Zıplanacak içerik

irinçköl

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

irinçköl tarafından postalanan herşey

  1. İbadetini yapsın da bu kadın. Lütfen bir zahmet Üre(ME)sin .
  2. Kimileri Demokratikleşme Paketi diyor kimileri ise Demokrasi Paketi. Ne derseniz deyin, eğer Paket kelimesini kullanırsanız yurdum insanının aklına, öncelikle lokum, pişmaniye, şeker, çikolata, baklava gibi tatlı yiyecekler gelir. Hediye ya da değişik cep telefonu tarifelerini içeren paketleri düşünenler de olacaktır. Bu ülkeyi 11 yıldır yönetenler, zaten sevmedikleri Demokrasiyi bir güzel paketlediler. Anlayacağınız, “İleri Demokrasi”nin ardından, “Paketlenmiş Demokrasi” ile Demokrasi fakiri ülkemizi buluşturdular. Hemen hatırlatalım halk arasında paketlemek kelimesi iyi anlamda kullanılmaz. Bilirsiniz, “Adamı paketleyip gönderdiler” denildiğinde ya da “Dikkat et, seni de paketlemesinler” cümlesi kurulduğunda, birisinin başına gelecek kötü işlerden bahsedilir. Demokrasinin Pakete konulması da, insanın aklına, Demokrasinin başına neler gelecek korkusunu düşürüyor. Peki, bu paketten ne çıkar? “Tencere, tava çalan komşularınızı şikâyet edin” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, “Tencere, tava hep aynı hava” söylemi çıkar. Korku duvarını aşıp sokaklara dökülenleri, “Yüzde elliyi evinde zor tutuyorum” diyerek tehdit edenlerin Demokrasi Paketi'nden, “Vurun Kahpeye” filminin CD'si çıkar. “Kininin davacısı” yani “Kindar Gençlik” isteyenlerin Demokrasi Paketi'nden, “Başörtüsü” değil “Türban” çıkar. “Rejimin güvencesi polistir” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, 'Organik' Biber Gazı ile süslenmiş Polis Devleti çıkar. Yedi vatandaşın hayatını kaybettiği gösterilerin yaşandığı ülkede açıklanan Demokrasi Paketi'nden, polise, “Destan yazdılar” övgüsü çıkar. Demokrasiyi, inilecek istasyona gelinceye kadar binilecek 'Tren' olarak görenlerin Demokrasi Paketi'nden, “Düz Ovada siyaset yapacaklara” bilet çıkar. Halkın ve Devletin polisine, vali, kaymakam ve bakanına “Benim” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, 'Bizim' değil 'Onların' istedikleri çıkar. Hoşuna gitmeyen konuşmalar için “Yargı gerekeni yapmalıdır, yapacaktır” diyerek savcıya, hâkime mesaj verenlerin Demokrasi Paketi'nden, Silivri'ye bilet çıkar. Bir yandan Millet İradesine Saygı adlı mitingler düzenleyip, diğer yandan milletin oylarıyla seçilmiş milletvekillerini zindanlarda çürütenlerin Demokrasi Paketi'nden, İleri Demokrasi denilen gerilik çıkar. Sıkıntıları anlatan çiftçiye, “Ananı da al git lan” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, ithal saman çıkar. “Yargıda biraz da onlar çeksin” diyerek, muhalif oldukları için zindanlara atılanların yaşadıklarında zevk sürenlerin Demokrasi Paketi'nden, Özel Yetkili Mahkemeler çıkar. Medyaya bin türlü baskıyı uygulayıp, yandaşlaştıranların Demokrasi Paketi'nden, aynı başlığı atmış iftiracı gazeteler çıkar. Beğenmediği gazetecilerin kovulmasını açıkça emredenlerin Demokrasi Paketi'nden, hoşgörü değil, ekranları ve gazete köşelerini işgal eden çapsız yandaşlar çıkar. "Milliyetçiliği ayaklar altına aldık” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, 'Andımız'ın ruhuna Fatiha çıkar. Parasız eğitim pankartı açan gençleri terörist ilan edip zindanlarda çürütenlerin Demokrasi Paketi'nden, anlayış değil polise, savcıya sormadan gözaltında tutma yetkisi çıkar. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde normal karşılanan yumurtalı, domatesli protestolara katlanamayanların Demokrasi Paketi'nden, Menemen (Doğrusu Melemen) bile çıkmaz. Afrika ülkelerinde bile olmayan 10 senelik tutukluluk süresini adaletin kalbine saplayanların Demokrasi Paketi'nden, muhaliflere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası çıkar. Kendi gibi düşünmeyenleri darbeci ilan edenlerin Demokrasi Paketi'nden, kucaklaşma değil uzaklaşma çıkar. En temel özgürlük olan iletişim özgürlüğünü katlederek telefonları dinleyenlerin Demokrasi Paketi'nden, zindana gönderecek dinleme faturası çıkar. Kardeşim dediği, ailecek ev gezmesine gittiği kişileri bir süre sonra diktatör ilan edenlerin Demokrasi Paketi'nden, Suriye'ye Tezkere çıkar. Üç de yetmez 4 çocuk yapın diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, çocuk bezi çıkar. Doğruluğu kanıtlanmamış olayları, tekrarlayarak taraftarlarını radikalleştirenlerin Demokrasi Paketi'nden, ne kadar zorlasalar da bira şişeleri çıkmaz. Barış süreci, Analar ağlamasın gibi ifadelerin ardına saklanarak Öcalan ile gizli pazarlık yapanların Demokrasi Paketi'nden, PKK'ya af çıkar. Şehitler için "Kazada öldüğünü varsayın" ya da 'kelle' diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, Kandil'dekilere mesaj çıkar. Q,W,X gibi harflerin kullanımının serbest bırakılmasını Demokrasi diye yutturanların Demokrasi Paketi'nden, bir süre sonra da Arap alfabesi çıkar. Ramazan ayının sevgi, barış, huzur gibi özelliklerini bir kenara atıp iftarları mitinge dönüştürenlerin Demokrasi Paketi'nden, “Akşam yediğin hurmalar, sabah seni tırmalar” türküsü çıkar. Gazeteciye 'Adi, ş....., yerin altı da var' mesajı gönderen atan Valinin görevde olduğu ülkede açıklanan Demokrasi Paketi'nden, “İyi arkadaşımızdır” övgüsü çıkar. “Türkiye basın özgürlüğünde Amerika'dan bile ileri” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, “Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” çıkar. Sadece kendi partisine oy verenleri milli iradeden sayanların Demokrasi Paketi'nden, Sadaka Siyasetinin sembolleri olan makarna, yağ, pirinç vb yardımlar çıkar. PKK yandaşlarının gösterilerine hoşgörülü davranıp, muhalif gösterilerde TOMA'lara hücum emri verenlerin Demokrasi Paketi'nden, basınçlı ve boyalı su çıkar. Demokrasiyi sandıktan ibaret görüp, “Sandık Demokrasinin namusudur” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, Rabia işareti çıkar. “Twitter başa bela” diyenlerin Demokrasi Paketi'nden, Demokrasi çıkmaz, “Çünkü Demokrasi Paketlenmez…” Unutmadan söyleyeyim, açıklanan paketteki 40 maddenin tamamı, Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında, Türkiye'den yapması istenen reformlar olarak yer almaktadır. İnanmayan 6 Ekim 2012 tarihli rapora baksın. Gürbüz Evren /Siyaset bilimci
  3. Bu da ,,öğleden sonraya kalanlar için olsun Ben kahvenin yanında suyun verilmesinin nedenini şöyle biliyordum. Kahveden önce içilen suyla ağızdakalan tüm tatlar temizlenir ve kahvenin tam manasıyla tadına varılması sağlanır. Ancak Osmanlı da başka bir anlamı da varmış bunun. Tabi ne derece doğru olduğunu açıkçası bilmiyorum ama buraya eklemek istedim. Osmanlı zamanında eve Misafir geldiğinde kahveyle birlikte su getirilirmiş. Misafir toksa kahveyi alırmış, Açsa suyu. Tabii o zaman hemen sofra kurulurmuş. Böylece çok ince bir nezaketle anlaşılırmış.
  4. Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim Şarkı nazım türünü ilk kullanan: Nedim 15. yy’da divan şairi Necati’nin başlattığı bir akımdır. Mahalli konular, günlük yaşayış şiire girmiştir. Halk zevkine yaklaşılmıştır. Soyuttan çok somut güzeller ve güzellikler işlenmiştir. Günlük konuşma dili, deyim ve atasözleri şiirde kullanıl­mıştır. Bu akım 18. yüzyıl şairi Nedim’le doruk noktasına ulaş­mıştır. Nedim, halk şiirindeki türküye yakın olan “şarkı” türüne en çok örnek veren şair olarak bu akımın en önemli tem­silcisi olmuştur. Nedim şiirlerinde İstanbul’un somut güzelliklerini, eğlence ve gezinti yerlerini divan şiirine sokmuş; Baki gibi İstanbul Türkçesini şiir dili olarak kullanmıştır. Mahallileşme akımının en önemli temsilcileri Necati, Baki, Nedim, Şeyhülislam Yahya ve Enderunlu Vasıftır. İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi : Kamusul Alam İlk Türkçe sözlük : Şemsettin Sami / Kamus-ı Türki ilk Türkçe ansiklopedi olan Kamus-ül Alam'ın (1889-1898) ve modern anlamdaki ilk geniş kapsamlı Türkçe sözlük olan Kamus-ı Türkî'nin (1901) yazarıdır. Ayrıca Kamus-ı Fransevî adlı Fransızca ve Kamus-ı Arabî adlı Arapça sözlükleri kaleme almıştır. İlk sözlüğümüz : Kaşgarlı Mahmut / Divan-ı Lügat-it Türk 11. yüzyılda yazılmıştır. Türkçenin ilk sözlüğü, antolojisi, ansiklopedisi ve dil bilgisi kitabıdır. Araplara Türkçe öğretmek, Türkçenin yaygınlığını göstermek için yazılmıştır. Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır. Yazarı, birçok Türk boyunu gezerek derlemeler yapmıştır. Sözcükleri güzel örnekleyen atasözleri ve şiirler kullanmıştır. (Bu özelliği, onun, kendinden sonraki Türk yazını için çok önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır.) Divanu lügati't-Türk 7500'den daha fazla Türkçe sözcük içerir. Dönemin özelliklerini yansıtan kelimeleri barındırır. Karahanlı Türkçesi ile yazılmıştır. Divanu lügati't-Türk te yeralan bir harita. İlk özdeyiş örneklerini veren : Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık Lehçet-ül Hakayık kitabı 1844-1899 ıylları arasında yaşamış Tanzimat dönemi Türk edebiyatının,saklı kalmış önemli şahsiyetlerinden biri olan Ali Bey'e aittir.Bu eserden birkaç güzel ince söz.... Af:Güzel intikam Aferin:Ucuz ihsan(iyilik) Alim:Birşey bilmediğini bilen Barbar:Barutu icad edemeyenler Batıl inanç:Zihin kanseri Cesaret:Korktuğunu belli etmemek Cüce:Bazı büyük adamların yakından görünüşü Diken:Gül bekçisi Dost:Bize yardıma hazır zannetiğimiz kişi Falcı:İstediğimizi söyleyen Haydut:Dağ bankeri İhtiyarlık:Delilik ettirmeyi arzu ettiren yaş İnsan ömrü: Dönüş bileti satılmayan yolculuk İnşallah:Nezaketle verilen red cevabı Kefen:Moda dergilerine müracaat edilmeden dikilen elbise Kibir:Ahmakların vekarı Kitap: Fikirler,düşünceler kutusu Kurşun: Muharebe şekerlemesi Lisan: Çok uzağı vuran silah Maharet: Çamur içinde para toplayıp ellerini kirletmemek Mahkeme: Adalet pişirilen yer Mecnun: Bizim gibi düşünmeyen Saadet: Başkalarının bahtiyar olmasına çalışma Saçma: Daima karşımızdakinin fikri Sancak:Vatana giydirilen en güzel kaftan Sır:Buharlaşan hakikat Şair:Söz kantarcısı Şiir:Darası alınmış söz Timsah:Tohuma kaçmış kertenkele Top:Medeniyetin son sözü Vakit:Adamına göre en ucuz veya en pahalı meta Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin : Orhun Abideleri (Göktürk Kitabeleri) İlk alfabemiz : Göktürk Alfabesi Orhun Yazıtları, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları, Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarını Yolluğ Tigin yazmıştır. Yolluğ Tigin aynı zamanda Bilge Kağan'ın yeğenidir. Yazıtlarda bu abidelerin sonsuzluğa kadar kalması temennisi ile "Bengü Taşlar" denmiştir. Yazıtlar, 1889 yılında Moğolistan’da Orhun Vadisi'nde bulunmuşlardır. Bu yazıtlar II. Göktürk Kağanlığı'na aittir. Yazılış tarihleri MS. 8. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Yazıtlardan Kül Tigin Yazıtı 732 yılında, Bilge Kağan Yazıtı 735 yılında yazılmışlardır. 1893 yılında Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen tarafından, Rus Türkolog Vasili Radlof’un da yardımıyla çözülmüş ve aynı yılın 15 Aralık günü Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi'nde bilim dünyasına açıklanmıştır.
  5. İlk makale : Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi " Mademki sosyal bir şekilde yaşayan halk, bu kadar kanundan sorumludur, elbette ki sözle ve yazı ile kendi vatanının yararına olan düşüncelerini söylemesi onun en doğal haklarından kabul edilir. Eğer şu iddiaya bir dayanak aranılacak olsa, eğitimle zihni açılmış olan, medenîleşmiş milletlerin yalnızca politika gazetelerini göstermek yeterlidir. Bu konu Osmanlı Devleti tarafından yeni de olsa kabul edilmiştir ki Büyük Meclis, Tanzimat’ın oluşumu sırasında kanunlara ve düzene bağlı yazılar yazılması için herkese resmî bir izin vermişti. Hatta yüce hükümetimizin izniyle, Osmanlı toprakları içindeki Müslüman olmayanların kendi dilleri ile şu anda çıkardıkları yazılar bile, belki onların hukuklarına göre çok serbesttir; fakat asıl Osmanlı gazeteleri meselesine gelince, resmî olmayan bazı yazılı kâğıtların devamlı çıkması üzerine, çıkarılmasına, her nasılsa şimdiye kadar hâkim milletten hiçbir kimse bu konuda uyarıda bulunmamıştır. Hele şükürler olsun, yüce adaletin koruması, kaybedilene karşılık kazanmayı kolaylıkla sağladı. Şöyle ki: Bu yolda Türkçe bir gazete hakkında yazılan bir dilekçe hakkında geçenlerde sunulan resmî yazının açıklanması, resmî olarak Eğitim Bakanlığından verilen kararname üzerine kabine toplantısında itibar sahibi kimseler tarafından bile nitelikli bir şekilde bu konuyu savunmuşlar ve bu bakımdan konu yüksek müsaadeleriyle hükümdara yakışır şekilde sunulmuştur. Ve bundan başka her çıkarılışında, bir bölümü uygun olmadığı hâlde, padişaha takdim edilmesi konusunda yüce iradelerini de kullanarak ayarlama getirmişlerdir. Bu sebeple eski ve yeni ve yeniyi eskisine üstün tutarak, ortaya çıkan bütün teşviklere teşekkür etmekte, hâlimizden açıkça anlaşılan acizliğimizi bütün herkese duyururuz. Şimdi, işte bu gazeteyi içeriden ve dışarıdan seçilmiş bazı haber ve eğitim çeşitleri ile diğer yararlı maddelere dair konuları açıklama ve yayınlama aracı olacağından dolayı, Tercüman-ı Ahval adı ile adlandırmak uygun görüldü. Açıklamaya gerek olmamasından dolayı, söz söylemeye, çözüm beklemeye has bir Allah vergisi olan bu örnek, en güzel insan aklının icadı olan kâtiplik ile kalemle, sözle açıklamak bilgisinden oluşmaktadır; bu gerçekler yapılmış, giderek bütün halkın kolaylıkla anlayabileceği derecede, işte bu gazeteyi kaleme almak gerekli olduğundan dolayı makamım açısından şimdiden duyurulur. Değil mi Tanrı’nın lütfu akıl ve kalb ve lisan Bu lütfu etmelidir fikr ve zikr insan. İbrahim Şinâsi (Tercüman-ı Ahval, nr. 9, Teşrin- i evvel 1277, 22 Ekim 1860) " İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk : Fecr-i Ati (Servet-i Fünün) Fecr-i Ati bir edebi topluluktur. Fecr-i Ati'nin Edebiyat-ı Cedide’ye tepki olarak doğan bir akım olduğu savunulmuştur. Fecr-i Ati batıdaki benzerlerinde olduğu gibi belli ilkeler çevresinde birleşen bir yazın topluluğu biçiminde ortaya çıkmıştır. 1908 özgürlük bildirisiyle Servet-i Fünun dergisinin çevresinde toplanan gençlerin açtığı bu çığır; en fazla "Fransız sembolizmi" üzerinde çalışarak Ahmet Haşim gibi büyük bir şairin doğmasına olanak hazırlar. Fecr-i Ati topluluğu, 20 Mart 1909'da İstanbul'da "Hilâl" gazetesinin yayımlandığı basımevinde ilk toplantısını yapar, 24 Şubat 1910'da Servet-i Fünun dergisinin 977 sayılı nüshasında , kuruluş nedenlerini kamuoyuna açıklar. "Sinâ-yı Emel" olarak ileri sürülen isim Faik Ali'nin isteği üzerine "Fecr-i Ati" olarak kesinleşir. Edebiyatımızın tanıdığı ilk beyannameyi yayınlayanlar, işte bu Fecr-i Ati'cilerdir. Onlara göre; edebiyat, çok ciddi bir uğraştır. « Encümen, edebiyatı çok ciddiye almakta, onu hoş vakit geçirmek için bir araç olarak kabul etmemektedir. Bu inanışın edebiyatımızdaki ilk temsilcileri ise, Servet-i Fünûnculardır. Gerçekten, edebiyatın ciddi bir çaba olduğu hususunda, Türk kamuoyuna ilk öncülüğü yapanlar onlardır. Bu ciddî çalışmalarına onların 1908'den sonra yeniden başlamaları beklendiği halde, ne yazık ki, ortada görünmemişlerdir. O halde, yaptıkları hizmet daima beğenilmekle beraber, artık onlara "geçmiş" gözüyle bakmak yerinde olacaktır. Şimdilik, Avrupa edebiyatındaki benzeri toplulukların küçük bir örneği olan Fecr-i Âti ise, Türk edebiyatının geleceğini temsil etmektedir. Dilin, edebiyatın, edebî ve sosyal bilimlerin ilerlemesine dikkat etmek; genç yetenekleri bir araya toplamak, ancak fikir tartışmalarıyla kamuoyunu aydınlatmak, Batı'nın önemli edebiyat ve fikir eserlerini çevirmek, edebiyat ve fikir konuları üzerinde konferanslar düzenlemek, Batı'daki benzeri kuruluşlarla sürekli bir temas kurmak onun gayeleri arasındadır. » (Servet-i Fünun, C:38, No:977, 11 Şubat 1325) İlk seyahatname : Seydi Ali Reis / Miratül Memalik Mir'atü'l-Memalik, Kaptan-ı derya Seydi Ali Reis'in Çağatayca mensur ve manzum şekilde yazdığı eseridir. İlk seyahatname olma niteliği taşıyan Mir’atü'l-Memalik, 1554 civarında yazmıştır. Jean-Louis Bacque Grammond Mir’atü'l-Memalik’in Fransızca çevirisini yayınlamış ve çok beğendiğini söylemiştir. “Özbek dili ve edebiyatı” konulu bir radyo programına katılan Grammond’a Mir’atü'l-Memalik’i ve yazarı Seydi Ali Reis sorulduğunda. “Kitabı çok beğendiğini, Fransızca çevirisini yaptığını ve Seydi Ali Reis rastladığı padişaha göre Çağatayca*, Farsça** veya başka dillerde şiirler yazıyordu. Bu kitabın konularına paralel bir kitaptan bahsedebiliriz, bu da Grek edebiyatından Anabasis***.” demiştir. 16. yüzyılın denizcilerinden Seydi Ali Reis’in yazdığı Atlas’ı (Muhit) pek değerlidir. Piri Reis’ten sonra Süveyş Kaptanı olan Galatalı Seydi Ali Reis (öl.970/1562) Umman ve Hint denizlerindeki seferleri sonucunda baş tarafı kozmografya (Astronomi) ve bunun temellerinden, diğer kısımları da Kızıldeniz, Aden ve Basra Körfezleri ile Umman denizinin durumlarından bahseden bir eser (Mir’at-ül Memalik) yazmıştır. Bu eser Joseph von Hammer-Purgstall tarafından Almancaya çevrilmiştir. İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi 1866 yılında İstanbul'da doğdu. İki yıl Hukuk Mektebinde okudu. Hariciye Nezaretinde çalıştı. Bu sırada Mizan gazetesine yazdığı yazılar yüzünden beş ay tutuklu kaldı. Sonra Konya'ya sürüldü. Sürgün yeri Batı Trablus olarak değiştirildi. Oraya giderken İskenderiye'ye kaçtı. Saraya başvurup affedilmesini sağladı ve İzmir'e gelmesine izin verildi. Vilâyet tercümanlığı yaparken bu defa Bitlis'e sürgüne gönderildi. Çerkes Ali Paşa'nın aracılığı ile yine İzmir'e döndüyse de, sürülme korkusuyla Avrupa'ya kaçtı (1900). Fransa, Tunus ve İngiltere'de yaşadı. İngiltere'nin Folcestone şehrinde öldü. Abdülhalim Memduh, zeki ve taşkın yaratılışlı bir şairdi. 4 Temmuz 1905 yılında öldü. Şiirlerini hem aruz, hem de hece ölçüsüyle yazdı. Şiirlerinde alaycı bir edâ hâkimdir. Abdülhak Hâmid'in takipçisi idi. Çağdaşı Muallim Naci'nin fikirlerinin şiddetle karşısında olmuştur. Süleyman Nazif Abdülhalim Memduh için: "Dinini Hamid'e, kinini de Naci'ye vermişti." demiştir. Şiirleri: Tasvir-i Vicdan (1885), Tasvir-i Hissiyat (1886), Burhan (Kanunî'nin vezirlerinden Kara Süleyman Paşa'nın zaferlerini anlatır, manzum, 1886), Reşid Paşa (Biyografi, 1886), Mazlum Türklere Mev'ize (1902), Türk Eş'ar-ı Garamı (Fransa'da Edmond Fazy ile birlikte hazırladığı bu Türk aşk şiirleri antolojisi, Antologie des Poémes Amour Turc adıyla yayınlandı, 1905). Manzum oyunları: Bedriye (Hece vezniyle yazılmış oyun, 1887), Nâlân (Nokta dergisinde yayınlandı, yarım kaldı, S. 1-2, 1886), Abdülhamid ve Genç Türk Bir Harem Ağası (Refik Nevzat'la birlikte yazdı, oyun, 2. bs., 1909). Edebiyat tarihi: Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (Bu adla yazılmış ilk Osmanlı edebiyatı tarihidir, 1897). Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz : Fuat Köprülü Fuad Köprülü 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı. 1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Şiirlerini 1913’e kadar Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. Bu yıllarda “Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan” akımlarına karşıydı. 1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra Milli Edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. 1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine getirildi. Aynı yıl Bilgi dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı çıktı. İlk büyük yapıtı Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar’ı yayımlandı. 1923’te Edebiyat Fakültesi dekanı oldu, Türkiye Tarihi adlı kitabını çıkardı. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başladı, ünü giderek dünyaya yayıldı, birçok uluslar arası kongreye Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. 1931’de Türk Hukuk Tarihi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı; 1932-1934 arasında Divan Edebiyatı Antolojisi’ni çıkardı. 1933’te ordinaryüs profesör oldu, İstanbul Üniversitesi’nde birkaç kez dekanlık yaptı. 1934’te siyasete atılarak Kars milletvekili oldu. 1936-1941 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’yle Siyasal Bilgiler Okulu’nda ders verdi. 1935’te, Paris’te Türk Tetkikleri Merkezi’nde verdiği konferansların toplamı olan Les Origines de L’Empire Otoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı. Heidelberg, Atina ve Sorbonne üniversitelerince onursal doktorluk sanı verilen, bilim kuruluşlarınca onur üyeliğine seçilen Köprülü 1941’den sonra İslam Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. Sahnelenen ilk tiyatro : Namık Kemal / Vatan yahut Silistre Vatan yahut Silistre, Türk edebiyatı'nın batılı anlamda yazılıp oynanan ilk tiyatro yapıtıdır. Namık Kemal tarafından yazılmıştır; yazarın ilk tiyatro piyesidir. Eserin gerçek adı Vatan'dır. Eser yayınlandıktan sonra uygulanan yasaklar ve sansür nedeniyle Silistre adı ile oynanmış ve yayınlanmıştır. Daha sonra da Vatan yahut Silistre adı ile yaygınlaşmış ve bu isimle kabul görmüştür. Namık Kemal'in Gelibolu’da otuz üç yaşında iken kaleme almaya başlayıp İstanbul’da tamamladığı Vatan yahut Silistre, sağlığında sahnelenişini gördüğü tek oyundur. İlk temsili 1 Nisan 1873 tarihinde Gedikpaşa Tiyatrosu'nda Güllü Agop kumpanyası tarafından yapıldı. Eserin sahnelenmesinden sonra izleyicilerin heyecana gelerek başlattıkları gösteri ve olaylar; yazarın tutuklanarak Magusa'ya sürülmesine sebep oldu. Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekillerinden farklı ilk örnekleri veren: T.Fikret Tevfik Fikret manzum öykü biçiminde kaleme aldığı eserlerinde aruz ölçüsünü başarıyla kullanıp konuşma diline yaklaştırdı. Türk edebiyatındaki ilk çocuk şiir kitabı Şermin'i yazdı. Ömrünün sonuna kadar öğretmenlik mesleğini sürdüren Tevfik Fikret, Ocak 1909'dan itibaren bir buçuk yıl süreyle Mekteb-i Sultani'nin müdürü olarak görev yaptı ve okulun efsanevi müdürü olarak ünlendi. Tevfik Fikret'in edebi hayatı 1880-1896 ve 1896 sonrası olarak ikiye ayrılır. İlk döneminde parnasizmin etkileriyle yazdığı şiirlerinde Sanat için sanat anlayışını, ikinci döneminde toplum için sanat anlayışını benimsedi; şiirlerinde uygarlık ve özgürlük gibi konuları işledi. Ağırlıklı olarak sone ve terza rima nazım şekillerini kullandı. İlk döneminde kullandığı yabancı sözcük ve kalıplar nedeniyle dili oldukça ağırdır. Çocuk şiirlerinden oluşan Şermin dışında tüm şiirlerini aruz ile yazdı. Nazım şekillerinde ve şiirin yapısında yaptığı değişikliklerle şiir dilini düzyazıya yaklaştırmıştır. Türkçenin ilk dil bilgisi kitabı : Süleyman Paşa / Sarf-ı Türki Süleyman Hüsnü Paşa tarafından Türkçe dil bilgisi olarak yazılmış bir eser olup dokuz bölümden oluşmaktadır. Eserin ilk bölümüne kadar olan baş tarafında İlm-i Sarf'ın anlamı verilmiş ve Türkçedeki harfler ve bu harflerin yazılış şekilleri verilip ünlüler tanıtılmıştır. İsim, Sıfat, Zamir, İsm-i İşâret, Mübhemât, Mastar, Fiil, Fer'-i Fi'l ve Edevât bölümlerinden oluşan eserin Zamir kısmında açıklamalar tablolarda gösterilmiştir. Fiil bölümünde fiil zamanları hikâye ve rivayet şekilleri ile birlikte ayrı ayrı verilmiştir. Edevât bölümünde ise, 51 edat üzerinde durulmuştur. Hatime kısmında cümle hakkında kısaca bilgi verilip örnekler sıralanmıştır. İlk natüralist eserimizin yazarı : Nabizade Nazım / Zehra Zehra, Nabizade Nazım’in yazdığı ve ilk defa 1894’de Servet-i Fünun’da tefrika olarak yayımlanmış romandır. Türk edebiyatının ilk psikolojik roman denemesi kabul edilir. Eser, yazarın ölümünün ardından 1894 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edildikten sonra 1896’da Arap harfleriyle, daha sonra Latin harfleriyle kitap olarak basılmıştır. Tanzimat sonrası dönemde İstanbul’da geçen bir aile faciasının anlatıldığı romanda kıskançlık konusu natüralist bir anlayışla ele alınır
  6. İlk şiir antolojisi : Ziya Paşa /Harabat Harâbat, Ziya Paşa'nın 1875'te yayınlanan,içerisinde Türk, Arap, İran ve Çağatay sahasında yazılmış şiirlerden seçmeler bulunan 3 ciltlik divan edebiyatı antolojisidir. Eserin en önemli yanı manzum bir edebiyat tarihi olarak nitelendirilebilecek olan önsözüdür. 9 bölümden oluşan önsözde Ziya Paşa dil, edebiyat ve şair hakkındaki görüşlerini anlatır. Önceki yıllarda çıkardığı Hürriyet gazetesinde yayınlanan Şiir ve İnşa makalesinde edebiyatın Arapça ve Farsça boyunduruğunda anlaşılamaz hale geldiğini söylemesi ve yeni edebiyatı savunmasına karşın Harabat önsözünde Osmanlıca'nın Arapça ve Farsça ile zenginleştiğini savunur, divan edebiyatını över. Bu karşıtlık dönem aydınlarında bulunan doğu-batı ikiliğini yansıtması açısından önemlidir. Divan edebiyatını bu antolojini ön sözünde övmüştür. Bu övgü Namık Kemal ile aralarında bir bozulmaya sebebiyet vermiştir ve buna karşı Namık Kemal de Tahrib-i Harabat adında bir eser yazmıştır.Harabat edebiyatımızdaki ilk antoloji olma özelliği taşımaktadır. İlk atasözleri kitabı : Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye Durub-i Emsal-i Osmaniye, Şinasi tarafından 1863 yılında yazılmış olan, ilk atasözleri kitabı niteliği taşıyan eserdir. Eserde 1500 kadar Osmanlı atasözü ve deyimi derlenmiştir. Eserin 2. baskısında (1870), bu sayı 2500'e ulaşır. 1885'te ise Ebüzziya Tevfik kendi topladıklarını da ayrıca belirterek bu atasözleri ve deyimlerin sayısını 4000'e kadar çıkarır. İlk mizah dergisi : Diyojen /Teodor Kasap Diyojen, İstanbul'da Teodor Kasap tarafından 1870 yılında haftada üç gün olarak yayınlanmaya başlayan dergi ilk Türk mizah dergisidir. Türkçe yayımından önce bir süre Fransızca, Rumca çıkan dergi Ermenice olarak da yayınlanmıştır. Türkiye'de modern mizahın ilk örneklerinin yayınlandığı dergi, Ali Bey, Ebüzziya Tevfik ve Namık Kemal'in imzasız yazılarına yer verdi. Yayın yaşamını 1873 yılına kadar sürdürmüş olan dergi 183 sayı çıkmıştır ve üç kez geçici olarak kapatılmıştır. Ancak son sayısı olan 183. sayısında siyasal içerikli mizah yazıları nedeniyle 9 Ocak 1873 tarihinde yönetimce yayımına son verilmiştir. İlk hikaye kitabı : A.Mithat Efendi / Letaif-i Rivayet Letaif-i Rivayat, Ahmet Mithat Efendi’nin 1870-1894 yılları arasında neşrettiği yirmi beş kitapta­ki otuz hikâye ve romandan meydana gelen külliyatın ortak adıdır. Yazarın Letaif-i Rivayat’ın dördüncü cüzü­nün başında yer alan “Kariîn-i Kirama Suret-i Mahsusada Teşekkür” başlıklı yazıda belirttiğine göre, bu seri as­lında üç kitaptan meydana gelecek şekilde düşünülmüş; fakat bu üç kitapta yer alan hikâyelerin ilgi görmesi üze­rine yazar başka adlarla ve müstakil olarak neşredeceği eserlerini de Letaif-i Rivayat üst başlığı altında yayımlamıştır. Dolayısıyla Letaif-i Ri­vayat ortak adı, bu eserlerin ortak bir tema veya düşünce etrafında kaleme alınmış olduğu anlamına gelmemekte­dir. Aynı yazıda yer alan, “Asıl maksat asar-ı naçizanemi meydan-ı intişara koymak olduğuna göre nam ve un­vanın hiçbir ehemmiyeti olmaması...” şeklindeki ifade de yazarın böyle bir amacının bulunmadığını göstermek­tedir. Bunları, Ahmet Mithat Efendi’nin yine aynı yıllarda müstakil olarak yayımladığı romanlardan farklı kılan, belki hacim itibariyle daha kısa eser­ler oluşlarıdır. İçlerinde hacmi, kurgusu ve zengin kişi kadrosu veya kişilerin geniş bir çerçevede ve­rilişiyle roman olarak değerlendirilebilecek eserler de bulunmakla birlikte, bunların çoğunu “büyük hikâye” kategorisine koyabiliriz. Bu hikâyelerin çoğu, konusunu bizim ha­yatımızdan almakla birlikte içlerinde konusu Fransa’da geçen ve dolayısıyla kişi kadrosu yabancılardan olu­şanlar da bulunmaktadır. Külliyatın yedinci kitabı ise bir tiyatro eseridir. İlk fıkra yazarı : Ahmet Rasim Kendine özgü bir üslupla kaleme aldığı eserleri geniş bir okur kitlesi tarafından okunan, mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerine tanıklık etmiş bir yazardır. 50 yılı bulan yazı hayatında farklı edebi türlerde ve çok sayıda eser verdi. Dönemin İstanbul hayatının ayrıntıları üzerinde durduğu fıkralarıyla tanındı.3.ve 4. Dönem TBMM’de İstanbul milletvekili olarak yer aldı. Tanınmış bestekar Osman Nihat Akın’ın dedesidir. İlk Türkçe yazılan ilk kitap : Yusuf Has Hacip / Kutadgu Bilig İlk siyasetname : Yusuf Has Hacip/ Kutadgu Bilig Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : Y. H. Hacip / Kutadgu Bilig İlk didaktik şiir örneğimiz Kutadgu Bilig Aruzla yazılan ilk eserimiz : Kutadgu Bilig 11. yüzyılda yazılmıştır. Yusuf Has Hacib yazmıştır. Mesnevi tarzında yazılmıştır. Siyasetname türünün ilk eseridir. Eserde kullanılan bazı sözcükler günümüzde de kullanılıyor. Türk dilinin Hakaniye (Çağatay) lehçesi ile yazılmıştır. Nazım birimi beyittir. (Redif ve kafiye kullanılmıştır.) İslamiyet'in Türklerce kabulünden sonraki ilk yazılı eserdir. Allegorik ve didaktiktir. Bazı bölümlerinde ansiklopedik bilgiler içerir. 'Kutlu Olma Bilgisi' veya 'Mutluluk Veren Bilgi' olarak Türkiye Türkçesine aktarılabilir. 18 ayda tamamlanmıştır. Eser, 6645 beyit, 85 bâbdan oluşmaktadır. 4 soyut kavram üzerine kurulmuştur. Bunlar; Kün Togdı (hükümdar, kanun, adalet); Ay Toldı (mutluluk, saadet); Odgurmış (akıbet, hayatın sonu); Ögdülmiş (Akıl, zeka) Nasıl mutlu olabileceğimizi,hayata nasıl tutunabileceğimizi yazmıştır. İlk mensur şiir örneklerini veren : Halit Ziya Uşaklıgil Mensur şiir, şiirin cümle yapısı ve ahengini koruyan ancak ölçü ve kafiyeye bağlanamayan; şairane bir konuyu, his, hayal ve düşünceyi kısa şekilde ve yoğun bir üslupla anlatan düzyazı türüdür. Mensur şiirde olay örgüsü de vardır. Bu özelliğiyle, öykü ile şiir arasında bir tür sayılır. Mensur şiir, divan edebiyatındaki secili nesirle benzerlikler içerir. Mensur şiir, 19. yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatında bu türün Batılı anlamdaki ilk örnekleri Servet-i Fünun Dönemi’nde Halit Ziya Uşaklıgil tarafından verilmiştir. Onun, mensur şiir türündeki “Mensur Şiirler” ve “Mezardan Sesler” adlı eserleri bu türü, edebiyatımıza tanıtmış ve benimsetmiştir. Bu türde Mehmet Rauf ise “Siyah İnciler’ adlı eseri yazmıştır. Mensur şiir ile şiir karşılaştırması: Mensur şiir, şiirin ahengini korur. Şairane bir söyleyişe sahiptir. Kısa, yoğun ve süslü bir üslubu vardır. Şiirle aynı temaları işleyebilir. Dil ve anlatım bakımından şiire benzer. Mensur şiirde söz sanatlarından yararlanılabilir. Ancak ölçü ve kafiye yoktur. Seci bulunabilir. Şiire ait dize, beyit, bent gibi birimler ve kafiye örgüsü bulunmaz. Düzyazı şeklinde yazılır. Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan : Mehmet Emin Yurdakul Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: M.Emin Yurdakul Şiir yazmaya Servet-i Fünun Dergisi’nde başlayan Yurdakul bütün şiirlerinde sade bir dil ve hece ölçüsü kullandı; konularını toplum dertlerinden, sosyal-epik hayat sahnelerinden aldı; uyarıcı-öğretici şiirler yazdı. "Türk Şairi", "Milli Şair" diye anılır. 14 Ocak 1944 tarihinde İstanbul’da öldü. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.
  7. İlk bibliyografya:Katip Çelebi / Keşfü’z Zünun Çok yönlü kişiliğiyle XVII. yüzyıl Osmanlı bilim ve düşünce hayatında önemli bir yer edinen Kâtib Çelebi'nin Arapça yazdığı eser kapsamlı bir bibliyografya ve ilimler ansiklopedisi mahiyetindedir. Alfabetik sıraya göre düzenlenmiş olan eserin ilk adı Kitâbü İcmâli'l-fuşûl ve'l-ebvâb iî tertibi1-Sıîûm ve esmâ'i'l-kitâb'dır. Mü­ellif yaptığı ilâve ve düzeltmelerden son­ra bu ismi Keşfü'z-zunûn can esâmi 7-kütüb ve'1-fünûn olarak değiştirmiştir. Kitapta yer alan bilgiler geniş ölçüde Arapça literatürle ilgili olmakla birlikte aralarında Farsça ve Türkçe çalışmalar hakkında olanlar da vardır. Keşfü'z-zu­nûn'un telifi yirmi yılda gerçekleşmiş, Kâtib Çelebi bu zaman zarfında eserini, Halep sahaflarında başladığı (1043/1633) araştırma ve incelemelerini çeşitli şehir­lerin sahaf ve kütüphanelerinde sürdü­rerek tamamlamıştır. Keşfü'z-zunûn, adından da anlaşıldığı gibi kitapların (küt üb ) yanında ilmî disip­linleri de (fünûn) ele almış, yani ilimlerin sayımı ve taksimini de konu edinmiştir. Eserin, Kâtib Çelebi'nin ilim anlayışını yansıtması bakımından önem taşıyan beş bölümlü mukaddimesinde bilginin tanı­mı, ilimlerin İslâm dünyasında ortaya çı­kışı ve gelişmesi, alanlarıyla sınırları ve medeniyetle olan ilişkileri, kitap telif bi­çimleri ve şerh geleneğinin çeşitli tarzları gibi konular işlenmiştir. Kitabın yazımın­da tekrarlardan olabildiğince uzak durul­muş, ismi bilinen bir eserin yeri geldikçe müellifi, biliniyorsa telif tarihi, gerekti­ğinde bab ve fasılları, varsa üzerine yazı­lan şerh ve haşiyeler geçtikleri yerde ve­rilmiş yahut geçecekleri yere işaret edil­miştir. Türkçe ve Farsça eserler özellikle belirtilmiş, bizzat görülen kitapların baş­langıç cümleleri aktarılarak benzer isim­ler taşıyan çalışmaların birbirine karıştı­rılmasının önüne geçilmiştir. İlk hatıra kitabı : Babürşah /Babürname Babürnâme, Babür İmparatorluğu'nun kurucu Babür tarafından kaleme alınan hatıratı. Eser aynı zamanda anı türünün de özelliklerini taşımaktadır. Pek çok dilde defalarca basılmıştır. Babürnamede anlatılan bazı olayların resimleri: *İlk hamse yazarı : Ali Şir Nevai Hamse, Bir şâirin beş mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır. Hamse yazarı şâirler hamse şâiri ya da hamsenüvis diye bilinir. Türk edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başlamıştır. İlk hamseyi Çağatay şâiri Ali Şir Nevai yazmıştır. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şâir de Nizami Gencevi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda gerçekleşti. Nergisi, hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi çevrelerde büyük saygı görürdü. *İlk tezkire : Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais Tezkire, kelime anlamıyla "zikredilen, zikri geçen" anlamına gelen tezkire, kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle subjektif veya objektif ele alan eserlerdir.Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıkmıştır.Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldığı tezkireler de vardır. Tezkireler bugünkü edebiyat tarihlerinin ve şiir antolojilerin yerini tutmaktadır. Türk Edebiyatı'nda tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevaî'nin Mecâlisü'n-Nefâyis adlı eserine dayanır. Türk Edebiyatının ilk tezkiresi budur. Türk Edebiyatı'nda sırasıyla 16. yüzyılda Sehi Bey, Latifî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Ahdî ve Beyanî; 17. yüzyılda Sâdıkî, Riyâzî, Fâizî, Rızâ, Yümnî, Asım ve Güftî; 18. yüzyılda Mûcib, Safâyî, Sâlim, Beliğ, Safvet, Râmiz; 19. yüzyılda da Fatin gibi belli başlı tezkire yazarları mevcuttur. Bunların dışında da yazılmış çok sayıda tezkire mevcuttur.
  8. İlk tarihi roman : Namık Kemal / Cezmi , A. Mithat / Yeniçeri Cezmi, Tanzimat Edebiyatı yazarlarından Namık Kemal tarafından yazılan roman. İlk basımı 1880'de yapılan roman, Türk Edebiyatı'nın ilk tarihi romanı olma özelliği taşır. Kitapta II. Selim döneminde İranlılarla yapılan savaşta yer alan vatansever asker Cezmi'nin başından geçenler anlatılmaktadır. Yeniçeriler, Ahmet Mithat'in Letâif-i Rivâyât adlı hikâye dizisine ait, trajik ve tarihî bir kısa romandır. Yazar hikâyenin bir bölümünü yeniçerilik müessesesini anlatmaya ayırır, böylece dönemin iç dinamikleri hakkında da okuru bilgilendirmiş olur. Nitekim hikâyede yeniçerilik müessesesi çürümeye yüz tutmuş bir kurum, yeniçeriler ise serkeş, başına buyruk insanlar olarak tasvir edilir. Eserde, Çorbacı Osman ile yine bir yeniçeri kızı olan Ayşe'nin dillere destan aşkla, evlilikleri ve tüm bunları takip eden bir trajedinin öyküsü anlatılır *İlk özel gazete : Şinasi ile Agah Efendi/ Tercüman-ı Ahval Tercüman-ı Ahvâl, İstanbul'da 1860-1866 arasında yayımlanan ilk özel gazetedir. 22 Ekim 1860'ta Agah Efendi ve Şinasi tarafından çıkarıldı. Önceleri pazar günleri çıkan gazete 22 Nisan 1861'deki 25. sayısıyla birlikte haftada üç gün yayımlanmaya başladı. Gazete, zamanla Ceride-i Havadis gazetesiyle rekabet edebilmek için yayınını beş güne çıkardı. Bahçekapı'da bir matbaada basılan gazete, matbaanın altındaki bir tütüncü dükkânından satılıyordu. Ahmed Vefik Paşa, Ziya Paşa ve Refik Bey'in sık sık bu gazetede yazıları yer aldı. Bu yazılarda Osmanlı toplumunun geri kalma nedenleri ve ülkede olup bitenler tartışılıyordu.Ancak 24. sayısından sonra Şinasi ayrılmıştır. Ayrıca edebi eserlerin de yayımlandığı gazetede, batılı anlamda ilk Türkçe oyun olan Şinasi'nin Şair Evlenmesi de (1860) dizi olarak yayınlamıştı. Gazete, Ziya Paşa'nın kaleme aldığı sanılan ve eğitim sistemine sert eleştirilerde bulunan bir yazı yüzünden Mayıs 1861'de iki hafta süreyle kapatıldı. Bu olay Türk basınında yayın durdurmanın ilk örneği oldu. 792 sayı yayımlanan Tercüman-ı Ahval'in 11 Mart 1866'da yayınına son verildi. *İlk pastoral şiir : A.Hamit Tarhan /Sahra Hâmit’in yeni şiirlerini topladığı bu dergi, ilkin 1879 yılı başlarında yayımlanmıştır. Yazar 1875 yılı yaz aylarında Sahra2daki manzumelerden birini yazmaya başlamıştır. 60 sayfalık kitapta 10 manzume bulunur. Hepsi 870 mısra tutar. Hâmit bu kitabında Sahra’da yaşayanları ele alıp hayatlarını över. Onlara ömürlerini boş geçirenler diye hitap eder. Eserdeki bir başka şiirde ise şehirde yaşayanları ve hayatlarını ele alır. Bu şiirde şair daha rahat ve serbesttir. Anlattığı belde Paris’e benzer. Şiirde geçen fransızca kelimeler ise buna ispattır. Bu iki şiirden sonrakiler, Mu’tekif, Mütehassir, Feragatkar, Mütesadif, Nevmit, Mazi, Da’vet, ve ülfet adlarını taşır. Bu şiirlerin tümü de farklı şekillerde yazılmıştır. Birlik içinde bulunmazlar. Birbirleriyle alakaları yoktur. Recaizade Mahmud Ekrem, eseri oldukça beğenmiştir. Son derece başarılı bir tabiat şiiri olarak görür. Bir zamanlar karargâhım idi Bedeviler gibi beyâbanlar; Buna mucib de iştibâhım idi; Nasıl imrar-ı vakt eder anlar. Belde halkında görmedin hayfa Gördüğün ünsü ehl-i vahşette! Bedevîler sukûn u rahatte; Sürdüğü daima ganemle sefâ. Beledî muttasıl esir-i cefâ; İntiâş aleminde zulmetde! Biri endişeden aman bulmaz; Biri endişeye zaman bulmaz. gibi 12 mısralık kıtaları Namık Kemal tarafından takdir edilmiş,Kemal VAVEYLA isimli meşhur vatan şiirini Sahra’nın bu kıtalarına benzeterek ve mısralarını bazı farklarla onun gibi kafiyelendirerek 11 mısralık kıtalar halinde söylemiştir *İlk şiir çevirisini yapan, ilk makaleyi yazan: Şinasî Şinasi, 19. yüzyılda Türk edebiyatını etkileyen ve yönlendiren yazarlar arasında yer alır. Osmanlı toplumunun çağdaş uygarlığı yakalayarak gelişebileceğini, bununsa batı örnek alınarak gerçekleşebileceğini savunan batılılaşma hareketinin öncülerinden biridir. Gazetelerde yazdığı makalelerle, Fransızca'dan yaptığı şiir çevirileriyle, edebi ve toplumsal eleştirileriyle, yazdığı tiyatro yapıtlarıyla ve kullandığı yalın, halkın anlayabileceği arı dille edebiyatta batılılaşmanın ilk adımlarını atmıştır. *Noktalama işaretlerini ilk kez kullanan, ilk Türk gazeteci : Şinasi Batı uygarlığındaki Türk Edebiyatı'nın kurucusudur. Tanzimat Edebiyatı'nı başlatan, Batı Edebiyatı yolunda nazım ve nesir türünde ilk olarak eser veren Şinasi'dir. İlk çeviri şiirleri, ilk noktalama işaretleri, ilk özel Türk gazeteciliği ve ilk yerli tiyatro eseri edebiyatımıza onunla girmiştir. Akılcı ve mantıkçı olup, Türk toplumuna yeni bir görüş kazandırmak gayesindedir. Halkçıdır, halka karşı sorumluluk duygusu ile doludur. Halk, vatan millet gibi sözcükleri bugünkü anlamda ilk olarak kullanan yine Şinasi'dir. Şiiri mecazlardan arıtıp yalın hale koyar,soyut anlatımdan somut anlatıma geçer. Halk dehasına inanır, edebiyatımızda ilk olarak halk kaynaklarından yararlanıp dil, folklor araştırmaları yapar. Mazmunlu deyişler yerine sade bir dil, konuşma diline dayanan bir Türkçe yerleştirmiştir. Sanat için sanat ilkesini bırakır, halk için sanat ilkesine bağlanır. Divan Edebiyatı'ndaki parça güzelliği anlayışına karşı, toplu güzellik anlayışını savunmuştur. *Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan : A.Hamit Tarhan/Eşber Eşber, Abülhak Hamit Tarhan tarafından kaleme alınmış, yazıldığı dönemde oldukça büyük bir ilgi görmüş, manzum trajedi türünde bir eserdir. Abdülhak Hamit Tarhan’ın yazdığı oyunlar içinde en çok dikkat çeken ve beğenilen eser olan Eşber, büyük imparator Büyük İskender’in, Hint Seferi sırasında geçmektedir. 1880’de basılmıştır. Eserin önsözünde piyesin geçmişiyle ilgili bilgileri yazar ağzından bulmak mümkündür. Eserdeki kimi aksaklıklar şunlardır: Aristo ve İskender’in Tanrı hakkındaki düşünceleri, monoteist bir karakter taşımaktadır. Yunan düşüncesinde ve Aristo’da tek Allah, melek ve cennet inanışı yoktur. Yirmi sayfayı aşan karşılıklı konuşma okurları sıkmaktadır.Mısralarda düğüm gereğinden fazladır. Sayfa altı açıklamaları aşırıdır. Bazı noktalarda ne demek istendiği açık cümlelerle verilmemiş, mukayyed kafiye gereksizce kullanılmış, bazı mısralarda tek bir Türkçe kelime bile bulunmamıştır. Eşber manzum bir dramdır, kafiyeleri mesnevi yolundadır. Vezni aruzdur. Eseri bitevilikten kurtarmak için, yer yer manzumeler serpiştirilmiştir. Oyun ikilemler üzerine kurulmuştur. Zira oyunda birçok ikilem görülmektedir. Eşber’in ikilemi, kız kardeşi ve ülkesi arasında, Sumru’nun ikilemi, ağabeyi ve İskender arasında, İskender’in ikilemi, fetih ve aşk arasındadır. Oyun, Aristo’nun İskender’e söylediği “Zafer veya hiç.” sözüyle son bulur. Bu cümle eser için oldukça etkileyici ve derin bir cümledir. Oyun edebi bir eser olarak gayet başarılıdır. Ancak bir tiyarto eseri olarak sahnelenmesi oldukça zordur. Çünkü oyunda dekor kullanımı çok fazla olup, dekorlar Abdülhak Hamit Tarhan’ın hayalgücünün eseri olduğundan uygulanması oldukça zordur. Ancak her ne kadar zor olsa da oyun 2.meşrutiyet sonrasında bazı gruplar tarafından sahnelenmiştir. *Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri : A. Hamit Tarhan / Nesteren Nesreten 1877’de Paris’te yayımlanmıştır. Hâmid onu yazarken Seyyid’i izlemiş, oyunun çok yerini de ondan almıştır. Şairin basılmış bu ilk manzum tiyatrosu, hece vezniyledir. Belli bir hece sayısına göre değildir. Namık Kemal ve Ekrem bu eseri beğenmediklerini Hâmid’e açıklamışlardır. Hâmid oyun sonuna eklediği parçada bir allegorizm ile o günün Türkiyesine dokunur. Dil ve anlatılış eski tarzdadır. Beş perdelik oyunun perdeleri arasına ilave fasıllar konularak eser dokuz perdeye çıkarılmıştır.
  9. İlk realist roman : Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası Araba Sevdası, Recaizade Mahmud Ekrem'in 1898 yılında yayımlanan romanıdır. 1889 yılında yazılan eser, Türk edebiyatında ilk realist roman örneği olarak kabul edilmektedir. Roman, dönemi İstanbul'unda görülen kimi cahilce davranış kalıplarını, eğlence ve zevk yaşamını anlatmaktadır. Osmanlı yenileşme hareketleri çerçevesinde Tanzimat'la birlikte Batı'ya açılan Osmanlı Devleti'nde yaşanan batılılaşma sürecinin yanlış özelliklerinin vurgulandığı yapıtta, Bihruz Bey ve onun romantik aşkı konu edilmiştir. Romanda Bihruz Bey karakterinden hareketle batılılaşmayı anlamayan tip eleştirilir. Bihruz Bey, az buçuk Fransızcasıyla berberler, kunduracılar, terziler ve garsonlarla konuşmayı, araba kullanmayı ve şık giyinip kendine bakmayı marifet bilmekte ve komik durumlara düşmektedir. Roman kahramanı Bihruz Bey, birçok yönden Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey'le Rakım Efendi adlı romanındaki Felatun Bey karakteriyle benzerlikler gösterir *İlk resmi Türkçe gazete : Takvim–i Vakayi Takvim-i Vakayi, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde 1831'de yayımlanmaya başlanan ilk Osmanlı Türk gazetesidir. Haftalık olarak yayımlanan ve Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca baskıları da yayımlanan bir gazeteydi. Resmî ilânlar ve gayrı resmî duyurular dışında, iç ve dış gelişmelere ilişkin haberler de basılmaktaydı. Takvim-i Vakayi resmî bir gazete olması dolayısıyla makaleler esas olarak devletin görüşlerini yansıtıyordu. 1860'tan itibaren sadece resmî duyurular ve kabul edilen yasa metinleri yayınlanır oldu. II. Abdülhamit devrinin büyük bir kısmında Takvim-i Vakayi yayınlanmadı. İlk yayın kesintisi 1878 yılında oldu ve bu ara 1891'e kadar sürdü. 1891'de yeniden çıkmaya başlayan Takvim-i Vakayi'nin basımı 1892'de yeniden durduruldu. 1908 Jön Türkler sonrasında yeniden yayın hayatına girdi. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Takvim-i Vekayi'nin görevini Resmî Gazete devraldı. *İlk yarı resmi gazete : Ceride-i Havadis Ceride-i Havadis, Türk basın tarihinin yarı resmî olan ilk Türkçe gazetesi olarak kabul edilir. William Churchill adında bir İngiliz tarafından 1840 yılında çıkarılmaya başlanmıştır. Devletten teşvik yardımı aldığından ötürü gazete yarı resmî bir kimliğe sahip olmuştur. İlk sayılarında sadece haber içerikli olan gazete yayınlanmaya başladığı günlerde hiç ilgi görmemiş hatta ilk üç sayı bedava dağıtılmıştır. Bu yüzden gazete haftalık olarak çıkarılmaya başlanmış ardından on günde bir çıkarılması kararlaştırılmıştır. 1843 yılında bir süreliğine kapatıldıysa da, daha sonra yayın hayatına tekrar döndü. Gazetenin döneminde çeşitli ilanlara yer vermiş ayrıca ilk ölüm ilanları bu gazetede yer almıştır. Kırım Savaşına, savaş muhabirlerini de göndererek döneminde uluslararası haberciliğe öncü olmuştur. 1864 yılında 1212 sayıyı geride bırakarak kapanmıştır. *İlk edebî roman: Namık Kemal / İntibah İntibah ya da diğer adıyla Sergüzeşt-i Ali Bey, Namık Kemal'in, ilk kez 1876'da yayımlanan bir romanı.İntibah, Türk Edebiyatı tarihinde ilk edebi roman olarak değerlendirilir. Romanda romantizm akımının etkisi görünür. Özellikle romanın başında yer alan uzun Çamlıca tasviri, romantizm etkisinin örneklerindendir. Bununla birlikte, roman boyunca Osmanlı kültürüne de sıkça atıf yapılır, her bölümün başında Divan edebiyatı şairlerinden bir beyitin yer alması bu durumun örneklerindendir. Romanın konusu, Türk halk edebiyatının eski meddah hikâyelerinden "Hançerli Hanım"ın öyküsünden esinlenmiştir.
  10. İlk yerli tiyatro eseri: Şinasi / Şair Evlenmesi /1859 Batı üslubuyla yazılmış olan "Şair Evlenmesi", buna rağmen geleneksel Türk tiyatrosunun izlerini taşımaktadır. Eski ile yeni, doğu ile batı arasında bir köprü olma niteliğine sahiptir. Görücü usulü evliliği, halk diliyle ve yine toplumdan seçilmiş karakterler ile eleştirel boyutta incelemiş olan "Şair Evlenmesi" bu açıdan bakınca batı tiyatrosunu sadece teknik açıdan örnek aldığını göstermektedir...şinasi, bu yeni tekniği Türk tiyatrosuna sokabilmek için, Türk toplumuna ve seyircisine yabancı olmayan bir konuyu alışkın olunan oyun kişileri aracılığıyla ele almıştır. "Şair Evlenmesi", geleneksel türk tiyatrosunun aksine serim-düğüm-çözüm kısımları bulunan bir olay dizisi üzerine kurulmuştur. Bu anlamda "Şair Evlenmesi", Türk toplumuna ait töresel bir olayı batı teknikleriyle birleştirerek bir ilke imza atmıştır. Daha önce de yazılmış olan oyunların varlığından söz edilse de, "Şair Evlenmesi" ilk Türk tiyatro oyunu olarak kabul edilir. Ayrıca noktalama işaretleri ilk defa bu eserde kullanılmış ve tiyatro terimleri hakkında da Türkçe karşılıklar kullanılmıştır İlk yerli roman : Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat Şemsettin Sami tarafından kaleme alınmış, Kasım 1872'den 1873 yazına değin Hadîka gazetesinde tefrika edilmiş, kitap olarak ilk basımı 1875 yılında yapılmıştır. Acıklı bir aşk hikâyesini anlatan bu eser Osmanlıca harflerle basılmış ilk Türkçe roman örneğidir. Kitap, Talat Bey ile Fitnat Hanım'ın aşkını anlatmaktadır. Anlatılan olaylar Tanzimat Dönemi'nde geçmektedir. Yazar aynı zamanda o dönemin kadın-erkek ilişkilerinin ne şekilde olduğunu ikili arasında yaşananlarda ayrıntılı şekilde anlatır. Aynı zamanda bu hikaye o dönemdeki kadının ve erkeğin toplumdaki yerini büyüteç altına almaktadır. Ayrıca hikayemiz, Türk edebiyat tarihinde batılı anlamda yazılmış ilk roman olarak kabul edilmektedir. *Batılı tekniğe uygun ilk roman : Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı Memnu Halid Ziya Uşaklıgil'in realist-naturalist bir romanıdır. İlk olarak 1899-1900 yıllarında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edildikten sonra 1900'de kitap olarak yayımlanmıştır. Halit Ziya Uşaklıgil, diğer romanlarında olduğu gibi Aşk-ı Memnu'da da ağır bir Osmanlıca kullanır. Ağır bir dil ve üslup kullanımı, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki ana edebiyat akımı olan Servet-i Fünûn dönemi Türk edebiyatının genel özelliklerindendir. Halit Ziya Uşaklıgil, bu dönemin diğer yazarları gibi, günlük hayatta kullanılmayan ya da nadiren kullanılan Arapça ve Farsça kelimelere Aşk-ı Memnu'da sıkça yer verir, bu bakımdan romanın kelime haznesini şiirlerin kelime haznesine yaklaştırır. Çok belirgin olmasa da, Fransızca sözdiziminin kimi özellikleri de romanda kullanılmıştır Aşk-ı Memnu, tefrika edildiği dönemde büyük ilgiyle karşılanmıştır. Halit Ziya Uşaklıgil'in en tanınan romanı olmuştur. Roman, yazarın en olgun eseri olarak kabul edilir ve Servet-i Fünûn dönemi Türk edebiyatının şaheserlerinden biri olarak değerlendirilir *İlk çeviri roman : Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859 Tanzimat dönemi ,Batı edebiyatı ile Türk aydınının çe­viriler yoluyla ilk kez yüz yüze geldiği dönemdir. Şinasi, Fransızcadan manzum olarak Türkçeye çevirdiği bazı şiirleri, asıllarıyla birlikte "Tercü-me-i Manzume" adlı eserinde toplamıştır. Yusuf Kamil Paşa, Fenelon'dan "Telemak" adlı romanı çevirmiştir. Böylece edebiyatımıza çeviri yoluyla ilk roman kazandırılmıştır (1859). *İlk köy romanı : Nabizade Nazım / Karabibik Nabizade Nazım'ın 1890’da yayınladığı gerçekçi köy romanıdır. İlk Türkçe köy romanı olarak kabul edildiği için Türk edebiyatının önemli bir yeri vardır. Eser, roman değil, uzun öykü olarak da değerlendirilebilir. Antalya’nın bir köyünde yaşayan Karabibik adlı köylünün yaşam mücadelesini konu edinir. *İlk psikolojik roman: Mehmet Rauf / Eylül Eylül, Mehmet Rauf'un ilk psikolojik roman olarak Türk tarihine geçen romanı. Olaylardan çok kahramanların ruh halinden bahseden kitap, 1900 yılında Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmaya başlamış, 1901 yılında ise kitap halinde basılmıştır.
  11. İrtibat: 506 620 50 31 Yer: Ankara 10 aylık civarı dişi husky. Mama ve çiş eğitimli. Çok korkak ve mutsuz. Ona özel ilgi ve sevgi gerekli bir süre. En azından yeni yuvasına alışana kadar. Sevgi delisi insanlarla arası çok iyi. Çok rahat eğitilebilir. Isırma havlama huyu yok. Tek isteği biraz fazla ilgi ve sevgi. Bu yüzden ailenin içinde yuvalandırılması tercihtir. NOT: Tek yaşayan kişilere ve bahçede beslemek isteyen kişilere ve ANKARA DIŞINA kesinlikle verilmiycektir. Kısırlaştırma ve sahiplendirme sözleşmesi yapılcaktır.15 kg mama karşılığında verilcektir(sokaklarda ki canlarımız için)
  12. İletişim:0 506 305 59 55 Yer:İstanbul 1 hafta evvel bahçede ağlarken bulundu.Arka ayakları üzerinde duramıyor, yiyip içermiyor ve tuvaletini yapamıyordu. Kliniğe alındı omurunda çatlak olduğu tespit edildi.Tedavi oldu ve günden güne sağlığına kavuşuyor.Herhangi bir engeli yok.Tüm aşıları yapıldı, kum terbiyeli,mama yiyor.Yanınızda saatlerce süs gibi sessizce oturur.Evin annesi her an doğum yapabilir ve o telaşede bu yavrucağa gereken bakım ve ilgi verilemeyeceğinden acilen ömürlük yuva aranmaktadır
  13. İletişim:0533 563 48 58 Yer:İstanbul Bu minik üç can bugün barınağa terkedildi.Şuan bir kafeste kalıyorlar ancak barınak şartlarında sağlıklı bir biçimde yaşamaları imkansız.Henüz 1 aylık civarılar , sevilmek ilgi görmek istiyorlar.Onların acilen geçici/kalıcı yuvalara ihtiyaçları var.Onların yuvaları olur musunuz ?
  14. İletişim:0505 744 93 62 Yer:Eskişehir 4 aylık husky melezi bu can bugüne kadar evde bakılmış ancak apartman sakinlerinin şikayeti üzerine çaresizce barınağa gönderilmiştir.Ancak sonrasında barınaktaki içler acısı haline dayanamayıp geri getirmiş ailesi eve.Fakat her an evden gönderilme riski bulunmakta.Sokakları bilmiyor , barınaktada hemen bunalıma girdi.Onun güvenli bir bahçeye bile şuan okadar çok ihtiyacı var ki.
  15. İlk Türk filmi yarışması, Türk Sinema Cemiyeti tarafından düzenlenirken…“Unutulan Sır” ilk ödüllü film olarak tarihe adını gururla yazdırmıştır. Türk sinema tarihinin ilk korku filmi, 1949 yılı yapımı “Çığlık” İlk “Renkli” Türk filmi ise, 1953 yılı yapımı “Halıcı Kız”’dır Uluslararası film festivallerinde ödül alan ilk Türk filmi ise, 1963 yapımı, “Susuz Yaz” isimli filmdir. Yurt dışında adımızı ilk kez duyuran filmin başrollerini Erol Taş ve Hülya Koçyiğit paylaşmıştır. Son olarak: 1914'de başlayan Türk sinema tarihine 6000'den fazla film sığdırıldığı bilinmektedir.
  16. Türk sinema tarihinin sansüre uğrayan ilk filmi ise, Mürebbiye’dir. Sansür nedeni, “Bir Fransız kızının, bu şekilde ahlaksızca gösterilemeyeceği, Anjel’in şahsında Fransızların küçük düşürülmesi” olarak verilecektir. Türk sinema tarihinin ilk komedi filmi ise, 1917 yapımı “Bican Efendi Vekilharç” isimli eserdir. Film çok beğenilince “Bican Efendi Mektep Hocası” ve “Bican Efendinin Rüyası” isimli diğer filmler de eklenince, Türk sinema tarihinin ilk komedi filmi serisi de oluşturulmuştur. “İstanbul Sokaklarında”, adını Türk sinema tarihine ilk sesli film olarak yazdırmış… 1931'de gösterime giren film, aynı zamanda Türk sinema tarihinin ilk ortak yapımı (Türkiye, Mısır ve Yunanistan) unvanını da almıştır
  17. İlk konulu Türk filmi “Leblebici Horhor Ağa” olacakken, başrol oyuncularından birinin ölmesi üzerine çekimler yarıda kalmış. İkinci deneme, 1914 yılında çekimlerine başlanan “Himmet Ağa’nın İzdivacı” ise…1. Dünya savaşı patlak verip, filmin oyuncuları askere alınınca ancak 1918 senesinde gösterime girebilmiştir. Bu iki denemenin şansızlığı, ilk konulu Türk filminin ‘Pençe ve Casus’ olmasını sağlamıştır. İlk konulu Türk filmi tartışmaları halen devam etmektedir 1917 yılında çekilen Pençe ve Casus’un senaristi ve yönetmeni Sedat Semavi’dir
  18. 1914 yılında başlayan Türk sinema tarihi, döneminin de getirdiği şartlar nedeniyle durgun yılların ardından Yeşilçam Filmleri’nin senaryoya dahil olmasıyla hızlı bir yükseliş yakalamış; erotik filmlerin sahne aldığı buhranlı yılların ardından yüksek bütçelerin katılımıyla ciddi bir endüstri halini almıştır. Şimdilerde ‘en çok sevdiğimiz’ listesine yüzlerce film ekleyebileceğimiz Türk sinemasının tarihine bir disiplin olarak yaklaşıp, ilklerini madde madde sıralayalım istedik. Türk sinema tarihinin, Sigmund Weinberg’in Lumiere kardeşlere ait bir filmi gösterime sunmasıyla başladığı düşünülmektedir.Filmin adı “La Ciotat Garına Trenin Varışı”, sunulduğu yer Galatasaray’da bir birahane…Tarih de 16 Aralık 1886 olarak kayıtlara geçmiştir. 1908 yılında Sigmund Weinberg tarafından İstanbul’un ilk yerleşik ve sürekli sineması Tepebaşı’nda, Cinema Pathe adıyla açılmıştır Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” isimli belgeselin, Türk sinema tarihinin ilk eseri olduğu varsayılmaktadır Varsayım olmasının nedeni ise, eserin hiçbir kopyasının günümüze ulaşamamasıdır.
  19. İçine düşen hayvanları adeta heykelleştiriyor. Tanzanya'daki Ol Doniyo yanardağının da etkisiyle aşırı tuzlu ve sodalı suya sahip olan Natron Gölü, içine düşen hayvanları adeta heykelleştiriyor. Tanzanya'nın güneyinde bulunan, hemen yanındaki Ol Doniyo yanardağının ve yoğun buharlaşmanın etkisiyle benzersiz bir yapıya sahip olan Natron Gölü'ne düşüp ölün hayvanlar taşlaşarak, adeta bir heykel görünümüne dönüşüyor. Gölün çevresi için "bir fotoğrafçı için muhteşem bir sahne" yorumunu yapan Brandt da bu sıra dışı manzaradan faydalanarak muhteşem fotoğraflar çekti. Fotoğraf sanatçısı Nick Brandt, Natron Gölü'nün ve bu inanılmaz gölün aşırı tuzlu ve sodalı suyuna düşerek taşa dönmüş hayvanların eşsiz fotoğraflarını yayınladı.Bir Doğu Afrika turu esnasında Natron Gölü'nün çevresindeki taşlaşmış güvercin, flamingo, kartal ve yarasaları bulan Brandt, bu hayvanları kullanarak yakaladığı eşsiz kareleri Harap Diyarlar (Across the Ravaged Lands) adlı kitabında yayınladı.SANKİ HAYATTAYMIŞ GİBİ ABD'nin NBC haber ajansına konuşan Nick Brandt, "Gölün kıyısına vuran birçok çeşit kuş ve yarasayı görmek beni gerçekten de çok şaşırttı" ifadesini kullandı.Hayvanları sanki canlılarmış gibi konumlandıran usta fotoğrafçının depresif ve karanlık fotoğrafları fotoğrafçılık dünyasında ve uluslararası basında geniş yankı uyandırdı. SUYLA TEMAS EDİNCE... Natron Gölü'nü 4 kez ziyaret eden Leicester Üniversitesi Ekoloji Bilim Dalı Başkanı David Harper "Hayvanlar gölün az da olsa uzağına düştüğünde çok kısa süre içinde çürüyor.Fakat göl sularının yakınlarına düşen ve suyla temas eden hayvanların bedenleri bozulmuyor. Yıllarca aynı şekillerini koruyorlar" diye konuştu.Harper herhangi bir canlının bu olağan dışı gölün yakın çevresinde bile yaşayamadığını bildirdi.
  20. 5 bin kilometrekarelik bir şehri yaklaşık 15 milyon insanla birlikte paylaşan kişiye İstanbullu denir. Kaba bir hesapla İstanbul’da kilometrekareye yaklaşık 1300 kişi düşer (Türkiye ortalaması 73 kişidir) ve herkes diğer 1299 kişinin varlığı yüzünden o güzelim kilometrekarenin yaşanmaz hale geldiği konusunda hem fikirdir. Yaşadığı şehrin sınırlı kaynaklarına (iş, eş, trafikte boş şerit, kafe’de boş masa, metrobüs'te boş koltuk vs) erişmek için her gün milyonlarca kişiyi ekarte etmek durumunda olan İstanbullu doğal olarak türdeşlerinden daha vahşi bir şekilde evrimleşmiş, hayatta kalma mücadelesinde kendisini yavaşlatacak nezaket, saygı, hoşgörü gibi demode özelliklerden kurtularak zamanla gerçek bir savaşçı haline gelmiştir. Peki nedir bu cengaverleri diğer sıradan ölümlülerden ayıran temel özellikler? Gerçek bir İstanbullu olmak için hangi vasıflara sahip olmak gerekir? Buyrun hep beraber inceleyelim… 1- Gerçek bir İstanbullu olmak ya da en azından öyleymiş gibi hissetmek istiyorsanız, her şeyden evvel çok hızlı hareket etmelisiniz. Bakkala bile gidiyor olsanız, biraz sonra dünyanın kaderini belirleyecek bir toplantıya gidiyormuşçasına mağrur, kararlı ve hızlı yürümelisiniz. Topuklarınızı yere ne kadar hırslı vurursanız o kadar İstanbullusunuz. 2- Gerçek İstanbullu her an kavgaya hazır olmalıdır. İncir çekirdeğini doldurmayacak konular için karşınızdakinin boğazına sarılabilecek bir ruh hastası olduğunuz izlenimini ne kadar verebilirseniz o kadar bu şehrin sakini sayılırsınız. Sakini dediysek, lafın gelişi o. Sakin falan olmayın... 3- "Meşhur" sıfatı ile başlayan yerlerde bir taburu doyuracak maliyetteki kahvaltılar İstanbullu olmanın önemli adımlarından birisidir. Pazar keyfi adına kapısında sıra bekleyeceğiniz, bir şey istediğinizde yarım saat sonra garsona ancak sesinizi duyurabileceğiniz yoğunlukta bir kahvaltıcı, İstanbul'un ve İstanbullu’nun pazar keyiflerinin olmazsa olmazlarındandır. Pardon bizim bir melemen vardı ! 4- Henüz trafikte dayak yemediniz mi? Malesef size İstanbullu diyemiyoruz. Gidin ve kornaya basın. En çok siz basın. Önünüzdeki illa bir ara dellenecek ve "basınca ilerliyor mu da dat dat hala basıyosun ulan" ile başlayacak bir tartışmada gerçek İstanbullu sıfatına layık olacaksınız 5- Gerçek İstanbullu'nun mutlaka bir tane favori kurufasulyecisi, balıkçısı, pilavcısı ya da dürümcüsü vardır ve orada yapılan yemeğin dünyanın en iyisi olduğundan sonuna kadar emindir. Yoksa, derhal siz de bunlardan bir tane edinin. 6- Sürekli olarak Boğaz’ın varlığı ile mutlu olun. Gün içinde onu hiç göremiyor oluşunuz, haftada, belki ayda bir defa üç saatlik trafik çilesine maruz kalıyor oluşunuz sizi yıldırmasın. Her fırsatta iyi ki Boğaz'ın ve denizin olduğu bir yerde yaşadığınıza dua etmelisiniz Boğaz Keyfi 7- İstanbul'la aranızdaki "nefret ve aşk" ilişkisi İstanbulluluğun temel taşlarındadır. Sabahtan akşama "trafiği böyle, kalabalığı şöyle" diyerek mızmızlanıp yine de İstanbul'dan başka bir yerde kesinlikle yaşayamayacağınıza kendinizi inandırın. Bu en önemlilerinden. Her gittiğiniz yerdeki huzura ve rahatlığa hayran olun ama İstanbul’suz kesinlikle yapamayın. 8- Gerçek İstanbullu aslen İstanbullu değildir. 8 kuşaktır İstanbul'da yaşıyor bile olsanız muhabbet açıldığında "biz aslen Zonguldak'lıyız" deyin. Siz demeseniz de nasılsa sora sora Zonguldak'a kadar getirecekler lafı. En iyisi baştan söyleyin, yormayın insanları. 9- Sokakta karşılaştığınız her tanıdığınızla birbirinize “bi ara Nevizade’de fasıl yapmak” sözü vererek ayrılın. O fasıl asla yapılmayacak gerçi ama olsun, adet böyle… 10- Gerçek İstanbullu asla İstanbul'da ölmek istemez. Aslında kimse İstanbul'da ölmek istemez. o yüzden sizin de emeklillikte bir yere yerleşme planınız mutlaka olmalı. İster memleketinize dönün ister Alaçatı'da butik otel işletin ama ortamını bulduğunuzda 60 yaşında burada olmayacağınızı mutlaka dile getirin... 11- Taksim Burger King'in önünde biriyle buluşun. Kimle buluştuğunuz, ne yapacağınız hiç önemli değil. Orada buluşup buluşup sonra dağılabilirsiniz, mesele yok. Önemli olan İstanbulluluğunuzu perçinlemek. evet yeterince beklediysek dağılalım hadi 12- Gerçek İstanbullu’nun mutlaka en az bir tane ünlü tanıdığı vardır. Ya mahalle arkadaşıdır ya okul arkadaşıdır, en kötü ihtimalle arkadaşının arkadaşı falandır. 2. sınıf dizi oyuncusu da olsa çaptan düşmüş eski pop şarkıcısı da olsa siz de mutlaka bir ünlü tanıdık edinin. Unutmayın, ünlünün iyisi kötüsü olmaz... 13- Sürekli olarak konserleri, sergileri, etkinlikleri takip edin ama son anda bir işinizin çıkması sebebiyle gidemeyin. Sonra da yeri geldikçe duyduğunuz ilk günden beri o konseri beklediğinizi ama son anda gidemediğiniz için pişman olduğunuzu belirtin. Unutmayın, bu tip etkinlikler gidip eğlenmek için değil, öncesinde ve sonrasında hakkında bol bol konuşup prim yapmak içindir. 14- Gerçek İstanbullu, esnek ve ergonomiktir. uzun yıllar bu şehirde yaşayıp metrobüsü, dolmuşu, minibüsü derken kemikleri zamanla kıkırdaksı doku haline gelen İstanbullu, bu andan itibaren olabilecek her toplu taşıma aracına sığar. Eğer iyi bir İstanbullu gibi görünmek istiyorsanız ya yogaya başlayacak ya mesai çıkışında metrobüse bineceksiniz, tercih sizin. Şurdan bir bostancı uzatabilir misiniz ? 15- Gerçek İstanbullu'nun metrobüs'le ilgili en az 1 kere başına fantastik bir şey gelmiş olmalıdır. Ya yolda kalmış bir aracı diğer yolcularla birlikte itmiştir ya araç içinde bir kavgaya karışmıştır ya direkt şoförü dövmüştür. Henüz sizin başınıza gelmediyse bundan sonra daha sık metrobüs kullanın. Her gün binseniz en geç 1 haftaya bir şeyler olur… ****************************************** Aslında bu bir zaytung haberi olsa da tamamen gerçek fazlası var eksiği yok
  21. Doc Dr Hasan Karanlık'ın izniyle; Kendi Kendine Meme Muayene nasıl ve na zaman yapılmalı: ■ Her kadının yapması gereklidir. ■ 20 yaşından itibaren başlanmalıdır. ■ Ayda bir yapılmalıdır. ■ Ömürboyu devam edilmelidir. Muayene için en uygun dönem: Adet gören kadınlarda adetin bitimini takiben 5. ve 7. gün arası, Menopozdaki kadınlarda her ayın aynı günü (Her ayın 1'i ve 3'ü gibi), Emziren kadınlarda; emzirmeyi takiben, göğüslerdeki süt boşaldıktan sonra, Doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda; her yeni ilaç kutusuna başlamadan önceki gün yapılmalıdır. Muayene Ayna karşısında ayakta, Yatarken, Duşta yapılabilir. Belden üst bölüm tamamen soyunuk olarak ayna karşısına geçin. Yeterli ışık olmalıdır. Muayenenin 2 bölümü vardır: Gözle inceleme ve elle muayene Gözle inceleme Ayna karşısında yapılmalıdır. Muayene edilecek olan bölgeler: Memenin kendisi ve memebaşları, Koltukaltları ve memealtı bölgeleridir. 1.Her iki kolunuz serbestçe yanlarda, omuzlar dik olacak şekilde ayna karşısına geçiniz. Önden ve her iki yana dönerek memelerin büyüklüğüne, simetrisine, derinin rengine, şekline, memebaşlarına memealtı bölgelere, koltukaltlarına bakın, iki meme aynı büyüklükte olmayabilir. Bu normal bir bulgudur. 2. Aynı gözlemi kollarınızı yukarı kaldırdıktan sonra veya her iki kolunuz başınızın arkasındayken tekrarlayın. Bu sırada memeler, memebaşları ve koltukaltı bölgelerine bakın. Koltukaltlarında kabarıklık olup olmadığına dikkat edin. 3. Ellerinizi belinize, leğen kemiklerinin üzerine kuvvetle bastırın. Omuzlarınızı hafifçe çıkararak öne doğru eğilin. Önden ve her iki yandan göğüslerinize bakın. Deride, çekinti, çökme olup olmadığına dikkat edin. Meme derisinde çekinti, deride portakal kabuğu görünümü; kızarıklık; memelerden birinde büyüme; memebaşlarında çökme ve kepekli lezyonlar olup olmadığına dikkat edin. Herhangi bir farklı bulguda doktorunuzla bağlantı kurun. Memebaşlarında tekrarlayan, inatçı, deri değişiklikleriyle birlikte olan yanma ve acımalar kanserin çok erken habercisi (Paget hastalığı) olabilir. Elle Muayene Yatarken, Duşta, Ayna karşısında yapılabilir Muayene edilecek olan bölgeler: Memenin kendisi ve memebaşları, Koltukaltları ve memealtı bölgeleridir. Elinizin üç orta parmağının yastık bölümleriyle , küçük dairesel hareketler çizerek baskı şiddetini hafiften kuvvetliye doğru artırarak muayeneye başlayın. Sağ meme için sol, sol meme için sağ elinizi kullanınız . Göğsünüzün tümünü yoklayarak muayene edin. Aynı muayeneleri diğer göğsünüzde tekrarlayın. Parmaklarınıza vücut losyonu veya sabun sürerek kayganlığı artırarak, daha rahat muayene edebilirsiniz. Köprücük kemiğinin altından başlayarak, tüm meme bölgesini muayene edin . Elinizi kaldırmadan kaydırarak birbirine paralel dikey çizgiler çizerek , veya köprücük kemiğinin altından başlayarak saat ibresi yönünde giderek içice geçen daireler çizerek , veya meme başında sonlanan oklar şeklinde tüm memenizi muayene edin. Elinizin başparmak ve işaret parmakları arasında memebaşını sıkarak akıntı olup olmadığını kontrol edin. İlk muayeneler göğsünüzün yapısını tanımanıza yardımcı olur. Daha sonraki muayenelerde farklı, devam eden bir dolgunluk, kitle farketmeniz durumunda doktorunuzla bağlantı kurun. Yatarken elle muayene En rahat muayene şeklidir. Sırtüstü yatarak yapılabilir. Muayene edilecek olan bölgeler: Memenin kendisi ve memebaşları, Koltukaltları ve memealtı bölgeleridir. Muayene edeceğiniz taraftaki omuzaltına küçük bir yastık veya katlanmış bir havlu yerleştirin. Aynı taraftaki kolunuzu başınızın üstüne koyun. Diğer elinizin 3 orta parmağının yastık bölümleriyle dairesel hareketler çizerek ve baskı şiddetini hafiften kuvvetliye doğru artırarak muayeneye başlayın . Kolunuzu yana koyun, diğer elinizle koltukaltı bölgesini muayene edin Diğer elinizin baş ve işaret parmakları arasında memebaşını sıkarak akıntı olup olmadığını kontrol edin Aynı muayeneleri diğer göğsünüzde tekrarlayın Ayakta, otururken, duşta elle muayene Muayene edilecek olan bölgeler: Memenin kendisi ve memebaşları, Koltukaltları ve memealtı bölgeleridir. Meme muayenesi yapılacak taraftaki kolunuzu başın üstüne veya arkasına koyun. Diğer elinizin 3 orta parmağının yastık bölümleriyle dairesel hareketler çizerek ve baskı şiddetini hafiften kuvvetliye doğru artırarak muayeneye başlayın Koltukaltı bölgesini muayene edin . Diğer elinizin baş ve işaret parmakları arasında memebaşını sıkarak akıntı olup olmadığını kontrol edin . Aynı muayeneleri diğer göğsünüzde tekrarlayın.
  22. irinçköl şurada cevap verdi: irinçköl başlık Türk Sineması
    http://www.youtube.com/watch?v=vMANolD642g

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.