Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

İSLAMIN GERÇEK YÜZÜ

 

Tanımlara iyi dikkat etmek gerekiyor.

 

 

Bütün dünya İslâm nizamına ve müslümanların değer yargılarına göre sadece iki kısma ayrılmaktadır:

 

1- İslam yurdu (dar'ul-İslâm):

 

İslâm kanunlarının uygulandığı ve İslâm hukukuna göre hüküm verilen bütün toplumları kapsamaktadır. İdarecileri İslâm kanunlarını uygular ve İslâm hukukuna göre hüküm verirlerse, halkının tamamının müslüman olması veya hem müslüman hem de gayri müslimlerden (zımmî) olması ya da tamamının zımmî olması durumlar aynıdır. Halkı tamamen müslüman veya hem müslüman hem de zımmîlerden oluşmakta olan bir beldeyi savaşla ele geçirmişler ve bununla birlikte aralarında İslâm hukukuna göre hükmediyor ve İslâm kanunlarını uyguluyorlarsa, hüküm yine aynıdır. Bir beldenin, "Dar'ul-İslâm" olabilmesi için değerlendirmelerin temel ekseninde, orada, İslâm kanunlarının uygulanması ve yasamanın. İslâm şeriatına göre yapılması yer almaktadır.

 

2- "Dar'ul-Harb" (Savaş Yurdu): İslâm kanunlarının uygulanmadığı ve İslâm hukukuna göre hüküm verilmeyen bütün beldeleri kapsamaktadır. Halkı ne olursa olsun, ister müslüman oldukları ister ehli kitap oldukları ya da kafir olduklarını söylesinler fark etmez. Bir beldenin "Savaş Yurdu" olabilmesi için değerlendirmelerin temel ekseninde, orada İslâm kanunlarının uygulanmaması ve yasamanın İslâm hukukuna göre yapılmaması yer almaktadır. Böyle bir belde gerek müslüman gerekse İslâm toplumu açısından "Savaş Yurdu" sayılır. Tüm bu tanımlamalara göre İslâm toplumu "İslâm Yurdu"nda yaşayan bir toplumdur. Bu toplum Allah'ın sistemine göre düzenlemiştir ve O'nun hukuku uygulanmaktadır. Bu toplumda canlar, mallar ve kamu düzeni korunmayı haketmiştir. Can ve mallara saldıranlara, İslâm hukukunda haklarında hüküm bulunan bu derste ve diğer bölümlerde bahsedilen cezaların uygulanması gerekmektedir. Çünkü bu toplum, gerek güçlüler, gerekse güçsüzler için çalışma güvenliği ile can güvenliğini garanti eden yüce, erdemli, bağımsız ve adil bir toplumdur. Ayrıca -her yönüyle- iyiliğe özendiren etkenleri bol olarak barındırma, kötülüğe teşvik eden etkenleri ise en aza indiren bir toplumdur. Şu halde, bu toplumda yaşayan her bireyin bu sistemin kendisine sağladığı bu bol nimetleri muhafazası, bütün diğer bireylerin de haklarını can, mal, namus ve ahlâklarını gözetmesi tüm hakları garanti altına alınmış olarak güven, huzur ve refah içerisinde yaşadıkları "İslâm Yurdu"nun selametini koruması hakkıdır. Çünkü bu toplum, onun lehine olarak tüm insanî değerleri ve bütün sosyal hakları kabul etmekte bu değerleri ve hakları korumayı da üstlenmektedir. Tüm bunlardan sonra, bu İslâm yurdundaki düzene karşı ayaklanan kimseler, en şiddetli cezaya çarptırılmayı hakeden asi ve günahkar saldırganlardır. Buna rağmen İslâm , bu saldırganlara, bile zan yüzünden ceza vermeyerek ve şüpheler sebebiyle hadleri kaldırarak her türlü garantiyi sağlamıştır. "Daru'l-Harb"e gelince... Tanımı yukarıdaki şekildedir. Ne oranın, ne de halkının İslâm şeriatının cezalarını uygulayarak esenliğinden faydalanmaya hakları yoktur. Çünkü onlar, öncelikle İslâm şeriatını uygulamıyorlar ve İslâm'ın hakimiyetini tanımıyorlar. Onlar, Dar'ul-İslâm'da yaşayan ve hayatlarında İslâm şeriatını uygulayan müslümanlara oranla, güvenlik altında değillerdir. Canları ve malları İslâm'a göre -müslümanlarla anlaşmaları, Dar'ul-İslâm ile aralarında sözleşme bulunması durumu dışında- dokunulmaz değildir. Bu anlaşmazlıkların yanısıra İslâm hukuku dar'ul-harp'ten gelip eman ahdi ile dar'ul İslâm'a giren her ferdine bu eman süresince ve müslüman devlet başkanının otoritesi dahilindeki "daru'l İslâm" sınırları içerisinde yukardaki garantileri vermektedir.

 

-http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Maide/Maide20-26.htm-

Gönderi tarihi:

sevgili katakuta .

 

Allah'dan müslümanlar Dini sizin gibi falan anlamıyorlar.

 

yoksa herkes sizin gibi entegrist bakışla baksaydı din veya herhangi bir görüşe.

 

:)

 

selamaetler.

Gönderi tarihi:
İSLAMIN GERÇEK YÜZÜ

 

Tanımlara iyi dikkat etmek gerekiyor.

Bütün dünya İslâm nizamına ve müslümanların değer yargılarına göre sadece iki kısma ayrılmaktadır:

 

1- İslam yurdu (dar'ul-İslâm):

...

2- "Dar'ul-Harb" (Savaş Yurdu):

 

Teşekkürler sevgili katakuta.

 

Ben Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Dar-ül Harb olduğunu söyleyerek, bu kafir devletten vergi kaçırmanın, elektrik çalmanın, su çalmanın helal olduğunu söyleyen ve buna dayanarkl bu hırsızlığı meşru gören namazında niyazında birsürü adam tanıdım üniversitedeyken.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Teşekkürler sevgili katakuta.

 

Ben Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Dar-ül Harb olduğunu söyleyerek, bu kafir devletten vergi kaçırmanın, elektrik çalmanın, su çalmanın helal olduğunu söyleyen ve buna dayanarkl bu hırsızlığı meşru gören namazında niyazında birsürü adam tanıdım üniversitedeyken.

 

Saygılar.

 

 

sizin için Türkiyenin darül harp ilan edilmesi mi?

yoksa

vergi kaçırmak, kaçak elektirik, kaçak su kullanmak mı daha öncelikli.

 

öncelikle Türkiyenin darül harp oldugunu söyleyen kimseler bir elin parmaklarını geçmez.

heralde benden iyide bildiginizi iddia etmezsiniz.

demokratik süreç saglıklı işler ve zorbalar tafından kesintiye ugramazsa, bu bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda tarih olur gider.

 

 

bir sürü insan vardır ki dinle uzak yakın alakası olmadan bu suçları işler.

 

 

bu tür çocuksu teşebbüslerle bir yere varılmaz.

 

o kadar çok hırsız varki emin ol dinle/lerle zerre alakaları yoktur.

Gönderi tarihi:

Selamlar...

 

Bu başlık altındaki konu, benim başörtüsü ile ilgili konumun altında başladığı ve Dar'ül Harb hakkında katakuta'ya olan seslenişim sonucu açılmış anlaşılan. Başlığı dün ikindileyin gördüm ve işten ayrılmak üzereydim. Ancak, üstünkörü alıntının yapıldığı yeri ve nereden yapıldığını bir kontrol edeyim dedim.

 

Fizilal'il Kur'an-Şehit Seyyid Kutub'un tefsiri...Maide Süresi 20-26 ayetlerin açıklanmasından sonra değinmiş...

 

Katakuta senin adına bir şeye sevindim bir şeye üzüldüm. Birincisi, google'den dar'ül harb'i aratmışsın ama bulunabilecek en zor yerde, bir tefsirin ayetlerinin değil de konuya kısa bir bakış olan bir yerden alıntı yapmışsın. Bir de ehl-i sünnet sitelerinden birinden almışsın. *********. Susmak en önemli giz aracıdır. Benim açtığım konudan hemen sonra aratılıp bir tefsirin sonunda bulunan bir metin bunun göstergesidir. Ama en azından kendini bu şekilde de geliştirebilirsin ki, bunu takdir ederim.

 

Önce bu tefsirin yazarının hayatını bir görelim...Tefsirin yazıldığı atmosfere iyi dikkat edelim. Tefsiri yazan kişiye bakalım. Aslında tefsirde Dar'ül islam veya Dar'ül Harb ayrımı yapmasına gerek yoktu Seyyid Kutub'un ama onun bir amacı vardı. Bu amacı olmayan Elmalılı kendi tefsirinde aynı ayetlerden sonra böyle bir açıklama gereği duymamıştı.

 

İKİ AYRI ALINTI...

 

Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur’an’ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub’a ithaf ettiği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı eserinde şöyle der: “Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti.”

 

İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesinde orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru’l-Ulum Fakültesi’ni bitirdi. 1933′te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde “Yeni Fikir” adı altında bir dergi çıkardı. 1941′de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif vekaleti tarafından Amerika’ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler cemaatiyle birtakım ilişkilere girmişti. 1945′te Amerika’dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı.

 

Cahiliyeden Hidayete

 

Seyyid Kutub’un hayatı, iki döneme ayrılır:

Birincisi, Allah’a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, kendisi bunu “cahiliye dönemi” olarak adlandırır. Bu dönemde “Dikenler”, “Köyden Bir Çocuk” ve “Sihirli Şehir” adlı üç romanı yayınlanmıştır.

 

İkincisi, İslami fikir ve anlayışının derinleştiği ve olgunlaştığı ve Müslüman Kardeşler’e katıldığı dönemdir.

 

Zulüm ve İşkence

 

Seyyid Kutub, 1954′te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır’a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub’un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır’dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.

 

1965′te “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç - dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60′a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. (1) Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii’yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehit oldu. (2) Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehit olacaktı. Cellatlar bununla da yetinmeyerek Şehit Rıfat’ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub’un diğer kız kardeşi Emine Kutub’a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub’un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kanatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. (3)

 

“Zalimlerden Özür Dilemem”

Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub’u davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: “Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır.” Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub’un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..”

 

Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gösterdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı.

 

Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş’la birlikte idama mahkum edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966′da infaz edildi

 

insanların Allah’ın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak için büyük ve örnek çabalar ortaya koymuştur. İhlas ve samimiyetle ortaya konulan ilmi faaliyetlerde yanılma halinde bile sevap olduğunu Allah Resulü (s.a.s.) bildirmiştir. O bir meşale yakmıştır. Bize o meşaleden istifade etmek düşüyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise Allah’ın yoludur. Seyyid Kutub’un verdiği mesaj da zaten budur.

 

 

 

 

 

ISLAMA DOGRU YÖNELIS.

21 Ekim 1946 bu günkü medeniyeti tenkit ederek onun manevi degerlerden soyutlanmis, sadece maddi bir medeniyet oldugunu delillerle açikliyordu. 1948'in sonlarinda ise "Islâmda Sosyal Adalet" kitabini yayimladi. Kutub bu kitabinda insanligin arzu ettigi gerçek sosyal adaletin Islâmda oldugunu ve hakiki adaletin Kur'an'in

gölgesinden baska hiç bir yerde olmadigini açik açik anlatarak hayatin her alaninda oldugu gibi edebiyatin dahi Islâmi ölçülerden kaynaklanmasi gerektigini vurguluyordu.

 

1949'da Amerika'ya giden Kutub iki buçuk yil kaldi. Amerika'da kaldigi bu müddet içersinde Misir'daki arkadasi Tevfik el-Hakim'e gönderdigi mektuplarda Amerikan toplumunu ve medeniyetini devamli olarak tenkit ediyordu. Çünkü ; bu medeniyette ruhi degerlerden hiç bir sey yoktur, diyordu. Ayni mektuplarinda "El Melik" adli kitabini da tenkit ediyordu. Çünkü Kutup bu kitabi Islâmi fikirlerle yogrulmadan çok önce yazmisti.

Iste Seyyid Kutup arkadasina yazdigi mektuplarda bu kitabinin tenkidinde, "keske kitabin konusu Yunan felsefesine göre degilde, Islâmi ruhla yazilmis olsaydi. Insallah gelecekteki konular, hayata, kainata ve insana özel bir bakis açisi olan Islâmdan kaynaklanir" diyerek temennilerini de bildiriyordu.

Buna göre diyebiliriz ki Seyyid Kutup'un bu tarihten sonra edebiyata bakis açisi degismistir. Çünkü hayatinin önceki dönemlerine baktigimizda edebiyati din ile ilgisi olmayan bir güzellik olarak degerlendirmekteydi. Fakat simdi her seyin oldugu gibi edebiyatin da tüm konularini dogrudan dogruya Islâmdan almasi gerektigini söyle-

mektedir.

 

1951 ile 1965 yillarini kapsayan zaman parçasi ise hayatindaki dördüncü merhaleyi olusturuyordu. Kutup bu dönemde edebiyattan tamamen siyrilarak Ihvan-i Müslimin teskilatina katilmisti. Abdulhakim Abidin'in anlattigina göre Seyyid Kutup artik Ihvanin bir fikir elemani olmustu.

Gerçi yönetici olarak Ihvanda hiç bir makami yoktu ama iyi bir müntesip olarak Ihvanin gazetelerinde ve dergilerinde halki devamli olarak Islâma davet ediyordu. Bir ara, 1954'deki tutuklanmasindan önce "Ihvan-i Müslimin" adli gazetede yazi isleri müdürlügü yapmis, orada yazdigi yazilari bir araya getirerek birçok kitaplar olusturmustu.

Bu kitaplardan birkaçini burada zikretmeden geçemeyecegiz:

1- Islâm ve Dünyaya bakis

2- Iste Din Budur

3- Istikbal Islâmindir.

 

Kutup ayrica Ihvan-i Müslimin gazetesinde din ile devlet islerini birbirinden ayirarak dini siyasetten uzak tutan laik düsünceyi de siddetle tenkit eder, siyaset baskadir, din baskadir sloganinin bir hikaye oldugunu söyliyerek Islâmda böyle bir sey olmadigini haykirir. Çünkü Seyyid Kutup "Islâmin kalplerde bir inanç ve hayat için

bir kanun oldugunu" vurguluyordu.

Ezher üniversitesinin Kur'an-i Kerim'i tefsir etmede taklidi tutumunu da açikça tenkit eden Kutub bu konuda söyle diyordu:

"Bu gün bütün dünya sosyalizm ve kapitalizm gibi belirli sosyal fikirlerin pesinde gitmektedir. Onun için Ezher üniversitesi Islâmi kültürü her yönüyle halka götürmelidir. Ibadette, inanç ve hayatin her alaninda, Islâmin kendisine has, her türlü noksanliklardan uzak ölçülerinin oldugunu izah etmelidir. Ister siyasette olsun, ister iktisatta ve ister cezalarda olsun Islâmin hayatin her konusu için ölçüler koydugunu anlatmali ve Islâmi günlük hayata hakim kilmak için çalismalar yapmalidir.

 

SEYYID KUTUB'UN SEHADETI

Seyyid Kutup Islâma inanmis ve inandigi davanin gerçeklesmesi için de bir çok çalismalar yapmis büyük bir mücahitti. 27 Kasim 1954'de, Ihvan-i Müslimin Misir devlet baskani Cemal Abdunnasir'a suikast girisimiyle itham edildiginde Seyyid Kutup'da Ihvan-i Müslimin saflarina katilmisti.

Bundan dolayi Ihvan-i Müslimine mensup birçok müslümanla birlikte Seyyid Kutup'da tutuklandi. Yapilan yargilamanin neticesinde Seyyid Kutup'a agir islerde çalistirilmakla birlikte on bes sene agir hapis cezasi verildi. Artik Seyid Kutup Kahire'den bir kaç km. uzakta "Limanneze" hapishanesinde yasamaya baslamisti. On sene hapis yattiktan sonra o zamanin Irak devlet baskani Abdusselam'in Abdunnasir'i ziyaret ederek

Seyyid Kutup'u serbest birakmasini istemesi üzerine Kutub 1964'de serbest birakildi.

Hapisten çikan Kutub 1965'de "Yoldaki Isaretler" adli kitabini yayinlayinca tekrar tutuklanir.

Bu tutuklamada yine Ihvan-i Müsliminden bir çok müslüman vardi. Gerekçe olarakta Ihvan-i Müsliminin devlete karsi darbe girisimini ileri sürerek Ihvani ve Seyyid Kutup'u darbecilikle itham ediyorlardi.

22 Agustos 1966'da Seyyid Kutup'a idam cezasi verildiginde, Assam el Attarin kitabinda anlattgina göre Kutub bu karari tebessüm ve Allah'a kavusmanin verdigi büyük bir mutlulukla karsilamisti. Muhammed Ali Eenna'nin dedigine göre Seyyid Kutup'un asilmasina asil sebep "Yoldaki Isaretler" adli kitabi idi.

Seyyid Kutup'a verilen bu idam karari, Islâm alemine yayildiginda Pakîstan'da Karaçi içinde Cemaati Islâminin mepsuplari tarafindan bir yürüyüs tertiplenmis ve olay kinânarak Abdunnasir'dan karari yeniden gözden geçirmesi istenmistir.

Ayrica yine Pakistan'da "Meclisi Nizami Islâm", "Cemaati Islâmi", "Cemaati Avami"de bu karari ayni sekilde kinamislardi. Diger taraftan Ingiltere'de Rabitatül Islâm, Lübnan'da "Cemaati Islâm" teskilati, Ürdün'de birçok dini sahsiyetler, Sudan'da Seyyid Allal El Fasi ve Istiklal partisi baskani Ahmet el-Hatib, Irak'taki Rabitanin

baskani Seyh Emcek Eczzehavi ve bir çok Islâm alimleri Abdunnasir'i bu kararindan dolayi kinamis ve vaz geçmesi için ikaz etmislerdi.

Bütün bunlara ragmen 9 Agustos 1967 sabahi Lübnandaki "Ennebar"gazetesiyle Misir'daki "El-ehram" gazetesi idam haberini su cümlelerle veriyorlardi.

 

"...Çelik migferli askerlerden bir grup hazirlanip, agir silahlar artirilarak Kahire hapishanesinin etrafinda bir hisar olusturuldu. Gazetecilerin hapishaneye girisi yasaklandi. Seyyid Kutup idam edildikten sonra da gazetecilerden bölgenin terk edilmesi istendi."

Seyyid Kutup bir çok kiymetli kitap yazmisti. Basta Kur'an-i Kerimin bir tefsiri olan "Fizilal-i Kur'an" olmak üzere hemen hemen her konuda eseri vardir. Özellikle Islâmi konularda, edebiyat ve egitim konularindaki eserleri daha çoktur.

Bunlardan hemen hemen hepsi de türkçeye çevrilmistir.

 

Seyyid Kutub, bir başkaldırı bir ayaklanma, bir asla dönüş peşinde idi. Bunun için bulunduğu ülke (nere olduğunu artık arayıp bulursunuz)'nin dar'ül Harb olduğunu ve savaşın meşru olduğunu belirtmeliydi...İhvan'ın baş karakteri haline gelişinin de hikayesi bu...Özellikle belirtmeliydi arkasından gelenlere birşeyleri belirtmeliydi...

 

İsmet ÖZEL 4-5 yıl kadar evvel "Türkiye Dar'ül İslam olduğu için Kurtuluş Savaşı yapmıştır" demişti de, ne diyor bu adam diye dikkat kesilmiştim. Türkiye o zamanlar Dar'ül islam idi...Öğrenmiştim...

 

Buradan devam edeceğiz...Akşam hayli bir kaynaktan topladığım 20-25 sayfalık metinleri aktaracağım belki biraz sonra belki daha sonra...Dar'ül Harb nedir ne değildir bunu bir görelim...Konunun açılmasının nedeni ben olduğum için kimsenin zor durumda bırakılmasını istemem....

Gönderi tarihi:
Selamlar...

 

Bu başlık altındaki konu, benim başörtüsü ile ilgili konumun altında başladığı ve Dar'ül Harb hakkında katakuta'ya olan seslenişim sonucu açılmış anlaşılan. Başlığı dün ikindileyin gördüm ve işten ayrılmak üzereydim. Ancak, üstünkörü alıntının yapıldığı yeri ve nereden yapıldığını bir kontrol edeyim dedim.

 

Fizilal'il Kur'an-Şehit Seyyid Kutub'un tefsiri...Maide Süresi 20-26 ayetlerin açıklanmasından sonra değinmiş...

 

Katakuta senin adına bir şeye sevindim bir şeye üzüldüm. Birincisi, google'den dar'ül harb'i aratmışsın ama bulunabilecek en zor yerde, bir tefsirin ayetlerinin değil de konuya kısa bir bakış olan bir yerden alıntı yapmışsın. Bir de ehl-i sünnet sitelerinden birinden almışsın. Cehalet saklayamadığınızda görülen bir şeydir. Susmak en önemli giz aracıdır. Benim açtığım konudan hemen sonra aratılıp bir tefsirin sonunda bulunan bir metin bunun göstergesidir. Ama en azından kendini bu şekilde de geliştirebilirsin ki, bunu takdir ederim.

 

Önce bu tefsirin yazarının hayatını bir görelim...Tefsirin yazıldığı atmosfere iyi dikkat edelim. Tefsiri yazan kişiye bakalım. Aslında tefsirde Dar'ül islam veya Dar'ül Harb ayrımı yapmasına gerek yoktu Seyyid Kutub'un ama onun bir amacı vardı. Bu amacı olmayan Elmalılı kendi tefsirinde aynı ayetlerden sonra böyle bir açıklama gereği duymamıştı.

 

****Söyleyecek bir sözü olanlar iki cümlede derdini anlatabilir.Uzun yazılar yazmak ancak konuyu sabote etmek isteyenlerin işi olabilir. Size bu taktiği kullanıyorsunuz.Seyyid kutup nerde yaşıyormuşta hangi atmosferde yazmışta vıdı vıdı.

 

İyi öyleyse darul harbin tanımına dair türkiyede yaşayan birinden örnek verelim

 

 

DARÛ'L İSLÂM VE DARÛ'L HARB

731 Önce "Dar" mefhumu üzerinde duralım. Arapça bir kelime olan "Dar"ın lugat mânâsı; yerleşme mekânı, belde, mahalle ve arsaların tamamı, bir kavmin konakladığı, yerleştiği yerdir.(51) İslâmi ıstılahta; "Herhangi bir inanç sahiplerinin kuvvet ve hâkimiyetle ele geçirdiği belde" manasına kullanılır. Bütün mûteber kaynaklarda; "Darû'l Küfür, Darû'ş Şirk, Darû'l Mütegallibe, Darû'l bağy ve Darû'l İslâm gibi terkiplere raslamak mümkündür. Bunlar genellikle; "Kitabu'l Cihad" veya "Kitabu's Siyer" bablarında zikrolunmuştur. Dikkat edilirse bütün terkiplerde; keyfiyet ön plândadır ve hepsi de akâid belirtmektedir. Zira Mü'min için; yeryüzünün doğusu da, batısı da Allahû Teâla (cc)'ya aittir. Bütün âlemlerin yaratıcısı ve onlar arasındaki nizamın kurucusu sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'dır. (Yeryüzünün tamamı; "Niyyet" ehli mü'min için "Vatan-ı Aslî" veya "Vatan-ı İkâmet" olabilir. Dolayısıyla "Vatan" ile "Dar" mefhumu arasında büyük farklar vardır.)

732 Kur'an-ı Kerim'de: "Bir mü'minin diğer bir mü'mini yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi yakışmaz. Kim ki bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse mü'min bir köle azad etmesi ve (ölenin) ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi lâzımdır. Meğer ki onlar (o diyeti) sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer (öldürülen) mü'min olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman öldürenin mü'min bir köleyi azad etmesi lâzımdır. Şayet kendileriyle aranızda anlaşma olan bir kavimden ise, o vakit mirascılarına bir diyet vermek ve bir mü'min köle azad etmek gerekir. Kim (bunları) bulamazsa, Allahû Teâla tarafından tevbesi(nin kabûlü) için birbiri ardınca iki ay oruç tutması icab eder. Allahû Teâla her (şeyi) bilendir. Gerçek hüküm ve hikmet sahibidir"(52) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Şafii(rh) bu Ayet-i Kerimeyi zikrettikten sonra: "Görüldüğü gibi Allahû Teâla (cc) hatâen öldürülen bir mü'min için diyet ve bir kölenin azadını; aramızda muahede bulunan (Darû'l Musalaha) kanı, yurdu ve ahdi korunması gerekenlerin de bu durumunu beyan buyurmuştur. Kanı ve dar'ı mâsum olmayan (Darû'l Harb'te) yaşayan mü'min için ise diyet yoktur. Keffaret vardır. Zira mü'minin kanı iman etmesi sebebiyle korunmuştur."(53) buyurmaktadır. Resûl-i Ekrem (sav): "Darû'l İslam içinde yaşayanı her türlü tecavüzden korur. Darû'l harb ise, içinde bulunanı mübah kılar"(54) hükmünü beyanla, mahiyeti izah buyurmuştur. Yine diğer bir Hadis-i Şerifte "Darû'l Harb'te hudutlar tatbik edilmez"(55) hükmü zikredilmiştir. Tağuti güçlerin hakim olduğu beldelerde mü'minlerin; can, mal, akıl, nesil ve din emmiyetlerinden söz etmek mümkün değildir. Ancak Tağut'un hevâ ve heveslerinden kaynaklanan "Kanun"larına boyun eğerlerse (Yani esâreti kabul ederlerse) bazı hallerde korunurlar. Dikkat edilirse; Tağuti güçlerin hakim olduğu beldelerde, başta genelevleri olmak üzere, her türlü zina müsâmaha ile karşılanır. Zira "Nesil emniyetini" tahrip ancak bu yolla gerçekleştirilebilir. İçki'nin her çeşidi, bizzat tağuti güçler tarafından üretilir. Kumar serbest bırakılmış, faizcilik ve tefecilik alıp yürümüştür. Mü'min kadınların tesettürlerine bile tahammül edemezler!.. Zira kâfirlerin velîsi şeytandır.Şeytan onlara fitne ve fesadı yaymalarını emreder.

733 Kur'an-ı Kerim'de: "İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad'da bulunanları (Muhacirleri) barındırıb yardım edenler (yok mu?) İşte onlar birbirlerinin velileridir. İman edib hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlarla hiçbirşey ile velâyetiniz yoktur. (Bununla beraber) Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur. Şu kadar ki, sizinle aralarında muahede bulunan (Darû'l Musalaha olan) bir kavm aleyhine değil!.. Allah yapacaklarınızı hakkı ile görücüdür."(56) hükmü beyan buyurulmuştur. Darû'l İslâm'ın (Şer'i devletin) lideri olan ûlu'lemr ile; Darû'l Harb'te ikamet eden mü'min arasında velâyet (Bey'atla teşekkül eden siyasi ahid)yoktur. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) "Hudeybiye Andlaşması'ndan" sonra müslüman olan ve Medine'ye hicret etmek isteyen "Mekke"lileri; Medine'ye kabul buyurmamıştır. Zira andlaşmanın maddelerinden birisi de budur. Bilindiği gibi "Hudeybiye Andlaşması'nı" bozan taraf Mekke Müşrikleri olmuştur.(57) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ahidlere vefâlı olmak gerekir, gadretmek (İhanet ve arkadan vurmak) câiz değildir"(58) buyurduğu bilinmektedir. Ayrıca Ebû Sa'lebe hadisi ile istidlal olunmuştur ki; Hayber savaşında, andlaşma akdettikten sonra Yahudilerden bir cemaat gelib dediler ki: "-Bizim bahçelerimiz var. Senin arkadaşlarından bu bahçelere girip bakla yahud sarımsak alanlar oldu." Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) Abdurrahman b. Avf (rh.a)'a mü'minler arasında şöyle nidâ etmesini emretti.ÿ"Resûlullah buyuruyor ki; "Haksız yere, Andlaşmalıların (Muahede ahdettiklerimizin) mallarını size helâl görmem"(59) Hanefi Fûkuhası; İman ve ahid'in, bütün emniyetleri beraberinde getirdiğini (Can, mal, nesil, akıl, ve din) esas almıştır.

 

 

734 Müslümanların hakimiyeti altında bulunan ve İslâm ahkâmının tatbik edildiği beldelere "Darû'l İslâm" denir. İmam-ı Serahsi; "Darû'l İslâm dememizin sebebi; idâre ve hâkimiyeti beyandır"(60) hükmünü zikreder. İmam-ı Kasani "Bir dar'ın (Ülke'nin) "İslâm" veya "Küfre" nisbet edilmesinden maksad; bizzat İslâm veya küfrün mahiyeti değildir. Maksad; emniyet ve korkudur. Eğer bir belde'de (Dar'da) hakimiyet ve emniyet mutlak sûrette mü'minlere, korku da aynı şekilde kâfirlere âitse orası "Darû'l İslâm"dır. Ancak, emniyet ve hakimiyet kâfirlere; korkuda mü'minlere âitse, orası "Darû'l Harb"tir. Zira Ahkâm'ın icra olunması (Hududların tatbiki) emniyet ve korku ile ilgilidir"(61) hükmünü beyan etmektedir. Sonuç olarak Hanefi fûkuhası: "Darû'l İslâm; Mü'minlerin ulû'lemr'inin sulta ve hükmünün geçerli olduğu, İslâm ahkâmının tatbik edildiği beldedir" hükmünde müttefiktir.(62) Esâsen bu hususta; Ehl-i Sünnet ve'l cemaat'in müctehid imamları arasında herhangi bir ihtilâf yoktur.(63)

 

 

DARÛ'L İSLÂM'IN, DARÛ'L HARBE DÖNÜŞMESİ

735 Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle hükmedilen bir İslâm beldesi'ni bekleyen üç tehlike sözkonusudur: Birincisi: Kâfirler işgal veya istilâ edebilir. İkincisi: Bir şehir veya bölge halkı topluca irtidat ederek, işgal edebilirler. Üçüncüsü : Ulû'lemr'e zimmet akdi ile bağlı olan gayr-i müslimler, zimmet akdini bozarak bulundukları beldeleri istilâ edebilirler.(64) Bu üç halde de mü'minler üzerine cihad "Farz-ı Ayn" olur. Zira her üç halde de, İslâm beldesi kâfirlerin istilâsına uğramıştır.(65) Ancak istilâ ile birlikte, "Darû'l İslâm", Darû'l Harb'e dönüşür mü? İbn-i Abidin: "Kâfirlerin elindeki beldeler İslâm beldeleridir, harb beldeleri değildir. Çünkü kâfirler orada küfrün hükmünü ortaya atamamışlardır. Belki oradaki kadı'lar, vâli'ler müslümandırlar; kâfirler onlara zarûret dolayısıyla yahud zarûretsiz itaat ederler. Müslümanlar tarafından (seçilmiş) valisi olan her şehirde Cum'a namazı ile bayramları kılmak ve kadı tayin etmek câizdir. Şayed vali'ler kâfir olursa, müslümanların (şartlara riayet ederek) vali tayin etmeleri ve cum'a namazı kılmaları câizdir. Kadı müslümanların seçimi ile kadı olur ve müslümanlara kendilerine müslüman olan bir vâli aramaları vacip olur"(66) hükmünü zikretmektedir. Dikkat edilirse; istilâ altına düşen mü'minler; kendi içlerinden bir "Vali" ve bir "Kadı" tayin eder, islâm ahkâmını kendi aralarında tatbik ederlerse "Darû'l İslâm" hükmü devam eder. Bunu yapmazlarsa ve küfür ahkâmının icrâsı başlarsa. Hâkimiyetlerini kaybederler. Nitekim birçok İslâm beldesinde; kâfirlerin ve mürted'lerin istilâsından sonra; mü'minler kendi içlerinden"Vali", "Kadı", "Cum'a İmamı" ve "Âmil" tayin etmedikleri için küfür ahkâmı güç kazanmıştır.

736 İstilâ'ya uğrayan bir İslâm beldesinde; "Küfür ahkâmının icrâsı ve orada İslâm ahkâmından (Hadd-i Zina, Hadd-i Şürb, Hadd-i Kazf, Hadd-i Sirkat, Recm vs..) hiçbiriyle hükmedilmemesi, müslümanların kendi içlerinden şeçtiği Kadı'ya müracaat etmemeleri " sonucunda Darû'l Harbe dönüşme tahakkuk eder.(67) İmameyn'in kavline göre; küfür ahkâmının icrası ile birlikte Darû'l İslâm olan bir belde, "Darû'l Harb" hâline gelir. Müftabih olan kavil de budur.(68) İmam-ı Kasani; "Şer'i şerife göre hükme bağlanmayan hiçbir kazâ (Mahkeme), kazâ hükmünde değildir"(69) hükmünü zikreder. Dolayısıyle mü'minlerin; Allahû Teâla (cc)'nın ve Resûl-i Ekrem (sav)'in emirlerini bir kenara bırakıp, ihtilâf ettikleri hususlarda Tağuti güçlere müracaat etmeleri iki şekilde tevil edilebilir. Birincisi: Hevâ ve heveslerine kapılıp küfür ahkâmına, kendi nefislerinde razı olmalarıdır!.. İkincisi: Tağut'un hükümlerine razı olmamakla beraber, mecburiyet hissetmemeleridir. Her iki halde de; o belde'de müslümanlar hakimiyet ve emniyetlerini kaybetmişler ve esarete düşmüşlerdir.

 

 

737 İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)'ye göre; istilâ ile birlikte üç şartın tahakkuku gerekir. Birincisi: İçerisinde şirk ahkâmı icrâ edilmelidir. İkincisi: Darû'l Harbe bitişik olmalıdır. Üçüncüsü: İçinde evvelki eman ile nefsi üzere (Yani mü'min'in "bey'at" ve zimmi'nin "zimmet akdi" sebebiyle) emin bir müslüman veya zimmi kalmış olmamalıdır.(70) İbn-i Abidin: "Kâfirler İslâm memleketlerinden bir memleketi mücerred ele geçirirseler yahut bir şehir ahâlisinin mürted olarak küfür ahkâmını icra etseler yahud zimmilerin ahidlerini bozarak memleketlerini ele geçirseler bu üç sûrette İslâm memleketi darû'l harb olmaz. Bir İslâm memleketinin -Allah korusun- bir dâr-ı harbe çevrilmesi şu bir şartın gerçekleşmesine bağlıdır. O da içerisinde küfür ahkâmının icra olunmasıdır. Bir İslâm memleketi (Darû'l İslâm) Darû'l Harb olunca orada Hadd'ler ve kısas icra edilemez. Müslüman bir esirin; kâfirlerin mallarına ve canlarına taarruz etmesi câizdir. Kadınların namusuna dokunulması caiz değildir. Bir dar-ı harb, Dar-ı İslâm olunca "İslâm ahkâmı" tatbik edilir"(71) hükmünü zikreder.

 

 

738 Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi "Kitabû'l İlm ve'l Akl ve'l Makûl" isimli eserinin mukaddimesinde: "Kanun bakımından dünya ikiye ayrılır: ÿDarû'l İslâm ve Darû'l Harb!.. Darû'l İslâm'da; İslâm fıkhı hayata hakimdir, bütün işler Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere göre tanzim edilir. Orada mü'minler emniyet içerisindedirler ve hâkim durumdadırlar. Darû'l Harb'te ise; İslâm ahkâmı açıktan red olunur ve müslümanlar güvenliklerini yitirirler. Türkiye'de kurulan Demokratik-Laik Cumhuriyet; medeni kanunu kabul etmek sûretiyle, İslâm fıkhını yürürlükten kaldırmış ve diğer hususlarda da Avrupa'dan getirilen kanunlarla hükmetmeye başlamıştır. Bu sebeble ikinci kısma (Darû'l Harbe) dahil olmuştur" hükmünü zikreder. Yine "Mevkıfû'l Beşer" isimli eserinde: "Müslümanların inkirazını şiddetlendiren ve onların yakalandıkları hastalıkların en sonuncusu, batıyı taklid hastalığı!.. Şiddet ve hasarda frengi hastalığı bile buna denk olamaz. İşin garip tarafı, bu hastalık tedavi etmek isteyenlere de farkına varmadan bulaştı. Mısır'daki ûlemâ bu hastalığı zararsız görüyorlar. Şurası muhakkak ki. Arap âleminde kavmiyetçilik şuuru hızla terakki eylemekte!.. Ve ben derim ki; bu kavmiyet şuuru, İslâmi şuura gâlib gelecektir. Mısırlı ûlemâ ve müelliflere; müslüman Türkiye'nin uğradığı felâketler, İslâm'dan silâhla uzaklaştırma operasyonları ve uğradıkları musibetler hiç tesir etmedi , halâ da tesir etmiyor"(72) diyerek İslâm topraklarındaki gelişmelere dikkati çekiyor. Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken: "İslâmcılar kanunların uygulanmasında sert kaideci görüşlerini şiddetle savunmaktaydılar. Bu hücûmun son temsilcilerinden Mustafa Sabri (Mütareke devrinin Şeyhülislâmı) Mısır'daki sürgün hayatında yazdığı Arapça bir eserin giriş kısmında şöyle diyordu..."(73) iddiasını zikretmektedir. Bahsettiği beyan; maddenin başında zikrettiğimiz husustur. Ancak eserde olmayan; "İslâm âlemi, Türklerle harp halindedir" cümlesi ilave olunmuş!.. Prof. Dr. Erol Güngör'de; Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucularını beğenmediği için "Türkiye Darû'l Harb"tir, dediği kanaatinde!..(74) Halbuki Türkiye Cumhuriyeti "Darû'l İslâm" (Şer'i devlet) değil Demokratik-Laik Çağdaş bir devlettir. Ceza kanunun 163. maddesine göre; devlet'in temel nizamlarını dine uydurmak için tebliğ'de bulunmak (Propoganda yapmak) suçtur. Yani "İslâm Ahkâmı tatbik edilmelidir" diyen kimse, şuç işlemiş olur. (Bugün 163. madde kalkmıştır ama onun yerine yürürlüğe konulan Terörle Mücadele Kanunu'nda aynı durum sözkonusudur.) Nitekim 7 Kasım 1982'de halk oyuna sunulan ve %92 oranında "Evet" denilen Anayasa'da; hangi dinden olursa olsun (Müslüman, Yahudi, Hrıstiyan vs.) bütün vatandaşların eşit olduğu "Genel Esaslar" bölümünde yer almıştır. Ayrıca Teokrasi'ye (Teo: Latince'de "Allah" manasına kullanılır) dayanan siyasi bir hareket yasaklanmıştır.

 

 

DARÛ'L HARBİN, DARÛ'L İSLÂMA DÖNÜŞMESİ

739 Darû'l Harb, bir şartla Darû'l İslâm olur. Bu şart da; o yerde, İslâm ahkâmının uygulanmasıdır.(75) Bu hususta müctehidler arasında ittifak vardır.

740 Molla Hüsrev: "İçinde İslâm ahkâmının tatbik edildiği Darû'l Harb; Darû'l İslâm olur. Cum'a ve Bayram namazlarının kılınması gibi!.. Her ne kadar; o beldenin (Darû'l Harbin) mûkim olan kâfirleri orada kalsalar da, o belde Darû'l İslâm'a bitişik olmasa da, durum aynıdır."(76) hükmünü zikreder!.. Zira "Cum'a ve Bayram Namazları'nın; hadd'lerin tatbik edildiği ve hükümlerin infaz edildiği şehir'de; "Ulû'lemr'in" izni ile edâ edileceği hususu Resûl-i Ekrem (sav)'in sünneti ile sabittir!.. Hadd'ler tatbik edilince; o belde'de idâre ve hâkimiyet mü'minlere ait demektir. Bir belde'de mü'minler; kendi içlerinden seçtikleri "Cum'a imamının" değil de, o beldedeki siyasi yönetimin tâyin ettiği imam'ın arkasında Cum'a namazını edâ ediyorlarsa, "o siyasi yönetime karşı" cihad'dan söz edemezler!.. Zira her ibadet; edâsının şatlarına riâyet edilerek yerine getirilir. Cum'a ve Bayram Namazları'nın edâsı'nın şartları; mükellefin dışında aranan şartlardır. O şartların bulunması; mü'minlerin idâre ve hakimiyete sahip olduklarının delilidir. Hiçbir mü'min; kendi idâre ve hâkimiyetini tahrip etmek isteyen "Âsi ve Bağyi'lere "itaatle yola çıkamaz. Bu husus iyi bilinmeli ve "Demokratik" hevesleri için İslâm'ı istismar edenlere meydan verilmemelidir. Zira Allahû Teâla (cc)'nın rızasını bir kenara bırakıp; hevâ ve heveslerine göre amel edenlerde "İhlâs" yoktur.

 

Emanet ve ehliyet. Yusuf kerimoğlu.

 

 

Görüldüğü gibi tanımlar hep aynı.

Gönderi tarihi:

Basitçe sizin alıntılamada bulunduğunuz yerler ile Seyyid Kutub'un değindiği arasındaki bir farka değineyim. Seyyid Kutub canın helalliğinden bahsetmiş ama sizin alıntıladığınız yerlerde buna değinilmiyor farkında mısınız?

 

Değilsiniz...Ben hatırlatmış olayım. Konuyu sabote etmenin derdinde değilim. Konu gayet güzel bir konu ve benimde üzerinde durduğum bir mesele...Dar'ül Harb'de müslümanlar nasıl yaşayabilirler bu konu bunun için önemli...

 

Buradan devam edeceğiz...Tanımlar dikkat ettiyseniz aynı...İslam Ahkamının uygulanmadığı yerler Dar'ül Harb'tir. Burada acaba Seyyid Kutub neden canla ilgili bir cümle kurmuştur. Dayandığı bir hadis var mıdır? VARDIR...Onlara değineceğiz...nasip olursa...

 

Yaşayan dedikleriniz çoktan hakkın rahmetine kavuşmuşlardır. 3 yıl kadar Hayrettin Hoca'nın açıklamalarına rastlamıştım bu konuda...Daha anlaşılır olduğu için ondan da alıntı yapacağım...

 

Katakuta, sen cevap verirken, cevap vereyim de kurtulayım diyorsun, ben cevap verirken iyice irdelemeyi ve doğruyu bulmayı ona işaret etmeyi esas alıyorum. Kaynakları iyice tetkik etmeden de cevap vermemeye çaba harcıyorum, zira bir ara yanlış hatırlayarak ayetle hadisi karıştırmıştım ve hatta hadisin sahihlik değerinin şüpheli olduğunu söylemiştim. Bu sebeple konuya tepeden dalmadım...Elimde çok uzun metinler var bir tanesini de sen alıntılamışsın (bir sözlükte aktarılıyor metinler, ikraislam ansiklopedisinde de geçiyor)...Yazdığın metnin önemini içeriğini dikkatle incelemiyorsun ama iki metin arasında bariz bir fark var. İkinci metinde Dar'ül Harb'te yaşayanların canlarının helalliği ile ilgili kısım yok...

 

Bu sebeple evvela Seyyid Kutub'a baktık...gerisi Dar'ül Harbe bakmakta kalıyor...Büyük harflerle alıntıladığınız yerler ise tamamen benim de belirttiğim şekle aittir. Yani şeri ahkamın (şeriatin) hakim olmadığı, medeni hukukun uygulandığı alanlar Dar'ül Harb'tir. Romantikliğin falan anlamı yok.Türkiye Dar'ül Harb olur mu falan demenin anlamı yok...Tanım belli olduğuna göre Türkiye bu tanımlardan hangisine uyuyor ona bakıyoruz...Dar'ül Harb, tanımların hemen tamamını dikkate aldığınızda kanuni bir fark görülür. Ancak savaş açılması ile ilgili pek birşey görülmez, savaşın gerekçeleri farklıdır. Oraya da girelim mi girmeyelim mi? Zira ilk alıntılanan metinde meşruiyetten bahsetmişti Seyyid Kutub...Vaktimiz, zekamız, gücümüz elverdiğince önce Dar'ül Harb'i bir tamamlayalım...Bu konunun içerisine din hürriyeti bahside giriyor...belki onu da ufak alıntılarla süsleyerek açıklayabiliriz...

Gönderi tarihi:

Siz neyin derdindesiniz bekir bey? Bence boşuna uzatmayın.İslamın kendi sisteminde inanmayanlara hayat hakkı tanımayan bir sistem olduğunu kuran, hadis, ve fıkıh kitapları apaçık belirtip dururken detaylarla uğraşmanın hiç bir anlamı yok.

 

 

Sakın olaki osmanlıdan filan örnek vermeye kalkmayın.Osmanlı yönetimininde yaşayan gayri müslimlerin durumu islamın inanmayanlara hayat hakkı anlamına gelmez.Onlar zaten beşka bir didin mensubu,ve müslüman olmamalarının cezasını cizye vererek ödeyen insanlar.Böylesine büyük bir gelir kaynağı olan gayri msülimleri niye öldürsünki osmanlı.

 

Ben müslüman olupta diinden çıkan insanlardan behsediyorum.İslam karşıtı olan insanlardan bahsediyorum.Söz konusu insanlar mürted hükmüne tabidir ve idam edilir.

 

İslami bir sistemde,insanlar ya aşağılanma vergisi olan cizyeyi ödeyerek sesini soluğunu çıkarmadan itiraz etmeden yaşayacak,yada müslüman olarak. Bunun dışındakilere islam hayat hakkı tanımaz.

 

Böylesine insan hayatına karşı yıkıcı ve saygısız bir sistemin mensuplarıının bir başkalarına haklardan ve özgürlüklerden ders vermeye hakları olamaz.

 

Burda belki laf kalabalığı yaparak üstün gelebilir aksini savunabilrisiniz ama laik yöneticilere kül yutturamazsınız, onlar kıralın çıplak olduğunu sizdende bendende çok iyi biliyor.

Gönderi tarihi:

Anlaşılan o ki, ezberlenmiş olanın yanlışlığı gösterildiğinde:

 

Bu beni ilgilendirmez, ben bildiğimi okurum deniyor...

 

Hz. Ali döneminden örnek vermeyin, osmanlıdan örnek vermeyin...Bir ara kimden örnek vereceğimizi söylerseniz iyi olacak...

 

Gerisini misafirlerim geldiği için getirmiyorum....

 

Selamlar ile...

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:
İSLAMIN GERÇEK YÜZÜ

 

Tanımlara iyi dikkat etmek gerekiyor.

Bütün dünya İslâm nizamına ve müslümanların değer yargılarına göre sadece iki kısma ayrılmaktadır:

 

1- İslam yurdu (dar'ul-İslâm):

 

İslâm kanunlarının uygulandığı ve İslâm hukukuna göre hüküm verilen bütün toplumları kapsamaktadır. İdarecileri İslâm kanunlarını uygular ve İslâm hukukuna göre hüküm verirlerse, halkının tamamının müslüman olması veya hem müslüman hem de gayri müslimlerden (zımmî) olması ya da tamamının zımmî olması durumlar aynıdır. Halkı tamamen müslüman veya hem müslüman hem de zımmîlerden oluşmakta olan bir beldeyi savaşla ele geçirmişler ve bununla birlikte aralarında İslâm hukukuna göre hükmediyor ve İslâm kanunlarını uyguluyorlarsa, hüküm yine aynıdır. Bir beldenin, "Dar'ul-İslâm" olabilmesi için değerlendirmelerin temel ekseninde, orada, İslâm kanunlarının uygulanması ve yasamanın. İslâm şeriatına göre yapılması yer almaktadır.

 

2- "Dar'ul-Harb" (Savaş Yurdu): İslâm kanunlarının uygulanmadığı ve İslâm hukukuna göre hüküm verilmeyen bütün beldeleri kapsamaktadır. Halkı ne olursa olsun, ister müslüman oldukları ister ehli kitap oldukları ya da kafir olduklarını söylesinler fark etmez. Bir beldenin "Savaş Yurdu" olabilmesi için değerlendirmelerin temel ekseninde, orada İslâm kanunlarının uygulanmaması ve yasamanın İslâm hukukuna göre yapılmaması yer almaktadır. Böyle bir belde gerek müslüman gerekse İslâm toplumu açısından "Savaş Yurdu" sayılır. Tüm bu tanımlamalara göre İslâm toplumu "İslâm Yurdu"nda yaşayan bir toplumdur. Bu toplum Allah'ın sistemine göre düzenlemiştir ve O'nun hukuku uygulanmaktadır. Bu toplumda canlar, mallar ve kamu düzeni korunmayı haketmiştir. Can ve mallara saldıranlara, İslâm hukukunda haklarında hüküm bulunan bu derste ve diğer bölümlerde bahsedilen cezaların uygulanması gerekmektedir. Çünkü bu toplum, gerek güçlüler, gerekse güçsüzler için çalışma güvenliği ile can güvenliğini garanti eden yüce, erdemli, bağımsız ve adil bir toplumdur. Ayrıca -her yönüyle- iyiliğe özendiren etkenleri bol olarak barındırma, kötülüğe teşvik eden etkenleri ise en aza indiren bir toplumdur. Şu halde, bu toplumda yaşayan her bireyin bu sistemin kendisine sağladığı bu bol nimetleri muhafazası, bütün diğer bireylerin de haklarını can, mal, namus ve ahlâklarını gözetmesi tüm hakları garanti altına alınmış olarak güven, huzur ve refah içerisinde yaşadıkları "İslâm Yurdu"nun selametini koruması hakkıdır. Çünkü bu toplum, onun lehine olarak tüm insanî değerleri ve bütün sosyal hakları kabul etmekte bu değerleri ve hakları korumayı da üstlenmektedir. Tüm bunlardan sonra, bu İslâm yurdundaki düzene karşı ayaklanan kimseler, en şiddetli cezaya çarptırılmayı hakeden asi ve günahkar saldırganlardır. Buna rağmen İslâm , bu saldırganlara, bile zan yüzünden ceza vermeyerek ve şüpheler sebebiyle hadleri kaldırarak her türlü garantiyi sağlamıştır. "Daru'l-Harb"e gelince... Tanımı yukarıdaki şekildedir. Ne oranın, ne de halkının İslâm şeriatının cezalarını uygulayarak esenliğinden faydalanmaya hakları yoktur. Çünkü onlar, öncelikle İslâm şeriatını uygulamıyorlar ve İslâm'ın hakimiyetini tanımıyorlar. Onlar, Dar'ul-İslâm'da yaşayan ve hayatlarında İslâm şeriatını uygulayan müslümanlara oranla, güvenlik altında değillerdir. Canları ve malları İslâm'a göre -müslümanlarla anlaşmaları, Dar'ul-İslâm ile aralarında sözleşme bulunması durumu dışında- dokunulmaz değildir. Bu anlaşmazlıkların yanısıra İslâm hukuku dar'ul-harp'ten gelip eman ahdi ile dar'ul İslâm'a giren her ferdine bu eman süresince ve müslüman devlet başkanının otoritesi dahilindeki "daru'l İslâm" sınırları içerisinde yukardaki garantileri vermektedir.

 

-http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Maide/Maide20-26.htm-

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Din adina yapilan savaslardan bahsetmek ne kadar dogru bir yaklasim sizce.?

Insanlar Allahin emretmediklerini Yapiyorlarsa, bu sucu,

Vahye Baglamak,Vahiyde celiskiler aramaya calismak,

seytana ve dostlarina hizmet etmekten baska bir sey degildir.

Allah Kitabinda, gelenegin uyguladiginin tam tersini soylemektedir.

[060.008] [DI] Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever.

Ama Inancindan dolayi sana saldirirlarsa Kendini savunman en dogal hakkindir.

Allahi Ve ayetlerini Yalanlayanlar asil husrana uygayacak olanlar onlardir.

Yarin atese girdiklerinde.

gerisin geriye Dunyaya donmek, iyi ameller islemek, isteyecekler,fakat bu onlardan kabul edilmeyecektir.

Henuz o vakit gelmemisken.

Ona ve Kitabina yonelmenizin Vakti gelmedimi.?

Gönderi tarihi:
Basitçe sizin alıntılamada bulunduğunuz yerler ile Seyyid Kutub'un değindiği arasındaki bir farka değineyim. Seyyid Kutub canın helalliğinden bahsetmiş ama sizin alıntıladığınız yerlerde buna değinilmiyor farkında mısınız?

 

Değilsiniz...Ben hatırlatmış olayım. Konuyu sabote etmenin derdinde değilim. Konu gayet güzel bir konu ve benimde üzerinde durduğum bir mesele...Dar'ül Harb'de müslümanlar nasıl yaşayabilirler bu konu bunun için önemli...

 

Buradan devam edeceğiz...Tanımlar dikkat ettiyseniz aynı...İslam Ahkamının uygulanmadığı yerler Dar'ül Harb'tir. Burada acaba Seyyid Kutub neden canla ilgili bir cümle kurmuştur. Dayandığı bir hadis var mıdır? VARDIR...Onlara değineceğiz...nasip olursa...

 

Yaşayan dedikleriniz çoktan hakkın rahmetine kavuşmuşlardır. 3 yıl kadar Hayrettin Hoca'nın açıklamalarına rastlamıştım bu konuda...Daha anlaşılır olduğu için ondan da alıntı yapacağım...

 

Katakuta, sen cevap verirken, cevap vereyim de kurtulayım diyorsun, ben cevap verirken iyice irdelemeyi ve doğruyu bulmayı ona işaret etmeyi esas alıyorum. Kaynakları iyice tetkik etmeden de cevap vermemeye çaba harcıyorum, zira bir ara yanlış hatırlayarak ayetle hadisi karıştırmıştım ve hatta hadisin sahihlik değerinin şüpheli olduğunu söylemiştim. Bu sebeple konuya tepeden dalmadım...Elimde çok uzun metinler var bir tanesini de sen alıntılamışsın (bir sözlükte aktarılıyor metinler, ikraislam ansiklopedisinde de geçiyor)...Yazdığın metnin önemini içeriğini dikkatle incelemiyorsun ama iki metin arasında bariz bir fark var. İkinci metinde Dar'ül Harb'te yaşayanların canlarının helalliği ile ilgili kısım yok...

 

Bu sebeple evvela Seyyid Kutub'a baktık...gerisi Dar'ül Harbe bakmakta kalıyor...Büyük harflerle alıntıladığınız yerler ise tamamen benim de belirttiğim şekle aittir. Yani şeri ahkamın (şeriatin) hakim olmadığı, medeni hukukun uygulandığı alanlar Dar'ül Harb'tir. Romantikliğin falan anlamı yok.Türkiye Dar'ül Harb olur mu falan demenin anlamı yok...Tanım belli olduğuna göre Türkiye bu tanımlardan hangisine uyuyor ona bakıyoruz...Dar'ül Harb, tanımların hemen tamamını dikkate aldığınızda kanuni bir fark görülür. Ancak savaş açılması ile ilgili pek birşey görülmez, savaşın gerekçeleri farklıdır. Oraya da girelim mi girmeyelim mi? Zira ilk alıntılanan metinde meşruiyetten bahsetmişti Seyyid Kutub...Vaktimiz, zekamız, gücümüz elverdiğince önce Dar'ül Harb'i bir tamamlayalım...Bu konunun içerisine din hürriyeti bahside giriyor...belki onu da ufak alıntılarla süsleyerek açıklayabiliriz...

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

katakuta dediki:

 

Siz neyin derdindesiniz bekir bey? Bence boşuna uzatmayın.İslamın kendi sisteminde inanmayanlara hayat hakkı tanımayan bir sistem olduğunu kuran, hadis, ve fıkıh kitapları apaçık belirtip dururken detaylarla uğraşmanın hiç bir anlamı yok./katakuta /

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sana saldirana sen gul mu vereceksin,

colugunu cocugunu katledene yat kat mi hediye edeceksin.

sana saldirana karsi saldirmak en dogal hakkin.

Fakat sana saldirmayana ne yapman gerektigi.

Belkide senin gozden kacirmis oldugun,

Inanmadigin Allahin Mesaaji.

[060.008] [DI] Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever.

Din adina insanlar savastilarsa, insan katlettilerse Bunda Allahin Ve KItabinin bir sucu yok,

suc o kitabi yanlis uygulayanlarindir.

Gönderi tarihi:
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

katakuta dediki:

 

Siz neyin derdindesiniz bekir bey? Bence boşuna uzatmayın.İslamın kendi sisteminde inanmayanlara hayat hakkı tanımayan bir sistem olduğunu kuran, hadis, ve fıkıh kitapları apaçık belirtip dururken detaylarla uğraşmanın hiç bir anlamı yok./katakuta /

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sana saldirana sen gul mu vereceksin,

colugunu cocugunu katledene yat kat mi hediye edeceksin.

sana saldirana karsi saldirmak en dogal hakkin.

Fakat sana saldirmayana ne yapman gerektigi.

Belkide senin gozden kacirmis oldugun,

Inanmadigin Allahin Mesaaji.

[060.008] [DI] Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever.

Din adina insanlar savastilarsa, insan katlettilerse Bunda Allahin Ve KItabinin bir sucu yok,

suc o kitabi yanlis uygulayanlarindir.

 

 

Tabi tabi,islam zaten bugüne kadar dünayaya gülücükler saçarak,güller atarak geldi.

Gönderi tarihi:

İslamda katliam tamamen sıradan ve doğal bir olaydır. Bunun örneklerini saymakla bitmez.

Üstelik bu katliamlar hem tarihte yapılmış hemde günümüzde yapılmaktadır.

İslamcılara sorarsanız; bunların hiçbiri katliam değildir ve savunma amaçlı savaşlardır fakat gelgelelim, Hitler ve Öcalan gibi canilere sorarsanız, onlara göre; onların yaptığı şey de katliam değil, savunma amaçlı ve haklı bir savaştır.

İslamda müslüman olmayanları katletmenin legal olduğu kurandaki ayetlerle de sabittir.:

 

Ahzâb/27: Allah sizi onların TOPRAKLARIna, YURTLARIna, MALLARIna ve HENÜZ AYAK BASMADIĞINIZ topraklara varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 

Yukarıdaki büyük harflerle yazılmış kelimeler islamdaki katliamların savunma ile ilgisi olmadığını, tam tersine saldırı, yağma ve talan ile ilgili olduğunun açık bir göstergesidir.

Ayrıca savunma amaçlı savaşan insanlar barış için savaşırlar.

Oysaki kuran; eğer ezebilecek güçteysen, barışa karşıdır. Yani âgüçlüysen katletmekten asla geri kalmaâ emri verir. bakınız:

 

Muhammed/35:

Sakın zaâf göstermeyin. ÜSTÜN OLDUĞUNUZ HALDE BARIŞA ÇAĞIRMAYIN. Allah sizinle beraberdir. Sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

 

Bu ayetler islamdaki katliamların delilidir. Hadislerde anlatılan katliamlarda bu ayetlerin delilidir, günümüzde yapılan Hizbullah, El kaide vs gibi örgütlerin müslümanlara dahi yaptığı katliamlarda bu ayetlerin ve birçok hadislerin delilidir.

Kimse gerçekleri saptıramaz:

1- Bu dinin Peygamberi adam kesmişmi? Kesmiş.

2- Ondan sonraki halifeleri adam kesmişmi? Onlar da kesmiş.

3- Hadislerde adam kesme varmı? Var.

4- Kuranda bunları destekleyen ayetler varmı? Orda da var.

5- Peki günümüzde katliam varmı? Günümüzde de var.

6- Sadece müslüman olmayanlarımı katlediyorlar? Hayır, mezhep çatışması yüzünden birbirlerini de katlediyorlar.

 

Daha hala islamda katliam yokmuş, islam barış diniymiş, yok bilmem ne.

Kim inanır buna? Ancak müslüman inanır, başkada kimse inanmaz.

Zaten bu din yüzünden bütün dünyaya rezil olduk ama kimsenin bundan haberi yok.

İslam dediğin zaman; İngilizi, Yahudisi, Japonu, Hinduâsu; dünyada kim varsa nefret ediyor.

Herkez âen güzel din benim dinim der amaâ normal olarak diğer dinlerden de nefret etmez; ama islam öyle bir din değil; tüm dünyada müslümanlar hariç hemen hemen bütün insanlar tarafından nefret edilen bir dindir.

Bunu yabancı kaynaklı internet sitelerinde ve forumlarda görmek çok kolay.

 

Gelelim tecavüz olayına:

Kuran denen kitap; islamda köleliği legalleştirdiği gibi onlara tecavüzü de legalleştirmiştir.

Bu konuya girmeden önce islamda ganimet ve cariye ne demektir ona bir göz atalım.

 

İslamda ganimet: Güya savaşlarda ama aslında ganimet ele geçirmek için yapılan baskınlarda; ( özellikle gece baskınlarında ) ele geçirilen; altın, gümüş, para, ziynet eşyası, gayrımenkul, hayvan ve köleleştirmek amaçlı insan.

 

İslamda cariye : Gece baskınlarında ele geçirilip köleleştirilen kadınlardır. Bu kadınların tıpkı bir mal gibi alınıp satılması legal olduğu gibi; aynı zamanda bu kadınların bir seks kölesi olarak kullanılması da helaldir.

Bu kadınlarla evlilik dışı seks yapmak serbesttir, zina kapsamına girmez. Üstelik bu kadınların evli olup olmaması da önemli değildir. Dahada çarpıcı olanı ise; bu kadınların sexâe hayır deme şansları da yoktur. Yani yasal tecavüz. Helal tecavüz.

Kuranda âCariyelerinizle evlilik dışı seks yapmayınâ diyen tek bir ayet yoktur.

âBaşka biriyle evli cariyelerinizle seks yapmayınâ diyen tek bir ayet de yoktur.

âCariyelerinizin rızasını almadan onlarla seks yapmayınâ diyen de tek bir ayet yoktur.

Bakınız tam tersine nasıl ayetler var:

 

MÜâMİNÛN/6. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.

 

Nisâ/3 . Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın.2 Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın veya SAHİP OLDUĞUNUZ (CARİYELER) İLE YETİNİN. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

 

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi; bu bir yasal tecavüzdür. Çünkü cariyenin rızasına gerek görülmemiştir. Rızası alınmadan bir kadınla cinsel münasebette bulunmanın adı tecavüzdür. Ayrıca kendisini tıpkı bir mal gibi alıp satan, babasını, kardeşini katleden, biriyle hiçbir kadın seks yapmak istemez. Zaten bu bilindiği için onların rızasına gerek görülmemiştir.

 

Size şimdi rezaletin son perdesi bir örnek vereyim:

Bu örnekte verdiğim olayların hepsi islamda legaldir.

 

Diyelimki bir bahane buldunuz ve bir topluma bir gece baskını düzenlediniz.

Bu gece baskınında evli ve 3 çocuklu bir aileyi ele geçirdiniz.

Çocuklardan biri 7 yaşında bir erkek çocuğu, bir tanesi evin 24 yaşındaki oğlu, diğeri ise 10 yaşında bir kız çocuğu olsun.

Bakınız şimdi bu aileye neler yapabilirsiniz?:

Onlarına evine malına ve her türlü maddi imkanlarına konabilirsiniz.

24 yaşındaki oğlanın boğazını kesebilirsiniz.

7 yaşındaki erkek çocuğunu; tıpkı muhammedin yaptığı gibi; şam esir pazarına götürüp köle olarak satabilirsiniz.

Aile reisi babayı ise onun kendisinden ele geçirdiğiniz bağ ve bahçelerde ömür boyu köle olarak çalıştırabilirsiniz.

10 yaşındaki kız çocuğunu ve anasını hem köle olarak çalıştırıp hemde cariye olarak yatağınıza atabilirsiniz.

Zavallı aile reisi ise; hem mallarının elinden çalınışına katlanır, hem oğullarının birinin katledilmesine katlanır, hem kendisinin köleleştirilmesine katlanır, hem 7 yaşındaki erkek çocuğunun satılıp yok olmasına katlanır, hemde karısının ve 10 yaşındaki kız çocuğunun köleliğine vede başkalarının yatağına atılmasına yanar durur ama aynı evin içinde olmasına rağmen bunların hiçbirine itiraz edemez.

 

Yukarda yazdıklarımın tamamı islama ve kurana tamamen uygundur ve hiçbirinin günahı yoktur. Üstelik uygulamaları da hem Muhammed tarafından ve hemde muhammed tarafından cennetlik olarak ilan edilen halifeler tarafından da yapılmıştır.

 

Türklerin birbirinden kopuk beylikler şeklinde yaşamasını fırsat bilip, zorla müslümanlaştırıldığı sıralarda, bu tür uygulamalar Türkâlere de yapılmıştır.

 

Tanrıâya inanmak güzeldir, hoştur. İnsana zor zamanlarında bir güç verir, onunla sevincini ve kederini paylaşırsın.

Bırakın şu Arapâın Allahını, o ancak Arab a yakışır. Aklı başında Türk insanına değil.

***** ********** *********

Gönderi tarihi:
Türklerin birbirinden kopuk beylikler şeklinde yaşamasını fırsat bilip, zorla müslümanlaştırıldığı sıralarda, bu tür uygulamalar Türk’lere de yapılmıştır.

 

Tanrı’ya inanmak güzeldir, hoştur. İnsana zor zamanlarında bir güç verir, onunla sevincini ve kederini paylaşırsın.

Bırakın şu Arap’ın Allahını, o ancak Arab a yakışır. Aklı başında Türk insanına değil

 

Yukarıdaki alıntının "TAMAMEN KOPYA" olduğu yazılardan belli işin en güzel tarafıda "TÜRKLERİN" kopuk beylikler şeklindeki yaşamasını fırsat bilip "MÜSLÜMANLAŞTIRILMASI İMİŞ" İnsan sorarlar alıntı yaptığın yazı doğruyu yazıyormu bu kopuk beylikleri Müslümanlaştıran'lar kimler ve nerede yaşıyorlardı ve yahut şimdi yaşadığımız güzel "TÜRKİYE" miz acaba kimler tarafından feth edildi birde "Arap,Acem" diye İnsanları katagorize etmek nasyonalizm olmazmı ama konu "DİN VE MÜSLÜMAN"

oldumu salla gitsin değilmi biraz sağduyu biraz insaf fazla yazmaya gerek yok "DİNİ" argümanlarla cevap yazmayada gerek yok sebebide bu konular defaatle cevaplandığı halde tekrar,tekrar servis edileceğinden sonrada yazılabilir.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.