Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 .... Bilimsel ilkeler ise inançları kabullenmez. .... Sormakta haklı olduğumu düşünerek şu soruyu sormak istiyorum: -Din mi Bilimle uğraşıyor (yok etmek için), Bilim mi Dinle uğraşıyor (yine yok etmek manasında)? Verdiğiniz tümceden, Bilim'in Din ile uğraştığını anladım ben. Oysa, daha önce, ki siz böyle bir iddiada bulundunuz mu bilmiyorum, bir çok ateist arkadaşımız, Din'in bilimle uğraştığını söylemişti? Bu Anlayışlarınızdan doğan kişisel bir farklılık mı? Eğer değilse, şunu açıkça cevaplamanızı istiyorum, çünkü gerçekten bende, anlatmak istediğinize dair bir anlamlandırma karmaşası oldu: "Bilim Dinle mi uğraşıyor? yoksa Din mi Bilimle uğraşıyor?" Ben Bilim'in "Soyut" kavramları ispatlamaya yönelik bir çabasının olduğunu düşünmüyorum. İnançlarda Soyut kavramlar üzerine yani "Bilişsel Zeka" ağırlıklı değil, "Duyuşsal Zeka" ağırlıklı kavramların anlamlandırıldığı bir alan olarak "Bilimin Konusu Olamaz" diye düşünüyorum... İkinci olarak: Yine Soyut Kavramları işleyen ve Duyuşsal Zeka ağılıklı bir alan olarak İnançta, Somut kavramları açıklamaya çalışan Bilim'e karışmamalıdır ve karışmazda diye düşünüyorum... Bakın burada bir arkadaşımız mutlaka şu soruyu soracaktır: "Madem İnançlar Bilim'e karışmıyor, niçin Dünyanın yaratılması, İnsanların yaratılması ile ilgili bilgiler sunuyor?". Bu soruyu, söylediklerimin sonucunda bir Ateistin sormaması imkansız (Kendimi Ateist arkadaşların yerine koyup, Ateizmi anlamaya çalıştığımda, ilk olarak bende bu soruyu sordum çünkü). Şöyle cevaplayayım, Dinler, bu konuları "Duyuşsal/Sezgisel Zeka" aracılığı ile yanıtlamaya çalışmışlardır. Yani bakın, Biz nasıl ki "Somut" bazı kavramları soyutlaştırıp, göründüğünden farklı manalara sokuyorsak, bu zeka işleyişi çerçevesinde ve bu zeka işleyişi ile kavranabilecek olan din'de aynısını yapmıştır. Somut olguları soyutlaştırmıştır. İnançlardan "Somut" ve "Bilimsel" veriler yani "Bilişsel Zeka" ürünü veriler beklemek bu yüzden mantıksız. Mesela biz nasıl ki "Bu adam Kafasızın teki" dediğimizde, o adamın kafasının olmadığını kastetmiyorsak, Dinde bunu böyle ele almıştır... Yada "Şu kız ne kadar sıcak kanlı" dediğimizde, "Isıtılmış Kana Sahip" bir kızdan bahsetmiyoruz tabii ki de... Bence Dinler bu şekilde ele alınıp, Din ile Bilim ilişkisi düşünülmelidir. Bence ikiside birbiri ile ilgilenmez... Aynı olgu ve olayları Biri "Bilişsel" ağırlıklı ("Sadece Bilişsel" değil, dikkat edin), diğeri "Sezgisel/Duyuşsal" ağırlıklı ("Sadece Sezgisel/Duyuşsal" değil, dikklat edin) olarak anlatmaya çalışmıştır... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Bakın sanırım Bilim konusnda aynı şeyleri düşünüyoruz. Elbette ki, bilimin ilerlemesi için "İnanç" bir kenara bırakılabilir (tabi gerekiyosa eğer)... Mesela diyorum ki hatta: diyelim ki, insanlar mesela insan klonlamaya karşılar. Tanrı'lık iddiasıdır diyerek... Ama insan klonlamak; çaresiz hastalıklara, organ nakline ve (özellikle organ mafyaları açısından) üretimine, hatta belkide kan üretimine çığır açacak nitelikte kolaylıklar ve yenilikler yaratıcaksa yapılmalıdır... Eğer Allah izin vermezse, zaten kimse kopya insanı canlı tutamaz diye inanıyorum inancım çerçevesince... Yani ben Eğer inancın bilime engel nüveleri varsa (ki ben olduğuna kesinlikle inanmıyorum) inançlı bir bilim adamı bunları bir kenara bırakabilir işini yaparken... İnançsız olması gerekmez... Mesela, İnançlı bir insanın "Bilimsel İlkeleri" kabullenemeyeceğini savunmuşsunuz, ben size çok çok basit bir örnek vereyim; Oktay Sinanoğlu, batının tanıdığı "En Genç Profesör" olarak anılan kişidir, kimyacıdır, bilim adamıdır. Kendisi hep, İşini hep "Gönlü" ile yaptığını ve başarısının altında bunun olduğunu söylemektedir... Yani birinci el ağızdan bir kimse söylüyor bunları. Kimyada Nobel ödülü almış, Bilimsel Nitelikleri ve Şartları kabullendiği ispat ve kabul edilmiş olan bu insan bizzat Tasavvufla ilgilendiğini ve Allah'a inandığını kendisi açıkça söylemektedir... Ben şahsen inanıyorum ki, İnançlı olmak Bilimyapmaya ve Bilimin koşullarını savunmaya engel değildir. Bilim pozitiftir, materyalisttir/maddecidir, evrimcidir... bunlar doğru ama, işini yapmak yani bilim yapmak ile inanç ayrı kategorilerdir. İnançlı bir insan olarak söylüyorum ki: Antropolji, Biyoloji, Anatomi vesair gibi bilimler bildiğim kadarıyla "Evrim" iddiasının sonucunda gelişen bilimlerdir... Bilimsel gelişme için "Evrim İddiası" tetikleyici bir teori ise eğer, yani bilimlerin ivmesini arttırıyorsa, İnançlı da olsa bir insan, Bilim yaparken "Evrim teorisi" üzerinden gitmelidir... İlla ki inanması gerekmez evrim teorisine... Nasıl ki sizin "Allah"ı anlamak için sarfettiğiniz çaba "Allah"a inanmanızı gerektirmiyosa ve "Allah"ı anlamak için bir Müslüman gibi hissetmeye çalışmanız sizi Müslüman yapmıyosa (ki ateist kimi arkadaşların Allah'ı anlama çabalarının bu şekilde olmadığı açıktır aslında), Bilimsel ilerleme için "Evrim" üzerinden yola çıkmakta insanı dinden çıkarmaz. Çünkü hala Allah'a inanıyorsunuzdur, yaptığınız şey sadece bilimdir, Maddedir... Ben buna inanıyorum... Yanlış mı sizce? Yanlış tabi sayın Tengeriin boşig. Galiba bilimselliğin kurallarını bilmiyorsunuz. Yada burada vurgulamak sizi yanıltacak diye değinmiyorsunuz. Bilimselliğin kuralları, gözlem, hipotez, deney, ve yasalardır. İnanç mefhumu bu dört kurallada çelişir. Yani bir inanca sağındanda, solundan da baksanız, bilimsellikle uzlaştıramazsınız. İnançlar sadece ve sadece maddeden soyut (ayrı), tinsel-akılcı kuramlardır, hurafelerdir, masallardır. Toplumların yerel kültürleridir. Tinsel(ruhsal) masallarıdır. Tüm toplumların böyle ruhsal masalları vardır. Biribirlerine şöyle yada böyle benzerdirler. İşin garibi, her toplum kendi inancını doğru görmektedir. Her toplum kendi inancına bilimsel kılıf geçirerek, ayakta tutmaya çalışmaktadır. Sizler ise Arap kültürünü bu şekilde savunmaktasınız. Selamlar. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Sormakta haklı olduğumu düşünerek şu soruyu sormak istiyorum: -Din mi Bilimle uğraşıyor (yok etmek için), Bilim mi Dinle uğraşıyor (yine yok etmek manasında)? Verdiğiniz tümceden, Bilim'in Din ile uğraştığını anladım ben. Oysa, daha önce, ki siz böyle bir iddiada bulundunuz mu bilmiyorum, bir çok ateist arkadaşımız, Din'in bilimle uğraştığını söylemişti? Bu Anlayışlarınızdan doğan kişisel bir farklılık mı? Eğer değilse, şunu açıkça cevaplamanızı istiyorum, çünkü gerçekten bende, anlatmak istediğinize dair bir anlamlandırma karmaşası oldu: "Bilim Dinle mi uğraşıyor? yoksa Din mi Bilimle uğraşıyor?" Ben Bilim'in "Soyut" kavramları ispatlamaya yönelik bir çabasının olduğunu düşünmüyorum. İnançlarda Soyut kavramlar üzerine yani "Bilişsel Zeka" ağırlıklı değil, "Duyuşsal Zeka" ağırlıklı kavramların anlamlandırıldığı bir alan olarak "Bilimin Konusu Olamaz" diye düşünüyorum... İkinci olarak: Yine Soyut Kavramları işleyen ve Duyuşsal Zeka ağılıklı bir alan olarak İnançta, Somut kavramları açıklamaya çalışan Bilim'e karışmamalıdır ve karışmazda diye düşünüyorum... Bakın burada bir arkadaşımız mutlaka şu soruyu soracaktır: "Madem İnançlar Bilim'e karışmıyor, niçin Dünyanın yaratılması, İnsanların yaratılması ile ilgili bilgiler sunuyor?". Bu soruyu, söylediklerimin sonucunda bir Ateistin sormaması imkansız (Kendimi Ateist arkadaşların yerine koyup, Ateizmi anlamaya çalıştığımda, ilk olarak bende bu soruyu sordum çünkü). Şöyle cevaplayayım, Dinler, bu konuları "Duyuşsal/Sezgisel Zeka" aracılığı ile yanıtlamaya çalışmışlardır. Yani bakın, Biz nasıl ki "Somut" bazı kavramları soyutlaştırıp, göründüğünden farklı manalara sokuyorsak, bu zeka işleyişi çerçevesinde ve bu zeka işleyişi ile kavranabilecek olan din'de aynısını yapmıştır. Somut olguları soyutlaştırmıştır. İnançlardan "Somut" ve "Bilimsel" veriler yani "Bilişsel Zeka" ürünü veriler beklemek bu yüzden mantıksız. Mesela biz nasıl ki "Bu adam Kafasızın teki" dediğimizde, o adamın kafasının olmadığını kastetmiyorsak, Dinde bunu böyle ele almıştır... Yada "Şu kız ne kadar sıcak kanlı" dediğimizde, "Isıtılmış Kana Sahip" bir kızdan bahsetmiyoruz tabii ki de... Bence Dinler bu şekilde ele alınıp, Din ile Bilim ilişkisi düşünülmelidir. Bence ikiside birbiri ile ilgilenmez... Aynı olgu ve olayları Biri "Bilişsel" ağırlıklı ("Sadece Bilişsel" değil, dikkat edin), diğeri "Sezgisel/Duyuşsal" ağırlıklı ("Sadece Sezgisel/Duyuşsal" değil, dikklat edin) olarak anlatmaya çalışmıştır... Sayın'Tengeriin boşig'. Biraz meşguliyetten birazda "F" klavyesininden "Q" ya geçmemden dolayı yazım gecikiyor. Yukarda sorduğun soruların cevabını bir üst iletimde bulabilirsin. Ben yinede soruna kısa bir cevap vereyim. Bilim ilkeleri gereği kendisinden başka alternatif görmez. Bu yüzdende başka ahlaki/kültürel mefhum tanımaz". Senin deyiminle "yok etmek için uğraşmaz. Yanlışı doğruyu tartışma, belirleme felsenin işidir. Felsefe, bilimsel nitelikler taşıyan maddeci, üretim/üleşim ilişkileri ahlakını belirlemiştir. "Bilim kaynaklı evrensel ahlak" olarak bilinir. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Yanlış tabi sayın Tengeriin boşig. Galiba bilimselliğin kurallarını bilmiyorsunuz. Yada burada vurgulamak sizi yanıltacak diye değinmiyorsunuz. Bilimselliğin kuralları, gözlem, hipotez, deney, ve yasalardır. İnanç mefhumu bu dört kurallada çelişir. Yani bir inanca sağındanda, solundan da baksanız, bilimsellikle uzlaştıramazsınız. İnançlar sadece ve sadece maddeden soyut (ayrı), tinsel-akılcı kuramlardır, hurafelerdir, masallardır. Toplumların yerel kültürleridir. Tinsel(ruhsal) masallarıdır. Tüm toplumların böyle ruhsal masalları vardır. Biribirlerine şöyle yada böyle benzerdirler. İşin garibi, her toplum kendi inancını doğru görmektedir. Her toplum kendi inancına bilimsel kılıf geçirerek, ayakta tutmaya çalışmaktadır. Arkadaşım, yazdığım şeylerin, belirttiğin şeylerle zıt bir anlam taşıdıığını düşünmüyorum. Aksine benim yazımı iyice okursanız, bende İnancın "Bilimsel Niteliklerle" ilgili olmadığını yazdım... Soyut olduğunu, Tinsel olduğunu belirttim... Aynı şeyleri söyleyip, ayrı demden vuruyoruz gibime geliyor... Garip doğrusu. Sizler ise Arap kültürünü bu şekilde savunmaktasınız. Selamlar. Elbette ki bu söyleminizi bana yönelik olarak söylemediğinizi düşünüyorum... "Sizler" diyerek, beni de "Arapçılık"ı savunan zihniyete koyuyorsanız, tartışmamızın etiğine hiç mi hiç uygun olmadığını ve bunun yakışmadığını açık açık söylemek istiyorum. Umarım bu söyleminiz, beni tanımadığınızdan ileri geliyordur. Müslüman olmak demek Arapçı olmak anlamına gelmediği gibi ne yazık ki Türk olduğu halde Arap gibi davranan ve düşünen insanlar vardır... Ama ben ömrümde hiç bir zaman "Türklük" mefhumundan bir adım dahi uzaklaşmış olmadım... Hayatımda Türklüğe inandığım kadar hiç bir şeye inanmadım... Türk Medeniyetine ve Kültürüne sahip olmamla duyduğum kadar hiç bir şeyimle onur duymadım... Belki beni Şoven olarak bile adlandırabilirsiniz ama emin olun, en azından "Arapçı" olarak anılmak üzdü diyebilirim... Arap Kültürünü hiç bir şekilde savunmamaktayım ve bundan emin olabilirsiniz... Aksine şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Türk Medeniyetine herşeyiyle bağlıyım... İthamınız çok haksızca ve tatsız oldu doğrusu... Herkesi aynı kefeye koyma huyundan vazgeçmelisiniz arkadaşım. Bence bu "Bilimselliğe" inanan birisi için çok kötü bir huy olmalı... Sonuçta diyorum, İnançta bireyseldir, yaşantılarda... yine de Saygılarımla... Alıntı
Φ wirschaft Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2006 Tengeriin boşig adına cevap vermişsiniz, olsun farketmez. Pek sağlıklı okuyup sağlıklı değerlendiremiyorsunuz. İnsancıl ve inançlı imişim, inançları yanlış olarak görmüşüm. İnsancıl tarafımın yanlışlığını belirtmedim. Doğal olarak sizler öyle göreceksiniz. Zira islam dışı insanları insancıl olarak görürseniz, inancınıza ters düşeceksiniz. Kaldıki, insancıl düşünce (humanizm), 18. yüzyılda rönesans Avrupasında, İtalyada ortaya çıkmıştır. Ayrıca kavramları da karıştırmışsın yada anlamlarını tam olarak bilemiyorsun. "Soyut" ve "Somut", din (görüş, fikir), eylem kavramlarını birlikte incelememiz, umarım bundan böyle karışıklığa neden olmaz. Soyut ; Madde yada ruhsal kaynaklı subjektif düşünce, kavram, kuram. Somut ; gözle görülen, elle tutulan, bilinen deneysel, objektif, mutlak gerçek. Madde yada ruhsal kaynaklı düşünceyi kavramı, madde üzerinde hayata geçirmeye kalkışıldığında somutlaşmaktadır. Misal (ruh üzerine) ; Allah ibadete değer varlıktır : (soyut kavram) Onun için aç kalmak secdeye kapanmak : (somut olgu) Bizim dinimizden olmayan zararlıdır. (soyut kavram) Dinimizden olmayanı öldürmek : (somut olgu) Görülüyorki, soyut kavramlar hayata geçirildiğinde somut olgulara dönüşüyor. Burada ayırılması gereken gerçek, madde kaynaklı soyut kavramlar. Madde kaynaklı soyut kavramlar bilimsel olup, gerçeklerle ilgili değerlerdir. Tinsel (ruhsal) soyut kavramların bilimle, maddeyle alakası olmadığı gibi emir ve yaptırım olarak insan/toplum toplum kaynaklı somut eylemlere dönüşebilir. Yanılgın bu şekilde sayın wirschaft. Selamlar. sayın bilimselci, ben sizin insancıl' düşünceye sahip olmadığınzı görüyorum demedim oysa .ok olablir.. geçmiş zaman kipine göre yanlış görmüş.yanılmışım.. ben bir insanım.. ama sizde galiba benden farksız değisiniz yanılmakta, okursanız yazımın tamamını dıkkatle, "Kaldıki sadece bu gibi şiddet içeren ayetler inancın 1/3 ini teşkil ediyor. " sözüyle örneklediğiniz ayeti açıkladığımı görürsünüz, ama sizde onu pek okumamışsınız. Tengeriin boşig kendi adına cevap verme yetisine sahip olmakla birlikte eğer bir konu üzerinde söylemk istediğim bişey varsa yazışan kişilerle sınırlandırmayıp eklerim fikirlerimi,forumda da böyle olmuyormu dikkat edin. hem bilim din konusu üzerinde hala sizden kanıtlı yanıtlar bekleyen sorularım var, hatırlarsanız,pek ses gelmedide,cevaplarmı tükendi diye düşündüm ...eh tekrar eyledim soruları mütavazi bir şekilde.. inaç kişinin zihniyle ve gönlüyle allahı kabul etmesidir. ve elbette bir düşünce olduğundan soyuttur. ve dinde inanç sistemi olması bakımından soyut bir kavramdır, din şiddet içermez şiddetle karşılaşınca insanı n nasıl davranması gerektiğni düzenler yada söyler.din inançlar çerçevesınde doğruyu yada yanlış belirler ve bu belirleyiş allah tarafından olduğu için maddesel bir belirginlik değildir.kuramdır. elbette düşünce eyleme dönüşüyorsa somuttur,ama insanın eyleminde gercekleştirdiği şey egosundanmı inancından mı yada çevresel farklı faktörlerden mi oluştuğu herzamn sorulması gereken müphem bir konudur, örneğin; namaz kılmaktadır soru 1 inancındanmı? soru 2 gösteriştenmi soru 3övülmektenmi yada;kişi askere gitmektedir; 1.mecburi 2.kadınların alayından çekindiğinden 3.vatanını sevdiğinden.... bunu ben nede siz yanıtlayabılırsınız kişinin vicdanından baska .. Allah ibadete değer varlıktır : hakikat Onun için aç kalmak secdeye kapanmak ;ibadet Bizim dinimizden olmayan zararlıdır;kanıtsız kavram Dinimizden olmayanı öldürmek :gerçek yalan ben hala sormaktayım; sorularımın hepsini burda tekrar etmeden, AKLI deneyden geçirebilirmisiniz kanıtı için, o nun kanıtı asla deneyle bulunamaz farkındamısınız, peki aklın deneyden gecmeden varolmasına ne cevap verırsınız.. saygılar saygınlara... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Arkadaşım, yazdığım şeylerin, belirttiğin şeylerle zıt bir anlam taşıdıığını düşünmüyorum. Aksine benim yazımı iyice okursanız, bende İnancın "Bilimsel Niteliklerle" ilgili olmadığını yazdım... Soyut olduğunu, Tinsel olduğunu belirttim... Aynı şeyleri söyleyip, ayrı demden vuruyoruz gibime geliyor... Garip doğrusu. .................... Arap Kültürünü hiç bir şekilde savunmamaktayım ve bundan emin olabilirsiniz... Aksine şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Türk Medeniyetine herşeyiyle bağlıyım... İthamınız çok haksızca ve tatsız oldu doğrusu... Herkesi aynı kefeye koyma huyundan vazgeçmelisiniz arkadaşım. Bence bu "Bilimselliğe" inanan birisi için çok kötü bir huy olmalı... Sonuçta diyorum, İnançta bireyseldir, yaşantılarda... yine de Saygılarımla... Sayın 'Tengeriin boşig'. Aynı şeyleri söylediğimizin iddiasında isen eğer (ben göremiyorum) ; O halde maddeleştirelim. 1- İlkeler gereği, inançla, bilimsel görüşün aynı insanda olamayacağını söylüyorum. Yürütmeye çalışıyorsa çelişkilerle yürütüyordur. Yani, kendini kandırıyordur. Bulunduğu ortamın koşulları hatırınadır. 2- Her toplumun içinden çıkmış inançlar, o toplumun yerel kültürüdür. İslamiyette, Arap toplumunun yerel bir kültürüdür. İslamiyeti savunan, Arap kültürünü savunmaktadır. Savunmuyorum diyen çelişkidedir. Yani, kendini kandırıyordur. Bulunduğu ortamın koşulları hatırınadır. İtirazın varsa eğer, başa dönüp daha ayrıntılı "aynı şeyleri" tartışırız. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Sayın 'Tengeriin boşig'. Aynı şeyleri söylediğimizin iddiasında isen eğer (ben göremiyorum) ; O halde maddeleştirelim. 1- İlkeler gereği, inançla, bilimsel görüşün aynı insanda olamayacağını söylüyorum. Yürütmeye çalışıyorsa çelişkilerle yürütüyordur. Yani, kendini kandırıyordur. Bulunduğu ortamın koşulları hatırınadır. 2- Her toplumun içinden çıkmış inançlar, o toplumun yerel kültürüdür. İslamiyette, Arap toplumunun yerel bir kültürüdür. İslamiyeti savunan, Arap kültürünü savunmaktadır. Savunmuyorum diyen çelişkidedir. " Yani, kendini kandırıyordur. Bulunduğu ortamın koşulları hatırınadır. İtirazın varsa eğer, başa dönüp daha ayrıntılı "aynı şeyleri" tartışırız. Öncelikle ben konu'nun "Bilim'in Özellikleri" (Somut olması ile) ve "İnanç'ın Özellikleri" (Soyut olması ile) olduğunu sanıyodum... Yani temel konumuz, sizin belirttiğiniz şeyler değildi asıl olarak... Söylediğim konularda temel olarak aynı mantığı yürütüyoruz... Konu sapmış gibi görünüyor... Benim belirtmek istediğim şeyler farklıydı... Ama, gelelim yukarıda sıraladığınız iki maddeye: Arkadaşım bu iki madde kesinlikle "Bilimsel" değiller... Çünkü öncelikle sıraladığın maddeler, senin kendi kişilik özelliklerin... Yani sen Bilişsel olarak İnanç ile Bilim'i bir arada yürütemediğin için böyle bir düşünceye sahipsin... Ancak mesela örnek olarak Oktay Sinanoğlu'nu verdim... Ama ona da kılıf buldunuz... Yani arkadaşım, kavramanız gereken tek şey "Bilim" ile "İnancın" aynı konuları kapsamadığıdır... Bir Doktorun araştırma yapmasını ben İnanç yönünden ele alamıyorum nedense, bana inançla alakalı gelmiyor... Bakın "Soyut" kavramlar "Somut" kavramları "Dizginler, sınırlar" veya bunlar birbirinin "Zıttııdır, karşıtıdır" gibi bir olgu, bilgi veya anlayış yoktur kesinlikle. Din ile bilim'i bir insanın kendi zihninde, algısında yürütememesi için bunun tam tersinin olduğunu sanması lazım. Soyut ile Somut kavramlar Artı ile Eksi gibi birbirinin zıttı değildir... Birbirlerinin alternatifi de değildir... Bir bilim adamı pek ala İnançlı da olabilir, inançlı da olmayabilir... Bilim adamı olmak "İnançlı olmak" yada "İnançlı olmamak" önkoşulunu gerektirmemektedir... Gelelim "Arapçılık" meselesine... Türkler İslam dinini, Arap kültürü ile birlikte almaktan ziyade, İslam dininin inanç özellikleri ile (ki bu kültür değildir), İslam öncesi Türk kültürünü ve hatta inancını harmanlamışlardır... Buna sentez de diyebiliriz. Ben Arap kültürüne ait hiç bir geleneğe ve kültürel özelliğe sahip olmadığım gibi Türk kültürüne de sıkı sıkıya bağlıyım ve hiç kimse beni "Arapçılıkla "itham edecek derece de de değildir... Eğer Müslüman olmak "Arapçılık" önkoşulunu gerektiriyorsa "Ateist" olmak için hangi Millete tabi olmak gerekiyo? Yani biliyosunuz Türkler "Ateist" değillerdi en azından... İnançlı olmak bir millete tabiyeti mi gerektiriyor? İlelebet Türk kalmak içn hangi koşullar gerekli o zaman? Diyalektiğe inanıyorsaınız, inanç ve kültürel olarak Milletlerin etkileşimine ve Medeniyet kavramına da inanıyorsunuzdur pek ala... Bunlar kaçınılmadır biliyorsunuz... Yani hiç bir medeniyetle aranıza duvar öremezsiniz... O zaman Batılı olmayı da sorgulamamız gerekir... İnanç Araplaşmamızı sağlıyorsa, "Demokrasi" "Politika" gibi Sosyal Bilimlerde biliyorsunuz ki Avrupalı Toplumların yönetim Gelenekleri ile ilgili Diyalektik Bilimlerdir... Bu Bilimleri almak "Avrupalılaştırıyor mu" bizi? O zaman Avrupalılaşmamak için Bilim almamalı mıyız? Yani bakın, zorlama kavramlarla, zorlama bir mantıkla insanları belli kefelere koyamazsınız... İnanç herşeyden önce "Kişisel bir Vicdan meselesidir". İnsan kendisini nasıl huzurlu hissediyorsa O'dur... Bunu niteleme hakkı sizin değildir... Ha deseniz ki "Sünnilik Arapçılığı İçerir" tamamdır, bunu anlarım, ki Sünni değilim... Deseniz ki Mezhepler (belli başlı isimler) Arapçılık temellidir, ki onu da bi nebzeye kadar kabul edebilirim (kimi mezhep Arapçılık politikası güden Emeviler döneminde zorla ortaya atılmıştır çünkü)... Ama her Müslümanı aynı kefeye koyamazsınız... Müslüman olmak Arapçı zihniyeti gerektirmez... Müslümanlığı "Arapçılık" olarak algılamayanlar yok değildir ancak bu genelleme yapabileceğimiz bir kavram değildir... Yukarıda saydığınız maddeler, tamamen sizin öncelikle kendi dünya görüşünüzü ve kişisel özelliklerinizi yansıtmakta ve son derece de kişisel tespitlerdir... Bilimsel ve İspatlanabilir hiç bir yanları yoktur... Siz derseniz ki "Ben bu şekilde görüyorum" anlarım... Siz İslamiyeti "Arapçılık" olarak düşünüyor olabilirsiniz ancak ben İslamiyeti hiçte sizin söylediğiniz gibi yaşamıyorum ve ister gizil bir niyetle olsun, ister farkında olmamaklığımla olsun hiçbir şekilde "Arapçılık"ı savunmuyorum ve yaşatmıyorum... Hatta inanmayabilirsiniz ama dünya görüşümde "Arap Geleneklerini" içeren her nüveye dikkat etmekteyim. Ama bu sadece Arap Kültürü için geçerli değil, Avrupa Kültürü içinde gerekli özeni göstermekteyim... İsterseniz "Arapçılığın" ne olduğunu ve ne kadar kendi kültürümüze sahip olduğumuzu başka bir konu açarak tartışabiliriz ama demek istediğim, kendi Bilişsel Özelliklerinize dayanarak insanları gruplandırma yetisine hiç kimse sahip değildir... Saygılar... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Öncelikle ben konu'nun "Bilim'in Özellikleri" (Somut olması ile) ve "İnanç'ın Özellikleri" (Soyut olması ile) olduğunu sanıyodum... Yani temel konumuz, sizin belirttiğiniz şeyler değildi asıl olarak... Söylediğim konularda temel olarak aynı mantığı yürütüyoruz... Konu sapmış gibi görünüyor... Benim belirtmek istediğim şeyler farklıydı... ............. Ama, gelelim yukarıda sıraladığınız iki maddeye: Arkadaşım bu iki madde kesinlikle "Bilimsel" değiller... Çünkü öncelikle sıraladığın maddeler, senin kendi kişilik özelliklerin... Yani sen Bilişsel olarak İnanç ile Bilim'i bir arada yürütemediğin için böyle bir düşünceye sahipsin... ... Neyi tartıştığımızı da unutuyorsun sayın Tengeriin boşig. İlk tartışma konumuz olan, senin değindiğin konudan ayrılmış değiliz. "Söylediğim konularda temel olarak aynı mantığı yürütüyoruz... Konu sapmış gibi görünüyor... Benim belirtmek istediğim şeyler farklıydı..." Bu söylediğindeki çelişmeyi görebiliyormusun? 70. iletinden alıntı yapıyorum. Ne kadar "Bilimsel" bir tespitte bulunmuşum bilmiyorum ama "İnanmış Bir Müslüman" olarak insanların "İnançlarından dolayı birbirlerini yargılamayı" bende mantıksız buluyorum... Ama yine burada da bir şey ekleyeyim "İnançlılar Bilim Yapamaz, İnanç Bilime Karşıdır" gibi bir saplantıyada inanmıyorum... Hatırlıyorsan eğer, "inançlılar bilimle ilgilenebilir ancak, bilimsel görüşlü değillerdir" diyerek ta baştan almıştık. Kaynaklı, ispatlı, alıntılı tartışmayı prensip edinmek gerek. Ayrıca "senin kişisel görüşlerin" dediğin bilimsel olabilmenin (bilimselliğin) ilkelerini bir araştır lutfen. İnançlarla bağdaştırabilecekmisin ? Yoksa tamamen karşıt ilkelermi ? "İslamiyet Arapların yerel kültürüdür" meselesine gelince. Okumayı seviyosundur mutlaka al eline Tevrat, İncil ve Kur'an'ı. Bak bakalım anlatılanlar yerel kültürlermi, değilmi? Okumadan boşuna tartışıyoruz. Söylediğin gibi sezgisel düşünce ile olmuyor. Objektif olmak gerekiyor. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Kaynaklı, ispatlı, alıntılı tartışmayı prensip edinmek gerek. Ayrıca "senin kişisel görüşlerin" dediğin bilimsel olabilmenin (bilimselliğin) ilkelerini bir araştır lutfen. İnançlarla bağdaştırabilecekmisin ? Yoksa tamamen karşıt ilkelermi ? Arkadaşım, Bir Bilim adamı "İnançsız olacak" diye bir kaide yok... İnanıyorsa da "Bilim adamı değildir" demek gibi bir sallahiyete sahip olduğunuzu düşünmüyorum... Bilimselliğin ilkelerini pek ala biliyorum, am tavsiyeniz üzerine tekrar tekrar araştırabilirim arkadaşım... Ama sizin anlamadığınız nokta şu: Ben diyorum ki "Din" ile "Bilim" ayrı noktalardır, ikiside birbiri ile uğraşmaz ve uğraşmamalı. Bilim Allah, Şeytan, Melek gibi kavramlarla ilgilinmez, ilgilenemez... Çünkü Soyut kavramlardır, ispatlanamazlar maddesel olarak, anladınız mı arkadaşım? Hiç bir yazımda da bunun aksine bir şey söylemedim... Yine Dinde "Sezgisel Zeka" ile kavranan bir bütün olduğu için "Bilişsel Zeka" ürünü olan Bilimin mantığıyla ve bulgularyla ilgilenmez, ilgilnemez... İspatta edemez, çürütemezde... Niçin? Çünkü bakın, en baştan söyleyeyim "Zeka/Düşünce Süreçleri" farklıdır her ikisinde de... Ama bu demek değildir ki, bi Bilim adamı İnanmamalı yada İnançlı biri Bilim yapmamalı yada yapamaz... Bir bilim adamı, Bilimin temel kurallarını kabul ederek pek ala bilim yapar ama aynı insan bir dine de inanabilir... Yani sizin ikisi bir arada olamaz dediğiniz şeyler birbirinden çok farklı şeyler... Aynen "Kısır bir kadın Anne olamaz" demek gibi bir şey bu tespitiniz... O insan biyolojik olarak anne olamayabilir ama bir evlat edindiğinde "Davranışsal" "Duyuşsal" ve "Psikolojik" olarak pek ala annelik yapabilir aslında... Yani "Annelik Duygusu" "Doğurganlıkla" doğrudan alakalı değildir... Bunun gibi, İnanç'ta "Bilimsel" olmakla alakalı değildir, "Bilimsel" olmakta, inanç ile alakalı değildir. Bir Bilim adamı İnanmış biri olabileceği gibi inanmamış birisi de olabilir pek ala... Bakın derseniz ki "Bilim ile Din apayrı ve birbiri ile ilgisiz anlayışlardır." diye, anlarım ve kabul ettiğim şeyde bu... Ama bilim adamı olabilmek için İnancın Reddedilmesi yada İnanılmaması önkoşulunu sunmanız son derece mantıksız... Yani size Dünyada kabul görmüş bir Kimyagerin, hemde Nobel ödüllü bir adamın "inanıyor olmasını" örnek olarak veriyorum hatta, ki hemde kendi ağızından... Ha eğer siz "Bilimsel Kimliğin Tespitinde" bir otoriteyseniz eğer ve diyorsanız "O Adam Bilim Adamı Değildir" diye, o zaman bizde önünde eğiliriz tabii ki... Ayrıca, teker teker tüm Bilim adamlarının İnançlı olup olmadığı konusunda bir araştırma yapıldığına şahit olmadım ve imkanlıda görünmüyor zaten bu... Sanırım, verdiğim örnekteki gibi Nobel ödülü almış bir profesörün "Bilim Adamı" Kimliğiyle "İnançlı" bir insan olmuş olması bile tezinizi çürütür mahiyettedir. Bakın söylüyorum, bir insan İnançlıda olabilir, inançsızda... Bu kişinin "Sezgisel Zeka"sının bir ürünüdür ve "Bilişsel" olarak edindiği Mesleği ile bir ilgisi yoktur, yani Bilim adamlığı ile İnançlı olmak arasında Ters yada düz orantı yoktur... Bir Bilim adamı inanıyo olabilirde, inanmıyo olabilirde... O Onun tamamen kendi "Sezgisel" yaşantılarının sonucudur ve Bilim adamı olup olmamakla, bilim üretip üretmemekle alakası hiç bir şekilde yoktur... "İslamiyet Arapların yerel kültürüdür" meselesine gelince. Okumayı seviyosundur mutlaka al eline Tevrat, İncil ve Kur'an'ı. Bak bakalım anlatılanlar yerel kültürlermi, değilmi? Okumadan boşuna tartışıyoruz. Söylediğin gibi sezgisel düşünce ile olmuyor. Objektif olmak gerekiyor. Yerel kültürün ne olduğunu çok iyi biliyorum arkadaşım merak etmeyiniz... Dediğiniz Üç kitabı, hatta Zebur'u da katalım, okumuşluğum vardır... Bakın öncelikle şunu gidermemiz gerekiyor bir tartışmaya başlamadan önce: "Kibirli" olmamamız gerekiyor. Yani karşımızdakinin Bilgisine saygı duymamız gerekiyor... Yani sizin bu küçümser tavrınızla ve çeşitli ithamlarınızla tartışmayı sürdürmemizin pek sağlıklı ve etik olduğunu düşünmüyorum... Çünkü belki hırsıma yenilip bende size çeşitli ithamlarda bulunabilirim... Hayata "Tek bir Pencereden" bakılamaz arkadaşım... Zeka tek yönlü işlemiyor ne yazık ki... Sadece "Bilişsel Zeka"yı kullanmıyoruz dünyayı algılamada... İnsanız biz... Duygularımız, hislerimiz ve tanımlarımız, davranışlarımız var ve öğrenme sürecinde hiç bir zaman yeterli seviyeye ulaşamayız, çünkü öğrenme Biyolojik varlığınızın son bulduğu ana kadar devam eden bir süreçtir. O ana kadar hala öğrenebilirsiniz... Ama siz herşeyi öğrenmiş bir insan olarak bizden çok çok ileridesiniz sanırım... Sizinde söylediğiniz gibi sadece "Bilişsel Zeka" ile de hiç olmuyor... Son derece Objektif olmaya, Bilime hakettiği değeri vermeye ve Hayatı anlamlandırma konusunda son derece Mantıklı olmaya çalıştığımı düşünüyorum. Yazdıklarım Bilim ve İnanç konusunda nerede durduğumu açıklamaya ve Bilim'e nasıl baktığıma son derece net bir açıklık getiriyor sanırım... Gerek görürseniz tekrar okuyabilirsiniz diğer yazılarımla birlikte... Ve Size yaşamınızda başarılar dilerim... Tartışmanın bu halde uzamasının gereksiz, yararsız olduğunu ve hatta kırıcı olabileceğini düşünüyorum... Saygılar... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Arkadaşım, Bir Bilim adamı "İnançsız olacak" diye bir kaide yok... İnanıyorsa da "Bilim adamı değildir" demek gibi bir sallahiyete sahip olduğunuzu düşünmüyorum... ................. Yazdıklarım Bilim ve İnanç konusunda nerede durduğumu açıklamaya ve Bilim'e nasıl baktığıma son derece net bir açıklık getiriyor sanırım... Gerek görürseniz tekrar okuyabilirsiniz diğer yazılarımla birlikte... Ve Size yaşamınızda başarılar dilerim... Tartışmanın bu halde uzamasının gereksiz, yararsız olduğunu ve hatta kırıcı olabileceğini düşünüyorum... Saygılar... Tartışmanın kısır döngü haline geldiğini bende görebiliyorum artık. Benimde uzatmaya niyetim yok. Ancak seninde, okuyanlarında hafızalarında yanlış bilgilerin kalmasını, yanlış sonlandırılmasını istemiyorum. Öncelikle vurgulu konuşmalarımdan dolayı etik olmadığımı bir kenara koyarak dinleyin. Kişisel hakaretler olmadığı sürece "bu konuyu bilmiyorsunuz", bir etik dışı itham değildir. Siz de bana diye bilirsiniz. Kaldıki bilmediğim binlerce konu olduğunu da ayrıca belirteyim. Sizin bildiğiniz şeyleri de ben bilmeyebilirim. Ama şu fark tartışmamızın başından beri anlaşılmadı. Lütfen anlaşılsın artık. Geçmiş sözümden alıntılıyorum. Ayrıca müslüman olan birisinin dünyayı anlama çabası da olabilir. Hatta bilimle uğraşma yada bilime inanma, katkı çabalarıda olabilir. Burada görüşlere sempati oranı önemli olan. Bilimi yeteri kadar kavramış (oran önemli) birisinin, haliyle metafizik (teolojik) inanaçları olmayacaktır. Elbette bilim ateistlerin malı değildir. Bilim, tüm insanlığın malıdır. Bilim, tüm insanlığın katkısı ile diyalektik olarak gelişmiştir. İnançlıların bilime katkısıda olabilir. Ancak bilimsel dünya görüşlü olamazlar. Bilimsel dünya görüşlü olmak demek; Bilimsel ilkeleri kabullenmek demektir. Bilimsel ilkeler ise inançları kabullenmez. Yani, madde kaynaklı olmayıp, deneysel olmayan bir bilgi bilimsel değildir. Yani şu demektir ki; İnançlı insan bilimle uğraşabilir, katkısı olabilir, bilim adamı da olabilir. Ancak "bilimsel dünya görüşlü" olamaz. Yani tüm olguları bilimsel yorumlayamaz, inancına ters düşer. İşte burasını benle tartışabilirsin. Ancak sağlıklı tartışmak için, önyargılı, polemiğe kaçıcı ifadeler kullanmamak gerekir. Yalnızca biliyorsunuz, bilmiyorsunuz, okumalısınız, kaynak gösterin demeniz yeterli. Misal olarak şu ifadeler yerine konuyu konuşmamız gerekir. Senden bir alıntı: Bakın öncelikle şunu gidermemiz gerekiyor bir tartışmaya başlamadan önce: "Kibirli" olmamamız gerekiyor. Yani karşımızdakinin Bilgisine saygı duymamız gerekiyor... Yani sizin bu küçümser tavrınızla ve çeşitli ithamlarınızla tartışmayı sürdürmemizin pek sağlıklı ve etik olduğunu düşünmüyorum... Çünkü belki hırsıma yenilip bende size çeşitli ithamlarda bulunabilirim... Bu durumda, tartışmaya devam edip etmemek, senin kendi tasarrufundur. Selamlar. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2006 İnançlı insan bilimle uğraşabilir, katkısı olabilir, bilim adamı da olabilir. Ancak "bilimsel dünya görüşlü" olamaz. Yani tüm olguları bilimsel yorumlayamaz, inancına ters düşer. İşte burasını benle tartışabilirsin. O zaman buradan tartışmaya devam edelim... Örnek verdiğiniz iletinizde şöyle söylemiştiniz: Bilimsel dünya görüşlü olmak demek; Bilimsel ilkeleri kabullenmek demektir. Bilimsel ilkeler ise inançları kabullenmez. Yani, madde kaynaklı olmayıp, deneysel olmayan bir bilgi bilimsel değildir. Deneysel olmayan, "Sezgilere/Duyulara" dayalı bilginin bilimsel olmadığını bende belirttim zaten, bakın: Ben Bilim'in "Soyut" kavramları ispatlamaya yönelik bir çabasının olduğunu düşünmüyorum. İnançlarda Soyut kavramlar üzerine yani "Bilişsel Zeka" ağırlıklı değil, "Duyuşsal Zeka" ağırlıklı kavramların anlamlandırıldığı bir alan olarak "Bilimin Konusu Olamaz" diye düşünüyorum... Sanırım bu tespitimle, sizinle aynı şeyi düşünüyoruz gibime geliyor... İnançlı insan bilimle uğraşabilir, katkısı olabilir, bilim adamı da olabilir. Ancak "bilimsel dünya görüşlü" olamaz. İşte asıl nokta da zaten bu diye düşünüyorum... "Bilimsel Dünya Görüşlü" ibarenizin tam olarak neyi anlatmaya çalıştığını anlamlandıramadım... Daha doğrusu sizin neyi kastettiğinizi anlayamadım... Şimdi şöyle söylerseydiniz eğer, söylediklerinize harfi harfine katılırdım: "İnançlı bir insan, Materyalist Dünya Görüşüne sahip olamaz"... Böyle bir tanımla son derece doğru ve tam yerinde bir tanım olurdu... Şimdi "Bilimsellik" sizinde vurguladığınız gibi "İspat Edilebilirlik" demektir... İspat edemediğimiz hiç bir şey Bilimsel Değildir... O yüzden Allah, Şeytan, Melekler gibi tasavvurlar Bilimsel nitelik taşımazlar... Buraya kadar herhangi bir anlaşmazlığımız yok diye düşünüyorum... Ama konuyu çeşitli yönleri ile açıklayarak ele almak gerekir diye düşünüyorum ve burada bir ayraç açmak istiyorum... Eğer "Sosyoloji" "Felsefe" "Psikoloji" gibi uzmanlıkları "Bilim" olarak kabul ediyorsanız, şöyle bir ekleme yapmak istiyorum; İçerik olarak değil ama Süreç olarak Din bu Bilimlerin, dolaylı olarak araştırma alanına girmektedir... Özellikle de Felsefenin alanına girmektedir... Sosyolojik olarak Dinin toplumlara olan etkisi ve Psikolojik olarak İnsana olan etkisi araştırma konusudur... Bu bir Hatırlatmaydı sadece... Devam edelim: Dedik ki; "Bilim İspat Edilebilirliktir" bu demek oluyor ki, Bilim "İçerik" olarak Dinlerle ilgilenmemektedir. Yani Dinin İnsana ve İnsanlara, İnsanlar arası ilişkilere değinirken, İçerik olarak Dinin ne anlattığıyla yada anlattıklarının ispatlanabilirliği ile ilgilenmez... Kaldı ki, bunu amaç edinen Felsefe'de zaten Bilim değildir... Dinde Bilimsel verilerle ilgilenmez zaten. Öncelikle zaten iki alanında Dünyayı Anlama Çabası, farklı ağırlıkta Zeka İşleyişlerine dayanır... Biri Soyut = Duyuşsal, Diğeri Somut = Bilişsel... Bu yüzden her iki alanda birbirlerini ne ispatlayabilir ne de yalanlayabilir diye düşünüyorum... İkisi de birbiri ile ilgilenmez çünkü... Ne zaman bir din kitabında "Suyun Formülüne" ve bir Bilimsel Araştırma da "Şeytan'ın ve Meleklerin varlığının İspatına" rastlarsanız, işte o zaman her iki alan, çok tuhaf bir şekilde birbiriyle ilgileniyor demektir... Bilim Dinlerin Soyut olarak tasavvur ettiği kavramlarla ilgilenmemesine rağmen yine soyut olan Vicdan, İyi-Köyü ve Doğru-Yanlış Algıları yada Değerlendirme Yeteneği gibi konuları Psikoloji açısından ele almaktadır. Yani Bilim sadece Gözle görünen değil, gözle görünemeyen Öğrenme Süreçlerinin Nüvelerini (Bilişsel,Sezgisel,Psikomotor öğeleri) dahi araştırmaktadır... Soyut olmasına rağmen insanların Vicdan'a sahip olduğu İspatlanmıştır... "Vicdansız" dediğimiz insanlar bile "Doğru ile Yanlışı, İyi ile Kötüyü Ayırt Edebilme" yeteneğine sahiptirler... Şimdi bunlar Ayraçtı, asıl söylemek istediğime gelmek istiyorum... 1- "Bilimsel Dünya Görüşlü" diye bir tanımın olduğuna inanmıyorum... Çünkü insan hayatında, İnancın nüveleri dışında da, var olduğu ispatlanamayan bir çok olgu vardır... Vicdan, Aşk, Sevgi, İnanç gibi konuları Bilimsel olarak ispat edemezsiniz... Şimdi ben basit bir mantık yürüterek anlatmak istediğimi anlatayım, sizde sizi yanlış anladıysam eğer, hatalarımı lütfen tesbit edip, geribildirimde bulunun: Eğer Bilimsel dünya Görüşlü olmak "İspatlanabilir Olgu, Olay ve Varlıklara" inanmak demekse "Sevgi, Vicdan, Huzur, İnanç vs..." gibi kavramların varlığına inanan hiç bir insan zaten Bilimsel Dünya Görüşüne sahip değildir. Çünkü bu kavramlar soyut ve göreceli, son derecede de değişken kavramlardır... Ancak var olan kavramlardır. İnanmayabilirsiniz ama sonuçta "İnanç" olgusu veya tam manası ile "hissi" vardır... İnancı İspatlayamazsınız ancak var olduğunu anlayabilirsiniz... 2- "Bilimsel Görüşlü Olmak"tan kastınız "İspat Edilebilirlik" değilde "Düşünme, Düşünebilme" "Doğru-Yanlış ayrımına varabilme" "İyi-kötü kavramlarını anlamlandırabilme" "Bilimin ilerleyişine katkıda bulunabilme" "Sistematiği kavrayabilme ve anlamlandırabilme" gibi süreçleri kapsıyorsa eğer bir inananın (böyle bir tanım varsa eğer) "Bilimsel Dünya Görüşlü Olmaması" için hiç bir engel yoktur... Her insan bu yetilere sahiptir ve yapabilmektedir... Yani bakın demek istiyorum ki "Bilimsel Dünya Görüşü" diye bir tanım çok yavan bir tanım gibime geliyor... Belkide bu tanımın, yazımdan da farkedeceğiniz gibi, bende bir anlam kazanamamış olmasından kaynaklanıyorda olabilir bu... Ama ben bildiğim kadarıyla söylemek istiyorum ki, Hiç Bir İnançlı İnsan "Materyalist Bir Dünya Görüşüne" sahip olamaz... Bu görüşteki bir insan Dünyayı "Maddeyi" temel olarak ele alır ve anlamlandırmaya çalışır... Yani dediğiniz gibi "İspatlanabilir" alanlara yoğunlaşır... Ama "Bilimsel Görüşlü Olmak" bana "Bilimsel" olmaktan daha farklı bir anlam ifade ediyor... Yabi "Bilimsel Görüşlü Olmak" ile "Bilimsel Olmak = Bilim" tanımları ayrı tanımlarmış gibime geliyor... "Bilimsel Dünya Görüşü": Bu tanım bana, ikinci maddede özelliklerini verdiğim ve "Analiz Yapabilme" yada "Sistemli Olarak Anlamlandırabilme" olarak basit bir şekilde iki-üç kelimeye sığdırabileceğim bir tanımı ifade ediyor... Ve ben sanıyorum ki, inançlı da olsa, inançsız da olsa her insan bu yetilere sahiptir... İnançlı bir insanda, Maddeyi analiz yaparak, sistemleştirerek, sınıflandırarak algılayabilir... Ben "Bilimsel Dünya Görüşlü Olmak" tümcesinden bu manayı çıkardım... Ama sanırım sizin aslında kastettiğiniz dünya görüşü "Materyalist Dünya Görüşü" olmalı... Ha siz Bilimsel Dünya Görüşü" ile "Materyalist Dünya Görüşü" tanımlarını birbirlerini eşiti olarak kabul ediyorsanız, tabi o da sizin düşüncenizdir, bişey diyemem ama söylediğiniz tanaım bana yukarıda ifade ettiğim bilgileri hatırlattı sadece... Sonuçta her insan, doğumundan itibaren Büyüme ve Gelişme sürecinde, Dünyayı belirli bir sistematiğe göre algılar ve anlamlandırır... Somuttan Soyuta, Genelden Özele, Basitten Karmaşığa vs vs vs... Kısaca özetlemek gerekirse "Bilimsel Dünya Görüşlü Olmak" bana "Dünyayı, Analiz Ederek, sistemli bir şekilde anlama yetisi" gibi acemice tanımlayabileceğim bir kavramı anımsattı... Eğer bu kavramı siz kazandırmadıysanız literatüre, kazandıran kimselerce açıklanmış anlamını yazmanızı rica ederim. Yok eğer siz kazandırdıysanız, birde benim belirttiğim açıdan bakmanızı rica edicem... Öyle sanıyorum ki, sizin anlatmak istediğiniz tanım, daha çok "Materyalist Dünya Görüşü = Materyalizm" kavramı ile daha çok örtüşüyor gibime geliyor. Saygılarımla... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 Sayın Tengeriin boşig. Sürekli çelişkiler içerisindesiniz. Daha önceleri söylemiştim tıpkı benim geçmişim gibi. Ama gerçekten bilgili ve aydın bir insansınız. Çelişkilerinizi kısa zamanda aşacağınızdan çok eminim. Ben çelişkilerimi, çok okuyarak ve tartışarak aştım. Baştan alalım: Bilimin ne olduğunu kısaca belirleyerek; Bilim tarih öncelerinde "bilgi" olarak bilinirdi. (Yanılgın buradan geliyor) Her bilgi bilim değildir, ya nedir ? Bilim ilkelerle elde edilen pratikle doğrulanan bilgidir. İşte bu tarifle senin zanlarından ayrılıyor bilim. Yani metafizik(fizik ve doğa üstü/ötesi) ve idealist (hayaldeki amaç,ülkü) bilgilerden ayrılıyor. Neden ayrılıyor ? Pratikte doğrulaNAmayacağı için. Devam edelim. İlkelerle elde edilip doğrulanan nedir ? Nesnellik ve nesnelliğe bağlı hareketler, olaylar, olgular. Nesne nedir ? Canlı ve cansız varlıklar yani madde. Madde nedir ? Materyal (ing. material) Tanımlar böyle olunca, bilim ; Nesne, madde ve materyalle ilgili bir disiplin oluyor. O halde; Bilimsel görüş, bilimsel düşünce, maddeci görüş, maddeci düşünce, materyalist (maddeci) hep aynı kavramlar olmuyormu ? Eğer aynı kavramlar ise ; Bilimsel görüşün içerisine dünya kelimesini sokmaya neden o kadar karşısın. Bilimsel görüş=Bilimsel dünya görüşü. Burada sana garip gelen nedir, onu anlayabilmiş değilim. Bazen çok çelişkili ifadeler sergiliyorsun. "Ama "Bilimsel Görüşlü Olmak" bana "Bilimsel" olmaktan daha farklı bir anlam ifade ediyor... Yabi "Bilimsel Görüşlü Olmak" ile "Bilimsel Olmak = Bilim" tanımları ayrı tanımlarmış gibime geliyor" Birşeyin, bir düşüncenin bilimsel olmasına bilim değil diyorsun. Ayrı tanım diyorsun. Yani fizikçinin fiziğe uygun ifadelerine, fizik değildir anlamında bir tanımlama çıkartıyorsun. Bu şekilde nasıl sağlıklı tartışabiliriz seninle ? Yazılarındaki cümlelerin yarısından fazlası çelişkilerle dolu. Bir kez daha okumanı öneririm. Satır satır cevaplayıp insanları sıkmak istemiyorum. Hangi birisini ele alayım, işte birisi daha; "Bilimsel Dünya Görüşü": Bu tanım bana, ikinci maddede özelliklerini verdiğim ve "Analiz Yapabilme" yada "Sistemli Olarak Anlamlandırabilme" olarak basit bir şekilde iki-üç kelimeye sığdırabileceğim bir tanımı ifade ediyor... Ve ben sanıyorum ki, inançlı da olsa, inançsız da olsa her insan bu yetilere sahiptir... İnançlı bir insanda, Maddeyi analiz yaparak, sistemleştirerek, sınıflandırarak algılayabilir... İnançlı insanın bunu yapamayacğını söylemedimki. O halde okuyup anlamıyorsun. İnançlı birisinin bilimle uğraşabileceğini ama çift kişilik (düşünce) taşıyacağını söyledimdi. Şimdi söyle bakalım bilimsel görüşlü olan bir inançlı, inancındakı mucizeleri (masalları) hangi bilimsel kanunla açıklayacaktır. O halde, hem bilime, hemde bilim karşıtlığına inanacaktır. Böyle bir şey olabilirmi ? Bilimsel görüşlü yada materyalist bir insan inançlı olamaz. Yada tersi. (Bilimle uğraşmaz/uğraşamaz, tanımaz/tanıyamaz demiyorum. Ama aldatıcıdır) Selamlar. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 Sayın Tengeriin boşig. Sürekli çelişkiler içerisindesiniz. Daha önceleri söylemiştim tıpkı benim geçmişim gibi. Ama gerçekten bilgili ve aydın bir insansınız. Çelişkilerinizi kısa zamanda aşacağınızdan çok eminim. Ben çelişkilerimi, çok okuyarak ve tartışarak aştım. Baştan alalım: Bilimin ne olduğunu kısaca belirleyerek; Bilim tarih öncelerinde "bilgi" olarak bilinirdi. (Yanılgın buradan geliyor) Her bilgi bilim değildir, ya nedir ? Bilim ilkelerle elde edilen pratikle doğrulanan bilgidir. İşte bu tarifle senin zanlarından ayrılıyor bilim. Yani metafizik(fizik ve doğa üstü/ötesi) ve idealist (hayaldeki amaç,ülkü) bilgilerden ayrılıyor. Neden ayrılıyor ? Pratikte doğrulaNAmayacağı için. Devam edelim. İlkelerle elde edilip doğrulanan nedir ? Nesnellik ve nesnelliğe bağlı hareketler, olaylar, olgular. Nesne nedir ? Canlı ve cansız varlıklar yani madde. Madde nedir ? Materyal (ing. material) Tanımlar böyle olunca, bilim ; Nesne, madde ve materyalle ilgili bir disiplin oluyor. O halde; Bilimsel görüş, bilimsel düşünce, maddeci görüş, maddeci düşünce, materyalist (maddeci) hep aynı kavramlar olmuyormu ? Eğer aynı kavramlar ise ; Bilimsel görüşün içerisine dünya kelimesini sokmaya neden o kadar karşısın. Bilimsel görüş=Bilimsel dünya görüşü. Burada sana garip gelen nedir, onu anlayabilmiş değilim. Bazen çok çelişkili ifadeler sergiliyorsun. Birşeyin, bir düşüncenin bilimsel olmasına bilim değil diyorsun. Ayrı tanım diyorsun. Yani fizikçinin fiziğe uygun ifadelerine, fizik değildir anlamında bir tanımlama çıkartıyorsun. Bu şekilde nasıl sağlıklı tartışabiliriz seninle ? Yazılarındaki cümlelerin yarısından fazlası çelişkilerle dolu. Bir kez daha okumanı öneririm. Satır satır cevaplayıp insanları sıkmak istemiyorum. Hangi birisini ele alayım, işte birisi daha; İnançlı insanın bunu yapamayacğını söylemedimki. O halde okuyup anlamıyorsun. İnançlı birisinin bilimle uğraşabileceğini ama çift kişilik (düşünce) taşıyacağını söyledimdi. Şimdi söyle bakalım bilimsel görüşlü olan bir inançlı, inancındakı mucizeleri (masalları) hangi bilimsel kanunla açıklayacaktır. O halde, hem bilime, hemde bilim karşıtlığına inanacaktır. Böyle bir şey olabilirmi ? Bilimsel görüşlü yada materyalist bir insan inançlı olamaz. Yada tersi. (Bilimle uğraşmaz/uğraşamaz, tanımaz/tanıyamaz demiyorum. Ama aldatıcıdır) Selamlar. Bakın zaten belirttim açık açık... "Bilimsel Dünya Görüşü" diye adlandırdığınız tanımla ilk defa karşılaştığım için, buna ne mana verdiğinizi anlayamadım... O yüzden çeşitli bakış açıları sunmaya çalıştım... Bunun çelişkiler doğurması normaldir diye düşünüyorum. Çünkü, diyorum işte; "Materyalist Dünya görüşü" deseniz çok açık ve oturmuş bir tanım olur. Ama öteki tanıma ait bi şema yoktu belki de zihnimde... olabilir, normaldir. Sonuçta "Öğrenme" denen olgu ömrümüzün sonuna kadar işleyen bir süreç... Neyse, asıl söylemek istediğim: Sizin benim çelişkilerim olarak adlandırdığınız düşünceler, aslında sizin tanımınızı anlama çabamdan ileri geliyor. Bir anlam kazandırmaya çalışıyordum o kadar... Ve yazımda dediğim gibi, "Bilimsel Dünya Görüşlü Olmak" ile "Materyalist Olmak"ı aynı anlamlı olarak görüyorsunuz, yani bu şekilde tanımlıyorsanız, belirttiğim gibi o açıdan zaten haklısınız ve buna hiç bir inananda karşı çıkamaz, çünkü Materyalist Felsefe varlığı "Madde"yi temel olarak ele alır... İnanç ise tam tersidir... Bu konuda bir anlaşmazlığımız yok tabii ki... Ama dediğim gibi ilk duyduğumda "Bilimsel Dünya Görüşü" tanımı, bende "Materyalist" olmaktan başka anlamlar ifade etti ve o açılardan ele almaya çalıştım arkadaşım... Ama şimdi söylediğinizi anlamış bulunuyorum; "Bilimsel Dünya Görüşü" = "Materyalizm" diyorsunuz... Eğer bu şekilde algılıyorsanız, eleştirecek bir nokta göremiyorum... Deseydiniz ki "Bilimsel Dünya Görüşü" "Materyalizm" demek değildir, o zaman tartışılması gerekirdi diye düşünüyorum... Ama ben yine de sizin tanımınız yerine "Materyalizm" tanımının kullanımını daha uygun görüyorum... Çünkü hem zaten kullanılan, oturmuş bir kavram, hemde "Bilimsel Dünya Görüşlü Olmak" kavramı gibi esnek değil. Şu tespitinizi açıklayayım: Birşeyin, bir düşüncenin bilimsel olmasına bilim değil diyorsun. Ayrı tanım diyorsun. Ben Bilim'i orada bir "Faaliyet" olarak ele aldığım için böyle basit bir anlam yükledim... Mesela "Fiziğin" bir bilim olup, "Yerçekimi Kanununun" Bilimsel bir bilgi yada kanun olması gibi yada "Biyoloji" bir Bilim ancak "Evrim Teorisi" bilime dayandırılan yada bilimsel temelli bir düşünce, teori... Bu açıdan bakmıştım... Yani biliyorsunuz "Bilim" tanımı da çok esnek bir tanım... Temel olarak üç anlamda kullanılıyor ama daha farklı anlamlar da yüklenebiliyor... Neyse, konumuz bu değil, sadece "Çelişki" olarak adlandırdığınız düşüncemi açmak istedim... Ama asıl anlatmak istediğim şeyi de sizin anlamadığınız ortada... şöyle örnek vereyim, demişsiniz ki: İnançlı birisinin bilimle uğraşabileceğini ama çift kişilik (düşünce) taşıyacağını söyledimdi. Şimdi söyle bakalım bilimsel görüşlü olan bir inançlı, inancındakı mucizeleri (masalları) hangi bilimsel kanunla açıklayacaktır. İşte diyorum ki bende, İnançlar "Sezgi"ye dayanır, Bilim ise "Bilişsel"dir... Yani İnançlar "Soyut", Bilim "Somut" olarak ele alır olayı... Bakın en azından Nuh tufanını bile araştırırken bu fark çok bariz bir şekilde ortaya çıkıyor... Din "Sümer" yazıtlarında bile geçen bu olay için "Soyut" ve "Sezgiye" dayalı bilgiler verirken, "Bilim" ise bu olayı "Ani Mevsim Değişiklikleri"ne bağlamaktadır ve iki bilgininde ortaya koyduğu tarih hemen hemen örtüşür... Yani belli bir dönemde büyük bir sel felaketi olmuştur, bilimde bunun olduğunu söylüyor ama her iki otorite de bunu farklı olarak ele alıyor... Aynı konuyu ele alsalar bile ne yöntem olarak, ne anlayış olarak nede olayı kavramadaki yetiler açısından herhangi bir birliktelik veya ortaklık olmuyor... Yani Bir bilim adamı "İnanç" ile "Bilim"in insan tarafından "Kavranabilme" sürecini ve Bilim'in ne ile ilgilendiğini bildiği sürece, sizin söylediğiniz ikilem, çift kişilik veya karmaşa hiç bir zaman gerçekleşmeyecektir... Yani diyelim ki işte "Nuh Tufanı" üzerinden gidelim yine... Bir bilim adamı Dinin bu konuyu "Sezgisel" olarak ele aldığını, "Bilim"in "Bilişsel" yada Maddesel olarak ele aldığını bilirse, zaten bu konuyu "Sezgisel" olarak araştırmayacaktır, Bilimsel kimlik olarak öyle bir yetkisi, sorumluluğu ve görevi yoktur çünkü... Yani Dinin ve Bilimin sınırlarını bilen bir bilim adamı, Mucizeleri "Bilimsel Kanunla" açıklama çabasına "zaten" girmeyecektir, çünkü onların sezgiye dayandığını, yani soyut kavramlar olduğunu "zaten" bilecektir... Sezgiye dayandırarak açıklama gibi bir lüksü yoktur... Yada tam tersinden örnek vereyim; mesela "İnsan Klonlama" konusunda, bir çok inançlı insan korku ve çelişki içinde... Yani insan klonlamak acaba "Tanrılık" iddiasında mı bulunmak demektir diye... Oysa ben diyorum ki, İnsan Klonlamak "Bilgi"ye dayalı, "Bilimsel Bir Araştırma/Deney"dir... Yani Öğrenmedeki "Bilişsel Zeka" ürünü bir teoridir... Ve "Sezgisel Zeka" ile kavranan "İnanç" ile yorumlanamaz, İnsan klonlamanın Tanrılık iddiası olup olamayacağı. Yani Bilimsel bir deneyi sezgiye dayandırarak açıklayamazsınız. İşte bir Bilim adamı (ki Bilim adamı ise eğer, bunun ne demek olduğunu biliyor demektir) İnanç ve Bilim konusunu bu şekilde algılarsa "İnsan Klonlama" konusunda herhangibir sorun olmayacaktır... Bakın umarım anlatmak istediklerimi yeterince anlatabilmişimdir... Çünkü biraz karışık olduğunu düşünüyorum... Kısaca şöyle açıklayayım diye düşündüm ama: **Her insan dünyayı anlamada ve öğrenmede üç yeteneği kullanır: "Bilişsel Zeka" "Sezgisel Zeka" "PsikoMotor Zeka"... Bunların kullanımı insanların ihtiyaçlarına göre değişmektedir ama her insan her üçünüde kullanmaktadır. Bir bilim adamı "Bilişsel Zeka"yı en üst yoğunlukta kullanırken, bir sanatçı "Psikomotor Zeka"yı, bir din adamı ise "Duyusal/Sezgisel Zeka"yı en üst seviyede kullanır. Ancak bu, herbirinin sadece tek bir zekayı kullandığı manasına gelmez. Her insan, her üç zeka türüne de sahiptir ve üçünüde kullanır... İşte bu noktada şu var ki, "Bilim Adamları İnanca İhtiyaç Duymaz" diye bir şey yoktur, ha kimisi inanmayabilir ama kimisi de inanır... Her insan "İnanç" olarak bir şeylere inanmaya ihtiyaç duyar... Her insan yaşamında her üç zeka türünü de kullanır... Yani bir Bilim adamı mesleğinde, Nuh Tufanını "Bilimsel Verilerle" incelerken, kendi iç dünyasında bunu İlahi bir nedenle de anlamlandırabilir... Bu çelişki demek değildir yada şöyle söyleyeyim, ben çelişki olarak görmüyorum en azından. Çünkü o bilim adamı Kendi İç dünyasında yani inancında o olayı "Sezgisel Olarak" ele almakta, Mesleki olarak ise "Bilişsel Olarak" ele almaktadır... Burada dikkat etmemiz gereken nokta; bu bilim adamı, ne kadar inanmış biri olsa da, Bilimin ve İnancın sınırlarını gerçekten biliyorsa "Hayır, Nuh Tufanı Nuh Peygamber Beddua Ettiği İçin Olmuştur!!!" diyerek ortaya çıkmayacağıdır... Yanin inançlı bir insan, Sezgisel olarak algıladıklarını, Bilimsel olarak niye ve nasıl ispatlamaya çalışsın ki? yada hangi mantıkla böyle bir çabaya girişecek? Şeytanı hangi deney ortamında incelicek? Şeytan, Melek falan sadece Sezgilerle algılanabilen soyut kavramlar, yani bunu, sorduğunuz sorudaki gibi aklı başında hiç bir insan ele alıp, ispatlamaya çalışmaz ve çalışamaz ki zaten? Bilim din için böyle bir faaliyete girişmez ki hem... ve dinde, Bilimin konusu olan Deneylere yaklaşamaz zaten. Çünkü Din dünyayı "Bilişsel" olarak algılayamaz ki öyle bir çabası olsun... Ayrıca Bilimse Sezgisel olarak algılayamaz ki dünyayı, Dinin mucizelerini açıklamaya çalışsın? Sadece, bilinçli bir varlık olarak "İnsan" bu iki düşünme sürecini veya "Zeka yapısını" kullanarak anlamlandırabilir... Yani ben konuyu böyle algılıyorum sadece... Eksikliklerim veya yanlışlarım olabilir tabi, varsa yine tesbit etmenizi rica ederim... Dediğiniz gibi, herşey tartışarak öğrenilir ve okuyarak... Anlamak için okuyarak... Saygılar... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 Bakın zaten belirttim açık açık... "Bilimsel Dünya Görüşü" diye adlandırdığınız tanımla ilk defa karşılaştığım için, buna ne mana verdiğinizi anlayamadım... O yüzden çeşitli bakış açıları sunmaya çalıştım... Bunun çelişkiler doğurması normaldir diye düşünüyorum. Çünkü, diyorum işte; "Materyalist Dünya görüşü" deseniz çok açık ve oturmuş bir tanım olur. Ama öteki tanıma ait bi şema yoktu belki de zihnimde... olabilir, normaldir. Sonuçta "Öğrenme" denen olgu ömrümüzün sonuna kadar işleyen bir süreç... ............ Yani ben konuyu böyle algılıyorum sadece... Eksikliklerim veya yanlışlarım olabilir tabi, varsa yine tesbit etmenizi rica ederim... Dediğiniz gibi, herşey tartışarak öğrenilir ve okuyarak... Anlamak için okuyarak... Saygılar... Saygı benden sayın Boşiq İnan benim eksikliklerim senden daha fazladır belki. Böyle düşünmek çok güzel. Birbirimizden yararlanıyoruz. Senden farklı tarafım, bilimsel konulara çok eğildiğimden, bilim ve metafizik konuları net ayırabiliyorum o kadar. Epeyce mesafe katettik. Epeyce konulardada mutabakat sağladık. Geriye bir konu kaldı. Soyut bilgi nedir ? Bunu netleştirebilirsek eğer başka uzlaşmazlığımız da kalmayacak. Somut bilginin, ispatlanmış bilimsel bilgi olduğundan zaten ikimizin de kuşkusu yok sanırım. Gelelim soyut bilgiye: Soyut bilgi somutun aksine denenmemiş bilgidir. Soyut bilgiyi iki şekilde değerlendirmek gerekecek. (Ki sen buna sezgisel zeka(bilgi) da diyorsun.) 1. si yaşamdan edinilen bilgilere, tecrübelere dayalı(maddesel/nesnel) kaynaklı bilgi(hipotez, kavram, teori) 2. si ise doğa üstü, fizik ötesi madde ile ilgisi olmayan tinsel/ruhsal, metafizik bilgiler. 1. maddede verdiğim soyut bilgi, madde kaynaklı olduğundan, bilimsellik için tez ve hipotez özelliği de taşımaktadır. Denenilebilir özellik taşımaktadır. Denemeler sonucu doğruluğu kanıtlanırsa soyut bilgi olmaktan çıkar ve yasalaşır. Denemeler sonucu doğruluğu kanıtlanmazsa bilimsel yetersizlik vardır kanıtlanması için bilimsel gelişmeler beklenir. Bu tür bilgiler bilimsel öngörülü soyut bilgilerdir. Basit bir misal vermek gerekirse. Işıkla bilgi taşına bilir. Bir soyut bilgidir. Ama taşınabileceği Maddeden gelen bir bilgidir. Üstelik tümevarım ilkesiyle bilimseldir. Elektrik bir dalga dır. Bilgi taşır. Işıkta bir dalga olduğuna göre o da taşır. İşte bu senin deyiminle sezgisel yada soyut bir bilgidir. Sezgi yada olabilirlik bilgisi/düşüncesi bilişsel bilginin ürünü olmaktadır. Yani bilimsel soyut bilgidir. Bilimsel felsefe buna örnektir. Şimdi asıl üzerinde durulması gereken 2. sezgisel/soyut bilgi. Hiçbir bilişsel bilgi kaynaklı olmadan ortaya atılan bilgi madde/fizik ötesi bilgidir. Buna da örnek vermek gerekirse "kaf dağının arkasında yedi başlı ejderha". Veya inançsal bilgiler den "babasız peygamber"(Allahın oğlu) Savaşan kuşlar, yılan baston, bölünüp dağın iki yanında gözüken gezegen. Kızıl denizin ikiye bölünüp içinden orduların geçmesi. Denizin üzerinde yürüyen peygamber. Örnekler çoğaltılabilir. İşte bunlarda hiçbirzaman doğrulanmayacak, denenemeyecek 2. tip sezgisel, soyut kavramlar. Bilimsel billgilere karşıt uydurma, masalımsı bilgiler. Hiç bir bilimsel yasalarla ölçülemeyecek bilgiler. Bunlara sezgisel bilgi yerine uydurma bilgi demek daha doğru olacak. Metafizik felsefe de buna örnektir. Neticede bilimsel yasalara inanmış, yaşamdaki tüm değerleri bu yasalarla açıklayacak bir bilim adamı ; Yasalarla açıklanamayacak kavramlara uydurma diyecektir elbette. Uydurma dediği içinde, inanç bilgilerini kabullenmemiş olacak. Bu durumda bilimsel görüşlü bir bilim adamı inançlı olamaz/olamayacaktır. Selam. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2006 ... Şimdi asıl üzerinde durulması gereken 2. sezgisel/soyut bilgi. Hiçbir bilişsel bilgi kaynaklı olmadan ortaya atılan bilgi madde/fizik ötesi bilgidir. Buna da örnek vermek gerekirse "kaf dağının arkasında yedi başlı ejderha". Veya inançsal bilgiler den "babasız peygamber"(Allahın oğlu) Savaşan kuşlar, yılan baston, bölünüp dağın iki yanında gözüken gezegen. Kızıl denizin ikiye bölünüp içinden orduların geçmesi. Denizin üzerinde yürüyen peygamber. Örnekler çoğaltılabilir. İşte bunlarda hiçbirzaman doğrulanmayacak, denenemeyecek 2. tip sezgisel, soyut kavramlar. Bilimsel billgilere karşıt uydurma, masalımsı bilgiler. Hiç bir bilimsel yasalarla ölçülemeyecek bilgiler. Bunlara sezgisel bilgi yerine uydurma bilgi demek daha doğru olacak. Metafizik felsefe de buna örnektir. Neticede bilimsel yasalara inanmış, yaşamdaki tüm değerleri bu yasalarla açıklayacak bir bilim adamı ; Yasalarla açıklanamayacak kavramlara uydurma diyecektir elbette. Uydurma dediği içinde, inanç bilgilerini kabullenmemiş olacak. Bu durumda bilimsel görüşlü bir bilim adamı inançlı olamaz/olamayacaktır. Selam. Soyut ve Somut bilgi konusundaki tanımlarınız kabul görmüş, sabit tanımlar... O yüzden o yazdıklarınız tartışılacak "Göreceli" kavramlar olmadığı için, tartışılabilir olan en son maddenizi aldım sadece... Bakın, işte "Sezgisel Bilgi"nin önemi yada önemsizliği de tam olarak şundan kaynaklanıyor: Anlamlandırabilme ve Anlamlı Gelme... Bakın, diğer söyledikleriniz son derece Bilimsel Kavramlar yani Tesbit edilmiş evrensel kavramlar veya Psikolojinin belirlediği "Öğrenme" açısından belirlersek "Bilişsel Zeka"nın tesbit ettiği sabit bilgilerdir... İnançların ve buna bağlı olarak Dünya Görüşlerinin doğduğu Zeka ise "Sezgisel Zeka"dır... Bakın, ben insanların ancak belirli süreçler içerisinde dünyayı anlamlandırabildiğine inanıyorum... İnsanlar (Organizma) için "Hayatın" tek bir amacı vardır o da "Dengelenme" yani Hayatı Anlama, Anlamlandırma veya Anlaşılabilir Kılma... Bakın, tüm Bilgiler, İnançlar, Teknolojiler tüm bu çabaların ürünüdür veya gereğidir... Dikkat ederseniz, tartışmamızın boyutu "Dinler var mıdır, yok mudur" değil... Zaten önemli olan konu bu da değil... Hiç bir Dinin savunulmaya ihtiyacının olduğunu düşünmüyorum zaten... Bir Bilim adamı, ikimizinde mutabık olduğu gibi, "Dinsel/Soyut Kavramların" ispatı ile ilgilenmez ve bilim'de bu kavramları açıklamaya yönelmez ve yönelemez... Ama bu Mesleki olarak böyle... Yukarıda saydığınız örnek olaylar zaten hep Soyutlaştırılmış Bilgilerdir... O yüzden hiç bir Bilimsel yöntemle açıklama çabasına girilemez zaten girilse de boş bir çaba olmaktan öteye gidilemez... Ama bakın, benim için her şeyden önce "Hayatı Anlamlandırmak" önemlidir. Bilime, Bilimsel verilere emin olun sizin kadar çok inanıyorum ancak, bakın verdiğiniz "Soyut Düşünce" örnekleri gibi "Evrim Teorisi"de şu an hala bir "Soyut Düşünce"dir... İspatlanamamıştır, bu sadece bir örnek... asıl önemli olan "Dünyaya Ne anlam Verdiğimiz" yani "Dengelenme"yi nasıl sağladığımızdır... İşte özellikle üzerinde durduğum "Zeka Yapıları" bu yüzden çok önemli... Yani siz doğuştan gelen özelliğiniz uyarınca "Bilişsel Zeka" ağırlıklı olarak, Dünyayı "Materyalist" açıdan algılıyorsunuzdur ve "Zeka Yapınızdaki" bu dengelenme bozulmadığı sürece, bunu kimse de değiştiremeyecektir... Dünyayı "Sezgisel" olarak anlamlandıran kimseler de yine bu zeka yapısı baskın olarak var olduklarından Dünyayı bu şekilde anlamlandırabilmektedirler... Daha fazlasını yada daha azını bekleyemeyiz her iki zeka yapısına sahip insanlardanda... O yüzden hep diyorum ki, İnsan ancak Anlayabildiği kadarını anlar. Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez. Bakın bir arkadaşımızın bir tesbiti var "Bu forumda geldiğimden beri, ne kimse Dinini bıraktı ne de kimse Dine döndü" diyordu... Bakın demek istediğim, Bilim ile İnançların olşum süreçleri tamamen farklı. Mesela ben kendimden örnek vereyim, Ben Dünyayı, Bilişsel Algıla yanında, Sezgilerimlede anlamlandırmayı daha mantıklı buluyorum, o yüzden (iyi yada kötü) dünyayı söylediğiniz şekilde anlamlandırmam biraz zor gibi görünüyor. Yani Sezgilerimden arındırılmış bir şekilde anlamlandırmak beni tatmin etmiyor. Bakın buna "İslam Dini" açısından bakmayın, konu İslam Dini değil... Bunu niye söyledim, çünkü bazıları "İslam'ın Şiddet İçerdiğini" düşündüğü için "Şiddet içeren bir din mi anlamlı geliyor" diyebilir... Hayır, ben diyorum ki: Dünyayı, Bilişsel Algıların yanıda Sezgilerimlede değerlendirerek, kendime daha anlamlı kılabiliyorum, ve böyle huzurluyum. Kimileri bu yüzden "İslamı anlamak istediğim gibi anladığımı düşünüyor ama ben sadece anlayabildiğim gibi anlıyorum, herkesin gerçeği farklı... Bakın, bir Filozof şöyle diyor "Aslanlar ve Maymunlar düşünebilseydi, İlahları da Aslan ve Maymun olurdu". Sizde öyle ki Dünyayı hiç bir zaman belki de, Sezgilerinizle anlamlandıramayacaksınız öyle değil mi? Bakın söylediklerinizi çok iyi anlıyorum, bence bu Zeki yada Akıllı olmakla yada olmamakla alakalı değil... "Potaya zıplayan çocuklar" örneğindeki gibi "Potaya zıplayamayan kısa çocuk -Yeteneksiz- değildir.". Bakın belki benim yada sizin yapabileceğimiz sadece bu kadardır, yani kısa çocuk belki sizsiniz belkide benim, önemli olan bu değil, önemli olan Huzurlu olup olmadığımız, yani "Organizma Dengede mi?" asıl soru bu ve "Evet dengede" diyebiliyorum ben... Neyse, asıl söylemek istediğim ise şu; tamam Bilim yapabilmek için tabii ki de "Bilimsel Mantığı" yada şöyle söyleyeyim "Materyalist Mantığı" kavramış olmak gerekir (ve "Materyalist Mantığı" anladığımı düşünüyorum). Ama bir bilim adamı Bilim ile İnanç konusunu, ikisininde hangi Algıları temel alarak var olduğunu ve hangisini nasıl algılamak gerektiğini pek ala ayırabilir, bilebilir, farkına varabilir diye düşünüyorum. Ve Bilim adamı olan bir insan gayette inanabilir diye düşünüyorum... Yani buna örnek olarak Oktay Sinanoğlu'nu verdim mesela. Ben yazılarını okudum ve eğer sizde takip ederseniz "Bilimsel/Materyalist Mantığı" kavradığını ama aynı zamanda İnandığını görürsünüz... Yani İnanmak, Bilim Adamı olmaya engel değildir bence. Ha ama sizin bilginize ve dediğinize göre Oktay Sinanoğlu "Bilimsel Dünya Görüşüne" sahip değil... "Bilimsel Dünya Görüşü"nden kastınız "Materyalizm" olduğuna göre, evet öyle bir anlayışa sahip değil diyebilirim gönül rahatlığıyla, Materyalist değildir ve bende öyle bir görüşe sahip değilim ve hiç bir insan bir inanca sahip olduğu sürece bu görüşe sahip olamayacaktır asla... Bunu açık ve net bir şekilde söyleyebilirim... Ama bu o insanların "Materyalizm"in ne olduğunu, "Materyalist Bakış Açısının" dünyayı nasıl değerlendirdiğini, nasıl anlamlandırdığını, neleri kabul edip, neleri yadsıdığını öğrenemeyeceği manasına gelmez elbette ki... E bunları öğrenebilen, bilebilen, anlayabilen bir insanda, Bilim yaparken o gözlüğü takabilir diye düşünüyorum... Bakın burada siz haklı çıktınız bir manada, sanırım ve haklısınız, Böyle yaparak, yani İnançlı insan, Bilim yaptığı sürece "Materyalist Gözlüğü" takarak bir şekilde çift kişilik oluşturuyo olabilir, yani sizin tabirinizle "Bulunduğu Ortamın Hatırına" Materyal bir görüş sağlıyor olmalıdır ama bu kendisinde bir çelişki yaratmaz diye düşünüyorum. Bilim ile İnancın arasındaki Algı farkını biliyorsa eğer, bunun çelişki yaratacağını sanmıyorum... Dediğim gibi, işe giderken Gözlük takmak gibi bişey olsa gerek... Sizin kadar katı değilim bu konuda 1- İlkeler gereği, inançla, bilimsel görüşün aynı insanda olamayacağını söylüyorum. Yürütmeye çalışıyorsa çelişkilerle yürütüyordur. Yani, kendini kandırıyordur. Bulunduğu ortamın koşulları hatırınadır. Paylaşımınız benim için çok yararlı oldı sayın arkadaşım. Belki sizin gibi "Materyalist" bir açıdan anlamlandıramadım dünyayı ama farklı bir bakış açısının farkına ve ne olduğunun ayırdına vardım diyebilirim... Saygılar... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 .............. Yani siz doğuştan gelen özelliğiniz uyarınca "Bilişsel Zeka" ağırlıklı olarak, Dünyayı "Materyalist" açıdan algılıyorsunuzdur ve "Zeka Yapınızdaki" bu dengelenme bozulmadığı sürece, bunu kimse de değiştiremeyecektir... Dünyayı "Sezgisel" olarak anlamlandıran kimseler de yine bu zeka yapısı baskın olarak var olduklarından Dünyayı bu şekilde anlamlandırabilmektedirler... Daha fazlasını yada daha azını bekleyemeyiz her iki zeka yapısına sahip insanlardanda... O yüzden hep diyorum ki, İnsan ancak Anlayabildiği kadarını anlar. Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez. Bakın bir arkadaşımızın bir tesbiti var "Bu forumda geldiğimden beri, ne kimse Dinini bıraktı ne de kimse Dine döndü" diyordu... .............. Saygılar... Sevgili boşiq, Senden çok yararlandım artık arkadaş olduk. İzninle artk "sevgili boşiq" diye hitap edeceğim. Yukardaki alıntıya katılamayacağım. Katılamayacağım çünkü sen, sanki zekyı sabit, değişemez zamanında kurgulanmış artık değişemez bir olgu gibi göstermektesin. O halde eğitim müesseseleri boş yere var çevremizde. Hiç bir işe yaramıyorlar. Hayır bence yarıyorlar. Zeka'yı ; akıl, algı, anlak, anlayış, bilinç olarak biliriz. Doğuştan gelen biyoljik farkıyla birlikte eğitilerek biçimlendirilen bir yeteneğimiz. Oluşacak yeni duruma göre pasif olan vücudumuzu, nasıl sporla biçimlendirebiliyorsak. Zekamızı da eğitimle/öğretimle biçimlendirebiliriz. Biliyoruzki bir bilgisayarı ne kadar az programla yüklersek becerisi o kadar az olacaktır. Zekamızda öyle. Arkadaşımızın o "kişiler değişmiyor" dediği sözü yanlış. Onlarca değişen insan biliyorum. Bunlardan birisi de benim. Eğitilerek, okuyarak, tartışarak değiştim. Senden çok daha fazla "inançlı" idim. Söylediğin gibi değişmek elbette çok zor olan birşey. Değişmesi oldukça zor olan veriler daha küçük yaşta veriliyor. Beyinlere kazılıyor. Daha sonra uğraşki düzeltesin. Yazımın sonundaki Einstein'in sözü (imzam) bunu gösteriyor. Haksöz arkadaşımızın imzasında da var böyle bir deyiş. O arkadaşımız da burada, bu forumda değişti. Yazılarını başından itibaren okuyabilirsin. "O yüzden hep diyorum ki, İnsan ancak Anlayabildiği kadarını anlar. Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez." Bu cümledeki çelişkini görebiliyormusun ? Önce "algılayabildiği kadar anlar" diyorsun. Sonra da "dışardan gelen hiçbir etki (algı) değiştiremez" diyorsun. İşte bu çelişkiyi aşabilirsek eğer, yanlış bildiklerimizi düzeltebileceğimize artık inanabiliriz. "Yani siz doğuştan gelen özelliğiniz uyarınca "Bilişsel Zeka" ağırlıklı olarak, Dünyayı "Materyalist" açıdan algılıyorsunuzdur" Materyalist görüş bana doğuştan verilmedi. Ben daha sonra kazandım. Aslında bugünkü doğa bilimleri eğitimi, materyalist bir eğitimdir. Ve sonrada din eğitimi ile anlamsız bir şekile sokulmaktadır. Binlerce sahifelik/saatlik eğitime, sonradan "ruh" kılıfı geçirilmektedir. "Mesela ben kendimden örnek vereyim, Ben Dünyayı, Bilişsel Algıla yanında, Sezgilerimlede anlamlandırmayı daha mantıklı buluyorum, o yüzden (iyi yada kötü) dünyayı söylediğiniz şekilde anlamlandırmam biraz zor gibi görünüyor. Yani Sezgilerimden arındırılmış bir şekilde anlamlandırmak beni tatmin etmiyor." Sevgili boşiq, İnanın bizlerde sezgilerimizle yaşıyoruz. Hatta inançlılardan daha fazla . Çünkü yaşamı anlama ona yön verme çabalarımız onlardan çok daha fazla. Misal olarak "Boşiq'le iyi bir diyalog kurduğumda, iyi bir arkadaş olacağız" da benim sezgim. İşte sezgi budur. Benim bilincimin, maddeden kaynaklanan bilgi birikimi sonucu oluşan sezgi. Bizler bu gibi yaşamsal sezgilerimizle daha mutluyuz. Diğer yaşamdaki 77 adet ergen kız, yada şarap ırmakları sezgileri de bizleri mutlu etmiyor. Hoş bu sezgiler de başkasının sezgisi bizlerin de değil. "ben diyorum ki: Dünyayı, Bilişsel Algıların yanıda Sezgilerimlede değerlendirerek, kendime daha anlamlı kılabiliyorum, ve böyle huzurluyum. Kimileri bu yüzden "İslamı anlamak istediğim gibi anladığımı düşünüyor ama ben sadece anlayabildiğim gibi anlıyorum, herkesin gerçeği farklı..." Sizin sezgileriniz aslında bilişsel algılarınızdan geliyor sevgili boşiq. Algılamadığınız bir şeyi hayal edebilirmisiniz ? Yani kafanızdan olmayan birşeyi uydurabilirmisiniz ? Uydurdunuz diyelim bunun size ve topluma ne yararı olabilir. Deneyin isterseniz çok az şey sezgileyeceksiniz. Bunu da hayata geçiremezseniz, bir yararı olmayacaktır. Madde kaynaklı oluşan sezgiler, binlerce yıllık diyalektik gelişimin ürünüdür. Bilinçlerimizdeki somut bilgiler bu bilgilerdir. "Ve Bilim adamı olan bir insan gayette inanabilir diye düşünüyorum... Yani buna örnek olarak Oktay Sinanoğlu'nu verdim mesela. Ben yazılarını okudum ve eğer sizde takip ederseniz "Bilimsel/Materyalist Mantığı" kavradığını ama aynı zamanda İnandığını görürsünüz..." Bu vatandaşı bir kaç iletidir veriyorsun. Bilimsel görüşlüdür veya değildir bilemiyorum. Kendi sezgileri ile bilim'le başkalarının sezgisi ile maneviyat'la uğraşmakta. İşte bir sözü; "Maddiyat ile maneviyatı dengeleyin. Formülünüz bilim' + 'gönül'dür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize ne de insanlığa hayrınız dokunur. " Burada söylediği maneviyat din inancı ise eğer, bilim+maneviyat bir formül olamaz. Tüm bilim adamları bilime başka bir artı olamayacağını bilir. Maneviyat'ın içinden çıkamayıp gönül diyorsa eğer. Gönül'ün anlamı; iç, kalp, yürek. Yani inançlıların vicdan olarak isimlendirdiği şey. Bunu da bilim, her maddenin özelliği gibi insana has bir özellik, güdü olarak yorumlamakta. Bilinç ilede denetlendiğini, şekillendiğini söylüyor. İyi dileklerimle. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Sevgili boşiq, Senden çok yararlandım artık arkadaş olduk. İzninle artk "sevgili boşiq" diye hitap edeceğim. Yukardaki alıntıya katılamayacağım. Katılamayacağım çünkü sen, sanki zekyı sabit, değişemez zamanında kurgulanmış artık değişemez bir olgu gibi göstermektesin. O halde eğitim müesseseleri boş yere var çevremizde. Hiç bir işe yaramıyorlar. Hayır bence yarıyorlar. Zeka'yı ; akıl, algı, anlak, anlayış, bilinç olarak biliriz. Doğuştan gelen biyoljik farkıyla birlikte eğitilerek biçimlendirilen bir yeteneğimiz. Oluşacak yeni duruma göre pasif olan vücudumuzu, nasıl sporla biçimlendirebiliyorsak. Zekamızı da eğitimle/öğretimle biçimlendirebiliriz. Yukarıda verdiğiniz tanım doğru arkadaşım, ama Zeka'nın bir çok tanımı var, yani biliyorsunuz, zeka bir çokta kalıplardan oluşmakta. Mesela genel bir kabule ve benimde üzerinden yürüdüğüm yada yürümeye çalıştığım anlayışa göre Zeka "Çevreye Uyum Yapabilme Yeteneği"dir. Yani biz bişeyler öğrendikçe, öğrendiklerimizi zihnimizde anlamlandırabiliyorsak çevreyede uyum yapabiliyoruzdur... Tabi ki bu değişebilmeyi ve gelişebilmeyi de ifade eder. Ancak şu da var ki, Çevreye uyumun en önemli adımı "Anlamlandırabilmek" işte bu gelişimsel süreçlere olduğu kadar, doğuştan gelen özelliklerimizle de ilgilidir... Ben Zeka'yı "Sabit" "Gelişmez" olarak adlandırmıyorum, yada tanımım "Değişmez, Gelişmez Zeka" gibi bir anlamda söylediysem, kusura bakmayın, asıl ifadeetmek istediğim bu değildi... Ben sadece şunu demek istiyorum, Zeka gelişiyor olabilir ancak şu vardır ki, herkesin algı düzeyi farklıdır... Mesela lise'de aynı sınıfta okuduğunuz arkadaşlarınızı düşünün, hepsi aynı seviyede bir algı düzeyine sahipti? Aynı konuyu, aynı şekilde mi anlıyordunuz? Bilmiyorum gördünüz mü ama Felsefe dersinde, hepinize anlamlı gelen şeyler farklı farklı değil miydi? Aynı konuyu farklı açılardan, kimisi sezgileri ile kimisi eski yada yeni bilgileri değerlendirerek ele almıyor muydu? Veya kimisi de hiç ilgilenmiyordu o konu ile, çünkü onun için o konu anlamlı bile değildi... Çünkü henüz zeka'sı konuyu Sezgisel yada Bilişsel olarak ele alan arkadaşlarının Zeka yapıları gibi değildi ya daha az gelişmişti, yetersizdi yada algıları tamamen farklıydı. Mesela biz burada Din ve Bilim konuları tartışıyorsak, biliyoruz ki bu bizim bu konuları Anlamlandırabilmemizden yani algılarımızın bu konuları anlamlandırmaya uygun olmasından kaynaklanıyor ama şu var ki bir çok insan Bilimden anlamdığı gibi, bir çok insanda Din/İnanç konularından anlamamaktadır. Mesela siz bir tabloya bakarken sadece boyanmış bir tual görürken, bir başkası anlamlı bir resim olarak mana çıkarabilir... Siz içi boş bir boruyu, sadece boru olarak algılarken, "PsikoMotor" zekası baskın olarak işleyen bir insan ondan ses çıkarıp bir çalgı aleti olarak kullanabilir... Siz "Das Kapital"i okuyarak "Komünist" olabilirken, bir başkası aynı kitabı okuyarak "Komünizm"den iğrenebilir. Tıpkı siz Kur'an-ı okuduğunuzda "Saçmalık" olarak adlandırırken, bir başkası için Kur'an-ın anlamlı gelmesi gibi... Yani Zeka değişebilir, gelişebilir hatta birikimli olarak ilerleyebilir ancak Dünyayı Anlamlandırmada "Zeka", süreçleri bakımından tamamen bireyseldir ve algısal farklılıklar, bizlerin "Gerçek"i anlayışında farklılıklar doğurur... Zeka hakkında bunu düşünyorum... Yani en basitinden şöyle bakın olaya; siz burada sunduğunuz bilgiler için "Haklı" olduğunuzu düşünüyorsunuz değil mi? Ne kadar "Az" bilsekte yada az bildiğimizi iddia etsekte veya ne kadar "Çok" bildiğimizi iddia etsekte tek bir çabamız var "Kendi Haklılığımızı" ortaya koymak... Düşünün, herkes böyle düşünüyor değil mi? Yani herkes kendinin bir parça yada büyük oranda haklı olduğunu düşünüyor ve karşısındakini ikna etmeye çalışıyor ama aynı zamanda herkes kendini haklı görürken, karşısındakini haksız görmekte ve karşısındaki tarafından haksız görülmekte... Şimdu bunun "Daha önce kandırılmış olmakla" "Bağnaz olmakla" "Yobaz olmakla" "Görmek istediği gibi görmekle" falanla filanla alakası yok. Bunlar, herkesin, düşüncelerini kabullenemediği herkes için kullanabileceği basit ve gerçek dışı kavramlar... Tek bir gerçek var ki, hepimiz Gerçeği farklı farklı algılıyoruz ve dünyayı o yüzden farklı farklı anlamlandırıyoruz... O yüzden, istediğiniz kadar Eğitim verin, istediğiniz şekilde eğitim kurumu kurun, insanların dünyayı nasıl algıladığı konusunda bir şey yapamazsınız... Yeni bilgiler öğretebilirsiniz, yeni bilgilerin nasıl öğrenilebileceği hakkında yol gösterebilirsiniz ama algıların işleyişi hakkında bir şeyler yapmanız imkansıza yakındır... Bakın bunu kendimden örneklendireyim: Mesela benim inanç ve dünya hakkındaki görüşlerim bellidir yazılarımdan... Bir çok Müslüman için aykırıda gelebilir, normalde gelebilir hatta kimilerince ben "Şirk" ile bile suçlanabilirim, çünkü zamanında yaşadım bunu, biliyorum. Ama şu var ki aynı ailede yaşamamıza rağmen kardeşim bu konulara benden kat kat daha ilgisizdir. Anneme, benim düşüncelerim "Aşırılık" olarak gelmektedir. Ancak Şii olmamama rağmen, Şii bir arkadaşımla görüşlerimiz paralellik arzetmektedir ve ne var ki Ailesi de kimi zaman onu aşırı bulmaktadır ve kardeşlerinin bile Din konusundaki algısı birbirlerinden farklıdır... Mesela sizde bir Dine inanmazken, kardeşiniz veya anne/babanız sizinle çok zıt düşünüyor olabilir, hemde aynı aileye mensub olmanıza rağmen... Biraz uzun oldu açıklamam ama, kusura bakmayın... Biliyoruzki bir bilgisayarı ne kadar az programla yüklersek becerisi o kadar az olacaktır. Zekamızda öyle. Arkadaşımızın o "kişiler değişmiyor" dediği sözü yanlış. Onlarca değişen insan biliyorum. Bunlardan birisi de benim. Eğitilerek, okuyarak, tartışarak değiştim. Senden çok daha fazla "inançlı" idim. Söylediğin gibi değişmek elbette çok zor olan birşey. Değişmesi oldukça zor olan veriler daha küçük yaşta veriliyor. Beyinlere kazılıyor. Daha sonra uğraşki düzeltesin. Yazımın sonundaki Einstein'in sözü (imzam) bunu gösteriyor. Haksöz arkadaşımızın imzasında da var böyle bir deyiş. O arkadaşımız da burada, bu forumda değişti. Yazılarını başından itibaren okuyabilirsin. Bu cümledeki çelişkini görebiliyormusun ? Önce "algılayabildiği kadar anlar" diyorsun. Sonra da "dışardan gelen hiçbir etki (algı) değiştiremez" diyorsun. İşte bu çelişkiyi aşabilirsek eğer, yanlış bildiklerimizi düzeltebileceğimize artık inanabiliriz. Materyalist görüş bana doğuştan verilmedi. Ben daha sonra kazandım. Aslında bugünkü doğa bilimleri eğitimi, materyalist bir eğitimdir. Ve sonrada din eğitimi ile anlamsız bir şekile sokulmaktadır. Binlerce sahifelik/saatlik eğitime, sonradan "ruh" kılıfı geçirilmektedir. Hiç bir görüş, inanç, bilgi doğuştan gelmez zaten... Bakın, bir inançlı olmama rağmen, bir çok inançlı!'ya söyleyeceklerim ters gelebilir... Ben zihnimizin doğuştan "Tabula Rasa" yani "Boş Sayfa/Tabela" olduğuna inanıyorum... Allah bizi herhangi bir şeiklde bilgi ile donatmamıştır doğarken, hiç bir şey isonradan öğreniyor değiliz... Bu Materyalizm için olsun, İnançlar için olsun böyledir... Ben Materyalist Felsefe ile doğdunuz demek istemiyordum aslında, ama yanlış anlaşılma benden kaynaklandı sanırım ama açayım ne demek istediğimi. Gerçi yukarıda yine anlattım ama, küçük bir örnekle devam edeyim: bu sefer de Materyalist (önceden inanmışi sonradan materyalist olmuş birisi) ve İnançlı birisini ele alalım. Mesela siz belli bir yaşa kadar İnançlı olarak yaşadınız, hemde söylediğiniz gibi benden de fazla inançlı idiniz... Ama sonra ne oldu? Gelişiminiz sürdü, diyelim ki 20 yaşında iken birşeyler ters gitmeye başladı sizin için, yani bir Din'in size verdikleri yetmedi yada anlamsız geldi? Peki niye size anlamsız geldi? 20 yaşındaki tüm diğer gençler değilde, niye siz? O yaşınızda hayat hakkında elbette ki bilgileriniz, yorumlarınız, anlamlandırmalarınız vardı ama 25-30 yaşında, 20 yaşındaki bir insandan daha çok şey bilen insanlar inançlı kalabilirken, inanç sizi niye tatmin etmedi? Hemde bir çok inançlı insan sizden daha çok şey bilebiliyor olabilirken? Aynı yaşıtınız ve hatta sizden daha zeki arkadaşlarınız bile inançlı kalmış olabilir ama siz değiştiniz, inanmadınız... Dünyayı anlamlandırmada çok çok yetersiz hatta saçma geldi din size... Sonra Materyalizle tanıştınız, size öğretilen tüm "Doğma"ları yırtıp atabildiniz... Değişimin ne kadar sancılı olduğunu pek ala en az benim kadar biliyorsunuzdur... Doğmaları atabilmek, ömrün yarısını alır işkence gibidir, ne olduğunuz ve kişiliğiniz hakkında şüphelere bile düşersiniz, kafayı yiyecek noktalara kadar gelebilirisiniz... Ama siz o doğmalar kırabildiniz (ki bende kırabildiğimi düşünüyorum)... Niye? niye sizden daha çok şey bilen insanlar bu doğmaları kırabilirken siz kırabildiniz? Ben söyleyeyim, Doğmaları kırdığınız zaman karşınıza çıkan bilgiler size Anlamlı geldi de ondan... Eğer anlamlı gelmeseydi, Doğmaların yok olmasından, kırılmasından korkardınız ve kırmaya yanaşmazdınız bile. Ama kırdıkça baktınız ki daha anlamlı şeyler çıkıyor ortaya değil mi? Ve siz Materyalist Anlayışla artık huzurlusunuz, çünkü herşey sizin için anlamlı, manalı... En azında bir şey ifade ediyor... Doğmaları kıramayan insanlar içnde böyle, onlar içinde o Doğmalar bir şeyler ifade ediyor, kırdıklarında ortaya çıkan şey onlar için tatmin edici olmuyor, dünya manasız geliyor ve o Doğmalarla yaşamaya, belki isteyerek belki mecburen, iyi yada kötü, alışıyorlar... işte tüm bunlar, öğrendiklerinizde yada öğretilenlerden, materyalist felsefenin size öğretilmesinden kaynaklanmıyor... Devinim insanın içinden gelen bir şeydir, içseldir... Motivasyon tamamen içsel ve adından anlaşılacağı gibi güdüzel ve kişiye göredir. Beni motive eden şey size anlamsız gelebilir... İşte size Materyalist Felsefe öğretilmeseydi dahi sizin bu yapınız sizi o Felsefeye ulaştıracaktı... Düşünen bir insan olarak, istediğiniz kadar Materyalist Felsefeyi kabullenin, mutlaka Dünyayı anlamada kendinizden kattığınız bir çok anlam var... En basitinden "Bilimsel Dünya Görüşü" kavramını ele alalım... Tahmin ediyorum ki bu kavramı kendiniz yarattınız ama bakın ben anlamlandıramamama rağmen, cuk diye oturttunuz bu kavramı ve kim nederse desin sizin için çok anlam ifade ediyor... Bu tanımı sizin yaptığınızı düşünmemin nedeni daha önce bu kavrama hiç rastlamamış olmam ama telif hakkı istemeyin, ben bu kavramı emin olun ki kullanıcam çünkü... İşte asıl anlatmak istediğm buydu... Eğitim, Öğretim hem dıştan edinilen hemde içseldir ama öğrenebileceğiniz şeyler tamamen sizden kaynaklanır. 20 tane çocuk alın karşınıza ve bir masal okuyun yada bilimsel bir tesbiti sunun veya bir din kitabından paraf okuyun... Sonra hepsini teker teker alın, ve bunları anlamlandırmalarını, yorumlar eklemelerini ve verdiğiniz düşünceleri yada bilgileri temellendirmelerini isteyin, Teker teker alın karşınıza, aynı bilgileri verdiğiniz çocuklar size farklı farklı şeyler anlatacaktır... Suyun Kaldırma kuvvetini söyleyin mesela, çok bilimsel bir yasa değil mi? Kimisi balıkların nasıl suyun içinde durduklarından, kimisi gemilerin suyun üstünde nasıl durduklarından, kimisi yüzmek eyleminden, kimisi balık avlamaktan, kimisi yıkanmaktan ve tasın su üstünde durmasından bahsedecektir ama kimiside suyun kaldırma kuvvetinin nedenini sormayı akıl edecektir... İşte belki siz, belki de ben yada diğer arkadaşlarımız... bunu akıl edebilenlerdeniz belki de... İşte anlama olayı buradan başlıyor. Bunu kastetmiştim... Tabi siz beni yada inançlı arkadaşları bu soruyu merak etmemekle itham edebilirsiniz, Materyalist olmadığımız içn ama benim açımdan emin olun, ben o soruyu sorabiliyorum... Sevgili boşiq, İnanın bizlerde sezgilerimizle yaşıyoruz. Hatta inançlılardan daha fazla . Çünkü yaşamı anlama ona yön verme çabalarımız onlardan çok daha fazla. Misal olarak "Boşiq'le iyi bir diyalog kurduğumda, iyi bir arkadaş olacağız" da benim sezgim. İşte sezgi budur. Benim bilincimin, maddeden kaynaklanan bilgi birikimi sonucu oluşan sezgi. Bizler bu gibi yaşamsal sezgilerimizle daha mutluyuz. Diğer yaşamdaki 77 adet ergen kız, yada şarap ırmakları sezgileri de bizleri mutlu etmiyor. Hoş bu sezgiler de başkasının sezgisi bizlerin de değil. "ben diyorum ki: Dünyayı, Bilişsel Algıların yanıda Sezgilerimlede değerlendirerek, kendime daha anlamlı kılabiliyorum, ve böyle huzurluyum. Kimileri bu yüzden "İslamı anlamak istediğim gibi anladığımı düşünüyor ama ben sadece anlayabildiğim gibi anlıyorum, herkesin gerçeği farklı..." Sizin sezgileriniz aslında bilişsel algılarınızdan geliyor sevgili boşiq. Algılamadığınız bir şeyi hayal edebilirmisiniz ? Yani kafanızdan olmayan birşeyi uydurabilirmisiniz ? Uydurdunuz diyelim bunun size ve topluma ne yararı olabilir. Deneyin isterseniz çok az şey sezgileyeceksiniz. Bunu da hayata geçiremezseniz, bir yararı olmayacaktır. Madde kaynaklı oluşan sezgiler, binlerce yıllık diyalektik gelişimin ürünüdür. Bilinçlerimizdeki somut bilgiler bu bilgilerdir. Bu vatandaşı bir kaç iletidir veriyorsun. Bilimsel görüşlüdür veya değildir bilemiyorum. Kendi sezgileri ile bilim'le başkalarının sezgisi ile maneviyat'la uğraşmakta. İşte bir sözü; Burada söylediği maneviyat din inancı ise eğer, bilim+maneviyat bir formül olamaz. Tüm bilim adamları bilime başka bir artı olamayacağını bilir. Maneviyat'ın içinden çıkamayıp gönül diyorsa eğer. Gönül'ün anlamı; iç, kalp, yürek. Yani inançlıların vicdan olarak isimlendirdiği şey. Bunu da bilim, her maddenin özelliği gibi insana has bir özellik, güdü olarak yorumlamakta. Bilinç ilede denetlendiğini, şekillendiğini söylüyor. İyi dileklerimle. Dünyayı anlama çabanız fazla olabilir, bakın bu konuda hiç bir yorum yapamam... kimin ne kadar anlamaya çalıştığını bilemem ama şunu biliyorum ki Bilim, herşeyin anlamaya açlıştığından daha fazla anlamaya çalışıyor Maddeyi... İnançlardan bile... Ama şu var ki, Dünyayı anlama çabası kişisel bir eylem ve çaba... ir ölçütü yok bu yüzden ne yazık ki? Yani sizin verdiğiniz çaba sizi çok yoruyor ama bundan zevk alıyor ve bıkmıyor olabilirsiniz ama bilmelisiniz ki, inanmış olsada bir çok insan hayatı anlamak için elinden geleni yapıyor... Mesela diğer Müslümanların, İslamiyete ters olduğunu düşünerek edinmeye korktukları bir çok bilgiyi edinmekten gözünü sakınmıyorlar ve korkmak gibi bir duyguyu yaşamıyorlar... Diğer yazdıklarınıza yalan yada yanlış diyemiyorum, demiyorum... Ama umarım İnanç, Zeka, Bilmek hakkında düşündüklerimi açıklayabilmişimdir... Saygılarımla... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Düzeltme... ...Mesela lise'de aynı sınıfta okuduğunuz arkadaşlarınızı düşünün, hepsi aynı seviyede bir algı düzeyine sahipti? Aynı konuyu, aynı şekilde mi anlıyordunuz? cümlenin akışında bu aslında bir soru idi... "Mesela lise'de aynı sınıfta okuduğunuz arkadaşlarınızı düşünün, hepsi aynı seviyede bir algı düzeyine mi sahipti? Aynı konuyu, aynı şekilde mi anlıyordunuz?" şeklinde olacaktı... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Sevgili boşiq, Bana artık tartışmak için tartışıyoruz gibi geldi. Çünkü tartışmamızın başından beri, söylediklerini bir kaç cümle sonra çürütüyorsun. Yani çelişkiler içerisindesin. Benim de bunları vurgulamamdan dolayı kendini iyi hissetmeyebilirsin. Senin yada benim çelişkilerimizi halledebilmemiz için, ya kısa kısa soru cevap şeklinde devam edelim, yada geriye doğru dönüp hangi konularda uzlaşabildik, hangi konularda uzlaşamadık bir değerlendirme yapalım. Bu şekilde daha net tartışılacağını sanıyorum. Kısa ve öz olarak. Tartışmak için tartışmaktan pek hoşlanmıyorum. Gösteri gibi oluyor. Amacım bir sonuca varabilmek. Çelişkilerinden hemen bir örnek; Yani biz bişeyler öğrendikçe, öğrendiklerimizi zihnimizde anlamlandırabiliyorsak çevreyede uyum yapabiliyoruzdur... ........ O yüzden, istediğiniz kadar Eğitim verin, istediğiniz şekilde eğitim kurumu kurun, insanların dünyayı nasıl algıladığı konusunda bir şey yapamazsınız... Ben burada bir çelişki görüyorum. Sevgili boşiq, Bazan tv de tartışmalar olurda tartışmacılar bir dereden bin su getirermek için anlatırda anlatır. Gerek bilgiç gözükmek için, gerek çelişkide olduğu için, gerekse de konuyu bulandırmak için. Sonuçta yönetici sorar ; "siz şimdi bu konuda evetmi diyorsunuz hayırmı diyorsunuz". Ben bazen böyle bir soruya karşı çıkarım, ama bazen de şahısların duruşunu netleştirmek için gerekli oluyor. Çelişki görmese idim sormayacaktım. Yani sen şimdi bazı insanlar eğitilemez ve dünyayı anlamlandıramazlarmı demek istiyorsun? Bu şekil insanı kaderciliğe, alın yazısına sürüklemezmi ? Bir de "bilimsel dünya görüşü" hakkında; "Bilimsel Dünya Görüşü" kavramını ele alalım... Tahmin ediyorum ki bu kavramı kendiniz yarattınız ama bakın ben anlamlandıramamama rağmen, cuk diye oturttunuz bu kavramı ve kim nederse desin sizin için çok anlam ifade ediyor... Bu tanımı sizin yaptığınızı düşünmemin nedeni daha önce bu kavrama hiç rastlamamış olmam ama telif hakkı istemeyin, ben bu kavramı emin olun ki kullanıcam çünkü... Hep söylediğimiz gibi işte; İnsanlar bildikleri öğrendikleri kadar dünyayı yada olguları tanıyorlar. Senin için üşenmedim ve aramaya yazdım aradım. Yüzlerce "bilimsel dünya görüşü" çıktı. Zamanında ben de öğrenirken, onlar da benden "patent hakkı" almadılar. Bende senden almayacağım söz. Sadece birisini alıntılıyorum; FELSEFE NEDİR? Felsefe, insanın doğayı ve insanı anlama, açıklama çabasıdır. Tarih boyunca filozoflar, dünyayı açıklamaya, yorumlamaya çalışmışlardır ve her birinin dünyayı açıklama biçimi birbirinden bir çok farklılıklar taşıdığından bir çok felsefe akımı vardır. Genellikle bu filozofların isimleri ile başlayıp, sonu ,,izm"le biten bu onlarca, yüzlerce felsefe akımım biz iki ana grupta topluyoruz:1) Bilimsel dünya görüşü 2) Bilimsel olmayan dünya görüşü işte en kaba tanımıyla, dünyayı açıklamanın bu iki ana biçiminden bilimsel olanına "materyalizm", bilimsel olmayayına "idealizm" diyoruz. İyi dileklerimle. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Çelişkilerinden hemen bir örnek; Yani biz bişeyler öğrendikçe, öğrendiklerimizi zihnimizde anlamlandırabiliyorsak çevreyede uyum yapabiliyoruzdur... ........ O yüzden, istediğiniz kadar Eğitim verin, istediğiniz şekilde eğitim kurumu kurun, insanların dünyayı nasıl algıladığı konusunda bir şey yapamazsınız... Ben burada bir çelişki görüyorum. Sevgili boşiq, Bazan tv de tartışmalar olurda tartışmacılar bir dereden bin su getirermek için anlatırda anlatır. Gerek bilgiç gözükmek için, gerek çelişkide olduğu için, gerekse de konuyu bulandırmak için. Sonuçta yönetici sorar ; "siz şimdi bu konuda evetmi diyorsunuz hayırmı diyorsunuz". Ben bazen böyle bir soruya karşı çıkarım, ama bazen de şahısların duruşunu netleştirmek için gerekli oluyor. Çelişki görmese idim sormayacaktım. Yani sen şimdi bazı insanlar eğitilemez ve dünyayı anlamlandıramazlarmı demek istiyorsun? Bu şekil insanı kaderciliğe, alın yazısına sürüklemezmi ? Bakın, çelişki olarak gördüğünüz şey aslında çelişki değil... Arada çok ince bir çizgi var... Madem sorular önemli, şöyle açıklayayım o zaman: Mesela siz, İslam Dinine inanan bir insanın baktığı gözle mi bakıyorsunuz dünyaya? Hayır... Peki, inanan bir insan... Acaba sizin baktığınız gözle mi bakıyor dünyaya? Hayır... Bir Sanatçı, sizin baktığınız gözle mi bakıyordur dünyaya sizce? Hayır... Bkın elbette ki Eğitim insanlara birşeyler verir, kazandırır ve gereklidir... Ama bakın şöyle düşünün, mesela İdiot olarak nitelendirilen Zeka Özürlülükleri var değil mi? Zekaları 7 yaşına kadar gelişiyor, 7 yaşındaki bir çocuğun öğrenebileceği her şeyi öğrenebiliyorlar, ancak daha büyük yaşları diyelim ki Ergen bi yaşın gelişimini yaşıyamıyorlar... Çünkü Artık Zekaları daha fazlasını anlamlandıramıyor. Kesinlikle belirttiğiniz gibi "Kadercilik" anlayışına sahip değilim... İnsanlar eğitimle eğitilebilirler, öğrenebilirler tabii ki... Ben Dünyayı anlamlandırma açısından bakıyorum olaya... Bir insan Çok zeki olabilir, eğitilebilir, öğrenebilir herşeyi ama eğer Psikomotor zekası baskın değilse bir müzisyen olamaz mesela. Yada Bilişsel zekası baskın değilse bir bilim adamı olamaz... Bunu kastediyorum... Bazı insanlar eğitilemez, dünyayı anlamlandıramaz demiyorum. Kaderci ve alın yazgıcı bir anlayışa da sahip değilim kesinlikle... Diyorum mesela, siz dünyayı şu an "İnanmış" bir insanın gözüyle anlamlandırmıyosunuz mesela... Yada bir inanmış kimse, sizin gözünüzle bakmıyor dünyaya... Bu sadece dışardan verilen bilgilerin sonucu değil, içsel de olan bişey bu... Mesela en basitinden Mevlana'nın bu konuda şu sözü vardır: "Ne Kadar Anlatırsan Anlat, Karşındaki Anlayabileceği Kadarını Anlar." "Ancak Bildiğin Kadar Öğretebilirsin...". Ya da forumdan bir örnek vereyim: mesela bir çok arkadaşımız sayfalarca yazı yazdığı halde, karşısındakini ikna edememiş olmaktan dem vuruyor... "Hala nasıl anlamadınız, o kadar açıkladık, görmek istemiyosunuz" gibi ibareler kullanılıyor... Sizin içinde kullanılmıştır mutlaka bu ibareler. Ama siz eminim ki umursamadınız bile, çünkü onların size ispat olarak sunduğu hiç bir şey size anlamlı gelmedi... Çünkü onların algıladığı gibi algılamadınız sundukları delilleri... Sizde aynı şeyi başkaları için düşünmüşsünüzdür mutlaka, ama bilmelisiniz ki, sizin söylediklerinizde onlara anlamlı gelmemiştir, onlarda sizin delillerinize, sizin verdiğiniz anlamları vermemişlerdir, sizin baktığınız gözle bakmamışlardır mutlaka... Bu birinizin diğerinden fazla yada daha az şey bilip bilmemesinden kaynaklanmıyor, bu sadece herkesin dünyayı farklı algılamasından kaynaklanıyor... Yani söylemek istediğim bu. Mesela siz yazdıklarımı çelişkili olarak görüyorsunuz ama bu sanırım ya benim anlatamamamdan kaynaklanıyor yada anlattıklarımın sizin için bir anlam ifade etmemesinden kaynaklanıyor ki bana ikincisi gibi geliyor nedeni... O yüzden ne size nede hiç bir arkadaşıma ithamları yada baskısı için kırılmam ve bu yüzden sıkılmam arkadaşım, merak etmeyin. Ayrıca Tartışmış olmak için tartışmadığımdan emin olabilirsiniz. Aksine "Çelişkilerim" olduğunu söylerek bir takım eksikliklerimi yada yanlışlıklarımı tesbit etmeniz ve edebilmeniz benim açımdan yararlı bir şey diye düşünüyorum ve emin olun düşüncelerimi yeniden örgütlemeye çalışıyorum devamlı, yani üstüme gelmeniz, benim öğrenme sürecime katkısından dolayı çok yararlı benim için, diyorum ya, öğrenme ömür boyu sürer... Gerçi benim için bunlar çelişki gibi durmuyor ama siz iddialıysanız bu konuda, vardır bi bozukluk demek ki... Demek ki yeniden anlamlandırmam yada size açıklamam gerekiyor diye düşünüyorum... Birde şu var ki, sizinle tartışmak hakkaten zevk verdi bana... Yoksa bu kadar uzun ve sıcakkanlı bir ortam doğmazdı benim açımdan diye düşünüyorum... Saygılarımla... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Yani sen şimdi bazı insanlar eğitilemez ve dünyayı anlamlandıramazlarmı demek istiyorsun? Aksine, insanlar eğitilebilir ve herkes dünyayı anlamlandırabilir... Ben diyorum ki: Herkes dünyayı farklı farklı algılar ve farklı farklı anlamlandırır... Bunun dışardan verilen eğitimle doğrudan bir ilgisi yoktur... Eğitimin amacı insana belirlenmiş bir dünya görüşü kazandırmak için belirli bilgiler vermektir... Eğitimde "Eğitim Durumu" denen nüve, gerekli ortamın oluşturulmasıdır... Ama hiç bir eğitim ve öğretim yeri yüzde yüz bir insan profili çıkarıp, ona tamamen uygun insanlar yani fabrikasyon insanlar yetiştirememektedir... çünkü siz ne kadar herkese aynı ortamı sağlasanızda, insanların algıları farklıdır. Aynı Materyaller, aynı bilgiler, tüm öğrenciler üzerinde aynı sonucu yaratmaz... Mesela siz Atatürk'ü sevsinler diye çocuklara Atatürk ile ilgili bilgiler içeren dersleri her sene koyarsınız, sonunda bir takım öğrenci Atatürk'ü "olumlu" olarak anlamlandırır, kimisi "olumsuz" olarak anlamlandırır... Yani bakın, Dış dünyayı algılamanın yolu içseldir. Birileri size anlatır anlatır anlatır ama siz kendi yeterliliğinizce ve erişebildiğiniz olgunluğunuzca anlamlandırırsınız. Yani ben "insan eğitilebilir mi, kaderci mi olmak lazım vs vs vs" gibi bir açıdan yaklaşmıyorum konuya... Diyorum ki, Herkes eğitilebilir, öğrenebilir ve dünyayı anlamlandırır ama siz ne kadar öğretirseniz öğretin, eğitirseniz eğitin ve karşınızdaki ne kadar öğrenirse öğrensin; içsel nedenlerden dolayı farklı farklı anlamlandırırlar... İçsel nedenlerde algılarımız yolu ile sağladıklarımızdır. Algılarımızdaki farklılıklar, öğrendiklerimizi farklı farklı yorumlamamıza neden olur. O yüzden dünyayı herkes farklı farklı anlamlandırır... Tıpkı diyelim ki sizden çok daha fazla bilgiye sahip olduğu halde, bir takım insanların dünyayı sizin gibi Bilişsel olarak algılayamaması gibi... Saygılarımla... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 ............. Diyorum ki, Herkes eğitilebilir, öğrenebilir ve dünyayı anlamlandırır ama siz ne kadar öğretirseniz öğretin, eğitirseniz eğitin ve karşınızdaki ne kadar öğrenirse öğrensin; içsel nedenlerden dolayı farklı farklı anlamlandırırlar... İçsel nedenlerde algılarımız yolu ile sağladıklarımızdır. Algılarımızdaki farklılıklar, öğrendiklerimizi farklı farklı yorumlamamıza neden olur. O yüzden dünyayı herkes farklı farklı anlamlandırır... . Olmuyor galiba. Sanırım artık ifadeleri netleştirebilmek için sorularla gideceğiz. Bu sorularım, kendini anlaman için daha yararlı olabilir. Her iletinde aynı çelişkiye sürekli düştün hala düşüyorsun. Ve çelişkide değilim diyede inat ediyorsun. Yukardaki cümleni tahlil edelim bakalım. Renkli yazılar senindir. 1) "Diyorum ki, Herkes eğitilebilir, öğrenebilir ve dünyayı anlamlandırır." Bu cümlene eş anlamlı bir cümlede ben kurayım bakalım itirazın olacakmı? Eğitimle öğretimle dünyayı anlamlandırmak mümkündür. Dünyayı anlamlandırma şekli eğitimin öğretimin şekli ile paralel olacaktır. 2) "ama siz ne kadar öğretirseniz öğretin, eğitirseniz eğitin ve karşınızdaki ne kadar öğrenirse öğrensin; içsel nedenlerden dolayı farklı farklı anlamlandırırlar..." Yine eş anlamlı benim kurduğum cümle: Bir insan ne kadar eğitim ve öğrenim alırsa alsın dünyayı kendi kafasına göre anlamlandıracaktır. Kişinin dünyayı anlamlandırmasının şekli ile eğitim ve öğretim sisteminin etkisi yoktur. Birinci cümlen ile, ikinci arasında bir çelşki varmı ? 3) "İçsel nedenlerde algılarımız yolu ile sağladıklarımızdır. Algılarımızdaki farklılıklar, öğrendiklerimizi farklı farklı yorumlamamıza neden olur. O yüzden dünyayı herkes farklı farklı anlamlandırır..." Eş anlamlı benim cümlem: Öz yargılarımız(vicdan kararı) algılarımızla belirlenir. İşte önemli olan burası algı demekle neyi kastediyorsun ? Ben çözemedim, algı nedir ? Eş anlamla devam ediyorum. Ama ne kadar ne öğrenirsek öğrenelim, öğrendiklerimize yön verecek vicdanımızdır. 4) "O yüzden dünyayı herkes farklı farklı anlamlandırır." Son eş anlamlı cümlem: Eğitimin ve öğrenimin dünyayı anlamlandırmakta hiç bir önemi yoktur. Bunu içsel nedenlerimiz (öz yargılarımız, vicdanımız) belirler. Evet şimdi görüşünüzü tahlil ettik. Benim eş anlamlı olarak kurduğum cümleler seninkilerle çelişiyormu ? Buna ya evet/hayır yada çok kısaca her hangi bir şekilde cevap verirsen, devam edeceğim. Ama sakın tartışmayı yönlendndiriyorsun diyerek karşı çıkma, çünkü epey tartıştık istediğimiz gibi ve anlaşamadık. Belki bu yolla anlaşabileceğiz. Ben sonuca varmak istiyorum. Belki sen beni ikna edeceksin. Bu konuda samimiyim. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 7 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 7 Aralık , 2006 Öncelikle şunu söyleyeyim; kimseyi düşüncelerime ikna etmek gibi bi amacım ve niyetim yok... Buradan devam edelim... Renkli yazılar senindir. 1) "Diyorum ki, Herkes eğitilebilir, öğrenebilir ve dünyayı anlamlandırır." Bu cümlene eş anlamlı bir cümlede ben kurayım bakalım itirazın olacakmı? Eğitimle öğretimle dünyayı anlamlandırmak mümkündür. Dünyayı anlamlandırma şekli eğitimin öğretimin şekli ile paralel olacaktır. Hayır... Sizin tanımınız benim söylemek istediğimin açılımı değil. Hiç eğitim ve öğretim görmemiş (cahil) insanlarda bir şekilde dünyayı anlama çabasına girişirler ve çevresinden bir şeyler öğrenmeseler bile bir şekilde dünyayı anlamlandırırlar. Mesela "Tarzan"ı ele alalım... Hiç bir insandan eğitim almamış olsa bile, ormanda gördüğü dünya ağaçlardan ve hayvanlardan ibaret olsa da, dünyayı anlamlandırması için içsel yeterliliği vardır... Eğitim ve Öğretim dünyayı anlamlandırmada araçtır belki ama "Dünyayı sadece Eğitim ve Öğretimle anlamlandırabiliriz" tanımı yanlış. Zaten dünyanın hiç bir yerindeki ve şimdiye kadar ki hiç bir eğitim sistemi, insanın dünyayı kendi başına anlamlandırması için yapılandırılmamıştır, tespit edilen "Anlamlandırma"nın dikte edilmesi için yapılandırılmışlardır. Medreselerden tutun Üniversitelere kadar böyledir... Üniversiteler biraz daha özgür bir ortam oluşturma çabasındadırlar sadece. Dünyayı Anlamlandırma, eğitim ve öğretimden ziyade kişinin dünyayı algılaması ile paraleldir. Eğitim ve Öğretim ile sadece kişiye belirli materyalleri/bilgileri verirsiniz, bunları anlamlandıracak olan, örgütleyecek olan kişinin kendisidir. Herkes her verilen materyali öğrenebilir ve anlamlandırabilir ama önemli olan "Nasıl Anlamlandırdığı"dır, yani "Ne Anlam Verdiği, Hangi Anlama Getirdiği"dir... Yani herkes öğrenir, herkes eğitilir ama herkes farklı farklı anlamlar yükler öğrendiklerine ... Bunun nedeni de Algıların farklılığıdır. Yada farklı anlamamızdır diye basitleştireyim... Aynı kitabı okuyan iki kişi, o aynı kitaptan aynı anlamı çıkarmayabilirler. Biri iyi, diğeri kötü bir mana çıkarabilir. 2) "ama siz ne kadar öğretirseniz öğretin, eğitirseniz eğitin ve karşınızdaki ne kadar öğrenirse öğrensin; içsel nedenlerden dolayı farklı farklı anlamlandırırlar..." Yine eş anlamlı benim kurduğum cümle: Bir insan ne kadar eğitim ve öğrenim alırsa alsın dünyayı kendi kafasına göre anlamlandıracaktır. Kişinin dünyayı anlamlandırmasının şekli ile eğitim ve öğretim sisteminin etkisi yoktur. Hayır... Kurduğum cümleler açısından değil ama sizin anlamlandırmanız açısından çelişki var, ki benim anlatmak istediğim şey sizin anlamlandırdığınız şey değil aslında... Bakın bir çok örnek verdim ve tekrar başka örnekler vereyim isterseniz. Yeni şeyler öğreneceğiz, bir şekilde eğitileceğiz ve bunlarla eski yada yeni bilgilerimizi kafamıza göre, ideallerimize göre, inandıklarımıza göre yorumlayacağız ve bunu kabulleneceğiz. Anlamlandırmanın bir yönü de bu ama tek yönü bu değil... En azından ben bunu kast etmiyorum. Anlamlandırmak yalnızca bizim bir takım hesaplamalarımız, öğrendiklerimiz sonucunda olan bir şey değildir, bunların katkısı elbette vardır ama İçsel Kavrayışımız yani Zihnimizin algıları kadar önemli değildir. Bakın Yeni yeni şeyler öğrenebilirsiniz, insanın öğrenme kapasitesi sınırsızdır ancak Beynin veya Zihnin insan iradesinde bağımsız işleyişleri vardır: Hatırlamak, Ket vurmak, Unutmak vs vs vs gibi... Anlamlandırmakta bunun gibidir... Siz bir çok bilgiye rastlarsınız aslında gündelik yaşamda ama bilinciniz sadece işine yarayanları, ihtiyacı olanları ve anlamlı gelenleri bünyesine katar... Aynı kitabı okuyan iki insanı ele alalım; o kitaptan edindikleri bilgiler farklı farklıdır... Buna "Algıda Seçicilik" te diyebiliriz. Şöyle anlatayım: Bir kiliseye 4tane Farklı Meslekten ama Üniversite Eğitimli insan koyacağız. Bu insanlar o kiliseye girdiklerinde farklı farklı algılarlar, var oldukları mekanı. Tarihçi kilisenin tarihi dokusu ile, Mimar mimarisi ile, İmam dinsel ritüelleri ile, Sanatçı ise Heykel yada Mozaiklerin sanatsal yapısı ile ilgilenir. Bakın, bu aşamada Eğitimin etkisi elbette vardır ama Dünyayı anlamlandırmada asıl etkili olan Dünyayı Nasıl Algıladığımızdır. Bu açıdan buna "İlgilerimiz"de diyebiliriz. Bildiğiniz gibi İlgilerimiz bize öğretilmez, içseldirler... Yani size "Resim" sanatının incelikleri öğretilse dahi eğer Resim sanatına herhangi bir İlgi'niz yoksa, resim çizebiliyor olsanızda, bir sanat eseri size, bir sanatçıya hissettirdiklerini hissettirmez. Yada siz Tarih bölümü okumuş bir insan olsanız dahi eğer algılarınız Dinsel Ritüellere yönelik algılarsa, o kilisenin tarihi dokusu ile değil, dinsel ritüelleri ile ilgilenirsiniz. Bakın bu tür çarpıklıklara Türkiye'de rastlamanız ümkündür, zira kimse istediği mesleğe sahip olamamakta ve istediği bölümü okuyamamaktadır ama mecburen okuduğu bölüme rağmen algılar yine de değişmemektedir. Ben sizin eklediğinz yorumu şöyle düzelteyim o zaman: "Bir insan ne kadar eğitim ve öğrenim alırsa alsın dünyayı kendi ALGILARINA göre anlamlandıracaktır." Diğer cümleniz ile örnek aldığınız cümlem arasında bir bağıntı yoktur zaten, o cümlem öyle bir anlam içermez. 3) "İçsel nedenlerde algılarımız yolu ile sağladıklarımızdır. Algılarımızdaki farklılıklar, öğrendiklerimizi farklı farklı yorumlamamıza neden olur. O yüzden dünyayı herkes farklı farklı anlamlandırır..." Eş anlamlı benim cümlem: Öz yargılarımız(vicdan kararı) algılarımızla belirlenir. İşte önemli olan burası algı demekle neyi kastediyorsun ? Ben çözemedim, algı nedir ? Açıklayayım... Bakın terminolojiye inmek ve daha sağlam şekilde anlatmak için vikipedi'den Algı'nın anlamını aynen aktarıyorum: Algı, psikoloji ve bilişsel bilimlerde ('Cognitive Sciences') duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi anlamına gelir. Örnek: Yolun karşısından gelen arkadaşımız bize doğru yürümektedir ve açıkça bize doğru yürürken bize doğru bakmaktadır. Ancak yanımızdan hiç oralı olmayıp geçer giderse problem duyum algı farkına işaret ediyor olabilir. Yani bizim görüntümüz onun gözüne, retinasına yansımıştır. Biyolojik yapısı içerisinde göz bu görüntüyü beyne ulaştırmıştır. Fakat beyin burada yapması gereken duyusal bilginin alınmasından sonra, seçilme, düzenleme ve yorumlama aşamalarını gerçekleştirmemiştir. Bu halk arasındaki tabirle bakmak ve görmek arasındaki fark gibi de düşünülebilir. (vikipedi'den alıntıdır). Bu "duyu organları"na bağıl olan tanımdır, ancak birde "Duyu ötesi Algı" vardır. Önseziler, Soyut bir takım Hisler, Telepati, Çeşitli Duyu ötesi Duygu Yoğunlukları: Huzur, Sevki, Aşk, Şehvet, İhtiras vs... Bunlar dünyayı algılamamızdaki temel Algısal nüvelerdir. Dünyayı, siz materyalist açıdan değerlendiriyor olabilirsiniz, ne kadar "Sezgilerimiz Var" desenizde, sizin kastettiğiniz "Sezgi" ile bizim kastettiğimiz "Sezgi" biraz farklı bir anlam taşıyor. Bilişsel olarak Sezgi, "Tahmin" olarakta adlandırılabilir, mesela: Misal olarak "Boşiq'le iyi bir diyalog kurduğumda, iyi bir arkadaş olacağız" da benim sezgim. Bu Bilişsel olan Sezgidir yada Tahmindir... Benim verdiklerim ise Bilimsel olarak hiç bir şekilde ölçülemeyen, tartılamayan, varlıklarının ve ağırlıklarının ölçüsü kişiden kişiye değişen algılarımız da vardır... İşte "Bilişsel Zeka" "Sezgisel Zeka" Psikomotor Zeka"nın işleyişi de buna bağlıdır. Bu algıların az olduğu kimselerde "İnançlar" anlam kazanamamaktadır. Yani tüm dinleri istediğiniz kadar okuyun, değerlendirin, karşılaştırın, o dinler size hiç bir anlam ifade etmeyecektir... Bu Sezgilerin yoğun olduğu insanlarda, önlerine istediğiniz kadar sizi tatmin eden bilimsel verileri koyun, sizin inandıklarınıza (Evrim, Materyalizm) inanmayacaklardır. Bu yüzden sizi Tatmin edebilen bilimsel veriler, İnanan insanları tatmin etmemekte, onlara anlamlı gelmemektedir. Öğrendiklerimiz sadece Anlamlandırdığımız materyali ve içeriği arttırır ve belki yöntem olarak birazda olsa etkilidir ama asıl etkili olan Algılarımızdır. Bakın iki insan düşünün, herşeyi öğrenebilen, bilgi düzeyleri, bildikleri, öğrenimleri, eğitimleri birbirine yakın yada eş iki eğitimli insan düşünün, birisinin inanmış olması, diğerinin Ateist olması nedendir? Yetişme tarzından falan demeyin, çok sıkı ailelerde yetişip, tüm kardeşleri sıkı birer Müslüman olduğu halde, hatta imam hatip okuduğu halden inanmayan insanlar tanıyorum... Yada bozuk ve çökmüş, son derece inançlarla ilgisiz (Ateist yada inançsız değil) bir aileye sahip olduğu halde, sonradan İslam'a yada bir dine sıkı sıkıya inanmış insanlar bulunuyor... Eğitim yada Öğretim sadece birer araç ancak bunlar "Bilişsel Gelişim" için gerekli araçlardır. İnsanların İçsel olgunlukları, yine içsel nedenlerden kaynaklanır. Burada şu ayrımı yapmam gerekiyor, ben Dünyayı anlama çabasını "İçsel Nedenler"e bağladığım için böyle düşünüyorum. Siz "Dünyayı Anlama Çabası"nı Materyal nedenlere bağladığınız için belkide, yazdıklarım size çelişkili gibi geliyor, oysa sanıyorum ki, benim anlatmak istediklerimi yanlış yada eksik yorumluyorsunuz. Ben nasıl ki sizin söyledikleriniz anlamlandırmada sizin kadar başarılı değilsem (Çünkü Materyalist yada sizin değiminizle Bilimsel Dünya Görüşlü değilim), sizde benim anlattıklarımı anlamlandırmada başarılı değilsiniz pek (Çünkü sizde benim anladığım gibi Sezgisel bir anlayışa sahip değilsiniz). Eş anlamla devam ediyorum. Ama ne kadar ne öğrenirsek öğrenelim, öğrendiklerimize yön verecek vicdanımızdır. Buna "Vicdanımızdır" demeyelimde "Algılarımızdır" diyelim... Bakın bu şu şekilde oluyor... Siz Bir veriyi "Materyalizm"e delil için "Rastlantı" veya "Evrim"e delil olarak kullanırken, İnançlı bir insan o veriyi "Allah'ın yaratışındaki tasarımın harikalığı" olarak kullanabilir. Mesela diyebilirsiniz ki "Beyin üstün ve maddesel bir yapıya sahiptir. Maddesel nedenlerle evrimleşmiştir, Soyut bir varlık tarafından üretilmemiştir, yaratılmamıştır." Bu bilgiyi, Beynin yapısındaki yapı taşlarının varlığından, onların dizilişinden (DNA, RNA veya protein yapıtaşları) ve maddeden etkilenerek böyle tanımlamışsınızdır. Ama inanan bir insan aynı verileri kullanarak size der ki "İşte Tanrı'nın tasarımındaki mucize..." Bakın bu örneğe bu forumda çokça rastlayabilirsiniz. Özellikle Evrim tartışmalarında bu deyişler sık sık kullanıldır. "Tasarımdaki Harikalık" yada "Evrim, Rastlantı" deyişleri... dikkat edin, Evrimci arkadaşlar, kendilerinin Evrime inanmalarına yeterli olan kanıtları sunmalarına rağmen inanan arkadaşlar hiç bir şekilde, Evrimci arkadaşların yükledikleri anlamları yükleyememekte. Yine İnanan arkadaşlar, inanmalarına yeterli olan kanıtları sundukları halde, inanmayan arkadaşlarda bunları anlamlı bulmamakta. Oysa her ikiside bildikleri şeyler hakkında tüm verileri yazıyorlar ve tüm verileri de okuyorlar. Yani diğerinin bildiğini ötekide öğreniyor ve hatta belkide daha önceden zaten biliyordu ama yine de anlamlandıramıyor... Eğitim vermek, dünyayı anlamlandırmakla ilgili değil gibi görünüyor... Bence Eğitim, Sistemlerin amaçladığı kalıplardaki insanları yetiştirmek için oluşturulmuş kurumların süreçleri... Yani Dünyayı Anlamlandırmada Eğitim ve Öğretim önemli ancak yeterli ve temel etken değil... 4) "O yüzden dünyayı herkes farklı farklı anlamlandırır." Son eş anlamlı cümlem: Eğitimin ve öğrenimin dünyayı anlamlandırmakta hiç bir önemi yoktur. Bunu içsel nedenlerimiz (öz yargılarımız, vicdanımız) belirler. Hayır... Bakın yine şunu açıklayayım, Eğitim ve Öğretim dışsaldır, yani dıştan gelen yönlendirmelerdir... Her Makale, Yazı, Kitap veya eğitim kurumlarında verilen eğitim bile sizi belli/belirlenmiş (kalıplaşmış) bir bilgiyi edindirmeye yönelik yönlendirmelerdir... Ancak bunları anlamlandırmak içseldir. Diyelim ki, daha önce hiç ilgilenmediğiniz konuda bir yazı geçti elinize. Bu yazı diyelim ki Ortaçağ kültürü ile ilgili olsun ve bir yapıttaki, o çağa ait tüm görüşleri betimleyen süslemeleri, simgeleri yani kabartmaları yada freskleri anlatan sanatsal bir yapı olsun. Paganizmden Hıristiyanlığa geçiş sürecini kapsayan sembolleri, Reform hareklerinin simgelerini, Rönesans hareketinin simgelerini, bu hareketlerin öncülerinin simgelerini, Bilimsel devinimlerin-icatların simgelerini, yeni Felsefi akımların simgelerini içeren bir anıtın betimlemesini yapsın. Siz bir Materyalist olarak en çok hangilerine dikkat edersiniz? öncelikle Bir Materyalist olarak Bilimsel tespitlere odaklanırdınız, sonra Felsefi akımlara ve sonra yanlışlıklarını test etmek için Dinsel ve Paganist betimlemelere yönelirdiniz. Bir Teist ise, Hıristiyanlığın Paganizmden etkilenmiş bir din olduğunu kanıtlamaya yada anlamaya yönelirdi bu eseri incelediğinde. Yani temelde Öğrendikleriniz değil dünyayı anlamlandıran... Siz dünyayı eğilimleriniz yada daha doğru bir tanım ile Algılarınız sayesinde Anlamlandırıyorsunuz... Size verilen Bilgiler ve Öğretilenler sadece anlamlandırdığınız nüveleri çevreyi genişletiyor... Daha çok bilgi edindikçe daha çok şey anlamlandırmış oluyorsunuz... Eğitim ve Öğretimin bu açıdan yararı vardır. Tarzan'a hiç kimse bir şey öğretmese de, kendisi bir şeyler görür ve öğrenir ama içsel olarak anlamlandırır. Çünkü kimse size anlamlandırılmış deneyimler sunamaz, sunsa bile siz yeniden anlamlandırmadıkça bir şey ifade etmez ve siz öğrendiklerinizi örgütleyip anlamlandırmadıkça öğrendiğiniz hiç bir şey önem arzetmez. Sizin daha fazla şey öğrenmeniz, daha çok bilgiyi anlamlandırmanıza neden olur, fırsat tanır. Bakın bunlar içsel öğrenme süreçleridir. Örgütleme, Algı, Şema vs gibi tanımlamalar yapılmıştır... Daha çok ayrıntıyı araştırabilirsiniz... Evet şimdi görüşünüzü tahlil ettik. Benim eş anlamlı olarak kurduğum cümleler seninkilerle çelişiyormu ? Şöyle cevap vereyim, Eş anlamlı olarak kurduğunuz cümlelerin benimkilerle çelişip çelişmediği bir yana, benim anlatmak istediklerimi nitelemiyor... Öğrenme sadece Materyal araçlarla olmamaktadır diye düşünüyorum... Öğrenme Süreçleri tesbit edilmiştir Psikolojide falan tüm süreçler yer almaktadır. İlkeler belirlidir... Yani aynı şeyleri tekrar tekrar açıklamak yersiz... Sorduğunuz sorular ve benim yazdıklarımla çeliştirdiğiniz cümleler ilgisiz aslında yada daha doğru bir tanımla; benim anlatmak istediğimi nitelemiyorlar. Ama sanırım bu sizden değil, benim anlatmadaki yetersizliğimden kaynaklanıyor... Çünkü yazdığım şeyler benim için çelişkili görünmüyor ve siz "çelişkili" dedikçe inanın yeniden karıştırıyorum kaynaklarımı, bildiklerimi yeniden örgütlüyorum, yeniden gözden geçiriyorum ve ondan sonra iyice açık betimlemeye çalışarak yazmaya çalışıyorum. Ben hiç bir çelişki göremiyorum ama siz benim yazdıklarımdan, cevap olarak yazdığınız şeyleri anlıyorsanız, yazdığınız şeyleri söylüyo olsam, Evet çelişki olurdu, ama ben onları demek istemiyorum aslında... Sanırım bu benim yanlış anlatmamdan yada eksik anlatmamdan kaynaklanıyor demek ki. E edebiyatçı değilim ben, elimden bu kadarı geliyor... Saygılarımla... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 7 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 7 Aralık , 2006 Sayın boşiq, Bu şekilde çelişen anlatımlarınıza, uzun süredir ikaz ettiğim halde devam ediyorsunuz. Tartışma pek sağlıklı yürümüyor. Kavramları karıştırıyorsunuz. Tıpkı bilimsel dünya görüşü gibi. Biribiri ile çelişen ifadelerinizi aşağıya alıntıladım. Size başarılar diliyorum. Ben Bilim'in "Soyut" kavramları ispatlamaya yönelik bir çabasının olduğunu düşünmüyorum. Materyalist Felsefe varlığı "Madde"yi temel olarak ele alır... Kaldı ki, bunu amaç edinen Felsefe'de zaten Bilim değildir... Melek falan sadece Sezgilerle algılanabilen soyut kavramlar, yani bunu, sorduğunuz sorudaki gibi aklı başında hiç bir insan ele alıp, ispatlamaya çalışmaz ve çalışamaz ki zaten İnançların ve buna bağlı olarak Dünya Görüşlerinin doğduğu Zeka ise "Sezgisel Zeka"dır... Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez Dünyayı, Bilişsel Algıların yanında Sezgilerimle de değerlendirerek, kendime daha anlamlı kılabiliyorum Bilim yaparken o gözlüğü takabilir diye düşünüyorum... Bakın burada siz haklı çıktınız bir manada, sanırım ve haklısınız, Böyle yaparak, yani İnançlı insan, Bilim yaptığı sürece "Materyalist Gözlüğü" takarak bir şekilde çift kişilik oluşturuyo olabilir, yani sizin tabirinizle "Bulunduğu Ortamın Hatırına" Materyal bir görüş sağlıyor olmalıdır ama bu kendisinde bir çelişki yaratmaz diye düşünüyorum. Yani herkes kendinin bir parça yada büyük oranda haklı olduğunu düşünüyor ve karşısındakini ikna etmeye çalışıyor Öncelikle şunu söyleyeyim; kimseyi düşüncelerime ikna etmek gibi bi amacım ve niyetim yok... Buradan devam edelim... O yüzden, istediğiniz kadar Eğitim verin, istediğiniz şekilde eğitim kurumu kurun, insanların dünyayı nasıl algıladığı konusunda bir şey yapamazsınız.. Daha çok bilgi edindikçe daha çok şey anlamlandırmış oluyorsunuz... Eğitim ve Öğretimin bu açıdan yararı vardır. Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 9 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 9 Aralık , 2006 Sayın boşiq, Bu şekilde çelişen anlatımlarınıza, uzun süredir ikaz ettiğim halde devam ediyorsunuz. Tartışma pek sağlıklı yürümüyor. Kavramları karıştırıyorsunuz. Tıpkı bilimsel dünya görüşü gibi. Biribiri ile çelişen ifadelerinizi aşağıya alıntıladım. Size başarılar diliyorum. Nasıl bir çelişki gördüğünüzü anlamıyorum bir türlü... Şöyle gideyim o zaman... Ben Bilim'in "Soyut" kavramları ispatlamaya yönelik bir çabasının olduğunu düşünmüyorum.:Bilim Soyut kavramları araştırır mı peki? Melek, Şeytan vs gibi Dini açıdan soyut olarak nitelendirilmiş kavramları açıklayabilir mi, ispatlayabilir mi yada ispatlamaya yönelir mi? "Şeytan Nedir" adı altında bir bilimsel araştırma var mı? Materyalist Felsefe varlığı "Madde"yi temel olarak ele alır... Kaldı ki, bunu amaç edinen Felsefe'de zaten Bilim değildir...: Burada anlatımından dolayı gerçekten bir çelişki var, doğru. Bunu şöyle açayım, Felsefe bir bilim değildir, bir düşünce çabasıdır, insanın dünyayı anlamaya yönelik düşünsel faaliyetleridir, Deneysel ve Laboratuvar ortamından ispatlanabilirliği yoktur. Melek falan sadece Sezgilerle algılanabilen soyut kavramlar, yani bunu, sorduğunuz sorudaki gibi aklı başında hiç bir insan ele alıp, ispatlamaya çalışmaz ve çalışamaz ki zaten: Melek ve Şeytan gibi kavramlar Soyuttur, ilk maddede ima ettiğim gibi, kimse bunları bilimsel olarak ele alıp ispatlayamaz. Aynı doğrultuda bir niteleme bu... İnançların ve buna bağlı olarak Dünya Görüşlerinin doğduğu Zeka ise "Sezgisel Zeka"dır...: Doğrudur bu da, Dinsel Ritüellerin hepsi "Soyut" kavramların geliştiği "Sezgisel Zeka" ile kavranabilen kavramlardır. Biliyorsunuz ki, İnsanın dünyayı algılamasında inançlı olup olmadığı önemli yer tutar. Eğer Sezgisel Zeka'nız sizi İnançlı yapmaya yetiyorsa, siz bir Dine mensub olurdunuz ve dünya görüşünüz, şu an kabullendiğiniz dünya görüşünden çok daha farklı olurdu... Ancak inanmadığınız için Materyalistsiniz, yanlış mıyım? Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez Dünyayı, Bilişsel Algıların yanında Sezgilerimle de değerlendirerek, kendime daha anlamlı kılabiliyorum: Evet, gerçektende öyle... Bakın size şöyle kaynaklandırayım o zaman; "Bireyel farklılıklar çeşitli kişisel özellikleri ifade etmektedir. Bireysel farklılık deyince akla gelenler zeka, yetenekler, kişilik özellikleri, bilişsel stiller gibi özellikler akla gelmektedir. (Gelişim ve Öğrenme, Hasan Bacanlı, sf120)." "Benlik Bilgisi: Kişinin kendini tanıması, içsel durumlarının farkında olması, kendisi ile ilgili düşünceleri ve metakognisyonları (nasıl düşündüğünü düşünme), manevi duyguların farkındalığı gibi özellikleri içerir. (aynı eser, sf122)." "Bilişsel Stil Farklılıkları: Algılama Stilleri; Öğrenciler, çevrelerinde meydana gelen olayları aynı şekilde algılamazlar. Bazı öğrenciler olayları çevrelerinden soyutlayarak ele alırken, diğer bazı öğrenciler olayları meydana geldikleri çevre içinde değerlendirme eğilimi gösterirler.... Messel algılama biçimlerini "düşünsel" (reflective) ve "tepisel" (impulsive) olmal üzere iki grupta ele almıştır. Düşünsel kişiler mantığı ön planda tutma ve ayrıntılı belirleme eğilimi gösterirken, tepisel kişiler sezgilerine güvenme ve içlerinden geldiği gibi davranma, yani içlerinden gelen tepilere güvenme özelliği gösterirler (aynı eser sf129)." "Bilişsel Stil Farklılıkları: Bilgi İşleme Stilleri; Karşı karşıya gelinen olay veya nesneler önce algılanır, sonra elde edilen algılar bilgi işlem sürecinden geçirilerek "Anlaşılır". Kişiler arası Algılamada farklılıklar olduğu gibi, algılanan olayların ele alınıp işlenmesinde de farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklarla ilgili gruplamalar; Benzerlikçi-Farklılıkçı, Soyut-Somut, Bilişsel Karmaşıklık gruplamalarıdır.... Somut-Soyut bilgileri veya kanıtları tercih etmekle ilgili gruplamada, Bazı kişiler somut, birbirleriyle olan ilişkilerine göre bilgiyi işlerken, diğer bazı kişiler soyut, birbirinden bağımsız bilgi edinme özelliği gösterirler (aynı eser, sf130)." "Bilişsel Stil Farklılıkları: Düşünme Stilleri; Kişiler genelde düşünme stileri açısından da farklılıklar göstermektedir. birbirlerinden farklı şekilde düşünürler, düşünürken farklı yollardan giderler, farklı araçlara dayanırlar. Welsh, kişilerin iki boyutta ele alınabileceğini öne sürmüşştür: Orjinallik (Origance) ve Eğitilmiş Zeka (İntellectence). dolayısıyla dört grup insandan bahsedilebilir: Hayalci: Orijinallik Yüksek - Eğitilmiş Zeka Düşük Sezgici: Orijinallik Yüksek - Eğitilmiş Zeka Yüksek Geleneksel: Orijinallik Düşük - Eğitilmiş Zeka Düşük Analitik: Orijinallik Düşük - Eğitimiş Zeka Yüksek. (aynı eser 131)" Yani demek istediğim, insanlar dünyayı farklı farklı algılarlar... Bu yüzden de Anlamlandırmaları farklı farklıdır. Siz bir insana, Materyalist düşünceyi, Sezgisel Düşünceyi yada diğer tüm bakış açılarını öğretebilirisiniz ancak, o insanın doğasında hangi özellik varsa, o insan yine de o şekilde anlamlandırmaya devam edecektir dünyayı... Bakın, Zekanın işleyişi ve Anlama, Öğrenme bir çok açıdan ele alınmaktadır. Psikolojik olarak, Çevrenin etkisi açısından, Kalıtım açısından, Nörolojik açıdan, İçsel devinim açısından, Davranışsal açıdan... Yani Zeka araştırmaları çok çeşitli alanlara yayılmıştır, nedeni ise, yukarıda saydığım ve sayamadığım bir çok farklı alanlardak, kişiler arasındaki ufak bir farklılık dahi, kişisel farklılıkları ortaya çıkarmaktadır. Yani diyelim ki tüm diğer açılardan insanlar aynı zekaya sahip olsalar dahi, kişilerin beynine ulaşan kanın farklı miktarı yada beynin salgıladığı salgıların farklılığı ve hatta nöronların beynin komutlarını sinirlere iletmesi arasındaki zaman farklılığı yada nörnoların işleyişi bile Zeka açısından farklılıklar yaratmakta yada öğrenmeyi veya şöyle söyleyeyim "Anlamlandırma"yı etkilemektedir. Kaldı ki hiç bir insand yukarıda saydığım ve sayamadığım kategoriler standart değildir. Kaldı ki bir çoğu dışsal olarak değiştirilebilse dahi, içsel bir çok kategori, en basitinden doğuştan gelen düşünme özellikleri, davranış özellikleri, tepkiler veya beynin biyolojik işleyişi değiştirilemez. Etki edilebilmektedir belki ama Değiştirilemez... Bunlarda söylediğim "Ancak algılayabildiğimiz kadarını anlarız" anlayışının temelini oluşturur. Bakın, Duyusal Zeka'nın özellikleri doğuştan gelir, yani bunu değiştiremezsiniz ve öğretemezsiniz. Mesela insana nefret etmek, sevmek gibi kavramlar öğretilemez, sadece bunların yönü öğretilebilir, yani nesenesi öğretilebilir. Diyelim ki Nefret öğretilemez ama Ali'den nefret etmesi gerektiği kişinin kendince öğrenilir yada öğretilir. İnançta böyle, bir insan yönlendirebilirsiniz neye inanması konusunda, yada inanmaması için veriler sunabilirsiniz ancak o insanın zihinsel işleyişi "Sezgisel" ağırlıklı ise o insanın inanmasına engel olamazsınız. Bilim yaparken o gözlüğü takabilir diye düşünüyorum... Bakın burada siz haklı çıktınız bir manada, sanırım ve haklısınız, Böyle yaparak, yani İnançlı insan, Bilim yaptığı sürece "Materyalist Gözlüğü" takarak bir şekilde çift kişilik oluşturuyo olabilir, yani sizin tabirinizle "Bulunduğu Ortamın Hatırına" Materyal bir görüş sağlıyor olmalıdır ama bu kendisinde bir çelişki yaratmaz diye düşünüyorum.: ? Yani herkes kendinin bir parça yada büyük oranda haklı olduğunu düşünüyor ve karşısındakini ikna etmeye çalışıyor Öncelikle şunu söyleyeyim; kimseyi düşüncelerime ikna etmek gibi bi amacım ve niyetim yok... Buradan devam edelim... Evet herkes kendi haklılığını düşünüyor ve karşısındakini iknaya çalışıyor. Bende kendi doğrularımı yazıyorum ama temelde kimseyi ikna etmek amacı ile yazmıyorum. Size şimdiye kadar "Niçin bana inanmıyorsunuz, yanlış düşünüyorsunuz" gibi tanımlamalarda bulunduğumu ve yazdıklarımı "Tebliğci" bir anlayışa sunduğumu hatırlamıyorum... Ben sadece bazı bilgilere açıklık getirmek için yazıyorum ve kimsenin inanıp inanmaması umrumda değil... Bu açıdan söylediğim şey pekte çelişkili değil... Şu var ki, belki bir hataydı, bildiklerini kabullendirme açısından herkesi bir kefeye koyup, herkesi Tebliğci ilan edip, kendimi ayrı kefeye koymuşum, tabi bu bir hata, yanlış bi düşünce... O yüzden, istediğiniz kadar Eğitim verin, istediğiniz şekilde eğitim kurumu kurun, insanların dünyayı nasıl algıladığı konusunda bir şey yapamazsınız.. Daha çok bilgi edindikçe daha çok şey anlamlandırmış oluyorsunuz... Eğitim ve Öğretimin bu açıdan yararı vardır. Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez Bakın bunuda şöyle maddelendireyim: 1-Algılarımızın işleyişini değiştiremezsiniz, Beynin Nörolojik işleyişi bile kişiden kişiye farklılık gösterir ve bu bile Zeka üzerinde farklılıklara neden olur. Doğum sırası, Anne karnındaki süreç bile Zeka üzerinde etkilidir. unları değiştiremezsiniz, bunları değiştiremediğiniz gibi bu yüzden insanların Algılarındaki farklılıklarıda değiştiremezsiniz. 2-Daha çok bilgi edinçe, daha çok materyali anlamlandırmış oluyor, peki bunun ilk madde ile çeliştiği nokta nedir? Ben Algıların değişebildiğini ima etmedim ki? Yada yeni öğrenilenlerin bunları değiştirdiğini ima etmedim ki? Bakın, en basitinden şöyle açıklayayım: Bugün bir kitap okudunuz ve onu anlamlandırdınız ve bunun sonucunda öğrenebildiniz. Yarın yeni bir kitap daha okudunuz, yani yeni bilgiler edindiniz... Bu nasıl oldu, o ikinci kitabı okudunuz ve onu anlamlandırdınız ve bu sizin için anlamlı bir bilgi olarak öğrenme sürecinize girdi... Yani "Bilgi Edinme" Anlamlandırmadan sonraki bir süreç olarak, kendinden önceki süreç olan "Algılama"yı değiştiremez... Önce "Algılarsınız", sonra "Anlamlandırırsınız", en son olarak ta "Bilgi Edinmiş" olursunuz yani "Öğrenirsiniz"... Yani daha çok bilgi edindikçe, daha çok şey anlamlandırmış olursunuz... 3-Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez: bunu yukarıda açıkladım. Bende size başarılar diliyorum sayın arkadaşım... Çelişki olarak gördüğünüz şeyler, sizde bir anlam kazanamadığı için öyle görünüyor olmalı... Saygılarımla... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.