ahrar tarafından postalanan herşey
-
mehdi ve deccal?
51/16-17 Rab'lerinin kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce güzel davranıyorlardı. Geceleri az uyurlardı. peki birader müçtehidd husundada bi yorum su vakitte güzel gider
-
vehabilik
bu hususta bilgisi olanlar buyrun millet!!!!!!!!!!! Hariciler Ehl-i Sünnet dışına çıkan ilk fırkadır. Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in hilafetinde herhangi bir karışıklık sözkonusu değildi. Hz. Osman (r.a.)'ın öldürülmesi müslümanlar arasında kargaşaya sebep oldu. Hariciler bu kargaşa döneminde Hz. Ali (r.a.)'den ve diğer müslümanlardan ayrılarak Harura denilen yere gittiler. Halifenin onlara her türlü haklarının ve güvenliklerinin sağlanacağını vaadetmesine rağmen dönmediler ve suçsuz insanları öldürdüler. Hariciler konusunda yazılmışve günümüze kadar ulaşmışherhangi bir kitap yoktur. Bunlar hakkında genel bilgiyi hadis kaynaklarından ve İslam tarihi konusunu ele alan eserlerden bulabiliyoruz. Peygamberimiz (s.a.v.) bu akımı sağlığında bu akımı şöyle haber vermişti: "Sizden biriniz onların namazlarının yanında kendi namazını, oruçlarının yanında kendi orucunu, kıraatları yanında kendi kıraatını küçük görüp beğenmeyecektir. Kuran okurlar fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmez. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar." Hariciler, manasını iyice kavramadan Kuran'dan bazı hükümler vererek İslam aleminin ilk fitnesini oluşturdular. Onlara göre bir insanın günah işlemesi, kafir sayılması için yeterli bir sebeptir. Bu mantıkla Hz. Osman (r.a.), Hz. Ali (r.a.) ve onların taraftarlarının Kuran'a uymadıklarını dolayısıyla dinden çıktıklarını iddia ettiler. Bunun yanında büyük İslam alimleri tarafından kabul görmüşsahih hadisleri inkar ettiler. Vehabiler Vehabiler, 1703-1787 yılları arasında yaşamışMuhammed b. Abdulvehab tarafından ilk olarak arap yarımadasında yayılmaya başlanmıştır. Vehabi ismini kendileri tarafından değil, mezhebe muhalif olanlar tarafından kullanılmaktadır. Muhammed b. Abdulvehab Riyad'da dünyaya geldi. Tahsil için geldiği Mekke'de İbn Teymiye'nin fikirleriyle tanıştı. Oradan Basra'ya geçti. İlk tartışmalar burada başladı. Tartışmalarında bütün İslam alimlerini devre dışı bırakılmasını ve dinin direkt olarak Kuran'dan öğrenilmesini savunuyordu. O'na ilk olarak babası karşı çıktı ve sözlerinin dinlenmemesini istedi. Bütün mezarların yok edilmesi fikri bazı cahil insanlar tarafından kabul görünce, Hz. Ömer (r.a.)'in kardeşi Zeyd bin Hattab'ın mezarı yok edildi. Bazı mezarların yıkımından sonra Abdulvehab'ın ismi duyulmaya başlandı. Muhammed bin Suud ile anlaşarak Vehabi Devleti'nin ilk temellerini attı. Belli bir güce ulaştıktan sonra kendisine uymayanları dinden çıkmakla itham ettiler ve taraftarlarının çoğaldığı bölgelerde halkı kılıçla yola getirme tehdidinde bulundular. Tasavvuf uyan ve türbeleri ziyaret edenlerin can ve mallarının kendilerine uyanlara helal olduğunu iddia ettiler. Bundan sonra fikirlerini kabul etmeyenlere kanlı baskınlar düzenlediler ve kılıçtan geçirdiler. Muhammed ibn Suud'un yeni topraklar kazanması Vehabilerin gücünü daha da arttırdı. Kazanılan bu siyasi cephe, Muhammed ibn Suud'un oğlu, Abdulaziz zamanında da devam etti. Abdulaziz'in şu sözleri Vehabilerin Ehl-i Sünnet konusundaki görüşlerini ortaya koymaya yetiyor. "... Fakat bu emelimin gerçekleşmesi, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yolunda olduklarını iddia eden Ehl-i Sünnet alimlerini ortadan kaldırmak, yani Ehl-i Sünnet uleması olarak geçinen müşrikleri tamamen ortadan kaldırmakla mümkündür. Çünkü Ehl-i Sünnet ulemasının bulunduğu yerde mezheptaşlarımızın rahat yüzü görmesi mümkün değildir." (Eyüp Sabri Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s. 40) Osmanlıların o dönemde savaşhalinde olmasından yararlanan Vehabiler, yayılma politikalarına hız verdiler. Abdulvehap'ın ölümünden sonra hareket durmadı, hatta daha da hızlandı. Abdulaziz ibn Suud 10 Muharrem 1802'de Kerbela töreni katılan pek çok Caferi'yi kılıçtan geçirmesi ve Hz. Hüseyin'in türbesini dağıtması müslümanlar arasında hala onarılamayan yaralar açtı. Vehabiler Mekke, Medine ve Taif'i ele geçirdikten sonra birçok Ehl-i Sünnet alimi sebepsiz yere astırdı. Hatta uzun bir süre Ehl-i Sünnet'e tabi olmuşmüslümanlara hac yolunu kapattılar. Vehabilerle Ehl-i Sünnet arasındaki farklılıklar şunlardır: 1) Resulullah Efendimiz bir hadisinde "lailahe illallah diyen ve Allah'tan başka ibadet olunacak şeyleri inkar eden kimsenin malı ve canı haramdır ve hesabı Allah katındadır"buyurmuştur. Fakat Vehabilerin bu konuda görüşleri farklıdır. Kişinin canı ve malına dokunulmaması için dil kalp ile tasdik koşulunu ararlar. Dolayısıyla dini sorumluluklarını yerine getirmeyenler kafirdir. 2) Ehl-i Sünnet alimlerinin hepsi, peygamberimizin ve O'nun salih kullarının hepsinin Allah'ın izniyle, şefaat edeceğini kabul eder. Abdulvehab, putu tapmak ile Hz. Muhammed'ten şefaat dilemeyi aynı kefeye koymaktadır. 3) Peygamberimiz zamanında olmayan herşeyi tümden reddetmişlerdir. Bunların arasında, mevlit okumak, makamı ile ezan okumak, kabirleri ziyaret etmek, Peygamberimize "Peygamber Efendimiz"diye söz etmek, fotoğraf makinası kullanmak da vardır.
-
sekerci hanI
haha ne güjelllllllllllllllllllllllllll
-
(SÖYLEŞİ)..İlk Türban, Sumer'den Tevrata, Bugünkü Türban, En çok etkileyen Tanrı, Tufan, Tarihte ilk tek Tanrılı Din,
esselam aleykum birader "sünnet"ve"hadis"senin için ne ifade ediyor kaynak olarak basta KURAN-I KERiMsonra sünnet ve hadis bak arast1r bulursun "iKRA"
-
islam ve cumhuriyet-demokrasi?
ESSELAM ALEYKUM VERAHMATULLAHi VEBEREKATÜHU birader sen 4 halife dönemi ile ilgli bir bilgi versene nasIl oldU peki "onlarIN isleri mesveret iledir"sana birseyler hatIrlatIyormu????????"iKRA"!!!!!!!!!!!!!
-
mehdi ve deccal?
esselam aleykum birader nas1ls1n iyisindir iNSALLAH peki birader onca hadis ve müçtehiddlerin sözleri"iKRA" nedir o ercan uykusuzmu kald1n
-
sekerci hanI
esselam aleykum "rezale-i nur "degil risale-i nur evet bizde o raftaki KURAN-I KERiM leri raftan indirmeye çalIsIyoruz keza risale-i nur KURAN-I KERiM'in tefsiridir "iKRA"
-
sekerci hanI
Bediüzzaman istanbula geldiginde kaldIgI han'In kapIsIna yazar bu ibareyi evet bugün o yok ama risale-i nur aynI sorularIn cevebInI veriyor buyrun!!!!!!!!!
-
Allah varsa nerdedir?
Tabiat Risalesi İHTAR: Şu Notada, tabiiyyunun münkir kısmının gittikleri yolun içyüzü ne kadar akıldan uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduğu, lâakal doksan muhali tazammun eden Dokuz Muhal ile beyan edilmiş. Sair risalelerde o muhaller kısmen izah edildiğinden; burada gayet muhtasar olmak haysiyetiyle, bâzı basamaklar tayyedilmiştir. Onun için, birden bire, "Bu kadar zâhir ve âşikâre bir hurafeyi nasıl bu meşhur âkıl filozoflar kabul etmişler, o yolda gidiyorlar?" hatıra geliyor. Evet, onlar mesleklerinin içyüzünü görememişler. Hem, hakikat-i meslekleri ve mesleklerinin lâzımı ve muktezası odur ki, yazılmış herbir muhalin ucunda beyan edilen o çirkin ve müstekreh ve gayr-ı mâkulHAŞİYE 2 hülâsa-i mezhepleri ve mesleklerinin lâzımı ve zarurî muktezası olduğunu gayet bedihî ve kat'î burhanlarla, şüphesi olanlara tafsilen beyan ve ispat etmeye hazırım. 4 Şu âyet-i kerime, istifham-ı inkârî ile, "Cenâb-ı Hak hakkında şek olmaz ve olmamalı" demekle, vücud ve vahdâniyet-i İlâhiye bedâhet derecesinde olduğunu gösteriyor Şu sırrı izahtan evvel bir ihtar: 1338'de Ankara'ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan'a galebesinden neş'e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. "Eyvah," dedim. "Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!" O vakit, şu âyet-i kerime bedâhet derecesinde vücud ve vahdâniyeti ifham ettiği cihetle, ondan istimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur'ân-ı Hakîmden alınan kuvvetli bir burhanı, Nur'un Arabî risalesinde yazdım. Ankara'da, Yeni Gün Matbaasında tab ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli burhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o burhanı Türkçe olarak bir derece beyan edeceğim. O burhanın bazı parçaları bazı risalelerde tam izah edildiğinden, burada icmâlen yazılacaktır. Sair risalelerde inkısam etmiş olan müteaddit burhanlar, bu burhanda kısmen ittihad ediyor, herbiri bunun bir cüz'ü hükmüne geçiyor. Mukaddime Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz. Birincisi: Evcedethu'l-esbab, yani, "Esbab bu şeyi icad ediyor." İkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, "Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor." Üçüncüsü: İktezathu't-tabiat, yani, "Tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor." Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid, bu mevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor, yani esbabın içtimaında o mevcut vücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut, tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir. Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhal, battal, mümteni, gayr-ı kabil oldukları kat'î ispat edilse, bizzarure ve bilbedâhe, dördüncü yol olan tarik-i vahdâniyet şeksiz, şüphesiz sabit olur. AMMA BİRİNCİ YOL ki, esbab-ı âlemin içtimaıyla teşkil-i eşya ve vücud-u mahlûkattır. Pek çok muhâlâtından yalnız üç tanesini zikrediyoruz.kaynak risale-i nur sorularInIn hepsinin cevabI mevcuttur
-
islam ve cumhuriyet-demokrasi?
beyler ve tabiki bayanlar biraz zihin yormaya varm1s1n1z????????????
-
mehdi ve deccal?
evet birkaç arkadas ile kIsmi olarak yapt1g1m1z sorgulamayI buraya tas1yalIm dedik konu ile ilgilenenler buyrun
-
Dünya yeni bir Osmanlı'ya muhtaç
birader osmanlIyI yIkmak için ikincisine ihtiyacIm1z yok diyorya arkadas bende diyorumki birincisinede ihtiyacImIz yoktu ama elimizde dgil bu gibi olaylar takdiri ilhi evet dedigim gibi ahir zamanIn görevlilerinden birzattIr !!!!!!!!!! ifadesi arast1r bak kisinin manevi alandaki temsil ettigi kimlik acIk uygulamalarI ile meydanda arkadas burada "mehdi"geyigi yapm1yorum açIkca bildirilen iki malüm sah1s ile ilgili kIsmi olarak bilgi veriyorum ha sen mehdi ve deccal bahsindeki bilgilerini ilet bi zahmet!!!!!!!!!!!!!!!
-
ROME TOTAL WAR
ahrar şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Oyunlar - Bilgisayar Oyunları - Satranç - Oyun KağıtlarıYA ARKADASLAR BU ROMA BENDEDE VAR AMA NEDEN ONL0AN OYNUYAMIYORUM ACABA YARDIMCI OLURSANIZ SEV0N0R0M
-
bir hitap
Rüyada bir hitabe Meâli ve hatırda kalan elfazı aynendir. 1335 senesi Eylül'ünde, dehrin hadisatının verdiği yeisle, şiddetle muztarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Mânen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sâdıkada bir ziya gördüm. Tafsilâtı terk ile, yalnız bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki: Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi, dedi: "Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor." Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a'sârın meb'uslarından her asrın meb'usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki: "Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et." Ayakta durup dedim: "Sorun, cevap vereyim." Biri dedi: "Bu mağlûbiyetin neticesi ne olacak; galibiyette ne olurdu?" Dedim: "Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i'lâ-yı kelimetullah ve beka-yı istiklâliyet-i İslâm için, farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücut olan âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira, şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde tacil etti. Biz incinirken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlûbiyetle bir saadet-i âcile-i muvakkate kaybettik. Fakat bir saadeti âcile-i müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz'î ve mütehavvil ve mahdut olan hâli, geniş istikballe mübadele eden kazanır." Birden meclis tarafından denildi: "İzah et." Dedim: "Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik. Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden, maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşî bir medeniyetin himayesini Asya'da deruhte edecektik." Meclisten biri dedi: "Neden şeriat şu medeniyeti* reddeder?" Dedim: "Çünkü, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe'ni tecavüzdür. Hedef-i kastı menfaattır. O ise, şe'ni tezahumdur. Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe'ni tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âhari yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe'ni böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise, şe'ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. "İşte, onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh saadete çıkarmış; diğer onu da, beyne beyne bırakmış. Saadet odur ki, külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kalilindir ki, nev-i beşere rahmet olan Kur'ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. "Hem serbest hevânın tahakkümüyle, havâic-i gayr-ı zaruriye havâic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y, masrafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev'e verdiği servet, haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir ahlâksız etmiştir. Kurun-u ûlânın mecmu vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu! "Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı câ-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel' olunmaz, tâbi olmaz. "Bir asıldan tev'em olarak neşet eden eski Roma ve Yunan iki dehâları, su ve yağ gibi mürur-u a'sâr ve medeniyet ve Hıristiyanlığın temzicine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdetâ tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev'em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehâsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel' olunmaz." Dediler: "Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?" Dedim: "Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz' eder. "İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe'-ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü'l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe'ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe'ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. "Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa, İslâmdan doksan, belki doksan beştir. "Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, âkılâne davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. "Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese "Öl," diğeri diyecek "Diril." Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedennî, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder. "Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı." Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: "Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!" Tekrar biri sordu: "Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?" Dedim: "Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât. "Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. El cezâu mincinsi'l-ameli "Mükâfat-ı hâzıramız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatâdan neşet eden müşterek musibet, mâzi günahını sildi." Yine biri dedi: "Bir âmir, hatayla felâkete atmışsa?" Dedim: "Musibetzede mükâfat ister. Ya âmir-i hatâdarın hasenatı verilecektir; o ise hiç hükmünde. Veya hazine-i gayp verecektir. Hazine-i gaybda böyle işlerdeki mükâfatı ise, derece-i şehadet ve gaziliktir." Baktım, meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım. Terli, elpençe yatakta oturmuş, kendimi buldum. O gece böyle geçti. SÜNUHAT-BED0ÜZZAMAN
-
Gençliğimiz Tarihini Ne Kadar İyi Biliyor?
essalam aleykum gardas anlas1lan iyi bir dost bulucam "iKRA"evet bilgi bu arada gençligin tarih ile alaksI okadar da bos degil "ümitvar olunuz su istikbal InkIlabI içinde enyüksek gürseda islamIn sedasI olacaktIr"BEDiÜZZAMAN
-
memlük devletinin çerkez sultanlar1
essalam aleykum sevgili dayIcIgIm evet tarihin tozlu raflarINda okadar ilginçlikler varki ne yaz1kki bizler genellikle bunlardan haberdar degiliz evet bende elimden geldigince bugibi hususlara dikkat çekicem ilgin için tesekürler
-
VAHİDEDDİN HAN
birader sen söylediklerinde ciddimisin?????????????bu arada sen çerkezmisin yok çerkez isen kuvvai seyyare kumandanI çerkez eteme m.k in yapt1klar1 ve dier ink1lap ad1 alt1ndaki olaylar1 biraz daha iyi gözden geçir benim kafkasyal1 mert gardasIm ha bu arada vahidettin "han "IN hayat1n1 bi zahmet oku !!!!!!!!!!
-
Dünya yeni bir Osmanlı'ya muhtaç
birincisinede ihtiyac1m1z yoktu ama ALLAH'Intaktiri ahirzamanIn görevlilerinden biri tabi bunlar ikitane birine deccal deniyor diyerine ise mehdi ben mehdiden yanay1m sahsen sen??????????????
-
memlük devletinin çerkez sultanlar1
ÇERKEZ(=BURCÎ) MEMLÜK DEVLETİ(1382-1517):Berkuk tarafından kurulmuştur. Sultanlarının çoğu Çerkez’dir. Moğol tehlikesinin bu dönemde geçmiş olması ve Timur Devleti ile iyi ilişkiler kurulması nedeniyle 135 yıl Suriye-Filistin ve çevresine egemen olmuşlardır. 8 Devletin en geniş sınırları: Kuzeyde Toros dağlarından güneyde Yemen’e,batıda Bingazi’den doğuda Fırat nehrine kadar uzanıyordu. 8 Devletin zayıflamasının ve yıkılmasının sebepleri: 1. 1498’de Ümit Burnu’nun bulunması sonucunda Baharat ve İpek Yolu’nun eski önemini yitirmesi 2. Osmanlı Devleti olan mücadele KÜLTÜR VE UYGARLIK DEVLET YÖNETİMİ:Selçuklulardan ve Moğolardan etkilenilerek,Osmanlı hariç,Türk tarihindeki en güçlü devlet teşkilatını kurmuşlardır. Devlet teşkilatının güçlü olmasında,sultanların(Kalavun dönemine kadar) asker kökenli olması ve veraset sisteminin olmaması etkiliydi. Hükümdarlar “Sultan” ünvanını kullanıyorlardı. Sultanlar “Kalatü’l Cebel Sarayı”nda oturuyordu. Bu sarayda 12 kışla ve 12.000 asker de bulunuyordu. Sultan, merkezdeki devlet işlerini yüksek dereceli emirlerden meydana gelen “Erbab-ı Seyf(=kılıç sahipleri)”[3] ile “Erbab-ı kalem”[4] denilen sivil memurlar ile birlikte yürütürdü. Eyaletler ise,“Naib-i sultan”,sancak ve kazalar ise “Naip” adı verilen kimseler tarafından idare edilirdi. ORDU: Ordu şu kısımlardan oluşurdu: 1. Muhafız Birliği(=Saray köleleri):Sarayın korunmasından sorumlu olup,Kıpçak ve Çerkezlerden oluşuyordu. 2. Tımarlı askerler 3. Emirlerin askerleri 4. Yardımcı kuvvetler Savaş kararı sultanın başkanlığını yaptığı Şura(=kurul) tarafından verilirdi. Orduya bizzat sultan ya da emirlerden biri komuta ederdi. Ordu tamamen atlı birliklerden meydana geliyordu. Memlükler sefer sırasında 150-250 bin civarında atlı askerlerden meydana gelen bir ordu oluşturabiliyordu. TOPRAK YÖNETİMİ: Toprak şu bölümlere ayrılıyordu: 1. Miri(=Dirlik) Arazi: Mülkiyetin devlete ait olduğu bu topraklar “sahib-i arz” adı verilen kişilere verilirdi. Bu kişiler de toprakları işleterek halktan vergi toplarlardı 2. Mülk arazi:Her türlü tasarrufu sahibine ait olan arazi. 3. Vakıf Arazi:Hayır amacıyla işlenen arazi. 4. Metrûk arazi:Çöl,bataklık ve tarıma elverişli olmayan arazi. DİL: Resmî dil(=yazışma dili), Arapça idi. Sarayda ve orduda ise Türkçe konuşuluyordu. Bu dönemde Suriye ve Filistin’de Türkçe yaygın bir dil haline geldi. BİLİM-SANAT: Mimari alanda Mısır ve Suriye’de daha önce İran etkisi var iken bundan sonra bu bölgede Türk etkisi görülecektir. En önemli sanat eserleri şunlardır: F Kalatü’l Cebel Sarayı F Baybars Camii F Kalavun Camii F Sultan Hasan Camii F Halep Camii F Şam Camii F Trablusşam Camii F Kayıtbay Camii F Berkuk Türbesi F Kayıtbay Türbesi KAYNAKLAR: 1-Cengiz TOMAR,Murat Bardakçı ile Hürriyet Tarih Dergisi,29 Ocak 2003 tarihli sayısı,s.4-7 2-Genel Türk Tarihi(M.E.B. Yayınları),Ankara-2002,s.102-106 3-Tarih-1 Ders Kitabı,M.E.B. Yayınları.
-
ARAPLARIN TARİHSEL TÜRK DÜŞMANLIĞI... BATIYI BİLİRDİK AMA YA DOĞU... (VE ARAP HAYRANI YAZAR VE PADİŞAHLARIMIZ)
Tenbih Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet, böyle istibdat ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakikî medeniyet, nev-i insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev'iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. Hem de mânâ-yı meşrutiyete iptilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya'nın ve âlem-i İslâmın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve talih ve taht ve baht-ı İslâmın anahtarı da meşrutiyetteki şûrâdır. Zira, şimdiye kadar üç yüz yetmiş milyon İslâm ecanibin istibdâd-ı mânevîsi altında eziliyordu. Şimdi hakimiyet-i İslâmiye, âlemde, bahusus bundan sonra Asya'da hükümfermâ olduğu halde, herbir ferd-i Müslüman hâkimiyetin bir cüz-ü hakikîsine mâlik olur. Ve hürriyetten üç yüz yetmiş milyon İslâmı esaretten halâs etmeye bir çâre-i yegânedir. Farz-ı muhal olarak, burada yirmi milyon nüfus, tesis-i hürriyette çok zarardîde olsalar da, feda olsunlar. Yirmiyi verir, üç yüzü alırız. Yazık! Eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar, hava gibi muhtelittir. Su gibi memzuç olmamışlar. İnşaallah, elektrik-i hakaik-i İslâmiyetle imtizaç ederek, ziya-yı maarif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlid ederek bir mizâc-ı mutedile-i adalet vücuda gelecektir. Yaşasın meşrutiyet-i meşrua! Sağ olsun hakikat-i şeriat terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet! İstibdadın Garibüzzamanı, Meşrutiyetin Bediüzzamanı, Şimdikinin de Bid'atüzzamanı: Said Nursî