Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

metehan38

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    80
  • Katılım

  • Son Ziyaret

metehan38 tarafından postalanan herşey

  1. TEK BİR ŞEYE İHTİYACIMIZ VARDIR, ÇALIŞMAK,ÇALIŞMAK VE ÇALIŞMAKTIR. GÜZEL TÜRKİYE’MDE YATARAK FIRSAT EŞİTSİZLİĞİNDEN BAHSEDENLERE İTHAF OLUNUR. "NİÇİN KEMALİST'İM?" Öykümüz Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar. Bir film senaryosu olacak kadar ilginç ve anlamlıdır. Kahramanlarımızın ilki, Paris - İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı... Macaristan'da genç bir bayanla tanışır. Bir yıl sonra aynı yere yeniden gelir, ona evlenme önerir ve evlenirler. İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz. Macaristan'da bir kızı olur. Nermin adını verdiği kızı 5 yaşına geldiğinde, bir gün babasına kızının resmini gösterir: - İşte baba, bu senin torunun!... * * İzmirli işadamı yaşama gözlerini yumduğunda, en büyük dileği, Macaristan'da büyümekte olan kızının birgün Türkçe öğrenmesidir. Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir. Baba ölünce, aile geçim sıkıntısı içine düşer. 14 yaşındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur. Oysa Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır. Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir. Annesinin bile haberi olmadan Türk Büyükelçiliği'ne başvurur. Ona yardım ederler. Pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler... Başı sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir. Sonunda olayı öğrenen annesi de ona hak verince, üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk başlar. Tren, Türkiye topraklarına girerken küçük Nermin bir sorun olur. Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan, ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu anlamakta zorlanırlar. * * Öykü uzun... Küçük Nermin, bir yandan Almanca dersleri verirken öte yandan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal'in parasız kıldığı eğitim olanaklarından yararlanır. İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Gazetecilik yapar...Türkçe'nin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olur. Çağdaş siyaset biliminin Türkiye'ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır. Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar. Ama o, tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye'yi, Türk kadınını, Mustafa Kemal'i savunur, savunur... Oğlunun adını Mustafa Kemal koyar... * * Prof. Nermin Abadan - Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersini bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi... Bir "sürpriz" yapmıştık hocamıza. Duygulandı ve son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yaşam öyküsünü anlattı... Ve sözlerini şöyle noktaladı: - Ben yurdumu da, ulusumu da kendi irademle seçtim!... Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım... Niçin Kemalist olduğumu, niçin milliyetçi olduğumu, öyle sanıyorum ki artık anlamışsınızdır!... Ben çok etkilendiğim bu öyküyü o zamanlar yazdığımda, sonunu şöyle bağlamıştım: "Bu sözleri, parası olanlara Bilkent'i, olmayanlara Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz..." Bakıyorum da aradan geçen zamanda, ne Nermin Hoca'nın öyküsü güncelliğini yitirmiş, ne de benim altına düştüğüm not... Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal'in kendisi gibi!.. Kaynak : A.Taner KIŞLALI - Cumhuriyet, 15 Kasım 1992 ( Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği )
  2. Türkiye’de neler yaşanmıştı ve bugün ile benzer yönleri var mı? Tarih 16 Ağustos 1838 Sadrazam Reşid Paşa, İngiliz elçisi Lord Stratford Canning ile Osmanlı- İngiliz ticaret antlaşmasını imzaladı. Antlaşmayla Osmanlı, iç pazarını tümüyle yabancılara açtı. “Devletçi ekonomiyi” rafa kaldırdı; gümrük vergilerini düşürdü; Osmanlı’yı ucuz ithal mallar cenneti yaptı. On binlerce küçük esnaf iflas etti. Bir yıl sonra; açık pazar haline getirilen ekonomik düzenin gerekli kıldığı mali, idari reformları Tanzimat Fermanı’yla gerçekleştirildi. Sonuç: 1814’de bir İngiliz Sterlini 23 Osmanlı kuruşuydu; 1839’da bir İngiliz Sterlini 104 Osmanlı kuruşu oldu! Osmanlı nüfusu giderek yoksullaşırken, küçük bir azınlık alafranga yaşamın getirdiği tüketime yöneldi. “Araba Sevdası” başladı. O sırada Avrupa sermayesinde de yapısal dönüşüm yaşandı. Mali sermaye büyük güç haline geldi. Bu durum Osmanlı gibi ülkelere sermaye akımını hızlandırdı. Osmanlı da gerek savaş, gerek tüketime yönelik yeni yaşam tarzı nedenleriyle hep borçlandı. İhtiyacı olan parayı Avrupa para piyasalarından buldu. Avrupalı kendi ülkesindeki yüzde 3–4 gibi düşük faiz gelirleri yerine, yüzde 11–12 gibi yüksek faiz veren İstanbul borsasına yöneldi. Sonucu tahmin etmişsinizdir; Osmanlı 1875’de faiz borçlarını ödeyemeyeceğini açıkladı. Avrupa ayağa kalktı. Osmanlı’nın iflasından iki ay sonra, önce Bulgarlar sonra Sırplar ayaklandı. Süreç I. Dünya Savaşı sonuna kadar uzadı. Çünkü emperyal güçler Osmanlı’yı nasıl paylaşacaklarına karar verememişti. Savaş sonucunda, Osmanlı’nın ordusu dağıtılmıştı; ne kara ordusu kalmıştı ne hava ne de deniz gücü. Yaklaşık 325 bin şehit, 400 bin yaralı, 1 milyon 250 bin civarında esir ve kayıp vardı. Ankara’da ise… Silah yoktu. Para yoktu. Döviz yoktu. Hisse senedi-tahvil yoktu. Borç alacak kimse de yoktu. Bu nedenledir ki… Apoletleri sökülmüş, maaşına el konulmuş Mustafa Kemal, kongre için Anadolu’nun tozlu yollarına düştüğünde, erzakında 20 yumurta, 1 okka peynir ve sadece 20 ekmeği vardı. Karşısında sadece yedi düvel yoktu. Hani diyorlar ya, “Mustafa Kemal’i Anadolu’ya para verip gönderen Sultan Vahdettin’dir!” Peki Saray, Düyun-u Umumiye’den 900 bin lira ve Osmanlı Bankası’ndan 1.340 bin lira borç alıp kurduğu Kuvay-i İnzibatiye’yi niye ulusalcıların üzerine sürdü? Mustafa Kemal tarihin yönünü bu şartlarda değiştirdi. Yıl: 1923 -Kapitülasyonlar kaldırıldı. -Osmanlı’nın borçları (1854 itibariyle) kabul edilip yıllar içinde ödenmesine karar verildi. Osmanlı dönemi iç borçlar ve Kurtuluş Savaşı’nda yapılan “Tekalifi Milliye” denilen borçlar da ödenecekti. -Ergani Bakır Madeni’nin devlet tarafından işletilmesine karar verildi. -Atatürk, Hindistan’dan kendi şahsına gönderilen paralarla İş Bankası’nı kurdurdu. -Savaş yorgunu köylüye 8 milyon lira kredi dağıtıldı. Yıl 1924 -Bütçenin önemli gelirlerinden olan ancak köylüyü ezen, geleneksel Osmanlı Aşar Vergisi kaldırıldı. -1937 yılına kadar aralıklarla sürecek Kürt isyanları, Şeyh Said ayaklanmasıyla başladı. -İstanbul’dan kalkan deneme uçağı 3 saat sonra Ankara’ya indi. -Üstünde Türkiye Cumhuriyeti yazan madeni 10 kuruşluk paralar tedavüle çıktı. -Samsun-Çarşamba demiryolu temeli atıldı. Yıl: 1925 -Son 30 yılda kaçakçı-kolcu çatışmalarında 400 bin kişinin öldüğü Tütün Rejisi Fransızlardan alınarak lağvedildi. -Ankara-Yahşiyan; Kütahya-Tavşanlı demiryolu açıldı. -Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. -Atatürk, -köylülere örnek olması için- kendi parasıyla Atatürk Orman Çiftliği yapılmasını sağladı. -İzmir Liman ve Körfez İşleri İnhisarı TAŞ kuruldu. -Menderes köprüsü üzerine ilk betonarme köprü yapıldı. Yıl: 1926 -Emlak ve Eytam Bankası kuruldu. -Kayseri’de uçak fabrikası açıldı. -Alpullu şeker fabrikası açıldı. -Uşak şeker fabrikası açıldı. -Samsun limanının inşaatına başlandı. -Samsun-Kavak demiryolu açıldı. -Serbest bölge kurma girişimlerine başlandı. Yıl: 1927 -Sayım yapıldı. Nüfus 13.5 milyon. Bunun yüzde 83.7’si köyde yaşıyor. Okuryazar oranı yüzde 11 idi. -Bursa dokumacılık fabrikası açıldı. -Yerköy-Kayseri; Ankara-Kayseri; Samsun-Amasya; Samsun-Havza demiryolu açıldı. -Devlet demiryolları ve limanları idaresi kuruldu. -Bünyan dokuma fabrikası açıldı. -Cumhuriyet’in ilk kağıt paraları tedavüle çıktı. -Ankara radyosu yayına başladı. Yıl: 1928 -Ankara çimento fabrikası açıldı. -Amasya Zile; Kütahya-Tavşanlı demiryolu açıldı. -Sirkeci-Haydarpaşa arasında feribot seferi başladı. Türkiye daha savaş ekonomisinin ağırlığından kurtulamadan, 1929 dünya (Wall Street) büyük ekonomik kriziyle sarsıldı.İlkel geleneksel teknikten kurtarılması için makine ithaline büyük kolaylıklar sağlandı. Bunun sonucu 1929’a kadar Türkiye’ye 2500 traktör girdi. Fakat krizden sonra büyük düşüş yaşandı. Makine ithali 1928’de 2 milyon 298 bin lira iken 1933’te 224 bin liraya kadar düştü! Yıl: 1929 -İstanbul’da otomobil fabrikası kuruldu. -Zirai Kredi Kooperatifleri’nin kurulmasına karar verildi. -Ankara demiryolu hattı ve Haydarpaşa Limanı millileştirildi. -Doğu Anadolu’da Muhtaç Çiftçilere Arazi Tevziine (toprak reformuna) karar verildi. -Mersin-Adana demiryolu Fransızlardan satın alındı. -Ankara-İstanbul arasında telefon bağlantısı kuruldu. Yıl: 1930 -Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruldu; ilk üyesi Mustafa Kemal oldu. -Kayseri-Şarkışla; Ankara-Sivas; Emirler-Balıköy; Bolkuş-Filyos; Zile-Kunduz demiryolu açıldı. -Türk parasını koruma kanunu çıktı. -Batı’nın “kuramazsınız” dediği Merkez Bankası kuruldu. -İstanbul Galata Köprüsü’nden geçiş ücreti alınması kaldırıldı. -Düyun-u Umumiye binası hükümete teslim edildi. Yıl: 1931 -Devletçilik ilkesi sadece CHP’nin altı oku olmadı; Anayasa’ya da girdi. -Ankara’da Ziraat Kongresi toplandı. -İthalatın sınırlandırılmasına karar verildi. -Malatya-Doğanşehir; Mudanya-Bursa demiryolu yapıldı. -Kelkit Irmağı üzerine Akçağıl Köprüsü yapıldı. Yıl: 1932 -Tütün Kongresi toplandı. -Kütahya-Balıkesir; Samsun-Sivas; Kunduz-Kalın; Ulukışla-Niğde demiryolu yapıldı. -Türkiye Sanayi Kredi Bankası kuruldu. Yıl: 1933 -Samsun-Çarşamba; Adana-Fevzipaşa tren hattı satın alındı. -Afyon-Antalya demiryolu yapıldı. -Mevduat Koruma Kanunu kabul edildi. -Sümerbank faaliyete geçirildi. -Tefecilerle mücadele etmek için Halk Bankası kuruldu. -Denizyolları devletçe işletilmeye başlandı. - Eskişehir şeker fabrikası açıldı. - İzmir Rıhtım Şirketi devletçe satın alındı. -Ankara-İstanbul tarifeli uçak seferi başladı. Cumhuriyet kadrolarının tüm çabalarına rağmen, Osmanlı’dan beri sürüp gelen dışa bağımlılık, ulusal özel sektörün bir türlü geliştirilmemiş olması, sanayinin kurulmasına pek olanak vermedi. Bu da devlet eliyle gerçekleştirildi. Yıl: 1934 -Sovyetler Birliği ile kredi antlaşması imzalandı -Ankara, Sivas, Konya, Eskişehir’de buğday siloları inşasına başlandı. -Kayseri uçak fabrikasında yapılan 6 uçak Ankara’ya uçtu. -Bursa’da süt tozu fabrikası açıldı. -Bakırköy bez fabrikası açıldı. Konya Ereğli’de bez fabrikasının temeli atıldı. -İzmit kağıt fabrikası kuruldu. -Zonguldak’ta kömür yıkama fabrikası işletmeye açıldı; Antrasit fabrikasının temeli atıldı. -Keçiborlu kükürt fabrikası işletmeye açıldı. -Isparta gülyağı fabrikası işletmeye açıldı. -Kayseri mensucat fabrikası kuruldu. -Halk için ucuz ve dayanıklı ayakkabı üretmek amacıyla Beykoz fabrikası kuruldu. -Turhal şeker fabrikası işletmeye açıldı. -Afyon-Antalya; Diyarbakır-Fevzipaşa; Ortaköy-Bolkuş; Fırat-Yolçatı demiryolu yapıldı. -Üsküdar-Kadıköy tramvay hattının ilk denemesi yapıldı. Yıl: 1935 -İstanbul liman şirketi devletçe satın alındı. -Aydın demiryolu hattı devletçe satın alındı. -Gediz ve Göksu nehirleri üzerine köprüler inşa edildi. -Maden Teknik Arama Enstitüsü ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi kuruldu. -Etibank kuruldu. -Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi kuruldu. -Diyarbakır-Fevzipaşa; Fevzipaşa-Ergani; Ergani-Osmaniye; Çankırı-Atkaracalar; Sıvas-Eskiköy demiryolu yapıldı. -Tarım Satış Kooperatifleri kuruldu. -Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası işletmeye açıldı. -Ankara’da fındık kongresi toplandı. -Nazilli basma fabrikası kuruldu. -İstanbul telefon şebekesi devlet tarafından satın alındı. -Ankara-Zonguldak telefon hattı açıldı. -Ankara’da gaz maskesi fabrikası kuruldu. Yıl: 1936 -Ankara’da Endüstri Kongresi toplandı. -Deutsche Bank’ın elindeki Ergani Bakır Madeni İşletmesi satın alındı. -Ankara Çubuk Barajı yapımına başlandı. -İzmir havagazı şirketi devletçe satın alındı. -İzmit’te ikinci kağıt fabrikasının temeli atıldı. -Ereğli kömür işletmesi devletçe satın alındı. -Erzurum-Sivas; Afyon-Karakuyu; Isparta-Bozönü; Eskiköy-Çetinkaya; Yazıhan-Hekimhan demiryolu yapıldı. -İlk kömür treni Ankara’ya geldi. -Edirne-Sirkeci demiryolu hattı ve Şark Demiryolları devletçe satın alındı. -Gaziantep buz fabrikası açıldı. -Bursa’da Hasanpaşa Köprüsü yapıldı. -İstanbul Haliç üzerine köprü inşaatı temeli atıldı. Yıl: 1937 -Ormanlar devletleştirildi. -Atatürk çiftliklerini devlete bağışladı. -İlk Türk gemisi Belkıs denize indirildi. -İlk Türk denizaltının yapımına başlandı. -Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli atıldı. -Konya bez fabrikası açıldı. -Malatya bez fabrikasının temeli atıldı. -Türkiyle Cumhuriyeti Ziraat Bankası kanunu kabul edildi. -Hükümetçe satın alınan, Toprakkale-Payas; Islahiye- Meydanıekbaz işletmeye açıldı. -Denizbank kuruldu. -Kadıköy su şirketi devletçe satın alındı. -İstanbul-Edirne karayolu açıldı. -Burhaniye-Ayvalık yolu; Sakarya Nehri, Fırat Nehri, Kızılırmak Nehri ve Murat Irmağı üzerine köprüler yapıldı. -Diyarbakır-Cizre; Hekimhan-Çetinkaya; Zonguldak-Çatalağzı demiryolu yapıldı. -Telsiz kanunu kabul edildi. -Türk Hava Yolları İstanbul-Bükreş arasında ilk uçak seferi yapıldı. Yıl: 1938 -Gemlik suni ipek fabrikası açıldı -Bursa merinos fabrikası açıldı. -Divriği demir madenleri işletmesi faaliyete geçti. -İzmir Telefon Şirketi devletçe satın alındı. -İstanbul Elektrik Şirketi devletçe satın alındı. -Sermayesi devlet tarafından verilen KİT’ler kuruldu. -Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu. -İzmir klor fabrikası kuruldu. -Ankara-Erzurum tren hattı Erzincan’a ulaştı. -1923-38 yılları arasında topraksız köylüye toplam 708 bin hektar toprak dağıtıldı. -Ve Mustafa Kemal vefat etti. Şimdi düşünelim lütfen o gün tüm bu imkansızlıklara rağmen yapılabilenler bugün niye yapılamıyor? Çünkü; O bir “kalem” idi. Türkiye bugün “kalemler” ile “silgilerin” çatışmasına sahne olmaktadır!
  3. TÜRK KİMDİR, TÜRKİYE ADI NEREDEN GELİYOR? Türk adının kaynağını bulmak amacıyla yapılan araştırmaların sonuçlarına dayanarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimi uzmanlara göre, Türk adına ilk defa MÖ 14. yüzyılda "Tik" veya "Tikler" şeklinde rastlanılmıştır. Bazı uzmanlar ise bu adın MÖ 14. yy.dan önce de var olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Türkler’in eski dönemlerine ilişkin bilgilerin kökeni çoğunlukla Çin tarihine dayanmaktadır. Çinli tarihçiler MÖ 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsetmektedirler. Bununla birlikte, eski Çin kaynaklarındaki Türk hükümdarlarının ve devletlerinin adları Çince yazılıdır. Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS 6. yüzyılda kurulan Göktürk milleti ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklinde gösterilmiştir. Yani, Türk kelimesini ilk defa resmi olarak kullanan siyasi teşekkül Gök-Türk İmparatorluğu olmuştur. Göktürkler’in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, daha sonra Türk Milleti’ni ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Çin İmparatoru MS 585 yılında, Gök-Türk Kağanı İşbara’ya gönderdiği ta "Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmiştir. İşbara Kağan’ın Çin İmparatoru’na cevabi mesajında da "Türk Milleti’nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" ifadesine yer verilmiştir. Bunlar Türk adını resmileştiren olaylar olarak tarihe geçmiştir. Göktürk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklinde geçmektedir. Türk Budun, Türk Milleti anlamındadır. Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir. Türk kelimesinin anlamı üzerinde de çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şu şekildedir: * Çin kaynaklarında "Tu-küe (Türk)" miğfer olarak yorumlanmakta; İslam kaynaklarında ses benzeşmesine dayanarak terk edilmekte, olgunluk çağı şeklinde değerlendirilmektedir. * Arminius Vambery’nin 19. yüzyılda yazdığı eserlerinde belirttiğine göre, Türk kelimesi "türemek"ten gelmektedir. * Ünlü Alman Türkolog Albert von Le Coq, Türk deyişinin "güç-kuvvet" anlamı taşıdığını ileri sürmüştür. * Bu konudaki diğer çalışmalara göre, Türk kelimesi, "Altaylı (Ceyhun ötesi Turanlı)" kavimlerini tanımlamak üzere 420′li yıllardaki bir Pers metninde görülmektedir. Yine arkeolojik kazılarda bulunan ve 515′li yıllara ait olduğu tespit edilen değişik Pers metinlerinde "Türk-Hun" (Kudretli Hun) tabirinin de geçtiği bilinmektedir. * İran kaynaklarında Türk kelimesinin "güzel insan" karşılığında kullanıldığı belirtilmektedir. * 9. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, "Türk adının Türkler’e Tanrı tarafından verildiğini" belirtmiş; "gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha vurgulamıştır. * Türk kelimesinin "güçlü-kuvvetli" anlamına geldiği, bugün neredeyse bütün tarihçiler tarafından kabul görmüştür. ATATÜRK E GÖRE TÜRK KİMDİR? Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu. Sonra onlara alıştı. Onları babası tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu. Şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. TÜRKİYE * Türkiye adı: "Türkiyr" adı, Türklerin yaşadığı ülkelerin ve Türk devletlerinin adı olarak, Cumhuriyet'ten bu yana değil, 1000 yıldan fazla bir zamandan beri kullanmaktadır. Yabancılar, Türklerin yoğun olarak bulundukları ve hakim oldukları yerlere her zaman Turkhia (Türkiye) demişlerdir. * VI. yüzyılda Bizanslılar bütün Orta Asya'ya "Turkhia", yani "Türklerin ülkesi", "Türklerin yaşadığı yer" diyorlardı. Türklerin Orta Asya'dan batıya doğru yayılmaları sonunda, gittikleri yeni yerlere de "Türkiye" denmiştir. * IX. ve X. yüzyıllarda İtil (Volga) ırmağından Orta Avrupa'ya kadar olan bölgeye de Türkiye adı verilmiştir. "Doğu Türkiye" adı verilen bölgede Hazar Türkleri, "Batı Türkiye" denilen bölgede ise Hunlar'ın bir kolu olan Macar Türkleri yaşıyordu. * XIII. yüzyılda Mısır'da bir Türk devleti kurulduğu zaman, özellikle Kıpçak Türklerinden Baybars'ın yönetiminde genişleyen devletin hâkim olduğu Mısır ve Suriye, yine "Türkiye" adı ile anılıyordu. * Araplar, hem bu bölgeye, hem de Türklerin yoğun olduğu, egemen olduğu diğer bölgelere "Arz-üt Türk" diyorlardı. * "Türkiye" sözüne Latince metinlerde de çok rastlanır. Ünlü gezgin Marko Polo, anılarında Anadolu'dan "Turcia Minor (Küçük Türkiye)", Orta Asya'dan "Turcia Major (Büyük Türkiye)" diye söz eder. * Türklerin Anadolu'ya 1071 Malagirt zaferinden sonra büyük topluluklar halinde yerleşmeye başlamalarından, yani XII. yüzyıldan itibaren, yabancılar Anadolu'ya hep Turcia (Türkiye) demişlerdir. * 1299'da Anadolu'da kurulan Osmanlı Devleti kısa zamanda güçlenip büyüyünce, devletin hakim olduğu bölgeler, devleti kuran Osman Gazi'nin adı ile anılır oldu. Fakat Osmanlı Türkler'in hakim olduğu bölgelere yabancılar hem Osmanlı Devleti, hem Türkiye demeye devam ettiler. Osmanlılar'ın hakim olduğu böglelerin dışında kalan, ama yineTürkler'in yaygın olduğu yerlere, çoğrafi bölge ve ülke adı olarak yine Türkiye, Türk Eli, Batı Türk Eli veya Doğu Türk Eli, Doğu Türkistan, Batı Türkistan denmiştir. * Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden ve hanedanlığın kaldırılmasından sonra kurulan yeni Türk Devleti'nin adı elbette yine Türkiye olacaktı ve Türklerin ülkesine Türkiye denecektir.
  4. Sevgili arkadaşlar, paylaştığınız bu yüce ve kutsal düşünceler için şükranlarımı sunarım. Yazdıklarınızı okudukça tüylerim diken diken oldu ve çok duygulandım, gözlerim doldu.İşte, bizler böyle yüksek karakterli bir milletin evlatlarıyız. Bende sizlerle tamamen gerçek ve ben de kalan, benim için de önemli bir mektubu paylaşmak istiyorum. Umarım yaşananlara bir faydası olur. Sevgiyle kalın.
  5. Sap ile samanı karıştırıp asker ile teröristi aynı kapsamda ele almayın. Çünkü ikisi arasında fark var. Devletin, devlet niteliği diğer dünya devletleri tarafından kabul edilmeyi müteakip yetkili organları ile adına anayasa,kanun vb.denilen düzenlemeler yapar,bu tanımları da burada açık olarak ifade eder. Teröristin devleti söz konusu olmadığından bu şekilde yasal düzenleme yapan ve uluslararası olarak da legal kabul edilen bir kurum yapısına da sahip değildir. O sebeple örnek aldığınız Amerikalıların yaptığı gibi kavramları bilerek ve isteyerek karıştırmayın. Çünkü, onlarda yakın zamanda ''GAZİ'' ve ''ŞEHİT'' kelimelerini her savaş filminde kullanarak insanların akıllarını karıştırmaya başladılar. Yukarıda yaptığım açıklamadan hareketle siz red etseniz de maalesef varlığı devam eden yüce Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi kabul ettiği Kanun Numarası: 211 Kabul Tarihi: 04/01/1961 Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 10/01/1961 Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 10703 sayılı kanunla şöyle tanımlar yapmıştır; Madde 1 - (Değişik madde: 18/06/2003 - 4902 S.K./9. md.) Türk Silahlı Kuvvetleri : Kara (Jandarma dahil), Deniz (Sahil Güvenlik dahil) ve Hava Kuvvetleri subay, askeri memur, astsubay, erbaş ve erleri ile askeri öğrencilerden teşekkül eden ve seferde ihtiyatlarla ikmal edilen, kadro ve kuruluşlarla teşkilatı gösterilen silahlı Devlet kuvvetidir. Madde 2 - Askerlik : Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harb sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunlarla vaz'olunur. Ardından; Asker : Askerlik mükellefiyeti altına giren şahıslarla (Erbaş ve erler) özel kanunlarla Silahlı Kuvvetlere intisabeden ve resmi bir kıyafet taşıyan şahsa denir. demiştir. Terör ise; Türkçe’ye Fransızca “terreur” sözcüğünden geçmiş ve aslında Latince kökenlidir. Bunun anlamı ise; “korkudan titreme ve titremeye sebep olmaktır”. Fransızca Petit Robert sözlüğünde; “Bir toplumda bir gurubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku” olarak tanımlanır. Oxford İngilizce sözlükte; 'Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak' olarak tanımlanır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde; 'Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş' olarak tanımlanır. Tedhiş ise; dehşete düşürme, sürekli ve sistemli şiddet hareketleri, cinayet vb. faaliyetlerle korku uyandırma, yıldırma, terör, demektir. Kısacası terör; fitne, fesad, kaos, anarşi, zulüm demektir. Terör insanlık suçu demektir. Ancak bununla birlikte Terör kavramının, sık sık kullanılması­na karşılık,uluslararası alanda genel kabul gören bir hukuki tanımı bulunmamaktadır. Ayrım sadece birbiri ile ilişkili ve aynı siyasi maksadı gerçekleştirmeye yönelik hak ihlalleri de dahil hukuksuz eylemler olarak açıklanmaktadır.Bu eylemleri gerçekleştirenlere de TERÖRİST denilmektedir. Bu açıklamalardan hareketle kanunla kendisine verilen resmi görevini yürüten asker ile terörist kelimelerini yanyana kullanarak eşleştirecek değerlendirmelerden kaçınmanızı hasretle bekliyor ve ümid ediyoruz.
  6. metehan38

    South Park 200. Bölüm

    ''Aforoz konusu Ortaçağ Avrupası’nda kaldı sayın Metehan. 375 ila 1453 yılları arasından bahsettiğinizin farkında mısınız? Yoksa siz MS. 500 yılıyla 2010 Türkiyesini mi kıyaslıyorsunuz? Yapmayın böyle komik şey olur mu!...'' DİYORSUNUZ. Artık size nasıl cevap yazacağıma inanın kara veremiyorum. Konu ile ilgili örnek mi istediniz işte size 375 ve 1453 yıllarından örnekler; Mel GİBSON, Madonna sadece iki örnek. Bunları çoğaltmak mümkün. Lütfen daha dikkatli olunuz. ''Bunu hukuksal bir sorun olarak niteleyen sizsiniz. İnanın onların böyle hukuk sorunları yok. Aynısını hatta daha beterini kendi peygamberleri için, yöneticileri için vs. yapıyorlar. Bu mizahi yaklaşım toplum tarafından da şiddetle karşılanmıyor. Şiddeti yaratan bizleriz. Onlar değil. Çünkü bu mesele bizim için hukuksal değil dini bir konudur ve bizim dinimiz bu konuda şiddet öngörüyor.''DİYORSUNUZ. Sevgili arkadaşım, ''Konu kişilik ve manevi haklara saldırı konusudur.Böyle hukuksal bir kavram var mı yok mu? Suç ve karşılığı olan bir ceza var mı? Dolayısı ile bunu hukuksal olarak incelemek lazım mı değil mi? Bu, tüm dünyada da böyledir.'' diyorum. Sen bana şiddeti yaratan bizleriz diyorsun. Ben de sana herkes din kavramını kendi menfaatleri doğrultusunda kullandığı için böyle kabul edilemez yanlış uygulamalar ortaya çıkıyor diyorum. Konu ile ilgili örnek olarak VAHABİLİK olayını inceleyelim diyorum.Sen bana din böyle emrediyor diyorsun. Ben sana O çok sevdiğin yabancılar özgürlük ve demokrasi dışı kuralları uygulayan Suudi Arabistan'a alkış tutarken İran'a veya Afganistan'a neden alkış tutmuyor diyorum. Sen bana din diyorsun. O dinin çocuklarını zamanında Ruslara karşı kullanan hayranı olduğunuz kitlenin bugün onları yok saymalarındaki sebep ne acaba? Menfaatler olmasın sakın? Ha şunu da ekleyeyim ben ne İran'daki ne de Suudi Arabistan'daki mevcut uygulamaları zerre kadar da onaylamıyorum. Öte yandan ben o bahsettiğiniz adamlarla da birebir çalıştım. O devlet kendi adamlarından artan yemekleri Ortodokslara bedelsiz olarak verirken müslümanlara bedeli karşılığında vermek bir kenara hayvanların önüne koyarak hakaret ediyorlardı.Bu davranış şeklinin onların dininde yazılı olduğuna da inanmıyorum. Şimdi bu çerçevede bana İslamın (Kuran'ın )neresinde böyle bir şiddet anlayışının var olduğunu belge göstererek açıklayınız. Belgeye dayalı cevabınızı bekliyorum. ''İlk tablosunu yaptran padişah Fatih’tir. Bu tabloyu da bir italyana yaptırmıştır. Ondan önce tek bir örnek dahi yoktur. Sizin sanat sanat dediğiniz bu mu yani? İnsan resimleri dini nedenlerden dolayı yasaktı Osmanlıda. Bundan haberdar olmadığınızı söylemeyeceksiniz sanırım.'' DİYORSUNUZ. Yazınızda tablo yaptırmak dini nedenlerden yasaktı diyorsun sevgili arkadaşım, Fatih ortodoks mu? Ben Fatih öncesi ve sonrası diye ayrım yaptım mı? Sen bir önceki yazında islamda tablo yaptırmak yok diyorsun ben var diyorum örneklerle de gösteriyorum. Ancak bunun zaman zaman istismar edildiğide bir gerçektir diyorum. Sen bana ''ilk tablosunu yaptıran Fatih'tir'' diye cevap veriyorsun. Ardından ben Fatih'ten sonra ki örneklerden bazılarını da ifade ederek konuyu geliştiriyorum bu seferde bana hadi bakalım bir de Fatih'ten önceki döneme ait örnek göster diyorsun. Bu nasıl iştir anlamadım.Örnek istiyorsanız internetten araştırınız hap bilgi yok. Sevgili arkadaşım bu yanlış inanışla ilgili olarak üyesi olduğumuz forumda da Kültür Bakanlığı sitesinden alıntı yapılarak yayınlanan bir yazıda bu durum örnekleri ile ifade edilmiştir. Buna birkaç örnek vermek gerekirse; - Resim yapmak günahtır, resim yapan kişi ahrette ona can verecektir. - Resim olan yerlerden melekler kaçar. Buna benzer yanlış inanç ve uygulamalar fal içinde geçerlidir. Birileri makbul diyor diye şimdi biz fala da mı inanacağız? Eğer bir şeyler öğrenmek istiyorsanız ve gerçekten ciddiseniz aradığınıza çeşitli internet sayfalarından ulaşabilirsiniz. Fazla da bir şey yazmak istemiyorum seviye hakikaten düşüyor. ''Efendim, gerçekten okuyalım yani!!!! Bu kadar da olmaz ki!!! Ne metni yahu? Ne Fatih Sultan Mehmet’i. Hümanizm dendiği zaman da akla Wilson falan gelmez ayrıca. Nereden başlayacağımı bile bilemiyorum. Önce, Fatih Sultan Mehmet İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin orjinalini falan yayınlamamıştır. Bu tam bir uydurma. Siz sanırım durumu Fatihin Hıristiyanları kilisede Musevileri hahamda Müslümanları camide görmek isterim tarzındaki lafıyla karıştırıyorsunuz.'' DİYORSUNUZ. Ben de size diyorum ki o kiliseye gidip bedelini ödeyerek orjinal metni gördüm. Bu metnin Türkçeye çevirilmiş şekli Kültür Bakanlığı yayınları arasında mevcut. Geçmişimizi nasıl biliyorsak artık Allah korusun. Araştırın öyle yazınız. Diğer yandan ben toplumsal yaşamımızın çeşitli dönemlerinde Wilson'un İnsan Hakları bildirgesi olarak bizlere yutturulan bir konudan bahsederken siz yine anlatılmak isteneni anlayıp dinlemeden cevap yazmışsınız. Galiba biraz da edebiyat gerekiyor anlaşabilmek için. ''Dördüncü olarak da, hümanizmin kökleri –her ne kadar rönesansla birlikte Avrupa’da parlamış olsa da- antik yunana kadar dayanır. Thales’in (“kendini bilme” anlayışıyla insanı merkeze alır) ve Xenophanes’in (kölelikten azad edilmiş olduğu düşünülür) hümanizmin başlangıcını yaptığı ya da temelini attığı görüşü hakimdir. Bahsettiğim yıllar MÖ.600-500 arasıdır efendim!'' DİYORSUNUZ. Bir üst paragraftaki ifademi kanıtlar tarzda yazdığınız bu paragraftaki hayranlık dolu ifadelerinizi okudum. Ben bu insanların insanlığa medeniyete katkıları yok demiyorum ki. Ancak şunu söylüyorum medeniyet önce doğu kültüründen batıya gitti kendimizi küçük görmeyelim. Yanlışlarımızın ne olduğunun farkına varalım, düzeltelim. Ama bu yanlışa Tanrı'yı da ortak etmeyelim. Dinimiz kötü değil bunu bilelim. Öte yandan engin bilginizden faydalanmak için soruyorum acaba mensubu olduğunuz milletinize ait tarihden hümanizm konusunda farklı örnekler verebilir misiniz? Yoksa bu özellik sadece yabancılara mı ait? Ezberletilen tarihten faydalanmadan belgeye dayalı cevabınızı merakla bekliyorum. ''Ayrıca muhakemeye dayalı ar-ge faaliyetinin de nasıl bir şey olduğunu çok merak ettim.'' DİYORSUNUZ. Umarım sizce de çok iyi bilinmektedir ki pozitif bilimin temeli neden, nasıl gibi sorulara verilen cevapların daha önce aynı veya benzer konularda alınmış bilimsel değerlerle mukayesesinden çıkan sonuçların muhakemesine dayanmaktadır. Bu çerçevede alınacak kararlar ile de ARGE faaliyetleri yönlendirilir. Muhakeme bilimin vazgeçilmezidir. Merakınızı bir ölçüde giderebilmeyi başardımsa ne mutlu bana. Saygılarımla.
  7. Sevgili arkadaşım, şekilde kalmışsın yapılanla ulaşılmak istenen maksattan uzaktasın.Dolayısı ile askerliği sadece şekilde yapmışsın anlamında değil. Tüm öğretilerde metotlar tartışılabilir ama bunu yapabilmek için maksadı anlamak lazım.
  8. Dünyadaki mantıksız işleri şimdilere moda olan askerlik noktasından yaptığın bir çıkışla izah etmeye çalışmak nasıl bir şey anlamadım. Askerlik yapmışsın ama askerliğin temel felsefesini anlamamışsın. Savaşmak zaruret yoksa zaten bir cinayet olarak kabul edilmekte iken ve işin mantığı ortaya koyulmuşken böyle bir tespite sadece gülümsenir. Kolay gelsin.
  9. metehan38

    South Park 200. Bölüm

    Atatürk'ün Gençliğe hitabında hatırlarsanız ''Kendi menfaatlerini müstevlilerin çıkar ve menfaatleri ile tevhit eden iç ve dış düşmanlardan'' bahsediliyor siz o yazdığınız metindeki değerlendirmelerinize bir de bu gözle bakınız lütfen. Ne söylüyorsunuz , değerlendirmeleriniz kime hizmet ediyor ve hangi hukuki kaynağa dayanıyor? Umarım bağlantıyı çözersiniz. ŞİRK konusunda kutsal metinler (Ayet ve Sureler)üzerindeki konulmuş olan esaslar belli. Bu ifadeyi TANRI tarafından tanımlanmış esaslara göre adlandırdım.Değerlendirme kriteri bana ait değil. ''Hıristiyanlar dahi'' kelimesini Kuran'da ifade edilen bu esastan bir çok müslümanın haberinin olmadığını göstermek ve dinimizin gerçekten insan odaklı bir din olduğunu ama zaman içerisinde hıristiyan özentisi kişiler tarafından kasıtlı, yanlış ve anlaşılmaz şekilde yapılan değerlendirmelerle bir din zümresi oluşturulduğu ve bu yolla o sözde makam sahibi kişilerden alınan fetvalar ile işlerin yürütüldüğünü ortaya koymak için ifade ettim. O sebeple asla dini kimliği ön plana çıkarmadım. Anlam bütünlüğünü kaçırmışsınız zannediyorum. Tarihte devletine canları ile hizmet eden farklı din mensubu insanların hizmetlerini inkar etmek , bunu bilmenize rağmen ifade de etmemek zaten müslümanlık anlayışı ile bağdaşmaz.Ancak bunu sizin ifadelerinizle istismara açık şekilde söylemek mensubu olunan toplumda bölünmeye yol açar değilse bölünmeye din sebep olmaz. Karikatür olayı ve diğer hadiselere gelince değerlendirmeyi şöyle yapmak lazım diye düşünüyorum.Kişisel olarak bir kişinin manevi kişiliğine hakaret etmek suç kabul ediliyor mu? Hz.İsa konusunda benzer şekilde yapılan bir film ile Vatikan konusunda yazılan bir şarkıdan sonra o övgü ile bahsettiğiniz insanlar bu eyleme katılan veya katkıda bulunanların tamamını AFAROZ etmediler mi?Demekki onlarda kişisel hak ve hürriyetler konusunda son derece hassaslar. O sebeple bu konuyu dini bir mücadeleye dönüştürmeden hukuksal bir yanlışlık olarak incelemek lazım. Öte yandan din konusunda iktidar mücadelesi devam ettikçe ve biz anlatılanları yanlış anlamaya devam ettikçe bilgisizliğimizden faydalanan ve bunu kendi menfaatlerine kullanan ancak bu işleri din adına yaptığını söylenen bir çok kişiye inanmak zorunda kalır ve bilgiye dayanmayan subjektif değerlendirmelerde bulunuruz. Bu yaptıklarımız bizi bölmeye devam eder ama biz farkında olmadan işimize devam ederiz.Tarih bunun örnekleri ile doludur. Örnek;Suudilerdeki Vahabi anlayışı dinin yarattığı bir konu mu yoksa İngilizlerle ilgili olduğu belgelenmiş bir konu mu? Örnek; resim veya tablo yapmak yasaktı diyorsunuz Topkapı sarayına gidiniz Fatih Sultan Mehmet'in tablolarını görünüz. IInci mahmut zamanında İtalyan ressamlara yaptırılan tabloları inceleyiniz.Tespitleriniz ne kadar doğru tekrar gözden geçiriniz. Örnek; hepimiz Hümanist yaklaşıma Wilson'un İnsan Hakları Beyannamesini örnek veririz değil mi? Ancak ilk insan hakları beyannamesinin Fatih Sultan Mehmet tarafından yayınlandığını ve orjinal metnin Bosna'da bir kilisede olduğunu Bu metni ancak 5 Euro para ödeyerek görebildiğinizi, Kültür Bakanlığının ise bu orjinal metni satın almak yerine bu konuyu poster yaparak duyurduğunu biliyor musunuz? okuyalım lütfen. Sondan bir önceki konu olarak;günümüzde artık iyice çığırından çıkmış olan bir Atatürk düşmanlığı var iken eksik ve yanlış yapılacak değerlendirmelerin bu insanların ekmeklerine yağ sürdüklerini ifade ettim . Anlaşılmayacak bir şey yok zannediyorum ve devamında ''eğer biz onun dediklerini yapmış olsa idik bir çok alanda yapacağımız buluşlar (Tabiiki önce muhakemeye dayanan bir yoğun ARGE faaliyeti lazım)ile şu anda başka hususlar konuşur ve çagdaş medeniyet seviyesinin üzerinde olurduk'' dedim. Umarım şimdi anlatabilmişimdir. Son olarak;kendini aşağılık göstermek konusu ise bir tercihtir asla yorum yapmam ama ben kendi adıma bu aşağılık görme heves ve arzusunu asla kabul etmiyorum.Türk toplumu açısından da durumu kendim için yaptığım gibi aynı kabulle değerlendiriyorum. Çünkü;Atatürk'ün ifadesi ile ''Türk övün,çalış,güven'' kelimelerinden ve gereğini yapmaktan son derece mutlu oluyorum. Saygılar.
  10. metehan38

    South Park 200. Bölüm

    Yazınızı hayretler içinde kalarak okudum. Kutsal olduğu şüphe götürmez bir sistemle kişesel değer ve yargılara göre kutsal değerleri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyen insanların yaptıklarını aynı kefeye koyuyorsunuz.(Aklıma derhal Atatürk'ün Gençliğe Hitabı geldi.) Üstelik bu sistemin yaratıcısının Allah olduğunu bilerek. Kısacası dinimize göre (diğer kutsal dinler de benzer hususu ifade etmekteler) ŞİRKE gidiyorusunuz. Sizin değerlendirmelerinizin aksine yenilmesine müsaade edilmiş hayvanların kesim şartlarına uygun olmak kaydı(yaşama devam koşulu hariç) ile Hıristiyanlar tarafından dahi kesilmiş olsalar tüketilebileceğini ifade eden bir kutsal kitabımızın olduğunun farkında mıyız acaba? Öte yandan kutsal kitabımızda ifade edilmeye çalışılan bu çerçevenin dışına çıkılarak şimdilerde ABD ve AB'ye 1947 den itibaren ülkeyi yöneten diğer iktidar dönemlerinden daha iyi hizmet edebilmenin esası olarak istismar edilen bu ticari anlayışın engelleme veya sınırlama getirilmeksizin gerek bu ülkede gerekse (ne kadar müslümanlar ise) diğer islam aleminde alışveriş için kullanıldığı ve hangi düşüncede olurlarsa olsunlar ürünlerin halk tarafından adeta kavga edercesine kapışılarak satın alındıklarının farkında mıyız? Hani müslüman alemi olarak biz bu adamları kesiyorduk? Hümanizm konusunda da kendimizi aşağılık görme huyumuzdan lütfen vazgeçelim artık. Yahudilerce (Kutsal kiapları bozulmadan önceki hali hariç) bugün kutsal sayılan eserleri incelediğinizde bu eserlerde bilakis öldürmenin bir hak olarak kendilerine verildiğini net, yorum yapmaksızın çok da açık olarak verildiğini görürsünüz.Üstelik içinde Türkler de yok edilmesi gereken hayvanlar olarak tanımlanmaktadır. Ama Kuranı Kerim'de ise farklı din adamlarının tefsirlerinden okuduğum kadarı ile hiç bir ayetinde savaş durumu hariç insanları öldürmenin kişiye kutsal değerler kazandıracağı ifade edilmemektedir. Öte yandan bu işe Atatürk'ü karıştırmayınız.Çünkü Atatürk de ''İslam dini akla,mantığa ve bilime en uygun dindir.''şeklinde veciz bir söz ifade etmiştir.Hakikatte zaten böyledir. Ancak şunu da belirtmeliyim ki;onun ifade ettiği din bugün herkesin şeyh,şıh,derviş,meczup mantığı içinde kabul edilen ve kullanılmakta olan bir islam anlayışı değildir. Doğru anlamalı ve doğru kullanarak ifade etmeliyiz. Çünkü Atatürk ile ilgili bu tip eksik değerlendirmeler zaten yanlış anlamaya hazır kitlelerce istismar edilerek sanki din düşmanı gibi gösterilmektedir. Eğer biz zaten O'nun dediklerini doğru anlamış ve doğru uygulamış olsa idik şimdi ne dinen ne de fen olarak asla bugün konuştuğumuz şeyleri konuşmaz ARGE araştırmaları ile Türk (Kan bağı ve ırktan bahsetmiyorum ''Ne mutlu Türküm diyene''mantığı içinde sesleniyorum) olmanın gururunu tüm dünyaya duyururduk. Diğer yandan size sorduğum soru samimiydi.Ancak öyle bir hale gelmişiz ki paranoya önlenemez bir hal almış. Allah sonumuzu hayır etsin, ne diyelim? Saygı ve selamlarımla.
  11. metehan38

    South Park 200. Bölüm

    Bu düşüncelerinize katılmam hem dinen hem de ilmen mümkün değil sevgili arkadaşım. Bir kaç örnekle açıkamaya çalışayım. Bosna Hersek'te Srebrenica denilen bölgede 8.000 insanın mezarlarını gördüğümde insan olarak utandım. Gözlerim doldu. İlk görünüşte rakam akılda somut bir görüntü yaratamadığı için olayı şöyle izah etmeye çalışayım. İki omuzumuzun arasındaki mesafeyi 50 cm. olarak kabul edersek yapacağımız 4 km.lik bir yürüyüş boyunca toprağa basmamızın mümkün olmadığını görürüz. Çok acı bir durum. Diğer bir örnek; İnsanları karayolundaki bir tünelin içine sokarak ve tünelin her iki tarafında araç çalıştırmak sureti ile egzost gazı ile öldürdükleri 3.000 kişi. Mostar şehrinde şehrin göbeğine inşaa ettikleri kilisenin çan kulesinin yüksekliğini 75 m.ye çıkarmayı hedefleyerek inşa etmeleri bu yetmezmiş gibi şehri çevreleyen tüm dağ silsilesinin en yüksek noktalarına betondan Haç yaparak güçlerini göstermeye çalışmaları yetmezmiş gibi gecede tüm bu Haçları aydınlatmaları sizin yaptığınız tespitlerle ne kadar uyumludur yeniden gözden geçirmek lazım herhalde. Bu anlatmaya çalıştığım hususlar müslümanlık konusunda din dışı ve yalnızca siyasi çıkar sebebi ile yapılan yanlışları asla makul ve kabul edilebilir göstermez.Konuşulamaz bile. Ama onlarında çok insancıl olmadıklarını bilmek ve ifade etmek zorundayız galiba. Bu, tüm taraflar için söz konusu olan din kaynaklı kıyımları çeşitlendirmek ve sayısını örneklerle arttırmak o kadar mümkündür ki bu yöntemlerin dini kurtarmak veya kutsallığını korumak olduğunu düşünmek zaten kör bir cahilliktir. Saygılarımla.
  12. metehan38

    South Park 200. Bölüm

    Özel olduğunu düşünüyorsanız lütfen cevaplamayın.Ama çok özel değilse hoş görünüze sığınarak merak ettiğim için soruyorum ''müslümanlığı nasıl tanımlıyorsunuz?'' Teşekkür ederim.
  13. metehan38

    South Park 200. Bölüm

    Bahsettiğiniz yayını bilmiyorum. Ama değerlendirmeleriniz çok keskin, biraz da kırıcı ve sanki Galatasaray-Fenerbahçe maç sonucunun fanatik taraftarlarca değerlendirilmesi gibi bir şey olmuş. Ne diyelim, hayırlısı olsun.
  14. Hakikaten anlamamışsınız. Tavsiye ederim yazdıklarımı tekrar okuyunuz. Yazdığım metinde sorduklarıma da lütfen cevap veriniz. Benim size tavsiyem ise mantık probleminizden önce edebiyat konusunu çözmenizdir. Daha sonra da süratli ve doğru algılama sorununuza çözüm bulunuz. En son olarak da mantık kurgusunu doğru teşhis ve tespit ediniz. Hadi şimdi bir daha okuyun, bir daha.
  15. Ben Avrupalıların bizi neden sevmediklerini biliyorum da siz ''neden bizi sevmediklerini arastirmak'' gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bu sebeple bende size niçin onlara kendimizi beğendirme ve sevdirme ihtiyacını duyalım diyorum. Eğer böyle bir şey var ise sebebini söyleyin diyor ve cevap bekliyorum.Mantık hatası yok. Ancak AB den gerek kurumsal gerekse bireysel yardım alan bir düşünce ve bu düşünceyi destekleyenlerin zaten Avrupalıları sevmemeleri beklenemez. Bu yıllar öncede böyle idi yine tekerrür ediyor. Diğer yandan hakikaten artık kara cahil olduğunuza gerçekten inanmaya başladım. Çünkü ''tüm iktidarlarin enkaz devraldigini ama giderkende enkaz birakmadiklarini'' belirttiğim ifadem o kadar net ki birincide ukalalık ve nezaketsizlik olmasın herhalde gözden kaçmıştır diye cevap vermedim geçiştirdim ama ısrar edince pes diyerek açıklıyorum. Burada söylenmek istenen husus şu ; Örnek ; Süleyman Demirel iktidara geldiğinde 70 cente muhtaçlık edebiyatı başladı. Giderken GAP' ı yaptım diye gitti. Oysaki o dönemde enflasyon,işsizlik ve buna bağlı olarak suç işleme oranları gemi azıyı almış ve gitmişti. Böylece kendince''Enkaz devir aldı ancak enkaz devir etmedi.'' Necmettin Erbakan ile koalisyon kuran Çiller onuncu yıl marşını söylerken yurdun her tarafını demir ağlarla örüyordu ama yaptıkları hükümet protokolu içinde demiryolu inşaası ile ilgili bir satır yok, bir lira yeni yatırım yapılmamıştı. Ancak bu zat söylemlerinde kendi dönemlerinde demiryolunu desteklediklerini ve yeni yatırımlar gerçekleştirdiklerinden bahsediyordu.Böylece o da ''Enkaz devir aldı ancak enkaz devir etmedi.'' Bugünkü Başbakanımız borç durumumuzun abartıldığını söylüyor, işsizlik rakamlarında ciddi düşüş olduğunu belirtiyor, ancak yapılan istatistik ve anketlere göre işsiz sayısı 8 milyona ulaşıyor,tüketimi arttıran uygulamalar hariç hiçbir yeni ARGE faaliyeti ve üretime yönelik yatırım yapılmıyor. O henüz iktidarı devir etmedi ama ilk günden itibaren yıkık bir ülke aldıklarını müreffeh bir ülke bırakacaklarını ifade ediyorlar.Dolayısı ile o da aynı noktada. E o zaman hepsi doğru söylüyorda ben doğduğum günden bugüne niye hala borç ödüyor ve kemer sıkıyorum. Gençlerin geleceklerinden niye endişeliyim? Yurt dışına çıkarken niye vize uygulamasına tabiyim. Akaryakıt ürünleri dünya ortalamasının niye üstünde? Cevap yok. Ama onlarda bizleri sizin dinlediğiniz gibi dinledikleri için mantık hatası var diyorlar. Nereleri ile dinlediklerini inanın çok merak ediyorum. Artık şimdi anladınız mı?
  16. Bu yumruk atma olayını öyle bir hale getirdiniz ki Parti üyesi veya temsilcisi bir vatandaşa atılan yumruk kendi söylemlerine göre sanki tüm temsil ettiğini iddia ettiği kitleye atılmış ve bundan dolayı bir infial doğmuş şeklinde gösterilmektedir.Böyle bir şey yok, olaya da cinayet süsü vermeyin. Bu ülkede Demirel'de darbe aldı, Mesut Yılmaz da. Ecevite de ateş edildi Özal'a da. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil ve yapılanı en başta hukuken normal karşılamak mümkün değil ama konuyu istismar konusu haline getirerek mağduru oynamak da doğru değil. Bırakın yumruk atmayı molotof atarak öldürülen kızımızın olayının üzerinden çok geçmeden yumruk hadisesi bahane edilerek yine molotoflu saldırılar yapıldı.Olayı yapanlarda ortada.Şimdi bana kalkıp demokrasiden bahsetmeyin. Demokrasi sizin için ne kadar varsa benim içinde o kadar var. Terk edin artık bu anlamsız mağdur terminolojisini. Eğer böyle yapmayı düşünüyorsanız ki bu istikamette yaptığınız açıklamayı aynen aşağıya aldım. Samsun'da görülen dava,Muş'un Bulanık ilçesinde,2 kişinin öldürüldüğü olayın davasıdır,olayı kısaca hatırlamak gerekirse,2009 yılının sonrlarında Dtp'nin kapatılmasını protesto eden gruun üzerine,üzerinde çelik yelek,dükkanında onlarca el bombası,elinde kaleşnikof silah bulunan Mardin'den buraya göç etmiş olan halk arasında Jitem elemanı olarak bilinen bir şahsın ateş etmesi sonucu 2 vatandaşın öldürülmesi olayının davasıdır,bu dava güvenlik gerekçesi ile Samsun'a alınmıştır,anlaşılan katilin güvenliği sağlanmış ancak mağdur tarafın güvenliği unutulmuştur. O zaman 1984 yılından beri bölge vatandaşlarını savunduğunu ifade ederek evlerini basan,teker teker öldüren, kaçıran, eziyet eden,okullarını ve iş makinelerini yakıp tahrip eden ve bölgede görev yapanlara(korucular dahil)bugün de devam eden ve reva görülen davranışlar sonucu bu kişiler için oluşan mağduriyetleri ( hak kayıpları dahil) bir kenara bırakarak BU İŞLERE SEBEP OLANLARI ve üstelik benden kesilen vergilerle hakkımı helal etmediğim bir maaşı alan milletvekili durumundaki parti mensuplarını mağdur göstermeye çalışmanın akıl, namus ve izan tarafı olmadığını bilmelisin. Bu işleri yapan örgüte terörist örgüt demeyi kabul etmeyen bu yöneticilerden örgüt bünyesinde barındırdıklarının üzerinden çıkan Alman, Suriye, Fransız vatandaş kimliklerinin ne işe yaradığını açıklamalarını istemek ve bu adamların yaptıkları işlerden dolayı mağdur olanları düşünmek zorundasın. Ama neredeee?
  17. Yine ne dendiğini anlamamışsınız.O zaman tekrar baştan başlayalım ama bu son olsun artık. Ben uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet ilkesini dışlayarak kendimi niye diğer bir devlete beğendirmeye çalışacağım ve beni niçin sevmesini beklemek zorundayım? Siyasi tarih açısından tarihteki ve günümüzdeki hatalarımızı örneklerle açıklar mısınız? Kimlerden özür dilememiz gerektiğini düşünüyorsunuz? Sizin bu yazılarınızı yazabilmeniz için geçmişte ve bugün hayatını feda eden insanların nerede hata ettiklerini düşünüyorsunuz? Sizce Avrupa bizi neden sevmiyor? Siz başkalarının değer yargılarına ve menfaatlerine göre hata yaptığınızda benimle niçin bu kadar uğraşıyorlar diye hiç düşündünüz mü? Düşündü iseniz ne sonuca ulaştınız? Umarım net cevaplar verirsiniz.
  18. Siz hiç kendisine tembel,hırsız,rüşvetçi,vergi kaçakçısı,beyaz kadın ticareti yapıyorum diyen,bununla övünen bir millet veya bir fert gördünüz mü? Milletten millete değişmekle birlikte hiç ''MORAL DEĞERLER'' diye bir şey duydunuz mu? Bunların bazılarının ise uluslararası niteliğe sahip olduğunu biliyor musunuz? Bu değerlerden hareketle ulusal ve uluslararası hukukun oluşturulduğunu anlayabiliyor musunuz? Şurası bir gerçektir ki; ister fert olarak isterse toplum olarak kendine saygı duymayan,değerlerine sahip çıkmayanlara (Yanlışları düzeltmek dahil) kimsenin saygı duyması beklenemez. Hoşunuza gitmese de yine Atatürk'ten bir alıntı yapacağım''Yurtta sulh cihanda sulh''veciz sözü iç barışını sağlayamamış olanın dünya barışının sağlanmasında etkin rol alması hayaldir düşüncesini ifade eder. Örnek; evinizde her bir aile ferdi farklı istikamet ve düşüncelerle toplumun veya hukuğun suç kabul ettiği şeyleri yapsa ''Onlara engel olup düzeltir misiniz?'' yoksa ''Bana ne mi?'' dersiniz yada ''Hadi bende sizinleyim mi.'' dersiniz? Ya da çocuğunuz veya kardeşiniz ders konusunda veya işinde başarısız olduğunda ona ne kadar aptal olduğunu,bir işe yaramadığını mı yoksa onun sizin için ne kadar değerli olduğunu ve başarılı olacağına inancınızı mı ifade edersiniz? Ama tarafınızdan yapılan tüm bu olumsuz tespitler konu hakkında tedbir almanızı engeller mi? Bakınız, bu ülkede birçok şeyi beğenmeyebilirsiniz,tenkit edebilirsiniz ancak vatandaş olarak (Eğer kendinizi öyle görüyorsanız)üzerinizde taşıdığınız sorunları ifade etme ve mensubu olduğunuz ülkenin hukuk kuralları içinde soruna uygun çözüm bulma sorumluluğunuzu kimseye devir edemezsiniz. Sonuç olarak; her ne kadar niyetiniz olmasada eğer şu ana kadarki tüm karşılıklı yazışmalarımızı bir kez daha incelerseniz uzlaşamadığımız tüm noktalarda tarafımdan ifade edilmiş net değerlendirmeler bulacaksınız. Umarım, işte o zaman sizin tabirinizle ''Mersin ile tersin'' arasındaki farkı daha iyi anlarsınız. Buna rağmen halen anlamadıysanız ve anlamsız derecede ısrarcı iseniz geriye ''Arif olan anlar '' demekten başka hiç bir şey kalmıyor.
  19. Diğer yaptığınız değerlendirmeye verdiğim cevapla umarım Türk'lük konusundaki tereddütünüzü gidermişimdir. Bu vesile ile hatırlatmak isterim ki her konuda yanlış anlama ve ithamları önlemenin yegane yolu; Mensubu olduğumuz büyük dinimizin de emrettiği gbi ''OKU'' emrine uymak, Diğer yandan büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal'in ifade ettiği gibi ''Tek bir şeye ihtiyacımız var.O da çalışmak,çalışmak,çalışmaktır.'' esasını uygulamaktır. Yolunuz açık olsun.
  20. Size sadece şu soruları soruyorum lütfen cevaplayınız. Ergenekon sanığı iddiası ile tutuklanan askerler bu iktidar zamanında terfi ettirilerek göreve getirilmedi mi? Hükümet iktidarda bulunduğu sürece bu iddiaların farkında olmalarına rağmen üçlü kararname ile bu askerleri görevden niçin almadı? Haklarında niçin o zaman hukuki işlem yapmadılar? Herhalde şimdi bana Yüksek Askeri Şura kararlarına şerh koyan bu insanların olan bitenden haberleri yoktu demiyeceksiniz umarım. Halen bu askerlerden bazılarının hazırladıkları ve zaman zaman Milli Güvenlik Kurul toplantıları ile Askeri Şura toplantılarına getirdikleri bilgilere niye güvenerek paylaşmaya devam ediyorlar acaba? Hükümetin devletin tüm kurumları ile (ele geçiremediği ancak ele geçirmek için mücadeleye devam ettiği ) çatışma halinde olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yıllarca ülkenin tanıtım fonundan finanse ederek milyonlarca dolar ödediğimiz ve bizi anlatmalarını ve tanıtmalarını istediğimiz yerli,yabancı şirketlerin başarısız olması ve Ermeni Tasarısının kabul edilmesini, paralarınızın boşa gitmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Şeriatla idare edilen Arabistan ile kol kola giden bir ABD nin yanında olan ancak Irak'ta ölen müslümanlar konusunda gık demeyenleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sınırımızın yanında Türkmenlere zulüm yapılırken, toprakları ve yaşamları gasp edilirken Çin'in dünya pazarındaki etkisini azaltmak maksatlı ABD tarafından yapılan boykota oradaki Türklere zulüm yapılıyor diyerek katılmayı ve insanları kandırmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aleyhlerinde kara verdiklerinde Ulemaya danışılmalı diyen düşünceleri doğrultusunda bir işlem söz konusu olduğunda ise Avrupa Normlarından bahsedebilenleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Peygamberimize küfür edildiğinde laf olsun diye etliye sütlüye dokunmadan açıklama yapan bu cümleleri kullananlar Türkiye 'ye geldiklerinde ise sözde onurlu bir karşılama yapanları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kul hakkı yenmenin affedilmeyen günahlardan olmasına rağmen çekinmeden kul hakkı yiyeyerek Haziran 2009 yılı mal varlığında 2,5 milyon dolar ve Mart 2010 yılı mal varlığında 2 milyon dolar noktasında bulunan ancak çocuklarını bir iş adamının desteği ile okutan yöneticileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Elektiriği,suyu olmayan yerlere otomatik çamaşır,bulaşık makineleri ve buzdolabı veren idarecilerin harcadıkları paranın sizin paranız olduğunu bilmenize rağmen ne yaptınız? Buna devlet imkanları ile destek veren Vali'ye meydanlarda sahip çıkıp ardından aldığı cezanın ertelenmesini nasıl buluyorsunuz? Komutanların tutuklanma isteği ile sorgulandıkları saatlerde uyuşturucu ile yakalanan popstar Tarkan'ın salıverilmesini ve müteakiben iki gece sonra Polis gecesinde sahne almasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Soracak o kadar çok şey var ki ne yer ne zaman yetmiyor. Aile hiç bir baba evladını gayri meşru, hanımını fuhuş yapıyor diye adlandıramaz. Hele hele bunları söylerken kendisinin ahlaksız davranışlarda bulunması hiç kabul edilemez sanırım. Fuhuşu suç olmaktan çıkaran, ahlakı tüketen herhalde komutanlar değildi. O Komutanlar ki bazıları yine bu hükümetin onayladığı ''Devlet üstün cesaret ve feragat madalyaları'' almışlar ancak yapılanları onurlarına yediremeyip intihar ettiler. Bu safhada dahi bazı gözü dönmüş cani dalkavukları intihar edenin cenaze namazı kılınmaz diyebilmişlerdir. Hatta bu insanlar Balıkesir Dursunbey maden ocağındaki Grizu patlamasını canlı yayında haberlerde Ergenekon ile ilişkilendirmişlerdir. Hukuki temeli olan sağlam düşüncelere itibar edilmelidir. Ancak herkesin düşüncesini sağlam delil ve temellere oturtmadığı sürece yaptığı değerlendirmelerde doğruya ulaşmasını beklemek hayaldir. Saygılar sunar, cevabınızı bu çerçevede beklediğimi ifade ederim.
  21. Referans olarak aldığın yazarın geçmişini, fikirlerini ve yazdıklarını enine boyuna incelemeden kullanmaya kalkarsan insanları kendine güldürürsün veya o entellektüel görünümüne zarar verirsin. Yazılan konuların hepsi ayrı ayrı bir inceleme konusu.Dikkatinden kaçtı ise hatırlatırım.Elinde bilgi veya belge varmış gibi konuşarak ortalığa bilgiç tavırlarla çıkanların bir süre sonra davalarını terk ettiklerine çok şahit oldu bu ülke. Önemli olan hukuku uygulamaktır, kullanmak değil. Ama her şeye rağmen bir Türk olarak yaşamak güzeldir bu ülkede. Güzeldir ama bir o kadar da zordur. Aslında çok şeydir, Türk olmak. Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir. Türk olmak Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında… Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sövdüğünde… Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır. Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir çok asır önce Viyana'yı kuşattığı için, Ve hoş görülmemektir tabii ki sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için. Türk olmak Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir. Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, Aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır. Arabaya koşulan ilk atın vatanında, İlk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, Yazının bulunduğu, paranın icat edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, Kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir. Türk olmak; Truva'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, Tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, Bir haftalık hafıza ile yaşamaktır. Doğu Roma'yı da Batı Roma'yı da yıkıp, yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar'da köprüdür, Kerkük'te kaledir, İstanbul'da Kızkulesi'dir, Anadolu'da buğdaydır, Çukurova'da pamuktur, Ege'de tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeğidir. Türk olmak Çanakkale'de ölmektir. Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır. Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kar'a bereket diye bakmaktır. Türk olmak, harap bir ülkede, Zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, Tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, Paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır. Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin şehit oğlunun ardından "Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim." Babanın ise gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken "Vatan sağ olsun!" demesidir. Türk olmak "Türk çayında radyasyon olmaz!" yalanları ile, "Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz!" dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır. Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, Çayın yanında gelen şekerden fazla olanını garsona geriye vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır,Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak. Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir. En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak. Türk olmak Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'i sevmektir. Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî -tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır. Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, Yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde... Hayatın sana verdiklerine "Nasip", vermediklerine ise "Kısmet" demektir. Her işin "Hayırlısına" inanmaktır, Ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir. Türk olmak, Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir. Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir. Türk olmak, Buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, Daha ağır buhranda sıraya girerek, Sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam dahi kırmadan sandıkta kesebilmektir. Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, En dertli gününde bile her ihanetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir. Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, Her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir.
  22. Duygu sömürüsü yapmadan her gün bir evin içinde yaşanan ve hatırlanan gerçek bir kesit, masal değil. Sizi vicdanınızla başbaşa bırakıyorum. BİR KOMANDO SUBAYI' NIN KALEMİNDEN; .....ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada.güvenlik görevlisi şehit oldu. Ya da ......ilinde devriye görevini yerine getiren ..aracına açılan ateş sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu. Ya da ......ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu.asker yaralandı.. Bu nasıl başlar biliyor musunuz? Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır. Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi sürdüğünüz her yere siner. Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur. Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz. Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız. Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar duyarsınız. Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız. Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız. Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye. Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur ,postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır. En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda. Çünkü... Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir. Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir. Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir. Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur. İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu. Sonra!.. Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi... Bir anda...Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri hepsi bir anda biter. Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer. Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız. Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız. Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında 'mayın' kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz. Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz. Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her şey o anda başlar. Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter. Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine... Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, 'fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara' gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar kafanızın içinde 'neden ben, neden ben, neden ben ?' Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim altından takılıolan ve her akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur. Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki! Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter. Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık duymadıklarını söylediklerini de okursunuz. Pamuk'ları, Dink'leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali Kemallere tanık olursunuz, 'koçlar gibi satanları'görürsü nüz. . Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini görürsünüz. Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini, helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz ama duyamazsınız. Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara 'bayrak' diyenleri görürsünüz, 'uçaklarını çek', 'valiyi çek' diyen başkanları ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz. Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece 'ben bir şey yapmadım' demelerinin esas kabul edilip, 'suçsuz' sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz. Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her defasında. Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar,inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar. Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza,o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız: 'Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı,hep gözümüzün önünde miydi yoksa?' diye sorarsınız kendinize. Onlara verilen maaş'ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar sevmediklerini düşünürsünüz. Bu vatan onların da vatanı değil mi? Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedi mi? diye sorarsınız kendi kendinize. Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza': VATAN, SANA CANIM FEDA' Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar. Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar. Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz; '...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!' haberi aslında o kadar da kısa değildir. Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna 'şehit' deyip Türk bayrağı örten kadının haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır. Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, 'ne için?' dendiğinde 'vatan için' diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam edeceklerdir. Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir. Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır. Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri daha tüm bunları yaşayacak. Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup 'aydınca' sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi? Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye 'siz' diyerek yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum. 'Siz' kim misiniz? Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz! Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz. 'Siz' de bilin ki biz asla unutmayacağız. 'VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN' VATAN SİZE MİNETTARDIR.. ------------------------------- Bir ölürsem bin doğarım, Tarihin her sayfasında varım. Köklerim ezel, arzın merkezinde, Dallarım ebed, bulutların ötesinde. Ben hem Doğu'yum, hem Batı'yım, Ben Türk'ün Hayat Ağacı'yım ----------------------
  23. İlginiz ve zaman ayırıp cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Bazı sorularıma tam cevap alamamakla birlikte sizin ifadelerinizden hareketle konuyu inceleyelim isterseniz. Şöyle ki; siz ''Milliyetçilik adı üstünde en temel tarifiyle ırk gözeten bir kavramdır..Bir insanın psikolojide en birincil ihtiyaçlarından "aidiyet gereksinimine" hitap ettiğini düşünüyorum..Hatta barınma gereksinimine..Hal böyle olunca bir toplumun bireyleri olduğunun bilincinde olan insanların bu unsuru gözetmelerinide o pencereden gözlemlemek lazım diye düşünüyorum...'' diyorsunuz. Ben de diyorum ki bunun aksine durumlar var. Örneğin;İtalyan asıllı Amerikalı, Cezayir asıllı Fransız, Rus asıllı Alman şeklinde. Aynı kandan , aynı kültürden, aynı terbiyeden kısacası aynı ırktan gelmemelerine rağmen nasıl Milliyetçilik yapıyorlar ve bulundukları ülkeye yönelik tehdit sözkonusu olduğunda ortak olarak nasıl tepki koyuyorlar? Aidiyeti nasıl temin ediyorlar ve bunun yok olmaması için nasıl yaşamsal ve hukuksal düzenlemeler yapıyorlar? Bu devletlerin çeşitli kademelerinde görev yapan farklı ırktan bir çok kişi olmasına rağmen uyumlu çalışmayı sizce nasıl sağlıyorlar? Hatta bu ülkelerde zaman zaman yapılan değerlendirmelerde ( Yazılı ve görsel basına çok sıklıkla yansımasada 42 yaşında büyük bir mücadele neticesinde sıfırdan bir ülke kurup başına geçen büyük devlet adamı Atatürk'ün fikirlerine yapılan övgülere rağmen ) model ülke olduğumuz söylense de biz niçin sorun yaşıyoruz dersiniz acaba? Büyük Önderin yaşadığı sürede ülkeyi ulaştırdığı nokta ortada iken 1947 yılından sonra ne olduda problem yaşamaya başladık? Atatürk milliyetçiliğini ne kadar başarı ile uygulayabildik? Milliyetçilik duygularımız arttığı mı azaldığı mı için kötüye gittik. Takdir sizin. ''..Türk milliyetçiliğinin geldiği nokta kavram karmaşası içerisindedir..Asena,Osmanlı ve son olarak Cumhuriyetin,milliyetçiliğin prensiplerini ortaya koyması beklenirken bu gün tam tersi bir durumu yaşıyoruz..Hemen her ilde mağaza isimlerinde yabancı isimlere rastlıyoruz..T.v. de seyrettiğimiz diziler tamamen kültürümüz ve anlayışımızın dışında..Milliyetçiliği ise özde yaşamaya devam etmek istiyoruz ama pratikte yaptıklarımız çelişiyor..'' demektesiniz. Zannederim yukarıda yapmaya çalıştığım açıklamalarla aynı noktada olduğumuzu ve bir şeylerin yanlış olduğunu kabul etmekteyiz. Ama bu hiç bir zaman vatandaş olarak sorumluluklarımızı bir köşeye bırakıp sadece tenkit ederek çözüm bulabileceğimiz bir konu değildir herhalde. Eğer biz Cumhuriyetin ilk kurulduğu dönemde YENİHİSAR dediğimiz yere şimdi DİDİM diyorsak, kırk yıllık BEHRAMKALE ASOS oluyorsa, yabancı dil öğrenmek değil yabancı dille eğitim yaparak fenden,matematikten,bilimden uzaklaşıyor,yabancılaşıyor isek , milyarlarca lira yatırdığımız dershane paralarının sonucunda üniversiteyi kazanan evladımız mezun olduğunda iş bulamıyorsa tabiiki bir şeyler yapmak ve ortaya koymak zorundayız.Ancak aile sahibi kişiler olarak bizler ''çocuğumuz ya topçu ya popçu olsun para kazansın yeter'' der isek sorunlarımızı tabiiki çözemeyiz.Tabiiki o zaman hitap şekilleri de, tabelalarda, yaşam felsefesi de değişecektir. Problem zannederim büyük çoğunlukla bizde galiba? Sonrasında;''Mecliste bulunan iradeleri İmralı ağzına baktığı için Kürtlerin sorunları hiç konuşulmuyor,dile getirilmiyor..Kürt insanına (aslında Türk insanına)dayatılan ikincil ihtiyaçlar var..Kürtçe konuşma,etnik kimlik beklentileri,kendilerinin ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüklerini düşünmeleri gibi...Ve bence en önemliside Kürt Milliyetçiliği...'' diyorsunuz. Devletin ilgisizliği yani ikinci sınıf vatandaş anlayışı sadece onlara mı yoksa Manisa'da kırk yıl sonra çeşmeden ilk defa su içtiğini şimdiye kadar kova ile dereden su taşıdığını söyleyen insana mı, yoksa halen Karadeniz bölgesinde komandolar gibi ip üzerine kurulu köprüyü kullanarak ihtiyaçlarını karşılayan yöre halkına mı, yoksa gelen sel suyunu kendi imkanları ile atmaya çalışan Edirne halkına mı örnekleri o kadar çok çoğaltabiliriz ki, o zaman kime? Bir üst bölümde ifade ettiğim işsizlik sorunu ise zaten herkes için geçerli.Öte yandan aynı fiziksel şartlarda batıda da yaşayan insanlar var iken onlar taleplerini silahla gerçekleştirmeye çalışmaz iken bölücü bir milliyetçiliği bu çerçevede kabul etmem mümkün değil. Dile gelince bölgede kürtçe daha önce de konuşulmaktaydı şimdi de konuşuluyor. Dolayısı ile bu konu hakkında zaten bir engel yoktu. Önemli olan nokta konunun yasalaştırılmış olması doğru mu tartışılır. Öte yandan bölgede bu kadar sorun var iken mezrada uydu yayını ile televizyon seyredildiğini, otomatik çamaşır makineleri olduğunu ancak elektrik yok diye protestolar yapıldığını,1997 yılında Diyarbakır'dan Şırnak'a kadar bölge halkı da işçi statüsünde çalıştırılarak ihale yolu ile asfaltlama yapıldığı ancak maalesef uygun evsafta olmadığı için kısa sürede sorunlar yaşanmaya başladığınıve bu sebeple yoğun protestolar yaşandığını, GAP projesi kapsamında bölgede birçok sulama kanalları olmasına rağmen halen bir kısmının kullanılmadığını,şeyh ve hocaların başüstünde tutulduklarını, kadın ve kızların sosyal yaşamdaki yerleri konusunda büyük sorunlar bulunduğunu yaşayarak gördüm. Sorunun tamamı devlete mi aittir yeniden düşünülmelidir. Yazınızın diğer bir kısmında ''Bu güne kadar hep doğunun imkansızlıklarını konuştuk..İşte o imkansızlık işinde gücünde olan insanları etkiledi..Aşiret düğünlerinde küçük bir anonim şirket cirosunun havaya saçıldığını,oğlunu sünnet ettirmek için helikopter satın alanını ve nicesini gördük,onları bu imkansızlıklar pek etkilemedi...Onların çocukları İstanbul Hilton'a helikopterle sünnet olmaya gelirken o işinde gücünde olan insanlar "niçin" diye sorgulamaya başladı..Ve asıl önemlisi bu güne kadar içlerinde barındırdıkları aşağılık kompleksleri zincirlerinden kopup kendini ifade etme biçimi olarak algılanmaya başlandı..'' demektesiniz. İşinde gücünde olanlar ırgat veya diğer adı ile amele durumundaki kişilerdir.(Bölgedeki diğer kanunsuz olarak yapılan işlere alet olma meselesini söylemiyorum) Bunlar aileleri ile birlikte çaresiz ve fakirdirler. En önemli özellikleri ise mevcut yapıya uygun olarak erkekler itaatkar bir kul, kadın ve kızlar ise köledir,maldır. Bu durumdan kurtulabilen batıya kaçar ve hayatına yeniden yön vermeye çalışır. Dolayısı ile sorun devleti ilgilendirmekle birlikte yine biz vatandaşların o bölge konusundaki duyarsızlıklarımız sebebi ile büyümüş ve birilerinin istismar edebileceği ciddi bir hassasiyete dönüşmüştür. Bu sebeple sizinde ifade ettiğiniz gibi;'' Güncel kendini ifade etme biçimi "pkk,apo" olduğu için sanki bu oluşumlar Kürt Milliyetçiliğine karşılık geliyormuş havası yaratıldı..'' Ülke üzerinde oynanan oyunlar hiç bitmedi.Bu hususu biraz mürekkep yalamış veya biraz bir şeyler okumuş ve özümsemiş herkes görmektedir.1984 yılında farklı bir görüş ve çizgide başlatılan bu istismar 1991 yılından sonra farklı bir yapıya büründü ve sizin ifadeniz gerçek gibi kabul edildi.Bu yanlış anlaşılan süreçte kimin veya kimlerin kazandığı,kimin veya kimlerin neleri kaybettiğinin takdirini size bırakıyorum. Saygılar.
  24. Sizin ifadeleriniz üzerinden hareketle şu hususları öğrenmek istiyorum.Yardımcı olursanız sevinirim. 1.Parantez içinde belirtmem gerekir ki ; tarihte bir ülkenin karışıklığında (heleki etnik farklılık içeriyorsa) başrol oynayan sebeplerden birisi milliyetçilik akımıdır.. İlk sebep sizce nedir? 2. Bu güne baktığımızda kürtlerin dayatma bir milliyetçilik akımına maruz bırakıldıklarını görüyoruz.. Kürtlere dayatılan milliyetçilik akımının nasıl, kimler vasıtası ile uygulandığını daha belirgin bir şekilde açıklar mısınız? Aynı insanlar yurt dışında o ülkenin hukuk kuralları içinde hatta çifte vatandaş hakkından da faydalanarak yaşamlarını sürdürürken o ülkenin birlik ve bütünlüğüne zarar verecek ( Kaybedilen insan sayısı ve ekonomik değerler ile yaşanan sosyal travmalar açısından) ve hatta şu anda bizim yaşadığımız boyutta sıkıntıya sokacak tarzda faaliyetlerde bulunmaları halinde tepkinin nasıl olacağını değerlendiriyorsunuz? Hatta bu insanların zaman zaman kendilerinden bahsederken ''Bizim Almanya'da'' veya bazı okumuşları için ağdalı bir Amerikan Türkçesi ile ''Amerika bu konu hakkında genel olarak şöyle düşünmekte'' diyerek fikirlerini söylemelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 3.İşinde gücünde olupta tek derdi evinin rızkı olan insanlar Kürt etniğini bu "dayatma"nın sonucunda sorgulamaya başlamışlarsa (normal karşılanabilir) düşünmek gerekir ;....Nereye geldik?..Kürtçülük...O halde bu günkü sorunları Kürt Sorunları adı altında irdelemek çok da yanlış olmaz zaten sözü edilmek istenilen bellidir merak etmeyin ırksal bir yaklaşımda asla değilim.. Bugüne kadar yaşanan tüm olumsuzlukların işinde,gücünde ve evinin rızkını ( Orta veya orta altında gelir seviyesinde olan bir kazançtan bahsediyorsunuz herhalde ) kazanmak çabasında olan birilerinin bu bahsettiğiniz dayatmayı sorgulamasından kaynaklandığını mı ifade ediyorsunuz? Cümleniz içerisinde de geçen Kürt sorunları sizce nelerdir? Sorularımı cevaplarsanız ortaya koyduğunuz düşünceleri daha net kavramış olacağım. Şimdiden teşekkür ederim.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.