tülvent tarafından postalanan herşey
-
DSC08614
Şu albümden: tülvent Tatilde
-
DSC08612
Şu albümden: tülvent Tatilde
-
DSC08611
Şu albümden: tülvent Tatilde
-
DSC08603
Şu albümden: tülvent Tatilde
-
DSC08552
Şu albümden: tülvent Tatilde
-
DSC08550
Şu albümden: tülvent Tatilde
-
Bodrum
Şu albümden: tülvent Tatilde
-
'''EN SON DEPREM '''
Çok geçmiş olsun, canım yaa... Allah korusun! Emre de 6. katta ya, çok fena sallanmış...
-
tülvent' in Dağarcığı
Vee Mİmi' miz de hamile! Nasıl oldu anlayamadım. Evden çıkmayan kedi... Gözleri görmediği için ters tarafa atlayıp balkondan düştüğü o gün mü acaba? Bir süre sonra minicik bişeyler dolduracak avcumuzu, evimizi ve yüreğimizi Çook heyecanlıyım bu sabah. Neden mi, çünkü bu minik çorapların sahibini görmek için Bodrum' a gidiyorum
-
AĞIR İŞÇİ
O halde bayramın kutlu olsun, tatlımm...
-
tülvent' in Dağarcığı
Hani ağlamak istersin de gözyaşı gelmez gözüne! Hani sarılmak istersin de olmaz en sevdiğin yanında! Hani gitmek istersin de kalman gerekir! Hani uçurumun kenarındasındır da atlamaya cesaretin olmaz! Hani konuşmak istersin de, Seni dinleyecek duvarlardan başka kimseyi bulamazsın! İşte o zaman dersin ya; ''Dostum yanımda olsaydı!'' Öyleyim… Franz Kafka
-
İlker Başbuğ tutuklandı
- tülvent' in Dağarcığı
“Çocuk” dediğiniz insan evladı, kaç yaşına gelirse gelsin annesini anlamaz. Kız çocuklarının bir gün gelip “Annemi anlıyorum” diye ortaya çıktığına bakmayın. Ha, anlarlar ama kendileri hangi yaşa geldilerse annelerinin o yaştaki halini... Anlayış, daima geriden geliyor yani. Artık kimsenin "Bir yastıkta kocamak" gibi bir arzusu, amacı yok. "Evlilik" denilen hadise, mesela "tatile çıkmak" gibi bir eylem artık. Tatile çıkar, bir süre sonra evinize dönersiniz. Ölene kadar tatil yerinde kalacak haliniz yok ya...- GÜNÜN KARİKATÜRÜ... (Kendi dilini oluşturmak için, karikatür, metafor yaparak kendine has bir anlatım dili oluşturuyor... :). :(. :|...)
- LAİK EĞİTİMDEN DİNCİ EĞİTİME...
- LAİK EĞİTİMDEN DİNCİ EĞİTİME...
- LAİK EĞİTİMDEN DİNCİ EĞİTİME...
- Yer Gök '19 Mayıs' Olacak!
19 Mayıs Yasağına Danıştay Engeli Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Ankara dışındaki illerde 19 Mayıs kutlamalarının yalnızca okullar ve öğrenciler arasında kutlanmasına ilişkin genelgesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldı. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'na stadyum yasağı getiren düzenleme Danıştay'a takıldı. Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 11 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan genelgenin yürütmesini durdurdu. Bakanlık, 19 Mayıs kutlamalarının yalnızca okullar ve öğrencilerle kutlanmasına ilişkin bir genelge yayınlamıştı. Doğan Haber Ajansı'nın haberine göre Danıştay, genelgenin yürütmesinin durdurulması ve iptali ile ilgili başvuruyu karara bağladı. Danıştay 10'uncu Daire Başkanlığı, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nın başkent dışında sadace okullar ve öğrenciler ile kutlanmasına ilişkin genelge hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldı. 28 Nisan 2012 = Cumhuriyet Haber Portalı- Kahve falınız hep yanınızda
Bak seeennn... Ama ben senin baktığın falı tercih ediyorum, desem... Bu arada birlikte kahve içmeyi çook özledim.- "Kadınlar, erkeklerden daha ahlâklı"
O halde bayanlara bir alkış gelsin!- evet, bağımlıyım.. şerefe:)
Sevgiler- tülvent' in Dağarcığı
Canımsın ve çok incesin, teşekkür ediyorum. Bu da senin için...- tülvent' in Dağarcığı
"Yüz yüzden utanır." Benim favori atasözüm. Birbiri hakkında demediğini bırakmayan iki düşmanı yüz yüze getirin... Ha, dövüşürler belki o ayrı, ama o dediklerinden bir tekini birbirinin gözünün içine bakarak tekrarlayamazlar. Bütün atıp tutanları o atıp tuttukları adamın karşısına oturtmak istemişimdir hep. Seyretmek sonra... * Çocuğunun mamasını her zaman bakıcıya yedirten annelere, kedisinin önüne süt konması için emir veren “hayvansever”lere seslenmek istemişimdir hep; “Başkasının koklamasıyla çiçeğin kokusunu alamazsınız.” * Evlilik için neden "mutlu başlangıç" değil de "mutlu son" denir? "Son", "bitiş"tir, "mutlu son" nedir? "Maaşa zam işe nihayet" gibi bir şey mi? * Bir kadının istediği tek şey vardır şu hayatta, o da KONUŞMAK! Sevgilisiyle “ilişkileri üstüne” konuşmak ister... Sık sık, uzun uzun. Arkadaşlarıyla “sevgilisini” konuşmak ister... Sık sık, uzun uzun. Kocasıyla çocukların sorunlarını konuşmak ister... Sık sık, uzun uzun. Patronuyla işyerindeki meseleleri konuşmak ister... Sık sık, uzun uzun. Öğretmenle çocukların derslerini konuşmak ister... Sık sık, uzun uzun. Yatakta konuşmak ister... Daima, uzun uzun. “Kirlenmeyen mutfak tezgâhı” ymış! Tamam da, onu da önce birileriyle konuşmak ister. Uzun uzun.- 70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
... Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her yere birlikte giderdik, Z aten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki… En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. '' Sokakta oynamak'' diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, Oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi. Hatta öyle olurdu ki; Çantalarımızı kaldırımlara koyar Oyuna bile dalardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden, Kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatırlar, Hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Evine girip gelen, elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. O arada, anneleri çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu. Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır, Çantamızın üstüne koyar Oyun bitince geri alırdık. Ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırılır, kavga edince barıştırılırdık. Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, Asla kanla falan da bitmezdi, En fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, Yine dalardık oyuna. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar, Yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik; ekmek çiğner basarlardı alnımıza, Oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara falan girmezdik. Ben, bizim çocukluğumuzu çok özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki.. Komşumu tanımıyorum ama, Evinin camını silen kadına '' Kolay gelsin '' der konuşurum. Onun dışında orada kim oturur, hiç bilmem. Evimizi kendimiz temizlerdik, Kapı silmece; bilmem kaç kuruş... Hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri. Şimdi; Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuklar yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, Işıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar... Ruh yok... Buz gibi buz, bu, biz değiliz. Biz bu değiliz... Biz böyle değildik... Tahta iskemlelerimiz de oturan yaşlılarımız; Onlara ''dede, nene'' diye hatır soran çocuklarımız yok. Ben kapılarında '' vale '' lerin, '' bady '' lerin beklediği yerlerden Hep çekinmişimdir. Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, Taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, Hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana. Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder. Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen; Beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, Yalnızlıklarımızla yaşar olduk. İyi de neden böyle olduk? Biz mi istemiştik? Yoksa hak mı ettik? ... Kim yazmış bilmiyorum, fakat son yıllarda yaygın bir ‘’Nostalji Edebiyat’’ı var. Yaşı 50’lere gelmiş insanlara sorsak, acaba kırk yıl önceki çocukluk ve gençlik çağının dünyasında yaşamak isterler mi? Kaç kişi ister? Ağzımızın tadının bozulduğu, ilişkilerin de yapaylaştığı bir çağda yaşadığımız doğrudur. Bir zamanlar Abdülhak Şinasi Hisar’ da "Boğaziçi Mehtapları" nı yazmıştı. Ne o konaklar, yalılar kaldı; ne de o hanımefendiler, beyefendiler... Hepsi tarihe karıştı. Değişmek kaçınılmaz, direnmek de bir yere kadar... Her şeye rağmen bizi biz yapan değerlerimizi yaşamaya, yaşatmaya çalışmalıyız.- 70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
... Hep çok meşgul Yakup Usta! Hafif dalgacı bir gülümsemeyle "bugüne kadar, kendi çapında icat sayılabilecek 53 makine yaptım" diyor. Atölye bir bahçeye açılıyor. Ötesi deniz. Küçük iskeleye bağlı balıkçı teknesi de onun elinden çıkmış. Adı Gümüşlü. Söz geçmiş zamanlardan açılıyor. Ailesinden, Gümüşlü sahilindeki haftada on ton sabun üreten fabrikalarından, sahildeki yazlık sinemalarından söz ediyor. Sonra buruk bir gülümsemeyle "her şey değişti" diyor. "Hep de kötüye değişti." Bölgedeki yazlık ev yapılaşmasından, ormanlık alanların inşaata açılmasından söz edecek sanıyorum. Fakat Yakup usta konuyu daha derine çekiyor: "Bugünün insanı eskilerin eşkıyası kadar bile merhametli değil" diyor. Ve anlatıyor. "Dedem, bu bölgede Osmanlı' nın mali işlerinden sorumlu memuruydu. O zamanlar eşkıya tarafından soyulmadan yollarda dolaşabilmek zor. Biliyor musun dedem ne zaman rahat yolculuk edermiş? Eytam (yetimler) sandığından köylerdeki, kasabalardaki yetimlere ödenek ve iaşe götürdükleri zaman... Eşkıya bilir, asla dokunmazmış! Düşün bak!" * * Zihnimi kurcalıyorum biraz... Osmanlı'nın eytam sandığı 1926' da Emlak ve Eytam Bankası' na dönüştürülmüş ama bir süre sonra yetimler unutulmuştu. Zaten 1946 yılında da banka Türkiye Emlak Kredi Bankası anonim ortaklığına devredilmişti. Epeyce bir zamandır vicdanı müesseseleştirmekte zorluk çeken bir toplumuz. Vicdan artık kişisel bir duygu, hatta hoş bir efsane! * * Bahçeye çıkıyorum. Bir deniz kaplumbağası (caretta caretta) iskeleti var bahçede. Şaşkınlığımı görünce, "Ne sanıyordun, zamanında bu sularda denizkaplumbağası vardı" diyerek anlatıyor Yakup Usta. "Ölüsünü bulduğumda ağzından güçlükle kocaman bir naylon torba çıkarmıştım. Yavrucak naylonu denizanası sanıp yutmuş, boğulmuş!" ???... H. Babaoğlu - tülvent' in Dağarcığı
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.