Zıplanacak içerik

DİNİ ADETLERİN KÖKLERİ ve BİLİMSEL TARİHİN ÖNEMİ... (Örn. Peçe çok daha öncelerden Arabistan ve Mezopotamya'da kadınlar tarafından «theristerum» adı.)

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Peçe çok daha öncelerden Arabistan ve Mezopotamya'da kadınlar tarafından «theristerum» adı altında ve sıcağa karşı bir korunma aracı olarak kullanılıyordu.

Dini Adetlerin Kökleri ve Bilimsel Tarihin Önemi...

 

Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendi'nin Sümer tarihi ile yazdıkları nedeniyle mahkemeye verilmesi skandalını ibret ve dehşetle izlediydim. Ancak beni dehşete sürükleyen o anda Türkiye gibi uygarlıktan nasiplenememiş ve geri kalmış, halkı büyük ölçüde bilgisiz bir toplumda olanlardan ziyade, insan denen akıllı varlığın nasıl kendisine belletilen herhangi bir şeyi (kaynağı ne olursa olsun), gözleriyle gördüğü (veya gözle görüldüğünü bir başkasından belgeleriyle öğrendiği) bir hakikate tercih ettiğini bir kez daha görmemdi. Beyin tembelliği diye betimleyebileceğimiz bu insan özelliği büyük ölçüde genetik bazı şartlanmaların yarattığı alışkanlıklar nedeniyle kültürel kökenlidir ve insan tarihinde gördüğümüz büyük felâketlerin en önemli kaynaklarından biridir.

İnsanın ilk öğretmeni annesidir. İnsan hayatta kalabilmek için gerekli pek çok marifeti ve alışkanlığı annesinden öğrenir. Anneye «inanmak», dolayısıyla, hayatta kalma savaşı için gerekli önemli bilgileri edinmiş olmakla eş anlamlıdır. Evrim, insana bu kıymetli bilgileri her ne bahasına olursa olsun «saklamayı» kodlamıştır; ancak kültürel evrim biyolojik evrimden hızlı olduğu için, insan annesinden öğrendiğini, gözleriyle görerek öğrendiğinden veya kendisine gözlem raporu olarak sunulanlardan daha gerçek addetmekten vaz geçememiştir.

Dinler tarihini biraz incelemiş olanlar bile bilirler ki, henüz Paleolitik (kaba ve yontma taş çağları) dönemde (kabaca günümüzden 7-8000 yıldan önce; yani Dördüncü Zaman Buz Çağları döneminde) insanın yaratan, yani tanrı olarak kabul ettiği ve kendisine tapındığı ilk varlık annedir, yani kadındır. Dünyanın ve toprağın hemen tüm mitolojilerde kadın olarak kabul edilmesi, bilhassa Neolitik dönemde (cilâlı taş devri) tarımın gelişmesiyle iyice farkedilen, içinden canlı çıkartma özelliğidir. İlk insanın «topraktan yaratıldığı» efsanesi de ekilen tohumdan bitki türemesi gözlemiyle anne=dünya=toprak eşitliğinin birleştirilmesinden çıkmıştır. Dolayısıyla annesinden öğrendiklerine kendi gözleminin bile ötesinde «inanan» insan, Tanrı buyruğu olarak kendisine belletilenlere de, aynı evrimsel içgüdüyle inanır ve onun gözlemle naksedilmesine izin vermez.

 

Peki iki tanrı çarpışırsa ne olur? Veya iki din karşı karşıya gelirse? Her insan kendisine önce öğretilmiş olan tanrıdan öğrendiklerinden vaz geçmemeye çalışır.[/b] Bu nedenle tüm dinler, mezhepler vb aslında kendilerinden önce gelenlerin gerçek yoldan sapmış oldukları, buna mukabil kendilerinin insanları gerçek yola döndürmek için geldiklerini, yani bir geriye dönüşü temsil ettiklerini iddia ederek ortaya çıkarlar. Bu şekilde insanları «yeni» dine, (veya yeni mezhebe) onun aslında «en eski dini» (veya gerçek dini) temsil ettiğini söyleyerek kazanma yolu seçilir. Örneğin, kaç kere dindar Müslümanlardan «aslında Hz. dem de Müslümandı» sözünü duymuşumdur.

 

Dinlerdeki bu muhafazakârlık elemanı, onları sık sık eski dinlerin pek çok öğesini kendilerine mâl etmeye itmiştir. Örneğin tâ Sümerlerden beri bilinen insanın topraktan yaradılışı efsanesi, Tufan efsanesi ve daha pek çokları büyük Sâmi dinlerine (aslında tek bir din geleneğinin Musevîlik, İsevîlik ve Muhammedîlik olarak betimlenebilecek üç kolu) dahil edilmiştir; Müslümanlıktan önceki Kâbe'nin kutsiyeti, baştanrının adı ve kurban kesme gibi öğeler, Müslümanlık öğretisi içine alınmıştır (bilhassa bkz. Daum, W., 1985, Ursemitische Religion: Kohlhammer, Stuttgart). Beni bu yazıyı yazmaya iten de elime bugün (28/XII/2006) yeni gelmiş olan meşhur Ortaçağ ansiklopedisti Seville psikoposu Isidor 'un (?560-636) «Etimolojiler» isimli kitabının bu yıl ilk kez yayımlanan İngilizce tercümesinin önsözündeki bir bilgi oldu. 620-636 yılları arasında yazılan eserinde İsidor bizlere Müslümanlıkta kullanılan peçenin çok daha öncelerden Arabistan ve Mezopotamya'da kadınlar tarafından «theristerum» adı altında ve sıcağa (Güneş'e?) karşı bir korunma olarak kullanıldığını bildiriyor. Şimdi gel de bunu İstanbul'un kışında, kurşun renkli bir gökyüzü altında yüzünü gözünü dinin gereği diye kapatan Müslüman bir kadına anlat.

 

İşte bu yüzden bilimsel bir tarih bilgisi, bilimsel herşeyin bilgisinde olduğu için önemlidir. Ve bu yüzden halkını bilimsel bilgiye ve (en son Darwin'e yapmaya yeltendiği gibi) bilginlere karşı kışkırtan Bay Hüseyin Çelik gibi Millî Eğitim Bakanları bir ulusun bekâsı için en büyük tehlikedir.

 

doganguneshh7.jpg

 

_____________________________________________________

Kaynak: Bilim Teknik 12.01.2007 / Pr. Dr. Celal ŞENGÖR...

Gönderi tarihi:

İnsanoğlu kendi dışında herhangibir varlığa dayanmaksızın

hayatın zorluklarına sadece sahip olduğu akıl ve irade ile karşı koyup,

geleceği ve geçmişi hakkındaki bilinmezlerini aydınlatmayı teknolojisi

daha yüksek ileriki kuşaklara bırakabildiği sürece gerçek evrensel

insan olmak yolunda ciddi bir adım atmış olacaktır.Zaten son 100 yıldır

teknolojinin ve düşüncenin göstermiş olduğu büyük atılımlar ışığında

gidişatta bu şekildedir.

Gönderi tarihi:

ATATÜRK ün din hakkındaki görüşleri.

 

Efendiler, Allah birdir, büyüktür. Kur'an bir Kitab-ı Ekmel'dir. Cenab-ı Peygamber Hatemül Enbiya'dır. (Büyük Nutuk, s. 1241)

Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur'an-ı Azimüşşandaki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s. 93-94)

Bizim dinimiz en makul, en tabii dindir ve ancak bundan dolayı son din olmuştur. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 6, s. 192-195, 2/2/1923, İzmir'de Türkiye'nin geleceği konusunda halkla konuşma)

Mazhar-ı nübüvvet ve risalet olan Fahrialem Efendimiz, bu kütle-i Arab içinde Mekke'de dünyaya gelmiş bir vücut-ı mübarek idi.

 

Yüzü nurani, sözü ruhani, reşit ve rüiyette bibedel, sözünde sadık ve halim ve mübüvvetce saire faik olan Muhammed Mustafa, evvela bu evsaf-ı mahsusa ve mutemayizesiyle kabilesi içinde, ‘Muhammed-ül Emin' oldu.

 

O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar o ölümsüzdür. (Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 208)

Atatürk, insanların ahlaklarını güzelleştirebilmek için gönderilen ve en mükemmel insan olan Hz. Muhammed'in ölümü ve sonrası için de düşüncelerini şöyle aktarmıştır:

 

Peygamberimiz vasıtasıyla en son hakayıd-ı diniye ve medeniyeyi verdikten sonra artık beşeriyetle bilvasıta tenevvür ve tekemülü her kulun doğrudan doğruya ilhamat-ı ilahiye ile temas kabiliyetine vasıl olduğunu kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenab-ı Peygamber, Hatemül Enbiya olmuştur ve kitabı, Kitab-ı Ekmel'dir.

 

Aynı zamanda Atatürk, Peygamberimiz'in yaşam tarzını milletine daha iyi tanıtabilmek için onun hayatını anlatan bir kitabı Türkçe'ye çevirttiğini; "...Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim..." sözleriyle bildirmiştir. (Atatürk'ten Söylev ve Demeçler, cilt 3, Mart 1930)

Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri, hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz da. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s. 66)

 

Büyük Önder, milleti için herşeyden önce, maneviyatın, kalp ve vicdan kuvvetinin yüksek tutulmasının şart olduğuna inanmıştır. Bunun için de;

 

Türk Ulusu daha dindar olmalıdır. Yani tüm sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 3, s. 69-70, 29.10.1923, Fransız yazar Maurice Pernot'ya verdiği demeç)

 

Benzer şekilde, Atatürk ünlü "Din vardır ve lazımdır. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, s.116) sözü ile de milletimizin ve Devletimiz'in bekası için dine bağlılığın vazgeçilmez bir unsur olduğunu tartışmasız biçimde ifade etmiştir.

 

Atatürk'ün dinine olan samimi bağlılığını ortaya koyan sözlerinden en anlamlı olanı, kuşkusuz vefatından hemen önceki son sözleridir. Vefatından 15 gün önce Başbakan kanalıyla tüm dünyaya açıkladığı ve Türk Ulusu'na manevi bir vasiyet niteliği taşıyan bu son sözlerinde Ulu Önder İslam Dini'ne ve Hz. Peygamber'e tam anlamıyla inanmanın ve tabi olmanın gereğini şöyle belirtmektedir:

 

Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. (Nedim Senbai, Atatürk, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979)

 

Atatürk'ün, İslam dinini, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Muhammed'i ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, onun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir. Bu bağlılık, sadece sözlerinde değil, uygulamalarında da açıkça görülmektedir.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.