Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Sevgili arkadaşlar şimdi size burada bir deney önermek istiyorum: 100'er kişilik iki ayrı kolera hastası grubundan birine günde iki kez 500 mg tetrasiklin verilsin, öbür gruba da nefesi en kuvvetli hocalar sabahtan akşama kadar Kur'an okusun ve iyileşmeleri için dua etsin. Plasebo etkisini (yani hastanın iyileşeceğine olan inancının sağladığı ek iyileştirme etkisini) gözlem sonuçlarından kaldırmak için de, birinci gruba sahte hocalar sahte Kur'an okuyup, sahte dualar etsin; ikinci gruba da, gerçek hocaların edeceği duaya ek olarak, sadece şeker içeren sahte haplar verilsin. Hatta hem sahte duaların okunacağı, hem de sahte ilaçların verileceği bir üçüncü kontrol grubu oluşturulabilir... Şimdi burada şunu soruyorum:.. Bu 3 gruptan hangisinde daha yüksek iyileşme oranı beklersiniz? Saygılar... DİPNOT...
  2. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Bu tanrı kavramı olmasaydı... Siz ne olurdunuz... Asıl ben on merak ediyorm... DİPNOT...
  3. Hazreti Muhammet döneminde ne tarikat vardı.. Ne de cemaat... Bu gibi marifetler sonradan icat olundu... Türkiye'de çok partili rejimden sonra oluşan inanç piyasasında dönen kayıt dışı paranın haddi hesabı yok... Çünkü tarikat da cemaat de eninde sonunda ekonomik çıkar örgütüdür... Peki, demokrasi ve seçim deyince neler oluyor?.. xTarikatın ya da cemaatin müridi özgür iradesiyle siyasal-ekonomik konumuna ve fikrine göre mi sandığa oy atacak?.. Yoksa mürit, şeyhinin iradesine göre mi oy verecek?.. Sahi yeri gelmişken halen Ülkemiz hangi türemiş camaat anlayışının sonucuyla yönetildiğini bilen varmı?... Varların sayısını elimin parmakları gibi duyar gibiyim... Ya diğerleri... O diğerleri ki HABBEYİ KUBBE, PİREYİ DEVE, KURBAĞAYI PİRENS gibi görenler değilmidir... Saygılar... DİPNOT....
  4. Sevgili Doğan Gülbudak... Duyarlılığınıza, hassasiyetinize ve düzeyinize teşekkürler... Öncelikle... Ulus kültürü, bir sürecin ürünüdür. Ulus kültürü avramını oluşturan parçalar bu sürecin büyük tarihsel "fırınında" pişer... Bileşenleri, "ayrı" olabilir ama "ayrık" olmaktan çıkarlar; "yüksek sıcaklıkta" yeni bir "organik" ürün oluşur. Günümüzde ilişkiler ne kadar "küreselleşirse" küreselleşsin.. Siz Fransa'nın, Almanya'nın, İngiltere'nin.. Fransızlığını, Almanlığını, İngilizliğini yitirebileceğini düşünür müsünüz? Hepsi, " ulusun çıkarları " doğrultusunda hareket eder... Kim aksini söylüyorsa, eğer bilgisiz, kavrama düzeyi yeterli gelişmemiş, bilinçsiz biri değilse, ona, bu acaba kimin paralı adamı gözüyle bakabilirsiniz... Türkiye'nin ulus kültürü bilinci Osmanlı'nın son dönemlerinde atıldı. Ne zaman ki imparatorluğun parçaları alıp başlarını gitmeye başlayınca... Türk denen azınlık ortada kalıp yok oluşun, tarihten silinmenin eşiğine gelince... "vatan" ve"ulus kültürü", varoluşun tek sığınakları olarak ortaya çıkınca... Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kurtuluş ve Kuruluş ile "ulus" laşma için kolları sıvadı... "Vatan" sınırları içinde her şeyi yüksek potada erimeye aldılar! Çünkü ulus yoksa, dünyada tutunmak, yaşamak ve gelecek de yoktur... Tarih bilinci ve bilimi, bu basit olayı böyle net görür... Umarım anlaşılmıştır..... Sevgi ve saygılarımla...
  5. Bugün Maalesef Toplumumuz cemaat kültürünü yeterince bilmediği ortaya çıkıyor. Cemaat kültüründe ‘kutsal olan sistem’ bütün yaşamı denetler ve egemenliği altına alır. Düşünce gücü dediğimiz ‘eleştirme, tartışma, soru sorma, sorulara yanıt arama, bunun için her şeyi irdeleme’ gibi zihinsel işlemler cemaat dogmaları tarafından işlemez kılınır. Duygular, sevme-nefret etme, yakın duyma-uzaklaşma, birlikte olma-reddetme, yüceltme-alçaltma, saygı duyma-aşağılama, hatta yaşatma-öldürme gibi yaşamsal işlemler cemaat dogmaları tarafından yönetilir ve yönlendirilir. Eğitim, sağlık, beslenme, temizlenme, hukuk, kentleşme, ulaşım, iletişim, kültür, eğlenme gibi gündelik yaşam biçimlerinin hepsi de cemaat kültürünün dogmaları tarafından belirlenir ve biçimlendirilir. Çocuğu yaralanan babanın sözleri kendi samimi inancını açık olarak yansıtmaktadır ve dikkatle dinlenmeye değer. “Benim kızım balede, diskoda, barda, köpük eğlencelerinde yaralanmadı” dediği zaman, içinde reddettiği ve suçladığı bir yaşam biçimini anlatıyordu. Eğer kızı böyle bir durumda yaralansaydı belki hiç üzülmezdi, kızını ayrıca cezalandırmayı düşünürdü. İşte bu bir kalıpyargıdır, bir düşünbiçimidir, bir zihniyettir (mentalite). Ama unutmayalım ki... Cemaat kültürü ‘ayrımcı bir kültürdür’. Ulus kültürü ‘bütünleştirici bir kültürdür’. Türkiye 1923 yılında ulus kültürünü hedeflemişti. Halkevleri, köy kalkınması, ulusal ekonomi, anadil, ulusal tarih bunu amaçlıyordu. Köy Enstitüleri’nin temel düşüncesi, köyden başlayan ulusal kültür hamlesiydi. 1980’lerden başlayan değişim ‘cemaat kültürü’ne dönüşümü başlattı... Türkiye buralara adım adım geldi... Burada kalabilir mi?... Saygılar... ___________________________________________ Sevgili Erdal ATABEK'E sevgi ve saygılarımızla
  6. Öteden beri insan akıl ve mantığına aykırı olmalarına rağmen İslam ve diğer dinler, hala varlıklarını sürdürmektedirler... Aslında bu ilginç durum açıkca insan olarak yalnız ne kadar zayıf ve nahif olduğumuzu değil, aynı zamanda muhtemelen zayıflığımızın genlerimize işlenmiş olduğunu da telkin etmektedir... Bana göre dinlere ve Tanrı'ya inanmak ihtiyacı doğanın insan türüne olan baskısının sonucu olabilir... Bundan bir milyon yıl kadar önce ortaya çıkan bu durumun kısa zamanda düzelmesi mümkün görünmüyor.. Ama aşılamaz değil... Saygılar...
  7. Bana göre ve Yüksek Mahkemenin verdiği kararla 'AĞIR İHTAR' kapatma ile ilgili henüz herşey bitmişl... Çünkü... Yüksek Mahkeme; bir tür balans ayarı yaptı ve Laiklikten saparsan, Dincilikte ısrar edersen, Türban, mürban gibi olmayacak şeyler peşinde koşarsan, Kapatma da gelebilir... Bu badire atlattıldı fakat AKP kapatılmaya hala çok yakın bir parti... Yani Süreç devam ediyor... Bekleyip göreceğiz... Saygılar..
  8. Sevgili Yayamaz Kanımca... Öncelikle içtenliğin, duyarlılığın ve çiçeklerin için çok teşekkürler... Hassas olman ve his vermen konusunda gerçekten üstüne yok ve hayrıca senin gibi güzel, içten, yürekli ve sevgi dolu bir yüreği olan güzel dostlarım sayesinde hiçbirzaman yanlız olmadığımı biliyorum... Ki bu da beni güçlü ve mutlu kılmaya yetiyor... Dale Carnegie: "Dostluk ortamı yaratmak için küçük bir gülümseme yeterlidir." der Senin küçük gülümsemelerini buradan tahmin edebildiğim çok tatlı birisin ve bu nedenle seni dost olarak gerçekten çok seviyorum... Bu nedenle her bakımdan beni güçlü ve mutlu kılan birine kocam sevgiler ve en güzel çiçekleri göndermek sanıyorum bir görev... İyi ki varsın, iyiki burdasın, iyiki gelmişsin... Bizim burada güler yüzümüz olman inanılmaz... Sevginle kal olurmu...
  9. Rica ederim sevgili Gece Yağmuru.. İyiki varsınız... Sevgiler...
  10. Cennet sonsuz haytmı yani... Düşünün... 500 yıl geçti cennettesiniz... Ölüyorsunuz ve öldükten sonra bizi bekleyen türlü türlü zevklerle bezenmiş sonsuz hayatın geçeceği yer. fakat lütfen dikkat ediniz, "sonsuz hayat"... huriler, şaraplar ve hurmalar... Oh walla... Harika çok güzel, hiç bir itirazım yok, fakat sonsuza kadar?.. Yani ölüyosun, cennete gidiyosun, bi ömür de orda geçiriyosun, aa bir bakmışsın ki ölmedin... Hadi bi ömür daha geçiriyosun, aa yine ölmedin... Beşbin yüzyıl geçti, süper... Huriler, şaraplar... ooh... Düşünün binbeşyüz yıl daha geçti... İnanılır gibi değil iki milyon yıl daha geçti... Ve hala önünde bir sonsuzluk var... hurilerle ve hurmalarla... Binikiyüzellimilyar yıl geçti... Huriler, hurmalar, huriler, hurmalar, huriler, hurmalar... Eeee ama abicim, sekizyüzyetmişbeşkatrilyon çarpı on üzeri altıyüzseksenüç trilyon yıl geçti... Olacak şey değil ve daha yolun başındasın ve önünde sonsuz yıl daha var... Hurilerle ve hurmalarla... allah allahhhhh?.... .... E yani... Üç yaşında çocukmuyuz yahu... Pes artık...
  11. DİPNOT şurada cevap verdi: nyx-fallen angel başlık Eğitim ve Öğretim
    Sevgili nyx-fallen angel.. Demokrasimiz konusunda size şunları söylemek iterim... Biliyorsunuz Demokrasi, halkın kendi kendini ya doğrudan ya da dolaylı olarak yönetmesi anlamını ifade etmektedir. Geniş anlamda bu tanımı çerçeveleyen demokrasi kavramı, siyaset arenasında kendini dar anlamıyla özgürlük rejimi olarak isimlendirmektedir. Bünyesinde özgürlüğü barındıran demokrasi kavramı, günümüzde emperyalist devletler tarafından kendi hedef ve çıkarlarına ulaşılması maksadı ile kullanılmaktadır. Bu sebepten dolayı demokrasi kavramının içeriğinde önemli sapmaların ve değişmelerin meydana geldiği açıktır. Bunu günümüzün siyasal arenasındaki somut örneklerle de görmekteyiz. Örneğin ABD, ''Demokrasi çatısı altında Afganistan'a özgürlük getireceğim, terör demokrasinin baş düşmanıdır'' söylemleri ile Afganistan'ı işgal etti ve asıl amacını demokrasi şablonu altına gizleyerek gerçekleştirdi. Öte yandan yine ABD, Irak'ın dünya barışını tehlikeye soktuğu gerekçesiyle oradaki asıl amacına kılıf uydurmadı mı? Günümüz Türkiye'sinde de bunu tüm çıplaklığıyla görmek mümkündür. Bunun en somut örneği, daha düne kadar şeriat tellallığı yapan kimi siyasilerin, ''Biz gömlek değiştirdik ve bu ülkeye demokrasi çatısı altında özgürlük ve hürriyet getireceğiz'' deyip takıyye yapmalarıdır. Yukarıda irdelediğimiz somut örnekler insanın aklına hemen şu soruyu getiriyor: ''Peki, demokrasi siyasiler tarafından istenildiği yöne çekilecek kadar ilkeleri olmayan, içi boş bir yönetim biçimi midir?'' Bu sorunun cevabını algılayabilmek için Atatürk 'ün demokrasi anlayışını betimlemek gerekir. Atatürk'ün demokrasi anlayışı, ''Yurtta barış dünyada barış'' ilkesi üzerine kurulmuş, antiemperyalist, çağdaş, cumhuriyetçi, laik, tam bağımsız ve ulusal bütünlük üzerine inşa edilmiştir. Bu yönüyle Atatürk'ün demokrasi anlayışını betimlediğimizde emperyalist devletlerin demokrasi anlayışları ile taban tabana zıt olduğunu görmekteyiz. Çünkü, emperyalist devletler demokrasi anlayışını kendi çıkarları doğrultusunda yontmaktadır. Başka bir ifade ile demokrasiyi bir araç gibi görmekte ve çıkarları söz konusu olduğunda bu bombayı insafsızca tüm insanlığa karşı kullanmaktadırlar. Ülkemizde de yukarıda belirttiğim gibi kimi işbirlikçi siyasiler, demokrasi maskesi altında sosyal devleti yok saymakta, yargıya müdahalede bulunmaktadır. Kadını ikinci sınıfa atmakta, işçinin ve memurun sosyal haklarına tecavüz etmektedir. Sonuç olarak anlaşılan ya bizler demokrasinin ne olduğunu bilmiyoruz ya da demokrasi kavramını yeniden iyi analiz etmek zorundayız. Ya sizce... Terci birazda bizim dünya görüşümüz, sosyo kültürümüz ve politik terciğimiz ile ilgilidir diye düşünüyorum... Umarım demokrasi konusunda biraz olsun yardımcı olmuşumdu... Diğer sorularınız gücüm yettiğince ve kendimce ifade etmeye çalışacağım... Sevgiyle kalın... DİPNOT... ____________________________ Sevgili Mikail Dilbaz'a sevgi ve saygılarımızla...
  12. DİPNOT şurada cevap verdi: nyx-fallen angel başlık Eğitim ve Öğretim
    Sevgili nyx-fallen angel... Öncelikle şu ilk sorunuzu cevaplayacağım... Tabiki sırasıyla devamı gelecek... TÜRKİYE POLİTİĞİ VE TÜRKİYE GERÇEKLERİ.... Türkiye Cumhuriyeti, yürürlükteki anayasaya göre 'laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir'. Bu çağdaş tanım demokratik cumhuriyetlerde 'yasama' , 'yürütme' ve 'yargı' güçlerinin ayrılığını/bağımsızlığını önkoşul kılar. Şimdi soralım: Bu önkoşul Türkiye'de mevcut mudur, yargı yürütmeden bağımsız mıdır? Bu sorunun yanıtı bellidir: Türkiye'de yargının bağımsızlığı kısıtlıdır. Baştaki siyasal iktidarın, TBMM'deki sandalye çoğunluğunu fırsat bilerek çıkardığı/çıkaracağı kadrolaşma hareketi hızlanarak sürdükçe bir süre sonra yargının bağımsızlığından söz etmek tümüyle olanaksız olacaktır. Güvenilen dağlara kar serpiştirmeye başlamıştır. Gelişmeler, orta erimde Yargıtay'ın da, Danıştay'ın da, Anayasa Mahkemesi'nin de siyasal iktidarın buyruk alanına gireceğini göstermektedir. 1960'larda, 1970'lerde solun bir kesimi, o zamanlar yeni palazlanmakta olan kapitalistlere 'milli/ulusal' tanımını yakıştırıp bu sınıfı ülkenin demokratikleştirilmesinde olumlu rol oynayacak bir güç olarak değerlendirdiğinde Türkiye'deki demokratik sosyalist hareketin unutulmaz önderi Mehmet Ali Aybar , buna şu sözlerle karşı çıkmıştı: "Milli burjuvazimiz, ufuksuz, kültürsüz, kısa görüşlü yakın çıkarlarına yönelmiş bir kurnazlıktan başka hiçbir hasleti olmayan bir sınıftır. Bu tarihsel gelişmesini tam yapamamış ithalatçı, tüccar merhalesinde kalmış olmasının sonucudur. Ne dünya, ne yurdumuz gerçeklerini, hatta kendi öz çıkarı açısından bile, gereği gibi değerlendirecek durumda değildir." Aradan kırk yıl geçmiştir, bu süre içinde burjuvazi ithal ikameci yapısını önemli ölçüde koruyarak büyümüş, büyüdükçe de 'milli/ulusal' niteliğini aynı ölçüde yitirmiştir. Bugün Türkiye burjuvazisinin metropol kesimi ağırlıklı olarak laik, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin payandası olan Anadolu kesimi ise ağırlıklı olarak dincidir, her iki kesim de emperyalizme bağımlı, dolayısıyla 'gayri milli' dir. İşbirlikçi burjuvazi, çok küçük bir bölümü dışında ufuksuzlukta, kültürsüzlükte, kısa görüşlülükte, dünya ve Türkiye gerçeklerini değerlendirecek durumda olmamakta Mehmet Ali Aybar'ın 40 yıl önceki sözlerini yanlış çıkartacak hiç yol almamış, yalnızca zenginleşmiştir. Metropol burjuvazisinin, demokrasinin olmazsa olmazı olan laiklik anlayışının ise bağımlı oldukları emperyalist odakların icazetleriyle sınırlı olduğunu buraya bir not olarak düşelim. Burjuvazinin demokratlığının ölçütü, istihdam ettiği emekçilerin sendikalaşmalarına gösterdiği yaklaşımdır. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kapitalist üretim biçiminin yarattığı bir sosyal sınıf olan burjuvazinin de, bu burjuvazinin egemenliğindeki devletin de sendikal örgütlenmelere yaklaşımı olumsuzdur. Özellikle emperyalist ABD'nin 'bizim oğlanlar' diye adlandırdığı, işbirlikçi 12 Eylül darbecilerinin hazırladıkları, bugün de yürürlükteki anayasanın süngü zoruyla topluma dayatılmasından sonra sendikalaşma hareketinde önemli gerilemeler gerçekleşmiştir. Anayasanın, 'bireylere ve sivil örgütlenmelere karşı devleti koruyan' maddelerini ve sendika içi demokrasi yerine otoriter, profesyonel-merkezi sendikacılığı gözeten yasaları fırsat bilen işverenler, işyerlerindeki sendikaları çeşitli yöntemlerle büyük ölçüde budamışlar ya da 'sarılaştırmışlardır' . Türkiye-Avrupa Birliği Karma İstişare Komitesi'nin 25.01.2006 sayılarına göre Türk-İş 33 sendika ve 2.092.694 üyeye, DİSK 18 sendika ve 403.152 üyeye, Hak-İş 8 sendika ve 378.095 üyeye, Kamu-Sen de 11 sendika ve 400 bin üyeye sahiptir. 3 milyon 273 bin 941 sendikalı sayısı, 'dünyanın 18. büyük ekonomisi' olduğu söylenen ve devlet verilerinde Eylül 2007 itibarıyla istihdam edilen çalışan sayısının 23 milyon 361 olduğu bir ülkede gerek burjuvazi, gerek onun temsil ettiği kapitalizm, gerekse demokrasi adına utanç verici bir durumdur. Medyanın tekelleşmesi de burjuvazinin antidemokratik yaklaşımlarından biridir. 1990'lardan bu yana görsel ve yazılı basın, burjuvazinin 'laik' ve 'dinci' olmak üzere 'sözde karşıt' kanatlarında yer alan büyük sermaye gruplarının elinde tekelleşmektedir. Bankacılıktan petrolcülüğe, müteahhitlikten iletişim operatörlüğüne kadar ekonominin en fazla kâr getiren alanlarında at koşturan dev holdingler ellerindeki gazete, televizyon, radyo ve internet sitelerini yerine göre ya iktidara karşı 'şantaj aracı' ya da iktidardan yana 'alkış efekti' olarak kullanmaktadırlar. Tüm bunlar Türkiye gerçekleridir. Özetle söylemek gerekirse Türkiye'de devlet, devlet kurumları, yarı-köle köylülük gibi burjuvazi de evrensel kabul gören anlamıyla 'demokrat' değildir. Umudu gerçeklerimizle yüzleşerek, içinde yaşadığımız koşulları bilerek arayacağız... __________ Aramalıyız... Görüyorsunuz.... Türkiye politiği 60 yıl öncesi neyse şimdiki durumumuz da aynı... Saygılar.... DİPNOT... ____________ Sevgili Deniz Kavukçuoğluna sevgi ve saygılarımızla...
  13. Haydi o zaman şu saydıklarımı da dua ile çözün... Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) “Türkiye 2008 İnsani Gelişme Raporu”na göre, yüzde 20’lere ulaşan genç işsiz oranıyla 177 ülke arasında 10’uncu sıradayız. Gençlerin yüzde 40’lık bölümünü oluşturan, “ne çalışan ne de okuyan 5 milyon genç ise atıl durumda”. Rapor, bunların 3 milyonunu da “görünmez gençlik” olarak niteliyor. Atıl gençliğin, 2.2 milyonunu kadınlar oluşturuyor.... Cari açığın 40 milyor dolar sınırına dayanmış olması, yeni doğan bir çocuğun 5.500 doların üzerinde bir borç ile yaşama merhaba demesi (2007 verileri ile... ve unutmayalım ki 2002 yılında bu rakam 3.195 dolar idi)... Esnafımızın her gün yüzlercesi kepenk kapatmak ya da toptan kapatmak zorunda kalıyor... İşçimizin, memurumuzun, köylümüzün durumu ortada... Kürt sorunu, güneydoğu sorunu her gün hız kazanarak büyüyür... Açlık sınırının altında 20 milyon insanımız can çekişiyor... Ekmek kuyruklarıyla hastane kuyrukları (ki çoğu doktora bile gidememesine rağmen) at başı gidiyor... Kapitalis devletler karşısında dinci bir partı ülkeyi parsel parsel satıyor. Enerji, İletişim ve finans kurumları yabancıların eline geçmiş durumda... Eğitim kurumlarımız iki başlı edilmiş, bir tarafta çağdaş, modern bilim yolununda ilerlerken, aynı oranda dini eğitim verem kurumlar karşısında toplumumuz iki başlı bir kültürel girdaba sokulmakla kalmamış bugüngü tepemizdeki kavga züccaciye dükkanına giren fili andırıyor ve burada dincisi ile laiki ile olan biz vatandaşlara oluyor... vs. vs. vs... Bütün bunlarının dua ile çözülebileceğimi düşünüyoruz... Vah bize ki vah vah...
  14. Sevgili arkadaşlar... İnanç sahibi olanları çok iyi anlıyabiliyorum... Fakat bizlerinde anlaşılabilir taraflararımızın olduğunu unutmayın... Örneğin; İnancımı bıraktığımdan beri, organize dinler ve kendine olan sevgi ve inanç konusunda aşırı talepkar görünen bir Tanrı fikri konusundaki kuşkularımı duyurmaktan çekinmedim... Mesela şu anda içinde yetiştiğim bir dininin bana öğrettiği Tanrısal ceza ve sonsuz korku ve acı fikirlerinden kurtulmuş olarak, özgür biçimde gayet güzel yaşayabiliyorum... Hayrıca bir gün bu dünyayı terk etmeye hazırım ve bu konuda bilinmeyenlerden kaynaklanan bir korkum hiç yok artık. Yine sadece kendi vicdanımın sesini dinliyorum ve hala insanın başkalarına yardım etmesi gerektiğini düşünüyorum... Hille de dinde bulunması düşünülen, iyilik, hoşgörü, sevgi, hak, adalet, kişisel ve çevresel anlamda mutluluk duyduğum/verdiğin birçok özelliğimin bendede var olduğunu biliyorum... Yani bunun için tek gerekçem ilahi emirler değil, hayatta en değerli bulduğum şey olan 'kendime olan ögüven ve saygı'dır... Bundan ötesini düşünmem biraz kendime haksızlık olur... Hepinize saygılar...
  15. Bugüne kadar FORUMDA bu“3000’inci’ iletim... Evet 3000 oldu... Fakat çoğu defa en önemli soruyu da kendime sordum hep: Niçin yazmalı? Her defasında ne yazacağını, neyi, nasıl, niçin bir daha, bir daha savunacağını, düşünmek... Üstelik yazdıklarını yeniden okuyucularla paylaşmak zorunda kalmasının acısı! "Yazdın da ne oldu DİPNOT?" Bilmem ama bildiğim bir şey var; Öyle de olsa, yine yazmak, yine konuşmak, yine uyandırmak, yine direnmeye, düşünmeye çağırmak!.. Hem kendini, hem çevreni, hem okurlarını, sonsuza kadar!.. Ve devam da edecek tabiki... Ama okuyuculara, forumdaşlara söyleyebileceğim tek birşey var... Hepinize teşekkürler... Hepinizi seviyorum... Hepiniz harikasınız... Hepiniz iyi ki varsınız... Varsınız çünkü milyarlaca, belkide rakamları buraya sığdıramayacağım kadar çoooook uzun bir zaman diliminin çok kısa bir anınıh sürecini hep birlikte yaşıyor olduğumuzun farkındayım... Bu süreç başka bir zaman diliminde hiçbir zaman olmayacak ve geri gelmeyecek, o nedenle her birinizin değerinin benim için büyüklüğünün farkındayım... Bu arada yazılarıma, eleştirilerime, görüşlerime ve düşüncelerime ilgi gösteren, katkı sunan, eleştirilerini esirgemeyen ve hayrıca burada bana bu fırsatı veren forum yöneticilerine, kuruculurana yürekten teşekkürlerimi sunuyorum... Çünkü bana kazandırdığınız o kadar çok şey olduki.... Bunu asla inkar edemem... Sizi sevmek, bağlı kalmak ve iletişimde olmak için o kadar çok sebep varki... Bu nedenle hepinizi tek tek yüreklerinizden öpüyorum... Hep birlikte nice 3000. iletilere diliyorum... Hepinize sevgi ve saygılar... DİPNOT...
  16. Bahsettiğiniz konu başlıklı yazınızı okudum... Fakat benim anlattığım konu başlığı ile hiçbir alakası olmadığını belirtmek istiyorum... Tekrar okumanızda fayda var diye düşünüyorum... Ama sizin konu başlığında yolculuk yapan İki arkadaş ile bağlantılı olabilecek kişiler varsa bugüngü dinci zihniyetin cemaat ve arkadaşça yaptıklarını gayet güzel tertip, düzen ve tüm kontrol memurluklarını bunlarda görebilirsin... DİPNOT...
  17. Nereden biliyorsun... Haydi senin dediğin olsun var?... Haydi şimdi Allah'ın gerçekten varolduğuna ve Kur'an'da ve öbür kitaplarda yazılan özelliklere sahip olduğunu varsayalım. Buraya kadar tamam... Peki ama inananlar o zalim, inanmayanları sırf kendine kulluk etmedi diye, hiçbir insanın hayal dahi edemeyeceği kadar korkunç bir şekilde cezalandırırken, kendilerinin güvencede olduğundan nasıl emin olabilirler? Sen nasıl emin olabilirsin?... Kendisine hiçbir kötülük edemeyecek kadar aciz yaratıkları inanmıyorlar diye sonsuza kadar sonsuz acılarla cezalandırabilecek kadar acımasız bir varlığın, müminlere verdiği sözü tutacağına kim güvence verebilir? Söylermisin...
  18. Bismillahirrahmanirrahiiiiiiiiiim... Ya arkadaşım... Ne düşünceni, ne yazdığını, ne söylemek istediğini gerçekten birtürlü anlayamıyorum... Belkide şu şöylenebilir.... Buradan o fransız la fonten var ya la fonten... Ona şunu söylemek istiyorum... Sakın bana birdaha cırcır böceği ve karınca hikayesini anlatmaya kalkma tamammı.. Çünkü anladığım kadarıyla artık çalışarak kazanılmıyor... Arapça ve vetfa iyi para bırakıyoooo ... DİPNOT..
  19. Gördüğüm kadarıyla eşitsizlik ve adaletten bahsediyorsunuz... Size bir soru.... Hz. Muhammedin karılarının çokluğu (30'un üzerinde olduğu biliniyor) hakkındaki görüşünüz nedir... Yukarıda verdiğiniz örnekteki hakem eyeti bu duruma ne der di acaba ve nasıl bir parkur uzunluğu tecelli ettirirdi çok merak ediyorum... Eğer sayacağım şu eşitsizlikler (tabirinizle)... Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim. Tirmizi, Rada, 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140 Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 76; İbn Mace, Nikah 4/1852 Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239 Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. Hafız Zehebi-Büyük Günahlar- Sayfa 187 Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. Sahihi Buhari Çok lanet ediyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı başında bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen aklı ve dini eksik başka bir varlık görmedim. Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003 Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. Sahihi Buhari Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003 Bütün bunlar adaleti tecelli ettirecek öylemi... Hiç ettirmesin daha iyi... Benim için böyle bir adalet ancak mezbaha kültüründe geçerlidir... DİPNOT...
  20. ..... ABD’nin ünlü gazetelerinden Wall Street Journal’de çıkan bir yazının özeti dünkü Cumhuriyet’te yayımlandı... Yazının başlığı: “Türkiye Türkiye’ye karşı...” ‘Teşhis’ yerindedir... Nasıl bu duruma düştük?.. Yanıt kesin ve açık: Türkiye’de öğretim düzeni uzun yıllardan beri birbirine düşman sayılabilecek iki tür insan yetiştiriyor... Şimdi bu iki insan karşı karşıya... Harp Okulu ile imam okulu çıkışlı iki yurttaş, birbirine karşıt... Peki, ne olacak?.. Wall Street Journal’de yazıldığına göre “...Türkiye laik, liberal, demokrat İtalya gibi değil, daha çok otoriter yarı laik Ürdün gibi olacak...” Karmaşık gibi görünen kavganın, kafaları karıştıran keşmekeşin basit özü bu... Ne yazık ki Cumhuriyet gazetesi yine haklı çıktı... Cumhuriyet, yıllardan beri bu tehlikeyi açıklamaya çalışıyordu... Öylesine ki, bu yolda bir de slogan oluşturmuş, uyarıyı manşetten çarpıcı bir grafik düzen içinde vermiştik: “Tehlikenin farkında mısınız?” Keşke tehlike olmasaydı... Keşke biz yanılmış olsaydık... Keşke haksız çıksaydık... Evet, ne yazık ki geleceğimizi geçmişimizde görmüşüz... Bugün Amerika’nın Wall Street Journal’ında çıkan yazı ne anlam taşıyor?.. Bu yayın, çok gecikmiş bir teşhisin iş işten geçtikten sonra açıklanması mı?.. ...... _________________________________________ İlhan Selçuk / Cumhuriyet

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.