DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
Başörtü mağdurlarına...
Size ne denilebilir artık bilemiyorum ama... Bilimselci arkadaşımın düşünceleri için birçokşeyi feda etmeye hazırım... İyiki varsın sevgili bilimselci... Siz bu ülkenin gurununu ve onuru koruma adın yapılan, yapılmakta olunan ve hatta sabırla beklenilmekte olan gerçek bir Atatürk Türkiyesinin mozaiğini oluşturan yapı taşlarının inanılmaz erdemini taşıyanısınız.. Sevgi ve saygılarım size... Bu vatanı bir arap kültürüne kurban etmemek ve ona benzememek adına her zaman yanınızdayız. En içten sevgilerimle...
-
TANRI IRAK'TA DA YOK!... (İranlı kadınlar, ''şeriat hukukunun'' kalkmasını, çokeşliliğin yasaklanmasını, boşanma konusunda erkeklerle eşit haklara s)
İyi ozaman birlikte gülelim sevgili berceste... Ben ve bizler gibileri Atatürkçü, çağdaş ve modern bir Türkiyeye inanmış kişiler olarak herzaman olduğu gibi yaralamaktan başka bir çıkış yolu bulamayan ve henen kemikleşmiş fikirleri sayesinde vb. düşüncelerle kırmaya çalıştığınızın farkında olduğumuzdan dikkate almıyoruz.. Yinede her türlü düşünce ve söylevlerinize saygı duyuyoruz... Dost sevgilerimle...
-
TANRI IRAK'TA DA YOK!... (İranlı kadınlar, ''şeriat hukukunun'' kalkmasını, çokeşliliğin yasaklanmasını, boşanma konusunda erkeklerle eşit haklara s)
Nasıl isterseniz... Biz aydınlık yollarda yürürken ne olur bu ülkeyi karanlık yollara sokmamanın ve ortaçağ karanlıklarına zindan etmemenin yollarınıda arayın lütfen... Olurmu!... Yol yakınken yani... Dikkat edin 30'larda yaşanılmasına izin verilmeyen ve günümüze patlayan bir süreç içinde şu han ülkem bilinçli ve derin bir suskunluk içinde... Lütfen dikkat... Sevgiyle kalın...
-
TANRI IRAK'TA DA YOK!... (İranlı kadınlar, ''şeriat hukukunun'' kalkmasını, çokeşliliğin yasaklanmasını, boşanma konusunda erkeklerle eşit haklara s)
Galiba o nedenle müslüman dünyasında hiçbir zaman huzur yok, yoksukluk alabildiğine, umut bile olamayan karayazgı bir sistem, çaresizlikler içinde yüzen acınası manzaralar lar lar lar vb... Düşündürücü değilmi sizce... Aslında insan olarak bunları gördükçe ve takipçisi oldukça gerçekten insan olarak üzülmemek elde değil... Umutların biz bez parçasında, bir donda, bir sakalda, bir burkada arandığı ve hiçbirzaman yardım edmeyecek olan yaradandan beklendiği bir düşünce biçimi... Bir yaman çelişki ve korkunç bir duygu yüklenmesi karşısında insanın hacz halinden kurtulamaması... Yinede düşünce ve inancınıza saygı göstermek zorundayım... Sevgi ve saygılar...
-
TANRI IRAK'TA DA YOK!... (İranlı kadınlar, ''şeriat hukukunun'' kalkmasını, çokeşliliğin yasaklanmasını, boşanma konusunda erkeklerle eşit haklara s)
Evet ama müspet olan görülür ve var olana bakılır öyle değilmi?... İnsan burnunun koku alması sayesinde de görebilir... Ve hatta hisleri bile ona yardımcı olabilir çünkü yaşam tecrübesi ve yaşadıkları sonucu gelişmiştir bu... Yaksa yanılıyormuyum... O zaman bir fıkra... Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa: Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler. Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra: Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde. Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk: Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten. İyi ama, demiş adam. Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm? Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolya lar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız. Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kâğıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken: Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi? Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken: Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür...
-
SİVAS KATLİAMI 13.YILI
"Boşverenlerimiz var. Ya da boşvereceklerimiz. Bir de hep doluya oynayanlar. Doluya oynayanlar durmadan bizim boş bıraktığımız alanları dolduruyorlar. Doğa boşluk tanımıyor tabi. Boşluklarımızı dolduranlar bizi durmadan kuşatmaya devam ediyorlar. Bir süre sonra ise, bir bakacağız, ki hiç hareket alanımız kalmamış. Düşündüklerimiz ise sadece pankartların üzerinde bir slogan olmanın ötesine geçememiş." Haydar Suphi Aytunç _______________________________________ Size katılıyorum sevgili dogville... Ne söylememi istiyorsun... Dost sevgilerimle... _______________________________________ Cumhuriyet 28.01.2002 SÖYLEŞİ ATTİLÂ İLHAN Cevap Bekleyen 'Vahim' Sorular!.. Nâzım 'ın o şiirini, yanılmıyorsam, 'ilk defa Tornacı Ömer 'in ağzından; İzmir cezaevi, II. Feranesi 'nde, soğuk bir kış gecesi dinlemiştim; o şiirle, Mustafa Suphi 'nin adını ilk defa işitmiş oluyordum; yaşadığı, faciayı da! Şiiri, çok kişi, daha ilk mısralarından hatırlayacaktır: ''Göğsümde on beş yara var/Saplandı göğsüme on beş kara saplı bıçak/Kalbim yine çarpıyor/Kalbim yine çarpacak!..'' (Bütün Eserleri, cilt 1. S. 102, Narodna Prosveta, Sofia, 1967). İyi de, Mustafa Suphi 'nin ölümü üzerine, -birisi Vâlâ Nurettin 'le yazılmış- iki şiiri daha olduğunu, kim biliyor? 'Batum, 1922' tarihini taşıyan, 'Onbeşler İçin' başlıklı şiiri; bir de 'Türkiye, 1925' tarihini taşıyan, 'On Beşler'in Kitabesi': ''... Kazıdık On Beşler'in ismini,/kanlı kızıl bir mermere/bir çelik aynadır gözlerimiz, On Beşler'in resmini/görmek isteyenlere!..'' Diyeceksiniz ki, bunda ne var? Şu var: aslında Mustafa Suphi 'nin katledilmesi; basbayağı 'gargaraya' getirilmiş, Sovyetler dahil, her yerde sessiz sedasız 'geçiştirilmiştir'. Moskova 'nın, cinayeti olay yapması, sesini yükseltmesi gerekmez miydi? Hayır, yapmamıştır. Ankara , suspustur. TKP de öyle, duygusal laflar edilir, o kadar! Ben bu suskunluğun nedenini yıllarca merak etim. Ancak Mustafa Suphi bey öldürülünce, o dönemde 'Mustafa Suphi ve Eseri' başlıklı bir yazı yazan, öteki ismin, kim olduğunu öğrenince, gözlerimdeki perde aralandı: kimsenin adını anmadığı bir isimdi, bu: Sultan Galiyef, evet o, ta kendisi! ('Mustafa Suphi ve Yoldaşları', s. 160/168, Güncel Yayınlar, 1977) Sizce, anlamlı bir tesadüf sayılmaz mı? En azından, 'fikir akrabalığı'.. Şerif Manatof , kısa 'hatıralar'ında, Sovyet milliyetler Komiserliği'ne, Mustafa Suphi 'nin, ilk başvurusunu anlatmıştır; Sultan Galiyef o tarihte, Milliyetler Halk Komiseri Stalin 'in, Müslüman İşleri Başyardımcısı idi; onu nasıl benimsemiş, nasıl sahip çıkmış! Sonra onun da, Galiyef 'in Başyardımcısı olduğu, biliniyor; yalnız o kadar mı, daha çok şey: 'Yeni Dünya' gazetesini çıkardığı, Türkmenistan 'daki faaliyeti; nihayet, Kafkasya 'ya intikali; İttihatçılar 'ın 'kurduğu' komünist fırkalarını dağıtarak, TKF 'yi tesis ettiği!.. Cinayet öncesinde, Komintern 'in başındaki Zinovyef 'le, Galiyef 'in tertipledikleri; ünlü 'Bakû Doğu Halkları Kurultayı' nda, Enver Paşa 'nın 'devre/dışı' bırakılmasını sağlamıştı, Gâzi ile mektuplaşıyorlardı. Gerçekte, Mustafa Suphi, Türkiye'ye intikale karar verdiği sıralarda; Komintern 'de, Zinovyef/Galiyef (Yahudi/Müslüman) takımı ile, Stalin 'in sürtüşmesi, çoktan başlamıştı; bu sürtüşme, Stalin 'in, rakip saydığı takımın - Galiyef dahil- tamamını; hain ve casus olmakla suçlayıp, idam etmesiyle sonuçlanacaktır: Mustafa Suphi 'nin -ki, 'formasyonu' bir Türk Ocağı aydını idi- katlinden sonra; Galiyef 'in, 'milliyetçilik'le suçlanması ve devre/dışı bırakılması gecikmeyecekti: Stalin onu, 'Türkiye Büyük Elçiliği 'nden 'talimat almak'la itham ediyordu. Sizce bu perspektif; cinayet sonrasında herkes susarken, Mustafa Suphi'yi alenen ve resmen, Sultan Galiyef'le Nâzım Hikmet'in yüceltmesi; ikisi arasında en azından, bir fikir akrabalığını içermiyor mu? Bu 'yakınlık', daha sonra, TKP içindeki iki büyük fraksiyona yol açacak; Komintern Murahhası olan Dr. Şefik Hüsnü tarafından, Şevket Süreyya 'nın ayrılmasından sonra, onunla irtibatı olduğu varsayılan Nâzım Hikmet, Hamdi ve Emine Şamilof, 'Sarı' Mustafa (Börklüce), 'Şoför' İdris, 'Mussolini' Ahmet (Kavala) vb. isimler Parti'den dışlanacaktır. Rundschau dergisinde, Ferdi kod adıyla, Nâzım ve dostları aleyhindeki yazıyı yazan da zaten 'Doktor' dur. Bu kadarı bile, Şevket Süreyya 'nın 'ayrılmasının', dip bucak araştırılmasını gerektirirdi; 'Hareket'in içinde, Mustafa Suphi/Sultan Galiyef çizgisinin devamı sayılan bu isimler, 'esas parti' oldukları iddiasındaydılar. Hele, Abidin Nesimi'nin, olayın 'bizzat' failinden dinlediği ve naklettiği 'öteki' olay hesaba katılırsa... 'Emânet'e 'ihanet' mi? ''... Geçmişini anarken Fadıl Garan , çok önemli bulduğum, aşağıdaki anılarını bize anlattı: '...' Ulûm-u Aliye-i Ticâriye'de okurken, 'Aydınlık' dergisini okuyormuş. Türkiye İşçi/Çiftçi Sosyalist Partisi ile de ilişki kurmuş; bu arada -o partideki- Şevket Süreyya Grubu ile de ilişki kurmuş. Sonuç olarak, KUTV 'a gönderilmesi uygun görülmüş. Moskova 'ya hareketinden önce, Şevket Süreyya Grubu ile uzun bir konuşma yapmış. (Buraya dikkat!) Meğer Şevket Süreyya Grubu'nun, Moskova'da III. Enternasyonal içinde, Stalin'e karşı bir grupla organik bağları varmış. Fâdıl Garan'ı Şevket Süreyya Grubu, kendine güvendikleri biri olarak kabul etmişler ve kendi gruplarının güvenilir kişisi olarak Moskova'ya göndermişler. Bu göndermede, kodlarını, parolalarını Fâdıl Garan'a bildirmişler ve Moskova'da ilişki kuracağı kişilerin de adreslerini vermişler...'' ''... Fâdıl Garan Moskova 'ya gitmiş, Moskova 'da karşılaştığı durumlar (üzerine) arkadaşlarının bağlı olduğu grubu haksız bulmuş. Böylece Fâdıl Garan 'ın Stalinciler yanında saygınlığı artmış, Şevket Süreyya ve Grubu 'nun Stalinciler yanında değeri düşmüş; buna karşılık Şefik Hüsnü Grubu'nun değeri artmıştır...' Fâdıl Garan bana bunları açık kalplilikle anlattı; fakat onun bu anlattıklarını başka hiçbir yerden denetleyemedim. Bu bakımdan anlatıların doğruluğu üzerinde bir şey söyleyemeyeceğim...'' (Abidin Nesimi, 'TKP'de Anılar ve Değerlendirmeler' (1909/1949), s. 143/144. Promete Yayınları, Haziran 1979) Meraklısı için, cevabını bekleyen ne çok 'tarihi' soru var, farkında mısınız? Kominterm 'de, Şevket Süreyya Grubu 'nun 'gizli bağlantısı' kimlerle idi? Şevket Bey 'in 'Hareket'in kopuşu, Fâdıl Garan 'ın 'mârifeti' üzerine midir? O grup, henüz Enternasyonal 'da etkisini tam anlamıyla yitirmemiş olan, Galiyef çiler ile mi bağlantıdadır? İster o, ister Zinovyef/Kamenef/Radek bağlantısı olsun, bu ilişki, Mustafa Suphi takımının, TKP içinde 'oppozitsiya'da (Muhalefet'te) olduğunu kanıtlamaz mı? Zaten Nâzım 'ın partiden dışlanışı; daha sonraları, o takımın, ünlü ve gizli 'Hayırsızada Kongresi' ne teşebbüs etmeleri, olayı doğrulamıyor mu? Dedim ya, bu 'dosya', öyle kolay kolay kapanmaz. Kapatılamaz!. e-mail:[email protected]
-
SİVAS KATLİAMI 13.YILI
Teşekkürler sevgili Şevval... Düşüncelerimize, yüreğimize ışık tuttuğun için... Bize göre de; Bizim vicdanımızda Sivas davası “kapanmamış bir davadır”. Çünkü henüz ne Sivas katliamını yaratan koşullar ortadan kalkmadığı gibi daha da ağırlaşmıştır. Katliamın gerçek sorumluları, gerçek planlayıcıları ise, henüz hesap vermek bir yana, siyasal erke ortak ve egemen olmuşlardır. Madımak’ı yaratan koşulların ortadan kaldırılması, bir daha oluşmaması için, ağıtların umuda dönüşmesi için “BİR OLMANIN, BİRLİK OLMANIN “ZAMANIDIR. Sivas'ta katledilen 37 aydının ÜLKÜLERİ, bize güç ve ışık kaynağı olmuştur. Onların ÜLKÜLERİNİ yani , laik demokratik Türkiye Cumhuriyetini korumak ve güçlü kılmak, aydınlık yarınları kurmak sorumluluğumuz omuzlarımızdadır. Tarih onları ışıklı sayfasına kaydetti ve hep anacak, halkımız ise kalbine kazıdı. Işıklar içinde olsunlar. .
-
DANIŞTAY'DA "TÜRBAN" DEHŞETİ... (Danıştay İkinci Dairesi üyelerini 'TÜRBANLI ÖĞRETMENE müdürlük yolunu kapatan karar yüzünden hedef aldığını' söyle..)
Kamuoyu, Alparslan Arslan'la Şeyh Salih Hoca arasındaki ilişkiyi doğal olarak, salt Danıştay saldırısı çerçevesinde ele aldı. Çerçeveyi biraz daha genişlettiğimizde ortaya şu soru işaretleri çıkıyor: - Kendilerini etkin tarikat temsilcisi olarak tanıtan kişiler nereleri, toplumu, gençleri etkileme yeri olarak seçiyor? - Bu kişiler, dini eğitim görüntüsü altında gençlerimizi hangi eğilimlere yöneltiyorlar? - İçimizde Alparslan Arslan gibi, inancına uygun olmadığını düşündüğü kurumlara baskın düzenlemeyi geçerli sayan, büyüklerinden bu eğilimleri öğrenen kaç genç var? - Alparslan Arslan avukattı, tutuklanan Süleyman Esen de avukat... Hukuk öğrenmesi için fakülteye gönderdiğimiz gençler böyle bir saldırının planlayıcısı, uygulayıcısı olabiliyorsa, gençlerimiz üniversitede aldığı eğitimden daha baskın bir ''cehalet eğitimini'' nerelerde alıyor? - Ülkeyi yönetenler, eğitimden sorumlu olanlar, bu gidişten kendilerine nasıl bir pay çıkarıyor? Danıştay cinayeti, hedefleriyle, işleyenleriyle, perde gerisiyle çok önemli bir kilometre taşıdır!
-
TANRI IRAK'TA DA YOK!... (İranlı kadınlar, ''şeriat hukukunun'' kalkmasını, çokeşliliğin yasaklanmasını, boşanma konusunda erkeklerle eşit haklara s)
Sahiden ciddi olamazsın sen... Afrikada açlıktan ölürken çocuklar ordaydı oylemi... Irak'ta süren savaşın neresine koyabilirsiniz onu... Ya faşit almanların yahudileri yaktığı ve gaz odalarına attığı çoluk çoluğu nasıl seyrediyordu sence?... Diyelim bir yerlerde... Görmüyormusun her taraf açlık, yoksulluk, sefillik, savaş ve ihenetlerle dolu... Burasını cennete çeviremeyenin öbür taraftakı cennetinden şüphe duyarım ben.. Eğer cennet ve cehennemi yaşatanlar bugünlere göz yummaktalarsa!... Uyanın artık kan uykulardan ve gerçeleri görün... Ülkemiz bile bölünme, parçalanma ve korkunç yaşamları yaşıyor iken orda olanın ben yanında hiç olmam... Olamam... Sevgiyle kalın...
-
Kaç kişiyiz biz!
Sevgili hasan17... Yüzlerce gerici, yobaz, ticani ve urafeye karşılık bir Atatürkçü milyarlara bedel... Çünkü Dünyada başka Mustafa Kemal Atatürk yok... O'da bizde var... Varsın anlamayan, sindiremeyen ve farkında varamayan olsun... Varsın Araplaşsınlar... Ama tanrıda bir, Allahta... Ne mutlu farkında olabilenlere, fark edebilme yeteneğine sahip olabilenlere Ben +1 diyorum... Yanlız değilsiniz... Sevgiyle kalın...
-
SİVAS KATLİAMI 13.YILI
Ne demek istediğinizi biraz açarsanız yardımcı olabileceğimi umuyorum sevgili dogville..
- SİVAS KATLİAMI 13.YILI
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Çok teşekkür ederim sevgili bilimselci... Bunlarda size... Lütfen kabul buyrun... Sevgiler... . .
-
İSLAM DİNİ TARİHİ, ARAP TARİHİ GİBİDİR... (Peki ilk dört halifenin üçü öldürüldüğünü biliyor musunuz?... Başörtüsüde bir bilinçli tercihtir, birile.)
. islam dinin tarihi, arap tarihi gibidir. Eğer arapların tarihini ciddi bir şekilde okursanız karşılaşacağınız manzara bugünden pek farklı değildir. Şimdi ilk islamın yayılma döneminde ki halifeler büyük bir iç çatışmayı da beraberinde getirmiştir. İlk dört halife islam tarihi içinde önemlidir, Hatta bugünkü gelişmeleri oraya kadar dayandırılır. Irak iç çatışmasının bir yönünü o şekilde açıklamak ne yazık ki günümüzde hala içeriğini koruyor. Ülkemizde de bir çok katliam o semboller kullanılarak yapılmıştır. Peki ilk dört halifenin üçü öldürüldüğünü biliyor musunuz? Tek bir halife öldürülmüyor, o da çok yaşlı olduğu için eceli ile ölüyor. Komşun aç iken, sen tok olma! der islam peki kaç aç insan var ülkemizde, kaç kişi açlıktan ölmekte? Bu konuda yapılan çalışmalar neden kamu önüne çıkarılmaz? Bilinçli bir tercih var, nereye bakılacağı konusunda! Başörtüsüde bir bilinçli tercihtir, birileri hedefine gidebilmesi için... Onlar hedefini tam olarak koyuyor, peki karşısındakiler ne yapıyor? Onlarda varolan düzen değişmesin diye daha da tutuculaşıyorlar ve cephe açmaya çalışıyorlar, Kaybedecekleri bir cephe üstelik! onların değirmenine su taşıyorlar! Cephe açılacağına gelin şu arapların tarihini gerçekleri ile okuyalım, Bakalım ne gibi sonuçlar çıkar, Ne gibi hurefeler günlük yaşantımızda yaşıyor, Öğreniriz! _________________________________________________________ ismail cem özkan / 2 Temmuz 2006 08:00 / _________________________________________________________ http://www.acikgazete.com/?newsid=10600&category=149
-
GÜLEN'İN ESKİ YAVERNDEN MÜTHİŞ İTİRAFLAR... (Biz 1970 yılında 12 insan yoksul öğrencilerin okutulması ve hayır işleri için yemin ederek yola çıktık..)
Bilgiler, görüşler ve yorumlar şartlanılmış ideolojiye uygun şartlanma ile değerlendirilemez ve yorum yapılamaz değerli arkadaşım. Eğer Ülkemiz için bir tehdit oluşturmuyorsa buyursun gelsin. Adaletten neden kaçıyor ve neden ABD gibi emperyalis ve sömürgelerin kucağına oturuyor. Muslumansa gitsin Arabistana, Suriye'ye vb. Bu nedenle arkadaşımın dediği gibi sizlerle polimiğe bende girmek istemiyorum ama bu Fethullan gibi adamların karanlıklarını sonuna kadar ortaya çıkarmaya, kirli elbiselerini paylaşmaya devam edeceğiz... Son olarak şun belirtmekte fayda var diye düşünüyorum.. Sosyoloji Profesörü Emre Kongar geçenlerde uzun uzun bir yazısında anlatmıştı... İki toplumsal örgütlenme var: Cemiyet.. Ve cemaat.. Cemiyet çağdaş model; akla dayanıyor, üyeler birey, kişi, yurttaş... Cemaat dinsel model, inanca dayanıyor; üyeler kul, mürit, mümin... Türkiye'de toplum artık tarikat örgütlenmesi ve cemaat kurumlaşması sürecinde dönüşüyor... Partiler bu yapı üzerine oturduğu zaman laik demokrasi mi olacak?.. Dinci devlet mi?.. Peki, Fethullah Gülen Türkiye'ye ne zaman dönecek?.. Gülen'in yakını Gülerce bu soruya da yanıt veriyor: ''- Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sanırım tansiyon biraz daha düşer...'' O zaman... Dahima takipçisi olarak bekleyip göreceğiz...
-
SİVAS KATLİAMI 13.YILI
Sıvas'ta kaybettiğimiz şairimiz Behçet Aysan, sanki katliamı ve sonrasını özetlercesine 'Bir Eflatun Ölüm' başlıklı şiirindeki şu dizelerle bizi uyarmıştı: Kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim sessiz akan bir ırmağım geceden söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım belki sararmış eski resimlerde kalırım bütün derinlikler sığ sözcüklerin hepsi iğreti değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç aynı gökyüzü aynı keder.
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Rica ederim sevgili GÜLSÜN... Ne demek... Bir çiçek kadar nazik bu davranışa kimse duyarsız kalamazdı... Sevgiyle kalın... .
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Güzel bir hafta sonununda böyle güzel bir çiçek olmak güne daha bir anlam katmakla kalmadı mutluluk verdi... Çok teşekkür ederim sevgili GÜLSÜN... Buda sizin için olsun... Dost sevgilerimle... . .
-
SİVAS KATLİAMI 13.YILI
Simurg adlı oyun yarından itibaren dört gün boyunca AST'de seyirciyle buluşacak... 'Sıvas Katliamı' tiyatro sahnesinde... Sıvas'ta 2 Temmuz 1993'te katledilen aydınları anlatan ''Simurg'' adlı oyun Ankara Sanat Tiyatrosu'nda (AST) sahnelenecek. Oyunun yönetmeni Cengiz Sezgin , isteklerinin ''Geçen 13 yılın ardından acıların hâlâ dinmediğini Türk halkına ve bu işin sorumlularına göstermek'' olduğunu söyledi... Sezgin'in yönettiği Simurg, yaşanmış bir olayı 13 yıl sonra tiyatro sahnesine taşıyor. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ankara Şubesi, AST ve Ekin Tiyatrosu'nun katkılarıyla hazırlanan Simurg'un senaryosu, Madımak Oteli'nde dostlarıyla birlikte kardeşini de kaybeden, kendisi de olaydan tesadüfen kurtulan Serdar Doğan 'a ait. Halil Esen, Hasan Ballıktaş, Habip Hacımustafaoğlu, Gökçen Cavga, Ebru Erten, Erdem Ulusal, Çağlar Deniz, Musa Arslanali, Edip Tüfekçi, Hüseyin Aksuna 'nın yer aldığı oyun, 2-3-4-5 Temmuz'da AST'ta seyirciyle buluşacak. Sezgin, ''Yaşanmış ve büyük acılar getirmiş bir olayın failleri dışarda dolaşıyor'' dedi. ''Sıvas olaylarının üzerinin de benzer olaylarda olduğu gibi kapatılmak istendiğini'' vurgulayan Sezgin, ''Ne kadar su serpilmeye çalışılırsa çalışılsın insanların içindeki yangın dinmeyecek'' görüşünü kaydetti. Oyunun konusunun bire bir 2 Temmuz 1993 günü ile bağlantılı olduğunu anlatan Sezgin, şunları söyledi: ''Sahnemizde bir otelin lobisi var. Yangının çıktığı Madımak Oteli'nin lobisine bugün gariptir ama bir lokanta açılmış. Biz oyuna lobide başlıyoruz.'' Oyunda sahneye yansıtılan slayt ile geri dönüşler yapıldığını anlatan Sezgin, bugün ile geçmiş arasında gidip gelen Simurg'da her şeyin tüm canlılığı ile yansıtıldığını belirtti. Sezgin, objektiflikten ödün vermediklerinin altını çizerek şöyle devam etti: ''Sıvas Katliamı gerektiği kadar sorgulanmadı. Gerekli önlemler alınmadı. İnsanlar bile bile ateşte bırakıldı. Suçlu da Salman Rüşdi 'nin 'Şeytan Ayetleri' ni Türkçeye çevireceğini açıklayan Aziz Nesin oldu. Devlet bu komploya seyirci kaldı.'' Sezgin, oyunun senaristi Serdar Doğan'ın, olayları bire bir yaşadığını ve bunun için eseri tüm netliği ile sahneye taşıdıklarını belirterek amaçlarının ''İnsanların yaralarını deşmek değil, unutulmaya yüz tutmuş Madımak olayını tekrar hafızalara kazımak'' dedi. .
-
HAŞEMA MÜSLÜMANLIĞI... (Avrupa Rönesans'la dinin aklın üzerindeki bağlarını koparırken, Müslümanların liderleri aynı yıllarda kişisel çıkarları için.]
. Haşema Müslümanlığı... Avrupa Rönesans'la dinin aklın üzerindeki bağlarını koparırken, Müslümanların liderleri aynı yıllarda kişisel çıkarları için sakıncalı gördükleri aklı bağlamışlar, İslamı karartan haşema Müslümanlığını yaratmışlardır. Geçenlerde eşimle, başbakanı ''Eşim Arap asıllı, ben Rizeliyim'' diyen bir ülkeden, Türklüğümüzü bir haftalık gezimiz boyunca gururla, doya doya yaşadığımız Özbekistan'a gittik. Özbekistan, Rus işgalinden önce Kazakistan, Türkistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve kısmen Çin sınırları içindeki Uygur'dan oluşan büyük Türkistan'ın bir parçasıdır. Başkent Taşkent ilk uğrağımızdı. Geniş caddeleri ve her biri, içine cami yapmaya çalıştığımız Göztepe Parkı'ndan çok daha büyük onlarca parkı ile ve özellikle tarihi yapılardan esinlenmiş, Özbek kokan yeni devlet binaları ile mükemmel bir Türk başşehriydi Taşkent. Taşkent'ten uçakla 1100 km. uzaktaki Urgenç'e gittik. Daha doğrusu yeni Urgenç'e. Ruslar Urgenç'i bölmüş, eski Urgenç Türkmenistan'da kalmıştı. Urgenç'ten arabayla 30 km. uzaktaki 4. yüzyıldan itibaren Harezmilerin başşehri olan Khiva'ya gittik. Burada İslamiyetten sonra kurulan, Emir'in sarayını çevreleyen yüksek duvarları arasında yer alan 14 medreseyi, Matematik, Siyasal Bilimler, Terenni (müzik) vb. medreselerini gezdik. Anlaşılan Avrupa karanlık çağdayken bu adlar verilen medreseler Khiva'da modern bir üniversitenin fakülteleri gibiymiş. Khiva'dan sonra Semerkant'ı, Buhara'yı ve Timur'un doğum yeri Şahrizapz'ı gezdik. Sayın Kerimov'un hassasiyetle yenilediği, atalarımızdan kalan inanılmaz güzellikteki seramik işlemelerle kaplı medreseler ve yapıtlar bizi çok etkiledi. Buhara'da Avrasya'nın en büyük camisini gezerken, rehberin anlattıklarından, ''Allah'ın evidir'' diyerek girmesi önlenmek istenirken camiye atla girerek sabaha kadar içkili eğlenceden sonra camiyi yakan Cengiz Han 'ı görür gibi olduk. Semerkant'ta, zamanın bilginlerini Semerkant'a toplayan, vasiyetinde ''Beni hocamın ayakucuna gömün'' diyen Timur' un torunu Uluğ Bey 'in yaptırdığı, hocasının ayakucundaki mezarını gördük. 14. yüzyıldan önce Avrupa'da aydınlanma, Rönesans başlamamışken, Avrupa halkı ve aklı dinin kıskacındayken, bilimin ve düşüncenin sınırları papa ve rahipler trafından belirlenirken, Özbekistan'da El Biruni (matematik ve astronomi bilgini), El Harezmi (sıfırı bulan, cebire ad, logaritmaya adını veren bilgin), İbn-i Sina (Tıp kitabı Batı'da yüzlerce yıl okutulan tıp, felsefe, matematik bilgini), Uluğ Bey (astronomi, matematik, fizik bilgini ve devlet başkanı emir), Ömer Hayyam (astronomi, fizik, matematik bilgini ve şair) gibi devler yaşamıştı. Uluğ Bey'in, 1018 yıldızın tam olarak yerlerini belirlediği rasathanesinde, yerin 10 metre kadar altından başlayarak, inanılmaz bir hassasiyetle güneyden kuzeye uzanan 40 metre yarıçapındaki, gökyüzünü izlediği aleti taşıyan seramik kaplı kanal karşısında şaşkınlığa düştük. Ve sonunda ister istemez aklımıza ''Peki ne oldu? Neden bu yıldızlar söndü, bu devler yok oldu'' sorusu geldi. Bunun yanıtını, nehirlerinin sahillerine kadar uzanan çölleşmiş topraklarda ve medreselerindeki değişimde bulduk kanısındayım. Nüfus artışı ve ormanların ve ek ilebilen toprakların azalmasıyla, bu dünyanın nimetlerinden yararlanma ümidi kalmadıkça, insanlar ölümden sonraki yaşamın nimetlerine yönelmeye başlamıştı. Dini ya da siysal liderler günümüzde de olduğu gibi kendi zenginliklerini korumak, kendi paylarını arttırmak için halkı buna teşvik etmişler, bir za manların matematik, siyasal bilimler vb. medreseleri 17. yüzyıldan itibaren din medreseleri durumuna dönüştürülmüştü. Aklın egemen olduğu, Kuran'daki ''Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?'' ayetiyle bu bilginlere yol gösteren İslamın yerini dogmaların egemen olduğu yeni bir din almıştı. Bu yeni dinin medreselerinde, yıldızların yeri ve matematik değil, helaya hangi ayakla girileceği, girerken hangi duanın okunacağı tartışılır olmuştu. Ben bu yozlaşmış İslam anlayışına çağdaş uygulayıcılarımıza da atfen ''haşema Müslümanlığı'' (*) adını vereceğim. Aklın geri plana itildiği, düşünmenin yasaklandığı, toplumun cennet hurileriyle avutulduğu, peygamberin ''Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim'' sözüne karşılık ahlakın türban, haşema içinde gizlendiği haşema Müslümanlığı, bugün bir milyar Müslümanın zavallılığının temel nedenidir. Avrupa Rönesans'la dinin aklın üzerindeki bağlarını koparırken, Müslümanların liderleri aynı yıllarda kişisel çıkarları için sakıncalı gördükleri aklı bağlamışlar, İslamı karartan haşema Müslümanlığını yaratmışlardır. Kuran'ın ''inanıp yararlı işler yapmayı'' öneren ayeti o zaman bilim medreseleri kurmak anlamında yorumlanırken, zamanımız Müslümanları tarafından üniversiteleri (medreseleri) dizginlemek, her köşe başına bir cami yapmak, gelecekte kişisel çıkarlarına hizmet edecek gücü yetiştirmek üzere Kuran kursları açmak olarak yorumlanmıştır. O yıllara ait bir örnek de İstanbul'dan vereyim. 1570 yıllarında İstanbul Cihangir'de Takuyiddin tarafından kurulan devrin en büyük rasathanesi, çıkan bir salgın hastalığın halk tarafından rasathanedekilerin ''Allah'ın sırlarını araştırıyor, meleklerin bacaklarını seyrediyor'' olmalarına bağlanması yüzünden şeyhülislamın verdiği fetva üzerine, padişahın emriyle rasathane Kılıç Ali Paşa tarafından yerle bir edilmiştir. Bu arada Sayın Kerimov'un, Özbekistan'da Rusların bombaları ile parçalanmış minareler dahil, tarihimizin övünülecek yapıtlarını kısa sürede imar ederken, bu yapıtların yeniden haşema Müslümanlığının yuvaları olmamasını da sağladığını görmekten çok mutlu olduğumuzu belirtmek isterim. Yazımı Uluğ Bey'in Semerkant Üniversitesi kütüphanesinde asılı şu sözü ile bitirmek istiyorum: ''Bütün kadın ve erkekler için kazanılacak en büyük şeref ilim öğrenmektir.'' ______________________________________________________________________________ (*) Haşema: Dincilerin giydiği, dizden aşağı uzunluktaki erkek mayosu. ___________________________________________________________ Yazar: Prof. Dr. Nihat G. KINIKOĞLU ___________________________________________________________
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Dostane sevgilerim ve düşünsel saygılarım sizinle... Lütfen mutlu ve umutlu olduğunuz ölçüde devam edin... Size yakın olduğumu da unutmayın lütfen... Yaşama ve hayata anlam katan yegane insanlardan olduğunuzu unutmayın.... Biz sizden olabildiğince faydalanıyoruz ve bu nedenle size sonsuz teşekkür etme fırsatını ancak bu şekilde yakalıyabiliyoruz.... İyiki varsınız... Paylaşımların değerini ve kişisel onurun varlığı bilincini taşıyan sizlere daha başka ne söylebilirim ki!... Sevgi ve saygılarım sizinle...
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Bu durumda sadece sevgi ve saygımı vermekten öte birşey bırakmadığnızın farkandayım... Ama herşeye rağmen bir güç oluşturduğnuzu ve dikkate alınılması gereken biri olduğunuzu fark ettim... Bu kazanımdan ötürü size sadece sevgi ve saygılarımı sunabilirim.. Umarım dosthane ve ilerici bakışınız bize güç ve anlam katar... Bunu bekliyor ve devamını diliyoruz... Dost sevgilerimle...
-
SON 100 YILIN EN GÜNCEL ŞİİRİ - "Yağma Sofrası" -
Farkındalığın farkında olan ve bunu algılayabilen biri olarak bizde sizi sevgili gugukcuk... Dost sevgilerim size...
-
SİVAS KATLİAMI 13.YILI
Gerçekten duygulandım... Dosthane sevgilerim size...
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Bunlar sizin için sevgili kralx... Lütfen kabul buyrun... Dost sevgilerimle... . .