Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

1951rose.jpg

 

Güllerin Efendisi'ne Yakarış ::..

 

 

Güllerin Efendisi dediler ya Sana.. Gülleri sevmem bundandır. Gülizarlarda dolaşıp üzerime çiğ çiğ gül kokuları yağsın demem bundandır. Hasretlik bir sevdayı güllerle bezenmişçesine içime çekişim ve her hayal kırıklığında Senin kırık kalbini hatırlayışım bundandır efendim..

 

* * *

 

Sen gelmezden evveldi başıbozukluğumuz.

Sen yetmezden evveldi yetişemediğimize uzanışlarımız.

Sen yitmezden evveldi cennet misal baharlarımız.

Sen sevmezden evveldi kırçıl bakışlarımız.

Sen esmezden evveldi çöl sıcağı hırslarımız.

 

* * *

 

 

Kime bakarsın ki bizden başka. Kime gülersin ki.. Kimi görürsün ki deyip de avuntulara doluştuğumuzun ertesiydi anladık.

 

Anladık ki

Senden başka Herşeye bakmış..

Senden başka Herşeyle gülmüş..

Senden başka Herşeyi görmüş gözetmiş idik..

Ama listelerimizde ve dualarımızda bir Sen yoktun Sevgili..

 

Senden başkasına bakışlarımız ve kalbimizi verişimiz vefaya sığar mıydı, bilemedik !

 

Senden başkasına dualarımız kabul görür müydü idrak edemedik !

 

Senden başkasına sunduğumuz gözyaşlarımız samimi miydi hissedemedik !

 

Ama yine de, bütün noksanlıklar bizde kalmak üzre,

 

"Gel ne olur" diyen yüzbinlere bir gülüşünle GEL.

"Sev ne olur" diyen yüzbinleri bir bakışınla SEV.

"Kal ne olur" diyen yüzbinlerle bir duanla KAL.

 

 

Son söz:

Bizleri de Sevgi Çemberinin içine alır mısın a efendim ?

Sıtkı Sarper SAĞLAM

 

KANDİLİMİZ KUTLU OLSUN

Gönderi tarihi:

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur

Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından

Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur

Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından

Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat

En müstesna doğuşa hamiledir kainat

 

Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım

Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

 

Hasretin alev alev içime bir an düştü

Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü

Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde

Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

 

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin

Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla

Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin

Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla

Evlerin arasına dikilir yesil bayrak

Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

 

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım

Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim

 

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü

Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü

Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe

Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

 

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden

Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına

Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden

Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina

Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin

Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

 

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım

Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim

 

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü

Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü

Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin

En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

 

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan

Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar

Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan

Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar

Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri

Paramparça, ateşler sahinin hayalleri

 

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım

O mücella çehreni izleseydim ebedi

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

 

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü

Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü

Katil sinekler deldi hicabın perdesini

İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü

Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında

Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin

Ebedi aşka giden esrarlı yollarında

Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin

Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü

On asırlık ocağın savururdum külünü

 

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım

Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

 

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü

Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü

Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara

Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

 

Badiye yaylasında koklasaydım izini

Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar

Seninle yıkasaydım acılar dehlizini

Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar

Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya

Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

 

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım

Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

 

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü

Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü

Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi

Hakların temeline sanki bir volkan düştü

 

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri

Ahuların içinde sevdan akkor gibidir

Erdemin, bereketin doldurur haneleri

Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir

Şemsiyesi altında yürürsün bulutların

Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

 

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım

Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

 

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü

İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü

Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer

Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

 

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini

Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir

Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini

Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir

Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından

Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

 

Madeni arzuların ardında seyre daldım

Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini

Senin için görülen bir düş de ben olsaydim

 

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü

Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü

Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali

Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü

 

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır

Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur

Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır

Sesini duymayanlar girdabında boğulur

Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin

Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

 

Saatlerin ardında hep kendimi aradim

Bir melal zincirine takıldı parmaklarım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

 

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü

Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü

Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül

Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

 

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde

Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay

Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde

Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray

Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin

Mekanın fırçasında solmayan resim senin

 

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım

Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

 

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü

Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü

İniltiler geliyor doğudan ve batıdan

Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

 

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın

İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler

Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın

Nazarın ok misali karanlıkları deler

Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin

Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

 

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım

Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

 

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü

Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü

Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün

Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

 

Nefsinle yeniden çizilecek desenler

Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek

Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler

Anneler çocuklara hep seni içirecek

Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin

Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

 

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

 

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü

Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın

İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

 

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım

Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

 

 

 

 

BUGÜN, YIPRANMIŞ, EZİLMİŞ, KAHROLMUŞ, KAVRULMUŞ YÜREKLERİN

EFENDİSİYLE BULUŞTUĞU GÜNDÜR...

 

ar139rl3ntse3.jpg

 

islamicwallpapers15ll4.jpg

Gönderi tarihi:

flowers_023.jpg

 

Gel, gel...

Yine gel.

Kafir, mecusi, putperest olsan da yine gel...

Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir.

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Yunus Emre

 

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,

Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol,

Sahavet ve cömertlikte akarsu gibi ol,

Tevazu ve maluliyette toprak gibi ol,

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...

Yunus Emre

 

Tüm Müslüman Aleminin Mevlid Kandili Mübarek Olsun...Hayırlara Vesile Olsun İnşallah... :clover::clover:

Gönderi tarihi:
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur

Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından

Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur

Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından

Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat

En müstesna doğuşa hamiledir kainat

 

 

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım

Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

 

Bu şiir beni her okuduğumda neden bu kadar çok duygulandırıyor? :crying:

Gönderi tarihi:

gul1004.jpg

Gül yüzünü rüyamızda

 

Görelim yâ Resûlallah

 

Gül bahçene dünyamızda

 

Girelim yâ Resûlallah

 

 

 

Aşkınla yaşarır gözler

 

Hasretinle yanan özler

 

Mübarek ravzana yüzler

 

Sürelim yâ Resûlallah

 

 

 

Sensin gönüller sultanı

 

Getirdin yüce kur'ân'ı

 

Uğruna tendeki canı

 

Verelim yâ Resûlallah

 

 

 

Veda edip masivaya

 

Yalvarıp yüce Mevlaya

 

Şefaat-i Mustafa'ya

 

Erelim yâ Resûlallah

 

 

 

Levleke dedi sana hak

 

Bağışla yüzümüze bak

 

Huzurullaha yüzü ak

 

Varalım ya Resûlallah

 

 

 

Derviş derki kardeşlere

 

Çok salavat ver kardeşlere

 

Gül yüzünü göre göre

 

Ölelim ya Resûlallah

 

Dertleriniz kum tanesi kadar küçük,sevinçleriniz Nisan yağmuru kadar bol olsun.

Bu mübarek geceniz sevapla dolsun.Kandiliniz mübarek olsun :clover:

Gönderi tarihi:

eliisi_annelerimiz_168333031_5704c7016d.jpg

Bugün Peygamber efendimizin doğduğu gündür. Peygamber efendimiz yılında rebiül evvel ayının gecesi doğmuştur. Her yıl bu günde müslümanlar peygamberimizin dünyaya gelişini dualarla anarlar. Bu gece eller semaya kalkar, yürekler yaratana onun için açılır. islam aleminin kandili mübarek olsun.

Gönderi tarihi:

:clover::clover::clover: ARAYU ARAYU BULSAM İZİNİ

 

 

Arayu arayu bulsam izini

İzinin tozuna sürsem yüzümü

Hak nasib eylese görsem yüzünü

Ya Muhammed, canım arzular seni

 

 

Bir mübarek sefer olsa da gitsem

Kabe yollarında kumlara batsam

Nur cemalin bir kez düşte seyretsem

Ya,Muhammed canım çok sever seni

 

 

Zerrece kalmadı kalbimde hile

Sıdk ile girmişim ben bu hak yola

Ebu Bekir, Osman, Osman da bile

Ya Muhammed, canım arzular seni

 

 

Ali ile Hasan Hüseyin anda

Sevdası gönüllerde muhabbet canda

Yarın mahşer gününde Hak divanında

Ya Muhammed, canım arzular senin

 

 

Arafat dağıdır bizim dağımız

Anda kabul olur bizim duamız

Medine'de yatar peygamberimiz

Ya Muhammed, canım arzular seni

 

 

YUNUS medh eyler seni dillerde

Dillerde dillerde hem gönüllerde

Arayı arayı gurbet ellerde

Ya Muhammed, canım arzular seni

 

İSLAM ALEMİNİN MÜBAREK "MEVLİD" KANDİLİNİ KUTLAR NİCE,NİCE KANDİLLERİ HEP BERABER SAĞLIK,SIHHAT, AFİYET İÇİNDE AİLESİ İLE BERABER "ALEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLEN HZ. MUHAMMED a.s.v." ın ŞEFAAT'INA NAİL OLMASINI TEMENNİ EDERİM KANDİLİNİZ MÜBEREK OLSUN.

Gönderi tarihi:

herkesin kandili mübarek olsun.... :clover::flowers:

Allah'ım dualarınızı kabul etsin... :clover:

 

Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili

 

Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Herşey mânâsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü.

 

Ruhlar birşey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.

 

O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.

 

İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.

 

Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?

 

Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.

 

O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1)

 

Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,

- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.

- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.

Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!

"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.

 

Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.

 

Ertesi gün Yahudiye vardılar:

"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.

Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.

Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.

Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.

Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,

 

"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.

 

Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.

 

"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)

 

Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..

 

Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."

 

Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)

 

Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:

 

"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."

 

Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:

 

"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin

Çok alâmetler belürdi gelmedin"

 

Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.

 

Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.

 

Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)

 

Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.

 

Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.

 

Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.

 

Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.

 

Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.

 

Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)

 

İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.

Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.

 

Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.

 

Kaynaklar:

(1)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60.

(2)A.g.e, 1:162-163.

(3)Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.

(4)A.g.e., 1:102.

(5)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.

(6)Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162.

 

:clover::clover::clover:

Gönderi tarihi:
Müslüman "İSA a.s." a Fatiha okur her zaman siz bir müslüman "muhit" havasını teneffüs etmediğinizden size öyle geliyor (sizin yaşadığınız ve yaşatmaya çalıştığınız yılbaşı çılgınlıklarından) dolayı sonra sizi ve şürekalarınızı alakadar etmez bu olay

"Mevlid kandili" siz bakın yaşantınıza "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" değilmi bizim işimiz bize sizin işiniz size banliyo treni kalkıyor haydi sıraya.

 

 

:clover::clover:

Gönderi tarihi:

Sami Hocaoğlu

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

Anmak mı, anlamak mı, yaşamak mı?

Bir peygambere iki tür saldırı yapılabilir. Birincisi fiziki varlığına yönelik, ikincisi misyonuna yönelik. Sizce hangisi daha tehlikelidir? Bana sorarsanız, misyonuna yönelik saldırı, fiziki varlığına yönelik saldırıdan bin kat daha beterdir. Çünkü peygamberi peygamber yapan gönderiliş amacıdır.

 

Allah Rasulü'nün fiziki varlığına yönelik suikast artık mümkün değil. Çünkü böyle bir saldırı onun ölümlü tarafıyla ilgili. O beka yurduna göçtüğüne göre, suikast ihtimali sıfır demektir. Fakat aynı şeyi onun misyonu için de söyleyebilir miyiz? Mesela, “Onun misyonuna yönelik suikast ihtimali sıfırdır” diyebilir miyiz?

 

Bunu asla diyemeyiz. Çünkü bu tehlike ve tehdit dün vardı, bugün var ve yarın da var olacak. Alemlere rahmet Hz. Muhammed'in misyonuna yönelik saldırılar, hep onu sevmeyenlerden değil, bilakis bunların çoğu onu sevenlerden, daha doğrusu onu sevdiğini iddia edenlerden gelecek. Bu sevginin zehirli sevgi olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım.

 

Peygamberlerin fiziki varlığına yönelik saldırıların tarihsel örneği Yahudileşmiş İsrailoğulları'dır. Onlar, kendilerini uyaran, kendilerine hakikati haykıran peygamberlerini taşlıyorlardı. Dahası onların canına kastediyorlardı. Onların fiziki varlığını ortadan kaldırmak için çaba gösteriyorlardı.

 

İkinci tür saldırıya, yani peygamberin misyonuna yönelik saldırının en tipik tarihsel örneği ise Pavlus Hıristiyanlığı'dır. Peygamberin beşeriliği inkar edilince, misyonu ölümcül bir darbe yemiştir. Allah'ın peygamberi İsa bu misyon suikastının ardından manen öldürülmüş ve yerine “İlah İsa” konmuştur. Bu yüzden Pavlusyen Hıristiyanlık'ta peygamberlik makamı “münhal”dir. Zira Hz. İsa o makamdan “terfi suretinde” –haşa- azledilmiştir. Ve işte bu yüzden bir Hıristiyan'ın tasavvurundaki İsa ile bir Müslüman'ın tasavvurundaki İsa arasında hiçbir benzerlik yoktur.

 

Demek ki, bir peygamberin misyonuna yönelik saldırının temelinde, o peygamberin “beşer” kimliğinden çıkarılması yatmaktadır. İşte bunun için olsa gerek her peygambere olduğu gibi alemlere rahmet Hz. Muhammed'e de şöyle demesi vahiyle emredilmiştir: “Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım”.

 

Peygamberlerin gönderiliş amacı, insanlığın doğru anlamasını temindir. Zira insanlığın en kadim sorunu “anlama sorunu”dur. İnsan, vahyin de belirttiği gibi bilgiyi elde edecek, üretecek ve iletecek bir donanımla yaratılmıştır. Bunu doğru yapması, ancak doğru anlamasına bağlıdır. Yanlış anlaması halinde bütün bu bilgi elde etme, üretme ve iletme süreçlerini bir yanlışa alet eder. Sonuçta Allah'ı yanlış anlar, varlığı yanlış anlar, kendisini yanlış anlar, tabiatı yanlış anlar…

 

Peki de, gönderiliş amacı insanlığın doğru anlamasını temin olan peygamberin kendisi yanlış anlaşılmışsa ne olacak?

 

İşte meselenin püf noktası da burasıdır. Efendimiz aleyhissalatu vesselam, bu probleme daha baştan dikkat çekmiş, yanlış anlamaya müheyya olanlara karşı sözlü ve fili tedbirler almıştır.

 

Onun bu hassasiyeti, onu tarihte kalmış “tatlı bir anı” gibi anmaya kalkan akıllarca anlaşılabilir mi dersiniz? Sahi, böyle bir mantıkla onu “anmak”, misyonuna karşı düzenlenmiş suikastın bir parçası olmaz mı?

 

Allah, Müslümanların anıları arasına girmesin diye onu “örnek” göstermiştir. Bir insanı örnek göstermek, onun yeniden üretilebilir, yaşatılabilir ve yaşanabilir olduğunu söylemektir. Bunun anlamı onu çağa taşımak, onunla çağdaş olmaktır. Bunun anlamı, her müminin, Hz. Peygamber'i kendi şimdi ve buradasına mümkün olduğunca taşıması ve yaşamasıdır.

 

Bu da onu “anmaktan” daha çok “anlamakla” mümkündür. Anma çabaları onu anlamaya vesile olduğu kadar makbuldür. Yok eğer buna vesile olmuyorsa, aksine bir tür değer tüketim panayırlarına ve tatmin seanslarına dönecekse, ziyan ve hüsrandır.

 

Her değerin arısı da olur sineği de. Bir değerin arısı onu üretendir, sineği onu tüketendir. Değer ne kadar büyükse, arısı ve sineği de o kadar büyük olur. Allah Rasulü biz Müslümanlar için çok çok değerlidir. Bunu söylemek kolaydır. Fakat o değerin kadr u kıymetini bilmek, söylemek kadar kolay değildir. Hele onu üretmek, taşımak ve yaşamak daha da zordur.

 

“Anmak mı-anlamak mı?” dilemmasında tarafım elbette anlamak. Ancak gaye, sadece entelektüel yeşillik olsun diye anlamak değil, yaşamak için anlamak olmalıdır.

 

 

Yeni Şafak........................................

 

 

Kandiliniz mübarek olsun arkadaşlar..

Gönderi tarihi:

:clover::clover::clover:

1951rose.jpg

 

Güllerin Efendisi'ne Yakarış ::..

 

 

Güllerin Efendisi dediler ya Sana.. Gülleri sevmem bundandır. Gülizarlarda dolaşıp üzerime çiğ çiğ gül kokuları yağsın demem bundandır. Hasretlik bir sevdayı güllerle bezenmişçesine içime çekişim ve her hayal kırıklığında Senin kırık kalbini hatırlayışım bundandır efendim..

 

* * *

 

Sen gelmezden evveldi başıbozukluğumuz.

Sen yetmezden evveldi yetişemediğimize uzanışlarımız.

Sen yitmezden evveldi cennet misal baharlarımız.

Sen sevmezden evveldi kırçıl bakışlarımız.

Sen esmezden evveldi çöl sıcağı hırslarımız.

 

* * *

Kime bakarsın ki bizden başka. Kime gülersin ki.. Kimi görürsün ki deyip de avuntulara doluştuğumuzun ertesiydi anladık.

 

Anladık ki

Senden başka Herşeye bakmış..

Senden başka Herşeyle gülmüş..

Senden başka Herşeyi görmüş gözetmiş idik..

Ama listelerimizde ve dualarımızda bir Sen yoktun Sevgili..

 

Senden başkasına bakışlarımız ve kalbimizi verişimiz vefaya sığar mıydı, bilemedik !

 

Senden başkasına dualarımız kabul görür müydü idrak edemedik !

 

Senden başkasına sunduğumuz gözyaşlarımız samimi miydi hissedemedik !

 

Ama yine de, bütün noksanlıklar bizde kalmak üzre,

 

"Gel ne olur" diyen yüzbinlere bir gülüşünle GEL.

"Sev ne olur" diyen yüzbinleri bir bakışınla SEV.

"Kal ne olur" diyen yüzbinlerle bir duanla KAL.

Son söz:

Bizleri de Sevgi Çemberinin içine alır mısın a efendim ?

Sıtkı Sarper SAĞLAM

 

KANDİLİMİZ KUTLU OLSUN

:clover::clover:

bütün islamalemi'nin kandili mubarek olsun............

Gönderi tarihi:

En Mukaddes Emânet

 

 

Bazıları "din"i, aşkın diliyle târif ediyorlar. Bu görüş hürmete şâyândır ve dileyen ittibâ eder; şahsi kanaatimce din ahlâktır ve bu yaklaşım da diğerleri gibi saygıdeğer bir görüştür. Efendimiz'in doğduğu günü kutlamanın en iyi şekli, zannımca ahlâkını taklittir.

İşin güzel tarafı ondaki hüsn-i ahlâk, beşerüstü değildir, dileyen her kişi Efendimiz'in ahlâkını taklid edebilir ve biz böyle güzel ahlâk sahibi olan insanların adlarını unutmayız, hâtıraları yâd edildiğinde "Allah ondan razı olsun, Allah sırrını takdis etsin" deriz. O bize insan tabiatının tahammül edemeyeceği şartlar dikte etmemiş, daha yolun başında mü'minlerin ümidini kırmamıştır, vasatın güzelleştirilmesine memur edilmiştir. Aralarında tefrik yapmadığımız Resuller içinde Efendimiz, "İslâm"ı, beşeri boyutlarıyla insana intikal ettiren ve oradan güzel ahlâk ile yükselten bir tebliğin memurudur ki şairini bilmediğim Arapça beyit, bu mânâyı ne hoş vurgular: "Efendimiz bir beşerdi fakat her beşer gibi değil / Taşlar arasında yâkut nasılsa öyle"

 

Onun ahlâkına ve karakterine tutunan, İslâm'a da tutunur, Kur'an ile kendini istikametlendirince başı Arş'a değer.

 

***

 

Simâca ve ahlâk itibariyle insanların en güzeli idi. Onun hulki ve seciyesi Kur'an idi; darılırsa Kur'an darıldığı için darılır, beğenirse Kur'an beğendiği için beğenirdi.

 

Fâhiş, mütefahhiş değildi. Ne çarşıda pazarda çığırtkanlık yapar, ne de kötülüğe kötülükle mukabele ederdi; bilakis o her kusuru afvederdi. Bir yerde bir eksik görse, yüzünü öbür tarafa çevirirdi.

 

Dünya umûrundan iki şey arasında muhayyer kılındı mı o, muhakkak en kolayını alırdı. Şu kadar ki, o kolay şey günah olmaya. Kendisi için kin tutup öç almamıştır. Meğer ki Allah'a karşı hürmetsizlik edilmiş ola.

 

Hayâ cihetiyle kendi köşesinde oturan bâkir kızdan daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmazsa onu sahibinin yüzüne vurmaz, hoşnutsuzluğu yüzünden bilinirdi. Hiçbir zaman hiçbir yemeği beğenmezlik etmedi; arzu ederse yer, etmezse bırakırdı.

 

Başıyla değil, vücudunun bütün hey'etiyle dönerdi; gülümserken dişleri birbirinden ayrılmazdı. Sözü, ekserin yaptığı gibi birbirine zincirleyerek değil, dinleyenin sayabileceği derece tane tane söylerdi ve kelimeleri gönüllere sinerdi.

 

Müşriklere her hâl ve hareket ile muhalefet edilmesini, onlara özenilmemesini isterdi. Bir keresinde minberde hutbe irâd ederken, "Nâsârâ'nın İbn-i Meryem'i bâtıl üzre medhettikleri gibi siz de beni medhetmekte mübalağa etmeyiniz! Şüphesiz ki ben bir kulum. Binaenaleyh bana: Allah'ın kulu ve resûlü deyiniz" demişti.

 

Bir sahabî, huzurunda nasıl davrandıklarını anlatıyor: "Öyle derin bir sükût, dikkat, aşk ve edeple dinlerdik ki, sanki başımızın üstüne konmuş bir kuşu ürkütmekten çekiniyor gibiydik."

 

Bir gün hutbe irâd ederken mescide henüz yeni yürümesini öğrenmekte olan Hazreti Hüseyin girdi, her adımda düşüyor ama dinleyenler saygılarından ötürü dinlemeye ara verip çocuğa el süremiyorlardı. Minberden indi, Hazreti Hüseyin'i kucaklayıp kaldırdı, yanına aldı ve, "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer meşakkattir" âyetini okudu. Uykuya yatarken, "Yarabbi; senin isminle ölür, senin isminle dirilirim" derdi; uykudan kalkarken ise, "Hamd o Allah'a ki bizi öldükten sonra diriltti. Hepimiz O'na döneceğiz."

 

Uhud günü müşriklere karşı koltuk kabartarak ve salınarak yürüyen Ebu Düccâne'nin gıyâbında dedi ki: "Allah bu yürüyüş tarzını sevmez, amma bu yerde müstesnâ; kibirliye kibretmek sadakadır."

 

"Yedi tehlikeli şeyden kaçınınız" dedi. "Nedir?" dediler; "Allah'a şirk, sihir, Allah'ın katlini haram kıldığı bir hayâtı öldürmek, faiz kazancı ve yetim malı yemek, düşmandan yüz çevirip kaçmak, afif Müslüman hanımlara zinâ isnad etmek" dedi.

 

Efendimiz'in en "mukaddes emânet"i ahlâkı idi; başımızın üstünde devlet kuşu odur.

 

 

A. TURAN ALKAN .............Zaman

  • 11 ay sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.