Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ayşe Hanım'ın Ölümü


Puslugeceler

Önerilen İletiler

Alt kat merdivenlerden yukarı kata tırmanmakta olan adam sanki sessiz olmaya pek özen göstermiyordu. Pervasızca atılan adımlar, ahşap basamaklarda gıcırdıyor, soğuk kış gecesinde pencereye savrulan tipi ve rüzgâr uğultusuna karışarak dededen kalma bu eski konağın loş duvarlarında yankılanıyordu. Ayşe Hanım, kendisine git gide yaklaşan seslerden dehşete kapılmıştı. Küf kokan rutubetli yorganın altında iyice büzülmüş, az sonra ensesinde duyacağı o sese nasıl bir tepki vereceğini düşünüyordu. Yılların yorgunluğunu taşıyan zavallı kalbi, yaşına inat olanca hızıyla çarpıyor, yüreğinin gümbürtüsü bilincini bulandırıyordu. Rahat bir nefes alabilmek için başını dışarı çıkardı. Hala kapalı olan gözlerini yavaşça aralayarak odaya bir göz attı. Şöminedeki ateş artık sönmeye yüz tutmuş fakat küçük şuleler halinde titreşen bir kaç küçük alev, bakırımsı izlerin belirip kaybolmasına neden oluyordu. Raflarında üç beş kitap, bir kaç küçük biblonun bulunduğu etajer, odanın karanlık köşesinde her zamanki yerinde duruyordu. Şuuru açılan Ayşe Hanım boncuk, boncuk terleyen alnını bir zamanlar itina ile kenarlarına oya yaptığı mendiliyle sildi. Yatağında hafifçe doğruldu. Her zamanki kâbuslarından birini görmek üzereyken uyanmıştı. Çoğu kez histeri krizi gibi nöbetler halinde nükseden bu marazi durum, ruh halini iyice yıpratmıştı. Derinden bir ah! Çekti. Zinde dipdiri olan şu vücut, o ihtişamlı günlerinde ne kadar gurur vericiydi. Hâlbuki şimdi maziye ait hatıratın ağırlığı altında çöken maneviyatı gibi bir enkaza dönüşmüştü. Uzanarak şalı sırtına aldı. Pencere önündeki koltuğuna doğru ilerledi. Oturduğu yerden dışarısını görebiliyordu artık. Feri gitmiş gözlerini sabit bir noktaya kilitlemişti. Yine de zifiri karanlıktan cama düşen kar tanelerini seçebiliyordu. Ağırlaşan göz kapakları sonunda iradesini teslim aldı. Bütün bir canlılığın sükûnet bulduğu uyku, karşı konulmaz cazibesiyle benliğinin en mahrem köşesine kadar sinmişti.

Kesif gri duman kümeleri uçuşarak savruldu. Ardından koyu peleriniyle az önce basamakları tırmanmakta olan adam belirdi. Ayşe Hanım'ın bulunduğu küçücük odanın kapısından süzülerek içeri gidi. Şöminenin titrek ışığında duvara vuran gölgesi, bazen büyüyor bazen küçülerek garip şekiller oluşturuyordu. Kendisine bu ucubeyi yaklaştıran her adımında, sanki aralarında gizli bir bağ varmışçasına Ayşe Hanım derin uykusundan sıyrılıyor, kalbi delicesine atıyordu. Sonunda korkulan oldu. Gözlerini açtığında vücudu dehşetle sarsıldı. Korku bürüyen bakışları dondu. Az önce sızıp kaldığı maun koltuk geriye doğru yıkılmış, Ayşe Hanım'ın cansız bedeni zemin üzerine savrulmuştu. Tahmin edileceği gibi yaşlı kadının gördüğü kâbus kalp krizi geçirerek ölümüne neden olmuştu.

Ben diye tanımlıyordu onu. Altılı yedili yaşlarda şakımasıyla çevresine neşe veren bülbül gibi cıvıl cıvıldı o ben. Yetmişinde artık canlılığını yitirse de yine de derinlerde bir yerde vardı o çocuksuluk. Yılların bir çığ gibi katlanarak akması ya da çoktandır kırlaşmış olan saçlar yıpratamamıştı o beni. Özenle besleyip büyütmüş, tapılası kutsal bir varlığa dönüştürmüştü. İşte bu ben zamanın acımasız çarkına dayanamayıp çöken Babil Kuleleri gibi hayatla ölüm arasındaki o ince çizgide çok dar bir cendereden geçmişti. Benliği vücudundan sökülerek alınmış, zamanın anlamını yitirdiği ötelere doğru fırlatılarak atılmıştı. Yaşadığı bu sancılı süreçten sonra o ben artık maddi unsurlarından tamamen arınmış, üzerindeki sürücüyü atan vahşi bir atın özgürlüğe doludizgin koşması gibi hızla yeryüzünden yükselmeye başlamıştı. Her bir aşamada o ben artık ben olmaktan uzaklaşıyor, bütünü oluşturan bağlar çözülüyordu. Gevşeyen yapı, yükselişin tesiriyle geriye doğru sarkıyor, küçüle küçüle sonunda kuyruksu bir iz bırakıyordu. Bilinç, işte tüm bu dağılmaya yüz tutmuş yapı içinde çözülerek yeniden şekillenmeye başlamıştı. Bir biçimde var olduğunu biliyordu ama durumuna doğrusu açıklamada getiremiyordu. Üstelik her nasılsa artık dört bir yönü de algılayabiliyordu. Şu uçsuz bucaksız evren sır olmaktan çıkmış en ücra köşelerine kadar nüfuz edilebilen tanıdık bir mekân olmuştu. Hani bir zamanlar çocukça oyunlar oynar, bahçelerindeki küçük havuzda kırmızı balıkları yakalamaya çalışırdı. Gece karanlığında da suya akseden dolunayı defalarca avuçlar bir türlü yakalayamazdı. Yine aynı duyguyla rengârenk, ışıl ışıl parıldayan topaçları avuçlamak istiyor ama sanki müşfik bir el tarafından durdurulmaktan korkuyordu. Aslında bu yüceler yücesi iradeye sınırsız bir saygı duyması gerektiğini hissediyordu. Gecikmişte olsa gördükleri karşısında bu hisse kapılmıştı. Utanıyordu kendisinden. Benliğinin granit gibi sert yontulmaz yüzü, yumuşaklık ve uysallıkla örülmüş bu gök kubbeye ne kadar da aykırı düşüyordu.

Ayşe Hanım'ın ruhu evrenin sınırsız gibi görünen derinliği içinde yolculuğuna devam ederken kimselerle paylaşamayacağı daha bir nice harikulade izlenimler ediniyordu. Hâlbuki ölümün bir son olduğuna inanmıştı. Acı, tatlı, yaşama dair her şeyin ölümle birlikte sona ereceğini düşünmüştü ama şimdi önünde bir sonsuzluk uzanıyor ve kendisi de bu yolun yolcusuydu.

Geçte olsa bu tuhaf durumuna uygun bir tanım bulmuştu Ayşe Hanım; ölmüştü. Doğumu nasıl kendi iradesinin dışında gerçekleşmişse ölümü de bir oldubittiye gelmiş, hazırlıksız yakalamıştı kendisini. İşin doğrusu o,sonunu bir başka türlü kurgulamıştı hep. Kızları, oğulları ve torunlarının çevreledikleri sevgi fanusunun ortasında, yatmakta olduğu yatağında, kelimelerin tükendiği o çok özel anda, son bir gayretle bakışlarını sevdikleri üzerinde gezdirdikten sonra ruhunu teslim edeceğini ve varlık sebebi olduğu bu insanların hıçkırıklar içinde cansız bedenine abanarak ağlayacaklarını hayal etmişti.( Devam edecek…)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ayşe Hanım sükunet içinde yazgısının bu öte dünyada karşısına neler çıkaracağını beklemeye başladı. Yükseliş halinde, çeşitli kaynaklardan hayatta iken öğrendiği, maddi dünyanın bilinen çehresini bizzat müşahede etmiş ama öyle bir noktaya ulaşmıştı ki artık buradan ötesini tanımlamakta güçlük çekiyordu.

Sağanak yağan yağmurdan sonra dağlardan ovalara akan sel suları, nasıl taşı, toprağı, mili önüne katarak akar sulara oradan göllere, denizlere ulaşır ve bulanık, kirli yapısından arınarak berraklığa kavuşursa belki bu gibi bir duygu yoğunluğu ile açıklanabilecek izlenimler edinmişti. İşte karanlık gecelerin o ürpertici etkisini kırarak yerini sonsuzca huzura bıraktığı dolunay parlaklığında nurani bir dünya uzayıp gidiyordu önünde. Buraya nasıl geldiğini anlayamamıştı. Maddi varlığa ait sınırları aşmış olsa, bu değişimi algılardı muhakkak. Sanki öte dünyanın sınırları bir salınım göstererek maddi boyuta sarkmış ve Ayşe Hanım'ı alarak kendi sınırlarına geri çekilmişti. Ya da lambanın yanışıyla birden aydınlanan karanlık odanın gerçekliğiyle yüzleşmek gibi kendini aniden bu ortamın içinde hazır buluvermişti.

Maddi sınırların nerede, nasıl son bulduğu kendisi için hala esrarını koruyordu. Yaşama ait zaman akışı içinde olabilse önceliği bu konuya verir, durumu anlamaya çalışırdı. Oysa şimdi akıbetinin alacağı şekil kendisi için daha önemliydi. Az ileride nurani ortamın dokusuyla bütünleşmiş, yalnız daha kesif, şeffaf siluetler belirdi. Sabit bir şekilleri yoktu. Sürekli biçim değiştiriyorlardı. Bazen gönüllere sürur veren ılık meltem esintileri gibi titreşerek saf, yoğun ışık halelerine dönüşüyorlar, bazen de kendi sınırları içinde depreşip duran kızıl, ateşten topaçlar halinde dokunduklarını yakıyorlardı.

Bu arada Ayşe Hanım, dikkatinden kaçan önemli bir ayrıntı daha gördü; Bu ortamda yalnız değildi. Birbirlerine göre farklı mesafelerde yer alan sayısız çoklukta insan ruhu, göğe bırakılan uçan balonlar gibi az önce gördüğü şeffaf siluetlere doğru ağır, ağır yükseliyorlardı. Şeffaf siluetlerin aldığı şekillerle bu ruhların görünümleri arasında tuhaf bir ilgi vardı. Kimi ruhlar bu noktaya yaklaşırken yoğunlaşmaya başlıyor, oraya ulaştığında ise son şeklini alarak ışıl, ışıl parlayan, güzel yüzlü hanımefendiler yada beyefendiler olarak beliriyorlardı. Aynı anda bu kesif siluetler, duruma uyarlanarak şefkatle aralarına aldıkları ruhların, esenlik içinde yeni ufuklara açılmalarına izin veriyorlardı. Kimi ruhlarsa yoğunlaştıklarında garip görünümleriyle ucubelere benziyorlardı. Çoğu kez vücutlarını oluşturan uzuvlar, olmaları gereken yerde bulunmuyordu. Ayakları arasında başları bulunanlar mı? Yoksa omuzları üzerinde midesiyle dolaşanlar mı? Türlü, türlü garip oluşumlar... Şeffaf siluetlere yaklaştıklarında ucubelerin görüntüleri daha da ********* bir hale dönüşüyor ve sonunda kızıl ateş topaçları arasında yanıp kararıp hızla altlarında beliren karanlıklara çekiliyorlardı. Ruhların bölük, bölük hareket ederek bu girdaba kapıldıklarını görebiliyordu Ayşe Hanım. Ve bu kaçınılmaz nokta ile arasındaki mesafe gittikçe azalıyordu.

Endişe içinde uzun bir bekleyişten sonra artık sıra kendisinin de bulunduğu gruba gelmişti. Çevresindeki ruhların yoğunlaşmaya başladıklarını gördü. Hemen önünde bulunan adam benzersiz büyüklükte karnı e arkasıyla dikkat çekiyordu. Cevizden iri olmayan başı üzerindeki gözleri dehşetle açılmış, şaşkınlık içinde kararmaya yüz tutmuş vücudunun hatlarını inceliyordu. Hayatında iken iştahı ile arası bir hayli iyi olmalıydı.

Ayşe Hanım, bu arada henüz şekillenmiş olan kendi vücudunu inceliyordu. "evet, her şey yerli yerinde" diye düşündü. Yinede içinde bir eziklik, bir kirlilik duygusu hakimdi. Görünüşü ile bu izlenimi arasında bir tezat vardı. Acaba vücudunun parıltısı diğerlerine göre daha mı sönük kalıyordu? Yoksa kendisini yersiz kuruntulara mı kaptırmıştı? Akıbeti az sonra belli olacaktı. Nihayet, şeffaf siluetlerin hizasına ulaştılar. Az önce gördüğü adamın umutsuz çığlıkları bir kez daha ürpermesine neden oldu. Adamın yanarak kararan vücudu bir paçavra gibi, zeminde beliren alevli çukurlar içine hızla savruldu. Her bir çukur, payına düşeni yalayıp yuttuktan sonra yine ortaya çıktığı şekilde birden gözden kayboluyordu.

Ayşe Hanım, çocukluk yıllarında babaannesine özenir, başını örttüğü eşarpla sessiz küçük adımlar atarak, pencere kenarındaki divanda oturan babaannesinin kucağına atılırdı. O´nun, yer yer damarlarla dolmuş kocaman yaşlı elleriyle başını okşamasını mutluluk içinde izler, salya sümük kalıncaya dek uzun, uzun öperdi bu elleri. Ardından ;- "Haydi büyükanne, dinle bakalım olmuş mu sübhaneke’m?" diye sorarak oturduğu yerden hafız edasıyla öne arkaya ritmik küçük salınımlar yaparak okurdu duasını. Aldığı kocaman bir "aferimin" ardından, soluğu sokakta alır, kaldığı yerden arkadaşlarıyla ip atlama oyununa devam ederdi.Yaşamın zorlu akışı içinde vicdanının sahiplenebileceği pek çok güzelliği yitirmişti belki ama bu tablo ruhunun ta derinliklerine kadar kazınmıştı.

Zaman, zaman yoksul semtlerden bayramlaşmak için gelen çocukları içtenlikle kabul eder, aralarından "subhaneke" duasını en güzel okuyana bayram harçlığını verirken daha cömert davranırdı. Çocukların merdivenlerden sokağa ite kakışa gürültüyle inerken aralarında ; "sana ne kadar verdi?" "dua´yı yanlış okudun be!" şeklindeki konuşmalarını duyduğunda mutluluğu perçinleşirdi. İşte şimdi yaşamına ait bu küçücük ayrıntı kendisinin başlı başına kurtuluş vesilesi oluyordu. İradesi dışında okumaya başladığı dua nedeniyle o şeffaf siluetler, dünyada iken gözlerin asla görmediği güzellikteki ışıldamalarıyla karşılamışlardı kendisini. Huzuru, vücudunun tüm zerrelerine kadar alabildiğince yaşarken, nereden geldiğini anlayamadığı gizli bir el onu, aşılmaz sandığı bu ortamdan kopararak tamamen yabancısı olduğu yeni bir ortama bırakıvermişti.

Ayşe Hanım şaşkındı. Çünkü bulunduğu bu yeni ortam da vücudu, iri bir mersin balığının tabağa boşaltılmış on binlerce küçük kürecikten oluşan ve her birinin içinde yeni bir hayata atılacak canlılık özlerinin bulunduğu havyar yığını gibi garip bir şekil almıştı. Üstelik bu kürecikler tek, tek hayatına ait izlenimleri barındırıyordu bünyesinde. İradesi hangi küreye yönelse orada yaşamının ilgili kesitiyle yüz yüze kalıyordu. Eğer burada yüzünün kızarmasına neden olacak bir izlenimi varsa mağdur ettiği kişi yada kişilerin hayalleri canlanıyor, içinde iyi izlenimlerinin yer aldığı bir diğer küreciği yutuyordu. Böylece, yığın içinden yüzlerce kürecik birer, birer kayboluyor, oluşan boşlukta önce karartılar beliriyor ve ardından bu karartılar dipsiz alevli çukurlara dönüşüyorlardı. Sanki bir veba hastalığı adım, adım vücudunda ilerliyor ve karşılaştığı her bir sağlıklı dokuyu tahrip ederek acı ve ıstıraplara boğuyordu kendisini. Bu kez işinin çok zor olduğunu düşündü. Yaşamının farklı kesitlerinde dost yada düşman, tanıdık veya yabancı, bir şekilde yollarının kesiştiği tüm bu insanlar, en küçük alacakları için dahi insafsızca saldırıyorlar, alıp götürdükleriyle bütünün insicamını bozuyor, korkulan sona; alevli çukurlara doğru tüm direncine rağmen adım, adım yaklaştırıyorlardı kendisini.

Ayşe Hanım ölümle birlikte yaşamın sona ereceğini düşünmüşken şimdi tamamen farklı bir durumla karşı karşıya idi. Hayatı boyunca çözemediği sorunların birer, birer çözümünü buluyordu burada. Öğrenme süreci devam ediyordu. Artık geriye dönerek hatalarını telafi edemese de insan doğasının o harikulade ulvi mekanizması, öğrendikleriyle sonsuz bir haz duyuyordu. Bunun için kendisine kesilecek ilahi faturayı ödemeye hazır gibiydi.

İradesi genç kızlık döneminin en önemli olayının gerçekleştiği ilgili küreciğe yöneldi; O gece evlerine dünürcü gelecekti. Fakir ailenin, üvey anne elinde büyüyen bir kızı için bu gecenin taşıdığı anlam daha bir özeldi. On beşini henüz bulduğu çağda, babasının ağzından çıkacak bir “evet” sözcüğü, onu tanıdık bildik bu atmosferden kopararak gizemli ufuklara açılmasını sağlayacaktı. Anne ve babasının baş başa kaldıkları bir sırada verdikleri kararı kapı arkasından duymuştu. Geleceği için endişelenmediklerini her bir köşesini ezbere bildiği bütün varlığı ile benimsediği bu evden ayrılacak olmasına hayıflanmayacaklarını hissetmişti. Babasının adet yerini bulsun diye sorduğu soruya gözleri kapalı ‘evet’ demişti. Şimdi çevresinde gördüğü insanların asla sahip olmadığı beyaz bir wolkswagene binmiş, Alamanya yollarına düşmüştü. Aradan yıllar ve yıllar geçmiş özgürlüğü doyasıya yudumlamanın sarhoşluğu içinde üstlendiği sorumluluğu ihmal etmiş, kocasına sadık kalamamıştı. Bunun üzerine ayrılmışlardı. Bir süre sonra o üvey ananın tüm uyarılarına, -“ südümü sana helal etmem” tehditlerine rağmen Alaman bir doktorla evlendi. Gerçi keldi ama her güzelin muhakkak bir kusuru bulunurdu. Orta çağdan kalma bir şato ve son model jaguar marka otomobil, analığı dışında herkesi ikna etmişti. Üzüntü ve kahır yaşlı kadının direncini yitirmiş çoktandır yakalandığı amansız hastalığa yenik düşmesine neden olmuştu. Bu ilk kayıp, ailenin üzerine çöreklenen kara bulutların habercisi niteliğindeydi. O, kapı arkasından işittikleriyle kabaran öfkesi yatışmaksızın intikam almanın hırsıyla büyümüş, önüne çıkan ilgili ilgisiz her kesi yakıp yok etmişti.

Böylece uzatıp giden hikaye Ayşe Hanım’ın yüzünün buruşmasına, sayıları giderek azalan kürecikler de kurtuluş ümitlerinin tükenmesine neden oluyordu. Vicdanının derinliklerinde bastırdığı bu gerçeklikle karşılaşmak bir hayli yıpratmıştı kendisini. Hele analığının canlanan hayalinin yakasına yapıştığı o an yok mu? Bütün benliğinin dehşetle sarsıldığını görmüştü. Bereket versin, yaşamının bu kesitini kapsayan küreciğin cidarları çöktü de alevli parmaklardan güç bela kurtulabildi. Benliğini dalga, dalga kuşatan pişmanlığın etkisiyle zeminde beliren, bir ejderha gibi her an kendisini yutmaya hazır dipsiz çukurlara atılabilirdi. İçinden yükselen bir ses, o çukurlara yuvarlanmasıyla birlikte sonsuzca acılara maruz kalacağını fısıldıyordu. Az önce vicdanının bir yönüyle girdiği hesaplaşmada yaşadığı sıkıntılar bunun ip uçlarını fazlasıyla vermişti kendisine. Ne yapıp edip kurtulmalıydı bu girdaptan.

Ötelere doğru yaptığı yolculuğun bu üçüncü etabında, iç içe geçen Rus işi matruşka heykelciklerinde görüldüğü gibi açılan her bir kürecikte, giderek zorlaşan derin vicdan muhasebeleriyle karşılaşıyordu. Yaşamın, ilahi adalet anlayışıyla ne dereceye kadar örtüştüğünün sorgulandığı bir durak olmalıydı burası.

Ayşe Hanım, yolculuğunun bu boyutuna geldiği sırada sayıları on binlerle ölçülen küreciklerden oluşan geniş bir sermayesi olduğunu hatırladı. Oysa şimdi bu birikimi ancak onlarla ifade edilebilecek bir düzeye inmişti. Bu rakam kurtuluşu için yeterli olabilir miydi? Karamsarlığın pençesinde iyice bunalan iradesi bu kez bir başka küreciğe yöneldi. Burada, başını koyduğu yastıkta hıçkırıklar içinde göz yaşı dökerken buldu kendisini. Yaşadığı çağın kültürel motiflerinin zihnine kazıdığı ölçütlerle, vicdanının benimsemediği alışkanlıkları sürdürse de temiz bir yaratılışı vardı. İlk eşinden ayrılması kendi tercihi değildi. Yeteneklerine kişiliğine değer vererek onunla hayatını birleştirmiş olan yabancı eşinin hoş görüsüne çok şey borçluydu. Sırf görünüşü, alışkanlıkları yadırgandığı için önce dışlanan sonra maddi imkanlarından dolayı büyük bir kabul gören bu adam, insanların iki yüzlülüğüne prim vermemiş, destek olmuştu eşine. Üstelik onların inancına duyduğu saygıyı göstermek için vekaleten bir yakınını hacca dahi göndermişti. Samimi, dostça bir ilişki kurma isteği daha nasıl ifade edilebilirdi. Vicdanındaki kriterlerle örtüşmeyen beşeri zaafları onu böylesine endişeye yöneltebildiğine göre demek ki derinlerde bir yerde hala temiz bir yanı bulunmaktaydı.

Yanaklarından süzülen samimiyet dolu göz yaşları bu küreciğin cidarlarını ıslattığında kürecik giderek büyümeye başladı. Büyüdü büyüdü, büyüdü. Sonunda zaman ve mekan ölçülerinin işlemediği bu ortamda devasa büyüklükte bir kara deliğin boyutlarına ulaştı. Kürecik artık billurumsu bir yapı kazanmıştı. Alt ve üst noktaları, genişlemeyle birlikte iç içe geçmiş, boşlukta alabildiğince yayılan uçsuz bucaksız dairevi bir görünüme bürünmüştü. Bu garip şeklin tam merkezinde yine devasa büyüklükte bir helezon oluşuyor ve bu helezonun sonsuzluğa doğru uzanan tepe noktası sarmallar halinde dönüşümler yaparak inceliyor, inceliyor ve bir süre sonra görüş mesafesi dışına çıkıyordu.

Ayşe Hanım’ın yaratılışının bu temiz nüvesi şimdi sıcacık pembemsi bir dumana dönüşmüş ve billurumsu yapı içinde ivmesi giderek hız kazanan turlarına başlamıştı. Döndükçe dönüyor, billurumsu yapıyı pembemsi ışıltılarıyla dolduruyordu. İradesi sonsuz ilahi hakikatlere teslim olmuş, benliğinde geçte olsa bu gerçekliğe ulaşmanın hazzını tadıyordu. Semazenlerin topluca yaptıkları bu ahenkli dönüşler, insan idrakinin pekala hayatta iken de bu ulaşılmaz dünyanın gerçekliklerinden birer pay alabileceğine delil olabilir miydi? Neden olmasın öz aynı özdü.

Ayşe Hanım’ın pembe bir nura dönüşen ruhu sonunda bu garip şeklin tam merkezine, helezonun bulunduğu noktaya ulaştı. Burası artık kendisini dördüncü boyuta taşıyacak olan geçidin başlangıç noktasıydı. Pembemsi dumanın önce küçük bir kısmı karıştı helezonun dönüşüne ve ardından tamamen emilerek çekildi içeri. Dönüşümler içinde ilk anda görülebilen pembelik daha sonra bir ip gibi uzayarak hızla kayboldu derinliklerde. Bu arada henüz bu boyuta yeni gelmiş ruhlardan herhangi birisi, üzerindeki mahmurluğu atmaya fırsat bulamadan bu tabloyu görmüş, ardından vücudunun on binlerce küreciğe dönüşen değişimine dehşetle tanık olmuştu.

Ayşe Hanım tıpkı ikinci boyuta geçtiği sırada yaşadıklarına benzer şeyler hissetmişti. Bir oldu bitti kısalığı içinde bir öncekinden farklı yeni bir boyuta sarkmış, kendini aniden bu yeni dünyanın gerçekliği ile yüz yüze buluvermişti. Üzerindeki şaşkınlığı atmıştı artık. Bu dünyanın kendine özgü bir işleyişi olduğunu önceki deneyimlerinden öğrenmişti. Sorgulanması gerekenin, sürecin nerelerde nasıl başlayıp nerelere doğru nasıl devam ettiği değil, bu engelleri tek, tek aşıp aşamayacağıydı. Şu ana dek kat ettiği tüm aşamalarda yüce yaratıcının lütfuna mazhar olmuş, onca işlediği kusurlara rağmen ummadığı bir mağfiretle karşılanmıştı. Ölmeden önce keşke aklı erebilseydi bu gibi konulara. Yüce Yaratıcının böylesine müşfik kullarına karşı böylesine bağışlayıcı, sevgi dolu olduğunu anlayabilseydi. Kendi katında olanı sevdiği kulları için sınırsızca ikram ettiğini bir bilebilseydi, ömür sermayesini aymazlıkla tüketir miydi hiç? Şuursuzca yaşadığı yıllara bu kez samimiyetle hayıflandı. Azap görecek olması artık gözünü korkutmuyordu. Yüceler yücesi biricik Yaratıcının varlığından ****** olarak yaşadığı yılların uzaklığı zaten farkında olmasa bile sınırsızca elem ve kederi yaşatmıştı kendisine. Bu nedenle yüce Yaratıcının ruhuna ve bedenine vereceği azap, bir anlamda onun önünde secdeye kapanmış olan şu durumuna uygun düşecek, geç gelen teslimiyetin acılarını bir nebze olsun teskin edecekti...

( Devam edecek.)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ayşe Hanım ölümüyle birlikte başlayan yolculuğunun bu aşamasında derin uykudan adeta yeni uyanmışçasına üzerindeki mahmurluğu atmış, hayatında iken kendi yaratılış amacına ne kadar uzak kaldığını iyice anlamıştı. Bir insanın Allah katında bu kadar yüce bir değere sahip olabileceğine nedense hiç ihtimal vermemişti. Oysa varlığın bu boyutunda, hayatında iken her nasıl yaşarsa yaşasın insan muhasebeye çekiliyor, bu esnada bir nice ilahi sırlara mazhar olabiliyordu. Yani amelleri iyi yada kötü nitelikli olan her hangi biri kendi konumuna uygun düşecek şekilde yüce Yaratıcının muhakemesine konu olmak gibi bir ayrıcalığa sahipti burada. Yüce Allah’ın azametinden haberdar olabilmek ne büyük bir saadet kaynağıydı.

Bu dördüncü boyutta, hemen ilerisinde huşu içinde rabbine yönelmiş melekleri gördü Ayşe Hanım. Kimi kıyam halinde kimi rüku halinde ve kimide secde halinde melekler. Huzur içinde tam bir yönelişle yüce Allah’ın iradesine teslim olmuş, çeşitli renk ve görünüşlerde melekler tıpkı büyük annesinin çocukluğunda iken kendisine anlattığı gibiydiler. Bir keresinde. – “ Yavrucuğum , onların her birinin kendine özgü biçimleri ve renga renk koca , koca kanatları vardır. Onların cinsiyetleri bulunmaz. Hangi amaçla yaratılmışlarsa yalnız onu yaparlar. Dillerinde hep Allah’ın tesbihatı vardır.” Demişti kendisine. Bunun üzerine gözlerini kapamış zihninde hayalini kurmaya çalışmıştı.

Meleklerden bazıları buraya ulaşmış ruhları karşılıyor, esenlikle bir üst tabakaya dek süren yolculuklarında onlara refakat ediyorlardı.Bazen üst katmanlarda kara alevli delikler açılıyor, buradan aşağılara doğru yanarak inen ruhların korku dolu çığlıkları işitiliyordu. Meleklerin bu ruhlara acıma duymadıklarını gördü Ayşe Hanım. Şefkat, merhamet, sevgi ve nefret gibi duyguların insana ait özellikler olduğunu anladı. Bu duygularla, yeryüzünde sorumluluğunun devam ettiği o ortamda insan, kendi rotasını belirliyor, yaratılış amacına uygun doğru tercihler, insanın ruh dünyasını olgunlaştırarak, duygusallığına en uygun kombinasyonları kazanmasına neden oluyordu. Olgunlaşan bu ruh, beklentilerden, kirliliklerden tam arınmış bir halde sevgiyle sadakatle yönelebiliyordu ilahi buyruklara. Bu anlayış düzeyi insana üstünlük kazandırıyor, yaratılmışların en seçkin konumuna getiriyordu onu. İnsandaki bilme ve anlama yeteneklerinin kudretini artık açık seçik görebiliyordu. Bu güç onu meleklerden daha üstün kılabilirdi. Peki insan ruhunda böyle köklü bir değişimi tetikleyecek, onu içinde bulunduğu aymazlığından kopararak, hayatında iken sırat-ı müstakime yöneltebilecek dinamikler bulunmakta mıdır? Yaşamına ait kesitleri bir kez daha gözden geçirmeye başladı Ayşe Hanım. Aradığı cevapları yine, henüz yaratılış kimyasının deforme edilmediği çocukluk izlenimlerinde buldu. Gerçi bu izlenimleri yeteri kadar sahiplenebilecek akli bir olgunluğa sahip değildi ama yaratılışındaki çocuksu masumiyet yinede esrarlı gerçekliklerin izlerini bulmasına neden olmuştu. Altılı, yedili yaşlarında ya vardı ya yoktu. Büyük babasının ardına takılmış, onunla birlikte mahallelerindeki Osmanlı döneminden kalma büyük eski bir camiye ulaşmışlardı. Dedesi şadırvanda abdest alırken o, avluda oradan oraya uçuşan güvercinlerin arasına karışıyor, merak dolu bakışlarla kuşların yerlere atılan yemleri gagalamalarını izliyordu. Bu arada büyük babasının artık ceketini giymesini, saygıyla ön düğmelerini ilikleyişini gördü. Yüzünde tatlı bir ışıltı vardı. İçeri girdiklerinde İhtişam içindeki kubbe çekti ilgisini. Alt kısımdaki pencerelerin renga renk ışıltılarıyla görkem kazanan vitrayları adeta büyülemişti onu. Buradaki atmosfer, imamın davudi sesiyle yaptığı tesbihatlar ve huşu içinde secdeye kapanan tek yürek olmuş inananlarla manevi bir boyut kazanıyordu. Sütunlardaki tablolar, kufi’den rıka’ya, sülüs’ten cülus’a uzanan, hat sanatının türlü, türlü nadide örnekleriyle bezenmiş türkuaz ve altın sarısı koreografiler, izleyenlerinin ta derinliklerinde adeta yeniden nakşediliyorlardı. Çıkışta büyük babasının gözlerinde görevini ciddiyetle tamamlamış insanların parıltısını görmüştü. Küçücük cılız elleriyle dedesinin ellerini tutmuş, güle oynaya evlerine doğru yönelmişlerdi.

Kutsallığı olan mekanlar, Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa gibi yada Ashab-ı Kehf’in sığındığı mağara veya hz. Muhammed’in nübüvvete mazhar olduğu Hira Mağarası, insan ruhunun üzerinde ulvi tesirleri bulunan coğrafi alanlar olduğuna göre buraları acaba ötelere açılan birer pencere midir? Yoksa insan ruhunun kendi iç muhasebesini hızlandıran manevi telkin ve islah merkezleri midir?kim bilir? Hac farizasını yerine getiren insanların, mahşeri kalabalıklar içinde bir nevi ahretin provasını yaptıklarını söylemeleri boşuna değil demek ki.insan ruhu buralarda aradığı sükuneti bulabilir.Tıpkı Tur-i Sina’da Hz. Musa’nın inzivaya çekilerek ıssız gecelerde yüce yaratıcıya ait izleri arayıp bulması bunları gayet latif, hassas ruhunda imbikten geçirerek fıtratına mezcetmesi gibi dikkati nazarını ilahi aşkı yakalamaya çevirebilir.Bir Veysel Karani’nin yaptığı gibi kendi yalnızlığı içinde bir yolunu bularak öteler ötesini algılayabilecek bir basireti geliştirebilir.Yeter ki buna talip olunsun.Hani ‘ Sen destileri bir kır hele, sular nasılda bir yol bulur kendine ‘beyitinde açıklandığı gibi zahmetsizce amaca ulaşılıverilir.Yeter ki dağlarda vadilerde uğuldayan fırtınalar nasıl kainatın yüce varlığa yönelişinin serenomilerini sergiliyorlarsa, insanda yürekten dile dökülecek ilahi terennümleri seslendirebilmeli ( devam edecek )

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.