Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Akıl dünyası ile inanç dünyası arasında binlerce yıl öncesine giden bir uyuşmazlık olduğu, bunun kimi zaman kanlı çatışmalara dönüştüğü ve aydınlanma ile bu ikilinin alanlarını ayırarak barış içinde birarada yaşamalarının yolunun, yine akılla bulunduğu bir gerçektir... .
  2. Tanrı Tutulması / Yazar:Martin Buber /Lotus Yayınevi Buber'e göre dünyadaki her bir Sen'in bir O olmak zorunda olması yazgımızın en yüksek melankolisidir. Ancak ona göre tek bir Sen vardır ki, doğası gereği bir O olamaz. Tanrı'dan nefret edilebilir, ona sövüp sayılabilir, çekilen acılara tahammül edilemediği için ona sırt dönülebilir, fakat asla Tanrı artık bana hitap etmeyen ve benim için dünyadaki nesneler arasındaki bir nesne olan bir şey statüsüne indirgenemez. Buber'e göre din Ben-Sen ilişkisi en yüksek yoğunluğunu ve tezahürünü sınırsız Varlığın mutlak kişi olarak partnerim olduğu dini gerçeklikte bulur. Tanrı ile insan arasındaki bu diyalogda her bir taraf diğeri için bir Sen olur.
  3. . . BİLİNÇSİZCE ELDE EDİLEN BİR DİNDARLIK YERİNE, BİLİNÇLİ ELDE EDİLEN DİNLERDEN BAĞIMSIZ VE TANRI İNANCI ÇOK DAHA SAĞLIKLI VE ZARARSIZDIR... Dinler Tanrı inancını temel alarak oluşturulmuşlardır. Bilinçli bir araştırma ve akıl yoluyla ulaşılmayan, aileden, çevreden etkilenerek edinilen Tanrı inancı temelsizdir. Bu yolla sahip olunan inançlar, dinde çelişki ve kuşkuya düşüldüğünde kolay yitirilirler. İnananların çok büyük çoğunluğunun inancı bu şekilde olup, dinden kopmalar, sonuçta Tanrı inancından da kopmayı getirmektedir. O nedenle de, bilinçsizce edinilen bir dindarlık yerine, bilinçle elde edilen dinlerden bağımsız bir Tanrı inancı çok daha sağlıklı üstelikte zararsızdır. Dinlerin Tanrısı vardır ama Tanrının dini olamaz. Tanrı, insanlardan bir inanç bekliyorsa, herhangi bir dine değil, kendisine inanç bekliyordur. Dinler öyle mezheplere sahiptir ki, bu mezhepler neredeyse ayrı bir din gibidir. Dolayısıyla dünyada yüzlerce çeşit dinden bahsedebiliriz. Bunların tamamının doğru olması mümkün olmadığına göre, insanların büyük çoğunluğu din konusunda aldanıyor demektir. Mamafih, her insan kendi dininin doğru olduğuna inanır ve birtakım çelişkileri olsa da çevre etkisi ile bunları dile getiremez. Sevgiyle kalın...
  4. Yardım gönderildi sevgil Sardunya.. Bu nazik duyarlılığa ve yürekli çabanıza Tekrar teşekkürer...
  5. Sevgili sardunya... Böyle önemli bir konuyu buraya taşıdığınız için teşekkürler... Bu gibi toplumsal kurtarmaya öncülük edecek küçük kıvılcımlara seyirci kalamazdık ve hemen ufak bir bağış gönderiyorum... Sevgiyle kalın..
  6. A -) Kimse, dinî ayin ve törenle re katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Anayasa, mad. 24/3/ B -) Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Anayasa, mad. 25/ C -) Herkes düşünce ve kana atlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına ve ya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir… Anayasa mad. 26 D -) Şiddet çağrısı içermedikçe sözlü ve yazılı ifadedeler cezalandırılamaz. Bu düşün celer şok edici bile olsa... (yargıtay genel kurul kararı...)
  7. Birkere şunu söylemek isterim... Benim ile uğraşmayı bırakın lütfen ve mümkün olduğunca akla yatkın, kuşkudan uzak, tereddüt yaratmayan objektif ve anlaşılabilir düşünceleri buralarda tartışmaya açma çabanıza hizmet ettiğinizi görelim... Diğer taraftan benim kim olduğunu sormuşsunuz... Bu forum çerçevesinde Öncelikle, düşünceden kormayan, araştırmayı temel ilke edinmiş, çevresinde herşeyi sorgulamaktan büyük keyif alan ve aklı doğmalara karşı kullanmayı yaşam biçimi haline getirmiş biriyim... Tekrar belirtiyorum benim sorunum gerçek dinini akılcı, mantıklı, bilimsel temmelere dayalı ve sevgi dolu yaşayanlar ilgili değil ve hiç olmadı; (Ki bu gibi dostlarımız ve arkadaşlarım var ve hiçbir zaman anlaşılamama gibi bir problem yaşamadık...) Benim sorumun dini kendi çıkar amaçlarında kullananlar, Bunu bir ticaret mekanizması haline getirenler, tahrikatını kur, ticarete atıl ve siyasete atıl mantığında olanlar anlamsız inançları önümüze doğruymuş gibi koyanlar, Yıllarca önceki yaşam biçimi olan kılık ve kıyafeti önümüze koyanlar Bölücüler kadar tehlikeli olan şeriat yanlıları, Doları seccade ve kıblesi ABD olan takiyeciler, Ve en önemlisi dini devletin yönetimine sokma gayretinde olan organize olmaya çalışan karanlık odaklardır... ...
  8. . . Türkiye'yi ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen gericiler, Cumhuriyetin aydınlanmacı, ilerici yazarlarını her zaman hedef gösterdi. Cumhuriyetin temel kazanımlarına ve Atatürk ilke ve devrimlerine karşı her gün kışkırtıcı yayınlarıyla saldıran dinci basın, diğer Cumhuriyet yazarlarına saldırdığı gibi hala bıkmayan kin ve nefretlerini her fırsatta dile getirmekten çekinmemektedir... Saldırıya uğrayan Cumhuriyet yazarları Tütengil Hoca İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Enstitüsü Başkanı ve gazetemizin yazarlarından Prof. Cavit Orhan Tütengil , 1979 yılının 7 Aralık sabahı saat 07.45'te Levent'teki Sülün Sokak'ta bulunan İETT durağında, silahlı dört kişi tarafından öldürüldü. Susmayan Kalem: Ümit Kaftancıoğlu Makaleleri gazetemizin sayfalarında sık sık yer alan TRT yapımcısı ve yazar Ümit Kaftancıoğlu , Mecidiyeköy Sakızağacı durağı önünde 11 Nisan 1980 günü sabah saat 07.50'de silahlı iki faşistin saldırısına uğradı. Server Tanilli'ye sıkılan kurşun İstanbul Üniversitesi Anayasa Kürsüsü Doçenti Server Tanilli, 7 Nisan 1974 günü saat 21.30 sıralarında evine giderken Suadiye Avşar Sokak girişinde silahlı saldırıya uğradı. Tanilli, evine 150 metre kala pusu kuran bir otomobilden atılan kurşunlardan dördüne hedef oldu. Üniversite çevrelerinde devrimci-demokrat kişiliğiyle tanınan ve çok sevilen Doç. Tanilli, bu saldırıdan sonra felç oldu. Yaşamı tekerlekli sandalyeye bağlanan Tanilli, tedavi olmak için gittiği Paris'ten gazetemize yazmayı halen sürdürüyor. İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi Bahriye Üçok İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi Bahriye Üçok'a saldırı kendilerine İslamcı diyen dinci çetelerden kaynaklanıyordu. Yazarlarımıza yönelik saldırıların ikinci perdesi, 6 Ekim 1990 günü Çankaya Caddesi'ndeki evine gönderilen bir kargo paketinin patlamasıyla ölen Prof. Bahriye Üçok ile açıldı. toplumsal ve siyasal sorunlarla ilgili düşüncelerini Cumhuriyet sayfalarında ortaya koyuyordu. Atatürk ilkelerinin yılmaz savunucusu Üçok'la ilgili soruşturmadan henüz bir sonuç alınamadı. Muammer Aksoy Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı, Atatürkçülüğün ve bağımsızlığın ödün vermez savunucusu Prof. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 günü saat 19.05'te Ankara Bahçelievler'deki evine giderken öldürüldü. Cinayetten iki saat kadar sonra gazeteleri arayan bir kişi, ''Tesettür konusunda İslama karşı takındığı tavır nedeniyle Müslümanlar tarafından cezalandırıldı. Olay İslami Hareket adına üstleniliyor. 7.65 Baretta ile cezalandırılmıştır'' dedi. Muammer Hoca'nın dosyasında, öldürüldüğü gün elde edilen üç boş kovanın dışında bir şey yoktu. Olay hâlâ faili meçhul... Prof. Muammer Aksoy'un cenazesinde gazetemizin bir başka yazarı, hocasının fotoğrafını kortejin en önünde kucağında taşıdı. Bu yazarımız, 1993 yılında yitirdiğimiz Uğur Mumcu'ydu... Uğur Mumcu... ve ödenmeyen masum borç Ve 24 Ocak 1993. Ankara, Karlı Sokak. Yazarımız Uğur Mumcu 'nun, evinin önünde park ettiği otomobiline binerken patlayan bomba, Mumcu'nun bedenini, bizim de yüreklerimizi parçaladı. Türk basın tarihinin kalpaksız Kuvayı Milliye'cisi, keskin kalemini son yolculuğuna on binler uğurladı. Cenaze töreninde on binler hep bir ağızdan 'Yiğidim Aslanım' türküsünü söylediler ve 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganını attılar. Dönemin siyasileri, suçluların bulunması yönünde namus sözü verdiler, ancak olayın aydınlatılması sürecinde bir arpa boyu yol alınamadı. Soruşturma ile ilgili olarak 5 savcı görevlendirildi, 3 komisyon kuruldu, ama cinayet hâlâ faili meçhul. Bu arada Abdullah Argun Çetin adlı bir kişi cinayete katıldığını öne sürdü. Çetin hakkında Ankara DGM Başsavcılığı idam istemiyle dava açtı. Onat Kutlar Gazetemiz yazarı, sinemacı Onat Kutlar , 30 Aralık 1994'te The Marmara Oteli'nin pastanesinde meydana gelen patlama sonucu ağır yaralandı. Patlama sonucu omuriliği zedelenen yazarımız, Amerikan Hastanesi'nde 12 gün boyunca sürdürdüğü yaşam mücadelesinde yenik düşerek yaşamını yitirdi. Kutlar'ın ölüm nedeni, birden fazla organının iflas etmesi olarak açıklandı. ŞİMDİ SORARIM SİZE BU ÜLKEDE HANGİ DİNCİ BASIN YAZARI ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR, HANGİ İNSAN İNANCI GEREĞİ SALDIRIYA UĞRAMIŞTIR... KAN AKITAN, İNSANİ ÖLDÜREN, HEDEF GÖSTEREN VE YAŞAM SÖNDÜREN HİÇBİR BİR DÜŞÜNCE VE İNANÇ BU VEBALİN ALTINDA KALMAZ / KALAMAZ...
  9. Konuya ilginize teşekkürler arkadaşlar.. Umarım önümüzdeki süreçte insanlar okuyan, araştıran ve inceleyen bir birey olarak toplumdakı yerini alır... Yoksa bu ülke tek bir doğmanın esiri olma yolundaki ilerlemesini sürdürmeye devam edecektir...
  10. Ben korku başlığının kapanması taraftarıyım çünkü böyle bir oluşuma ve böyle bir oluşumun toplm üzerindeki olumsuz etkisinin olabileceğini düşünüyorum.
  11. Dalga falan geçmiş değilim ve üstelik sizi haklı bulmuşum.. Lütfen biraz daha dikkat sevgili bozkurmusti...
  12. "Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır." M.Kemal Atatürk. Bizden de selam ve saygılar sevgili manork88 Yorumlarınıza teşekkürler fakat nühans farklılığımız olduğunu belirtmek isterim... Çünkü dinleri incelediğimizde bütün dinlerin tanrısının aynı olduğunu göreceksin.. Dost sevgilerimle...
  13. ÇOK ÖZÜR DİLERİM... Biraz önce Necip Hablemitoğlu’nun bir makalesini okuyordum. Yarbay Reşat Bey’den söz ediyordu. Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte alamadığı için intihar edişini, belki bininci kez okurken, bir anda sinirlerim iflas etti ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Neye yarar ki ağlamak? Ama ağlıyorum işte, yıllar yılı ilgisiz kalışıma, derin bir uykuda oluşuma, bir ömür süren duyarsızlığıma, aptallığıma ağlıyorum. Bu günleri görebilmemizi hatta var olabilmemizi sağlayan, bunun için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış olan, kanını, canını gözünü kırpmadan verebilmiş olan o yüce insanlara karşı duyduğum utançtan ağlıyorum. Hepsinden, bu vatan uğruna çırpınmış herkesten özür diliyorum. Marshall Yardımları karşılığında sanayileşen Türkiye’nin yok oluşunu başlattıklarında, Atatürk Türkiyesi’nin fabrikalarını kapanmak zorunda bıraktıklarında, o uğursuz petrol anlaşmasını imzaladıklarında daha dünyada yoktum, bilmiyordum. 1971 darbesinde daha 5 yaşındaydım, dünyadan habersizdim. 1980 darbesine kadar geçen süreçte kendine sağcı ve solcu diyen bir sürü kandırılmış insan birbirini yiyordu. Benim sokakta oynama hakkımı, ağabeyimin okuma hakkını elinden alıyordu. 12 Eylül 1980 günü daha da kızgındım, arkadaşlarımla randevum vardı; bu sokağa çıkma yasağı da neyin nesiydi şimdi? Evet, okulda Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Sevr ve Lozan anlaşmalarını okuyorduk ama bir sürü tarih ve maddeden ibaretti, içinde ruh yoktu. Sınav biter, ezber bilgiler gider, arkadaşlar köşedeki “cafe”de beni bekler. Derken üniversite günleri. ASALA diplomatlarımızı teker teker öldürüyormuş, ardından bir PKK belası hasıl olmuş, Özal, Amerika’nın adamıymış, özelleştirmeymiş, federasyonmuş, başkanlık sistemiymiş… ne gam… ne tasa?! “Okey’e dördüncü arıyoruz arkadaşlar, oynamak isteyen var mı?” Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, adı Alican Değer. Şimdi Show TV’nin genel yayın yönetmeni ve haber müdürü. Çok okurdu, çok araştırırdı ve bana şöyle sorardı: “Ne zaman paranı giysi almak yerine kitap almaya harcayacaksın?” ve sonra eklerdi “Senin okuduğun her iki kitap için sana bir giysiyi ben alacağım. Ne olur, yeter ki oku.” Onun elindeki kitaba bakar ve siyaset tarihi ile ilgili olduğunu görünce “Ya bunlar ders kitabı, okul haricinde zevk için okunmaz ki” derdim. “Boş ver sen, ben kendi giysimi kendim alırım.” Sabrı sınırsızdı, yine de beni akıllandırmak için uğraşmaktan hiç vazgeçmedi. O zamanlar başaramadı ama geç de olsa istediği gerçekleşti. Bilse mutlu olurdu belki. Sırası gelmişken ondan da özür diliyorum. Okumadım, araştırmadım, tartışmadım, ilgilenmedim, çünkü ben uslu bir öğrenciydim. İyi öğrenciler ve vatandaşlar kitap okumazlar, siyasetle ilgilenmezler, ortalığı sağ – sol diye karıştırmazlardı. Oysa ben düzenin öğrencisiydim. O zaman bilemedim, yeni yeni görüyorum ve çok özür diliyorum. Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok öldürüldüğünde, yeni mezun olarak girdiğim firmada kendimi göstereceğim diye gece gündüz çalışıyordum, ruhum bile duymadı. Uğur Mumcu öldürüldüğünde bir yandan yeni bir şehirdeki yaşama, bir yandan da yeni bir iş yerine alışıyor ve yine var gücümle çalışıyordum. Ahmet Taner Kışlalı öldürüldüğünde, ekonomik kriz yüzünden 6 ay işsizlikten sonra bulmuş olduğum işe dört elle sarılmış, hala gece gündüz çalışıyordum. Gerçek şu ki, ekonomik şartlar çok ağırdı, çok çalışmak gerekiyordu ama sanırım bu konuda ölçüyü de biraz fazla kaçırmış, artık bir işkolik olup çıkmıştım. Necip Hablemitoğlu’nu aldıklarında ise işsiz kaldığım dönemde yaptığım kredi kartı borçlarımın faiz ödemeleri ile boğuşuyordum. Artık çalışmak da çare olmuyordu, çünkü asgari ödemeler durduğu yerde çığ gibi büyüyor, artık aldığım maaş bunları ödemeye yetmiyordu. Ayrıca o güne kadar bu insanların tek bir yazısını bile okumamıştım, ne değerli insanlar, ne büyük kayıplar olduğunun farkında bile değildim. İşin aslı dünyanın farkında değildim. Ben, sadece ayakta kalmaya çalışıyordum. Bugün bunları görmekten büyük utanç ve üzüntü duyuyorum ve hepsinden çok özür diliyorum. Gümrük Birliği Anlaşması imzalanırken, Tahkim Yasaları çıkarken; ben, hep kendi derdimle meşguldüm. Ama artık okuyorum, gözlerim ağrıyıncaya, görüşüm bulanıklaşıncaya kadar okuyorum. Bu güne kadar görmediğim, kaçırdığım her şeyi öğrenmeye çalışıyorum. Gerçi ben bunu çoktan hak ettim ama o insanları sağlıklarında okuyamamış, tanıyamamış olduğum için bugün çok büyük eksiklik duyuyor ve acı çekiyorum. Beni bağışlarlar mı bilmiyorum ama gerçekten çok özür diliyorum. Ve Atatürk… Kendimi bildim bileli ben, onu hep sevdim. Önceleri ne yaptığını, ne dediğini, neye karşı savaştığını bilmeden, sırf vatanı kurtarmış olduğu, bize bu günleri sağlamış olduğu için sevdim. Sonra ne dediğine kulak verince, ne yaptığını inceleyince, onu gerçekten anlamaya ve tanımaya başlayınca tüm varlığımla sevmeye başladım. Gerçekte savaştığı düşmanın Yunanlılar değil de, emperyalizm olduğunu, hatta emperyalizmin ne olduğunu ve bu gerçek düşmanın yıllardır bizi nasıl yutmaya çalıştığını öğrendiğimde, duyduğum dehşeti ifade etmemin olanağı yok. Ben ona hiç layık olamadığımı son birkaç yıldır anlıyor ve çok utanıyorum. Atam beni bağışlar mı bilmiyorum, hatta hiç sanmıyorum ama ondan da çok özür diliyorum. Kara Fatma’dan, Reşat Çiğiltepe’den, hepsinden, milyonlarca şehit ve gazimizden binlerce kere özür diliyor ve hatalarımı telafi etmek için elimden gelen her şeyi yapacağıma, ayrıca bugün “geçmişteki ben”e benzeyenlerin gözlerini açmak için ölümüne çalışacağıma söz veriyorum. Sözleri vermiş olmak için değil, tutmak için veriyorum. Dilerim çok geç kalmamışımdır. ____________________________________________ KAYNAK: Değer Erbora / [email protected]
  14. Üslüba bakın... Neymiş müslümanlıkmış.. Ne yapıyorlar genelde; çamur atıyorlar.. Neden; çünkü başka yapacakları birşey yok ta ondan... Diğer neden biz Atatürkçü ve demokratızda ondan... Sende şeriatçisini bunun farkındayız ve saygı duyuyorum fakat bu bizim demokrat yapımızın bir özelliğidir ve herşeyi aklın süzgecinden geçirir ve aklımıza ve mantığımıza göre kabul görünenleri benimser ve inanırız... Bak sevgili arkadaşım... Aramızdaki farkı burada okuyucularımıza aktarmakta fayda görüyorum... Şöyleki; Şeriatın kurallarını sorgulayanlar veya çizgisinden ayrılanlar ''kâfir'', ''mürtet'', ''müşrik'' vb. sayılırlar. Kuran'ı tartışmak, eleştirmek suçtur. Oysa demokraside herkes düşüncesini serbestçe açıklamak hakkına sahiptir; demokrasinin dahi sorgulanması ve eleştirilmesi bir hak olarak görülür. Demokrasi, halk için özgürlük demektir. Demokraside özgür insan ''birey'' ve ''yurttaş'' sayılır, siyasi İslamda ise ''kul'' kabul edilir. Demokraside eşitlik ilkesi vardır; herkes yasa karşısında eşit hak ve özgürlüğe sahiptir. Her türlü ayrımcılık demokrasi dışı sayılır. Irk, din, cins vs. gibi hiçbir yönden eşitsizlik kabul edilemez. İslamiyette ise Müslüman olanlar ile olmayanlar ve Müslümanlar arasında da cinsler yönünden eşitlik kabul edilmez. Hatta siyasi İslamdaki bu ayrımcılık Numeyri yönetimi sırasında Sudan'da yaşandığı gibi Müslüman mezhepler arasında da uygulanabilmektedir. Yani kıcaca aynı zamanda bu akılcılığımız, aydınlıkçı tavrımız ve demokratik durumumuz hazmedilmiyor aslında ve biz bunun çok iyi farkındayız.. Dost seviler...
  15. Her zaman söylerim... "Evet bize İranda olduğu gibi şeriat gelmez... Ama gelerse irandan daha beter olacağı kesin.." Sevgiyle kalın..
  16. Çok haklısınız... Biz koyun olmayı becerdikten sonra bizim bacağımızdan asanlar tabiki olur...
  17. Din için en büyük tehlike, toplumu yönetme iddiasıdır. Bu sadece din için değil, toplum için de tehlikedir. Din toplumu, din iktidarı iddiası totaliterliktir. Akılla ilişkisini kesmiş diğer kör ideolojilerden farkı yoktur. Totaliterlik, toplumun ortak aklını yok eder, toplumu yaşayan bir organizma olarak çökertir, çürütür, ezer geçer. Ortak aklı ancak gerçek demokrasiler yaşatabilir. Dinin de toplum için yararlı kullanımına, ancak laiklik ve demokrasiler fırsat verebilir. Laik cumhuriyetimiz, 80 yıldır aslında, bu anlamda dine ve dinin akılla varoluşuna hizmet etmektedir. Ama, toplumu her kademe İslamlaştırma-dinleştirme, dine irili ufaklı egemenlik alanları açarak, dini giderek bir yönetim biçimi haline getirme çabası içinde olan siyasiler, muhalefetteyken bu gerçeği görebilecek akıldan, siyasal ve uygarlık kültüründen yoksundular. Emperyalizmin Ortadoğu ve Irak'taki saldırıları, ne yazık ki İslamın kör inanç yönünü siyasal-toplumsal ve ekonomik bakımdan çok hızlı besliyor. Günümüzde maalesef Türkiyede'ki temel zemin buna çok müsahit bir yapı sergilemektedir...
  18. İKİ TÜR TOPLUM VARDIR.."AKIL SEVER ve MECZUP SEVER TOPLUMLAR"... (SAİDİ NURSİ (ya da SAİDİ KURDİ) Toplumları çok çeşitli biçimlerde sınıflandırabilirsin. Örneğin bir sınıflandırma da, akıl sever toplumlar, meczup sever toplumlar ayırımıdır. Akıl sever toplumların da sorunları vardır. Ama meczup sever toplumlara oranla onlar, daha çeşitli ve daha karmaşık olabilir. Çünkü akıl sever toplumlar, gelişmeleri hep bir üst platforma fırlayan spiral bir uzamda yaşarlar, geliştikçe yeni sorunları çıkar, onları da akıl yoluyla, gözlemle, bilimsel yöntemle aşmaya çalışırlar. Meczup sever toplumlar, genelde hep aynı sorunlar yumağı içinde debelenirler, aynı sorunla yıllar boyu cebelleşirler. Hızlı gelişmedikleri için sorunları da çabuk değişmez. Sorunlara yaklaşımları, genelde gözlem, akıl ve bilimsel yöntem yoluyla değil, bir kurtarıcı Mesih beklemek şeklinde olur. Bu davranış biçimi, söz konusu toplumların hücrelerine kadar öylesine işlemiştir ki, kendilerine akıl yolunu gösterenleri bile laik Mesih gibi algılarlar. 'Meczup Yaratmak'' Mustafa Yıldırım'ın son eseri. Saidi Nursi (ya da Saidi Kurdi) çevresinde yaratılan söylenceyi ele alan kitabı hakkında, kitabın giriş bölümünde şunları söylüyor Mustafa Yıldırım: '' 'İnandım' diyen kişiyle inandığı konularda tartışmaya girmek kadar hatalı bir girişim olamaz. Çünkü o kişi 'inandım' demekle her türlü tartışmanın önünü kesmiş olmaktadır.... ... Bu kitap Said-i Nursi (Kurdi)'nin ve ona inananların dinsel inançlarını tartışma ya da eleştirme amacını taşımamakta, safsata ile gerçeği ayrıştırmaya yardımcı olmayı denemektedir. Denemektedir, çünkü şu ya da bu inanca kapılma özgürlüğüne karışılamaz. Ne var ki, yalan ile gerçeği ayrımsadıktan sonra kişinin istediği seçimi yapması, şu ya da bu inanç öbeği içinde yer alması ve hatta bir faniye bağlanması daha sağlıklı olabilir...'' Bu kitapta Sevgili, bir söylencenin yaratılmasında yer almış birçok kişi buluyorsun, bunlar arasında ikisi son derecede ilginç. Ölümünden önce, toplumumuzda, seçkin bilim adamı, mümtaz tarihçi olarak algılanmış olan Cemal Kutay var ki, onun Said-i Nursi hakkında yazdıkları birçok başka esere de kaynak olmuştur. Burada öğreniyoruz ki, üstat bu eseri zamanın parasıyla 100.000 lira karşılığında yazmış. Yine bu eserde eseriyle söylenceye katkıda bulunan Şerif Mardin 'in yazdıklarının nasıl kaynaktan, belgeden, hatta zaman zaman tanıklıktan bile yoksun olduğunu görüyorsun. Bu arada bir okuma kolaylığı olarak ekleyeyim. Said-i Nursi ile Mardin ailesi arasındaki ilişkilere Soner Yalçın , ''Beyaz Müslümanlar'ın Büyük Sırrı'' adlı yapıtının 44-47. sayfaları arasında ilginç değinmelerde bulunuyor.(/b] Mustafa Yıldırım'ın ''Meczup Yaratmak'' ı öbür kitapları gibi kaçırılmayacak bir yapıt, içinde Cüneyd Zapsu 'nun dedesi Abdürrahim Zapsu da var.
  19. Çok haklısınız sevgili nicomedias... Seni buradan alkışlıyorum... Ki bunlar aynı zamanda insanlığın ortak düşmanı bence... Dot sevgilerimle...
  20. Müdahale beklediğim falan yok.. Ki buna hiç ihtiyacım da yok... Fakat şöyle bir gerçek var; Onlarda bizin inandığımız Tanrının çocukları değilmi... Yüzyıllardı aynı tanrıya inanmıyor ve dua etmiyormuyuz... Haklısın... Hemde çok haklısın... Biz daha fazla dua etmeliyiz...
  21. Gerçekten hala tehlikenin farkında olmayanlara karşı ibretle değerlendirilebilecek bir kare... Ve bu kare; bugün bunu görmezlikten gelenlerin, bunu olağan bulanların ve buna bilinçiszce hizmet edenlerin; Ülkemizi cağdaş, modern ve aydınlık amacından saptırılarak ne tür bir yapıya sokacaklarının güzel bir yanıtını oluşturmaktadır... Paylaşım için çok teşekkürler sevgili ene...
  22. Evet yobaz çünkü kendi gördüğününün, bildiğinin ve İnandığının doğru olduğnu ve bunu tüm inanç biçimlerinin üstünde gören tamamıyla yobaz ve bağnazdırlar da ondan... Senin dinin bir başkasına göre ne kadar anlamsız saçma ise, diğer dinlerde sana göre öyle olabiliyor.. Bunu anlamak için kain olmaya gerek yok... Bunu benim 14 yaşındakı çocuklarım bile çok iyi değerlendirebiliyor ve yorumlayabilir... Tekrar belirtiyorum.. “Dinler aynı Allah’a yönelmiş ayrı yollardır. Aynı Allah’ a ulaşacağımıza göre ayrı ayrı yollardan gitmeden ne zararı var.” Bana göre dünyamızın içinde bulunduğu en büyük tehlike dini cihat gözüyle değerlendiren ve bunu bir savaş meselesi gibi gören anlayışlanrdır... Ki bu tür savaşların ortaçağa ile birlikte karanlığına gömüldüğünü sanıyorduk oysa bugün bu tür savaşlar daha sinsi, daha çirkin ve daha profesyonel yapılmakta... Artık durum ortada... Emperyalizm kendi emelleri için dini birbirine kırdırabiliyorlar sunni-şii örneğinde olduğu gibi... Neden insanlık bunları aşıp sevgide buluşmasınlar.. Sevgi ile oluşacak bir dünyü neden düşlemeyelim... Çokmu önemli benim allaha ulaşabilmem için ille bir din tercih etmem sizce... Çokmu önemli ibadetimi bir cami, bir kilise, bir sinegog olması... Bunlar olmadan da yapamazmıyım... Sevgiyle kalın... NOT... SEVGİLİ ALİ... YUKARIDAKİ DUYGULARIMIN HİÇBİR DİNİ İNAÇ İLE İLGİSİ YOK ÇÜNKÜ ÖNCE İNSANIM VE DÜNYADA HERŞEYDEN ÇOK HERKESİ SEVERİM VE BU NEDENLE SAKIN BANA KUR'ANDA SURELER YAZARAK BİRŞEY ANLATMAYA ÇALIŞMA ÇÜNKÜ BENDE HİÇBİR ETKİSİ OLMUYOR...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.