları aldatmakta oldukça pervasızdırlar da: "Demokrasi" derler, "Demagoji" yaparlar. "Özgürlük" derler, "Ortaçağ karanlığını" savunurlar. "İnsan hakları" derler, kadınlar ve dindarlar başta olmak üzere, insanları köleleştirmeyi savunurlar. "Devlet, millet, bayrak, din, iman, vatan, ezan, Kuran" derler, "Tarikatçılık" ve "Cemaatçilik" yaparlar. Bu ezilen dinciler yokmuu... Bu memleketin başına bela oldukları kadar dünya içinde bir tehlike arzediyorlar... Ama ben umutluyum... Bunların ipi pazara çıktı artık... Sabredin göreceksiniz... Demokrasi mutlaka kazanacak...- Ayağa Kalk Ey Halkım!..
Evet böyle güzel ve anlamlı bir yazıya katılmamak mümkün değil... Başlığı açan değerli arkadaşımıza ve duyarlılıklarını gösteren yiğit dostlara Teşekkürler... Çok doğru ama yetersiz!.. Kadınıyla, erkeğiyle Cumhuriyetin aydınlık yurttaşlarının kol kola girmesi, ayağa kalkması, karanlığı ezmesi şart!..- ILIMLI İSLAM NEDİR?... (Dinci rejimin, özünde ILIMLISI ile SERTİ arasında ne tür bir fark vardır?...)
Türkiye, Yaşam ve Siyasal İslam!.. Türkiye Cumhuriyeti'ni "siyasal İslam" tehdidinden kurtarmanın yolu; * Kendi seçmenini yaratan bu ideolojik sistemin altyapısını parçalamak, * "Kuran kursu-imam hatip lisesi-şeriat yurdu-tarikat okulu" zincirini kırıp kopartmak, * Siyasal İslamın "yeni nesiller" yetiştirmesine engel olmak, * Yarının seçmenlerini "laik", "demokratik" ve "çağdaş" düşünce yapısına sahip bireylerden oluşturmaktır!.. Bugünün dünyasında Türkiye'nin de içinde yer aldığı geniş bir coğrafyada, yaşamın birçok alanı "siyasal İslam" tehdidiyle karşı karşıya!.. Önceleri "hak ve özgürlük" olarak görülen ya da gösterilen girişimler, artık toplumlarda birer dayatmaya ve demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelmiş bulunuyor!.. Egemenlik yolunda var olduğu her coğrafyada her alanda faaliyet gösteren siyasal İslam, yasal olsun ya da olmasın her hareketin, her kuruluşun her oluşumun içinde yer alıyor!.. Alan ne olursa olsun, gelişmeleri kendi amaçlarına göre şekillendirmekten geri kalmıyor!.. Etki alanını giderek genişletiyor!.. Her kurumsal yapıda faaliyet gösteriyor!.. Her harekete dinsel nitelik kazandırarak; her girişimi dinsel zemine taşıyarak sonuca ulaşmayı amaçlıyor!.. Yöntem; Afganistan'dan Pakistan'a, Endonezya'dan Malezya'ya kadar her yerde aynı: - Var olan bir resmi "dinsel simgeler" le bütünleştirmek, - Yaşamın her alanını yavaş yavaş dinselleştirmek, - Siyasal İslamın "egemenlik alanı" nı genişletmek, - "Laik" rejimi sistemli saldırılarla yok etmek - Ve sonunda "devlet" i ele geçirmek!.. Siyasal İslam, egemen olmayı amaçladığı her coğrafyada, bankacılıktan sendikacılığa, eğitimden sağlığa kadar her alanda; biri dinsel nitelikli olmak üzere farklı iki yapılanmaya yol açıyor. Laik yapıyı yok etmek ve yönetimi ele geçirmek için demokrasinin sağladığı tüm olanaklardan yararlanıyor!.. Eli her yere uzanıyor: - Türkiye'de başlangıçta "Marksist-Leninist" ideolojiyle yoğrulan daha sonra "Kürt milliyetçiliği" ne yönelen "bölücü/ayrılıkçı hareket" i din tabanına oturtmak istiyor. Kurduğu silahlı eylem örgütü "Hizbullah" la, din eksenli ayrı bir girişim başlatıyor. - Filistin'de özgürlük için mücadele veren "Sol" kilmikli "Filistin Kurtuluş Örgütü" nün karşısına İslamcı "Hamas" ı çıkarıyor. - Irak'ta var olan laik rejimi ABD desteğiyle yıkarak, "dinsel tabanlı üç bölgeli federasyon" un altyapısını hazırlıyor. - Kuzey Irak'ta ki yapılanmayı "Güneydoğu Anadolu" ya taşımaya uğraşıyor!.. Bugünün resmi Türkiye'de siyasal İslam tüm kurumları şekillendiriyor!.. Faizsiz bankacılık yutturmacasıyla sermayeyi kontrol ediyor!.. Toplumdaki işsizlik korkusundan yararlanarak sendikaları ele geçiriyor!.. İnançlı kesimleri kullanarak dinsel eğitimi yaygınlaştırıyor!.. Tarikat yapılanmasıyla sosyal yaşamı baskı altında tutuyor!.. Siyasal İslamın attığı adımlar karşısında endişe duyanlar, korkuya kapılanlar bir çözüm yolu bulmak için çabalıyorlar!.. Bu karmaşık sorun karşısında neler yapılabileceğini düşünüyorlar!.. Resim olanca açıklığıyla ortada!.. Çağdışı bu ideolojik yaklaşımı savunan iktidar, amaçlarını gerçekleştirebilme uğruna topluma "dinsel eğitim" i dayatıyor. Devletin tüm kaynaklarını, tüm olanaklarını yasaların sınırlarını da zorlayarak bu amaçla kullanıyor. Siyasal İslamın bir ideoloji olarak okullarda üslenmesi için ortam hazırlıyor. "Öğretim ve eğitim sistemi" ni dinselleştiriyor!.. Plana göre, oluşturulan bu yapı içinde, beyinleri şekillenmiş nesiller seçmen olduklarında, siyasal İslamın yanında yer alacaklar!.. Siyasal İslamın iktidarda olması ya da iktidarda kalması için oy kullanacaklar!.. İzlenen yol bu!.. Hedef; Türkiye'de beyinleri şekillendirilmiş yurttaşlardan; önce "seçmen" , sonra "temsilci" , daha sonra da " yönetici" ler yetiştirmek ve ülkeyi tümüyle ele geçirmek!.. Bütün bunlar olurken, Türkiye'yi zora sokan ve temelinde "eğitim" olan bu sorun karşısında bir çıkış yolu arayanlar, doğru belirleme yapmakla birlikte doğru yöntemi bulmakta zorlanıyorlar!.. Mantık zinciri - Sorununun çözümü; "Türkiye Büyük Millet Meclisi" çatısı altındadır!.. - Çözüm; hükümetin alacağı kararlara ve Meclis'in çıkaracağı "yasalar" a bağlıdır!.. - Bu yasaların çıkarılması; Meclis'in "laik" ve "çağdaş" düşünce yapısına sahip temsilcilerden oluşmasını gerekli kılmaktadır!.. - Bu nitelikteki temsilcilerin Meclis'e taşınması, aynı nitelikteki "seçmenler" in çoğunlukta olmasına bağlıdır!.. - Bu yapıda bir seçmen çoğunluğunun yaratılması ise, ancak "ulusal" , "özgür" , "laik" , "çağdaş" ve "demokratik" nitelikli eğitimle sağlanacaktır!.. Sonuçta; "Atatürk" ün belirlemesiyle; "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller" e ihtiyaç vardır!.. Türkiye bugün için bu nitelikte nesiller yetiştirme olanağına sahip değildir. Çünkü siyasal İslam öğretisiyle yetiştirilmiş olan nesiller ve gelecekte onlara katılacak olan ardılları, buna izin vermeyecek bir çoğunluğa erişmişlerdir. Onların, İslam inancıyla bütünleşmiş siyasal düşüncelerinden arındırılmaları giderek güçleşmektedir!.. Türkiye Cumhuriyeti'ni siyasal İslam tehdidinden kurtarmanın yolu; - Kendi seçmenini yaratan bu ideolojik sistemin altyapısını parçalamak, - "Kuran kursu-imam hatip lisesi-şeriat yurdu-tarikat okulu" zincirini kırıp kopartmak, - Siyasal İslamın "yeni nesiller" yetiştirmesine engel olmak, - Yarının seçmenlerini "laik" , "demokratik" , "çağdaş" düşünce yapısına sahip bireylerden oluşturmaktır!.. Bunu başarabilmek için atılacak adımlar: - Bugünkü iktidarı bir "meşru girişim" le yönetimden uzaklaştırmak, - Beyni çağdaş düşüncelerle şekillenmiş yeni nesillerden oluşan yeni bir Türkiye yaratmaktır!.. Gelinen nokta... Siyasal İslamın bugün Türkiye Cumhuriyeti için; "ulus tümlüğü" ve "ülke bütünlüğü" açısından "en büyük tehdit" olma özelliği devam etmektedir!.. Bu tehdit sürerken, Türkiye Cumhuriyeti'ni, anayasal nitelikleriyle ve bağlı olduğu değerlerle yarınlara taşıyabilmek giderek güçleşmektedir!.. Ne var ki hiçbir zorluk; birinci görevi "Atatürk Cumhuriyeti'ni sonsuza dek korumak ve savunmak" olan anayasal kurum ve kuruluşları; bu ülkenin aydınlıkinsanlarını bir umutsuzluğa doğru sevk etmemelidir!.. Türkiye'yi laik ve çağdaş yönetimlere teslim etmek; yeni nesiller yetiştirmek ve yeni bir Türkiye yaratmak; onların asli görevidir!.. Ve bu görev, hiç kuşku yok ki yerine getirilecektir!.. ______________ ______________ ______________ O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU / C. 07/01/08- GÜNÜMÜZ DİNCİLERİNİN İNANILMAZ TAKİYELERİ... ("Demokrasi" derler, "Demagoji" yaparlar, "Özgürlük" derler, "Ortaçağ karanlığını" savunurlar, vs. vs.)
BAŞKA BİR TAKİYE YÖNTEMLERİ... İslami rejimden sebeplenen ve bu dönemde keselerini doldurmaya devam eden kimi din simsarları; fanatik ve radikal dinci görünümü altında çıkacaklar ortaya ve hemen şunu söylemekteler... "Ne olmuş yani, ülke İslamlaşmışsa kötü mü olmuş? Siz Müslüman evladı değil misiniz? Bundan niçin rahatsızlık duyuyorsunuz? Herkes inandığı doğrultuda yaşasa kıyamet mi kopar? Vs..." Sanki Müslümanlık ve Müslümanlığı savunmak, öğretmek onların tekelinde... Açık ortamlarda tepki çekmemek için konuya ılımlı söylemlerle yaklaşanların, dış dünyaya kapalı süfli ortamlarında yani gerçek dünyalarında; "Mustafa Kemal ****** ******* ******* geç yıkacağız..." diye kükreyip coştuğunu iddia etmek, söylemek, herhalde gerçekdışı bir değerlendirme olmaz!.. Nasıl oldu? Kim yaptı? Kimlerin ihmaliydi? Neden bu duruma geldik? Gerçek sorumlular ve suçlular kim?.. Bütün bu soru, söylem ve tartışmaları bir kenara bırakıp, geri dönülmezliğin çaresizliğine düşmeden; yani "Köprüden önce son çıkış" şansını kaçırmadan aymak gerekir aymak! Hiç vakit yitirmeden ve "bana neci" olmadan; Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarına karşı akılcı ve demokratik mücadeleyi; bilinçli, kararlı ve inançlı olarak şuurlu biçimde ortaya koymak gerekiyor! Bazı anayasal kurumları suçlamak ve yıpratmak, Cumhuriyet düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek demektir... Zaten onların beklediği ve hararetle istedikleri de bu! Böyle bir yanlışlığa kesinlikle düşmemek gerekir... Hesap sorulacak, yakasına yapışılacak ve tepki gösterilecek bir yer varsa, o da hiç şüphesiz, bugün tanınmaz hale gelmiş olan medyadır!.. Güdümlü ve kukla medyayı adam etmeden, ülkede güneşin doğmasını beklemek, inanın ütopyadan öteye gidemez!..- ÜLKENİN ADINI DEĞİŞTİRELİM... (Eğer bugünden önlem almazsanız; tırmanacak olayların tek sorumlusu bizzat siz olursunuz!... SİZ...)
Bende sizi.. İnsanların korkuları, kendilerini güçsüz (aciz) hissetmeleri, mucize beklentileri, cennet vaadi, bir güce sığınmak gereksinimleri, geleceğin belirsizliğinin yarattığı kaygılar, günahkârlık kaygısı, din istismarını, sömürüsünü kolaylaştırıyor. Özür dilerim.. uyanıklar sözcüğünü kullanacağım. İnsanların korkularından, zaafından yararlanarak, maddi çıkar sağlama, toplumda ayrıcalıklı güç elde etme, politik amaca ulaşma, hatta cinsel taciz aracı olarak dini kullanıyorlar. Şöyle tarihe bir bakalım, çoğu savaşın, cinayetin, gasp ve soygunun, servetlere el koymanın, insanlara yapılan eziyetlerin, zulümlerin, hatta cinsel tacizlerin ardında din istismarı, dinsel öğeler, dinsel kandırmaların yattığı görülür. Din alalaması, kamuflajı ile dinin kutsallığına sarılarak geçmişte insanlık suçları işlenmiştir; azalmakla beraber günümüzde de bu tür suçlar işlenmekte, ne yazık ki kimi zaman yeryüzünde cezasız da kalmaktadır. Tanrı'ya gerçekten inanan kişi, dine saygılıdır; dini insanları kandırma, güdüleme, yönlendirme aracı olarak kullanmaz, kullananlara karşı da tepki verir; insanları uyarmaya çalışır. Tanrı'nın yeryüzünde vekili, sözcüsü, özel güçler verdiği kişiler olamaz. Kimse Tanrı adına karar veremez, yargılama yapamaz, vaatte bulunamaz. Burada kandırmacayı da aşan sahtekârlık, sömürü söz konusudur. Tanrı'ya inanan kişi, babaya, yatıra, azize, azizeye, hocaya, papaza inanmaz. Dinin amacı, insanların düzgün olmaları, erdemli bir yaşam sürdürmeleri, başkalarına kötülük yapmamaları; tacizde, tecavüzde bulunmamaları, istismara yönelmemelidir. Dinlerin temelinde iyilik vardır, iyi insan olmak çabası vardır. Eğer günümüzde kötülük, istismar, taciz, tecavüz, yağma, soygun yaygın ise çok az insan maddi nimetlerden yararlanırken, geniş kitleler açlık sınırında yaşıyor, sömürülüyor, baskı altında tutuluyorsa, burada bir terslik vardır, dinin amacına aykırı bir düzen oluşturulmuş demektir. Hayrıca... İnsanın düzgün, doğru, dürüst davranması, bir korku ya da bir karşılık beklentisi sonucu olmamalıdır. Gerçekten iyilik yapmak, insani bir erdemin gereğidir. Tanrı'ya korku ile ya da bir karşılık beklentisi ile bağlılık olmaz. Tanrı adına göz korkutmaya, çıkar sağlamaya, güç elde etmeye çalışanlar, Tanrı'ya gerçekte inanmayanlar, sömürünün de en kötüsünü, alçakçasını yapanlardır. Dinin temeli, Tanrı'ya gönülden inanarak düzgün insan olmaya çalışmak, düzgün insan olabilmektir. Gerisi, söylenenlerin çoğu, aldatmaya yönelik teferruattır. Din sömürüsünden kurtulmak, dinin emperyal güçler tarafından da kullanıldığı göz önünde tutulursa, insanlık için insanca yaşamanın yolunu, ufkunu açabilir. Gerisi hikeyenin daniskasıdır...- YORUMSUZ BİR YAZI... (Eyyyyy ordu! İslamcıları siz getirdiniz... Aykırı iddia sahibi Prof. Yalçın Küçük: İslamcıların gelmesinden sen sorumlusun...)
Vatan Gazetesi’nde 3 Ocak 2008 günü çıkan haberi birlikte okuyalım: “Aykırı iddiaların sahibi Prof. Yalçın Küçük: Eyyyyy ordu! İslamcıların gelmesinden sen sorumlusun. Aykırı tezlerin sahibi Prof. Yalçın Küçük, SKY Türk’te yayınlanan “Kalemler ve Kılıçlar² programında her hafta olduğu gibi yine çarpıcı iddialar ortaya attı. İslâmiyet’in önemli makamlarını İbranilerin işgal ettiğini savunan Yalçın Küçük’ ün suçlamalarından ordu da payını aldı. Program esnasında her zaman yaptığı gibi önce sesini iyice düşüren Küçük, peşinden haykırdı: Eyyyyy ordu! Siz yaptınız? İslâmı siz getirdiniz! Türkiye’nin aydınlık günlerinin önünü kapatmak için. 3 kişisiniz Tağmaç (Eski Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç 1969 – 72), Evren (Kenan Evren) ve Özkök (Hilmi Özkök)” X Profesör Yalçın Küçük’ün iddiaları düşündürücü… İslâm’ı ülkeye ordunun getirdiğini iddia eden Küçük, bu konuda üç kişiyi sorumlu tutuyor: Tağmaç, Evren ve Özkök… İşin hüzün veren yönü; artık ülkeye İslâm gelecek mi gelmeyecek mi kaygı ve tartışmaları bitmiş, (çünkü Türkiye zaten bir ılımlı İslâm devleti olmuş, yani İslâm ideolojisi, rejimin başına gelip oturmuş) İslâm’ı ülkeye kimin getirdiği tartışma ve suçlamaları aşaması başlamıştır… Beklenen ve tahmin edilen süreçti… İşliyor… Aymazlıklardan, boş vermişliklerden ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” lardan sonra; doğal olarak hangi süreç gelir? “Biz nerede ve nasıl hata yaptık da bu durumu düştük!” süreci… İşte şimdi laik, Atatürkçü, cumhuriyet’e gönül vermiş kesim için o süreç, yani “kafaya dank” süreci başlamış bulunmaktadır… Türkiye olarak; Yargıtay Onursal Başsavcısı Vural Savaş’ın “Türkiye Cumhuriyet’i yıkılırken” diye adlandırdığı kitabında tanımladığı; “bir zaman gelecek, olan bitenleri neden zamanında fark etmedik, nasıl da Cumhuriyet’in elden gitmekte olduğunu anlayamadık…” türü konuşmaların yapılacağı ortam ve sürece girmiş bulunuyoruz… Humeyni, Paris’ten uçup, bir gecede Tahran hava alanına indi, İran’da da her şey bir gecede bitti… Bizim için ise, daha uçak havada… Laik, demokratik, cumhuriyete gönül vermiş, Atatürkçü kitleler için “Köprüden önce son çıkış” şansı henüz kaçırılmamış sayılabilir! X Ülkenin ılımlı İslâm devleti durumuna gelmesinin baş sorumlusu, Prof. Yalçın Küçük’ün iddia ettiği gibi ordu değil, düpedüz “MEDYA”dır!... Evet… Adına hak etmediği halde “ulusal” dedikleri MEDYADIR!.. Bunun hiç tartışılacak yönü yoktur! Tağmaç’ın, Evren’in, Özkök’ün hataları olmamış mıdır? Her üçünün de bu yönde göreceli olarak, az ya da çok yanlış tavır ve icraatları olmuş olabilir…. Ancak, her şeye karşın, medya şayet son yıllarda ki suskun ve teslimiyetçi konumunda olmasaydı; AKP hükümeti, İslâmcı ideolojiye dönük bu denli rahat icraatlar içinde olmaz ve devlet kadroları vasıtasıyla ülkenin ana damarlarına bu ölçüde köklü yerleşmezdi… X İslâmi rejimden sebeplenen ve bu dönemde keselerini doldurmaya devam eden kimi din simsarları; fanatik ve radikal dinci görünümü altında çıkacaklar ortaya ve şimdi diyecekler ki; “Ne olmuş yani, ülke İslâmlaşmışsa kötü mü olmuş? Siz Müslüman evlâdı değil misiniz? Bundan niçin rahatsızlık duyuyorsunuz? Herkes inandığı doğrultuda yaşasa kıyamet mi kopar? Vs…” Sanki Müslümanlık ve Müslümanlığı savunmak, öğretmek onların tekelinde… Açık ortamlarda tepki çekmemek için konuya ılımlı söylemlerle yaklaşanların; dış dünyaya kapalı süfli ortamlarında yani gerçek dünyalarında; “Mustafa Kemâl dinsizinin, kurduğu bu kafir rejimi er geç yıkacağız…” diye kükreyip coştuğunu iddia etmek, söylemek, herhalde gerçek dışı bir değerlendirme olmaz!. Nasıl oldu? Kim yaptı? Kimlerin ihmaliydi? Neden bu duruma geldik? Gerçek sorumlular ve suçlular kim?... Bütün bu soru, söylem ve tartışmaları bir kenara bırakıp; geri dönülmezliğin çaresizliğine düşmeden; yani KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ” şansını kaçırmadan AYMAK GEREKİR AYMAK! Hiç vakit yitirmeden ve “bana neci” olmadan; Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarına karşı akılcı ve demokratik mücadeleyi; bilinçli, kararlı ve inançlı olarak şuurlu biçimde ortaya koymak gerekiyor! Orduyu suçlamak ve yıpratmak, Cumhuriyet düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek demektir... Zaten onların beklediği ve hararetle istedikleri de bu! Böyle bir yanlışlığa kesinlikle düşmemek gerekir… Hesap sorulacak, yakasına yapışılacak ve tepki gösterilecek bir yer varsa, o da hiç şüphesiz, bugün tanınmaz hale gelmiş olan MEDYADIR!... GÜDÜMLÜ VE KUKLA MEDYAYI adam etmeden, ülkede güneşin doğmasını beklemek, inanın ütopyadan öteye gidemez!.. http://www.turkcelil.com/modules/smartsection/item.php?itemid=634- MÜSLÜMAN TELEVİZYON KANALLARI İNSANLARI... Müslümanları Muhammedci diye aşağılayan Hıristiyan ve Yahudileri, “dinlerarası diyalogun tarafı kabul edip
İslami basın bunu da yaz... BİR Cemil İpekçi, "Kadın olsam türban takardım" dedi... Hemen gidip röportaj yaptılar. Cemil İpekçi, "Türban yasağı kalkana kadar defile yapmayacağım" dedi... Hemen alkışladılar... Ama muhteremler, aynı Cemil İpekçi, "Ben muhafazakár bir eşcinselim" diye açıklama yapınca susup kaldılar... Acaba neden bu konuda kalem oynatılmıyor? "Eşcinsellik ve muhafazakárlık" gibi elektriği bol bir konuda susmak profesyonelliğe sığar mı? İKİ Devri Osmanlı’da yapılan tarihi eserler konusunda duyarlılık beklentisi içinde olduğumuz kalemler, Sultanahmet’teki bir otel büyütme işinde yapılan tarih katliamına neden laf etmiyorlar? Sebep olanlar "Bizden" olunca, tarihin katledilmesine seyirci mi kalınacak? ÜÇ TRT Genel Müdürü’nün Tarkan’a ödediği para ile ödediğimiz vergiler arasında en küçük bir irtibat bile kurulmaması ve bu duruma en küçük bir itiraz cümlesinin bile kurulmamasının nedeni, müdürün "Bizim" Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül tarafından atanması mıdır? Sezer’in atadığı bir müdür böyle yapsaydı, neler yazılabilirdi? DÖRT "Çalışan kadın aldatır / Çünkü kadının 9 nefsi vardır" şeklinde vaaz veren "Hoca"ya karşı tek bir satır bile oynatılmaması, "Yoksa bunlar da o hoca gibi mi düşünüyorlar" algısına bile yol açıyor. Sırf bu algının ortadan kalkması için en azından "Hoca ayıp etti" türünden iki satırcık yazı karalanamaz mıydı? BEŞ Gül Ailesi ile Erdoğan Ailesi’ni buluşturan "zirve yemeği" konusunda da bir yorum ya da haber göremedik. Hayrünnisa Hanım ile Emine Hanım arasında var olduğu söylenen ve barış yemeğiyle giderildiği düşünülen küslük hali, neden bu gazetelerimizin ilgisini çekmez? ALTI Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gazetecilerin sorularına yanıt verdiği "Zirveden Bakış" programı, ilk yüze bile girememiş. Sezer’in yaptığı herhangi bir programın ilk yüze bile girememesi durumunda yazılacaklardan sadece yüzde birini yazsanız bile yeterdi... Neden yazmadınız? Neden yazmıyorsunuz? DİPNOT / KAYNAK : http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7973987.asp?yazarid=131&gid=61&sz=63580- "İSLAM'DA KADINA DAYAK TARTIŞMASI..." [Almanya'da yerel bir mahkeme Kuran'ı Kerim'i dikkate alarak ilginç bir karar verdi...]
Dayak, günümüz Türkiye'sinde geçerli yaygın modadır; medyada her gün dayak üstüne haberler gırla... Çocuğunu döveceksin... Nişanlını döveceksin... Karını döveceksin... Karını yalnız dövmekle de kalmayacaksın, tesettüre mahkûm edeceksin; çarşaf, peçe, başörtüsü, türban; Allah ne verdiyse... İslamda kadına "dayak hakkı" nın Kuran'dan kaynaklandığını ileri sürenler az değil... Nisa Suresi'nden: "- Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün!.." ..... Nasıl iyimi...- DİNSİZLER KOYUNMUDUR?
Sevgili maraba arkadaşım çok güzel konu başlığı açmış... Evet güzel bir soru "ATEİSTLER KOYUNMUDUR"... Yani teistler ateistleri öyle görüyor.... Varsın görsünler ama unutulmamalıdır... ****** ****** ******- "İSLAM'DA KADINA DAYAK TARTIŞMASI..." [Almanya'da yerel bir mahkeme Kuran'ı Kerim'i dikkate alarak ilginç bir karar verdi...]
Sevgili demirefe ve sevgili gelincik... Ellerinize, yüreğinize ve kaleminize sağılık... Teşekkürler arkadaşlar... Sevgiler.. - MÜSLÜMAN DEĞİL BUNLAR '*********'... (Cumhuriyet tarihinde bunlar kadar üçkâğıtçı iktidar görülmedi!... Kim mi? bunlar....)
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.