Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

fat_coz

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    84
  • Katılım

  • Son Ziyaret

fat_coz tarafından postalanan herşey

  1. Hamza Arslan 08.12.2012 Eski zamanlarda vergiler mal olarak çuvallarla toplanır, toplanan vergilerin hangi aya ait olduğunu belirtmek üzere de çuvalların üzerine o ayın ismi yazılırmış. Vergilerin toplandığı ve dağıtıldığı müessesede çalışan bir memur dağıtım işlerini bitirdiğinde boş çuvalı atmamış eve götürmüş ve karısından kendisine don yapmasını istemiş. Karısı da çuvalı almış kesmiş biçmiş ve adama bir don yapmış. Memurumuz yeni donunu giyip işe gitmiş sevinçle. Akşam olunca mesai arkadaşlarıyla birlikte hamama gitmişler. Hamamda üstünü çıkarttıklarında bir de ne görsünler memurumuzun donunda “Cemaz’ul Evvel” yazıyor. Meğer kadıncağız yazıyı silmeyi unutmuş. Aradan epey zaman geçer ve bizim memurumuz yavaş yavaş terfi eder. Nihayet memur arkadaşlarına müdür olur. Ancak ne müdür! Astığı astık kestiği kestik, herkese emirler yağdıran en ufak hatayı affetmeyen bir müdür. Memurlar artık dayanamaz hale gelmiş bu baskıdan. Müdürümüz yine ağır bir şekilde memurlara fırça atarken sonunda birisinin sabrı taşmış ve lafı patlatmış: “Biz senin cemaz’ul evvelini de biliriz!!!” Suriye kıyamı başladığından bu yana Türkiye’de bir klik var ki her fırsatta Suriye direnişini değersizleştirmeyi, bir yere yamamayı, akan kanı görmemezlikten gelmeyi kendisine iş edinmiş vaziyette. Bu şahsiyet fukarası kesimler ABD ve Batı’nın meydana sürdüğü sözde muhalefeti göstererek, bu sözde muhalefetin sözlerini delil getirerek Suriye kıyamını ABD projesi olarak lanse etmeye çalışmaktalar. Onlar da gayet net bir şekilde biliyorlar ki ABD’nin öne sürdüğü kurum ve şahıslar asla Suriye direnişini temsil etmemektedir. Bu gerçeği art niyetliler ve çirkin hesapların peşinde olanlar hariç Suriye sokaklarına bakan herkes rahatça görebilir. Suriye’deki şehitlerimize “…kadar terörist gebertildi” diyecek kadar aşağılık bir hale düşen bu azgın güruh Suriye’de savaşan bazı mücahidlerin ABD’den silah, istihbarat ve lojistik destek aldıklarını öne sürerek Suriye’de cihad eden tüm grupları aynı kefeye koymaya çalışmaktan da geri durmamaktadır. Bugüne kadar bu kesimlerin aymazlıklarına çok defa şahit olduk. İran aşkını Müslüman kanına tercih ettiklerini bildiğimiz bu güruh şimdilerde de Suriye’de İslam Devleti için mücadele eden gruplara dil uzatmaya ve hilafet taleplerinin ABD oyunu olduğunu söylemeye başladılar. Hatta şöyle bir başlıkla yazı yayınladılar: “ABD İslamcı el ele, haydin hep birlikte hilafete…” Şayet bu kesimlerin nasihat alacaklarına dair küçük bir umuda sahip olmuş olsaydık satır satır, kelime kelime öne sürdükleri her iddiaya bir cevap verirdik. Ancak İran sevdası bunların gözlerini de kalplerini de kör etmiş vaziyette. Dolayısıyla onlara ancak şu cevap yakışır: Biz sizin Cemaz’ul Evvelinizi de biliriz, kimin donunu giydiğinizi de… KÖKLÜDEĞİŞİM
  2. KÖKLÜDEĞİŞİM 07.12.2012 Suriye halkı kendi üzerine oynanan oyunları bir bir bozuyor Allah'ın izniyle. Barış Gücü adı altında devrimlerini çalmak isteyen kafir batıya ve onun yerli işbirlikçilerine en güzel cevabı yine Cuma gösterilerinde verdiler. Şam topraklarında Barış Gücüne Hayır! diyerek cesaretlerini ve basiretlerini bir kez daha göstermiş oldular. Ey Şam Ehli! Allah sizinle ve Allah sizi seviyor! http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=_MENMclZ9vk[/media] http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=j-UV1_mbgHA[/media] http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=PtDmLJEXPgk[/media] http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=P-2L6WohzVE[/media] http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=PFJeo-9xwzs[/media] http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=zbebMmT68HU[/media] http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=SjThYqcdJ1E[/media] http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=eU9uyRy1rnU[/media] KÖKLÜDEĞİŞİM
  3. AJANSLAR 07.12.2012 Dublin'de yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın 19. Bakanlar Konseyi toplantısına katılan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Türkiye'deki Suriyeli sayısının 200 bine ulaştığını söyledi Beşşar Esed'in zulmünden kaçarak Türkiye'ye sığınan mülteci sayısının 200 bine ulaştığı bildirildi. Türkiye'deki Suriyeli sayısındaki dramatik artış, İrlanda'nın başkenti Dublin'de yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın 19. Bakanlar Konseyi toplantısına katılan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu tarafından açıklandı. Sinirlioğlu, "Güvende olmak için kaçan her Suriyeliye kapılarımızı açtık. Türkiye'de bulunan Suriyelilerin sayısı 200 bine ulaştı. Uluslararası toplumun tüm üyelerini bu insanî krizle mücadelede, uluslararası çabalara katkı sağlamaya çağırıyoruz." diye konuştu.Suriye'deki iç savaştan kaçanlar için 13 çadır kentle Kilis'te 12 bin kişilik 1 konteyner kent kuran Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için şimdiye dek 400 milyon dolardan fazla para harcadı. Türkiye ile birlikte Suriye'nin diğer komşuları Lübnan, Ürdün ve Irak'a kaçan Suriyeli saysının 500 bine ulaştığı tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler'e göre Suriye içinde de 2,5 milyon sivil insani yardıma muhtaç. Suriye'de ordu birliklerinin, muhaliflerin yoğun olduğu bölgelere düzenlediği hava destekli saldırılar yüzünden evsiz kalan ya da yaşadıkları bölgelerden başka yerlere sığınan siviller, hava şartları sebebiyle zor durumda. Havanın soğumasıyla barınma ve ısınma ihtiyaçlarını karşılayamayan çok sayıda çocuk ve yetişkin donma ve bulaşıcı hastalık riskiyle karşı karşıya. Ticaretin durma noktasına geldiği, hayvancılık ve tarımın büyük oranda zarar gördüğü ülkede 10 milyon kişi, açlığın pençesinde. Yoğun yağışlardan sonra bazı bölgelerde ulaşım, içme suyu ve elektrik hizmetlerinin durma noktasına geldiği belirtiliyor. Başkent Şam başta olmak üzere Halep, Hama ve Humus gibi büyük şehirlerde yakıt sıkıntısı yaşandığını bildiren Suriyeli muhalifler, şehirlerde uzun tüp ve akaryakıt kuyrukları oluştuğuna, birçok temel gıda ve yakıt malzemesinin karaborsaya düştüğüne dikkati çekiyor. kaynak:
  4. EURONEWS 07.12.2012 Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas’ın sürgündeki siyasi büro başkanı Halid Meşal, Hamas’ın 25. kuruluş yıldönümü için düzenlenecek kutlamalara katılmak için Gazze’ye gidiyor. Hareketin siyasi birimini 45 yıldır yurt dışından yöneten Meşal’in Gazze’de bir kahraman gibi karşılanması bekleniyor. İsrailli gazeteci Gad Shirmon, Hamas liderinin Gazze ziyaretinin İsrail için de olumlu bir gelişme olduğunu dile getirdi: “Başbakan Netanyahu, Meşal’in Gazze’ye gelerek Hamas’ı güçlendirmesinden oldukça memnun. Çünkü Filistin yönetiminin ya da yeni kurulacak Filistin Devleti’nin, Gazze’deki Hamas ve Batı Şeria’da Mahmud Abbas yönetimindeki Filistin hükümeti olarak ikiye bölünmesi Başbakan’ın işine gelir.” Halid Meşal’in iki günlük Gazze ziyareti sırasında, Filistinli grupların liderleriyle ve son saldırılarda ölenlerin yakınlarıyla görüşeceği açıklandı. İsrail ile Hamas arasında 8 gün süren ve 21 Kasım’da ateşkesin sağlandığı Gazze saldırısında 161 Filistinli ve 6 İsrailli yaşamını yitirmişti. kaynak-
  5. DÜNYABÜLTENİ.NET 07.12.2012 Özbekistan senatosu, Afganistan’da askeri birlik bulunduran İngiltere için hava sahasını açtı. Murat Hayati Özbekistan parlamentosunun üst kanadı Senato, İngiltere silahlı kuvvetlerine ait askeri uçaklarının hava sahasını kullanarak transit geçişlerine izin verilmesi doğrultusundaki kararı kabul etti.Karar gereğince İngiliz hava kuvvetleri Afganistan'daki askeri birliklerinin naklinde ve lojistik desteği sağlamasında Özbekistan hava sahasını kullanabilecek.Kararın sadece İngiltere’nin Özbekistan’ın hava sahasını kullanabilmesi ile sınırlanıyor. Ancak acil veya diğer olağan üstü koşullar halinde İngiliz askeri ve kargo uçakları Taşkent yetkililerin izni ile Özbekistan topraklarındaki herhangi bir meydana inebilecek.ABD 2001 yılında Özbekistan’ın Karşı Hanabad’da üssü açmış ancak Taşkent Yönetimi 4 yıl sonra (2005 yılında) parlamentoda alınan oy birliği kararı ile ülkesindeki yabancı askeri faaliyetine son vermişti. kaynak:
  6. TIMETURK.COM 07.12.2012 AGİT Zirvesi için Dublin'de bulunan Lavrov, Clinton ve İbrahimi, Suriye konusunda 40 dakikalık bir görüşme yaptı ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi El-Ahdar el-İbrahimi Dublin'de, Suriye krizine yeni bir çözüm formülü bulunması konusunu ele aldı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİT) toplantısı nedeniyle İrlanda'nın başkenti Dublin'de bulunan Clinton ve Lavrov, İbrahimi'nin de katıldığı üçlü toplantıda yaklaşık 40 dakika süren bir görüşme yaptı. Görüşmede uluslararası toplumun, Suriye'de 21 aydır süren iç savaşın bitirilmesini destekleyebileceği bir strateji üzerinde görüştükleri bildirildi. BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi İbrahimi, görüşmeden sonra basına yaptığı açıklamada, ''Suriye'yi uçurumun kenarından çekecek süreci nasıl çözümleyebilecekleri konusunda biraz konuştuklarını'' söyledi. İbrahimi, görüşmede heyecan verici kararlar almadıklarını, öte yandan durumun kötülüğü, ayrıca bu sorunu kontrol altına almak ve çözmeye başlamak için "yaratıcı yöntemleri" nasıl bulabilecekleri konusunda birlikte çalışmayı sürdürmek zorunda oldukları konularında fikir birliğine vardıklarını kaydetti. Görüşmeden önce ortak hedefleri olduğuna vurgu yapan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da, gazetecilere, ''Suriye'de akan kanın durdurulması ve Esed sonrası Suriye'nin geleceğinde siyasi geçişin başlatılması yönünde Rusya ile birlikte iş yapmak için çok çalıştık'' açıklamasını yaptı. "SURİYE'DEKİ OLAYLAR HIZLANDI" Clinton, Suriye'de şu anda olayların hızlandığını, bunu birçok biçimde gördüklerini ifade ederek, ''Şam içinde ve çevresinde rejime baskı artmış görünüyor. Kimyasal silahlarla ilgili duruşumuzun ne olduğunu açıkça ifade ettik ve sanıyorum bunu ve şiddetin durdurulması için neyin gerektiği konusunu birçok diğer yönüyle tartışacağız'' diye konuştu. Üst düzey Amerikalı bir yetkili de, görüşmede, "uygulamada Suriye'nin siyasi geçişine nasıl yardım edileceğine odaklanıldığını" söyledi. ABD'li yetkili, hem Clinton hem de Lavrov'un İbrahimi'nin çabalarını desteklediğini ve İbrahimi başkanlığında, üst düzey Amerikalı ve Rus yetkililerin katılımıyla, atılacak adımların ele alınacağı bir toplantının gelecek hafta yapılması konusunda mutabık kaldıklarını kaydetti. Clinton-Lavrov-İbrahimi görüşmesi, Washington ve Moskova yönetimlerinin Suriye konusunda izlenecek yeni bir strateji konusunda birlikte hareket edebileceği yönündeki tartışmaları hızlandırdı kaynak:
  7. NTVMSNBC 07.12.2012 Alarko Holding, Ortaköy'de yüzde 33 hissedarı olduğu arazinin diğer yüzde 33'lük payının Ali Ağaoğlu'na satışına karşı dava açtı. İSTANBUL - Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton ile Ali Ağaoğlu arasında geçtiğimiz haftasonu ağır sözlerin sarf edilmesine neden olan arazi kavgasında Alarko Holding hukuki yollara başvurdu. Alarko Holding'den KAP'a yapılan açıklamada, şirketin yüzde 33 payı sahibi olduğu Ortaköy'deki arazinin diğer yüzde 33'lük payına ilişkin olarak "önalım hakkının" kullandırılması için dava açıldığı belirtildi. Ortaköy'de üç kişiye ait olan arazinin yüzde 33'lük payını Alarko Holding satın almış, geriye kalan iki adet yüzde 33'lük kısmı ise Ali Ağaoğlu diğer iki ortaktan almıştı. Bugün, Alarko Holding, yüzde 33 paylardan birinin Ali Ağaoğlu'na devri öncesinde ortakların kendilerine tanımadığı "önalım hakkını" kullanmak için dava açtı.
  8. Suriye’de İslami Hilafeti İkame Etmeye Yönelik Çalışma Misakı “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka halife kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, korkularının ardından onlara mutlaka emniyet tebdil edeceğine dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir” (nur 55) İslami şeriatı tatbik etmek, İslami hayatı başlatmak ve Rasûl Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in “Sonra nübüvvet minhacı üzere hilafet olacaktır” müjdesini gerçekleştirmek amacıyla çalışmanın farziyetine iman ederek ve Allah’u Teala’nın rızasına nail olmayı talep ederek, bizler aşağıdaki hususları imzalamaktayız: Şunları ilan ediyoruz: Birincisi: Suriye’deki demokratik medeni devlet projesini devirmek ve aşağıdaki esaslara dayalı İslami hilafet devletini ikame etmek için çalışma hususunda Allah Tebareke ve Teala’ya taahhütte bulunuyoruz: 1) Egemenlik şeriata aittir. Anayasa maddeleri ve uygulanacak kanunlar, tafsili delillerden istinbat edilmiş / çıkarılmış şeri hükümlerdir. 2) Otorite ümmete aittir. Halife’yi Müslümanlar seçerler. Allah’ın kitabı ve Rasûl’ünün sünneti ile hükmetmek üzere ona biat ederler. 3) Bir tek Halife nasbetmek Müslümanlar üzerine farzdır. Aynı anda birden fazla Halife’nin bulunması şeran haramdır. 4) Uygun gördüğünce içtihadi şeri hükümleri benimseme hakkı Halife’ye aittir. Bu hükümleri, anayasa ve kanunlarla maddeleştirir. Yine gücümüz yettiğince birbirimize yardım etmek üzere Allah Azze ve celle’ye söz veriyoruz. İkincisi: İlim ehli tarafından önerilen sağlıklı şeri içtihatlata uygun olarak tadil etme/değiştirme kabiliyetiyle birlikte Hizb-ut Tahrir tarafından sunulan ve bu misaka eklenen anayasa projesini bu devletin anayasası olarak benimsiyoruz. Allah, söylediklerimize şahittir. 15.11.2012 İmzalayanlar. (Bu misaka imza atan ketibe ve livaların temsilci ve liderlerinin isimlerini ilerleyen vakitte zikredeceğiz. Nitekim sizlere, inşallah ilerleyen zamanda misakın asli nüsha suretini de temin edeceğiz.)
  9. fat_coz

    Hür Dava Partisi Kuruluyor

    KÖKLÜDEĞİŞİM 06.12.2012 Hizbullah tabanının yakından tanıdığı isimler Hizbullah'tan bağımsız bir şekilde yeni bir parti kurduklarını açıkladılar. Partinin yeni adı Hür Dava Partisi (Hüda-Par).Bir televizyon programına katılan Mustazaflar Hareketi Sözcüsü SAid Şahin ve Mustafaz Der'in kapatılmadan önceki başkanı Hüseyin Yılmaz yeni partiyi ve hedeflerini anlattılar. Kurulacak olan partinin ilk etapta 30 kurucu üyesinin olacağını belirten Şahin, kongreye kadar geçici yönetim kadrosu ile yola devam edileceğini ve şu anda kâğıt üzerinde teşkilatlanmaların oluşturulmaya çalışıldığını söyledi. Şahin, ilk hedeflerinin yerel seçimlere girmek olduğunu ve bunun içinde ülkenin doğusundaki ve batısında il ve ilçelerde teşkilatlanmaya gideceklerini belirtti. http://www.youtube.c...&v=yafrnt34S9s#! -----/index.php?kd=haberoku&id=7332
  10. Murat Savaş 06.12.2012 Suriye konusunda kâfir ABD oldukça sinsi ve -Müslümanların aleyhine- bir o kadar da tehlikeli planlar çizmektedir. Hadaratların veya onların medeniyetten kastettiklerinin diyalokçuluğu değil çatışmayı ön gördüğünün artık gizli bir yanı kalmamıştır. Bu çatışma âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed-ul Emin SallAllahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in İslam Dinini tebliğ etmeye başlamasıyla birlikte başlamış ve Kıyamete kadar da bitmeyecek olan bir çatışmadır. Çatışmayı reddedip diyalokçuluğu savunanların görüşleri bir yana diyaloğu reddedip çatışmanın yaşanacağını savunan İslamcı çevrelerin ABD’nin bu sinsi planlarını okuyamayıp bilmeyerek de olsa onlara hizmet etmeleri bizleri oldukça üzmektedir. Fakat ben burada bu basiretsizliği ele alacak değilim. Zira bu konuda Dergimiz ’de ve internet sitemizde yayınlanan makalelerde oldukça doyurucu izahatlar bulunmaktadır. camiasının gerek Suriye kıyamı, gerek bu konudaki ABD planlarını ve gerekse Müslümanların tavırlarını dakik bir şekilde ortaya koyduğunu söyleyebilirim. okurlarıylada sık-sık bir araya geldiğimden dolayı okurlarımızın bu konuda tatmin olduğunu ve Dergimizin ortaya koyduğu düşünceleri hayranlıkla takip ettiklerini de söylemem gerekmektedir. Fakat gerek okurlarımızda, gerekse de yazar arkadaşlarımızın yorumlarında önemli bir detay konuda boşluk olduğunu görerek bu boşluğu doldurmak ve tamamlayıcı olacağını düşündüğümden bu yönde bir makale yazmak istedim. Takipçilerimiz hatırlayacaktır, Türkiye’de çıkan Suriye tezkeresinin, Suriye’nin kuzeyinde icat edilmeye çalışılan PYD varlığının ve son olarak NATO’nun Tükiye’ye konuşlandıracağı PATRİOT füze sisteminin Suriye rejimine değil, kurulması oldukça muhtemel olan Hilafet Devleti’ne yönelik olduğunu müteaddit makalelerde ortaya koyduk. Bu değerlendirmemizi isabetli bulan okurlarımız da, “Peki ABD Suriye’ye ne zaman saldıracak? Bu saldırıda Türkiye’nin rolü ne olacak veya kurulacak olan Hilafet Devleti bu saldırıya karşı koyabilecek mi?” şeklinde birtakım belirsizlikleri ifade etmektedirler. ABD’nin tüm planlarının Hilafet gerçeği çerçevesinde olduğu konusunda doyurucu makalelerimizin bulunmasından dolayı ben de ABD’nin Hilafet Devleti’ne yönelik hazırladığı komplolar üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki, genel görüşümüze göre; ABD’nin Hilafet Devleti’ne saldırmayı amaçladığı doğru olmakla birlikte bunun “Hilafet kurulacak sonra ABD saldıracak” şeklinde bir manada okunmaması gerekmektedir. Yani ABD şimdiye kadar nasıl Hilafet’i engellemek için planlar çizdiyse Hilafet’e karşı yapacağı saldırıyı da Hilafet kurulmadan önce yapabileceği unutulmamalıdır. Yoksa PATRİOT füze sistemi Hilafet’e karşı kurulmaktadır demek, Onun kurulmasını bekleyip kurulduktan sonra müdahale edeceği anlamına gelmez. Zira böyle bir durumda ABD’nin birçok riski göze almak durumunda kalacak olmasının yanısıra müdahalesine meşruiyyet oluşturma hususundada sıkıntı yaşayacaktır. Türkiye’yi Müslümanların nefretini toplayacağından dolayı kullanamaması ve devletlerine kavuşmuş Mücahitlerin karşısında başarılı olamayacağıda cabası… Dolayısıyla izlenimlerime göre ABD Hilafet Devletine kurulmadan önce tam Esed düşmek üzereyken saldıracaktır. Fakat ABD bu operasyonu NATO çerçevesinde ve Türkiye öncülüğünde yapacaktır. Bilindiği gibi ABD kırmızıçizgisini kimyasal silahların kullanılması olarak belirlemiş ve bunun dışında müdahale etmeyeceğini en baştan söylemişti. Aralık ayının ilk günlerinde tekrar kimyasal silahların gündeme gelmesi ve ABD’nin Esed’i tekrar uyarması oldukça manidardır. Sanki ABD Esed’e “kimyasal silahları kullan” şeklinde bir mesaj vermektedir. ABD Beşar Esed’in yıkıldıktan sonra efendilerinin kendisine yaşama hakkı tanıması için her türlü canavarlığı yapabileceğini bilmektedir. Beşar Esed’de efendilerinin sözünü dinlemezse sonunun Kaddafi gibi olacağını bilmektedir. Ayrıca kimyasal silahların PATRİOT füze sisteminin yerleştirilmeye başlamasıyla birlikte gündeme gelmesi ve bazı haber ajanslarına göre Suriye’de kimyasal silahların yirmi ayrı noktaya taşınmaya başlaması ABD’nin gönderdiği mesajın Esed tarafından doğru okunduğu anlamına gelebilir. Şimdi ABD’nin bu operasyonu nasıl yapacağını değerlendirmeden önce az önce belirttiğim Hilafet kurulduktan sonra yapılacak operasyonun ABD aleyhine riskli olacağı konusuna açıklık getirmek istiyorum. Birincisi bu operasyonun meşruluğu konusundaki risktir. Bilindiği gibi devletlerarası bir örf olan Selfdeterminasyon (bir milletin kendi geleceğine kendisinin karar vermesi) kavramını en çok savunan ülke ABD’dir. Hilafet ilan edildikten sonra ABD’nin Suriye’ye saldırması hem bu kavramı çiğnemiş olacağından hem de Esed’in düşmüş olmasından dolayı daha önce destekliyormuş gibi göründüğü muhalefete karşı yapılacağından ABD meşruiyet oluşturamayacaktır. Suriye halkının kurulan Hilafet devletiyle bütünleşip devletlerine sahip çıkacağınıda düşünürsek ABD Suriye halkıyla savşmak zorunda kalacak buda sivillerin dokunulmazlığı hususnda meşruiyet sorunu yaşayacaktır. “ABD için meşruiyet önemli değil söz konusu Müslümanlar olunca bunu göz ardı edecektir” şeklinde düşünülebilir. Tamda bu sırada ikinci riski ele almak gerekir. ABD’nin Suriye’ye müdahale etmesi konusunda Türkiye’nin rolü ve önemi büyüktür. Türkiye’nin içinde bulunmadığı bir askeri operasyonun amacına ulaşması imkansızdır. AKP hükümeti zaten Türkiye’nin Suriye’ye girmesi konusunda halk nezdinde kamuoyu oluşuramamışken Esed olmadığı halde nasıl Suriye’ye girebilir? Bu durum Suriye halkını karşısına almak demek olmakla birlikte kendi halkını ve neredeyse tüm Müslümanları karşısına almak anlamına gelir. Böylece ABD’nin Türkiye’yi kullanması zorlaşır ki bu büyük bir risktir. ABD açısından üçüncü risk olarak ABD’nin İslam düşmanı olduğunun açığa çıkamsı olacaktır ki ABD bu hususta zaten sıkıntı çekmektedir. Bu durumda dördüncü risk olan ABD’nin hezimete uğraması sözkonusu olmaktadır. Zira Suriye’de hilafet kurulursa bu sivil halkta oluşan kamuoyu sayesinde olacaktır. Halkın fikirlerinin değişmesi sonucu ortaya çıkmış bir Hilafet Devleti toplumdan bir parça ve halkıyla bütünleşmiş olmasından dolayı Suriye ne Afganistan’a ne de Irak’a benzemeyecetir. Taliban örgütlenmesine dahi zafer kazanamayan ABD nasıl olacakta tüm Müslümanları birleştirici olan Hilafet Devletine karşı savaşmayı göze alacak? Bu dört ana riskin yanında ABD halkının savaş istememesi, yüksek askeri maliyet ve daha pek çok küçük riskler bulunmaktadır. Dolayısıyla ABD’nin Hilafet kurulmadan önce müdahale etmesi daha muhtemel ve daha kuvvetli olmaktadır. Şimdi bu konudaki ABD planlarını deşifre etmeye çalışalım. Yukarıda da dediğim gibi, ABD Esed’in tam düşmek üzere olduğu sırada, NATO ve Türkiye’yi kullanarak Suriye’ye müdahale edecektir. Yüzde yüz olmasa da ABD’nin harekete geçmesi için Esed kimyasal silahları kullanacaktır. Ama ABD’nin çok iyi bildiği bir şey varki Esed’i kendi elleriyle devirse bile Suriye halkı ve tırnaklarıyla devrim kazanan ve bedel ödeyen Mücahitler, Esed sonrası rejimin devam etmesini istemeyecek ve İslamî bir devlette ısrarcı olacaklardır. Bundan dolayı kâfir ABD Suriye’ye girdiğinde, hem Esed güçlerine karşı hemde silahlı grupları terörist ilan edip bu İslamî yönetim isteyen mücahitlere karşı savaşacak düşüncesindeyim. Silahlı muhalif grupların 18 yaş altı çocukları asker olarak kullanmasını savaş suçu olarak gündeme getirmeleri veya Özgür Suriye Ordusu’nun yaptığı bazı infazları yine savaş suçu olarak kabul etmeleri, muhalif grupları, özellikle İslamî bir yönetim isteyenleri, ABD’nin terörize etmeye çalıştığını gösteren bazı ipuçları niteliğindedir. Yani kâfirler tüm dünyaya hem Ese’i hemde muhalefeti cani olarak kabul ettirme çabasında olduğu yapılacak operasyonun iki tarafa birden olacağı anlamına gelmektedir. Kâfir ABD bu şerir planı çizerken Rusya ve İran’ı da razı edecek şekilde ve hem Esed’i ortadan kaldırmak hemde Suriye halkının Hilafet Devleti kurmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Ancak bu şekilde Türkiye’nin kullanılması ve Esedci devletlerin gönlü alınabilir. Birkaç ay içerisinde Esed’in Türkiye’ye kimyasal başlıklı füze atması sonucu NATO ve Türkiye’nin Suriye’ye girdiğini gördüğümüzde bizim açımızdan bu sürpriz olmayacaktır. Ancak heyhat ki Suriye çoktan körük gibi olmuştur ki kendi içindeki pislikleri dışarı attığı gibi dışarıdan gelecek pislikleri de hiç kabul etmeyecektir. ABD’nin durumu çölde serap gören kimsenin durumu gibidir ki su zannettiği şeyin yanına vardığında karşısında Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın mücahitlere yardım olarak gönderdiği nişanlı melekleri bulacaktır. Keşke bilselerdi…
  11. Mahmut Kar 05.12.2012 Yarın ne söyleneceğine ilişkin Obama ile henüz bir telefon görüşmesi yapılmadı. Dünümüz, bugünümüz ve yarınımız hiçbir zaman ne Erdoğan’a ait oldu ne de bize ait oldu. Dünümüzü belirleyenler, bugünümüze hükmedenler yarınımız hakkında söz söyleme yetkisini kendilerinde bulunduruyorlar. Bize ait hiçbir şey kalmamış. Öyle ki, bize sadece, bize ait olmayan kötü dünü iyi görmek düşmüş. Bugünün iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu değerlendirecek zaviyeden yoksun bırakılmışız. Yarın için ise hiçbir zaman bir planımız olmamış ki söylenecek sözümüz de olsun... Tüm bu ifadeleri Türkiye’de yaşayan Müslümanlar adına kullanıyorum. Çünkü Müslümanlar şu anda “dün dündür, bugün bugündür” diyen bir Başbakan’ı henüz tanıyamamış ve anlamlandıramamış durumdadırlar. Etrafımızdaki insanların kişiliğinin ve şahsiyetinin nasıl olduğunu, onlarla sosyal ve ekonomik ilişki içine girdiğimizde anlarız. Yani insanları onlarla ilişki kurabildiğimizde tanıyabiliriz. Aslında insanların yöneticiler ile olan ilişkileri de bu yönde bir tanımayı gerektirir. Lakin Müslümanlar öylesine fikri ve siyasi bir sarhoşluk içindeler ki tanıma ve tanımlama kabiliyetlerini kaybetmiş durumdalar. Halk değimiyle körü körüne âşık olmuş durumdalar. Eskiden halkın gözünün içine baka baka yalan söyleyen, gerçekleşmesi mümkün gözükmeyen seçim vaatlerinde bulunan siyasi kişilikler vardı. Seçimlerden sonra tüm vaatlerini unutarak halkın karşısına çıkıp “dün dündür, bugün bugündür” diyebilen “cesur”(!) liderler vardı. Eskiden halk siyasilere takım tutarcasına bağlıydı. Öyle ki bu tür vaatler veren Süleyman Demirel Türkiye’de defalarca hükümet kurma başarısını gösterebilmiştir. Şimdilerde ise gelişen iletişim olanakları ve bilgi çağı ile Müslümanların daha bilinçlendiği söyleniyor. Lakin değişen bir şey yok gibi. Çünkü halk, gelişmeleri, açıklamaları ve sözleri değerlendirme kabiliyetini kaybetmiş durumda. Değerlendirme kabiliyetine sahip olanların ise değerlendirme ölçüleri bir değil maalesef. Nihai olarak asıl bahsetmek istediğim konu şu: Başbakan Erdoğan daha önce herhangi bir gün yaptığı açıklamanın hemen sonrasında aradan haftalar geçmeden o açıklama ile örtüşmeyen başka bir açıklama yapıyor. Sonradan yaptığı açıklama önceki açıklaması ile çelişki içerisinde olmasına rağmen Başbakan’ın bu iki açıklaması da alkışlanıyor. İşte ben, bu makalede bazı örnekler üzerinden bu konuyu sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum. Dün böyle demişti: “Libya’da NATO’nun ne işi var?” 28 Şubat 2011’de yaptığı bir konuşmada Başbakan aynen şu sözleri sarf ediyor: “NATO Libya ya müdahale etmelidir diyorlar. Böyle saçmalık olur mu? NATO’nun ne işi var Libya da?” Bundan tam 21 gün sonra 21 Mart 2011’de yaptığı başka bir konuşmada ise aynen şu sözleri söylüyor: “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir.” Başbakan’ın bu sözleri yüzeysel bir değerlendirme ile değerlendirilip üzeri örtüldü. Kimse 21 günde bu kadar çabuk ve keskin bir dönüş yapan Başbakan’ın niçin bunu yaptığını sorgulamadı. Aslında bu açıklamaların her ikisini de Başbakan Erdoğan’ın yaptığını söylemek yanlış olur. Evet, bu sözler onun dudaklarından döküldü. Lakin bu sözlerin asıl sahibi Başbakan değildi. Bu sözlerin asıl sahibi, Libya’da siyasi ve ekonomik nüfuz elde etmek için dakik girişimlerde bulunan ABD’dir. ABD önce Fransa ve İngiltere’nin Libya’ya NATO müdahalesini engellemek için ilk mesajını verdirdi. “NATO’nun ne işi var Libya da?” Fransa ve İngiltere’nin Libya meselesindeki aceleciliğini ve hızlılığını görünce hemen siyaset değiştirdi ve NATO müdahalesine ortak oldu. İşte 21 gün sonra yapılan ikinci açıklama bunun için yapılmış oluyordu. Sonuç; hiçbir şey bize ait değil, dün de bugün de… Dün böyle demişti: “BM’nin adaletine inanmıyorum.” Başbakan Erdoğan, Yahudi varlığı “İsrail’in” Ğazze saldırıları sonrasında kınama kararı almadığı ve “İsrail’e” yaptırım uygulamadığı için BM’ye ve O’nun adaletine güvenmediğini şu sözlerle açıkladı “Ben BM’nin adaletine inanmıyorum”. Başbakan bu açıklamayı 20 Kasım 2012’de Parti Grup Toplantısında yaptı. Aradan uzun bir zaman geçmedi. 29 Kasım 2012’de BM Genel Kurulu’nda Filistin’in Üye Olmayan Gözlemci Statüsü kabul edilince, Başbakan 04 Aralık 2012’de yine bir Parti Grup Toplantısı’nda şunları söyledi: “29 Kasım 2012 tarihi, Filistin tarihinde dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. Bu tarihi bir gündür.” Nasıl oluyor da dün adaletine güvenmediği BM’nin bugün Filistin için aldığı bu kararı yerinde tarihi bir karar olarak görüyor. Aslında gören de konuşan da yine Başbakan değil. Ğazze saldırıları sürecinde BM’nin bu toplantıyı yapacağı önceden belliydi. ABD bu toplantıda BM Genel Kurulu’nda iki devletli çözüm planı için daha güçlü bir karar çıkarmak istiyordu. Bunun için de BM üzerinde genel bir kamuoyu oluşturmak istiyordu. İşte Erdoğan’ın ilk açıklaması buna yöneliktir. İkinci açıklama ise zaten iki devletli çözüm planına hizmetin göstergesidir. Bugün böyle dedi: “Türkiye toprakları NATO topraklarıdır.” Başbakan Erdoğan 08 Kasım 2012’de gittiği Endonezya gezisinde gazetecilerin, “Türkiye’nin NATO’dan Patriot füze talebi olmuş, ne diyorsunuz?” sorusuna karşılık “NATO’dan sınıra füze talebimiz olmadı. Bu iddialar asılsız. Bu füzeyi alma konusunda karar verecek merci biziz. Benim böyle bir şeyden haberim yok. Bu Dışişleri kim? Böyle bir şeyden haberimiz yok.” dedi. Daha sonra 21 Kasım 2012 tarihinde Pakistan’da gerçekleştirilen D-8 zirvesinde ise şöyle bir açıklamada bulundu: “Dördüncü maddeye göre bizim topraklarımız NATO’nun topraklarıdır. Savunma esaslı olmak üzere böyle bir adım atılmaktadır.” Peki, Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarındaki bu çelişki neden kaynaklanıyor? Çünkü Türkiye üzerinde siyaset güden dış güçler, gerektiği zaman Başbakan ile görüşmeden Türkiye toprakları üzerinde karar alabiliyorlar. Eğer ki bu, Suriye’de kurulması muhtemel bir Hilafet Devleti korkusu için ise, Patriot füzelerinin Türkiye topraklarına yerleştirilmesi için Erdoğan ile görüşmeye bile gerek olmayabiliyor. Hülasa Başbakan Erdoğan her konuşmaya başladığında Batı’ya ve Kapitalist güçlere meydan okurcasına naralar atıyor. Ama aynı Başbakan İslam toprağı bu beldeyi NATO’nun üssü haline getirebiliyor. Irak, Afganistan ve Suriye’de katledilen çocukların hesabının sorulması gerektiğini söyleyen Erdoğan, Irak ve Afganistan işgalcisi NATO’nun Kara Kuvvetler Komutanlığı’nın İzmir’e taşınmasına onay verebiliyor. Her açıklamasında Suriye halkının yanında olduğunu açıklayan Erdoğan, yarın Suriye’de Müslümanların kuracağı İslamî Hilafet Devleti’ne karşı tehdit olarak NATO füzelerini sınıra yerleştirebiliyor. Dedik ya Başbakan için dün dündür, bugün bugündür. Yarını ise Allah’tan başkası bilemez.
  12. Hakan Bolat 04.12.2012 İnsanın hüküm koyduğu ve toplumsal alakaları, kanunlarını kendinin belirlediği demokratik sistemlerde her zaman karşılaşılan sistem sorunu toplumun gelişmesi ve kalkınmasın da önemli etkenlerden biridir. Ne var ki laik sitemlerin temelinin hatalı bir fikir üzerine bina edilmesi böylesine önemli bir sorunu çözmeye her zaman yetersiz kalmaktadır. İnsanların nasıl yönetileceği ve bu işin nasıl yapılacağı fikri ve metodu eğer İslam’ın teşri kaynaklarına göre yapılmadığı takdirde her zaman ihtilafa, çelişkilere ve çatışmaya düçardır. Toplumu ilgilendiren bu temel hadisenin çözüme kavuşturulmamasından dolayı sosyal, ekonomik, adalet, askeri birçok toplumsal mesele yakından etkilenmektedir. Çünkü nizamın vazifesi olan icra mekanizması kitlenmektedir. Kitlenen mekanizma toplumun maslahatlarını tatmin etmekte yetersiz kalmakta ve yanlış tatminler ile huzursuzluklar çıkararak köhne bir yapı haline gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ve diğer ulus devletlerinde görüleceği üzere adalet, iktisat, gelir dağılımı, sosyal ilişkiler bir türlü insanları mutlu etmemektedir. Laik-demokratik yapıların sistem tartışmaları sadece Türkiye'ye özgü değildir. Bu tartışmalar bütün ulus devletlerinde yaşanmaktadır hatta birçoğunda kanlı değişimler ile gerçekleşmiştir. Türkiye'de toplumsal-siyasal istikrarsızlık bir türlü giderilemediğinden kamuoyu uzun zamandır parlamenter, yarı başkanlık, başkanlık sistem tartışmalarında kitlenmektedir. Konumuz bu sistemlerin fasitliğinden çok Türkiye’deki siyasetçilerin özelliklede AKP nin önümüzdeki süreci yani cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde sistem değişikliği olup-olamayacağına dairdir. Türkiye’de başkanlık sistemini veya yarı başkanlık sistemini isteyen cenahın kısaca dayandıkları görüşler; 1) Siyasi istikrarın sağlanması; parlamenter sistemlerde koalisyon hükümetlerinin ülkede istikrarı sağlayacak iradeyi oluşturamaması. 2) Koalisyon hükümetlerinin secim korkusundan icatlarda cesur davranamaması 3) Hükümetlerin kısa süreli olması nedeni ile kurumlara etki edecek siyaseti ulaştıramaması 4) Dünyadaki ekonomik, siyasi, askeri, sosyal değişmeleri kriz dönemlerinde hızlı ve etkin bir müdahale yapılabilmesi. 5) Tarihsel bağlarımızın parlamenter sisteme uygun olmaması. 6) Parlamenter sistemde darbe girişiminin kolay olması, Başkanlık sistemi yada yarı başkanlık sistemi diktatörlük ve askeri darbeye engel olunabileceği ve demokrasinin kesilmemesi 7) Etnik gurupların başkanlık yada yarı başkanlık siteminde hak taleplerinin krizlere yol açmadan çözüme kavuştura bilmesi 8) Yurtdışında temsil gücünü daha da artırılması. Türkiye’de parlamenter sistemi istemeyen cenahın dayandıkları görüşler ise; 1) Parlamenter sistemde güçler ayrılığının eşit dağıtıldığı fakat diğer sistemlerde yürütmenin çok güçlenmesi. 2) Siyasi Partilerin işlevinin ortadan kalkacağı ve iki siyasi partinin sistemde var olacağı. 3) Başkanlık sisteminin yada yarı başkanlık sisteminin Türkiye konjonktürüne ve toplumsal yapısına uygun olmadığı. 4) Parlamenter sistem tıkanması ve yasama yolunun kapatılması. 5) Laik sistemin bu yapı ile tatbikinin daha kontrollü olacağı. 6) Başkanlık ve yarı başkanlık sisteminde ayrılıkçı yapıların zemin bulacağı Öncelikle AKP’nin böylesi kapsamlı ve önemli bir değişikliği gerçekleştirebilecek toplumsal tabanda mutabıklığı sağlaması gerekmektedir. Hükümet sistemi değişikliği, geniş tabanlı bir uzlaşmayı gerektirir. Bu uzlaşma zemini oluşturmak için sadece meclis de temsil edilen siyasi partilerin değil, meclis dışındaki partiler, STK ve diğer kurumlarla da mutabakata varılması gerekir. Fakat şuan gözüken o ki böylesi bir mutabakattan bahsedecek malumatların oluşmadığı yönündedir. Vakıada ise başkanlık sistemi ile alakalı günü birlik politikalardan ve hamaset siyasetinden başka bir gelişme tespit edilememektedir. Evet bütün bu ihtilaflara ve kutuplaşmalar bir yana Peki parlamenter sistemden vaz geçilir ise Türkiye başkanlık veya yarı başkanlık sistemine ne zaman geçebilir, geçebilmesi için hangi kanunları değiştirmelidir. Şüphesiz temel unsurlarda yapılması hedef edinilen değişiklik, kurmasal yapılarda birçok normları da etkilemesi öngörülmektedir. Uluslararası hukuk uzmanı Krasner; “kurumsal taşmanın genişleme (breadth) boyutu, bir kurumun diğer kurumlarla olan bağlantısına işaret eder. Bir kurumun yatay bağlantıları (horizonta! linkages) öylesine yaygın ve yoğun olabilir ki, bu kurumda bir değişiklik yapılması diğer pek çok kurumda da değişiklik yapılmasını gerektirir. Stephen Krasner, "Sovereignty: AnInstitutional Perspective," Siyasi partiler kanunu, yürütme erki bunlara dayalı yüzlerce kanun, tüzük ve yönetmeliğin değişmesinden tutun Cumhurbaşkanı’nı görev ve yetkilerine kadar birçok değişikliğin yapılması gerekmektedir. Bütün bu değişikliklerin yapılması AKP hükümetini aşmasının yanı sıra Türkiye’nin iç ve dış sorunlarından kurtulup böylesi kapsamlı bir süreci Cumhurbaşkanlığı (2014) ve genel seçim (2015) tarihlerine yetiştirmesi siyasi bürokrasi açısından imkânsız gözükmektedir. Hal böyle olunca, o vakit Türkiye bu iki önemli seçimi parlamenter sistem ile tamamlamak ve devam etmek durumunda kalacaktır. Bu durumda da Tayip Erdoğan parlamenter sistemdeki Cumhurbaşkanlığı görevine razı olmaktan başka seçeneği kalmadığı gözükmektedir. Onun için Abdullah Gül’ün razı edilip arka saflara gönderilmesi gerekmektedir. Ki kamuoyuna yansıyan tartışmalarda da Tayip Erdoğan’ın bu çalışmayı başladığının sinyalleri gözükmektedir. Bu aşamada tek soru kalıyor. Başbakan kim olacaktır. Bu konuda AKP’de birden fazla isim zikretmek çok kolay gözükmektedir. Fakat isimden ziyade Tayip Erdoğan ve Başkanlık sistemine geçişin seçimlerden sonra sorunsuz yaşanması için Başbakan olacak kişinin isminden çok sıfatı önem arz etmektedir. Tayip Erdoğan’ın tahakkümünden çıkmaya cesaret edemeyecek, Onun siyasi gölgesinde varlığını sürdürebilecek sıfatta bir Başbakan’ın ihtiyacı Amerikan siyasetinde hâsıl olacağı gözükmektedir. Kaynak:
  13. Osman Yıldız 03.12.2012 Suriye konusu yaklaşık iki yıldır değişmeyen gündem maddesi olarak yerini korurken iki haftadır da Türkiye’ye yerleştirilmek istenen Patriotlar gündemi meşgul etmektedir. Son gelinen aşamada tüm bunlar ne anlam ifade etmektedir. Bu konular üzerine durmaya çalışacağım. Suriye: Suriye’de yaşanan gelişmeler bugün tüm İslam ümmetinin imtihandan geçirildiği bir mesele halini almıştır. Maalesef kundaktaki bebeklere varana kadar insanlara kan banyosu yaptıran vahşi, laik Baas rejimi yaklaşık iki yıl olmasına rağmen hala ayakta durmaktadır. Onu ayakta tutan hiç şüphesiz Kafir ABD ve bölgede onunla işbirliği içerisinde olan devletler olduğunda ise şüphe yoktur. Suriye’de ki devrimi çalmaya yönelik ABD’nin bir çok girişimi olmasına rağmen her seferinde siyasi bilinç ve basirete sahip olan Suriye’de ki devrimci liderler onun bu kürtaj girişimlerini sonuçsuz bırakmışlardır. Hillary Clinton’ın “Ulusal Konsey yalnız başına muhalefeti temsil etmeye elverişli değildir” açıklaması ile birlikte kendi başarısızlığı olan SUK (Suriye Ulusal Konsey) girişimini böylece tasfiye ederek yeni bir oluşum için düğmeye basmıştır. ABD’nin Şam Büyükelçisi olan Robert Ford planını Riyad Seyf planı olarak değiştirip yeni bir oluşum için çalışmalara başlamış ve Katar’da yapılan toplantının akabinde “Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu”nu (SDMK) kurmuşlardır. Bu Konsey’den daha sonra Geçici bir Hükümet ve Askeri bir yapı oluşturulmak istenmektedir. Suriye kıyamı; vahşi Baas rejimine Batı’nın kültür ve hadaratına yönelik bir ayaklanma olduğu için planda değişikliğe giden ABD, yeni oluşturduğu Koalisyonun başına da eski bir imam olan Muaz El Hatib’i getirdi. Hatib Katar’da yapılan son toplantının ardından yaptığı konuşmada “medeni devlet” (demokratik) istediklerini ve Suriye halkından da kendilerini tanımaları yönünde çağrıda bulunarak, hızını alamamış ve Cuma ismi olarak da “Obama korkma biz bu Koalisyonu tanıyoruz” isminin verilmesini istemiştir. Gerek daha önce kurulan SUK olsun gerekse yeni oluşturulan SDMK olsun ikisi de izzet ve şerefi, yardım ve zaferi Allah (Subhanehu ve Teala)’dan değil, kafir Batı ve işbirlikçileri olan bölge devletlerinde aramaktadırlar. Muaz El Hatib’in geçmişte bir takım güzel hasletlerinin olması bu şer Koalisyonunu temize çıkarır mı? Medeni bir devlet kurmayı “İmam” Suriye halkına sordu mu acaba? Suriye halkı meydanlarda demokrasi diye ne zaman slogan attılar? Bu Koalisyon’da diğer SUK’un devamı niteliğindedir. O halde Türkiye’deki İslam’i cemaat, grup ve STK’lar bu tuzağı neden görmüyor ya da görmek istemiyor. Kaldı ki Suriye’de mücadele eden devrimci liderler bu Koalisyona gereken cevabı geçtiğimiz haftalarda vermediler mi? O halde, devrimi tırnaklarıyla kazıyan Suriye halkına, bizde ABD ve bölge devletleri gibi mi bakacağız? Şöyle mi diyeceğiz? Eğer siz Laik demokratik bir geçiş sürecini kabul etmezseniz sizi bizlerde tanımayız ve fitne olarak kabul ederiz. Böyle mi diyeceğiz? Irak’tan, Taliban’dan, Cemalettin Kaplan’dan örnekler vererek Müslümanların hiçbir şeye güç yetiremeyeceği anlayışını mı pazarlayacağız? Suriye’de İslam Devleti kurmak için mücadele ettiğini ilan eden kardeşlerimize paniğe kapılarak sadece maslahat ilişkisi ile Suriye’ye bakan devletler gibi mi davranacağız? Subhanallah… Velhasıl bu Koalisyon Suriye halkının cinsinden değildir. Suriye halkının “Allah (Subhanehu ve Teala)’dan başka kimseye secde etmeyeceğiz” sözünün ne anlama geldiğini de anlayamazlar. Patriot Füzeleri: Konu ile ilgili ilk bilgi Reuters gazetesinden geldi. Başbakan Erdoğan’a bu soru sorulunca “Sağır duymaz uydurur cinsinden Reuters böyle bir haber yapıyor” diye cevap verdi. Ardından Başbakan Erdoğan, "Füzeyi alma noktasındaki karar verici makam biziz. Benim böyle bir şeyden haberim yok" dedi. Konuyla ilgili açıklama yapan Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise “NATO'nun her türlü riske karşı alınabilecek önlemleri değerlendirdiğini” söyledi. Davutoğlu açıklamasında “bu tür risklere karşı bazen talep etmeden de önlemlerin alınmasının normal olduğunu” söyledi. Gerek Türk jetinin düşürülmesinde gerekse Akçakale saldırılarında NATO 4. Madde kapsamında toplanmış ve bu girişimleri kendisine yönelik bir tehlike olarak görmemiştir. O halde ne oldu da NATO Türkiye’deki yöneticilere sorma gereği dahi hissetmeden böyle bir karar aldı? Konuyu daha iyi anlamak için 2010 yılında Portekiz'in başkenti Lizbon'da NATO ülkelerinin katıldığı zirveye ve onun siyasi sonuçlarına bakarsak daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim. Bu zirvede ABD kendi hegemonyasını özellikle Batı Avrupa’ya dayatmış ve Rusya’nın da kendisine yönelik tepkisini hafifletmiş olarak çıkmıştır. Füze kalkanı projesi, Amerika'nın Avrupa üzerinde tam bir hegemonya kurmasına yönelik bir sistem olmakla birlikte İslami beldelere yönelikte bir plandır. Müslümanlara yönelik olan bu planın daha önce Füze Kalkanı bugünde Patriot’ların Türkiye’ye kurulmasıyla işleme konulduğunu görüyoruz. Körfez savaşı ve Irak’ın işgaliyle daha öncede iki defa kurulan Patriot’lerin yeni algıladığı tehdit gerçekten nedir? Suriye’deki direnişçilerin ellerindeki hafif silahlarla bile köşeye sıkıştırdığı Baas rejimi gerçekten Türkiye ve NATO için tehlike midir? Tüm bu gelişmeler Suriye’deki yükselen İslami arzunun neticesi gereğidir. Suriye’de İslam’ın bir hayat nizamı olarak tekrar dönme sancılarının başlamasının neticesinde yaşanmaktadır. Yani NATO’nun tehlike olarak gördüğü İslam’ın et ve kemiğe bürünerek onun tatbik metodu olan Hilafet devletinin doğuşunun çok yakın olduğunu hissetmesidir. Bu yüzden hem askeri hem de siyasi çalışmalarını hızlandırmıştır. Beşşar Esed’e alternatifi olmadığı için Kafir Batı bugüne kadar mühlet üstüne mühlet verdi. En son Robert Ford’un yaptığı planla birlikte bir koalisyon oluştu ve bu koalisyona para, bilgi, uzman gibi kapılar açıldı. Ayrıca bu koalisyonun reklam ve propagandasını yapmaya başladılar. Meşruiyet sağlamak için ise, bölgesel ve Uluslararası konferanslar düzenlemeye ardından, meşruiyet sağlandıktan sonra BM ve Güvenlik Konseyi gibi kuruluşlarda kararlar çıkmaya başlar. Başbakan Erdoğan bir takım hamasi söylemlerle işlediği bu cürümün üzerini örtmeye çalışmakta ve mugalata yapmaktadır. Şunu çok iyi bilmelidir ki artık Müslümanların bu hamasi söylemlere karnı toktur ve inandırıcılığı da kalmamıştır. Kaynak: KÖKLÜ DEĞİŞİM
  14. HAKSÖZHABER.NET 01.12.2012 Esed güçlerinin saldırılarında 30 Kasım Cuma günü Suriye genelinde 138 kişi katledildi. Suriye’de Esed’e bağlı güçler şehirleri bombalamayı sürdürüyor. Suriye yerel Koordinasyon Komiteleri 30.11.2012 tarihinde Esed güçlerinin Suriye genelinde sebep olduğu ölümlerin sayısını 138 olarak verdi. Katledilenlerin 13’ü çocuk, 5’i kadın… 70 kişi Şam ve çevre semtlerinde katledildi. Bunların 25’ini Beyt Lahm’daki katliamda ölenler oluşturuyor. 22 kişi Halep’te, 17 kişi Dera’da, 10 kişi Deyr ez-Zor’da, 10 kişi İdlip’te, 8 kişi Humus’ta ve 1 kişi Hama’da katledildi. Geçtiğimiz gün misket bombasıyla 11 çocuğun katledildiği Daraya yakınlarındaki Deyr el-Asafir köyünde aynı aileden 5 kişi, evlerine atılan füzede can verdi. (1. Video) Uzun süredir kuşatma altında bulunan Humus’a bağlı Telbise’den gelen bir görüntü ise Baas güçlerinin vahşi saldırılarının kimlere yönelik olduğunu kaydeden örneklere eklendi. (2. Video +18) Öte yandan Suriye’de internet ve telefon hatlarında ciddi kesintilerin olduğu ve birçok yerin bombalandığı akşam saatlerinde gelen haberler arasında… Uluslararası Havaalanı Etrafındaki Çatışmalar Sürüyor... Özgür Suriye Ordusunun Şam’da bulunan Uluslararası Havaalanına dönük operasyonu devam ediyor. Çatışmalar havaalanının batısındaki Madrec semtinde yoğunlaşıyor. Direnişçilerin bazı askeri lojmanları bombaladığı ve havaalanına giden 3. ve 4. köprü yolunu ele geçirdikleri gelen haberler arasında. Bugünkü çatışmalarda Suriye nizami ordusuna ait 4 tankın imha edildiği öğrenildi.
  15. CİHAN 01.12.2012 Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Başkanı İbrahim Yetkin, ‘Gıda Terörizmi’ olarak nitelendirdiği hileli gıdalar konusu ile hazırladıkları raporu açıkladı. Dernek olarak 1 aylık yoğun bir çalışma sonucu hileli gıda larla ilgili 51 yöntem tespit ettiklerini kaydeden Yetkin, “Kıymalı pide ye domuz kıyması karıştırılıyor. Kuru üzümler kurutulmadan önce mazota bulanarak haşerelere karşı önlem alınıyor. Eski dönerlerin üzerine yeniden et konularak satılıyor. Yağ ve kemik külünden lahmacun yapılıyor. Kaçak çay lar kimyasal renklendiriciler hatta domuz kanıyla renklendiriliyor.” iddialarında bulundu. TZDK Başkanı Yetkin, hileli gıdalar konusu ile ilgili bir basın toplantısı düzenledi. Yetkin, “Bu çalışma hileli gıda raporudur. Önemli ve ciddi bir konudur. Bu artık bir sektördür. Hileli gıda lar sektörü olarak ülkemizde çok ciddi olaylar bulunuyor. Ülkemizde 43 bin kayıtlı gıda üreticisi var. Bunun dışında kayıt dışı firmaların oluştuğu 450-500 bin civarında üretin, satan ve işleyen bir sektör var. Bu sektörün bu kadar büyümesi ve devasa bir hal almasında ilk sorun denetim. Denetim yapılmadığı sürece bu alır başını gider.” diye konuştu. Gıda denetimi konusunda yetkili kurumun Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olduğunu belirten Yetkin, “500 bin civarında işletmeyi denetlemekle görevli denetçi sayısı 5 bin. Bu ekiplerin önemli çalışmaları var. 6-7 aydır bakanlık yeni bir yöntem geliştirdi. Artık teşhir ediyor firmaları bu önemli bir çalışma. Ama denetim elemanlarını işi çok zor. Her yer de üretim var bu kolay bir iş değil.” dedi. Kayıtlı 21 bin 600 firmanın denetlendiğini belirten Yetkin, “Bu denetimlerde ancak 9 bin 100 firma olumlu rapor almış. Denetim açısından söylenebilecek olan denetim elemanlarının sayısının arttırılması ve denetim için kolay tespit edilebilecek ‘merdiven altı' tabir edilen üretim birimlerine ağırlık verilmeli.” şeklinde konuştu. Dernek olarak 1 aylık bir çalışma sonrası yaptıkları araştırma sonucunda en sık rastlanan ve en güncel 51 hileli gıda üretme yöntemi tespit ettiklerini anlatan Yetkin tespit edilen hileleri şu şekilde sıraladı: “Yüzde 100 dana eti diye satılan sucuk larda at ve eşek eti kanatlı eti kullanılıyor. Uzun soyulmuş sosis e kanatlı eti, yabancı doku ve iç organ katılıyor. Sucuk salam imalatında kullanılan sarımsak kireç suyuyla soyuluyor. Tereyağına bitkisel yağ katılıyor. Yoğurt a bitkisel yağ ve jelatin katılıyor. Yağlı tulum peynirine nişaşta katılıyor. Süzme çiçek balına fruktoz, glikoz ve darı şeker pekmezi katılıyor. Hazır kıymaya sakatat katılıyor. Kıymalı pideye domuz kıyması karıştırılıyor. Şekerlemelerin içine domuz jelatini katılıyor. Süte su katılıyor. Küp şekeri kalıp haline getirmek için mumsu maddeler kullanılıyor. Çikolataya hayvan yeni olarak kullanılan soya tozu, leblebi tozu ve fındık zarı katılıyor. Tatlılara antep fıstığı yerine bezelye ve yeşile boyanmış yer fıstığı katılıyor. Kuru üzümler kurutulmadan önce mazota bulanarak haşerelere karşı önlem alınıyor. Eski dönerlerin üzerine yeniden et konularak satılıyor. Yağ ve kemik külünden lahmacun yapılıyor. Kaçak çaylar kimyasal renklendiriciler hatta domuz kanıyla renklendiriliyor.” "LABORATUVARLARA BAŞVURU YÜZDE 500 ARTTI" Gıda maddelerinin pahalı olduğu, kayıt dışılığın önlenemediği ve denetimlerin yeterli olmadığı sürece bu gibi sorunların devam edeceğini anlatan Yetkin, “Türkiye'nin sosyal yapısına da bağlı yoksul kesim bile bile ucuz olduğu için alıyor. Bu konuda Tüketici Örgütleri duyarlı. Biz ancak toplumu bilgilendirmekle görevliyiz. Bu toplantılar sonucu bile vatandaşımız yeterli bilinçlenince önemli bir duyarlılık gösteriyor. Mesela son dönemlerde Gıda Bakanlığı teşhir sürecini başlattı. Bu süreç başladıktan sonra insanlar ürün kontrolüne ciddi önem gösterdi. Gıda tarım bakanlığının akredite olmuş laboratuvarına önceden günde 100 başvuru gelirken son dönemlerde bu rakam yüzde 500 artarak 500 başvuruya çıktı.” ifadelerini kullandı. Kaynak:
  16. TRT 01.12.2012 Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın şüpheli ölümüyle ilgili yürütülen soruşturma devam ederken çarpıcı bir bilgi ortaya çıktı. Zirve Yayınevi davasının gizli tanıklarından İlker Çınar'ın 9 ay önce Özal'ın ölümüyle ilgili ifade verdiği ve Özal'ın zehirlendiğini söylediği belirlendi. Gizli tanık Çınar'ın kullanıldığını söylediği zehirler ile iddia konusu otopsi sonucundaki zehirli maddeler birbiriyle aynı. Merhum Cumhurbaşkanı Özal'ın ölümüyle ilgili soruşturmayla ilgili ilginç bir gelişme yaşandı. Malatya'da devam eden Zirve Yayınevi davasının hem sanığı hem de gizli tanığı olan İlker Çınar’ın, Özal’ın hangi maddelerle zehirlendiğini 9 ay önce tek tek açıkladığı ortaya çıktı. Savcıya 5 Şubat'ta ifade veren Çınar, “Kalp krizine yol açacak ilaçlardan olan Polonyum 210 ve Amerikyum 241 isimli radyoaktif ilaçlar Turgut Özal’a verilmişti” dedi. Çınar'ın adını verdiği zehirlerin, kamuoyuna yansıyan otopsi sonuçlarına göre Özal’ın cenazesinde bulunduğu ileri sürülen zehirlerle aynı olması dikkat çekti. Çınar, Özal'ın zehirlenmesinin Ergenekon bağlantılı Türkiye Ulusal Stratejik Hakeretler Dairesi'ne bağlı Beyaz Kuvvetler ile ilgili olduğunu belirtti. Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz tarafından eğitildiğini anlatan İlker Çınar’ın Özal ile ilgili ifadeleri dava dosyasına eklendi. Kaynak:
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.