Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Bu Sefer Darbe Yaparlarsa Yandılar

 

Çarşamba, Mayıs 02, 2007

 

Ahmet Altan, darbecilerin tarihini anlatarak, emperyalizmin desteğini alamadan Türkiye’de hiçbir gücün darbe yapamayacağını belirtiyor:

 

İttihatçıların darbesini Almanlar destekliyordu. Öbür darbelerin arkasında ise Amerika vardı. Peki bir NATO ordusu, Amerika’ya, Avrupa’ya rağmen darbe yaparsa ne olur?

 

 

 

Bu sefer, darbeciler bedelini öder…

 

Türk ordusu disiplinli bir ordu olamıyor.

 

Otuz üç yaşındaki binbaşıyı paşa yapıp Osmanlı ordularının başkomutanlığına getirerek imparatorluğu parçalatan İttihatçılardan sonra bir daha ordu düzelmedi.

 

Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Fevzi Çakmak Paşa’yla “üç paşalı” bir yönetimle Cumhuriyet’in ilk yıllarında ordu biraz denetim altına alındı ama 1950’den sonra cuntacılık yeniden hortladı.

 

1960’da içinde teğmenlerin, yüzbaşıların olduğu bir cunta genelkurmay başkanını tutukladı.

 

1971’de ordu içindeki cunta savaşları yüzünden Türkiye altüst oldu.

 

Ordu o hale geldi ki 1980’de “hiyerarşi” içinde “darbe” yaptıkları için övündüler.

 

28 Şubat’ta, genelkurmay ikinci başkanı, genelkurmay başkanının önüne geçti, bir tümgeneral bütün ordu adına konuşacak cüreti buldu.

 

Bütün darbelerde de Türk ordusunun arkasında yabancı bir güç vardı.

 

İttihatçıların darbesini Almanlar destekliyordu.

 

Öbür darbelerin arkasında ise Amerika bulunuyordu.

 

Türk ordusunun generallerinden Amerikalılar “bizim çocuklar” diye bahsedebiliyordu.

 

Dış güçlerden bağımsız olarak darbeye kalkışan Talat Aydemir’le arkadaşlarını ise diğer askerler yakalayıp astılar.

 

Şimdi de bir geceyarısı, genelkurmay sitesinde yayınlanan muhtıra tuhaflığıyla karşı karşıyayız.

 

Bir ordu, geceyarısı internet sitesinde ne diye muhtıra yayınlar?

 

Bir yanıyla bir trajedi bir yanıyla komedi olan böyle bir girişim, sanki ordunun kendi içindeki bir sorunla ilgiliymiş gibi gözüküyor.

 

“Kıpırdanan” birilerini zaptetmeye, yatıştırmaya çalışıyorlar sanki.

 

Şimdi bu duruma şöyle bir bakalım.

 

Bugün darbe girişiminin arkasında yabancı bir güç yok.

 

Dünya, Türkiye’deki askeri darbeyi de, muhtırayı da desteklemiyor.

 

Bir NATO ordusu, Amerika’ya, Avrupa’ya rağmen iktidar hırsını bastıramayarak darbe girişiminde bulunursa ne olur?

 

Belki kısa ve çok kanlı bir dönem yaşarız.

 

Darbeciler kendilerine karşı gördükleri siyasetçileri, aydınları hapse atar, belki öldürür ama darbeciler bu sefer paçayı kurtaramaz.

 

Yargılanırlar.

 

Ömürlerinin geri kalan kısmını da bir “adada” tutuklu olarak geçirirler.

 

Türkiye de bu darbe rezilliğinden bir daha yaşamamak üzere kurtulur.

 

Orduya çeki düzen verilir.

 

Gerçek, disiplinli, demokrasiye saygılı, savunmada güçlü bir ordumuz olur.

 

Silahlı Kuvvetler, siyaset sahnesinden çekilip asli işlerine dönerler.

 

Bu darbecilik hastalığı da biter.

 

Generallerin artık anlaması, dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeleri kavraması, hayatın onlara verdiği mesajı iyi okuması gerekiyor.

 

Mesaj çok açık:

 

“Siyaset sizin işiniz değil.”

 

Siz askersiniz, göreviniz ülkeyi düşmanlara karşı korumak.

 

Siyaseti çok seviyorsanız, üniformanızı çıkartır politikaya girersiniz.

 

Üniformalı siyasetçi olmaz çünkü.

 

Üniformalı siyaset ülkeyi de orduyu da batırır.

 

Türkiye’nin siyasetinde bir olağanüstülük yok.

 

Bir parti yasalara uygun olarak kendi içinden birini Çankaya’ya çıkarmak istiyor.

 

Bunda usul hatası bulanlar Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor.

 

Hukuk kör topal da olsa işliyor.

 

İktidar partisi Çankaya seçimleri nedeniyle siyasi bir hata yapıyorsa bunun cezasını seçimlerde siyasi olarak öder.

 

Nasıl olsa bu yıl içinde seçimler olacak.

 

Seçimlerle ilgili gelişmede de bir sorun yok.

 

Ekonomisi düzgün bir ülkede, yasalara uygun yaşanan bir süreçteki siyasi çekişmelerden askere ne?

 

Üstelik burası dinamik bir toplum, milyonlarca insan meydanlardan AKP’ye gereken mesajı veriyor, “zina yasası, içki yasağı” gibi saçmalıklarla, “dindar cumhurbaşkanı” gibi manasız açıklamalarla bu toplumun köylülüğe sürüklenemeyeceğini anlatıyor.

 

Bu ülkede şehirlilerin de yaşadığını, kadınların çağdaş bir yaşamdan vazgeçmeyeceğini en açık biçimde dile getiriyor.

 

Siyasi bir iktidarı “terbiye etmenin” yolu da budur.

 

Halkın bizzat kendisidir.

 

Sokaklarda, meydanlarda, mitinglerde gerekenleri halk hiçbir baskı altında kalmadan dile getirir.

 

Baskı, ancak ordunun işine girmesiyle ortaya çıkar.

 

Askerlerin yönettiği bir dönemde iktidarı böyle meydanlarda protesto etmek mümkün mü?

 

Türkiye, hiçbir baskının olmadığı bir hayat istiyor.

 

Kimsenin askere de, darbeye de ihtiyacı yok.

 

Darbeciler bunu unutsun.

 

Siyaseti düzelteceğiz derken orduyu bozduklarını, disiplinini yok ettiklerini, hukuku çiğnediklerini görmeleri gerekiyor.

 

Darbe dönemi bitti.

 

İlla darbe yapacağız, açıkça suç işleyeceğiz, beğenmediğimiz adamları tutuklayacağız, öldüreceğiz diyorlarsa…

 

Buyursunlar yapsınlar.

 

Biz kaderimize razıyız.

 

Onlar da kaderlerine razı olurlar.

 

Türkiye de nihayet darbe tehdidi altında yaşamaktan kurtulur.

 

 

AHMET LATAN – Gazetem.Net

Gönderi tarihi:
Bu Sefer Darbe Yaparlarsa Yandılar

 

Çarşamba, Mayıs 02, 2007

 

Ahmet Altan, darbecilerin tarihini anlatarak, emperyalizmin desteğini alamadan Türkiye’de hiçbir gücün darbe yapamayacağını belirtiyor:

 

İttihatçıların darbesini Almanlar destekliyordu. Öbür darbelerin arkasında ise Amerika vardı. Peki bir NATO ordusu, Amerika’ya, Avrupa’ya rağmen darbe yaparsa ne olur?

Bu sefer, darbeciler bedelini öder…

 

Türk ordusu disiplinli bir ordu olamıyor.

 

Otuz üç yaşındaki binbaşıyı paşa yapıp Osmanlı ordularının başkomutanlığına getirerek imparatorluğu parçalatan İttihatçılardan sonra bir daha ordu düzelmedi.

 

Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Fevzi Çakmak Paşa’yla “üç paşalı” bir yönetimle Cumhuriyet’in ilk yıllarında ordu biraz denetim altına alındı ama 1950’den sonra cuntacılık yeniden hortladı.

 

1960’da içinde teğmenlerin, yüzbaşıların olduğu bir cunta genelkurmay başkanını tutukladı.

 

1971’de ordu içindeki cunta savaşları yüzünden Türkiye altüst oldu.

 

Ordu o hale geldi ki 1980’de “hiyerarşi” içinde “darbe” yaptıkları için övündüler.

 

28 Şubat’ta, genelkurmay ikinci başkanı, genelkurmay başkanının önüne geçti, bir tümgeneral bütün ordu adına konuşacak cüreti buldu.

 

Bütün darbelerde de Türk ordusunun arkasında yabancı bir güç vardı.

 

İttihatçıların darbesini Almanlar destekliyordu.

 

Öbür darbelerin arkasında ise Amerika bulunuyordu.

 

Türk ordusunun generallerinden Amerikalılar “bizim çocuklar” diye bahsedebiliyordu.

 

Dış güçlerden bağımsız olarak darbeye kalkışan Talat Aydemir’le arkadaşlarını ise diğer askerler yakalayıp astılar.

 

Şimdi de bir geceyarısı, genelkurmay sitesinde yayınlanan muhtıra tuhaflığıyla karşı karşıyayız.

 

Bir ordu, geceyarısı internet sitesinde ne diye muhtıra yayınlar?

 

Bir yanıyla bir trajedi bir yanıyla komedi olan böyle bir girişim, sanki ordunun kendi içindeki bir sorunla ilgiliymiş gibi gözüküyor.

 

“Kıpırdanan” birilerini zaptetmeye, yatıştırmaya çalışıyorlar sanki.

 

Şimdi bu duruma şöyle bir bakalım.

 

Bugün darbe girişiminin arkasında yabancı bir güç yok.

 

Dünya, Türkiye’deki askeri darbeyi de, muhtırayı da desteklemiyor.

 

Bir NATO ordusu, Amerika’ya, Avrupa’ya rağmen iktidar hırsını bastıramayarak darbe girişiminde bulunursa ne olur?

 

Belki kısa ve çok kanlı bir dönem yaşarız.

 

Darbeciler kendilerine karşı gördükleri siyasetçileri, aydınları hapse atar, belki öldürür ama darbeciler bu sefer paçayı kurtaramaz.

 

Yargılanırlar.

 

Ömürlerinin geri kalan kısmını da bir “adada” tutuklu olarak geçirirler.

 

Türkiye de bu darbe rezilliğinden bir daha yaşamamak üzere kurtulur.

 

Orduya çeki düzen verilir.

 

Gerçek, disiplinli, demokrasiye saygılı, savunmada güçlü bir ordumuz olur.

 

Silahlı Kuvvetler, siyaset sahnesinden çekilip asli işlerine dönerler.

 

Bu darbecilik hastalığı da biter.

 

Generallerin artık anlaması, dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeleri kavraması, hayatın onlara verdiği mesajı iyi okuması gerekiyor.

 

Mesaj çok açık:

 

“Siyaset sizin işiniz değil.”

 

Siz askersiniz, göreviniz ülkeyi düşmanlara karşı korumak.

 

Siyaseti çok seviyorsanız, üniformanızı çıkartır politikaya girersiniz.

 

Üniformalı siyasetçi olmaz çünkü.

 

Üniformalı siyaset ülkeyi de orduyu da batırır.

 

Türkiye’nin siyasetinde bir olağanüstülük yok.

 

Bir parti yasalara uygun olarak kendi içinden birini Çankaya’ya çıkarmak istiyor.

 

Bunda usul hatası bulanlar Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor.

 

Hukuk kör topal da olsa işliyor.

 

İktidar partisi Çankaya seçimleri nedeniyle siyasi bir hata yapıyorsa bunun cezasını seçimlerde siyasi olarak öder.

 

Nasıl olsa bu yıl içinde seçimler olacak.

 

Seçimlerle ilgili gelişmede de bir sorun yok.

 

Ekonomisi düzgün bir ülkede, yasalara uygun yaşanan bir süreçteki siyasi çekişmelerden askere ne?

 

Üstelik burası dinamik bir toplum, milyonlarca insan meydanlardan AKP’ye gereken mesajı veriyor, “zina yasası, içki yasağı” gibi saçmalıklarla, “dindar cumhurbaşkanı” gibi manasız açıklamalarla bu toplumun köylülüğe sürüklenemeyeceğini anlatıyor.

 

Bu ülkede şehirlilerin de yaşadığını, kadınların çağdaş bir yaşamdan vazgeçmeyeceğini en açık biçimde dile getiriyor.

 

Siyasi bir iktidarı “terbiye etmenin” yolu da budur.

 

Halkın bizzat kendisidir.

 

Sokaklarda, meydanlarda, mitinglerde gerekenleri halk hiçbir baskı altında kalmadan dile getirir.

 

Baskı, ancak ordunun işine girmesiyle ortaya çıkar.

 

Askerlerin yönettiği bir dönemde iktidarı böyle meydanlarda protesto etmek mümkün mü?

 

Türkiye, hiçbir baskının olmadığı bir hayat istiyor.

 

Kimsenin askere de, darbeye de ihtiyacı yok.

 

Darbeciler bunu unutsun.

 

Siyaseti düzelteceğiz derken orduyu bozduklarını, disiplinini yok ettiklerini, hukuku çiğnediklerini görmeleri gerekiyor.

 

Darbe dönemi bitti.

 

İlla darbe yapacağız, açıkça suç işleyeceğiz, beğenmediğimiz adamları tutuklayacağız, öldüreceğiz diyorlarsa…

 

Buyursunlar yapsınlar.

 

Biz kaderimize razıyız.

 

Onlar da kaderlerine razı olurlar.

 

Türkiye de nihayet darbe tehdidi altında yaşamaktan kurtulur.

AHMET LATAN – Gazetem.Net

Dinime küfreden müslüman olsa!!Ahmet Altan babasinin izinden giden bir gazetecidir.Babasi nasil döndü ise gün gelecek oda dönecektir.Böyle gzeteciler ancak orduya karsi olanlarin yüreklerine teselli verme görevini yerine getirirken sözüm ona birseyler yazmis olurlar.Ahmet Altan Türkiyedeki iktidarin arkasinda olmasi gereken birisidir,cünkü Ahmet Altan gibiler ancak birilerinin sirtinda hedeflerineyürümeye calisirlar.Simdilik AKP var sirtina binecek,yarin bir baskasi gelir bu seferde onun sirtina biner.

Bu tarz yazilar Türkiyede kimin kimlere hizmet ettigini cok acik bir sekilde belli etmektedir.Ahmet Altan Türk devleti ile asla barisik olamamistir.Onu kardesini ve babasini taniyanlar bunu cok iyi bilirler.

Rahmetli Ugur Mumcu Ahmet Altan'in babasi ile ilgili sunlari yazmistir:

Cetin Altan bir kiskirtici ajandir,

Marksist dönek Cetin Altan,M.Sevgi Eygi'nin yönetimindeki Islamci Zaman gazetesinde*Türkiyede irtica yoktur*aciklamasini yaptiktan sonra*Ugur Mumcu abrakadabraci ve Mit ajanidir* diye üstlendigi görevi sürdürüyor.

1-Cetin Altan yillarca Marksism adina kitleleri costurmus gencleri suca itmis bir kiskirtici ajandir.

2-Cetin Altan Türkiyeye özgü sosyalizmi savunanTIP'e ihanet etmis bir haindir.

bunlarin hepsini yazmamin bir geregi yoktur,Ahmet Altan aynen babasinin izindedir.Ahmet Altanin yazdigi yazilar ciddiyetten uzak ideolojiktir.

ogul Altanlar ve baba Altanin bu kadar benzerlikler icinde olmasi alameti farika olarak nitelendirilebilir.

Sayin Aslan, birakin DNA larinda Ordu ve Cumhuriyet düsmanligi olan kisilerin yazdiklarini,biliyorum TSK nin bildirisi tartismalida olsa size dokunmus.Aslinda Demokratik bir ülkede görevlerine bagli devleti ve halki icin calisan iktidarlarin oldugu ülkelerde askerlerin siyasete karismalari dogal sayilmamalidir,Türkiyedeki iktidar bu saydigim meziyetlere sahip degildir ve tam aksidir,yani ne devleti nede halki icin calismaktadir,sadece kendi ideolojileri ugruna ülkeyi atese bile atacak kadar bagnazdirlar.

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

DERS ALMAK

Her ne zaman askerler sivil yönetime müdahale edecek olsa, bu tür müdahalelerden rahatsızlık duymayanlar askerlere arka çıkıp âSivil yönetimler gereken dersi alsalar askerler böyle müdahale etme zorunda kalmazlarâ diye onları savunuyorlar!

 

Yani sivil yönetimleri ders alamamakla suçluyorlar!

 

Peki, aynı şey askerler için de söz konusu değil mi?

 

Askerler de her müdahalenin arkasından hasım olarak tanımladıkları kesimlerin büyüyüp gelişmesini müdahalelerinin tek sebebi olarak gösteriyorlar!

 

1960 ihtilalinden beri hep aynı gerekçeyi duyuyoruz!

 

Rejim karşıtı olarak tanımladıkları kesimlerin hep daha çok büyüyüp geliştikleri öne sürülüyor!

 

1960 ihtilali!

 

1970 muhtırası!

 

1980 ihtilali!

 

28 Şubat süreci!

 

Ve nihayet 27 Nisan dönemi!

 

Her müdahaleden sonra rejim karşıtları daha güçlenmiş olarak devlet yönetiminde söz sahibi oluyorlarsa, ortaya çıkan realite buysa sivil yönetimlere müdahale dışında bir formülün aranması gerekmez mi?

 

Bu gelişmelerden bir ders çıkarılıp başka bir yöntem üzerinde durulması doğru olmaz mı?

 

Yani her müdahaleden sonra âSiviller gereken dersi almıyorâ diyerek müdahaleci askerlere arka çıkan çevrelerin bir kez de askerleri bu konuda ikaz etmeleri gerekmez mi?

 

âBakın sizin her müdahalenizden sonra bunlar daha da güçleniyorlar, o halde sivil yönetimlere müdahale yerine daha farklı bir yöntem üzerinde durmalısınızâ şeklinde bir ikaz da bulunulsa fena mı olur?

 

Bize göre çok faydalı olur!

 

Her müdahaleden sonra rejim karşıtları daha da güçlenmiş olarak çıkıyorsa bunu önlemenin en kestirme yolu müdahale dışında bir formül bulmak olsa gerek!

 

Peki, bu formül ne ola ki?

 

Bu formül rejim karşıtı olarak kabul edilen partilerin karşısında güçlü siyasi rakipler oluşturmak ve milletin sempatisini bu partiler üzerinde yoğunlaştırmaktan başka ne olabilir?

 

Yani çözüm demokratik yöntemlere bağlı kalmaktır!

 

Müdahaleler ile onları güçlendirmek yerine, güçlü siyasi rakipler ile onları devre dışı bırakmaya çalışmak çok daha sağlıklı olmaz mı?

 

Özetle ifade edersek yaşanan gelişmelerden siviller kadar askerler de gereken dersi çıkarmalıdırlar!

 

Ve ortam boşu boşuna gerilmemelidir!

 

Son müdahaleden en kârlı çıkacak kesimlerin başında iktidar partisinin geldiğini kim inkar edebilir?

 

Askerler de bu gerçeği görmeli ve kendi elleri ile hasım olarak gördükleri kişilerin başarısına yardımcı olduklarını idrak etmeliler.

Zeki CEYHAN-01.05.2007-Milli Gazete

Gönderi tarihi:

Anayasa Mahkemesi Muhtıranın Hakkını Verdi!

Özgür-Der, cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimlerini iptal ederek muhtıranın hakkını veren Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla ilgili bir açıklama yaptı.

Açıklamada “Anayasa Mahkemesi’nin kararı Türkiye’de hukukun gücünün değil, gücün hukukunun geçerli olduğunun bir kere daha ilanı olmuştur.” dendi.

 

ANAYASA MAHKEMESİ MUHTIRANIN HAKKINI VERDİ!

 

Anayasa Mahkemesi tam da kendisinden beklenen doğrultuda bir karar verdi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi için yapılan ilk tur oylamanın geçersizliğine hükmetti. Neden beklenen bir karardı bu? Çünkü bundan önce de pek çok kereler görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi kararlarında hukukilik değil, doğrudan siyasi-ideolojik kaygılar belirleyici rol oynamakta. Ülke gündeminde aylardır gergin tartışmalara yol açmış ve laiklik eksenli derin refleksleri harekete geçirmiş bir konuda Mahkeme’nin tarafsız bir tutum takınmasını ve hukuku esas almasını zaten hiç kimse beklemiyordu. Üstelik de 27 Nisan’da Genelkurmay’ın verdiği gece yarısı muhtırasından sonra bu ihtimal tümden imkansız hale gelmişti.

 

Ne ilginçtir ki, ilk elde bu kararı değerlendiren pek çok siyasetçi ve aydın kararın hukuki açıdan sorunlu olsa dahi, Türkiye’nin yaşayabileceği büyük sıkıntıları şimdilik engelleyen, bu şekilde ülkeyi rahatlatan bir karar olduğuna dair yorumlar yapabilmektedirl. Daha açıkçası, kararın bu şekilde çıkmamış olması ve Meclis’te oylamaların devam etmesi durumunda Türkiye’nin askeri bir müdahale ile karşılaşmasının kaçınılmaz olacağı kehanetinde bulunmaktadırlar. Utanılması gereken bir durumdur bu! Askeri darbe tehdidinin bizzat muhalefet partileri liderlerince bu şekilde dillendirilmesi, medyada açık açık telaffuz edilmesi gibi gelişmeler kararın hangi ortamların ürünü olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Karar hukuki açıdan sakattır. Sırf mevcut hükümetin engellenmesi kaygısından hareketle sistemin kilitlenmesini getirecek bir kural ihdas edilmiş ve daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hiç aranmamış bir şart öne çıkartılmıştır. Böylelikle daha önce seçilmiş cumhurbaşkanlarının durumu da tartışmalı hale gelmiştir.

 

Karar mantık temelinden yoksundur. Anayasa maddeleri üzerinde zorlama yorumlara gidilmesi neticesinde azınlığın çoğunluğa tahakkümünün yolu açılmıştır. Öyle ki, cumhurbaşkanlığı seçimleri için uzlaşma adı altında çoğunluğun azınlığa mahkumiyeti kural haline getirilmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi’nin kararı Türkiye’de hukukun gücünün değil, gücün hukukunun geçerli olduğunun bir kere daha ilanı olmuştur. Siyasetten medyaya, eğitimden yargıya dek geniş bir alana uzanan askeri vesayet rejiminin gölgesinde alınan bu karar, aynı zamanda laik-Kemalist oligarşinin ne halk iradesi, ne evrensel hukuk ilkeleri, ne de akıl ve mantık ile kayıtlı olmadığının da bir göstergesidir.

 

Türkiye’nin önünde acil çözüm bekleyen bir dizi sorun var. Yargının ideolojikleşmesi ve askerileşmesi sorunu da ülkenin en ciddi sorunlarından birini teşkil etmektedir. Ve hiç kuşkusuz Türkiye’nin acil çözüm bekleyen sorunlarından biri de Anayasa Mahkemesi sorunudur. AK Parti hükümeti dört buçuk yıllık “iktidar” döneminde Anayasa Mahkemesi’nin kompozisyonuna ve işlevine dair hiçbir adım atmayarak büyük bir basiretsizlik sergilemiş, bugün ortaya çıkan garabette pay sahibi olmuştur. AK Parti’nin erken genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin tutum belirlerken, mutlaka Anayasa Mahkemesi’nin yapısına dair de köklü bir değişim önerisi getirmesi zorunluluk olmuştur.

 

Siyasi uzantıları da bulunan pek çok konuda, Anayasa Mahkemesi’nin bugüne dek verdiği kararların ortak özelliği, özgürlüklerin daraltılması ve insan haklarının kullanımının sınırlanması olmuştur. Dikkat çekici bir gösterge de darbe dönemlerinde anayasanın rafa kaldırıldığı süreçlerde ortaya çıkmıştır. Anayasanın tümüyle imha edildiği bu süreçlerde varlık nedeni olan anayasayı koruma adına kılını dahi kıpırdatmayan bu kurum anayasasız ülkede Anayasa Mahkemesi sıfatını taşımaktan hiç rahatsız olmamıştır. Anayasa Mahkemesi halk arasında başörtüsü yasağıyla anılmakta; Türkiye’yi partiler mezarlığına dönüştüren tutumuyla bilinmektedir. Şüphesiz en son verdiği 367 kararı da bu hukuksuzluk albümünde yerini alacaktır.

 

Özgür-Der

Gönderi tarihi:

Saldirilar da hedefler cogaliyor!

Simdi de hedefte Anayasa mahkemesi var.Anayasa mahkemesi aksi bir karar alsa idi simdi saldiranlar Anayasa mahkemesini yere göge sigdiramazdilar.

Anayasa mahkemeside aynen Cumhurbaskani Sayin Sezer gibi AKP ye RTE e prim vermedigi icin saldirilarin hedefindedir.

Hedefler cogaldi;Cumhurbaskani Sezer,Danistay,Anayasa mahkemesi,TSK,Tandogan ve Caglayan mitiglerine katilan Laik ve Atatürkcüler bu hedeflerden bazilaridir.Dikkat ederseniz bunlar Türkiye Cumhuriyetinin temel degerlerini koruyanlardir.Yani dini siyasete alet etmeyenlerdir,-Dinisiyasete alet edenler nedense ordunun siyasete karismasini hazmedemezler.-

Ordudan encok rahatsiz olanlarin basinda encok bölücü örgütün yandaslari olan kisi ve örgütlerin olmasi acaba tesadüfmüdür??

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Muhtıraların ve Darbelerin Çare Olmadığını Hâlâ Öğrenemedik mi?

27 Nisan 2007 Cuma akşamı geç saatlerde Genel Kurmay Başkanlığı’nın web sitesine bir basın açıklaması kondu. Açıklamanın zamanlaması çok ilginçti: TBMM’de 11. Cumhurbaşkanı seçimi için ilk turun yapıldığı, CHP’nin üçte iki çoğunluğun olmadığı gerekçesiyle, seçimin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğu günün akşamı. Entellektüel derinlikten yoksun, çalakalem yazılmış, dikkatsiz ve aceleye getirilmiş bu metnin Genel Kurmay’ın web sitesine konmasının bir “korsan” bildiri mi, emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilmiş bir “muhtıra” eylemi mi, yoksa alttan gelen bazı macera arayışlarını bastırmaya yönelik bir “rahatlatma” eylemi mi olduğunu henüz kesin olarak bilmiyoruz; o nedenle ihtiyatlı konuşmakta yarar var.

 

Peşinen söyleyelim, bu satırların yazarı ordunun ve askerliğin gereksizliğini veya yararsızlığını düşünenlerden değildir. Can güvenliği, asayiş, sınır güvenliği ve adalet hizmetlerinin sağlanabilmesi için devlet de, ordu da gereklidir, elzemdir. Askerlik hizmeti üretmenin, vatan hizmetini ifa etmenin en iyi yolunun hangisi olduğu belki tartışılabilir; profesyonel ordunun geleneksel mecburi askerlik öngören orduya göre daha tercihe değer olduğu belki savunulabilir; ama son tahlilde bir ülkenin sınır güvenliğini sağlayacak, ülkeye dışarıdan yönelecek tehlikelere karşı hazırlık yapacak güçlü bir silahlı kuvvetlere olan ihtiyaç tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Ancak Türkiye'de ordunun sadece asli görevi olan savunma politikalarının icrası ve savaşa hazırlık işleriyle yetinmediği, sık sık siyasi konularda taraf olduğu, zaman zaman darbe yaptığı, muhtıra verdiği de herkesin malumudur.

 

Oysa demokrasilerde ordunun görevi bellidir: seçilmiş siyasetçilerden oluşan yetkili karar organlarının, bu çerçevede hükümetin ve savunma bakanlığının belirlediği savunma politikalarını icra etmek. Hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır ki, demokratik bir ülkede yetki seçilmişlerdedir; politikayı onlar belirler; askerler ise bu politikaların icrasıyla görevli birer devlet memurudur. Gerçekten demokratik bir ülkede asker siyasetçiye rest çekemez, posta koyamaz, başına buyruk hareket edemez, siyasi polemiklere giremez, hükümetlerin belirlediği politikaları kamuoyu önünde tartışamaz. Türkiye'deki tablo ise maalesef bu tablo ile hemen hiç uyuşmamaktadır. Medya ve kamuoyunda “muhtıra” olarak algılanan son basın açıklaması da askerin siyasete müdahale girişiminin en son örneğidir. Bu noktada biraz durup düşünmekte fayda vardır.

 

Eğer askeri darbeler ve darbe işlevi gören muhtıralar çare olsaydı, 1960’tan bu yana üçü modern, biri postmodern olmak üzere dört darbe görmüş bir ülke olarak Türkiye'nin bütün önemli sorunlarını çözmüş, vatanın bütün tehlikelerden kurtarılmış, devletin güçlendirilmiş, ekonominin düzeltilmiş, ülkenin muasır medeniyet seviyesini çoktan yakalamış olması gerekirdi. Oysa darbeler bırakın bu amaçlara ulaşmayı kolaylaştırmayı, tersine ülkenin hızını kesmiş, uluslararası camianın uzağına düşürmüş, her bir darbe ülkenin zenginleşme ve refaha erme yürüyüşünde bir on yıl kaybettirmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu günlerde varlığı hissedilen üç önemli sorun olarak irtica, yoksulluk ve Kürt sorununun 2000’li yıllarda aynen varlığını koruması bir yerlerde yanlış yapıldığının en açık kanıtı olsa gerektir. Sorunların düğümlendiği noktalardan biri, Genel Kurmay’ın son bildirisinde de ağırlığı teşkil etmiş olan, laiklik konusudur.

 

Bu satırların yazarına göre Türkiye'de sorun laikliğin kabul görüp görmemesi değil, nasıl bir laiklik yorumunun kabul görmesidir. Türkiye'de uygulanagelmiş laiklik yorumu Fransız Jakobenlerinden mülhem, dini bütün toplumsal felaketlerin kaynağı sayan, onu kamu alanından tamamen dışlamak isteyen, katı pozitivist bir laiklik yorumudur. Son zamanlarda yerinde bir ifadeyle “laikçilik” (laisizm) olarak nitelenen bu yorum, Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli gözlemlendiği üzere, Türk toplumunun tarihsel-sosyolojik yapısına, geleneksel değerlerine, yaşam tarzına ve inanç biçimine uymamaktadır. Böyle olduğu için de devlet ile millet arasında laiklik üzerinden sürekli bir gerginlik yaşanmakta, toplumsal enerji ekonomik kalkınmaya değil, iç kavga ve çatışmalara harcanmaktadır. Silahlı kuvvetlerin bu konuda kendisini taraf olarak görmesi ise durumu daha da karmaşık hale getirmekte, ordu ile hükümetler, ordu ile sivil toplum, ordu ile millet arasında husumet, gerginlik, kırgınlık, hattâ yer yer düşmanlık yaratmaktadır. Silahlı kuvvetlerin siyasi konularda taraf olması, üniformalı askerlerin siyaset yapmaya kalkışması en başta ordunun imajını ve saygılığını yıpratmaktadır. Son girişim de, maalesef, gerek ordunun tarafsızlığı, rejimin demokratikliği, devletin halkla barışıklığı ve ülkenin dış dünyadaki imajı ve saygınlığı açısından hiç de hoş olmayan, talihsiz bir girişim olmuştur. Türkiye bu şekilde sürekli askeri vesayet altında bir rejimle yaşayamaz.

 

Türkiye'nin kangren olmuş sorunlarının kalıcı çözümü ve buna bağlı olarak ülkenin hızla modern dünyaya ayak uydurabilmesi, zenginleşme ve muasır medeniyet seviyesine erişme yürüyüşünü sürdürebilmesi için yapılması gereken iki önemli şey vardır: birincisi, halihazırda devlet bürokrasisine egemen katı pozitivist, din-karşıtı, otoriter laiklik anlayışından, demokratik laiklik anlayışına geçmek. Laikliğin tek yorumu Türkiye'de iktidar seçkinlerinin kafasında olan yorum değildir: ABD ve İngiltere gibi ülkelerde örneğini gördüğümüz, devletin din karşısında tarafsız olduğu, kılık-kıyafet dahil dini inanç ve tercihlere saygılı olduğu laiklik uygulamaları da söz konusudur ve bu tür bir uygulama Türkiye'nin tarihsel dokusuna çok daha uygundur.

 

İkincisi, silahlı kuvvetlerin rolü, konumu, işlevi, görev ve yetkisinin modern çoğulcu demokrasilerdeki uygulamalarla uyumlu hale getirmek. Demokratik bir ülkede laikliğin bekçisi de, rejimin bekçisi de ordu değil, millettir. Ordu eliyle laiklik ve rejimin savunulduğu, askerin siyasi konularda açıkça taraf olduğu, atanmışların seçilmişlere tepeden baktığı, hükümetlerin kuruluşu, bakanların dağılımı, cumhurbaşkanı seçimi ve yüksek bürokrasiye yapılacak atamalara müdahil olduğu ülkelerde iç gerginliklerin bitmesi, rahat ve huzura kavuşulması, kalkınma yarışında hızla ilerlenmesi çok zordur. Yapılması gereken, askerin ve sivilin görev ve yetki alanının demokrasiye uygun biçimde tam olarak ayrıştırılması, bunun için gereken ne kadar Anayasal ve yasal düzenleme varsa yapılması, herkesin kendi işine gücüne bakar hale getirilmesidir. Demokratik bir ülkede siyaset yapmak isteyen askerin yapması gereken şey bellidir: üniformasını bırakıp siyasete atılması, partisini kurması, veya kurulmuş partilerden birine katılması, halka programını anlatıp destek istemesi, halkın teveccühüne mazhar olması halinde de başa geçip programını uygulaması, beğenilmediğinde de bir sonraki seçimde yerini halkın desteğini alacak rakiplerine bırakmasıdır. Türkiye iyice demode olmuş, dünyada Türkiye'den başka örneği olmayan bir katı pozitivist laiklik anlayışı ile askerin siyasete müdahalesinden çok çekmiştir; halen çekmeye devam etmektedir. Bu iki sorunu aşabildiği sivil bir demokrasiyi kurabildiği takdirde Türkiye'nin çok hızlı bir şekilde büyümesi, dünyaya entegre olması ve saygın bir bölgesel güç olması mümkündür. Dini inançları ve bunların tezahürlerini kendine hasım görmeyen, devleti bütün din ve mezhepler karşısında tarafsız hale getiren demokratik-sivil bir laiklik anlayışı ile, seçilmişlerin atanmışlara kesin olarak söz geçirebildiği bir çoğulcu demokrasi ile Türkiye'nin önünü kimsenin kesmesi mümkün değildir. Temennimiz, başta Anavatan ve DYP olmak üzere CHP’nin kriz siyasetine destek vererek 28 Şubatçıların safında yeralan partilerin düştükleri hatayı bir an önce görmesi, bütün sivil toplum kuruluşları ve kamuoyunun son müdahale girişimine açıkça karşı çıkarak, sivil bir cumhurbaşkanını Meclis’in seçtiği, ve İttihatçı zihniyetin Türkiye'nin başına bela ettiği kavgaların artık bir daha nüksetmemek üzere sonra erdiği bir Türkiye'nin önünün açılmasıdır.

Mustafa ACAR

  • 3 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Türkiye bir iç savaşa mı gidiyor?

 

Türkiye gerçek bir seçim yaşayabilirse, ordunun ve yargı bürokrasisinin o sonsuz egemenliğinin sonuna geleceğiz.

 

Şemdinli olayında utanç verici bir anlaşma yaptığı ve bu anlaşmaya güvenerek cumhurbaşkanlığı stratejisini oluşturduğu anlaşılan AKP, kendisi için gidilecek demokrasiden başka bir yol olmadığını gördü.

 

Hiçbir siyasi partinin bu ülkede hukuk dışı kurnazlıklarla yapılacak işbirliğine dayanarak gerçek iktidarı ele geçiremeyeceğini anladı.

 

O yüzden AKP istese de istemese de, Türkiye’yi dünyanın bir parçası yapmayı ve demokrasiyi seçecek.

 

Bu, ordunun ve adli bürokrasinin hukukun sarsılmaz disiplini içine alınması demek.

 

Biz bu seçimlerden geçebilirsek, bir daha görevini tamamlamış bir cumhurbaşkanı “tek oy” almış birini rektör atama keyfiliğini, generaller muhtıra verme suçunu, anayasa profesörleri “siyasi çoğunluk devlet iktidarını istiyor” türünden saçma açıklamaları, Anayasa Mahkemesi de “oturum ancak 367 üyeyle açılır” gibi hukuki bir çarpıtmayı gerçekleştiremeyecek.

 

Peki, ordu ve yargı hukuk sistemi içine girmeye razı olacak mı?

 

Ordunun tavrına ve yargının kararlarına bakarsak razı olmak istemediklerini düşünmek için kuvvetli nedenler olduğunu algılarız.

 

Razı olmazlarsa ne yaparlar?

 

Hem Türkiye hem de dünya için dehşet verici ihtimaller bu soruyla başlıyor.

 

Bu kez “darbe yaparlar” deyip geçilebilecek bir durum yok ortada.

 

Çünkü bu sefer “darbeden” fazla şeyler olur.

 

Birincisi, zaten çok disiplinli olmadığı, kimin tarafından yazıldığı bile anlaşılamayan muhtıraların geceyarısı Genelkurmay’ın internet sitesine konmasından anlaşılan, ordu ciddi bir bölünme işaretleri veriyor.

 

Bir grup subayın ya da cuntanın, nasıl derseniz, Batı’dan ve demokrasiden kopup Rusya’yla hatta İran’la işbirliği yapmak istediği seziliyor.

 

Emekli generaller çok uzun zamandan beri bunun sinyallerini veriyorlar.

 

Ama bütün ordunun ve subayların aynı fikirde olmadığı da bir gerçek.

 

Batı’dan yana, NATO üyeliğinden yana, Amerikan ittifakından yana olan subaylar da var.

 

Bir darbe olması halinde bu iki grup, Türkiye’nin geleceğini kendi düşünceleri çerçevesinde biçimlendirmek için ne yapacaklar?

 

Böyle bir durumda Amerika’nın ve Rusya’nın kendi taraftarlarının kazanması için ellerini dirseklerine kadar Türkiye’nin içine sokacaklarını da unutmayın.

 

Bu ordunun bölünmesi ve ciddi bir iç savaş anlamına gelir.

 

İkincisi, cumhuriyet tarihinde hiç rastlanmamış başka bir ihtimalin ortaya çıkması.

 

Ordu hep silahlarını solculara, demokratlara, Kürtlere, Alevilere doğrulttu.

 

Bunlar, azınlıkta olan gruplar.

 

Ama bu kez darbe olursa silahlar Sünni dindarlara dönecek.

 

Yani orduyu oluşturan neferlerin ailelerine.

 

Annelerine, babalarına, kardeşlerine, amcaoğullarına, arkadaşlarına.

 

Neferler, diğer darbelerde olduğu gibi cuntacı generallerin emirlerini dinleyecekler mi?

 

Yasadışı bir hareketin parçası olup silahlarını ailelerine çevirecekler mi?

 

Bu da öyle kolayından “evet” denilemeyecek başka bir soru.

 

Bu iki gerçeği yan yana koyduğunuzda ve AKP’nin bu kez direnmek konusunda kararlı gibi gözükmesini de buna eklediğinizde, bir dahaki darbe girişiminin Türkiye’yi çok kanlı bir içsavaşa sürükleyebileceğini tahmin edebilirsiniz.

 

Cuntacılar ve hukukun dışına savrulan adli bürokrasi, gözü dönmüşlüğü darbeye kadar götürür mü, bilmiyorum.

 

Ama götürürlerse bu kez Türkiye büyük ve kanlı bir iç savaş yaşar.

 

Çok kanlı günlerden geçeriz.

 

Türkiye’yi dünyadan koparmaya çalışan cuntacıların, hukuka hiç aldırmayan hukukçuların bu ihtimalleri de düşünmesi gerekiyor.

 

Darbe çığırtkanlığı yapan, kendi iktidarını cuntacıların gölgesinde arayan, siyaseti çığrından çıkaran politikacılar da hesaplarını iyi yapsınlar.

 

Bu seferki darbe eskilerine benzemez.

 

Hiç kimse güvencede olmaz.

 

Umarım yasa dışına çıkan cuntacılar, hukuku hiçe sayan hukukçular ve darbe meraklısı politikacılar hayatın gerçeklerini çok zorlamazlar.

 

Çünkü Türkiye’yi tutuşturacak bir yangının kimi yakacağı artık hiç belli olmaz.

 

 

Ahmet Altan

21 Mayıs 2007, Pazartesi

gazetem.net

Gönderi tarihi:

AKP Türkiyede bir Türk ve Kürt catismasini resmen körükleyen,Türkiyeye dayatilan ikinci Sevri imzalamaya hazir bir iktidardir,yani Vatan haini.Bunu müslümanlikla Laiklik catismasi olarak göstermeye calisanlarda ayni kategoridedirler.Orduya dil uzatanlar Türkiyenin bölünmesini isteyenlerdir.Orduya dil uzatanlar tarihten kaynaklanan Cumhuriyet düsmanligini devam ettirenlerdir.Türkiye AKP den kurtulacaktir ya dogal yollarla yada dogal olmayan yollarla.AKP gibi iktidarlar ülkelerini emperyalizmin kucagina atmakta asla tereddüt etmezler.ve bunu basamak icin heryolu denemeye hazirdirlar.Cünkü onlarin cikarlari emperyalizmin cikarlarina uygundur.Iste zengin Arap ülkelerini yönetenler.Hepsi emperyalizmin kucaginda oturmaktadirlar.Ve sorun hepsine hepside biz müslümaniz derler.Müslümanlik bu kadar alcaltilamaz ve bir parca örtü icin devlet atese atilamaz.Bu ülke AKP nin Gürcü basbakani Erdogan'in babasinin ciftligi degildir.

 

saygilarla

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.