Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 *** Eğer ülkemizdeki toplumsal ve siyasal değişmeleri, dünyanın endüstrileşme sürecine girdiği dönemlerden itibaren ele alırsak, Ülkemizde bu toplumsal ve siyasal değişmelerin “değişimci ve tutucu cepheler arasındaki savaşımla biçimlendiğini ” görürüz… Oysa batıda toplumsal ve siyasal değişimleri, “klasik toprak ağası, köylü”, “burjuvazi ve işçi sınıfı” arasındaki ilişkiler belirlemiştir. Biz de ise; feodal toplumdan endüstriyel topluma geçişi sağlamak için reformlar yapmaya çalışan "Devletçi-Cumhuriyetçiler" ile bu değişmeye karşı direnen ve dış güçler tarafından da desteklenen "Gelenekçi-Liberaller" arasında ki çekişmeler belirlemiştir. Osmanlı dönemindeki Batılılaşma çabaları ile başlayan bu cepheleşme, ne yazık ki bugün bile klasik sınıfsal tabana oturamamış, endüstrileşme sürecini hala tamamlayamadığımız için, sınıfsal yapılaşma ve bunun toplumsal bilinci tam olarak oluşmamıştır. İmparatorluk döneminde, bu cepheleşme daha keskin ve belirgin çizgilerle birbirlerinden ayrılırken. Cumhuriyet'in kuruluş döneminde iki cephe arasındaki çatışmalara karşın batının uzun yıllara yaydığı reformlar bu kısa süre içerisinde yapılmaya çalışılmıştır… Cumhuriyet'in kuruluş dönemi tamamlandıktan sonra, 1945'ten başlayarak günümüze geldiğimizde, Demokrat parti iktidarıyla başlayan, bugün AKP ile devam eden bu son dönemde cepheleşmenin daha keskin ve belirgin çizgilerle ortaya çıktığını görüyoruz.. Cumhuriyet'in kuruluş dönemi ile başlatılan ilerleme, feodal toplumdan endüstriyel topluma geçişi çabaları 1945’li yıllarda Soğuk Savaş döneminde yavaşlamış, değişimden yana tavır koymaları beklenen işçi sınıfının önemli bir bölümü, köylülükten kurtulamadıkları ve dinci-milliyetçi ideolojilere bağlılıkları sürdüğü için "Gelenekçi-Liberal" cephe içinde yer almışlardır. " Devletçi-Cumhuriyetçi " cephe içinde değişmeye önderlik eden aydınların bir bölümü ise Soğuk Savaş dönemine, anti-komünizmin yaklaşımını benimseyerek, Amerikancı bir görüşle, "Gelenekçi-Liberal" cepheye destek verdi. Günümüzde Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonra bu etkileşim bir kez daha nitelik değiştirdi. "Gelenekçi-Liberaller", Gelenekçi, Liberal, Küreselleşmeci, Amerikancı, İslamcı nitelikleri birleştirerek, Bugünkü AKP iktidarına destek veren İslamcı cephe olarak "Küreselleşmeci-Amerikancı-İslamcı" çizgiye yerleştiler. " Devletçi-Cumhuriyetçiler " ise, demokrasinin "olmazsa olmaz" koşulu olan "laiklik" ve "devletin üniter yapısı ve bütünlüğü" çerçevesinde "Ulusalcı-Laik" çizgide saf tuttular. *** Bütün bu tespitleri sıraladıktan sonra konumuza döner, “TÜRBAN SORUNUNU” anlamaya çalışırsak, "Gelenekçi-Liberaller"in , kamu alanı dahil, toplumsal ve siyasal yaşamın her alanında "türban yandaşı" olarak ortaya çıktığını, " Devletçi-Cumhuriyetçiler "in ise, kamu alanında ve yüksek öğrenimde "türbanın yasaklanmasından" yana bir görüntü verdiğini görürüz. Sorunun çözülmesi için tavır alarak, Bu iki grubu buluşturacak ve "türban sorununu çözecek bir ortak nokta yok mu? ’’ diye bir soru yönelttiğimiz de, vermemiz gereken doğru yanıt şu olur…Var evet; Demokrasi… " Devletçi-Cumhuriyetçiler " ile "Gelenekçi-Liberaller" demokrasi üzerinde anlaşırlarsa, türban sorunu da çözülür. "Gelenekçi-Liberaller" mevcut demokratik rejimi "İslamileştirme" projelerinden vaz geçerlerse, bu projenin rozeti haline gelmiş olan türban sorunu da gündemden düşecektir. Bunun için "Gelenekçi-Liberaller" AKP iktidarının, "demokratik rejimi İslamileştirme projesinden" vazgeçtiğini açıkça belirtmesi, “kadının ikinci sınıf vatandaşlığını vurgulayan, erkek egemen, feodal bir simge ve şeriat özlemlerini işaret eden bir rozet olarak türbanı kullanmaktan” vazgeçmesi gerekiyor… Toplumu, geleceğe taşımak, Ekonomik, Sosyal ve günlük sorularımıza çözümler üretmek adına ülkeyi yönetmeye talip olanların… Bizi, Çağdaş ve gelişmiş bir çizgiye taşımak yerine toplumu geri kalmışlığa sürükleyen ve toplumsal ilişkilerimizi germekten başka işe yaramayan yaklaşım ve politikalar üreten, "Gelenekçi-Liberaller", "Amerikancı-İslamcı" AKP iktidarının bundan vazgeçmek, Sayısal çoğunluğa sahip olmalarına rağmen gerekli yasaları çıkartarak, "türban sorununu çözmek" gibi bir niyetleri var mı dersiniz? *** Alıntı
Φ hearten Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 " Devletçi-Cumhuriyetçiler " ile "Gelenekçi-Liberaller" demokrasi üzerinde anlaşırlarsa, türban sorunu da çözülür. "Gelenekçi-Liberaller" mevcut demokratik rejimi "İslamileştirme" projelerinden vaz geçerlerse, bu projenin rozeti haline gelmiş olan türban sorunu da gündemden düşecektir. Bunun için "Gelenekçi-Liberaller" AKP iktidarının, "demokratik rejimi İslamileştirme projesinden" vazgeçtiğini açıkça belirtmesi, “kadının ikinci sınıf vatandaşlığını vurgulayan, erkek egemen, feodal bir simge ve şeriat özlemlerini işaret eden bir rozet olarak türbanı kullanmaktan” vazgeçmesi gerekiyor… Yanlış mı anladım acaba? Sorunun çözümü için başörtüsü kullanımından vazgeçmek gerekiyor... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 *** Yanlış mı anladım acaba? Sorunun çözümü için başörtüsü kullanımından vazgeçmek gerekiyor... Tabiî ki yanlış anlamışsınız... ("AKP iktidarının, bir rozet olarak türbanı kullanmaktan” vazgeçmesi gerekiyor… ) Diyor... Ayrıca; ("demokratik rejimi İslamileştirme projesinden" vazgeçtiğini açıkça belirtmesi, gerekiyor… )Diyor Siz yukarıdaki anlatılanlardan, bir dolu satırın içinden çıkara çıkara bu sonucumu çıkardınız.? Evet, yanlış anlamışsınız... Aslında "anlamak istediğinizi anlayıp" bu yanlış çıkarımda bulunmuşsunuz... Sorunun çözümü için başörtüsü kullanımından vazgeçmek gerekmiyor... Çözüm üretmek için "Sayısal çoğunluğa sahip AKP iktidarının gerekli yasaları çıkartarak, "türban sorununu çözmek" gibi bir yaklaşım içine girmesi gerekiyor... *** Toplumu, geleceğe taşımak, Ekonomik, Sosyal ve günlük sorularımıza çözümler üretmek adına ülkeyi yönetmeye talip olanların… Bizi, Çağdaş ve gelişmiş bir çizgiye taşımak yerine toplumu geri kalmışlığa sürükleyen ve toplumsal ilişkilerimizi germekten başka işe yaramayan yaklaşım ve politikalar üreten, AKP iktidarının bundan vazgeçmek, Sayısal çoğunluğa sahip olmalarına rağmen gerekli yasaları çıkartarak, "türban sorununu çözmek" gibi bir niyetleri var mı dersiniz? Diye soruluyor... *** Lütfen yazıları biraz daha dikkatli okurmusunuz.. İnsanların anlatmak, ifade etmek istedikleri şeylerden sadece anlamak istediğinizi anlamak, Sonra yanlış çıkarımlar üzerinden tartışma yaratmak ne size nede başkalarına hiç bir şey kazandırmaz... Bunun adı demagojidir, konuyu saptırmaktır, Bizi götüreceği sonuç ise boş ve kısır çekişmelerdir... Doğru çözümlerden, sonuçlardan, yeni kazanım ve bilgilerden uzaklaştırmaktır... *** Alıntı
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2006 Mevlana nın bir sözü vardır ne kadar anlatırsan anlat herkes anlayabileceği kadar anlar .Diğer bölümde yazdığın birşeyi ben senin için yazmak istiyorum şimdi. Sevgili gecekuşu boşuna uğraşma anlamıyorlar anlamazlar .Bu yazıları takip ettikçe sürekli aynı şeyleri tekrarlayanları gördükçe sinir katsayım giderek yükseliyor. Bu anlattığınız taktikler genellikle az gelişmiş ülkelerde uygulanan taktiklerdir.Asırlardır bu topraklar üzerinde aynı oyunlar oynandı ve oynanmaya da devam ediliyor.Önce sağ sol vardı sonra alevi sünni ,kürt türk ve şimdide dinci laik.Asıl üzüldüğüm nokta nedir biliyormusunuz bir millet nasıl yaşadıklarından ders almayıp ta her defasın da aynı tezgahlara gelir.Dediğim gibi cehalet diz boyu olunca bu sonuçta kaçınılmaz oluyor.Hindularla müslümanları birbirine sokmak için bi gece önceden bir inek kesip yola atarlarmış e bunu kim yapr müslümanlar ertesi gün ortalık toz duman .İşte bizdeki de bunun gibi birilerinin ekmeğine yağ sürüyoruz. Alıntı
Φ Su DaMLaSı Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2006 sağ sol ikilisinin tarihi seyrini kendinizce belirtmiş ve sonucu türban krizini değerlendirme ile bağlamaya çalışmışsınız. bu da bi yaklaşım. ancak bu krize getirdiğiniz sebep ve sonuç "siyasi"dir. ve her halükârda türbanı "siyasi bir sembol" durumunda göstermişsiniz. evet herkes anlamak istediğini ve görmek istediğini muhatab kabul ediyor. siz de diğer pek çokları da türban takanların %99'nu bu gaye üzere görmek istiyorsunuz. böyle görmemeniz için nasıl bir tasarrufta bulunmak gerek hâlâ anlayabilmiş değilim. baş örtüsünün şekli, hitab ettiği kesim vs'ye samimiyetle dikkat edecek olursanız fark edeceksiniz ki bahsettiğiniz tip "türban"lıların yerinde yeller esiyor. asıl önemli olan husus da bu değil üstelik... "amerikancı islamcı" demişsiniz. tarihimiz boyunca amerika hep menfaat gördüğü kesime yaklaşmış ve onu kendi emelleri doğrultusunda kullanmaya çabalamıştır. sağ ya da sol amerika için önemli değil. ama biz hep aynı noktada takıldık. "amerikacılar" dedik durduk birbirimizi dışladık ama amerika hep içimizde bir diğer safta yer almayı bildi. peki ne oldu? mesela türban krizinde yüzlerce genç zihin evine hapsedildi. yüzlerce "anne" adayı kızlar eksik eğitimli anneler olma yoluna gitti. yüzlercesi pasif psikoloji içinde kendi dünyasına gömüldü. ve bu "zihinkırım" olayı hâlâ devam ediyor. bunca kan kaybederken biz hala birbirimizi suçlamakla yetinmeyi şiar edindik. oysa bir Türk olarak halkımın genç zihinlerini bu şekilde kaybetmekten utanç duyuyorum, duymalıyız da. bence "hey siz sağcılar şunu yapın da böyle yapalım" ya da " hey siz solcular böyle yapında şöyle yapalım" gibi -teşbihte kusur olmasın- kuyruk kovalama körlüğünde kendi değerlerimizi ve halkımızı yitirmemeliyiz ve yitirtmemeliyiz. ne örtülü, ne örtüsüz, ne merve kavakçı ne de solcu bir bayan ya da erkek... farklılık zenginliğimizdi. zihinler en değerli mal varlığımız. türban, sakal, kippa vs bunlar komedi sebepler. bu sebeplerle kaybettiklerimizi görelim artık. kan kaybediyoruz ve buna aldırmadan yaramızı sarmak yerine bize gösterilen kaş-göz eğriliğine takılıyoruz. artık daha dikkatli olalım bu ülkenin vatandaşı oalrak diğer kardeşlerimizin de haklarını sahiplenmeliyiz. yoksa kendi hakkımız gasp edildiğinde ses çıkarmaya nasıl yüzümüz olur..? Alıntı
Φ hearten Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 Gecekuşu ve Gelincik, Öncelikle şu kin dolu yüreklerinizi bir temizlemenizi tavsiye ediyorum. Neden bu kadar Sert bir şekilde tepki gösterdiniz anlayamadım... Ben zaten bu yazı şunu söylüyor olmaz öyle şey karşıyım vs. gibi bir tutumla muhalefet etmedim farkındaysanız. Ben şunu anladım yanlış mı anlamışım diyerek özellikle sordum. Eğer bir kargaşa yaratmak, konuyu saptırmak, doğrudan uzaklaşmak niyetinde olsaydım zaten size sorma gereğinde bulunmaz direkt """sizin taktiğinizi""" uygulayıp saldırıya geçerdim... Onlarca satır yazıp milletin anlamasını beklerken başkalarının yazdığı iki satırlık yazılarıda doğru anlama niyetinde olun mümkünse... Sorun şuki sizin gönülleriniz kara bağlamış, gözünüz başörtülü, laik, islamcı, atatürkçü, cumhuriyetçi, şeriatçı, irticacı kavramlarıyla öyle bir boyanmış ki baktığınız heryerde bu kılıflara uygun şekiller yaratmaya çalışıyorsunuz. İnsanları kendi istekleri doğrultusunda anlama yanlışı ile suçlayarak aslında siz kendi istediğinizi anlıyorsunuz... Benim mesajlarıma cevap verirken dikkatli olun. Yazdıklarımı daha iyi okuyun, ne anlatmak istediğimi ve ne sorduğumu iyice anlayın. Bu kapasiteye sahip değilseniz mesajlarıma cevap vermeyin. Bu uyarım bütün üyeler için geçerlidir... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 19 Mayıs , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 19 Mayıs , 2006 *** Karşı manifesto Geçenlerde bir rektörün odasındaydım. Telefon çaldı. Rektör dinledi; "Maalesef izin veremem" dedi. "Hayrola" diye sordum. Bir öğrencileri okulda piyano konseri verecekmiş. Annesi dinleyici olarak gelmek istemiş. Ama türbanlı olduğu için kampusa giremezmiş. "Yazık değil mi?" dedim, "Öğrenci değil, öğretim üyesi değil, bir öğrenci velisi... Hem de çocuğunun piyano konserini izleyecek. Niye giremesin?" Buruktu: "Doğru ama, yol olur diye endişe ediyorum. Buraları bilmiyorsunuz" dedi. Bu politika, piyanist evlat yetiştiren samimi bir dindarı küstürmek ve radikalleştirmek dışında bir etki yaratabilir mi? * * * Meclis Başkanı Arınç'ın tartışılmasını istediği "laiklik ve kamusal alan" meselesi sanıyorum budur ve bence de tartışılmalıdır. Önce kendi pozisyonumu tarif edeyim. Altı imzalanacak bir manifesto aranıyorsa ben Atatürk'ün 1937 Meclis açış konuşmasına daha yakınım: "Bizim devlet idaresindeki ana programımız(ın prensipleri) (..) gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz". Ne kadar saklansa da, sulandırılsa da Atatürk'ün egemenlik tanımı ve laiklik düsturu budur. Cumhuriyet'i bu irade kurmuştur. Atatürk adını ağzına alanın, önce bu 2 cümleyi sindirmesinde yarar var. Evet, devlet dogmalarla yönetilemez. Dogmacıların, "Türkiye'nin rotasını aydınlıktan geri çevirmemek için" susması hayırlıdır. * * * Öte yandan, zaman gösterdi ki, Cumhuriyet'in ilk yıllarının zorunlu (Arınç'ın tabiriyle "katı") laiklik politikası, toplumla devlet arasında bir gerilim yarattı. "Kimsesizlerin kimsesi" diye tarif edilen Cumhuriyet, başındaki örtü yüzünden çocuğunu izleyemeyen anaların, okul kapısında örtüsünü çıkarıp peruk takmaya zorlanan kızların acısını anlayamadı. Onların ıstırabını paylaşamadı. Birçok tepkinin yanı sıra bu duyarsızlık da AKP'yi iktidara taşıdı. Bugün atamalarda başörtülü eş sahibi olmayı tercih nedeni sayan, türbanı her yere sokmaya çalışan zihniyet laikliğe ne kadar zarar veriyorsa, hükümete duyduğu öfkenin acısını öğrenciden, velisinden çıkaran yaklaşım da o kadar zarar veriyor. "Din siyasallaşmasın" denirken, kamusal alanda "yasak bölgeler"in sınırı günden güne genişletilerek mütedeyyin kitleler hepten muhalefete itiliyor. * * * Üniversitede ders verdiğim dönem türbanlı öğrencilerim de vardı. Bazısıyla iyi iletişim kurmuştuk. Kaçı gönüllü, kaçı zorunlu örtünmüştü bilmiyorum, ama türbanı simge olarak taksalar da, üniversitenin onlarda yarattığı değişimi gözleyebiliyordum. Sonra YÖK onlara kapıyı kapattı; bu değişim sürecini de kesip attı. En çok içeri alması gereken kesime "Sen okuyamazsın, git evinin kadını ol" dedi. "En hakiki mürşit"le tanıştıracağı yerde gerisin geri babasının, kocasının yanına gönderdi. Oysa Cumhuriyet, kimseyi ışığından mahrum etme lüksüne sahip değildir. Sorun şu ki, bu ışığı yayacak kadrolar yetiştirilemedi. "Dogma"ya karşı laiklik, okulda fikirle değil, okul kapısında polisle korunur hale geldi. Bu daha ne kadar böyle sürebilir ki?.. Laikliği koruma adına MGK'nın "Kırmızı Kitap"ını bile savunur hale gelen CHP, hürriyet bayrağını seçime yürüyen AKP'ye armağan ediyor. Demokrasiye de Cumhuriyet kadar sahip çıkan, özgürlükçü bir hareketin tam zamanıdır. Kaynak:... [email protected] *tna *** Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2006 *** Her Alanda Türbana Yönelik provakasyonlar Devam ediyor... Şimdide kimliklerde kullanılan fotoğraflarda türban tartışmaları başlatıldı... Türbanlı bir kadın Tartışma türbanı bir kez daha gündeme getirdi Salondaki türbanlı bir kadın Erdoğan'a seslenerek; "10 yıldır buradayım. Çifte vatandaşlık hakkını kazandım. Şu andaki halimle fotoğrafçıya gidip Almanya'da kimliğimi aldım. Ama konsolosluğa gittiğimizde görevliler bize; 'Babaanneniz gibi bağlayacaksınız ve şuradan da biraz saçlarınız gözükecek' diyorlar'' dedi. Tabi koskoca başbakanda hop diye ne olduğunu anlayıp gerekeni yapıverdi.(!)...? *** Buraya kadar herşey normal kabul edilebilir.Bir yurttaş sorunlarını dile getiriyor denebilir... Ama provokasyon kimlerin ellerinde ve dillerinde nereye kadar uzanıyor. Bir görelim... Bundan sonrası çok dikkat çekici...Başbakan soruyor... "Böyle bir uygulama mı var büyükelçilikte?" Elçiden gelen cevap şöyle; "Sayın Başbakanım, haliyle merkezden aldığımız talimatlar çerçevesinde görev yapıyoruz" Başbakandan gelen yanıt şöyle; "Türkiye Cumhuriyeti'nin büyükelçiliğine benim buradaki vatandaşım bu kıyafetiyle girer. Ben böyle bir genelge olduğunu hiç zannetmiyorum, ihtimal de vermiyorum." Nekadar ilginç değilmi fotğraflarla ilgili bir konu elçiliğe girmeye ansılda dönüştürülüverdi değil mi? Başbakan bunun farkında değilmi sizce, elbette farkında ama verilmeye çalışılan görüntü, amaçlar farklı... Ve Diyaloğun devamı şöyle, Bir başbakanla bir büyük elçi arasında bütün dünyanın gözleri önünde... Başbakan Erdoğan'ın; "Ne talimatı bu, yazılı mı?" sorusuna "Yazılı" yanıtını veren İrtemçelik'e salondakiler tepki gösterdi. Ve şöyle Bağırdılar "Yuh..Yuh.." ( Bu bağırışları işitmeyen, Belkide önemsemeyen, aman canım ne olacak diyen... ? ) Başbakan Erdoğan da bunun üzerine; "O genelgeyi göreceğim. Böyle bir genelge varsa, bu genelge yazılıp nasıl gönderilmişse, aynı şekilde iptali de gönderilir'' dedi. Bu arada söz alan Büyükelçi İrtemçelik ise şu açıklamada bulundu; ''Sayın Başbakanım, belki bir yanlış anlama oldu. Büyükelçiliğe ya da konsolosluğa giriş çıkışla ilgili bir konu değil. Yalnızca pasaportlarda kullanılacak fotoğraflarla ilgili bir genelge var. Zannediyorum şikayet onunla ilgili." Adam yine de efendi, Kibar kibar uyarıyor, bir yanlış anlaşılma oldu, sanki suçlu oymuş gibi, Başkaları olsa oradakilerin hepsine "Siz ananızı alında gidin "deyip kalkıp yürüyebilirdi... Ama adam mektep medrese görmüş yine de "Zannediyorum şikayet onunla ilgili" diye uyarıyor. Başbakan bunu bilmiyor mu acaba? Bunu anlamayacak kadar zeki değil mi? Zeki olmaz olur mu cin gibi, Türkiye Cumhuriyeti Büyük elçisini Tüm dünyanın gözü önünde itham etmesinin sonuçlarını bilmiyor mu sizce, bilmez olur mu? Bile bile bir genelge ile ilgili uygulamaları kurumları yıpratmak amaçlı kullanabiliyor...Bir pasaporta yapıştırılacak olan fotağrafların nasıl olması gerektiği ile ilgili konu, büyük elçiliğe giriş çıkış olarak çarpıtılabiliyor...Amaçlar ne olabilir sizce? *** Genelge ne diyor? Emniyet Genel Müdürlüğü genelgesi, türbanlı fotoğrafa yasaklama getirmiyor. Pasaport, nüfus cüzdanı, aile cüzdanı gibi resmi evraklarda kullanılacak fotoğrafların esaslarını belirleyen genelge, başörtüsü ile çekilen fotoğrafların kabul edilebileceğini söylüyor.Dikkat çeken, "türban" yerine "başörtüsü" ifadesinin, "kabul edilir" yerine "kabul edilebilir" ifadesinin kullanılması.Aynı cümlede, fotoğrafta kadınların yüz ve alınlarının açık olması kaydı getiriliyor. Bu ifade de, türbanın altındaki bandın alnın bir kısmını kapatması durumunda, fotoğrafın kabul edilmeyebileceğini düşündürüyor. Genelgenin bir başka bölümü ise daha net ifadeler içeriyor. Burada başörtüsü ya da türban yerine "bir örtüyle örtülmüş olarak çekilmiş fotoğraflar" kullanılıyor.Bunların, çehrenin tam olarak görünmesine engel olmaması durumunda, "kabul edilecekleri" ifade ediliyor. Sizcede Fotoğrafların güvenirliği açısından görüntülerin açık ve net bir görünüm gerkmiyor mu? Peki bu durum tartışma yaratılarak neden başka yönlere çekilmeye çalışılıyor sizce? Vatandaşlık hakkı mı dile getiriliyor? Ve başbakan neden kılık kıyafete dönüştürüyor? Tüm bu ifadeler yoruma açık izlenimi verirken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, genelgeyi incelediğini, türbanlı fotoğrafa bir engel teşkil etmediğini, ancak uygulamada yanlışlıklar olabileceğini söylüyor. Ehh burundan kılda aldırmamak lazım, koskoca başbakan nede olsa, o yanlış anlamaz, bilerek çarpıtmaz,bir baş örtüsü için koskoca kurumu yıpratmanın ne öne mi var canım.Ülkenin haysiyeti mi önemli kadının ikinci sınıf olmasımı. Göz yaşartıcı olan ise bu savaşın yinede kadınlar tarafından veriliyor olması. *** Türbanlı fotoğraf tartışmasında dikkat çeken bir başka nokta da, Berlin'de Başbakan Erdoğan'e seslenen kadının, Almanya'da çifte vatandaşlık kazandığını söylemesi. Oysa Almanya'da 2000 yılından itibaren çifte vatandaşlığa izin verilmiyor. Saptırmalar ne kadar dikkat çekici değil mi? Birileri yalanlar söyleyip ülkenin başına çorap örmeye devam ediyor. İşin ilginç tarafıda bunları yapanların Dini inançları bütün vatandaşlar olarak görüntü vermesi... *** Bence konsolosluklarla ilgili vatandaşlık haklarına dikkat çekmek istiyor ve amaçlarımız başka değilse, Sıcak sıcak yeni yazılmış içeriğinde espirilerle dolu eleştirilerin oduğu şu yazıyıda okumak lazım galiba... Eeee Balık baştan kokar, başbakan elçiyi dünyanın gözü önünde bağararak fırçalarsa, mürit vatandaşlar ne yapsın sağ duyulu olacak halleri yok ya fırsat bu fırsat onlarda yuhalarlar tabiki... *** Elçi yuhlanır mı? Genelgeyi Popolarından anladılar. Büyükelçi'yi yuhladılar. Ama "her şerde bir hayır vardır" ya... Öyle oldu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Başbakan, elçilerin "ne iş yaptığını" sorguladı. Halbuki bu sorunun, sadece "türban" mevzuunda değil, her alanda sorulması lazım. Çünkü bana sorarsanız... Elçilerin sürekli yuhlanması lazım. Yurtdışında yaşayan Türkler gayet iyi bilir... Bizim vergilerimizle krallar gibi yaşayan konsoloslar, o vergileri ödeyen bizlere "Afganlı mülteci" muamelesi yapar. İşin düşsün, git... Kapı duvar. Yurtdışında başı derde girince, konsolosluktan anında yardım almayı başarabilen bir tane Türk gösterin bana, burnuma halka takarım. Hatırlayın, Marmara depremini... İsrail ekipleri geldi, Gölcük'teki on binlerce enkazın altından kendi vatandaşını eliyle koymuş gibi bulup, çıkardı... Çünkü biliyor adam, hangi vatandaşı o anda nerede... Ya biz? 11 Eylül saldırısında İkiz Kuleler'de Türk olup olmadığını, öğrenebildik mi o gün elçilikten? Öğrenemedik. Kimden öğrendik? Kuledeki Türk köftecisinden... Şoförlerimizin kafasını kestiler şakır şakır. Aileleri televizyondan görüp, tanımasa... Devlet bilir miydi kimin kim olduğunu? Veya tsunami... Galatasaraylı Suat olmasaydı, nereden bilecektik kaç tane Türk'ün mahsur kaldığını? İnanmayan varsa ve numarayı biliyorsa, lütfen şu anda, mesela Roma büyükelçiliğini arasın, "ben ölüyorum" diye. Açarlarsa, dişimi kırarım. Telesekretere konuşursunuz... Eğer kimliğinizi ve açık adresinizi verirseniz, öldüğünüzü pazartesi sabahı öğrenirler anca. Bakın birkaç somut örnek vereyim. Almanya'da notere gidin, bir işlem yaptırın. 5 Euro. Ama konsolosluk kabul etmez Alman noterini... İlla konsolosluktan yapacaksın. Yaptır aynı işlemi konsoloslukta... 35 Euro. Yani devletin seni kazıklaması için Türkiye'de oturmana gerek yok... Hangi ülkeye gidersen git, devletin kazığından kurtuluş yok. Mesela, Bavyera ile Hessen eyaletleri sınırında oturuyorsun... Ama evin, Bavyera sınırları içinde... 30 kilometre uzaktaki Frankfurt Konsolosluğu'na gidersen, yapmazlar işini... 300 kilometre uzaktaki Nürnberg Konsolosluğu'na gitmek zorundasın. Niye? Zevk alıyorlar adeta... Sabahın köründe gittin konsolosluğa. İçeri almazlar. Dışarda sıraya gireceksin mutlaka... Yazın güneşte, kışın yağmurda. Sen istediğin kadar "bu konsolosluk benim toprağım" de... Giremezsin. Amaaaaa.... Eğer medyatik biriysen. Nikah kıydır... Düğün salonu yap Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin elçiliğini... Kapılar ardına kadar açık. Diyorum ya... Monşerler kusura bakmasın. Sürekli yuhlamak lazım. Kaynak: Sabah @28.05.2006 *tna *** Alıntı
Φ avniler Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2006 Gecekuşu ve Gelincik, Öncelikle şu kin dolu yüreklerinizi bir temizlemenizi tavsiye ediyorum. Neden bu kadar Sert bir şekilde tepki gösterdiniz anlayamadım... Ben zaten bu yazı şunu söylüyor olmaz öyle şey karşıyım vs. gibi bir tutumla muhalefet etmedim farkındaysanız. Ben şunu anladım yanlış mı anlamışım diyerek özellikle sordum. Eğer bir kargaşa yaratmak, konuyu saptırmak, doğrudan uzaklaşmak niyetinde olsaydım zaten size sorma gereğinde bulunmaz direkt """sizin taktiğinizi""" uygulayıp saldırıya geçerdim... Onlarca satır yazıp milletin anlamasını beklerken başkalarının yazdığı iki satırlık yazılarıda doğru anlama niyetinde olun mümkünse... Sorun şuki sizin gönülleriniz kara bağlamış, gözünüz başörtülü, laik, islamcı, atatürkçü, cumhuriyetçi, şeriatçı, irticacı kavramlarıyla öyle bir boyanmış ki baktığınız heryerde bu kılıflara uygun şekiller yaratmaya çalışıyorsunuz. İnsanları kendi istekleri doğrultusunda anlama yanlışı ile suçlayarak aslında siz kendi istediğinizi anlıyorsunuz... Benim mesajlarıma cevap verirken dikkatli olun. Yazdıklarımı daha iyi okuyun, ne anlatmak istediğimi ve ne sorduğumu iyice anlayın. Bu kapasiteye sahip değilseniz mesajlarıma cevap vermeyin. Bu uyarım bütün üyeler için geçerlidir... türban sorunu çözülünce kime zararı olur esas tartışılması gereken konu bu Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2006 *** İrtemçelik yuhalama olayında ve Başbakan’ın kullandığı üsluba karşı : İrtemçelik istifa eder mi? DİPLOMASİ koridorlarının çok tecrübeli iki büyükelçisi konuşuyor.Soru şu: - Berlin Büyükelçimiz Mehmet Ali İrtemçelik istifa eder mi? İhtimal halinde anlatılan senaryoyu şöyle özetleyebilirim: İrtemçelik yuhalama olayında ve Başbakan’ın kullandığı üsluba karşı anında istifa reaksiyonu vermeyecek kadar tecrübeli bir devlet adamıdır. Diğer büyükelçi araya giriyor: - Zaten bir de Alman Dışişleri Bakanı’nın Ankara ziyareti var. Diğeri devam ediyor: - Ayrıca Mehmet Ali Bey Cumhurbaşkanı’nı temsil ettiğinin bilincindedir. Cumhurbaşkanı ile görüşmeden böyle bir harekette bulunmaz. Çünkü istifa eylemi aynı zamanda Berlin’de olursa iki ülke arasındaki ilişkilerin zarar göreceğini düşünür. Ve tecrübeli büyükelçi son sözü söylüyor: - İrtemçelik daha önce prensipleri nedeniyle bakanlıktan istifa etmişti. Bana göre bu da benzeri bir olaydır. Ancak, Cumhurbaşkanı ile görüştükten, fikrini aldıktan ve Alman Dışişleri Bakanı’nın ziyareti tamamlandıktan sonra, yine kendisine yakışır bir şekilde ama devletin itibarına bir zarar getirmeden istifa eder. Evet şimdi diplomasi koridorlarında bütün diplomatlar bu ihtimalin geçerlilik yüzdesini konuşuyor. Üç gün içinde göreceğiz. © Copyright 2006 Hürriyet Başbakan'ın "azarlama" cılığından; anlamaya, anlatmaya, ötekine saygı duymaya, makamını, gücünü bir şiddet olarak başkalarının üstünde kullanmamaya yatkın "inançlı demokrat" çıkması zor. Belki azarlanmaya müsait arkadaşları, partilileri, bürokratları, danışmanları, işadamları, gazeteciler filan olabilir ama herkes müsait değil! Her çiftçi de müsait değil, her elçi de. Mehmet Ali İrtemçelik' i, en azından kaderlerinin azıcık kesiştiği dönemde anlamış olsaydı, o langur lungur azarlamaya girişmezdi belki. Demiyorum, mesela daha lise yıllığında hakkında yazılanları okumuş olsaydı diye; ama en azından 2000 yılı mayısından kendilerinin iktidara geldiği döneme kadar, İrtemçelik' in aldığı "bağımsız, kişilikli, haysiyetli, boyun eğmeyen, doğruyu söylemekten çekinmeyen, kula kulluk etmeyen" tavrı hatırlayabilseydi... Zaten her insana duyması gereken peşin saygı biraz daha katmerlenirdi! © Copyright 2006 Sabah *tna *** Alıntı
Φ redark Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2006 Ben o elçi vakasında , Başbakanı kesinlikle tasvip etmiyorum , ama bunu kasıtlı yaptığınıda düşünmüyorum , ayrıca şikeyeti yapan kadının da bunu provakatif olarak yaptığınıda düşünmüyorum , çünkü yönetmelikte "alından çeneye kadar yüz görünecek şekilde fotoğraf" yazıyor, fakat kadın o şekilde örtülü olmasına rağmen pasaportu alamıyor... yani yinede keyfii bi uygulama sözkonusu... Başörtüsü konusundada Can Dündar ın yazısını gerçkten takdir ettim , ne biliyim şaşırdım bitaraftanda... Bu konularda konuşmaktan tartışmaktan bıktım artık , ne kadar konuşursan konuş biyere gelmiyor , ben üniversitemde başörtülüyü derslere aldırıorum hocalarımla konuşup herkes yapsa bi sorun olmaz önemli olan sorunu insan ca çözebilmek... Ben hala 17 yaşında Dininin gereği olarak gördüğü örtüylle örtünen genç kızın ne bu topluma nede devlete zararı olabileceğine ihtimal vermiorum ve tamamen saçma buluyorum... ve bukadar ufak şeylerden korkan bir Devletin gerçek korkular karşısında ne duruma düşeceğini tahayyületmek istemiyorum, çünkü egemenliğin sahibi olan milletinden korkan bir devlet asla hiçbir platformda başarılı olamaz... Tunus da bu korkulardan dolayı 15 yıllık bir süreçte Örtülülerin sokakta gezmesi dahi yasaklandı , aynı gerekçelerle , ve Tunus hala Fransanın kölesi olarak yaşamaya devam ediyor . Tek duam onların düştüğü duruma gelmeyelim getirilmeyelim. Alıntı
Φ radikal07 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2006 bence öyle bi sorun yok olmamalı sorun insanların düşünceleriyle değilde dış görünüşüyle uğraşanlarda var... türbanın bi rejimi yıkacagı düşüncesi saçma Atatürk ün ismini kullanan belli siyasi partilerin söylemi bunlar... 2006 da yaşıyoruz geriye dönüşün imkansız olduğunu herkes biliyor ama halen boş yere kuru gürültü yapanlar var... cumhuriyet ve laiklik gidiyor gibisine.... Alıntı
Φ verdinaz Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2007 slm arkadaşlar sordugum sorular yada tartısdıgım konular bunları savunmak için değil sadece kafamdaki soruların cevabını aramak içindir.Şimdi yine bir soru türban yasağı kalkarsa açıklar üzerinde bir baskı yaratacak deniyor peki aynı sey kapalı insanlar içinde baskı yaratmıyormu ayrıca 2. sorum türban yasagı kalkdı diyelim tamam üniversitelere kapalı girildi peki devlet memuru oldun diyelim okul bitince devlet dairesinde veya özel şirkette o başörtüyle çalışılabilecekmi tabiiki hayır bu da böyle olcaksa neden tartısması yapılıyor eninde sonunda böyle olcak sonuç..... Alıntı
Φ hasan17 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2007 slm arkadaşlar sordugum sorular yada tartısdıgım konular bunları savunmak için değil sadece kafamdaki soruların cevabını aramak içindir.Şimdi yine bir soru türban yasağı kalkarsa açıklar üzerinde bir baskı yaratacak deniyor peki aynı sey kapalı insanlar içinde baskı yaratmıyormu ayrıca2. sorum türban yasagı kalkdı diyelim tamam üniversitelere kapalı girildi peki devlet memuru oldun diyelim okul bitince devlet dairesinde veya özel şirkette o başörtüyle çalışılabilecekmi tabiiki hayır bu da böyle olcaksa neden tartısması yapılıyor eninde sonunda böyle olcak sonuç..... Bugün okullarımız devletin kamu hizmetinde yeralmaktadır ve kılık kıyafet yönetmeliği ile ilgili içeri dini simgeyle yani türbanla girmek yasaktır. girmeye kalkarsanız kapıda engellenirsiniz. Aynı şey hastanelerimz ve mahkemelerimiz için düşünelim onlarda birer devletimizn kamu hizmetidir. Ozaman hastaneye tedavi için giden bir başı kapalı birisinin hastane kapısınından çevrilmesi gerekli veya mahkemeya giden başı kapalı bir kişinin davasına bakılmaması nekadar saçma ise okullara alınılmamasıda okadar çelişki içermektedir Alıntı
Φ verdinaz Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2007 Bugün okullarımız devletin kamu hizmetinde yeralmaktadır ve kılık kıyafet yönetmeliği ile ilgili içeri dini simgeyle yani türbanla girmek yasaktır. girmeye kalkarsanız kapıda engellenirsiniz. Aynı şey hastanelerimz ve mahkemelerimiz için düşünelim onlarda birer devletimizn kamu hizmetidir. Ozaman hastaneye tedavi için giden bir başı kapalı birisinin hastane kapısınından çevrilmesi gerekli veya mahkemeya giden başı kapalı bir kişinin davasına bakılmaması nekadar saçma ise okullara alınılmamasıda okadar çelişki içermektedir evet saçma ocacağı için zaten soruyorum neden bu ısrar niye bu tartısmalar Alıntı
Φ sacma Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2007 Hatta, başı kapalı annelerin çocukları askere alınmasın. Değil mi? İşte sistemin ikiyüzlülüğü. Hurafaelerle Çanakkele'ye inan; şehitliğe inan; tuzu kurular rahatça miting yapsınlar diye sen dağlarda sapır sapır dökül; ama seçtiklerin, senin çoğunluk iraden türlü yalanlarla yaftalanmaya çalışılsın. Olacak iş değil. Ama oluyor. Saçmalık böyle bir şey işte. Alıntı
Φ sacma Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2007 Bir de sayın üyelere bir sözüm var. Özden yoksunluk arttıkça şekilcilik başlar. Gözümüze kocaman harfleri dayamaya gerek yok. Okumasını yazmasını biliyordur herkes sanırım. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.