Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bir Taraf Klasiği: İtinayla Tarih İmal Edilir


GeceKuşu

Önerilen İletiler

1336291869.jpg

 

Tecavüz, yalanlar ve haysiyet

 

Halil Berktay solla hesaplaşmasında –şimdilik– en büyük adımını attı herhalde: 1 Mayıs 1977 katliamından kontrgerillayı çıkardı, tüm sorumluluğu suç ve günahları say say bitmez sola yükledi. “Solun bir efsanesi daha yıkıldı… Bir tabu daha devrildi…” Günlerdir bunu konuşuyoruz, gerçekten büyük başarı.

 

Elbette demokrasi tasavvurunu şiddetli bir anti-sol üzerinden kuran Taraf’ın ve bazı Taraf yazarlarının buna kayıtsız kalması beklenemezdi. Berktay’ın iddialarını ortaya atmasının hemen ertesinde Taraf konuyu sürmanşete çekti: “İlk kurşunu Maocular attı” (3 Mayıs). Haberin ilk sayfadaki görünüm tümüyle Berktay’ı destekliyor, dönemin Dev-Genç lideri Bülent Uluer, Berktay’ın iddialarını destekleyen sözler ediyordu. Haberin hemen yanında da gazetenin yazarlarından Yıldıray Oğur güzel bir gazetecilik örneği sergileyerek Sular İdaresi’nin üzerindeki silahlı adamların görüntülerini kayıt altına almaya başarmış belgeselci İshak Işıtan ile görüştüğünü duyuruyordu. Oğur “Sular İdaresi’nden kalabalığın üzerine polisin ateş açtığı iddialarına kaynaklık eden görüntüyü çeken” kişi olarak tanıttığı Işıtan’ın ağzından “Ateş etmiyorlardı. Yalan söyleyemem” açıklamasını kapmıştı. (Işıtan’ın Oğur’a söylediklerini aradan geçen 35 yıl boyunca niye kendine sakladığı meselesine geleceğiz.)

 

İç sayfalara geçtiğinizde ise Uluer’in Berktay’ın “Intercontinental ve Sular İdaresi’nden ateş açıldığı efsanedir” iddialarını kesin olarak yalanladığını görüyoruz. Görüş alınan Gün Zileli, Namık Koçak ve Celalettin Can da Berktay’ın bu iddialarını kendi tanıklıklarıyla yalanlamışlar. Yine görüşüne başvurulan gazeteci Yalçın Ergündoğan ise yalanlamanın ötesinde Berktay’la ilgili keskin bir açıklama yapmış: “Derin devletin o gün oluşturmak istediği intibayı bugün Halil Berktay gerçekmiş gibi söylüyor.” (Bu arada Gün Zileli, blogundan, sözlerinin Taraf tarafından çarpıtıldığını da açıkladı). Ama bir kere imalat başladı artık: Uçan kuşta Ergenekon görenler, sayısız tanıklığa karşın 1 Mayıs 1977′de Taksim Meydanı’nda yaşanan olaylarda derin devletin sorumlu olmadığını kayda geçirmeye başladılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu imalatın barutu Berktay’dan gelse de, fişeği, Yıldıray Oğur’un İshak Işıtan’la yaptığı görüşmeye dayandırdığı yazısı yakıyordu: “Bana solcular suç işliyor dedirtemezsiniz.”

 

Demirel’in meşhur sözüne “fırlama” bir gönderme. Peki, Oğur’un bu parlak başlığı “hak eden” malzemesi neydi, yakından bakalım, tarih böyle imal ediliyor çünkü:

 

Oğur’un yazısının omurgasını, derin devletin bıraktığı belki de en önemli izi belgeleyen adamdan adeta bir itiraf oluşturuyor: “Sular İdaresi üzerindeki silahlı iki sivili çektim. Ama ateş etmiyorlardı. Doğruyu söylemek gerek. Ateş açtıklarını görmedim ben. Belki kontrol için çıkmışlardı oraya. Yalan söylemem.”

 

Sular İdaresi’nde görüntülenen silahlı adamlar her nasılsa birinci sayfada “polis” olarak duyuruluyor, iç sayfada, Oğur’un yazısında ise “sivil” oluveriyorlar. Işıtan “sivil” mi dedi, “polis” mi dedi? “Sivil” dediyse, Oğur birinci sayfada niye “polis” diyor? Konu önemli, çünkü çatıdaki polis belki görevle açıklanabilir, ama silahlı sivil o kadar da kolay açıklanamaz. Ama hadi “yalan söylemem” lafının “yalan söyleyemem”e dönüşmesi gibi Oğur’un kalemi sürçmüş diyelim.

 

Ama yazının devamı gerçekten ibretlik. Oğur, Berktay’ın 1 Mayıs 1977 ile ilgili komplo teorilerini açığa çıkardığını, bir tabuyu devirdiğini söylüyor. Berktay’ın işaret ettiği ve gerçekdışı ilan ettiği komplo teorileri nedir? “Sular İdaresi’nden ve Intercontinental Oteli’nden meydana ateş açılmamıştır. Aksine meydandaki sol gruplar, meydana girme kavgası içindeyken birbirlerine ateş etmişlerdir. Bu nedenle 1 Mayıs ‘77′de derin devletin içinde olduğunu söylemek mümkün değildir.”

 

İşte Oğur bu iddiaya dayanak olsun diye başlamış sıralamaya:

 

“1 Mayıs 1977’yle ilgili dönemin herhangi bir gazetesinin arşivine giren, ilk üç gün boyunca bugün gerçek zannedilen komplo teorileri hakkında tek söz okuyamaz.”

 

Halbuki üşenmeyip arşive göz atan herkes, henüz 2 Mayıs’ta bir polis şefinin “İlk ateşe Sular İdaresi üzerinden karşılık verildi ve ondan sonra panik başladı” sözünü okuyabilir (Milliyet). 3 Mayıs’ta ise Cumhuriyet gazetesinin “ilk ateşin Intercontinental’den açıldığına ilişkin ihbar üzerine iki savcının görevlendirildiğine ve onların da hemen oteldekilerin ifadesini almaya başladıklarına” ilişkin ayrıntılı haberini okuyabilirler. Yani Oğur yalan söylemektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Oğur, iddia ediyor:

 

“Her şeyin konuşması sırasında başladığı DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler bile katliam için ilk açıklamasında ‘Saldırgan faşist ve Maocular CIA emrinde’ demişti. TİP’in lideri Behice Boran’ın ilk açıklaması ise ‘Maocu goşist gruplar işçi sınıfının dışındadır’ olmuştu. Bir satır bile bahsetmediklerine göre herhalde onlar da bu komplonun içinde kabul edilmeli.”

 

Halbuki, Kemal Türkler gerçekte “CIA denetimindeki faşistlerin” ve “Maocu komandoların” otomatik silahlarla hakla saldırdığını anlatırken şunları da söylüyor: “Fakat bir yandan alana sızmış olan, diğer yandan Sular İdaresi’ni ve çeşitli binaları siper yapmış olan bu faşist ve Maocu ölüm çetelerinin gözü dönmüştü.” (Milliyet, 3 Mayıs)

 

Şimdi bu beyanatla Berktay nasıl doğrulanmış oluyor? Merhum Kemal Türkler, saldırının CIA denetiminde olduğunu, Sular İdaresi’nden ve diğer binalardan ateş edildiğini söylüyor. Türker’in faşistlerin yanısıra Maocu komandolardan bahsetmesi mi rahatlatıyor Oğur’u? Ama Berktay, “Sular İdaresi’nden ve Intercontinental’den ateş açıldığı efsanedir” dememiş miydi?

 

Oğur, iddia ediyor:

 

“Intercontinental’den ateş açıldığını ilk olarak olaydan üç gün sonra basın açıklaması düzenleyen Aydınlık dergisinin başındaki Doğan Yurdakul dillendirdi. Intercontinental’in bir katında polisin görevlendirildiği daha sonra ortaya çıktı. Ama o ortaya çıkan belgelerde de oradan ateş açıldığıyla ilgili en ufak bir emareye rastlanılamadı. Kırık camlar, kaçan CIA ajanları teorileri şehir efsanesinin ötesine geçmedi.”

 

Yalan. Cumhuriyet’in yukarıda değindiğim 3 Mayıs ‘77 tarihli haberi çok açık, bırakın birisinin iddia etmesini, savcılık bu iddiayı önemsemiş, araştırmaya başlamış bile. Oğur ya yeteri kadar araştırmamış ya da düpedüz uyduruyor, maddî bir bilgiyi okurdan kasıtlı olarak gizleyerek tarih imalatına soyunuyor. Ama evet, araştırmadan bir şey çıkmamış. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980′den önce ya da sonra kaç karanlık olayın, kontrgerilla faaliyetinin gerçekten aydınlandığını biri bize (ya da en azından Oğur’a) söyler mi lütfen?

 

Oğur, iddia ediyor:

 

“Kanlı 1 Mayıs’la ilgili bütün komplo teorilerini mânâsız bırakan gerçek, ölen 34 kişiden sadece üçünün (bir rivayet beşi) kurşun yarası nedeniyle hayatını kaybetmesi. Geri kalanların ölüm nedeni izdihamdı. Eğer gizli güçler, devlet ya da CIA kalabalığın üzerine iddia edildiği gibi Intercontinental otelinden ve Sular İdaresi’nin üstünden ateş açacak kadar açıktan bir katliama girişmiş olsaydı, bu sayının bu kadarla sınırlı kalmaması beklenirdi.”

 

Taraf kaynaklı pek çok çarpıtma, tarih imalatı, dezenformasyon bu tarz akıl yürütmelerle yapıldığı için buraya dikkat! Eğer bu dikkati bugün, şu anda göstermezsek, uzun yıllar boyunca bu saçmalığı dinlemek zorunda kalacağız çünkü.

 

Berktay ve onun görüşünü sahiplenen Oğur, sanki böyle bir iddia varmış gibi binalara yerleşmiş keskin nişancıların halka ateş etmeleri halinde ölü sayısının beşten (ya da üçten) ibaret olamayacağını iddia ediyorlar. Tabii bu iddiaları hemen güme gitmesin diye, 132 kişinin de kurşunla yaralandığına değinmiyorlar. Oysa, 1 Mayıs’la ilgili sayısız tanık, binalardan açılan ateşin panik yaratmaya yönelik olduğunu, bunun “başarıldığını”, ölümlerin temel nedeninin polis panzerlerinin alana dalması olduğunu anlattı, yazdı. Buna rağmen, sayısız tanıklığa, silahlı adamların görüntülerine –evet, görüntülerine– rağmen, ölü sayısının azlığından yola çıkarak “binalardan ateş edilmedi” denilebilir mi? İdeolojinize altlık olsun diye tarih imal ediyorsanız, dersiniz elbette.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ama insan, bunu yapanların en azından kendi laflarıyla tutarlı olmalarını bekliyor. Oğur, Işıtan’ın şunları söylediğini iddia ediyor:

 

“Saat tam 7’ye çeyrek kala iki grubun karşı karşıya geldiği Tarlabaşı’ndan bir el silah sesi duyuldu. Bir anda ölüm sessizliğine büründü meydan. Çıt çıkmıyordu. 30 saniyelik sessizlikten sonra 20-30 bin silah aynı anda patlamaya başladı. Sanki savaş meydanında iki ordu karşı karşıya gelmiş gibiydi. Kürsüden ‘Sular İdaresi’nden ateş açılıyor’ anonslarını duyunca karımı binada bırakıp kameramla birlikte dışarı attım kendimi. Atatürk heykelinin oradaki çimlerin üzerine mevzilenip çekmeye başladım.”

 

Bu anlatımda “20-30” yanlışlıkla “20-30 bin” çıkmış diyorsanız, demeyin. Oğur, yazısının iki yerinde daha “binlerden” bahsediyor. Tutarlılık demiştik: Sular İdaresi’ndeki iki adamın (belki kareye girmeyen birkaç adamla birlikte) ve oteldeki bir pencereden ateş açan birkaç adamın beş kişiyi öldürmesi, 132 kişiyi yaralaması yazarımızı kesmiyor. Ama bu sayılar onu “yirmi bin”, hatta “otuz bin” kişinin ateş ettiği bir ortamı sorgulamaya itmiyor! “Yirmi”, belki “otuz” bin kişi yüz binlerce insanın sıkışıp kaldığı bir meydanda aynı anda ateş edecek, 137 kişiye kurşun isabet edecek, öyle mi? Dev bir düğün mü hayal etti acaba Oğur? Otuz, aman canım belki de yirmi bin kişidir, eğlenmek için “havaya” ateş ediyor. Başka açıklaması yok. Gerçi öyle olsa çevredeki binaların delik deşik olması lâzım, ama tam dik açıyla ateş edildiğini varsayacağız artık, sonra da onbinlerce merminin uzayda kaybolduğuna…

 

Bu “20 bin” lafının nereden uydurulduğuna ilişkin bir tahminde bulunmak mümkün: Milliyet’in dijital arşivinde dolandığınızda İGD’nin 20 bin üyesini güvenlik için görevlendirdiğini okumanız mümkün. O 20 bin görevli, yazısını alelacele yetiştirmek gayretindeki bulanık zihinlerde olmuş 20-30 bin “silahlı” görevli. Eh, malûm, bir sahnede silah görününce ateşlenmesi kaçınılmaz oluyor. Bu hikâyede de 20-30 bin silah göründü ya… Ama bunları Oğur kafasında nasıl birleştirdi, Işıtan ne dedi de kendisi bunları böyle anladı, oraları çok meraklı olduğu tıbbın sahasına giriyor.

 

Fakat maalesef bitmiyor Oğur, Işıtan’dan “nakletmeye” devam ediyor:

 

“İshak Işıtan tam o noktadan o ünlü dört saniyelik görüntüyü çekmiş. Pek çok teoriye kaynaklık eden o ânı bilinenden farklı anlatıyor ama: ‘Sular İdaresi üzerindeki silahlı iki sivili çektim. Ama ateş etmiyorlardı. Doğruyu söylemek gerek. Ateş açtıklarını görmedim ben. Belki kontrol için çıkmışlardı oraya. Yalan söylemem.’ ”

 

Evet, görmemişsin, doğru, ama silahlar atılmaya başlandığında oraya bakmıyormuşsunuz ki İshak bey! Çok açık (daha doğrusu Oğur ne kadarını nasıl aktardıysa o kadar açık): Tam 12 saattir iş başındaki Işıtan, bir binanın çekim yaptığı beşinci katında silah seslerini duyuyor (afedersiniz, 20-30 bin silah, boru değil), dahası kürsüden yapılan Sular İdaresi’nden ateş ediliyor anonsunu da duyuyor (20-30 bin silah ateş alırken duyuyor bunu. Pardon, Sular İdaresi’nden ateş açıldığı iddiasını ilk kez olaydan üç gün geçtikten sonra Doğan Yurdakul dile getirecekti! Kürsüdeki abiye malûm oldu herhalde), bunun üzerine binadan fırlıyor, beş katı paldır küldür iniyor, 20-30 bin silahlı ve yüz binlerce kaçışan insanın arasından Sular İdaresi’ni de görebileceği bir açı yakalıyor ve işte o zaman o görüntüyü çekiyor. ilk silah sesinden bu yana kaç dakika geçti, sayan var mı acaba? Sayın Oğur, özür dilerim ama, biraz Papa’nın genelev sorduğu fıkra gibi olmuş bu. Gördün mü? Görmedim. İyi!

 

Bu arada, yazıyı okuyanlar Işıtan’ın 20-30 bin silahlı adamı çektiği filmden tek tek ayıkladığını, görüntüleri ondan sonra resmi makamlara verdiğini filan da öğrenecekler, ama daha fazla sinirlerinizle oynamak istemiyorum. Ama şöyle özetleyeyim, anladığım kadarıyla 1 Mayıs 1977′de Taksim Meydanı’nda 20-30 bin kişi 10 dakika kadar kurşun yağdırmış, ama bu olayın kaydedildiği filmde buraları çıkmamış. (Gözümün önüne CNBCE’nin sigara görüntüleri üzerine yapıştırdığı çiçekler geliyor. Binlerce!)

 

Oğur yazısını şöyle bağlamış:

 

“[işıtan] 1 Mayıs için ‘Binlerce silah patladı. Nasıl karar verebiliriz komplo olduğuna? O ilk ateşi açan provokatör de olabilir, ateşli bir militan da’ diye kanaatini bildiriyor. Ama onun çektiği görüntüler üzerinden yürüyen bir komplo teorisi de ilk elden açıklamalarıyla açıklığa kavuşuyor. Belki o da komplonun içindedir, kimbilir. Bundan sonrası tıbbın ilgi sahasına giriyor ama…”

 

Bir komplo teorisi daha ne güzel kavuştu açıklığa, değil mi?

 

İshak Işıtan, kendisine atfedilen açıklamalarıyla ilgili konuşana dek Oğur’un doğru naklettiğini kabul etmek zorundayız. Belki telefonda bazı yerleri yanlış anladı, 20-30 silahlı adamı 20-30 bin silahlı anladı. Bunun ve diğer açıklamaların mantıksızlığını da sorgulamak aklına gelmedi. Belki de gerçekten Işıtan birebir bu ifadeleri kullandı. Hangisi olursa olsun, bir, Oğur’un kendi araştırmasıyla aktardığı tarihsel arka plan kasıtlı olarak eksik ve / veya yanlış yazılmıştır. İki, Oğur’un Işıtan’ın hiçbir biçimde akla, mantığa sığmayan açıklamalarını sorgulamadan aktarması, üstelik bunlardan çok kesin sonuçlar çıkarması büyük bir gazetecilik ayıbıdır dersek eksik kalır. Sevdikleri deyişle söyleyelim: Kara propagandadır.

 

Görünen o ki, Taraf’ın sola yönelik kara propagandası şiddetini artırarak sürecektir.

Zira, Taraf’ın başlıca varoluş sebeplerinden biri tam da budur.

 

Tora Pekin/birdirbir.org

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dönek Olmanın Dayanılmaz Hafifliği...

Sözde liberal ve İslamcı yalanların sonu gelir mi?

Gelmez!

 

 

Her döneme göre esen “rüzgârgülleri” ve bizim “din pazarlamacıları” her türlü yalan dolanın, hainliğin içinde görülürler.

Sözüm ona bir tarihçi, haydi adını yazayım, Halil Berktay, 1 Mayıs 1977’de solcuların birbirini öldürdüklerini söyledi, demeç verdiği gazete ise bu saçma sapan savı destekledi.

 

Avukat Turgut Kazan, Rasim Öz, 68’liler Birliği Vakfı Başkanı Sönmez Targan, 78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can, Berktay’a tepki gösterdi.

Aslında gülüp geçmek gerek...

Olmuyor, özellikle gençler, bugün 35-40 yaşında olanlar bile o günleri bilmiyor...

 

Avukat Rasim Öz, az ve öz konuşuyor bu konuda:

“Cahilce ve gerçek dışı Berktay’ın anlattıkları. Görüntüler ortada. Mahkemede yaşananlar da biliniyor. 34 kişi öldü. Bunları söylemek bir MİT ajanına bile yakışmaz. Berktay, eski bir solcu olarak bunamışlığın göstergesini sergilemiştir.”

 

Turgut Kazan:

“35 yıl önce Berktay, alana girmesi yasaklanan gruptaydı. Girdiyse neredeydi? Bunları bilmeyiz. Ama olayın savcısı, tanıkları yaşıyor. Dava dosyasında polis telsizinden ‘Panzeri halkın üzerine sürün’ denmesi, ‘ama insanlar ölür’ yanıtı verilince de ‘Siz emri uygulayın’ karşılığını vermesi, Sular İdaresi’nin çatısından, bir otelin iki odasından ateş edilmesi gerçektir.”

 

***

Sönmez Targan ve Celalettin Can da yalanlıyor Halil Berktay’ı...

Katliamın bir Kontrgerilla eylemi olduğunu, Berktay’ın hayal gördüğünü, üstelik bu çıkışıyla “derin devleti” savunduğunu, darbecilerin ekmeğine yağ sürdüğünü öne sürüyor Targan ve Can...

 

Octavio Paz’ın saydam gövdesini açtığı bir günün ilk saatlerinde o yıllara dönüyorum.

35 yıl önceki bir olayı tarihçi kimliği olan kişi nasıl olur da bu denli saptırır, bunun yanıtını sizin vermenizi istiyorum...

Elimde Eray Canberk’in “Kent Kırgını” şiir kitabı (Yapı Kredi Yayınları, 1960-2010 Toplu Şiirleri) açıp okumaya başlıyorum:

 

“senin derdini tazeler

beni çaresiz bırakır

pencereye konan kumru

kumru üsküfü dokur mu?

ölümleri unutur mu?”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Son günlerde 1977 1 Mayıs’ındaki katliamda derin devletin rolü yoktur açıklamalarıyla tartışılan Halil Berktay’ın dönüşlerini Soner Yalçın “Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” kitabında yazmıştı.

 

Yalçın, Berktay’ın Weimar Türkiyesi kitabının ardından “Başı dönen bir neoliberalin hikayesi” başlığıyla şöyle anlatmıştı.

 

“Doç. Dr. Halil Berktay, genel olarak Taraf gazetesinde kaleme aldığı yazılarını, Weimar Türkiyesi adlı kitapta topladı.

Kitabı okuduğunuzda ilk dikkatinizi bir isim çekiyor: Doğu Perinçek! Nasıl Hasan Cemal'in bir İlhan Selçuk saplantısı varsa, kitabı okurken HalilBerktay'da da bir Doğu Perinçek kompleksi olduğu duygusuna kapılıyorsunuz.

Halil Berktay, eski yol arkadaşı hakkında yazmadığını bırakmıyor, (s. 15, 45, 48, 49, 50, 51, 83, 101, 102, 103, 104, 107, 109, 110, 118, 121, 122,127,172)

Diyebilirsiniz ki "eleştiremez mi?" Tabii ki eleştirebilir de...

 

Doğu Perinçek'e ağır ithamlarda bulunurken, sanki o dönemde yanında kendisi yokmuş gibi yazıyor.

Örneğin, "bu zat" dediği Doğu Perinçek'in "dergisinde" 1980'lerin ikinci yarısından sonra PKK'ya övgüler dizildiğine dikkat çekerken (s. 15) sanki kendisinin 2000'e Doğru'nun yayın kurulu üyesi ve Ankara temsilcisi olduğunu unutmuşa benziyor.Sadece bu değil...Örnek olaylar çok...1968-1971 yılları arasında Proleter Devrimci Aydınlık dönüşümünün sorumlusu olarak salt Perinçek'i görüyor. (s. 48-51) Okurken "Acaba Halil Berktay hafıza kaybına mı uğradı?" diye düşünmeden kendinizi alamıyorsunuz. "Akademi solculuğunu" Aydınlık hareketine sokup ABD'den (Yale Üniversitesi'nden)getirdiği "Sovyet sosyal emperyalizmi" teorisiyle hareketi bölen Halil Berktay (ve düşünsel yoldaşı Şahin Alpay) değil miydi? ABD'den Maocu Labour Party'nin ateşli ve dogmatik taraftarı olarak Türkiye'de dönen, H. Berktay değil miydi? 1969 Çin Komünist Partisi 9.kongresinde Lin Biao tarafından sunulan raporu İngilizceden Türkçeye çevirip Sovyetler Birliği'ne en ağır sözlerle saldıran H. Berktay değil miydi? (Türkiye sosyalistlerini bölen ABD destekli Maoculuk, araştırma konusu olmalıdır.) Peking Review'u elinden düşürmeyen H. Berktay, bugün dünü unutmuş gibi yazıyor; sanki orada değilmiş gibi kalem kıvraklığı yapması da ayrı bir hüneri galiba. Bugün H. Berktay farklı bir siyasal kimlikle boy gösteriyor. Olabilir. Kimse buna hiçbir şey diyemez. Ama çıkıp da özeleştiri yapmadan yaşananların tüm sorumluluğunu başkasının üzerine atarak kurtulmak da hiçbir vicdana sığmaz.

 

Bitmedi...

H. Berktay kitabında, Perinçek'in TİİKP'sine de ağır s özler ediyor. TİİKP savunmasından, Mamak yargılamalarından alıntılar yapıyor. Bunları okuyan, H.Berktay'ın aynı örgütün önemli teorisyenlerinden biri olduğunu düşünemez bile. Niye böyle yapıyor acaba?

 

Bu arada...

Keşke o çocuksu idealleri yazarken bu kadar düşmanca bir tavır takınmasa. Neden küfreder gibi yazıyor anlamak zor. Bu sert üslubun, hoyratlığın sebebi nedir? Kime kızgın? Mesela... 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi, H. Berktay Aydınlıkçılara bir el-kitabı yazıp dağıttı: Bir devrimci işkencede nasıl tavır almalıdır? (Poliste ve İşkencede İhtilalci Tutum). "Gerekirse işkencede şerefiyle ölmesini bilmelidir" diye yazdı.

 

Sonra darbe oldu; H. Berktay gözaltına alındı ve örgüt hakkında polise en çok bilgiyi o verdi. Poliste çözüldüğü için Perinçek ve arkadaşları H. Berktay'ı örgütten kovdular. İnsan düşünmeden edemiyor; acaba H. Berktay bugün o günlerin intikamını mı alıyor? H. Berktay bugün darbe düşmanı olarak görülüyor. Ne güzel. Peki ya dün? Proleter Devrimci Aydınlık'ın 12 Mart darbesini doğru dürüst analiz edemeyip insanları yanıltan ve hata yapmasına yol açan yazılarını kim kaleme aldı? 12 Eylül darbesine nasıl baktığını da yazacağız. Ama önce 1970'lerde neler yaptığına bakalım... H. Berktay örgütten atıldıktan sonra ne olduysa oldu, yine Doğu Perinçek'in sağ kolu ve örgütün teorisyeni oldu. Bugün eleştirdiği siyasal kararların hepsinin altında imzası vardı. 1975 yılından itibaren çıkan Aydınlık dergi ve gazeteleri arşivlerde hâlâ duruyor. "Bilim Kurulu"nda neler yaptığını kendisi unutmuş olabilir, ama tarih unutmuyor işte. Aynı bugün gibi o gün de çok sertti. Aşağılayıcı bir dili vardı. Militandı; partideki liberal sağcılaşmaya karşı "ideolojik sağlamlaştırma"nın önde gelen isimlerinden biriydi. 1970'li yılların sonunda Sovyet sosyal emperyalizmi teorisini o kadar abarttı ki, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'yi yıkma planlarına karşı, ABD'yi ittifak yapılacak ülke ol arak gördü.

Tarih, 1 Mart 1979.

 

Aydınlık'ta H. Berktay bakın ne yazdı: "İşte aynen Hitlerinki gibi bir faşist devlet olan bugünkü Sovyetler Birliği de, siyasi taarruzunu durdurabilecek bu barış kuşatması karşısında bu yüzden telaşa kapılmıştır." "Barış kuşatması" ABD ile ittifakın adıydı!Bu nedenledir ki...Parti içinde "askeri cunta halkın düşmanıdır ve doğrudan hedef alınmalıdır" karar tasarısını reddedip 12 Eylülcülerle uzlaşma arayan teslimiyetçilerin başında H. Berktay geliyordu.İşte iki darbe ve işte H. Berktay'ın siyasi duruşları...

 

Devam edelim...

ABD'nin planladığı 12 Eylül 1980 askeri darbesinden H. Berktay ucuz kurtuldu.Örgütün Ufuklar, Saçak dergilerinde yazılar kaleme aldı, Kaynak Yayınları'nın kurucuları arasında yer aldı.Bu yayın organlarında, 12 Eylül'den sonra ortaya çıkan "sivil toplum"culuğa karşı zehir zemberek yazılar yazdı. Teorik eleştiriler getirdiği Murat Belge'yi yerden yere vurdu. (İlginçtir; H.Berktay, M. Belge için dün nasıl yergide ağır yazıyorsa, bugün de övgüde o derece abartılı bir dil kullanıyor.)H. Berktay'ın dönüşleri yazmakla bitmez. 1980'den sonra Aydınlık hareketi içinde yükselmeye başlayan anti-Stalinist söylemlere karşı çıkan isimlerden biri de yine Berktay'dı... Ancak aynı H. Berktay bir iki yıl sonra yine çark etti. Eskiden Hitler rejimine benzettiği Sovyetler Birliği'nin şimdi sosyalist ilan edilmesi gerektiğini söylemeye başladı.(H. Berktay'ın yeni siyasal çizgisinin mimarı, Pravda'nın Türkiye temsilcisi Andrey Stepanov'du. Bu görüşmeler üzerine H. Berktay birden Sovyetler Birliği'nin sosyalist olduğuna ikna oluvermişti!)

 

Şaşırdınız mı?

Şaşırmayınız... Aslında H. Berktay budur. H. Berktay sınıfın çalışkan çocuğu gibidir. Okur ve bilgi sahibi olur. Ama olguyu -bilgiyi analiz edemez; teorik olarak ezbercidir. Okuduğunu sadece aktarır. Yani tercüme odasında yetişmiş "Tanzimat aydını"na benzer. Evet, sohbet ederseniz veya dersine girerseniz bilgisiyle sizi kendine hayran bırakır, ama o bilgiyi teorik inşada kullanamaz. Berktay, esas olarak yabancı hayranıdır. Dün de, bugün de... Fikirlerini söylerken verdiği en ufak örneği bile bir yabancı referansa dayandırmayı olmazsa olmaz hale getirmiştir. Aslında ne okursa, kendinden bilgili kimle görüşürse onun gölgesi olur. Bu kadar zikzağın, yalpalamanın başka bir açıklaması olabilir mi? Diğer yanda... H. Berktay'ın bugünlerde herkese yaptığı gibi, biz de ona "ajan" mı diyeceğiz? "Objektif ajan!" Neyse... 1980'li yılların sonunda Gorbaçov'un ateşli bir taraftan haline gelen H. Berktay, Sovyetler Birliği yıkılınca yine çark etti. Yeni siyasal kavramları "özgürlük" ve "demokrasi"ydi. Önce kendisine Sosyalist Parti genel başkanlığını öneren Aydınlık hareketinden koptu. Aslında kariyeristti, ama rüzgârın döndüğünü hissedip korktu.(Kendisi kitabında, 1980'lerin sonunda birleşik demokratik bir sol partinin kurulamamasını kaçan bir şans olarak görüyor (s. 103) Adama demezler mi, genel başkan/lider olup becerebilseydin o zaman! Hayır, H. Berktay ve benzeri böyledir; hep şikâyet ederler.) Aydınlık hareketinden kopunca Sosyalist Birlik dergisini çıkardı. Yeni bir parti kuruluşu için çalıştı; Türkiye Birleşik Komünist Partisi'ne yakınlaştı. Bunların hepsini "yaparmış" gibi yaptı. Çünkü... H. Berktay aslında artık kendi yolunu kendi çizmek istiyordu. Çoktandır dostlarına dert yanıyordu: Siyasetle ilgilenmek istemiyor, üniversitede hocalık yapmak istiyordu. Önce yeni yaşam tarzını istedi, sonra ona uygun bir teorik inşaya girişti. "Kişisel kurtuluşu" için kendini "tarih çalışmalarına" adadı. ABD'ye (Harvard), İngiltere’ye (Birmingham) gitti. Tarihe bakışını, tarih anlayışını tamamen değiştirdi. Eski kitaplarını, çevirilerini yaktı. Sonra gelip Sabancı Üniversitesi'nde "hocalık" yaptı. "Komünizmi Hatırlamak" başlıklı ders verdi. Bu savrulma sırasında siyasi tartışmalara girmedi; yıllarca sustu. Sonra birdenbire Ergenekon soruşturmasıyla birlikte suskunluğunu bozdu. Tarafta, sert yazılar kaleme almaya başladı. Neler yazmadı ki...

 

(Kitaptan):

- Ulusalcıların dili basmakalıptı ve Nazilere benziyordu, (s. 17)

- Ulusal-devrimcilik, İtalyan ve Alman faşizmiyle aynıydı, (s. 85)

- Ulusalcılar faşistti, (s. 121)

- Marx ve Engels demokrasi üzerine pek kafa yormadıkları için çok teorik hatalar yapmışlardı, (s. 86)

- Amerika Türkiye'de pek bilinmiyordu aslında; övülecek bir ülkeydi, (s. 117)

- Bugün Türkiye'de en donmuş, en muhafazakâr düşünce Kemalizm'di, (s. 127)

- Ermeni tehciri değil Ermeni soykırımı yapılmıştı, (s. 129)

- Türkiye'de politik islam hırçın bir umutsuzluk ve çıkışsızlıktan doğmamıştı; sosyal temeli yoksullaşma, işsizleşme ve lümpenleşme değildi; aksine Avrupa'yla bağları içinde büyüyen bir sermaye birikimine dayanıyordu; İslamcılar ne şeriat ne de dış dünyadan kopuş istiyordu, (s. 134)

- CHP çökmüş bir partiydi, ideolojik olarak iflas etmişti; aldığı yüz de 20 oy da bunu gösteriyordu, (s. 137)

- Antiemperyalizm bir aldatmacaydı. (s. 182)

- Nâzım Hikmet'i, kişi ve önder olarak Mustafa Kemal'i yücelttiği, Kurtuluş Savaşı'nı idealize ettiği ve son şiirleri dağınık olduğu için eleştiriyordu, (s.200)

- Yeni safını şöyle belirliyordu: Ulusalcılığa karşı çıkan AKP'nin yanı, (s. 125)

Bu arada... Görüşlerine karşı çıkanlara, "kerameti kendinden menkul jeostrateji uzmanları" diyordu. Ne güzel değil mi? Bunu yazarken geçmişte neler yazdığını insan hiç mi aklına getirmez? Son bir alıntı daha yapalım:"Türkiye'de şu son beş yılın ulusalcılık çılgınlığı aşıldığında, kimler hiçbir rezillik yapmamış gibi davranacak, kimler bir nebze olsun utanacak?" (s. 24)

Şimdi siz böyle yazan birine ne yanıt verirsiniz?.. Halil Berktay hiç mi aynaya bakmıyor acaba? Döneklik, kişilik zafiyetine mi yol açıyor? Bu kadar yalpalamış birinin hâlâ kendinden, yazdıklarından, söylediklerinden emin olmasını nasıl değerlendirmek gerekiyor? Sanırım bu psikiyatrinin alana giriyor...”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Halil Berktay'in ne oldugunu anlamak isteyen Cetin Altan'in ne olduguna baksin,bence yeterlidir.Cetin Altan bir numarali solcuyken bugün komprador sözcüsü olmustur.Ugur Mumcu onu cok iyi anlatmistir.Bu nedenle Halil Berktay'i analiz etmek abesle istigaldir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.