Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BASINDAN SEÇMELER - KÖŞE YAZARLARININ GÜNDEMİNDEN


GeceKuşu

Önerilen İletiler

***

Kanyon...

 

Yasai katsu curry.

Ebi raisukaree.

Yaki udon.

Moyashi soba.

***

Nedir bunlar?

"Karateci" diyenler, bilemedi.

***

İstanbul'da yeni açılan Kanyon alışveriş merkezi var ya...

Onun içindeki restoranlardan birinin mönüsü bu...

"Pilav, mantarlı tavuk, kabak" falan demek istiyor.

***

Merak ettim, gezdim Kanyon'u.

Amerika'da mıyız, Japonya'da mıyız, İtalya'da mı, anlamadım...

 

Türkiye olmadığı kesin.

***

Asabım bozuldu, sigara içeceğim.

Oturdum bir yere...

Şöyle yazıyor duvarda.

"Kahvelerimiz Peru orijinli, Villa Rica çekirdeklerinden hazırlanmaktadır."

Aferin.

***

Garson yanaşıyor, sipariş vereceğim...

- Sıcak içeceklerden ne var?

- Espresso, decaffeinate, cappuccino, latte macchiato, cafe au lait, hot milk,

hot chocolate, green tea, peppermint, chamomile flowers...

- Türk kahvesi yok mu?

- Maalesef.

- Su rica edeyim o zaman.

- Normal mi, San Pellegrino mu?

- Dizel olsun...

***

Abartmıyorum... Çıldırırsınız.

 

***

Mağazalara bakıyorum.

Havaya giriyor insan.

Şeytan diyor, dal içeri, "how much" diye sor...

 

***

Çünkü sağımda Angelo Nardelli, Bally, Bashqua, Carnevale, Perigot, Haaz.

Solumda Fornarina, Guess, So chic, Murphy&Nye, Patrizia Pepe, Swarovski.

Önümde Scabal, Thomas Pink, Birkenstock, Cesare Paciotti, Furla, Shisly.

Arkamda Mom-to-be, Only, Mandarina Duck, Vetrina, Kaloo, Via Pelle...

 

***

"Allahım ben neredeyim" diye düşünüyordum ki...

Sinemayı gördüm.

"Mars Cinema" yazıyor.

E Mars olabilir.

Başta demiştim... Türkiye olamaz.

***

Bu saatten sonra da, hiç kimse çıkıp, "tekstilimiz şöyle ilerledi, böyle atılım yaptı" filan demesin bana...

İlaç için bir tane Türk markası yok.

Sadece Başbakan'ın kankası, sponsor Remzi'nin mağazası var.

Onun da adı, Ramsey.

***

Özetle...

Hani hep konuşuluyor ya,

"hayatımız ithalat oldu, cari açık patladı" diye...

Cümleten hayırlı olsun.

Cari açığın, artık alışveriş merkezi de var.

KAYNAK:

1365.jpg1365.gif02.06.2006*Sabah

 

 

*tna

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türkiye İslamcı düzene mi?

 

Türkiye adım adım İslamcı bir düzene, klasik deyişle 'Şeriat devleti'ne mi götürülüyor? Bunun için AKP'nin gizli gündemi mi var, hükümette sinsi sinsi uyguladığı?

 

Bu 'gizli gündem'in en önemli maddelerinden biri Çankaya'nın düşürülmesi mi? Yani Tayyip Erdoğan'ın ya da AKP'den güvenilir birinin Cumhurbaşkanı seçilmesi mi?

 

Niye mi soruyorum bunları?

 

Çünkü, Türkiye'ye son zamanlarda şırınga edilmek istenen 'kriz halleri'nin altında bu sorular var.

Türkiye bu sorularla cephelere bölünmek kutuplaştırılmak isteniyor. Bu soru işaretlerinin çengelinde, cumhurbaşkanı seçimine dönük bir psikolojik savaş yürütülüyor Türkiye'de...

 

Tümü, huzursuz edici sorular.

 

Tartışılması gerginlik yaratıyor, tansiyon yükseltiyor. Çünkü herkes kendi kafasına, kendi ezberine göre yanıt istiyor.

 

Benim yanıtlarımın özeti:

 

(1)Türkiye, İslami bir düzene, 'Şeriat devleti'ne götürülmüyor.

 

(2)AKP'nin böyle bir 'gizli gündem'i olduğunu düşünmüyorum.

 

(3)Cumhurbaşkanlığı, bu ülkede bir 'iktidar mücadelesi'nin aracı. Kökleri eskiye gidiyor. Bir Özal, bir Demirel hangi neden ve gerekçelerle Çankaya'ya çıkmak istedilerse, Tayyip Erdoğan da Çankaya'yı -kendisi veya bir yakını için- aynı nedenlerle istiyor.

 

12 Eylül askeri yönetimi, yaptığı anayasayla Çankaya'yı rejimin kilit noktalarından biri haline getirdi. Türkiye'nin bazı temel konularında askerin ağırlığını arttırırken, seçilmiş hükümetlerin de bazı alanlarda elini kolunu bağladı.

 

Özellikle Özal'ın, 1989'da Çankaya'ya çıkarken, kafasında askerin rejimle ilgili bu vesayetinden kurtulabilir miyim sorusu da vardı. Cumhurbaşkanı oldu ama istedikleri olmadı. Bu arada partisi de elinden gitti. Demirel'in akıbeti de farklı olmadı.

 

Şimdi sıra Erdoğan'da.

 

O da kafasına tıpkı Özal gibi Çankaya'yı takmış durumda. Nasıl Özal Evren'den kurtulduğu zaman daha çok iş yapacağına inandıysa, şimdi de Erdoğan anlaşılan Cumhurbaşkanı Sezer hakkında böyle düşünüyor. Yani iktidar yolunda engellendiği kanısında...

 

Şimdi soruları tersten soralım.

 

(1)Türkiye, İslamcı bir gizli gündeme geçit verir mi? Hayır.

 

(2)Varsayalım AKP'nin böyle bir gizli gündemi var; bunu uygulayabilir mi? Hayır. Türkiye böyle gizli gündemlerin uygulanmasına meydan vermeyecek kadar gelişmiş ve farklılaşmış bir ülkedir. Kimse, Türkiye'nin bu düzeyini, geldiği yeri ve neredeyse iki yüzyıl önceye giden modernleşme tarihini hafife almasın ve Türkiye'yi İran'la falan mukayese etmeye kalkışmasın.

 

(3)Çankaya'ya Erdoğan da çıksa, gizli gündem uygulanamaz.

 

(4)Erdoğan Cumhurbaşkanı olsun mu? Başbakan olarak Türkiye'yi yöneten bir siyaset adamı elbette Cumhurbaşkanı da olabilir. Ancak Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması, öyle görünüyor ki, bir yandan Türkiye'nin siyasal istikrarını olumsuz etkileyecek, öte yandan AKP'nin içini karıştırıp seçim şansını azaltabilecek. Nitekim, Erdoğan'ın da bildiği bazı seçim araştırmaları da böyle diyor.

 

Bu nedenle, Erdoğan Çankaya'ya çıkmasa daha iyi olur diye düşünüyorum. Yeni cumhurbaşkanının yaygın bir mutabakat arayışıyla, krize meydan vermeden seçilmesinin hem Türkiye'yi rahatlatacağına, hem de ülkede siyasetin olgunlaşmasına katkı yapacağına inanıyorum.

 

Son sorular:

 

Peki hiç mi birşey olmuyor bu ülkede? AKP ile hükümetinin laiklik konusunda duyarlı olanları tedirgin eden, kaygılandıran tarafları, adımları, tavırları yok mu? Bunların sorgulanması, eleştirilmesi ve bunlara tepki konulması gerekmiyor mu?

 

Elbette var. Elbette sorgulansın, eleştirilsin, tepki konsun. Ancak, demokrasinin gereği olan muhalefet politikaları izlenirken oyuna gelinmesin.

 

İnce nokta burası.

 

Bu noktaya özen gösterilmezse, demokrasiyi sekteye uğratmak ve Türkiye'nin Avrupa yolunu kesmek için Türkiye'yi türlü çeşitli yollarla istikrarsızlaştırmak isteyenlerin tuzağına düşülmüş olur.

 

Akıldan çıkmasın bu nokta.

 

Muhalefet hiç kuşkusuz yapılacak. Ama karşındakini düşman gibi görmeden, düşman yerine koymadan...

 

Burası önemli.

 

"AKP'nin gizli gündemi"ne iyi niyetle eğilenlerin, aynı zamanda demokrasi düşmanlarının gizli gündemi üzerinde kafa yormaları gerekiyor.

 

Evet, AKP kadrolarının İslamcı geçmişten gelen bir takım takıntıları hala var. Mutlaka fanatikleri de var, milli görüş gömleğini hala çıkarmamış olan... Benden, senden ayrımı ya da cemaatçiliği de var.

 

Bunlar var ve haklı kaygı ve soru işaretlerine yol açıyor. Ama aynı zamanda unutmayın, AKP muhafazakar bir parti. Zinaydı, imam hatipti, din eğitimiydi, Kuran kurslarıydı, türbandı, tesettürdü, Merkez Bankası başkanlığına atamaydı gibi konularda farklı yönelişleri de var.

 

Bunların her biri, ille de rejime İslamcılık şırınga etmek anlamı taşıyabilir mi? Bunlara ille de böyle bir anlam yüklemek doğru mu?

 

Eleştirirken ve muhalefet yaparken, bazen bu soruya da zaman ayırmak lazım. Din korkusu ile demokrasi korkusu birbirine karışırsa, birçok bakımdan tehlikeli olabilir çünkü...

 

Uygar toplumlara ne din korkusu yakışır, ne de demokrasi korkusu...

 

k_cemal.gif

[email protected] 06.06.2006

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

Bana mı sordun kemiğini eritirken?

 

Borç, 248 milyar dolar.

Cari açık, 30 milyar dolar.

Euro, 2 milyon.

 

Ve hükümet, devleti bu hale getirenlerin kim olduğunu buldu...

 

***

 

Kemik erimesi olan vatandaşlar.

Ülseri olan vatandaşlar.

 

Evet, bütün suç onlarınmış.

 

***

 

Ekonomiyi rayına oturtabilmek için, kemik erimesi olan vatandaşların ilacını kestiler.

Maliye Bakanlığı'nın tebliğine göre, öyle her "kemiğim eriyor" diyen ilaç alamayacak artık.

Ne zaman alacak?

Kemikleri kırıldığı zaman...

Yani, "belgelendirmesi" gerekiyor.

Getir kırığı, al ilacı kardeşim...

Kırık yoksa, ilaç da yok.

Hükümete mi sordun, kemiğini eritirken?

 

***

 

Ekonominin dengelerini alt üst ettiği saptanan diğer grup da, ülseri ve gastriti olan vatandaşlar...

Onlara da, yok artık ilaç milaç.

Hortumları kesildi.

Ne yapmaları lazım illa ilaç almak istiyorlarsa?

Hortum sokturmaları...

Ucunda kamera olan hortumu midelerine sokturup, delik olup olmadığını kanıtlamaları gerekiyor.

Dedim ya, "belge şart..."

Del mideyi, al ilacı.

Delik yoksa, ilaç da yok.

 

***

 

Hükümete ispiyonlamış gibi olmayayım ama... Bana sorarsanız, "kendi keyfi için" devleti batıran "şımarık" bir grup vatandaş daha var.

Kalp hastaları...

Onların da ilacının kesilmesi lazım mutlaka.

Çünkü veriyorsun ilacı, yaşıyorlar...

Kes ilacı, tam tasarruf.

KAYNAK:

1365.jpg1365.gif06.06.2006*Sabah

 

 

*tna

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sikkenin sahtesi makbuldür...

 

Allah memlekete soyguncunun bile hayırlısını versin kardeşim...

 

***

 

Bakın, Maraş'ta müzeyi soymuşlar.

Ama hiç olmazsa, yerine sahtesini koymuşlar.

Maksat, gezmeye gelenler mağdur olmasın...

 

***

 

Uşak'ta da böyle olmuştu, malum.

Arakladılar kanatlı denizatını.

Yerine koydular sahtesini.

Kanatlı mı? Kanatlı...

 

***

 

E artık çok detaya girmeyeceksin...

Yok efendim, "biri 2 bin 300 yıllıkmış da, öbürü 3 günlükmüş" falan...

Olur o kadar.

 

***

 

Zaten, hayatının geri kalanında farklı mı davranıyorsun ki, illa "sikkenin orijinalini isterim" diye tutturuyorsun.

 

***

 

Çek sahte, senet sahte, para sahte, evrak sahte, diploma sahte, nüfus cüzdanı sahte, pasaport sahte,

ehliyet sahte, sağlık karnesi sahte, imza sahte, fatura sahte, fiş sahte, rapor sahte, kredi kartı sahte,

oy pusulası sahte, otobüs bileti sahte, piyango bileti sahte, maç bileti sahte, plaka sahte, reçete sahte,

tablo sahte, altın sahte, mücevher sahte.

Sahte seçmen var, sahte gelin var, sahte emekli var, sahte doktor var,

sahte subay var, sahte diş hekimi var, sahte avukat var.

Sahte imam var, imam...

Rakı sahte, sigara sahte.

Baklavaya fıstık yerine ezilmiş bezelye koyuyor adam.

Kırmızı biberde kiremit tozu, zeytinde ayakkabı boyası var.

Bayat tavuk beyaz görünsün diye klora batırılıyor, kurtlanmış ceviz beyaz görünsün diye çamaşır suyuna...

Küflenmiş peyniri jel ile harmanlayıp, taze kaşar diye kakalıyorlar. Lahmacun yağ külünden...

Sucuk desen, kıyılmış tavuk ayağından... Kemik öğütülüp, salam yapılıyor. Sosis, horoz ibiğinden.

Baharatta, ot sap.

Süt, sulu.

 

***

 

Hayatımız sahte, hayatımız.

 

***

 

Onun için sorun çıkarma.

Gez işte...

Kanatlı mı? Kanatlı.

 

 

 

KAYNAK:

1365.jpg1365.gif09.06.2006*Sabah

 

 

*tna

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

***

 

Başbakan bonoya girerse, iyi olur...

 

***

 

Televizyonu açıyorum.

Ekonomi profesörleri...

Gazeteleri açıyorum.

Ekonomi profesörleri...

 

***

 

Piyasa oynak ya...

Hepsi vatandaşa akıl veriyor, parasını nasıl kullanması gerektiğini anlatıyor, tavsiyelerde bulunuyor.

"Dolara geç, lirada kal" falan...

 

***

 

Haksızlıktır bu.

Hep vatandaş düşünülmez ki...

Siyasileri de düşünmek lazım.

 

***

 

Madem kimse yapmıyor bu işi.

Ben yapayım bari...

 

***

 

Tayyip Erdoğan'ın 1 trilyon 361 milyar lirası var. 120 bin de doları...

Mal varlığı olarak açıklamıştı.

O zamanlar dolar 1.30'du.

Şimdi 1.67...

 

***

 

Tayyip Erdoğan'ın liraları, o zamanlar, 1 milyon 46 bin dolar ediyordu...

Şimdi 815 bin dolar ediyor.

231 bin dolar kayıpta...

 

***

 

Tayyip Erdoğan'ın dolarları, o zamanlar, 156 milyar lira ediyordu...

Şimdi 200 milyar ediyor.

44 milyar yelkende.

 

***

 

Topla ikisini...

Büyük zararda.

Parasını iyi yönetememiş yani.

 

***

 

Benim Başbakan'a tavsiyem şu...

Aman dolarları bozma...

Liraları da, hemen yüzde 23 faizli bonoya göm.

Malum, dünyanın en yüksek faizini sizin hükümet veriyor şu anda.

Bu fırsat kaçmaz.

 

***

 

Peki Deniz Baykal?

26 bin Euro'su var.

116 milyar da lirası...

O zamanlar Euro 1.55'di.

Şimdi 2.1...

Baykal'ın Euroları, o zamanlar, 40 milyar lira ediyordu.

Şimdi 54 milyar lira ediyor.

14 milyar kârlı.

Liraları ise, o zamanlar, 75 bin Euro ediyordu.

Şimdi 55 bin Euro ediyor.

İçerde.

Topla ikisini...

Başbakan'ın zararının yanında, devede kulak.

 

***

 

Mehmet Ağar'ın 42 milyarı var.

Vur dolara.

7 bin dolar içerde.

 

***

 

Devlet Bahçeli'nin 30 milyarı var.

Vur dolara. 6 bin dolar kayıpta.

 

***

 

Tayyip Erdoğan'ın parası çok, malı az.

Yanlış hatırlamıyorsam, liralarıyla 3 tane villa alacaktı.

Aldıysa, mortgage rüzgârıyla, en az 2'ye katladı servetini.

Almadıysa, geçti Bor'un pazarı.

Şimdi o paraya 3 villa alamaz.

 

***

 

Baykal, Ağar ve Bahçeli'nin ise, parası az, arsası çok.

Bu nedenle bu üç lidere önerim şu:

TOKİ'ye başvurun...

Verin arazileri.

Gelir paylaşımlı konut üretin.

Nasıl olsa hükümette tanıdıklarınız var.

Yarısı sizin, yarısı TOKİ'nin...

Çimentoyu da Göltaş'tan almanızı tavsiye ederim. Demirel'indi. TMSF el koydu. En cazip fiyatlar orada.

Hadi hepinize hayırlı işler.

 

***

 

KAYNAK:

1365.jpg1365.gif27.06.2006*Sabah

 

 

*tna

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

Rebeka...

 

***

 

Rahşan Hanım memleketi kurtarmak için girişimlere başladı... Ankara kıpır kıpır.

 

***

 

Ama benim canım "siyaset" yazmak istemiyor bugün... Sıkıldım.

 

En iyisi ben size alakasız bir fıkra anlatayım...

 

***

 

Mois ölüm döşeğinde. Rebeka başında...

 

"Ah Rebeka ah" demiş Mois, "Hatırlıyor musun, trafik kazası geçirmiştim,

yine böyle bir hastane odasında ecelle pençeleşiyordum ve başucumda sadece sen vardın..."

 

Tatlı tatlı saçını okşamış Mois'in Rebeka.

"Nasıl hatırlamam Moisciğim" demiş, "ne günler atlattık biz..."

 

Mois'in gözleri dolmuş.

"Hatırlıyor musun Rebeka" demiş, "İflas edip, sıkıntıdan kalp krizi geçirdiğimde, başucumda yine sadece sen vardın..."

 

Rebeka şefkatli şefkatli gülümsemiş.

"Hepsi geçti Moisciğim" demiş, "ne günler atlattık biz..."

 

Mois dertli dertli iç çekmiş...

"Hatırlıyor musun Rebeka" demiş, "Beyin ameliyatı geçirdiğim zaman, Azrail'le boğuşurken, başucumda yine sadece sen vardın..."

 

Rebeka "nasıl hatırlamam" manasında başını aşağı yukarı sallamış usulca...

"Moralini bozma Moisciğim" demiş, "ne günler atlattık biz..."

 

Mois, son bir gayretle kafasını kaldırmış...

"Yahu düşünüyorum da..." demiş, "Sen ne uğursuz kadınmışsın be Rebeka."

 

***

 

KAYNAK:

1365.jpg1365.gif28.06.2006*Sabah

83

 

 

*tna

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 ay sonra...

İnsan katır benzerliği

 

Spottan devam ediyorum.. Antropolog nedir, derseniz, bendeki tarifi şöyle:

 

“Okumuş yazmış kısmının kendini doğaya vurup, dağda bayırda boş gezenidir..”

 

Devlet böyle dağa bayıra, börtü böceğe meraklı tipleri bulur.. Onları fakülte dedikleri bir binaya kapatır..

 

Başlarından sopayı eksik etmeden; mânâsını bilmedikleri onlarca kelimeyi “Gülbank çektire çektire” belletir..

 

***

Tekmili Latince denilen dilden türeme bu kelimeler yalnızca mevtaların konuştuğu dildendir..

 

Yaşayanlara tek bir faydası yoktur..

 

Temsil bakkala gidip “Paleoantropolojik dönemden kalma kaşardan iki yüz elli gram tart..” demezsin..

 

“İki yüz elli gram eski kaşar tart..” dersin..

 

SAY SAY BİTMEZ

 

Bu kelimeleri belledikten sonra sıra “kemik bellemeye” gelir..

 

Bellettikleri kemik de öyle kaynattığında suyu veren cinsten değil.. Normal kemiği kaynatıp, suyunu kavanozda zaptedersin..

 

Jöle kıvamında saklanan o kemik suyunu azar azar yemeğe katar, aşını lezzetlendirirsin..

 

Bunların adlarını bellediği kemikler ise işe yaramaz, itin önüne atsan yemez..

 

Üstelik bu kemiklerin her birine sanki bir yiğitlik, bir yararlılık göstermiş gibi Latince bir ad takılmıştır..

 

Sadece kemiklerin değil..

 

Her kemiğin üzerindeki çıkıntının dahi adı vardır..

 

Öğrenci bunları da ölümüne beller..

 

Hocası “Say bakalım Homo Sapiens insanının ayağındaki kemiklerin adını..” dediği zaman

 

tıkır tıkır söyleyecek kıvama gelmişse diplomasını alır.. O artık bir antropolog olmuştur..

 

***

Devlet baba yine de insaflıdır..

 

Bu kadar faydasız bir eğitimden sonra antropolog yaptığı bu insanları kıyıp da toplumun içine katmaz..

 

Bunların eline diplomayla birlikte kazma kürek takımını tutuşturur, sonra yallah! Doğruca dağa bayıra salar..

 

AHALİ İNANMAZ..

 

Bizim ahalinin “antropoloji” denilen bu bilime içi ısınmamıştır..

 

Ahali antropolog denilen adamın hallerine bakıp kıllanır..

 

Antropolog takımı bir yeri eşelemek için dağa bayıra yayıldığında köylü bunların kuru kemik peşinde olduğuna inanmaz..

 

“Hükümet adamları gizlice mal, davar sayımı yapıyor” sanıp hayvanını saklar..

 

Okur yazar şehirli takımının bu işleri ciddiye almasına da akıl erdirememiştir..

 

Vaktiyle İsmet Paşamız’ın akıl küpü oğlu Erdal Beyimiz böyle bir kazı alanına gezi yapmıştı..

 

Yedi iklim, on dört diyarın köylüsü peşine takılıp gizlice takip etmişti..

 

Köylünün aklı evvellerinden biri “Bunlar define arıyor zahir..” deyip, teşhisi koydu..

 

Onu dinleyenler de Erdal Bey’in gezinirken dinlenmek için durup sağa sola bakındığı yerleri taş koyarak işaretledi..

 

Sonra oraları kazılıp, delik deşik edildi.. Define bulunamadı.. Kısmet değilmiş belli ki..

 

***

Şahsen eskiden bu antropologların dediklerine ben de inanırdım..

 

Bir de insanın maymundan geldiğini anlatan Darwin teorisini duymuşluğumuz var..

 

Kitap işin doğrusunu yazıyor..

 

Adem ile Havva’nın Cennet’ten nasıl ıskat edildiğini anlatıyor ama bizim kafamıza girecek gibi değil..

 

Entel olmuşuz bir kere..

 

İLK TATBİKAT

 

Yeni entel olmanın gayretiyle fikirlerimizi yaymak için yanıp tutuşuyoruz..

 

Bu gayretle ilk kurbanımızı da takıldığımız Ferah Kahvesi’nin sakinleri arasından seçtik..

 

Dudağı Yılık Tayyar Amca..

 

Ak sakallı, kendini dine diyanete vermiş bir ihtiyardı.. Bizim gibi zıpçıktı gençlerle sohbet hevesine kapıldı..

 

Laf dönüp dolaşıp “insanın türemesi” konusuna, yani antropolojik alana kaydı..

 

Dudağı Yılık Tayyar Amca’nın tezi “İnsan çamurdan halk olmuş, içine can üflenmiştir..” görüşüne dayalıydı..

 

Onun kaburga kemiğinden de Havva anamız halk edilmiş, avrat kısmı böyle türemişti..

 

Biz de Darwin papağanlığı yapıp insanın maymun soyundan geldiğini, ilk atalarımızın maymun olduğunu savunuyorduk..

 

En şiddetli savunan da sözcümüz durumundaki Çallı İbrahim’di..

 

***

Bütün kahve sakinleri başımıza birikmiş, dayattığımız bilimsel kanıtlar Dudağı Yılık Tayyar Amca’yı bunaltmıştı..

 

Sonunda Çallı İbrahim’in gözünün içine bakıp akademik tartışmaya noktayı koydu:

 

“Senin ananı maymun bellemişse bilmem.. Ben Hz. Adem’in soyundan geldim..”

BU DA SON TEZ..

 

Bu cümle bize Dudağı Yılık Tayyar Amca’nın akademik bir konuyu tartışacak formasyonu olmadığını göstermişti..

 

Ancak zihnimizde dönüp duran soruların karşılığını hâlâ bulamamıştık..

 

Bunun bir sebebi de sözünü ettiğim antropoloji ilmidir..

 

Amerika’dan Eric Trinkaus adlı bir antropolog çıktı.. O da kitabı inkâr eden gafillerden..

 

Otuz beş bin yıl öncesinin kemiklerini kurcalarken keşfetmiş ki

 

insanın ataları ile “Neanderthal insanı” diye bilinen tür aralarında çiftleşmiş..

 

Bu sayede bizim gibi konuşabilen, maçlarda “Ölmeye geldik..” diye bağırabilen bir insan türü türemiş..

 

Beygir ile eşek çiftleşince katır doğuyor ya! İşte bizlerin durumu da böyleymiş..

 

***

38 bin yıllık bir Neanderthal kemiği bulmuşlar.. Adı da “femur..”

 

Kemiği bulunan Neanderthal nüfusa kayıtlı olmadığından bu Femur’un soyadı yok..

 

Amerika’daki Lawrence Berkeley National Laboratuvarı uzmanı Dr. Edward Rubin bu kemiği kaynatıp,

 

çıkan sudaki genleri taramış.. DNA’daki 4.3 milyar yapıtaşından 900 bin küsurunu tarayıp bu sonucu bulmuş..

 

İnsan ile Neanderthal çiftleşti, günümüzdeki tür ortaya çıktı..

 

Ocağınız batsın..

 

O yapıtaşlarından biri olup Neanderthal’den insana geçen FOXP2 geni sayesinde de konuşmayı öğrenmişiz..

 

Bu olsa olsa boş konuşma genidir.. Araştırmalarımı sürdürüyorum..

 

İnsanlığı katır gibi tarif eden antropologlarla mücadelem sürecek..

 

Unutmayalım.. “Hacı dayının katırı.. Her yerde sayılır hatırı..”

 

Pek bilimsel olmadı ama..

Alıntı:1.jpg

 

***

*tna

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsan katır benzerliği

 

Spottan devam ediyorum.. Antropolog nedir, derseniz, bendeki tarifi şöyle:

 

“Okumuş yazmış kısmının kendini doğaya vurup, dağda bayırda boş gezenidir..”

 

Devlet böyle dağa bayıra, börtü böceğe meraklı tipleri bulur.. Onları fakülte dedikleri bir binaya kapatır..

 

Başlarından sopayı eksik etmeden; mânâsını bilmedikleri onlarca kelimeyi “Gülbank çektire çektire” belletir..

 

***

Tekmili Latince denilen dilden türeme bu kelimeler yalnızca mevtaların konuştuğu dildendir..

 

Yaşayanlara tek bir faydası yoktur..

 

Temsil bakkala gidip “Paleoantropolojik dönemden kalma kaşardan iki yüz elli gram tart..” demezsin..

 

“İki yüz elli gram eski kaşar tart..” dersin..

 

SAY SAY BİTMEZ

 

Bu kelimeleri belledikten sonra sıra “kemik bellemeye” gelir..

 

Bellettikleri kemik de öyle kaynattığında suyu veren cinsten değil.. Normal kemiği kaynatıp, suyunu kavanozda zaptedersin..

 

Jöle kıvamında saklanan o kemik suyunu azar azar yemeğe katar, aşını lezzetlendirirsin..

 

Bunların adlarını bellediği kemikler ise işe yaramaz, itin önüne atsan yemez..

 

Üstelik bu kemiklerin her birine sanki bir yiğitlik, bir yararlılık göstermiş gibi Latince bir ad takılmıştır..

 

Sadece kemiklerin değil..

 

Her kemiğin üzerindeki çıkıntının dahi adı vardır..

 

Öğrenci bunları da ölümüne beller..

 

Hocası “Say bakalım Homo Sapiens insanının ayağındaki kemiklerin adını..” dediği zaman

 

tıkır tıkır söyleyecek kıvama gelmişse diplomasını alır.. O artık bir antropolog olmuştur..

 

***

Devlet baba yine de insaflıdır..

 

Bu kadar faydasız bir eğitimden sonra antropolog yaptığı bu insanları kıyıp da toplumun içine katmaz..

 

Bunların eline diplomayla birlikte kazma kürek takımını tutuşturur, sonra yallah! Doğruca dağa bayıra salar..

 

AHALİ İNANMAZ..

 

Bizim ahalinin “antropoloji” denilen bu bilime içi ısınmamıştır..

 

Ahali antropolog denilen adamın hallerine bakıp kıllanır..

 

Antropolog takımı bir yeri eşelemek için dağa bayıra yayıldığında köylü bunların kuru kemik peşinde olduğuna inanmaz..

 

“Hükümet adamları gizlice mal, davar sayımı yapıyor” sanıp hayvanını saklar..

 

Okur yazar şehirli takımının bu işleri ciddiye almasına da akıl erdirememiştir..

 

Vaktiyle İsmet Paşamız’ın akıl küpü oğlu Erdal Beyimiz böyle bir kazı alanına gezi yapmıştı..

 

Yedi iklim, on dört diyarın köylüsü peşine takılıp gizlice takip etmişti..

 

Köylünün aklı evvellerinden biri “Bunlar define arıyor zahir..” deyip, teşhisi koydu..

 

Onu dinleyenler de Erdal Bey’in gezinirken dinlenmek için durup sağa sola bakındığı yerleri taş koyarak işaretledi..

 

Sonra oraları kazılıp, delik deşik edildi.. Define bulunamadı.. Kısmet değilmiş belli ki..

 

***

Şahsen eskiden bu antropologların dediklerine ben de inanırdım..

 

Bir de insanın maymundan geldiğini anlatan Darwin teorisini duymuşluğumuz var..

 

Kitap işin doğrusunu yazıyor..

 

Adem ile Havva’nın Cennet’ten nasıl ıskat edildiğini anlatıyor ama bizim kafamıza girecek gibi değil..

 

Entel olmuşuz bir kere..

 

İLK TATBİKAT

 

Yeni entel olmanın gayretiyle fikirlerimizi yaymak için yanıp tutuşuyoruz..

 

Bu gayretle ilk kurbanımızı da takıldığımız Ferah Kahvesi’nin sakinleri arasından seçtik..

 

Dudağı Yılık Tayyar Amca..

 

Ak sakallı, kendini dine diyanete vermiş bir ihtiyardı.. Bizim gibi zıpçıktı gençlerle sohbet hevesine kapıldı..

 

Laf dönüp dolaşıp “insanın türemesi” konusuna, yani antropolojik alana kaydı..

 

Dudağı Yılık Tayyar Amca’nın tezi “İnsan çamurdan halk olmuş, içine can üflenmiştir..” görüşüne dayalıydı..

 

Onun kaburga kemiğinden de Havva anamız halk edilmiş, avrat kısmı böyle türemişti..

 

Biz de Darwin papağanlığı yapıp insanın maymun soyundan geldiğini, ilk atalarımızın maymun olduğunu savunuyorduk..

 

En şiddetli savunan da sözcümüz durumundaki Çallı İbrahim’di..

 

***

Bütün kahve sakinleri başımıza birikmiş, dayattığımız bilimsel kanıtlar Dudağı Yılık Tayyar Amca’yı bunaltmıştı..

 

Sonunda Çallı İbrahim’in gözünün içine bakıp akademik tartışmaya noktayı koydu:

 

“Senin ananı maymun bellemişse bilmem.. Ben Hz. Adem’in soyundan geldim..”

BU DA SON TEZ..

 

Bu cümle bize Dudağı Yılık Tayyar Amca’nın akademik bir konuyu tartışacak formasyonu olmadığını göstermişti..

 

Ancak zihnimizde dönüp duran soruların karşılığını hâlâ bulamamıştık..

 

Bunun bir sebebi de sözünü ettiğim antropoloji ilmidir..

 

Amerika’dan Eric Trinkaus adlı bir antropolog çıktı.. O da kitabı inkâr eden gafillerden..

 

Otuz beş bin yıl öncesinin kemiklerini kurcalarken keşfetmiş ki

 

insanın ataları ile “Neanderthal insanı” diye bilinen tür aralarında çiftleşmiş..

 

Bu sayede bizim gibi konuşabilen, maçlarda “Ölmeye geldik..” diye bağırabilen bir insan türü türemiş..

 

Beygir ile eşek çiftleşince katır doğuyor ya! İşte bizlerin durumu da böyleymiş..

 

***

38 bin yıllık bir Neanderthal kemiği bulmuşlar.. Adı da “femur..”

 

Kemiği bulunan Neanderthal nüfusa kayıtlı olmadığından bu Femur’un soyadı yok..

 

Amerika’daki Lawrence Berkeley National Laboratuvarı uzmanı Dr. Edward Rubin bu kemiği kaynatıp,

 

çıkan sudaki genleri taramış.. DNA’daki 4.3 milyar yapıtaşından 900 bin küsurunu tarayıp bu sonucu bulmuş..

 

İnsan ile Neanderthal çiftleşti, günümüzdeki tür ortaya çıktı..

 

Ocağınız batsın..

 

O yapıtaşlarından biri olup Neanderthal’den insana geçen FOXP2 geni sayesinde de konuşmayı öğrenmişiz..

 

Bu olsa olsa boş konuşma genidir.. Araştırmalarımı sürdürüyorum..

 

İnsanlığı katır gibi tarif eden antropologlarla mücadelem sürecek..

 

Unutmayalım.. “Hacı dayının katırı.. Her yerde sayılır hatırı..”

 

Pek bilimsel olmadı ama..

Alıntı:1.jpg

 

***

*tna

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 

Sucuk desen, kıyılmış tavuk ayağından... Kemik öğütülüp, salam yapılıyor. Sosis, horoz ibiğinden.

evet bu çok doğru.öğrendiğimden beri sucuk sosis yemıyorum..yakınım bır uzmandan öğrendım sosıslere tavuk ayağı katıldığını :sick:

bu yazı bana şu sözü çağrıştırdı:

''İnsanlar paranın sahtesini yapmıştır,parada insanların sahtesini'' -_-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Beytullah Emrah Önce: Haini ne bol bir ülkede yaşıyoruz!

 

Cumartesi, Kasım 25, 2006

 

 

 

Türkiye’de son yıllarda müthiş bir hain enflasyonu yaşanıyor. Metrekareye düşen hain sayısındaki bu artışı; muhalefet her vesile ile hükümetin hanesine yazmaya çalışırken, hükümet de bu sıfattan kendisine bir pay düşmesin diye yapmadığını bırakmıyor. Kendisine nereden vurulursa, o noktayı daha çok sahipleniyor. “Laik değilsin” deniyor, herkesten çok laikçi kesiliyor. “Atatürkçü değilsin” deniyor, herkesten daha Atatürkçü kesiliyor. “Milliyetçi değilsin” deniyor, neredeyse ulusalcılın en ileri karakolu olmaya soyunuyor.

Diğer taraftan, resmi ideolojiyi benimsemiş ve sistemin ikonlarına sahip çıkmayı kendisine yegane vazife addetmiş bir kalabalık, tüm ülkede at koştururken, bilinçsizce sağa sola çarpıyor. Gittiği yollarda, etrafa hiç dikkat etmeden hainlik çamuru sıçratıyor.

 

Ellerindeki damgada “Hain” yazanlar, kendileri gibi düşünmeyen herkesin isminin üstüne hain mührü basabiliyor. Kimsenin elinde bir hainlikölçer bulunmadığı için de, tartışma kısır bir “Hainsin” “Değilim” noktasında düğümleniyor. Bu yaklaşım, ülkeyi sadece hain olanlar ve olmayanlar şeklinde kamplaştırsa ve bu tutumunda dürüst davransa, en azından saflar belli dersiniz; ama ne mümkün! Sabah gözlerini dünden kalma hainlikle açanlar, akşama kahraman olabiliyor, ertesi güne Allah kerim!

 

Hain edebiyatının Nobel’e layık kalemleri ise genellikle en önemli araç olarak medyayı kullanıyor. Bazen bir haberde, bazen bir yorumda nur topu gibi yeni hainlerimizin vatanda peyda olduğunu öğreniyoruz. Bunun son örneğini Prof. Atilla Yayla’nın başına gelenlerde gördük. Kişi ile ideoloji arasındaki ayrımın farkında olmayan, eleştiri ile hakaret yağdırmanın ayırdına varamayanlar; yaptıkları haberle medyatik bir lince giriştiler. Böylece bir başlıkla vatan borcunu ödeyen bu kıymetli medya mensupları, hainsavarlık görevini yapmanın zevkiyle sekiz köşe oldu. Bu vesileyle, hem akademisyenin çalıştığı üniversite, yüksek öğrenimin ne kadar özgür olduğunu gösterdi, hem de AKP ne kadar cesur olduğunu!

 

Hatırlamakta fayda var. Atilla Yayla, ülkenin liberal düşünürlerinin önde gelen isimlerinden. (Demek, “irticacı” diye damgalanacak bir tarafı bulunsaydı, başına gelecekleri varın bir de siz düşünün!) Kendi felsefesinde tutarlı ve en azından hakkını savunma cesaretini gösterebiliyor. Eleştiri hakkını kullanıyor ve karşı tez beklediğini ifade ediyor. Ama sahiplendiği konuda en ufak bir ciddi birikimi olmayanlar, kısa yoldan ona “hain” diyor. Böylece hem düşünce üretme yükünden kurtuluyor hem de bir anda kendini haklıymış bir konuma oturtabiliyorlar.

 

Bu sapkınlığı biraz irdeleyelim. Siz birini hain olarak yaftaladığınızda, artık onu yok edilmesi gereken bir düşman ilan etmişsinizdir. Artık sizin tüm hareketlerinize, bu savunma ya da yok etme his yön verir. “Ya bendensin ya düşmanım” algısıyla beslenen bu paranoyaklık, zamanla, etrafınızda bir sürü hain olduğu zannına kapılmanıza yol açar. Bu zan, hıncınızı ve öfkenizi beslerken, akıl ve izan sizin limandan çoktan demir almıştır.

 

Siz hainsiniz, ne haklı bir tarafınız olabilir ne de iyi niyetli bir düşünceniz. Fikri olmayanların yargısız infazına uğramışsınız, ne deseniz, ne yapsanız boş! Üstelik hain sıfatı yakıştırılınca, artık herkes, size dilediğini söyleme ve dilediği gibi hakaret etme hakkına da kavuşmuş olur... Bazı kavramların bu kadar ucuzlatılması, son derece tehlikeli bir durum arz etse de; ne yazık ki, ters bir cesaretten kaynaklanan bu tutum giderek yaygınlık kazanıyor. Medyanın bu süreci hızlandırması ise endişe verici... Ne haklılık, ne de ilkeli ve dürüst bir yayıncılık anlayışı aranıyor bu tür yakıştırmalarda!

 

Görüşleriniz beğenilmedi, resmi ideolojiye uymadı, ezberlerin dışında bir söz ettiniz, eleştiriniz haklı olsa da sarsıcıydı, bu sizin hakkınızda infaz düğmesine basılması için yeter şart oluyor. Atilla Yayla’ya yapılanlar, bu durumu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Tablonun ise dikkatli incelenmesi gerekir. Çünkü bu haksızlıkta, onu medyatik lince tabi tutarak, çarpıtılan haberi ihbara dönüştürenler kadar, AKP İzmir İl Teşkilatı’nın da büyük payı vardır. Panele davet ettikleri bir akademisyenin özgürlüğünü, düşünce ve ifade hakkını savunamayan ve hatta onu şiddetle eleştirerek, provokatörlükle suçlayarak, tüm nezaket kurallarını çiğneyen teşkilat üyeleri, daha bir kişinin hakkına sahip çıkamazken, toplumsal sorunları ne kadar sahiplenebilir ki!

 

Camilerin genelev gibi kullanılmasını talep edecek kadar ahlaksızlaşabilmiş bir kişinin söylediklerini “bilimsel özgürlük” olarak niteleyen medyanın, Yayla’nın resmi ideolojisi karşısında savaş baltalarını çıkarmaları ise bu iki yüzlülüğü ifşa etmektedir. Bu iki yüzlülük sadece Yayla’ya karşı değildir. Bazı “Hainsavar” medya mensupları, söz konusu Bahadır Kurbanoğlu, Abdurrahman Dilipak, Nurettin Şirin, Yusuf Cemal Anadol, Ragıp Zarakolu, Hasan Bayar, Birgül Özbarış ve farklı görüşlerden diğer bir çok muhalif yazar ya da gazeteci olduğunda kolayca hain naraları atabiliyor ya da infaza göz yumabiliyor.

 

Tekrarlamakta fayda var: Ülkeyi sürekli laik-antilaik, hain-vatanperver, başörtülü-başı açık şeklinde kategorilere ayıranlar, yaklaşan bir felakati hızlandırmakta katalizör görevi görmektedir. Tarih, adaletten zulme sapanların hüsranlarıyla doludur, keşke ders kitapları dışında da biraz kitap okumuş olsalar da bilseler!

 

HAKSÖZ

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Şimdi ne yapmalı?

Hrant Dink'i fiziken geri getiremeyeceğimize göre, anısı için neler yapılması gerektiği üzerinde odaklanmalıyız.

İlk aşama elbette cenazesi. Onu İstanbul'un tarihi boyunca gördüğü en görkemli cenaze törenlerinden biriyle uğurlamalıyız.

Katillere inat olsun diye yapmalıyız bunu.

Yok ettiklerini düşündükleri insanların daha da büyüdüğünü, öldürdüklerini sandıkları insanların ölümsüzleştiğini göstermek için yapmalıyız.

Bizi parçalamaya çalışırken birleştirdiklerini göstermek için yapmalıyız.

Faşizan saldırılar ve tehditler altında ürkek güvercin yavrularına dönen ailesinden özür dilemek için yapmalıyız.

Aramızda zehirli yılanlar bulunsa da, mayamızın insan sevgisi ve şefkatle yoğrulmuş olduğunu cümle âleme göstermek için yapmalıyız.

Bir aşk cinayetine kurban gittiği için yapmalıyız.

O, Türkiye'yi çok sevdiği için öldürüldü. Seçenekleri olduğu halde onca tehdide rağmen, aşkı uğruna, burada kalmayı tercih etti.

İstediği gibi, sloganlarla ve pankartlarla değil, çiçeklerle uğurlamalıyız onu.

Cenazesine sahip çıktıktan sonra sahip çıkacağımız ikinci konu gazetesi Agos'tur.

O mutlaka çıkmaya devam etmeli, Hrant Dink'in çizgisinde yayın yapmayı sürdürmeli.

Agos artık sadece ailesine değil bu ülkenin gazetecilerine emanettir.

Üçüncüsü, Hrant Dink'e dünyayı zehir eden düşünce açıklama davalarıdır.

Hukuki süreç nedir bilmiyorum, ama bu davalar mutlaka bir şekilde, gerekirse sembolik olarak sürdürülmeli,

Hrant aklanıncaya kadar ucu bırakılmamalıdır.

Ve tabii, Hrant'a Engisizyon işkenceleri çektiren o çağdışı 301. madde derhal değiştirilmelidir.

Dördüncüsü, Türkiye Ermenileri... Sayıları zaten çok azalmış olan o ürkek güvercinleri daha fazla incitmemek için ne kadar özen göstersek azdır.

Hrant'ın ölümünden duyulan derin acının da gösterdiği gibi, onlar kardeşimizdir.

Beşincisi, bir an önce gariban Ermenistan Cumhuriyeti ile ilişkilerimizi düzeltmenin yollarını aramaktır.

Ağabeylik, şövalyelik Türkiye'ye düşüyor.

Altıncısı, 1895 ile 1919 yılları arasında emperyalistlerin de kışkırtmasıyla Anadolu'da yaşanan acı olayların,

özellikle Ermenilerin yaşadığı büyük trajedinin olgularının tam anlamıyla ve objektif olarak anlaşılması için çaba göstermektir.

Sonunda hepimizi yalnız gerçekler özgürleştirebilir.

 

Kaynak: 2.gif

 

*tna

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

Al sana açılım...

Vatanımız özgür ve bağımsız … Yüzyıllardır ayakta...

Şimdi evlatlarını çağırıyor … Özgür bağımsız Ermenistan’a

*

Milli marşları bu...Alkışlayacaklar.

*

Korkma, sönmez … Bu şafaklarda yüzen al sancak

*

Eminim ıslıklayacaklar. Yuhlayacaklar.

*

Halbuki, bugün o statta enstrümantal şekilde çalınacak olan İstiklal Marşımızın orkestrasyonunu yapan kişi, Ermeni...

 

"Ne mutlu Türküm diyene" diyebilen vatandaşlarımızdan biri o... Edgar Manas.

*

1875’te İstanbul’da doğdu. 1964’te İstanbul’da vefat etti.

1922’de İstiklal Marşımızın orkestrasyonunu yaptı; 1923 ile 1933 arasında İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda ders verdi.

*

Var mı haberi Gül’ün?

*

Ne kadar da şahane açılım yaptığını göstermek için yanına Fransız gazetecileri filan alacağına, Edgar’ın torunlarından birini alsaydı, daha iyi olmaz mıydı?

*

Madem 1915’te kese kese sülaleleri kuruttuk... "Hani soykırım?" diye sormanın, en büyük kanıtı değil midir, Mustafa Kemal’in İstiklal Marşımızı emanet ettiği Edgar Manas?

 

***249b.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

evet bu çok doğru.öğrendiğimden beri sucuk sosis yemıyorum..yakınım bır uzmandan öğrendım sosıslere tavuk ayağı katıldığını :sick:

bu yazı bana şu sözü çağrıştırdı:

''İnsanlar paranın sahtesini yapmıştır,parada insanların sahtesini'' -_-

 

 

tam isabet....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Fener söndü Deniz bitti!

 

Objektif gazeteci olmak lazım... Birini yazarken, öbürünü yazmamak olmaz.

*

Deniz Baykal’ın parasızlık nedeniyle anca sponsor sayesinde ABD’de okutabildiği oğluna gemi aldığı ortaya çıktı mesela... Kimsesizlerin kimiyiz diyen Deniz Baykal’ın 7 yıldızlı Rixos’ta tatil yaptığı ortaya çıktı. Fakir fukara, garip gureba diyen Deniz Baykal’ın 60 bin dolarlık Franck Muller saat taktığı ortaya çıktı. Deniz Baykal’ın memleketi 6 yıldır sanki kendisi yönetmiyormuş gibi, hiç başbakanlık yapmayan Tayyip Erdoğan’ı suçladığı ortaya çıktı. Bu AKP taş üstüne taş koymadı diyen Deniz Baykal’ın pazarlamak benim görevim diyerek, sata sata memlekette taş üstünde taş bırakmadığı ortaya çıktı. Türkiye büyüdü diyen Deniz Baykal’ın, tarım küçüldü diyen çiftçiye ananı da al git, oğlum işsiz diyen babaya da, senin oğluna ben iş bulmak zorunda mıyım dediği ortaya çıktı. Deniz Baykal hortumları kestik diyor ama, yardımcısının 1 milyon doları pipetlediği ortaya çıktı. Deniz Baykal’ın devlet bankası kredisiyle damadının şirketine televizyon ve gazete aldığı ortaya çıktı. Deniz Baykal’ın petrol rafinerisini damadının patronuna söz verdiği ortaya çıktı. Halkı kin ve nefrete sürüklediği gerekçesiyle içeri atılan Deniz Baykal’ın, değiştim meğiştim derken, laiklik karşıtı odak olduğu ortaya çıktı. Daha önce Taliban’ın dizinin dibinde fotoğrafı çıkan Deniz Baykal’ın, en son, din-iman diyerek ahaliyi dolandıran Deniz Fenerci arkadaşın omzunun dibinde fotoğrafı ortaya çıktı.

*

E takke düştü kel göründü tabii...

*

Öfkelenen Deniz Baykal’ın, ceketi çıkarıp, "Hakkımdaki iddiaları açıkladınız açıkladınız, açıklamadınız bir hafta sonra ben kendi kendime açıklayacağım" dediği ortaya çıktı.

 

249b.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.