Zıplanacak içerik

angelflower

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

angelflower tarafından postalanan herşey

  1. hoş geldi sende kurtlar vadisi fanatiklerindensin sanırım
  2. angelflower şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    fincan
  3. ben geldim bana bir çayyy
  4. mutlu yıllar arkadaş
  5. rahatlamaya
  6. angelflower şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    kahve
  7. çok aktif gördüm seni güzelim
  8. sen bu forumun bidenesi sin
  9. ewt bende bir ara kullanmıştım ilk hafta çok güzel kilo verdim ve sevindim sonra bitince yenisini almadım ve kilo aldım. gerçi çok kilolu değilim ama çok faydalı deil
  10. sen de bu forumun uzun zamandır göremediğisin
  11. angelflower şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    cips
  12. bu armana mavi kal. bunlar meydüne bunlar tüm forumdakilere ne bileyim içimden geldi
  13. anlaştık made çok güzeldi ellerine sağlık renk kattın
  14. Yeni evli bir çift vardı. Evliliklerinin daha ilk aylarında, bu işin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi. Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi. Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkasına yetiyordu. Bir akşam oturup ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar. Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi. "Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım. Kurumaz da büyürse bunu bir daha aklımızdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım." Bu ilginç fikir hanımının da hoşuna gitti. Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılatılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı.
  15. iyi ki burdaymış dediklerimdensin
  16. angelflower şurada bir başlık gönderdi: Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
    Ülkenin birinde iki gerçek dost yaşarmış. Birinin malı, ötekinin malı gibiymiş. Anlaşılan o ülkede dostluk, bambaşkaymış... Bir gece ülkede herkes dalmış derin uykulara. Orada güneş battı mı, fırsat bu fırsat der, uykunun tadını çıkarırmış millet. Gece yarısı bizim dostlardan biri, fırlamış yatağından, koşmuş doğru dostunun evine. Uyandırmış hizmetçileri tatlı uykularından... Dostu, yukarıdan duymuş sesini. Hemen kaptığı gibi kılıcını, kesesini, koşmuş dostunun yanına... "Hayrola!" demiş, merak içinde, soluk soluğa... "Sen, kolay kolay uyandırmazsın kimseyi, uykuyu da seversin üstelik. Kumarda kaybettiysen; al şu keseyi. Evini bastılarsa; işte buradayız ben ve kılıcım. Haydi gidip haklarından gelelim. Yalnız yatamaz mı oldun yoksa??? Benim güzel cariyeyi al git öyleyse..." "Yok a canım." demiş dostu... "Ne o, ne de bu. Rüyamda biraz düsünceli gördüm seni... Sakın başı dertte olmasın deyip koştum. Kusura bakma dostum!" Gerçek bir dostu olmak ne güzel bir şey! Derdini açmanı beklemez bile... Kendi bulup söylemek ister, belki sen çekinirsin diye. Sevdiği insanın üstüne titrer, bir düşten, bir hiçten nem kapar.
  17. angelflower şurada bir başlık gönderdi: Öykü Forumu
    Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, Daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer. Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de Yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde Aralarında duran paketten birer birer kurabiye Aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken, Gözü saatteydi, "kurabiye hırsızı"yavaş yavaş Tüketirken kurabiyelerini. Kulağı saatin tik tak larındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini. Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım, Morartırdım şu adamın gözlerini!" Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca "Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine. Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye. Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına. Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve "Aman Tanrım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam, Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!" Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında, Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla. Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına, Dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na. Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna, Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına. Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla. Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye! Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer; Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!" Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle, Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı"kendisiydi işte.
  18. Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini gerçekten çok seven bir bulutla yıldız vardı... Bulut gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıydı... Gökyüzündeki her varlık onların sevgisini kıskanırdı... Tatlı bir kıskançlıktı onlarınkisi... Ama biri vardı ki; bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyordu... Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen... Bulut biraz saftı, kimseyi kıramazdı... Yıldızsa bulutu için elinden gelen her şeyi yapabilir, herkese meydan okuyabilirdi... Zaten onun için bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri vardı... Bir derdi olduğunda gider periye anlatırdı... Nereden bilebilirdi ki, perinin bir gün bunların hepsini yıldızla bulutun ayrılmalari için kullanacağını? Bir gün nazar değdi bulutla yıldıza... Hiç yoktan bir sebepten tartıştılar. Bulut, çekti gitti, hatalı olmasına rağmen. Yıldızsa "Nasılsa bulutum beni seviyor, dönecektir." diye düşündü... Fakat hiç bir şey beklendiği gibi gitmedi... Bulut dönmedi. Kim bilir, belki de cesaret edemedi dönmeye. Tek bir gerçek vardı ki: O da; ikisinin de çok üzgün olduklarıydı... Gökyüzündeki iyilik melekleri bile ağladılar onların durumlarına ama ne fayda... Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlattı... Periyse göstermelik bir hüzne büründü... Eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde. O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen kullanacaktı kozlarını... Hem de büyük bir zevkle... Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu büktü ama elinden hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü... Çünkü yıldız inatçıydı.. Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi. Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp ona olan sevgisini itiraf etti... Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin, yıldızının yerine geçmesine izin verdi... Yıldız, günlerce bulutunun dönmesini, ondan af dilemesini bekledi... Ama bulut gelmedi. Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip, konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı. Bulut, dostu sandığı periyle birlikte ayda eleleydi... Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza... Çok üzüldü ve çaresiz, döndü arkasını gitti... Yavaş yavaş sönmeye başladı... O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu.. Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi. Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü... Ama kolay pes etmezdi. Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi. O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti ve biraz daha ışık isteyecekti ondan. Çok geçmeden daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti... Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi... Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza... O gün bu gündür yıldız, dünyaya güneşin sevgisini yansıtır.... Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya... Bir de yüreğinde kopan fırtınaları...
  19. angelflower şurada bir başlık gönderdi: Öykü Forumu
    Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı... “Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı. “Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.” Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...” Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi... O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak. Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii... Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu... Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü... 40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim, bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok... İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...” Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu.. Gözleri nemlendi kadının... Çok tatlı!.. dedi...
  20. angelflower şurada bir başlık gönderdi: Öykü Forumu
    David o gün çok yoğundu, seçim kampanyaları devam ediyordu. Aceleyle çevirdiği telefonda karşısına çıkan şarkı gibi bir sesle karşılaşınca şaşırdı. Özür dileyip kapattı. Ama o hoş ses, aklından çıkmıyordu. Ertesi gün sabah erkenden o numarayı aradı. Telefon çalarken, kalbi çok hızlı çarpıyordu. Evet karşısında yine o tatlı ses vardı. Kendisini tanıttı, konuşmaya başladılar. Konuştukça kızdan daha da etkileniyordu. Günler geçti. Hergün onunla konuşuyordu, onun sesini duymadan güne başlayamıyordu. Kızgın olduğunda sakinleştiriyor, üzgünken neşelendiriyor, monoton günlerde yeni heyecanlar aşılıyordu. O soğuk kış günleri bu sıcacık sesle ısınmış ve bahar gelmişti. Bu arada seçim kampanyaları da çetin bir şekilde devam ediyordu. Bu arada aklından ve kalbinden çıkaramadığı o kızla evlenmeliyim diye düşünmeye başladı. Bu, kampanyası için de olumlu olurdu. Danışmanı başının etini yiyordu "Evlenirsen raitingin 10 puan artar" diye... Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemişti. Neden olmasın dedi ve hızla telefonu çevirdi. Hiç nefes almadan evlenmek istediğini söyledi, kampanyasını anlattı, hayallerinden bahsetti, seçimden sonra Karayiplerde bir balayından bile bahsetti. Onun çoşkusu genç kıza da geçmişti. Ama bir anda sessizleşti ve mırıltılı bir sesle "henüz beni görmediniz ya beğenmezseniz." dedi. David "bu kadar güzel bir sesin ve kalbin sahibi çirkin olamaz herhalde" dedi. Bu arada eski neşesini ve çoşkusunu kaybetmişti. O zaman yarın buluşalım dedi. Buluşacakları yeri konuştular. Ertesi gün David heyecanla buluşacakları yere geldi. Biraz sonra uzaktan yanında köpeği ile güzel bir kız geliyordu. Acaba o mu diye düşündü. Ama parkın o kısmındaki tek kişi olmasına rağmen ona bakmıyordu. Uzaklara çok uzaklara bakıyordu. Sanırım o değil dedi. Kızın gözlerinde güneş gözlükleri vardı. Kızın gözlerinin ne renk olduğunu düşünmeden edemedi. Kız, David ile telefondaki meleğin buluşacağı havuzun yanına kadar geldi. O da ne? Elinde bir beyaz baston vardı. David şaşkınlıkla ona bakakaldı. Bu o telefonlarda konuştuğu meleğiydi. Ama o kördü. Ne yapmalıyım diye düşündü. Kaçıp gitmeli mi? Herşeye rağmen elini tutup konuşmalı ve onunla evlenmeli miydi? David yutkundu ve birkaç adım atıp, kızın yanından geçip sessizce gitti. Parkın dışına çıktığında son birkez dönüp kıza baktı. Kız hâlâ uzaklara doğru bakıyor, köpeğiyle konuşuyor ve David 'i bekliyordu. David, günlerce onu bekleyen kızın hayalini unutamadı. Sürekli doğruyu yaptığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Bazen eli telefona gidiyor, "O gün işim çıktı, gelemedim." deyip, herşeye yeniden başlamayı düşünüyordu. Günler geçti ve seçimler sonuçlandı. David seçimleri kaybetti. New Jersey valisi olamamıştı. Yine avukatlığa devam etmeye başladı. Noel hazırlıklarının devam ettiği o öğlen, sekreteri içeri girerek, davanın 25 dk sonra olacağını hatırlattı. Hızla hazırlandı. Çantasını alıp adliyeye gitti. Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davası görülüyordu ve sanığı David savunacaktı, işi zordu. Biraz sonra karşı taraf ve hakim de yerlerini almıştı. David, ilk tanığa sorusunu sordu. Moralinin bozulmaması için karşı tarafın avukatına dönüp bakmamıştı bile. İkinci tanık ile ilgili notlarına bakarken, yüksek topuklu bir ayakkabı sesi duydu. Karşı tarafın avukatı tanığın yanına gidiyordu. Avukat konuşmaya başladı. Bu ses çok sert, acımasız ama bir o kadar da tanıdık geldi. Başını kaldırdı daha bir dikkatle baktı. O sırada saçlarını sımsıkı topuz yapmış, menekşe gözlü, dudakları bir çizgi gibi kapalı avukatla gözgöze geldi. İşte o anda gözlerinde birden başka bir görüntü canlandı. Çağlayan gibi omuzlarından aşağı sarkan sarı saçlar, her an gülmeye hazır yürek şeklinde dudaklar, melek gibi bir yüz ve güzel bir vücut. Bu, o parktaki kız olabilir miydi..? Yoksa halisülasyonlar mı görmeye başlamıştı. 2 saat sonra dava bittiğinde hiç bir şey hatırlamıyordu. Yanından hızla geçen avukatın peşinden koşup bahçede yakaladı. Tam ağzını açıp konuşacaktı ki, o menekşe göze, ta gözbebeklerinin içine kadar sımsıcak bir şekilde baktı, o çizgi halindeki dudaklar güller gibi açarak gülümsedi ve şarkı gibi melodik bir ses duyuldu. "Merhaba, o gün parkta sana şaka yapmak istemiştim... Herşeye rağmen beni isteseydin, cesurca yanıma gelip bana telefondaki meleğim demiş olsaydın. Ya da, 1-2 saniye daha bekleyebilseydin... Oraya sana evet demek için gelmiştim. Oysa sen, kendi kalbini sınavdan geçirdin ve başarısız oldun. Bu arada, sürekli aradığın ya da, parktaki günden sonra hiç aramadığın telefon, ofisimdeki direkt telefondu." dedi ve telefondaki melek yürüyüp gitti...
  21. güzel bir diplomaya
  22. ateşle su Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına. Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa Demiş ki suya: Gel sevdalım ol, Hayatıma anlam veren mucizem ol... Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş; Yüreğim sana armağan... Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına... Zamanla su, buhar olmaya, ateş, kül olmaya başlamış. Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı... Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su... Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları... Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun, biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış; aşkın bazen gitmek olduğunu. Ama gitmenin yitirmek olmadığını.... Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla. İşte o zamandan beridir ki: Ateş sudan, su ateşden kaçar olmuş.. Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini Sadece ateş alır olmuş...
  23. angelflower şurada bir başlık gönderdi: Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
    HAYAT.... Hayat Adem'le başlamıştı. Toprak ve sudan yaratılmıştı insanoğlu. Ve hayatta başlamıştı onunla beraber. Bir sonsuzluğun başlangıcıydı elbet. Hem bu dünyada hem öbür dünyada devam edecek... HAYAT.... Bir yaşamdır kimilerine göre. Senelerle ifade edilen bir zaman dilimi yada bir isim olarak algılarız bu kelimeyi duyduğumuzda. Belki geçip giden onca baharların, yazların, kışların hatta ve hatta kimilerine göre tekdüze bir yaşamdır hayat. Ne olduğunu bilmeden, geçip giden, bir ömür sayarız hep onu... Hepimiz yapmazmıyız, o akıp giden şaşalı yada basit saydığımız hayatı, hep keşkelerle süslemezmiyiz. Belkisine bakmadan. Hep hayat getirir bize değil mi.? İyiyi yada kötüyü. Kötü olarak algıladığımız olayların belki bizim için iyi olduğunu. Yada iyi saydığımız bir şeylerin bizim için kötü sonuçlar getirdiğine bakabildik mi.? Belki bakabildik yada bakamadık, zamanın bize getirdikleriydi sadece bizi meşgul eden yaşadığımız hayatta. Hep avuttuk belki de kendimizi.. Sevgiyi anladık dedik. Sevgiyi yaşadık dedik. Tat alabildiğimizi bilemeden. Sevgiyi kısıtladık. Göreceli yada görecesiz bir hayat sandık onuda. Leyla'da ve Mecnun'da var saydık. Hayat gibi aşkıda sevgiyi de kendimizce sorgulamadan. Var olan birşey di belki bizce. Her insan yaşamıyormuydu.? Her insan tatmıyormuydu onca duyguları.? Yaşıyorduk elbette ama manasına eremeden. Hayat gibi sevgiyi anlayıp, sevgiyi tatmadan yaşanmazsa şayet. Yaşanılan her duyguyu anlamsız kılmazmıyız.? Hayat bu, olur böyle şeyler diyeceğimize, kendi hayatımıza kendimiz yön veremezmiydik. Yaşadığımız her anı bir süzgeçten geçirip, en doğrusuna karar veremezmiydik.? Hayat... İnsanın kendi elinde olan birşey. Kendi yön verebildiği, kendi şekillendirebileceği bir oyun hamuru gibi. Hayatta olumsuzluklar yoktur. Olumlu yada olumsuz fikirler vardır bence. İlkbaharları ve sonbaharları olan bir yoldur. Bir yaşam biçimidir sadece...
  24. dilem araya girmişsin seninle ilk karşılaşıyorum ama resmine bakarak en utangaçı diyem bariii

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.