Zıplanacak içerik

Liderler

Popüler İçerikler

Üzerinde en yüksek itibara sahip içerik gösteriliyor: 18-01-2019 in Blog Başlıkları

  1. Dilinin sürekli olarak kırık dişinin üzerine gitmesi gibi yaralarımızla oynayıp durmamız. İyileşmek, iyi hissetmek gibi bir kaygımız görünürde olsa da içten içe o acıyı, ağrıyı çekerken kendimizi önemli sandığımız için mi, iyileşmesine izin vermiyoruz. Sanki o yara iyileşirse yaşadıklarımız da o yarayla birlikte kaybolup gidecek. İnsan geçmişte yaşadıklarını unutmaya başladığında nasıl bir insan olabilir ki? Geleneksel anlayışa sahip toplumlarda değişimlere karşı direnç göstermek sanki doğuştan verilen bir yetenek gibidir insana. Bilincin ötesinde bir refleks gibi değiştiğini hissettiği anda karşı koyar. Çoğu zaman bunun farkında bile olmadan, karşı koyuyor gibi değil de, kendini koruyor gibidir. Oysa tek yaptığı kafasını toprağa gömmektir. Bunu fark etmemek için daha çok kapatır kendini. Bir süre sonra kopar gerçeklikten. Başka, başkasının gerçeklerine sahip çıkmaya savunmaya başlar. Çünkü başkasının sahip olduklarını savunmak kendi sahip olduklarını savunmaktan her zaman daha kolaydır. Kaybetse bile zarar görmeyeceğini bildiği için rahattır. En fazla başka bir gerçeklik bulup ona sığınır. Başkalarının parasıyla kumar oynayıp sürekli kazanan ama beş kuruşu olmayan bir kumarbaz tanıdım. Neden diye sordum. Neden kendin için oynayıp kazanmıyorsun ve bu sefaletten kurtarmıyorsun kendini? Oynadığını söyledi eskiden. Herşeyini kaybettiğini. Kaybetme ve sonrasında bu kaybetme duygusuyla karşı karşıya kalma korkusunun tüm benliğini ele geçirdiğini, doğru zaman da doğru riskleri alamadığını ve bu yüzden kaybetmeye mahküm olduğunu. Çok yetenekli ve akıllı olsalar da çalıştıkları iş yerlerinde yükselip mevki sahibi olmak yerine daha az kazanmaya tamah edip hayatları boyunca yerlerinde sayan, hesaplayamadıkları bir felaket başlarına geldiğinde ise kaybolup giden insanların da açıklaması çok farklı olmayacaktır. Bir gün tamamen yıkılıncaya dek almadıkları risklerin rehaveti ve rahatlığıyla oldukları yerde saymayı tercih ederler. Kaybetmek istemezler. Çünkü oynadığın kumarda orataya koyduklarının büyüklüğü, sonrasında olacakları düşündüğünde başına gelecek felaketin de büyüklüğünü gösterir insana. Tüm elindeki yetenekleri aklı ve tecrübeyi başkalarının kazanması için harcar dururlar. Kaybedecekleri en fazla standart bir iştir ve bu işi her yerde bulabileceklerini düşündükleri için algıları korkuyla gölgelenmez. Bu yüzden başarılıdırlar ama bu başarı diğerlerine hizmet eder. İnsanın ruhundaki yaralarla elindekileri kaybetme korkusu aşağı yukarı benzer şekillerde hayatlarını olumsuz etkiler. Birey bunun farkında olsa bile az önce bahsettiğim nedenlerden dolayı ikisinden de vazgeçemez. Bir kadının yetişkin olana kadar babasından şiddet ve baskı görmesi onu ne kadar olumsuz etkilese de o kadınların aşık olduğu adamların da babalarına benzedikleri, kimi zaman bunun farkında olarak kimi zaman farkında olmadan o adamları seçmeleri de bu şekilde açıklanabilir. Gelenekçi ve ataerkil bir toplumda yaşıyor olmamız, kocasından ya da sevgilisinden şiddet gördüğü halde yine de ondan vazgeçmeyen kadınların bu davranışını açıklamaya yeterli değil görüşündeyim. Bastırılmış kişilik, özgür bir birey olmanın risklerini almak ve kendi kararlarını vermek yerine, hayatlarını çekilmez kılan erkekleri tercih etmeleri, o erkeklerden gördükleri zararı kendi sorumluluklarının sonucunda kaybettiklerinin vereceği zararla karşılaştırıp bilineni tercih etmeleri, yetenekli ve akıllı odluğu halde mevki sahibi olmak yerine ait olduğu yerde sebat edenlerle, geçmişinden gelen yaraların kapanmasına izin vermeyip o yaranın bilindik acısına sahip çıkıp iyileşmesine izin vermeyenlerle aynı nedenden kaynaklanmaktadır. Bilinen acı, bilinmeyen acıya tercih edilir. Çünkü yetiştirilirken olasılıkların en kötüsüne hazırlıklı yetiştiriliyoruz. Daha çocukluktan itibaren, terli terli su içme hasta olursun, evden uzağa gitme kaybolursun, annenin elini bırakma seni çingeneler çalar, yalan söyleme Allah baba seni çarpar.... vb. gibi hep olumsuzluk içeren örneklerle kişiliğimiz baskı altında büyütüldük. Elbette ki bu uyarılar doğru ve yerinde uyarılar ama bize bunları yapma dedikten sonra şunları yapabilirsin böyle daha iyi olur diye seçenekler sunulmadı. Bu yüzden biz ne zaman sokağa çıksak ya hasta oluyoruz, ya kayboluyoruz ya da çingeneler bizi çalacak diye korku içinde yaşıyoruz. Büyümüş olmamız bu örnekleri çeşitlendirerek arttırdı sadece bu.
  2. Açlığı 'güç' olan birini kontrol etmek kolaydır. Tüm diğer ihatiyaçlarının önüne güçlü olmayı koymuşsa insan bu zehirle başkalarının kontrolünde olduğunun bile farkına varamaz. Güce ulaşma yolunda her kalıba girebilir, amacı uğrunda tüm benliğinden vazgeçebilir. Bazen ulaşamayacağını bile bile güç kırıntıları için yok olmayı bile göze alabilir. içinde yaşadığımız toplum düzeninde belki de en kolay kontrol edilebilir bireyler bunlardır. bu düzeni kontrol edenler gerçek güç sahipleri, güce ulaşma yolunda gözünün karartmış kişileri kullanarak yerlerini sağlamlaştırırlar. çünkü basittir onları yönledirmek. labirentin çıkış yerine gücü koyarlar, sonra olabildiğince karmaşık hale getirirler koridorları. sürekli olarak dikte ederler, güce ulaşmak için, mutlu olmak için, tatmin olmak için şunları yapmanız gerekiyor diye. diğerleri söylenenleri kabul edip beklenen tepkileri verirler. güç, zengin olmaktır, zengin olmak için ünlü olmak gerekir, ünlü olmak için popüler kültür enjekte edilir toplumun damarlarına. bunun en kolay yolu izlenilen televizyon programları. yalan kurgulanır, sıradan insanların da ünlü dolayısıyla zengin ve güçlü olduğu hikayeler sunulur. güç hırsıyla tutuşan ama oturduğu koltuktan kalkmaya üşenen insanlara umut vaat edilir. bir gün siz de böyle olabilirsiniz diye. kalkmaya üşenen insan, uykusu gelince yatağına gider, sabah hava aydınlanmadan işine, sonra akşam geri geldiğinde tüm gün yaşadığı saçmalığı, hizmet ettiği güç sahiplerini unutmak için aptal kutusunu açar ve koltuğuna oturur. yeni hikayelerle uyuşturur aklını, bir sonraki neden ben olmayayım?! güç, birliğin, bir olmanın ardına konur sonra. birlikteysek güçlüyüzdür der, gücün gerçek sahipleri. sonra korkuları yaratırlar, tüm dünya bizim birliğimizin karşısında, bizi bölmek istiyorlar, bizim güçlü olmamızı istemiyorlar, bizi bölerek yok edecekler! derler... güç aşkıyla yanıp tutuşanlar, birlik olma yolunda saf tutarlar. liderlerinin bir sözüne bakarlar düşünmeksizin, sorgulamaksızın. çünkü tüm dünya onlara düşman, tüm dünya onların yok olmasını istiyor, dünyanin işi yok, onun güçlü olmasını istemiyor... lierleri sağa gidin der, hepsi birlik olarak sağa gider, sonra sola gitmeleri emredilince neden sağa gittik diye sormazlar. çünkü sonunda güçlü olacaklar... güç, ilahi inancın ardına konur. gücün gerçek sahipleri der ki, iman sahibi olanlara cennet mükafattır, bu dünyada çok zorluk çekmiş olabilirsiniz, baki olan diğer dünyadır... derken kendilerinin bu dünyada sürdükleri sefayı mümkün olduğunca örtbas ederler. güç açlığıyla yanan yığınlar yeterince şükrederlerse bu dünyada olmasa bile diğer dünyada güçlü olacaklarına biad ederler. dinlerler liderlerinin sözünü, onların istediği şekilde iman eder, istemediği şekilde lanetlerler. hayatları boyunca güçlü olamayacaklarını düşünseler bile şükretme mekanizmasıyla kendilerini kullananların beklediği gibi davranırlar, kendileri gibi değil... açlığı güç olan birini kontrol etmek kolaydır. onları düzene adapte etmek kolaydır çünkü doğru şekilde yaklaşılırsa tepkileri ve tercihleri de tahmin edilebilir olur. kimini zengin olmakla kandırırsın, kimini birlik olmakla kimini imanla... ama mutlaka kanacakları bir yol vardır. çünkü tahmin edilebilirler. açlığı sevgi olan biri ise tercihlerinde tutarsızdır ve önceden tahmin edilemez. işte mevcut düzenin sahiplerinin en çok korktukları bireyler bunlardır. kontrol edilemezler. bir kadını seven erkeğin, ya da bir erkeği seven kadının ne zaman ne yapabileceği, nelerden fedakarlık edeceği öngörülemez. bunları ne televizyon izleterek uyuşturabilirsin, ne milliyetçilik, bir olmak kaygısıyla korkutabilirsin ne de iman gücüyle yapacaklarından vazgeçebilirsin. çünkü aşık olan insanın parayla işi olmaz. aşık olan insanın milliyeti olmaz çünkü başka ırktan birine sevdalanabilir. aşık olan insanın sevdasının karşısına imanı koyamazsın çünkü kalbiyle hareket eder, biad etmez. tanrı korkusuyla insan aşkı arasında sıkıştıramazsın. bir yerde mutlaka hata verir, ya kendini yakar, ya imanını... bu yüzden düzeni yöneten gerçek güç sahipleri, toplumları yönetirken sevgiye aç olan insanları bastırmak için kendilerine göre kurallar koydular. en basiti ve tartışmaya en kapalı olanı, kadını kapatmak oldu. kadını bir insan olmaktan çıkarıp, el değmemesi gereken, sadece erkeğin ait olabileceği bir malmış gibi davranmasını dayattılar. erkeklere ise el değmemiş bir kadınla evlenmeyi şart koştular. kadınlar önce saçlarını örttü, sonra başka erkeklerle aynı ortamda oldukları zaman vicdan azabı çekmeye başladılar. içten içe bunun yanlış olduğunu bilseler de daha yüce bir aşk için, tanrı aşkı için buna katlanmak zorunda olduklarına kendilerini inandırdılar ki, bunu yaparken de en çok kadınlar diğerlerini etkiledi. erkeklere ise daha çok müsamaha gösterdiler. diledikleri kadınla birlikte olabilecekleri ama evlenecekleri zaman, el değmemiş olanı seçerlerse diğer aptıklarının bir önemi olmadığı öğretildi ki bu da işlerine geldi. bu dayatmalardan sonra ne kadınlar ne de erkekler sevdikleriyle birlikte olmak yerine, kurallara uymayı tercih ettiler. sevgiyi çıkardılar denklemden, çünkü işin içinde sevgi varsa, tüm zenginlikler, ırkçılıklar, inanç farklılıkları anlamasız kalıyordu. insanı, sevmek için insan olması yetiyordu. bu güç sahiplerinin işine gelmedi. kadını kapattılar. toplumdan soyutlayıp onları değerli mal haline getirdiler. bunu yaparlarken kendilerini ayrı tuttular ve kimse farkına varmadı. bugün, yaşadığı hayatta mutlu olan sadece güç sahipleri. bir avuç azınlık. geri kalan çoğunluk şükür mekanizmasının ardına sığınıp sıranın onlara gelmesini bekliyor. ya kadınlar? bir külçe altından değerli olmak karşılığında, kendilerini kapatıp, mal olmayı kabul mu ediyorlar? insanın sevmesinden korkuyorlar. çünkü en büyük devrimler aşkla başlamış tarih boyunca. bunu bildikleri için kadınları özenle saklıyorlar... ya kadınlar? neden saklanıyorlar? hiç mi sevmiyorlar?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.