Φ suheda Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Güllerin Efendisi'ne Yakarış ::.. Güllerin Efendisi dediler ya Sana.. Gülleri sevmem bundandır. Gülizarlarda dolaşıp üzerime çiğ çiğ gül kokuları yağsın demem bundandır. Hasretlik bir sevdayı güllerle bezenmişçesine içime çekişim ve her hayal kırıklığında Senin kırık kalbini hatırlayışım bundandır efendim.. * * * Sen gelmezden evveldi başıbozukluğumuz. Sen yetmezden evveldi yetişemediğimize uzanışlarımız. Sen yitmezden evveldi cennet misal baharlarımız. Sen sevmezden evveldi kırçıl bakışlarımız. Sen esmezden evveldi çöl sıcağı hırslarımız. * * * Kime bakarsın ki bizden başka. Kime gülersin ki.. Kimi görürsün ki deyip de avuntulara doluştuğumuzun ertesiydi anladık. Anladık ki Senden başka Herşeye bakmış.. Senden başka Herşeyle gülmüş.. Senden başka Herşeyi görmüş gözetmiş idik.. Ama listelerimizde ve dualarımızda bir Sen yoktun Sevgili.. Senden başkasına bakışlarımız ve kalbimizi verişimiz vefaya sığar mıydı, bilemedik ! Senden başkasına dualarımız kabul görür müydü idrak edemedik ! Senden başkasına sunduğumuz gözyaşlarımız samimi miydi hissedemedik ! Ama yine de, bütün noksanlıklar bizde kalmak üzre, "Gel ne olur" diyen yüzbinlere bir gülüşünle GEL. "Sev ne olur" diyen yüzbinleri bir bakışınla SEV. "Kal ne olur" diyen yüzbinlerle bir duanla KAL. Son söz: Bizleri de Sevgi Çemberinin içine alır mısın a efendim ? Sıtkı Sarper SAĞLAM KANDİLİMİZ KUTLU OLSUN Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Kutlu olsun, hayırlara vesile olsun, O'nu ve Mesajını daha iyi anlamak nasip olsun... :clover: Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Hasretin alev alev içime bir an düştü Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin arasına dikilir yesil bayrak Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler sahinin hayalleri Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücella çehreni izleseydim ebedi Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü Katil sinekler deldi hicabın perdesini İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin Ebedi aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü On asırlık ocağın savururdum külünü Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü Badiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü Firakınla kavrulur çölde kum taneleri Ahuların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur haneleri Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından Madeni arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydim Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır Sesini duymayanlar girdabında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin Saatlerin ardında hep kendimi aradim Bir melal zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekanın fırçasında solmayan resim senin Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü Nefsinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım BUGÜN, YIPRANMIŞ, EZİLMİŞ, KAHROLMUŞ, KAVRULMUŞ YÜREKLERİN EFENDİSİYLE BULUŞTUĞU GÜNDÜR... Alıntı
Φ siyahx Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Bu mübarek günde yapacağınız ibadet ve dualarınızın kabul olmasını cenabı ALLAH'tan dilerim.kandiliniz ve cumanız mübarek olsun. Alıntı
Φ Gece Yağmuru Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gel, gel... Yine gel. Kafir, mecusi, putperest olsan da yine gel... Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel... Yunus Emre Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol, Sahavet ve cömertlikte akarsu gibi ol, Tevazu ve maluliyette toprak gibi ol, Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol... Yunus Emre Tüm Müslüman Aleminin Mevlid Kandili Mübarek Olsun...Hayırlara Vesile Olsun İnşallah... Alıntı
Φ suheda Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Vareden'in adıyla insanlığa inen NurBir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Bu şiir beni her okuduğumda neden bu kadar çok duygulandırıyor? Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Hepinizin Kandili Mubarek Olsun Arkadaslar.. Alıntı
Misafir RA_dya Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gül yüzünü rüyamızda Görelim yâ Resûlallah Gül bahçene dünyamızda Girelim yâ Resûlallah Aşkınla yaşarır gözler Hasretinle yanan özler Mübarek ravzana yüzler Sürelim yâ Resûlallah Sensin gönüller sultanı Getirdin yüce kur'ân'ı Uğruna tendeki canı Verelim yâ Resûlallah Veda edip masivaya Yalvarıp yüce Mevlaya Şefaat-i Mustafa'ya Erelim yâ Resûlallah Levleke dedi sana hak Bağışla yüzümüze bak Huzurullaha yüzü ak Varalım ya Resûlallah Derviş derki kardeşlere Çok salavat ver kardeşlere Gül yüzünü göre göre Ölelim ya Resûlallah Dertleriniz kum tanesi kadar küçük,sevinçleriniz Nisan yağmuru kadar bol olsun. Bu mübarek geceniz sevapla dolsun.Kandiliniz mübarek olsun Alıntı
Misafir ipek Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Bugün Peygamber efendimizin doğduğu gündür. Peygamber efendimiz yılında rebiül evvel ayının gecesi doğmuştur. Her yıl bu günde müslümanlar peygamberimizin dünyaya gelişini dualarla anarlar. Bu gece eller semaya kalkar, yürekler yaratana onun için açılır. islam aleminin kandili mübarek olsun. Alıntı
Φ sarıgöl Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 ARAYU ARAYU BULSAM İZİNİ Arayu arayu bulsam izini İzinin tozuna sürsem yüzümü Hak nasib eylese görsem yüzünü Ya Muhammed, canım arzular seni Bir mübarek sefer olsa da gitsem Kabe yollarında kumlara batsam Nur cemalin bir kez düşte seyretsem Ya,Muhammed canım çok sever seni Zerrece kalmadı kalbimde hile Sıdk ile girmişim ben bu hak yola Ebu Bekir, Osman, Osman da bile Ya Muhammed, canım arzular seni Ali ile Hasan Hüseyin anda Sevdası gönüllerde muhabbet canda Yarın mahşer gününde Hak divanında Ya Muhammed, canım arzular senin Arafat dağıdır bizim dağımız Anda kabul olur bizim duamız Medine'de yatar peygamberimiz Ya Muhammed, canım arzular seni YUNUS medh eyler seni dillerde Dillerde dillerde hem gönüllerde Arayı arayı gurbet ellerde Ya Muhammed, canım arzular seni İSLAM ALEMİNİN MÜBAREK "MEVLİD" KANDİLİNİ KUTLAR NİCE,NİCE KANDİLLERİ HEP BERABER SAĞLIK,SIHHAT, AFİYET İÇİNDE AİLESİ İLE BERABER "ALEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLEN HZ. MUHAMMED a.s.v." ın ŞEFAAT'INA NAİL OLMASINI TEMENNİ EDERİM KANDİLİNİZ MÜBEREK OLSUN. Alıntı
Φ sEn EsTiKçE bEn TiTrErİm... Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 herkesin kandili mübarek olsun.... Allah'ım dualarınızı kabul etsin... Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Herşey mânâsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü. Ruhlar birşey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu. O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi. İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı. Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler? Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler. O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1) Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda, - "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu. - "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler. Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum! "Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi. Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar. Ertesi gün Yahudiye vardılar: "Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler. Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi. Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi. Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler. Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada, "Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler. Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir. "Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2) Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı.. Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver." Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3) Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle: "O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük." Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir: "Hem Muhammed gelmesi oldu yakin Çok alâmetler belürdi gelmedin" Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi. Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar. Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5) Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi. Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü. Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi. Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü. Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi. Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6) İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz. Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir. Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin. Kaynaklar: (1)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60. (2)A.g.e, 1:162-163. (3)Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102. (4)A.g.e., 1:102. (5)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102. (6)Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162. Alıntı
Misafir taurusmutis Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Kandiliniz mübarek olsun arkadaşlar.. Alıntı
Misafir ipek Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Müslüman "İSA a.s." a Fatiha okur her zaman siz bir müslüman "muhit" havasını teneffüs etmediğinizden size öyle geliyor (sizin yaşadığınız ve yaşatmaya çalıştığınız yılbaşı çılgınlıklarından) dolayı sonra sizi ve şürekalarınızı alakadar etmez bu olay"Mevlid kandili" siz bakın yaşantınıza "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" değilmi bizim işimiz bize sizin işiniz size banliyo treni kalkıyor haydi sıraya. Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Sami Hocaoğlu -------------------------------------------------------------------------------- Anmak mı, anlamak mı, yaşamak mı? Bir peygambere iki tür saldırı yapılabilir. Birincisi fiziki varlığına yönelik, ikincisi misyonuna yönelik. Sizce hangisi daha tehlikelidir? Bana sorarsanız, misyonuna yönelik saldırı, fiziki varlığına yönelik saldırıdan bin kat daha beterdir. Çünkü peygamberi peygamber yapan gönderiliş amacıdır. Allah Rasulü'nün fiziki varlığına yönelik suikast artık mümkün değil. Çünkü böyle bir saldırı onun ölümlü tarafıyla ilgili. O beka yurduna göçtüğüne göre, suikast ihtimali sıfır demektir. Fakat aynı şeyi onun misyonu için de söyleyebilir miyiz? Mesela, “Onun misyonuna yönelik suikast ihtimali sıfırdır” diyebilir miyiz? Bunu asla diyemeyiz. Çünkü bu tehlike ve tehdit dün vardı, bugün var ve yarın da var olacak. Alemlere rahmet Hz. Muhammed'in misyonuna yönelik saldırılar, hep onu sevmeyenlerden değil, bilakis bunların çoğu onu sevenlerden, daha doğrusu onu sevdiğini iddia edenlerden gelecek. Bu sevginin zehirli sevgi olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım. Peygamberlerin fiziki varlığına yönelik saldırıların tarihsel örneği Yahudileşmiş İsrailoğulları'dır. Onlar, kendilerini uyaran, kendilerine hakikati haykıran peygamberlerini taşlıyorlardı. Dahası onların canına kastediyorlardı. Onların fiziki varlığını ortadan kaldırmak için çaba gösteriyorlardı. İkinci tür saldırıya, yani peygamberin misyonuna yönelik saldırının en tipik tarihsel örneği ise Pavlus Hıristiyanlığı'dır. Peygamberin beşeriliği inkar edilince, misyonu ölümcül bir darbe yemiştir. Allah'ın peygamberi İsa bu misyon suikastının ardından manen öldürülmüş ve yerine “İlah İsa” konmuştur. Bu yüzden Pavlusyen Hıristiyanlık'ta peygamberlik makamı “münhal”dir. Zira Hz. İsa o makamdan “terfi suretinde” –haşa- azledilmiştir. Ve işte bu yüzden bir Hıristiyan'ın tasavvurundaki İsa ile bir Müslüman'ın tasavvurundaki İsa arasında hiçbir benzerlik yoktur. Demek ki, bir peygamberin misyonuna yönelik saldırının temelinde, o peygamberin “beşer” kimliğinden çıkarılması yatmaktadır. İşte bunun için olsa gerek her peygambere olduğu gibi alemlere rahmet Hz. Muhammed'e de şöyle demesi vahiyle emredilmiştir: “Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım”. Peygamberlerin gönderiliş amacı, insanlığın doğru anlamasını temindir. Zira insanlığın en kadim sorunu “anlama sorunu”dur. İnsan, vahyin de belirttiği gibi bilgiyi elde edecek, üretecek ve iletecek bir donanımla yaratılmıştır. Bunu doğru yapması, ancak doğru anlamasına bağlıdır. Yanlış anlaması halinde bütün bu bilgi elde etme, üretme ve iletme süreçlerini bir yanlışa alet eder. Sonuçta Allah'ı yanlış anlar, varlığı yanlış anlar, kendisini yanlış anlar, tabiatı yanlış anlar… Peki de, gönderiliş amacı insanlığın doğru anlamasını temin olan peygamberin kendisi yanlış anlaşılmışsa ne olacak? İşte meselenin püf noktası da burasıdır. Efendimiz aleyhissalatu vesselam, bu probleme daha baştan dikkat çekmiş, yanlış anlamaya müheyya olanlara karşı sözlü ve fili tedbirler almıştır. Onun bu hassasiyeti, onu tarihte kalmış “tatlı bir anı” gibi anmaya kalkan akıllarca anlaşılabilir mi dersiniz? Sahi, böyle bir mantıkla onu “anmak”, misyonuna karşı düzenlenmiş suikastın bir parçası olmaz mı? Allah, Müslümanların anıları arasına girmesin diye onu “örnek” göstermiştir. Bir insanı örnek göstermek, onun yeniden üretilebilir, yaşatılabilir ve yaşanabilir olduğunu söylemektir. Bunun anlamı onu çağa taşımak, onunla çağdaş olmaktır. Bunun anlamı, her müminin, Hz. Peygamber'i kendi şimdi ve buradasına mümkün olduğunca taşıması ve yaşamasıdır. Bu da onu “anmaktan” daha çok “anlamakla” mümkündür. Anma çabaları onu anlamaya vesile olduğu kadar makbuldür. Yok eğer buna vesile olmuyorsa, aksine bir tür değer tüketim panayırlarına ve tatmin seanslarına dönecekse, ziyan ve hüsrandır. Her değerin arısı da olur sineği de. Bir değerin arısı onu üretendir, sineği onu tüketendir. Değer ne kadar büyükse, arısı ve sineği de o kadar büyük olur. Allah Rasulü biz Müslümanlar için çok çok değerlidir. Bunu söylemek kolaydır. Fakat o değerin kadr u kıymetini bilmek, söylemek kadar kolay değildir. Hele onu üretmek, taşımak ve yaşamak daha da zordur. “Anmak mı-anlamak mı?” dilemmasında tarafım elbette anlamak. Ancak gaye, sadece entelektüel yeşillik olsun diye anlamak değil, yaşamak için anlamak olmalıdır. Yeni Şafak........................................ Kandiliniz mübarek olsun arkadaşlar.. Alıntı
Φ kaplan-200 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 30 Mart , 2007 Güllerin Efendisi'ne Yakarış ::.. Güllerin Efendisi dediler ya Sana.. Gülleri sevmem bundandır. Gülizarlarda dolaşıp üzerime çiğ çiğ gül kokuları yağsın demem bundandır. Hasretlik bir sevdayı güllerle bezenmişçesine içime çekişim ve her hayal kırıklığında Senin kırık kalbini hatırlayışım bundandır efendim.. * * * Sen gelmezden evveldi başıbozukluğumuz. Sen yetmezden evveldi yetişemediğimize uzanışlarımız. Sen yitmezden evveldi cennet misal baharlarımız. Sen sevmezden evveldi kırçıl bakışlarımız. Sen esmezden evveldi çöl sıcağı hırslarımız. * * * Kime bakarsın ki bizden başka. Kime gülersin ki.. Kimi görürsün ki deyip de avuntulara doluştuğumuzun ertesiydi anladık. Anladık ki Senden başka Herşeye bakmış.. Senden başka Herşeyle gülmüş.. Senden başka Herşeyi görmüş gözetmiş idik.. Ama listelerimizde ve dualarımızda bir Sen yoktun Sevgili.. Senden başkasına bakışlarımız ve kalbimizi verişimiz vefaya sığar mıydı, bilemedik ! Senden başkasına dualarımız kabul görür müydü idrak edemedik ! Senden başkasına sunduğumuz gözyaşlarımız samimi miydi hissedemedik ! Ama yine de, bütün noksanlıklar bizde kalmak üzre, "Gel ne olur" diyen yüzbinlere bir gülüşünle GEL. "Sev ne olur" diyen yüzbinleri bir bakışınla SEV. "Kal ne olur" diyen yüzbinlerle bir duanla KAL. Son söz: Bizleri de Sevgi Çemberinin içine alır mısın a efendim ? Sıtkı Sarper SAĞLAM KANDİLİMİZ KUTLU OLSUN bütün islamalemi'nin kandili mubarek olsun............ Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 En Mukaddes Emânet Bazıları "din"i, aşkın diliyle târif ediyorlar. Bu görüş hürmete şâyândır ve dileyen ittibâ eder; şahsi kanaatimce din ahlâktır ve bu yaklaşım da diğerleri gibi saygıdeğer bir görüştür. Efendimiz'in doğduğu günü kutlamanın en iyi şekli, zannımca ahlâkını taklittir. İşin güzel tarafı ondaki hüsn-i ahlâk, beşerüstü değildir, dileyen her kişi Efendimiz'in ahlâkını taklid edebilir ve biz böyle güzel ahlâk sahibi olan insanların adlarını unutmayız, hâtıraları yâd edildiğinde "Allah ondan razı olsun, Allah sırrını takdis etsin" deriz. O bize insan tabiatının tahammül edemeyeceği şartlar dikte etmemiş, daha yolun başında mü'minlerin ümidini kırmamıştır, vasatın güzelleştirilmesine memur edilmiştir. Aralarında tefrik yapmadığımız Resuller içinde Efendimiz, "İslâm"ı, beşeri boyutlarıyla insana intikal ettiren ve oradan güzel ahlâk ile yükselten bir tebliğin memurudur ki şairini bilmediğim Arapça beyit, bu mânâyı ne hoş vurgular: "Efendimiz bir beşerdi fakat her beşer gibi değil / Taşlar arasında yâkut nasılsa öyle" Onun ahlâkına ve karakterine tutunan, İslâm'a da tutunur, Kur'an ile kendini istikametlendirince başı Arş'a değer. *** Simâca ve ahlâk itibariyle insanların en güzeli idi. Onun hulki ve seciyesi Kur'an idi; darılırsa Kur'an darıldığı için darılır, beğenirse Kur'an beğendiği için beğenirdi. Fâhiş, mütefahhiş değildi. Ne çarşıda pazarda çığırtkanlık yapar, ne de kötülüğe kötülükle mukabele ederdi; bilakis o her kusuru afvederdi. Bir yerde bir eksik görse, yüzünü öbür tarafa çevirirdi. Dünya umûrundan iki şey arasında muhayyer kılındı mı o, muhakkak en kolayını alırdı. Şu kadar ki, o kolay şey günah olmaya. Kendisi için kin tutup öç almamıştır. Meğer ki Allah'a karşı hürmetsizlik edilmiş ola. Hayâ cihetiyle kendi köşesinde oturan bâkir kızdan daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmazsa onu sahibinin yüzüne vurmaz, hoşnutsuzluğu yüzünden bilinirdi. Hiçbir zaman hiçbir yemeği beğenmezlik etmedi; arzu ederse yer, etmezse bırakırdı. Başıyla değil, vücudunun bütün hey'etiyle dönerdi; gülümserken dişleri birbirinden ayrılmazdı. Sözü, ekserin yaptığı gibi birbirine zincirleyerek değil, dinleyenin sayabileceği derece tane tane söylerdi ve kelimeleri gönüllere sinerdi. Müşriklere her hâl ve hareket ile muhalefet edilmesini, onlara özenilmemesini isterdi. Bir keresinde minberde hutbe irâd ederken, "Nâsârâ'nın İbn-i Meryem'i bâtıl üzre medhettikleri gibi siz de beni medhetmekte mübalağa etmeyiniz! Şüphesiz ki ben bir kulum. Binaenaleyh bana: Allah'ın kulu ve resûlü deyiniz" demişti. Bir sahabî, huzurunda nasıl davrandıklarını anlatıyor: "Öyle derin bir sükût, dikkat, aşk ve edeple dinlerdik ki, sanki başımızın üstüne konmuş bir kuşu ürkütmekten çekiniyor gibiydik." Bir gün hutbe irâd ederken mescide henüz yeni yürümesini öğrenmekte olan Hazreti Hüseyin girdi, her adımda düşüyor ama dinleyenler saygılarından ötürü dinlemeye ara verip çocuğa el süremiyorlardı. Minberden indi, Hazreti Hüseyin'i kucaklayıp kaldırdı, yanına aldı ve, "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer meşakkattir" âyetini okudu. Uykuya yatarken, "Yarabbi; senin isminle ölür, senin isminle dirilirim" derdi; uykudan kalkarken ise, "Hamd o Allah'a ki bizi öldükten sonra diriltti. Hepimiz O'na döneceğiz." Uhud günü müşriklere karşı koltuk kabartarak ve salınarak yürüyen Ebu Düccâne'nin gıyâbında dedi ki: "Allah bu yürüyüş tarzını sevmez, amma bu yerde müstesnâ; kibirliye kibretmek sadakadır." "Yedi tehlikeli şeyden kaçınınız" dedi. "Nedir?" dediler; "Allah'a şirk, sihir, Allah'ın katlini haram kıldığı bir hayâtı öldürmek, faiz kazancı ve yetim malı yemek, düşmandan yüz çevirip kaçmak, afif Müslüman hanımlara zinâ isnad etmek" dedi. Efendimiz'in en "mukaddes emânet"i ahlâkı idi; başımızın üstünde devlet kuşu odur. A. TURAN ALKAN .............Zaman Alıntı
Φ EMPATİ Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 Bu Gece O (S.A.V.) Doğdu Dostlar Sevinelim Şükredelim Uğruna Candan Geçtiğimiz Cana Salâvatlar Getirelim Siz Değerli Dostlara Hayırlı Bereketli Kandiller Dilerim... Alıntı
Misafir RA_dya Gönderi tarihi: 19 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 19 Mart , 2008 Mevlid kandiliniz mübarek olsun.. Alıntı
Misafir spices Gönderi tarihi: 19 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 19 Mart , 2008 Evet hepimizin kandili mübarek olsun Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.