Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 23 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 23 Ekim , 2006 canlı bir varlığı ele alalım. dış alemi seyr edecek gözleri, nasıl? ve hangi ihtiyaca binaen kazanmış olabilir? daha öneceden gözü olamaz çünkü , eğer bir gözle hayata başlarsa bu tüm evrimin güme gitmesi demek olur ! o halde hayata gözsüz başlayan bir varlık , nasıl ve hangi ihtiyaca binaen gözler edindi? dahası nasıl edindi...en iyisi nasıl edindi diyerek işi iyice yokuşa sürmeyeyim.birilerinin hardiski yanar manar ! sadece bu kadar soruyorum. yani eğer bu canlı , dış alemi görme cihetiyle tanımıyorsa, gözü neden kazansınki?ihtiyaç bilinmekle ortaya çıkar , bilinmeyen bir şeye ihtiyaç duyulur mu?hangimiz haberdar olmadığımız bir şeye ihtiyaç duyarız? bir diğer soruda; gözlerin renklerinin ne gereği vardı? veya çevresindeki kirpiklerin, ve üzerindeki kaşların ? ve göz neden dizlermizde değilde başımızda veya gözler neden başımızın arkasında değilde ön tarafta? ve birbirlerine olan uzaklıkları neden bu kadar kusursuz ayarlanmış? bakınca kimse iki gözünün arasındaki ''kocaman'' burnunu neden görmez? neden bir tane değilde iki tane gözümüz var? hadi biri denk geldi oldu, bu ne menem bir rastlantıdırki diğeride onun yanında oldu? veya ilk oluşan göz popomuzdaydı diğeride tepemizde miydi?dahası bunlar zamanla nasıl başın önünde buluştular? hadiiiiii bunlar oldu diyelim bahsi geçen olayların olması için, yani mesela ; gözler ilkin dizlerimizdeydi sonra başımıza zamanla geldilerse,bu zamanla dizlerden başa taşınana kadar, aradaki '' ara geçiş formları'' nerede?haksız mıyım ,dizden başa taşınana kadar,gözler kademe kademe evvela dizin az üstüne sonra biraz daha üstüne sonra biraz biraz derken başa gelene kadar,arada trilyonlarca ara geçiş olması gerekmezmıydı? hatta bırakalım fosili mosili,bunların nesillerinin devam etmesi bile gerekirdi, zira başın yanında veya çenede olan bir gözle pek tabi hayat devam ettrilebilirdi değil mi? dikkat buyurun ! ben kulakları, burunu,ağzı, dili ,dişi,dudaklarıi vs...değil, sadece gözden bahsediyorum. onlarada bir ara kısaca değinirim. hadi göreyim sizi ! Ya bu sorulara cevap verin, yada ilzam olmanın haysiyetini ifa edip SUSUN. HİDAYETLE KALALIM Alıntı
Misafir taurusmutis Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 neden bir tane değilde iki tane gözümüz var? hadi biri denk geldi oldu, bu ne menem bir rastlantıdırki diğeride onun yanında oldu? veya ilk oluşan göz popomuzdaydı diğeride tepemizde miydi?dahası bunlar zamanla nasıl başın önünde buluştular? hadi göreyim sizi ! Ya bu sorulara cevap verin, yada ilzam olmanın haysiyetini ifa edip SUSUN. HİDAYETLE KALALIM Sevgili arkadaşım; Sanırım sorunun adresi ben değilim ama bu sorunu cevaplamak istedim.3 boyutlu görebilmemiz için 2 gözümüz var.Aynı şekilde 3 boyutlu duyabilmemiz içinde 2 kulağımız.Yazdıklarından hariç eklenecek;Göze ter akmaını engellemek için kaşlarımız,enaz zarara uğraması için gözün yüzdeki çukur bölgede bulunması,dinlenme sırasında gözü mükemmel örten kirpikler ve uykuda mühürleyen çapak..vs.. Benim genel cevabım Allah'ın kudreti,benim gördüğüm Allah'ın kudreti.Diğer arkadaşların cevabını da merak ediyorum.. Saygı ve sevgilerimle.. Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Haberiniz yokmu 5-10 sene evel bulgaristanda bulunan tepe göz dedikleri fosil 3 bin senelikdi, birde ilimda baska bir ismi daha var kitaplarada aksetmisti. Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Haberiniz yokmu 5-10 sene evel bulgaristanda bulunan tepe göz dedikleri fosil 3 bin senelikdi, birde ilimda baska bir ismi daha var kitaplarada aksetmisti. Günümüzdede aynı buna benzer , hilkat garibesi diyeceğimiz, nadirattan , aslında buda ALLAHIN hikmeti gereği, böylede yaratabilirdim diyor ve hemde o yaratılan sakatlarıda ailelerine birer imtihan, hem ateistlerede ''yerinde bir imtihan''olarak sunuyor.sizin gibi düşünenlerde iyice yoldan çıkıyor,bizimse imanımız artıyor.ama konu bu değil,şimdi mevzuyu çarpıtmayalım; yukarda sorulanlara cevap verin ! ilmi olsun , kıvırma cevap kabul edilmeyecektir,şimdiden belirteyim. senin yukarda değindiğin tepegöz gibi ,kurbağa çocuk tabir edilen , doğumlarda oluyor,aradan yıllar geçse ve biri böyle bir fosil bulsa, tüm insanlarla kurbağalar arası geçiş formu bulundu mu diyeceksiniz.? Ben trilyonlara ulaşabilecek bir sayıdan bahsediyorum , hatta yaşamı için şart olmayan , gözün kafanın az başka bir yerinde olması gibi bir tür neden nesli devam etmesin ki? böylece nesli devam edecek en azından , gözü insanlarınkinden farklı yerlerde olan,yüzlerce insan türü olması gerekirdi ! bunu geçin , yukarda sorduğum onlarca sorunun cevabını verin bana, yada kendi kendime soru bulur sorarım, ve böylece işi içinden çıkılamayacak hale getiririm. Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Sevgili arkadaşım; Sanırım sorunun adresi ben değilim ama bu sorunu cevaplamak istedim.3 boyutlu görebilmemiz için 2 gözümüz var.Aynı şekilde 3 boyutlu duyabilmemiz içinde 2 kulağımız.Yazdıklarından hariç eklenecek;Göze ter akmaını engellemek için kaşlarımız,enaz zarara uğraması için gözün yüzdeki çukur bölgede bulunması,dinlenme sırasında gözü mükemmel örten kirpikler ve uykuda mühürleyen çapak..vs.. Benim genel cevabım Allah'ın kudreti,benim gördüğüm Allah'ın kudreti.Diğer arkadaşların cevabını da merak ediyorum.. Saygı ve sevgilerimle.. güzel kardeşim işte bende bunları ve benzerlerini soruyorum.canlı, cevabını verdiğin kazanımları, hangi bilinçle,nasıl,ne şekilde,kazanıyor?mesela 3 boyutlu görmek için gereken iki gözü,canlı nasıl kazanabilir.görmediği boyutları görme ihtiyacı kazanması akılla ne kadar örtüşür?hangimiz bilmediğimiz şeye ihtiyaç duyabiliriz?ve mesela insan mikro canlıları görmek için, mikroskopları icad etti,neden insan bu keskin görme işini,(tesadüf bile yapabilirken,)ve insanda teknoloji olmasına rağmen hala kendi bedeninde yapmayı başaramadı.öyleya tesadüfen bu kadar kolay olan birşey, çalışılarak mükemmelce yapılabilir.ama insan bunca teknolojiye rağmen , göz kadar iyi çalışan bir camera yapabildimi.tesadüf tesadüf...birileri bunu ilah edinmiş!ötesi yok.ayrıca kardeşim sen, bu işin yani mesela kaşın, neye yaradığını anlatmışsın,neye yaradığını zaten bilmeyen yokki,ben bunun izahını istemiyorum,ben mesela kaşın ''yaradığı işin'' nasıl kazanıldığını?(basit biyolojik tabirlerle değil) bunu canlının hangi çabalarıyla yaptığını,dahası kaştan haberi olmayan (evvelden olmayan bilinemeyeceği için) gözün nasıl kaş edinmeye karar verdiğini, karar verse bile,gözü oluşturan maddler, birbirleriyle konuşup gelin bir kaş mı yapalım dediğini,veya tüm bu maddeler birbirleriyle bu kadar büyük bir dayanışma içinde ve gerekenleri temin etme hususunda dayanışma halinde iseler,bu hücrelere bunca işi yapacak ''bilinci''kimin verdiğini, oysa hücrenin yapısına baktığımızda nerdeyse dünya yaratılalı beri (''tesadüfi bir evrim'' varsa ) canlılara yapıtaşı olduğunu düşündüğümüzde demekki yapısı neredeyse değişmeden gelmiş,değişse bile canlıyı geliştirdiğine göre , hep bir bilinçle var olmuş olacağından, bu hücrenin nasıl olduda bunca bilinci barındırdığı,ve henüz görme işini bile ateistlerin iddiasına göre, zamanla kazanılan bir iş olmasına rağmen hücre bunca şeyi bilecek bir beyne HANGİ TESADÜFLE eriştiğini, vs...bunun gibi işlerin keyfiyetini soruyorum.zaten yukarda var. katılımın için çok sağol. selametle kalalım. Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Sn.HİMYATA açtığın konu ile alakalı bir yazı Değerli İnsan Sn.Mantık arkadaşın yazısı Eger yaratılışçılık, iddia ettikleri gibi alternatif bir teoriyse, mevcut gözlemleri ve evrim teorisinin iyi ya da kötü açıkladığı noktaları aynı başrıyla veya daha iyi açıklayabilmelidir. Köpeklerin fazlalık parmağı Köpeklerin ayağının arka üst kısmındaki o küçük uzantı nedir? Hiç bir işe yaramadığına göre bu parçanın varlığının sebebi nedir? Tanrı’nın gereksiz yere böyle bir uzantıyı yaratması mı daha mantıklı bir açıklamadır, yoksa bu uzvun artık işe yaramadığı için evrim sürecinde yok olmakta olan beşinci bir parmak olması mı? Nitekim, kurtların, kedilerin ve kaplanların da aynı uzvu vardır. Parmaklarımız Mesele şu ki, 5 tanedir. Bu da bizi memeliler sınıfına sokar. Tüm memelilerin kol veya kol yerine geçen uzuvlarında 5 parmak veya parmak kalıntıları bulunmaktadır. Tipik 5 parmak yapısına tam uymayan canlılarda fosil kayıtlarına bakarak bu sayıdaki azalmayı gözleyebiliyoruz. (Örneğin atlarda). Fakat prensip aynı. Memelilerin 5 parmağı vardır. Bunu gerektiren doğru dürüst bir sebep olmadığı durumlarda bile. Örneğin neden balinaların yüzgeçlerinin altına gömülmüş 5 kemik uzantısı bulunur? Neden yarasaların açıkça beş uzantıyla ayrılmış kanatları bulunur? Bunların dizayn benzerliği olması mı daha iyi bir açıklamadır, yoksa tüm memelilerin ortak bir atadan gelmesi mi? Bazı memeliler bu 5 parmağın tümünü hala kullanır, bazıları birkaçından kurtulmuştur, bazıları ise hala işe yaramayanları taşımaktadır. (Örneğin yunuslar). Yılanların ve balinaların kalça kemikleri Boa yılanı, piton yılanı ve kör yılanların tümü vücutlarına gömülmüş, tamamen işe yaramaz birer bel kemiği artığına sahiptir. Aynı zamanda balinalar da. Niçin bir yaratıcı böyle yaratıkların vücuduna o yaratıklar için tamamen işe yaramaz olan ve tamamen bel kemiğinin evrimsel bir kalıntısı gibi görünen böyle kemikler koymuştur? Ayrıca piton ve boalarda pençe artığı birer kısım da bulunmaktadır. Tavukların ayakları Tavukların ayaklarının alt kısmı tüyle örtülü değildir. Pullarla örtülüdür. Eğer bu tavukların reptil atalarından kalma bir kalıntı değilse nedir? Erkeklerin memeleri Tanrının erkeklerde hiçbir işe yaramayan memeler ve bu memelerin altında meme dokusu yaratmasının ne sebebi olabilir? Hele de önce Adem’i yarattığı ve Havva’yı sonradan ona eş olsun diye yarattığı düşünülürse. Bu meme dokusu ergenlikte uygun hormonal sinyali almadığından erkeklerde hiçbir zaman iş gören gerçek memelere dönüşmez. Bunun cinsiyetin yaşam süresi boyunca değişebilir olduğu ilkel atalarımızdan kalma bir evrimsel kalıntı olması mı daha olası bir açıklamadır (nitekim bazı balık ve reptil türleri normal ömürleri boyunca birkaç kez cinsiyet değiştirirler), yoksa bir yaratıcının insanları böyle işe yaramaz parçalarla donatmış olması mı? Ayrıca kötü tasarımın birbaşka örneği: Niçin testisler vücudun içinden (kadınlarda yumurtalıklara karşılık gelen yerden) aşağıya, normal bölgelerine inmek zorundadırlar? (Ki nitekim bazen inmeyip sağlık sorununa yol açarlar). Kör mağara balığı Neden mağaralarda yaşayan bazı balık türleri ve diğer tür canlıların (örneğin yarasalar) işlev görmeyen gözleri vardır? Evrim süreci kör işlediği için böyle tuhaflıklara yol açabilir ama bilinçli ve sonsuz güçlü bir yaratıcıdan beklenecek şeyler midir bunlar? "Plantaris" kası İnsan bacağının alt kısmındaki "plantaris" kası maymunlarda işe yarayan birkastır. Tüm ayak parmaklarının bir anda esnemesini sağladığından ayakları kullanarak ağaçlarda daldan dala atlarken faydalıdır. İnsanlarda ise yok olmaya yüz tutmuştur. Ayak parmaklarına kadar ulaşmaz bile, "Achilles tendon"una kadar inip yok olur. İnsanlarda bu kasın bulunmasının maymunlarla bir akrabalık haricinde mantıklı bir açıklaması aklınıza geliyor mu? Köpek dişleri İnsan vücudunun evrim olmadan doğru dürüst açıklanamayacak birbaşka özelliği köpek dişleridir. Üst köpek dişlerimizin kökleri diğer dişlere göre çok daha iridir. Örneğin maymunlarda bu dişlerin iriliği daha da belirgindir. Fakat bizlerde bile elinizi dişetinizde gezdirdiğinizde bu gereğinden iri kökleri farkedersiniz. Daha ilkel türlerden evrimleşme haricinde bunun daha tutarlı bir açıklaması aklınıza geliyor mu? Ensenin arkasındaki tüyler Neden insan korktuğunda ensesinin arkasındaki tüyler diken diken olur? Evrimsel biyolojiye göre bu memeli atalarımızdan kalma bir tepkidir. Diğer memeliler (kedileri düşünün) tehlikeli durumlarda tüylerini kabartırlar. Bu hayvanı daha iri ve korkutucu gösterir. Biz belli ki bu sinyali çoktan terkettik, fakat geriye korktuğumuzda ensemizde oluşan bu etki kaldı. Kuyruk Sokumu Röntgende veya bir iskelette incelendiğinde kuyruk kalıntısı gibi görünür. Günümüzde kesinlikle hiçbir işlevi yoktur ve eğer bu kemiğinizi kırarsanız büyük ihtimalle Tanrının neden böyle gereksiz ve başbelası bir organı yarattığını merak edersiniz. Doğum anormallikleri Zaman zaman kuyruklu veya vücudu tüylerle kaplı bebekler doğar. Kuyruklu doğum pek çok kişinin zannettiğinden çok daha yaygın bir olgudur ve karşılaşıldığında hemen cerrahi müdahaleyle kuyruk alınır. Çocuğa ise genellikle birşey söylenmez. Kürklü insanlara ise bir örnek meşhur Meksikali bir ailedir. Bu kişilerin pek çoğu sirkte çalışmıştır. Ayrıca, bir not olarak şunu eklemek gerekir ki, yaratılışçıların imrendiği, herkesin dine inandığı o eski günlerde bu tür doğum anormalliklerinde, örnegin çocuk kuyruklu doğduğunda, bu çocuklar seytanın çocuğu kabul edilir ve hemen öldürülürdü. Tabi anneleri de onlarla birlikte. (Cadı oldukları için). Apandis Apandis gibi hiçbir işe yaramayan bir organ niye vardır? Bir faydası olmadığı gibi, zaman zaman iltihaplanarak hayatı tehlikeye sokan sorunlara da yol açmaktadır. Bunun artık işe yaramayan evrimsel bir artık olması dışında, yaratılışçıların yapabileceği tutarlı bir açıklama var mıdır? İşe yaramayan genler Bu genler 1994’te keşfedilmistir. Bunlar artık işe yaramayan fakat DNA ile birlikte fazlalık bir yük olarak taşınan gen artıklarıdır. Ayrıca zaman içinde değişirler. Nesilden nesile taşınırlar. Ayrıca evrimsel soyağacı çıkarmada da çok faydalıdırlar. İki organizmanın en son ortak atası birbirinden ne kadar uzaksa bu iki organizma arasındaki işe yaramayan genlerin ortaklığı da o ölçüde az olacaktır. Şempanze ile insanın işe yaramaz genleri karşılaştırıldığında farklılık çok azdır. Bir kemirgeninkiyle karşılaştırıldığında daha fazla, bir tahıl ile karşılaştırıldığında ise çok daha fazladır. C vitamini İnsan bünyesi C vitaminine ihtiyaç duyar. Eğer düzenli bir biçimde bu vitamini almazsak iskorbit hastalığına yakalanır ve zaman içinde ölürüz. İnsan bünyesinde C vitamini üretmek için gerekli gen yukarıda bahsettiğimiz işe yaramaz genlerden biridir. Halbuki örneğin köpeklerin bünyelerinde bu aynı gen iş görür ve köpekler kendi C vitaminlerini kendileri yaparlar. Dışarıdan almaya ihtiyaç duymazlar. Acaba Tanrı neden köpekleri daha fazla sevmiştir bu konuda? Eski yüzyıllarda uzun deniz yolculuklarına çıkan gemiciler bu hastalıktan ölürken gemideki köpeklerin başına birşey gelmemiştir. Eğer bu olay evrimsel süreçteki kör rastlantı sonucu değil, bilinçli bir tasarım ürünü olarak oluştuysa, belli ki Tanrı gemi yolculuğuna çıkacağını bildiği kullarını değil, gemideki köpekleri kollamayı tercih etmiştir. İnsülin Günümüzde şeker hastalarının kullandığı tüm insülin genetik mühendisliği yoluyla genlerinde değişiklik yapılmış E.coli bakterisi (ki bu bakterinin normalde yaşadığı yer insan kalın bağırsağıdır) yoluyla üretilir. Gerçek insan genleri rekombinant teknikleri kullanılarak bakterinin DNA’si içine katılmıştır. Böylece bu bakteriler bildiğimiz insan insülini üretirler. Öyle gözüküyor ki bizi insan yapan biyokimyasal yapıyla mikropları mikrop yapan biyokimyasal yapı aynıdır ve görüldüğü gibi birbiriyle kolayca değiştirilebilmektedir. Bu biyokimyasal bir ortaklıktan başka ne anlama geliyor olabilir sizce? Göz Göz denen organ söz konusu olduğunda yaratılışçılar önce tipik söylemleri olan göz gibi bir organın basitten karmaşığa gelişemeyeceği, yarım bir gözün hiçbir işe yaramadığını falan söylerler. Fakat Darwin’in bile o zamanlar gözlediği göz gelişiminin çeşitli aşamalarındaki canlılar bunu çürütmekte ve tam tersi evrim lehine delil üretmektedir. Birkaç tane ışığa duyarlı hücreden, fincan şeklinde fakat merceksiz reseptörlere, oradan insan gözünden çok daha keskin kartalların gözüne kadar çeşit çeşit gelişmişlik düzeyinde göz bulunmaktadır doğada. Yarım gözle veya 1/100’luk gözle yaşayan pek çok canlı bulunmaktadır, günümüzde bile. Ayrıca, insan gözü, bir mühendislik hatasıdır! Retinanın içi dışı terstir. Sinirler ve kan damarları retinanın ışığa duyarlı kısmından geçerek bir kör nokta oluştururlar ve ışık reseptörü hücrelerinin önünde dağılırlar. Böylece ışık bu fiberleri geçip reseptörlere ulaşmak zorundadir. Neden sinirler ve damarlar reseptörlerin arkasında değildir? Böylece yoldan çekilmiş olurlardı ve bir kör noktamız olmazdı. Örneğin mürekkep balığının gözleri öyledir. Evrim elindeki materyalle çalışmak zorunda olduğundan, ancak eldeki mevcut sistemi kullanabilir adapte olmak için. İste bu durum bu tür tuhaflıklara yol açabilir. Mutlak bir yaratıcı böyle bir hata yapar mıydı? Hele de daha önce yarattığı canlılarda bu hatayı yapmamışken. Bu arada, gözde başka bir kötü tasarım örneği: insan gözünün görme açısı 120 derecedir ki bu yanları ve arkayı doğru dürüst görmemize engeldir. Örneğin kuşlarinki türünde bir göz yerleşimiyle görme açısı cok daha artmakta ve arkayı kısmen görmek de mümkün olmaktadır. Gözün odaklanma hızının AZLIĞI da bir baskası. Bazı yaratılışçıların iddialarının aksine. Sonuçta göz, eğer bir kusursuz yaratıcının tasarımıysa, kusursuz bir yaratıcı için fazla kusurlu bir yaratımdır. Mikroorganizmalar Mikroorganizmalar niye vardır? Bunların yaratılmasının mantığı nedir? Ayrıca Nuhun gemisine mikroorganizmalar nasıl alınmış ve yerleştirilmiştir? (Nitekim sayısız mikroorganizma vardır dünyada ve pek çoğu ancak belli ortamlarda yaşar). İnsan embriyosu İnsan embriyosu, gelişme sürecinde, özellikle çok küçükken kuyruğa ve solungaç yarığına sahiptir. Tüm memeli, kuş, reptil, amfibi ve balık embriyoları da öyle. Embriyonun gelişim sürecini herhangi bir biyoloji kitabından kare kare izlerseniz, bunu kendi gözlerinizle görebilirsiniz. (Evet, Haeckel benzerlikleri vurgulamak için çizimlerinde değişiklik yapmıştır ve emriyo sürüngen ve maymun aşamalarından geçmez, ama kuyruk ve solungaç yarıklarını Haeckel icat etmedi. Onlar oradadır). Yirmilik dişler Çoğu kişinin ağzı yirmi yaş dişlerinin tam olarak çıkmasına izin vermeyecek kadar küçüktür. Bazılarında bu dişler hiç dişarı çıkmaz, bazılarında ise örneğin üsttekiler çıkıp alttakiler çıkmaz (ya da tersi) ve bu yüzden bu dişleri çiğneme için kullanamaz pek çok kişi. Pek çok kişide bu dişler çürümeye ve ağız problemlerine yol açmaktadır. Öyleyse, ya bu dişler evrimsel bir kalıntıdır, ya da yüce yaratıcı tuhaf bir iş yapmış ve ağzımıza bu hiçbir işe yaramayan ve sadece dert kaynağı olan fazlalık dişleri koymuştur. Ani irkilmeler Her insanın zaman zaman yaşadığı ani irkilmelerin veya uykudan irkilerek uyanmalarin sebebi nedir? Evrimin güzelliği böyle ilgisiz görünen konuları bile açıklayabilmesidir. Örneğin evrim biyolojisine göre bu tür irkilmeler ağaç dallarında uyuduğumuz zamanlardan kalma evrimsel bir tepkidir. Denge hissinde olan en ufak bir değişiklik veya çevredeki bir ani hareket, bizde bu ani irkilmelere sebep olmakta ve eğer uyuyorsak uyandırmaktadır. Peki yaratılışçılığın bu irkilmeler için açıklaması nedir? Daha doğrusu "Tanrının işine akıl sır ermez" sözünden başka bir açıklamaları var mıdır? Fosiller Fosiller yaratılışçıların her zaman başını ağrıtmıştır. Her şeyden önce, soyu tükenmiş türlerin mükemmel bir yaratım ürünü olan bir evrende işi yoktur. Ayrıca bir diğer sorun da, fosillerin çok fazla çeşit ve sayıda olmalarıdır. Yaratılışçılar, soyu tükenmiş canlılara ait yorum yaptiklarında genellikle çok komik duruma düşmektedirler. Örneğin yaratılışçılar tarafindan bu konuda yapılan birkaç yorumun örneği: * Dinozorlar çok büyük olduklarından Nuh’un gemisine sığmadılar ve çamura gömülüp öyle ölüp kaldılar. (Dinozor çağının çok daha küçük yaratıklarına ne demeli peki? Hem hani Nuh bütün canlılardan birer çift almıştı gemisine? Hem zaten dinozorların nesli 50 milyon yıl önce tükenmiştir. Hani Nuh tufanı 6500 yıl önce olmuştu?) * Soyu tükenmiş canlılar Nuh’un gemisindeydi, fakat sonradan öldüler. (Acaba Nuh Seismosaurus ve T-Rex gibi devasa dinozorları gemisine nasıl sığdırdı?) * Fosiller canlı kalıntısı değildir. Şeytanın veya materyalist bilimin uydurması olan şeylerdir. * Fosiller canlı kalıntısı değildir, Tanrı tarafindan inancımızı sınamak için yaratılmış şeylerdirler. Açıklama yapmak zorunda bırakıldıklarında yaratılışçıların ağzından bu konularda çıkabilecek iddialarin içeriğine bir bakın, sonra da gelin evrime saldırırken gösterdikleri sofistike performans ile karşılaştırın. Evrime saldırırken bilimsel görünen ve moleküler biyolojiden, vs örnekler veren bireylerin, son derece basit sorulara gelince nasıl saçmalayabildiğini görmek insana hayret veriyor. Geçiş fosilleri Yaratılışçıların cahil olanları basitce "Ara geçiş formu yoktur" deyip çıkarlar işin içinden. Konuyla ilgili daha fazla okumuş ve muazzam sayıdaki fosil bulgusunun birkaçından haberdar olan biraz daha fazla bilgi sahibi yaratılışçılar ise, kademeli geçişi gösteren örneklerde bile sadece bir noktada çizgi çekip, örneğin şu taraf insan, şu taraf maymun der çıkar işin içinden. Eğer birbaşka fosil daha bulunur ve tam bu iki bölgenin arasına denk gelirse, bunu sadece alt ya da üst gruptan birine dahil etmekle yetinirler. Gelişimin aşamaları ne kadar açıkça görünüyor olursa olsun, geçiş görmemekte direnir ve ara geçiş fosili eksiğinden yakınmaya devam ederler. A ile C arasında geçiş formu olmadığını söylerler. Bir süre sonra B bulunduğunda, bu sefer, A ile B ve B ile C arasında ara geçiş formu olmadığını söylemeye başlarlar. Ne kadar örnek getirirseniz getirin bu onları tatmin etmeye yetmez, çünkü ara geçiş formu olmadığını baştan kabul etmişlerdir. İşin komiği değişik yaratılışçı uzmanlar, örnegin insan ile maymun arasındaki çizgiyi değişik noktalarda çekmektedirler. Çakal benzeri bir yaratığın balinaya dönüştüğü fikrini reddederler, fakat hemen ardından bilim adamları Ambulocetus, Pakicetus, Prozeuglodon ve pek çok diğerlerini çıkarır. Kertenkeleler kanat geliştirip kuş tüyü çıkaramazlar derler, ardından Archaeopteryx bulunur. Tabi bunun sahte olduğunu iddia ederler. Ama hemen ardından Protoavis, Sinornis, Hesperornis ve Ichthyornis gelir. Evrimcilerin tüm kara canlılarının denizden çıktığını söylemesine karşılık, nerede ara formlar diye sorarlar, karşılarına Eusthenopteron, Panderichtys ve Acanthostega getirildiğinde bunu görmezden gelirler. İnsan ile maymun arasında geçiş yoktur derler, ardından Lucy örnek verilir (Australopithecus afarensis), fakat bunu beğenmez, başka geçiş formları sorarlar. Sonra A. ramidus, africanus ve H. Habilis ve Erectus getirilir örnek olarak, aşamalı geçişi gösteren her örnekten sonra, o örneği bir tarafa (insan ya da maymun) dahil edip başka örnek istemeye devam ederler. Tabi bunlar yaratılışçıların biraz daha işin içinde olanlarının yaptıkları. Yaratılışçılığa inanan pek çok kişinin bu bulgulardan haberi bile yoktur. İnsan Gen haritası Gen haritasi projesi DNA’mızı daha eski türlerden miras aldığımızı kanıtlamıştır. Reptillerle, böceklerle, bakterilerle, solucanlarla ve balıklarla ortak genler paylaşıyoruz. Çok sayıda işe yaramaz DNA’ya sahibiz ve bunun tek açıklaması bu DNA’ları miras aldığımız ilkel türlerdir. Tüm bilim adamları bu bulgulardan emindir. Bu örnekler sayı olarak çoğaltılabilir. Evrimin yığınla kanıtı olduğunu hep söylüyoruz. Fakat bu kadar örnek bahsettiğimiz noktayı göstermek için yeterlidir. O da evrimin bir gerçek olduğu, "Evrim Teorisi" nin adına hala teori denmesine rağmen ("İzafiyet teorisi" gibi) aslında artık bir bilimsel gerçek olduğu ve bilim dünyasında işin gerçekten içinde olan hiçbir uzmanın artık bundan şüphesi olmadığıdır. Amerikan NAS (National Academy of Science-Ulusal Bilimler Akademisi)’nin ünlü evrim-yaratılışçılık mahkemesinde bilirkişi raporu olarak sunduğu, tümü nobel ödüllü bilim adamları tarafindan yayınlanan bildiri ve buna dayanarak mahkemenin evrimci kanat lehine karar vermesi bunun bir göstergesidir. Evrimi bilim adamları tartışmaz. Daha doğrusu bilim adamları evrim var mıdır, yok mudur diye tartışmaz. Evrim nasıl olmuştur diye tartışır. Evrimin var olup olmadığını tartışanlar hala dinin etkisinden kurtulamamış, evrime karşi çıkarak farkında olmadan bilime, gelişmeye ve uygarlığa karşı çıkan, içlerinde iyi niyetli ve halk için iyilik yaptıklarını zanneden, fakat bu uğurda, topluma ve insan uygarlığına en büyük kötülüğü yaptıklarının ve geriliğe, karanlık çağlara, ilkelliğe, cahilliğe ve despotluğa yol açtıklarının bilincinde olmayan dinci kesimdir. İşin tuhaf yanı, evrime inanmıyorlarsa, bu ve bazi başka konularda kendi teorilerine dayanarak açıklama getirmeleri beklenir, fakat yaratılışçılardan bu konuda çıt çıkmaz. Kutsal kitaplardaki yaratılış hikayesiyle çelişmeyen bir alternatif açıklama yapmaya yeltendikleri durumlarda ise oldukca komik duruma düşerler. Eger yaratılışçılık, iddia ettikleri gibi alternatif bir teoriyse, mevcut gözlemleri ve evrim teorisinin iyi ya da kötü açıkladığı noktaları aynı başrıyla veya daha iyi açıklayabilmelidir. Peki yaratılışçıların bu konulardaki açıklamaları nerededir? Örneğin, yaratılışçılık teorisine göre evren ve canlılık ne zaman yaratılmıştır? Tüm canlılar bir arada mı, yoksa kademe kademe mi yaratılmıştır? Eğer kademe kademeyse, hangisi önce, hangisi sonra ve hangi sırayla yaratılmıştır? Canlılarda hiç mi değişiklik olmaz, yoksa biraz olur mu? Olursa ne kadar olur? Ve en önemlisi, nasıl olur? Neden fosil yataklarında değişik dönemlere ait kademe kademe canlı kalıntıları var? Neden bir tabakadaki canlı kalıntıları diğer tabakadakilere uymuyor? Neden aralarında geçişler gözleniyor? Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Bunca canlı türünün yok olmasının sebebi nedir? (şimdiye kadar yaşamış canlıların %99'undan fazlasının soyu tükenmiştir). Allah soyunu tüketeceği bunca canlıyı niye yaratmıştır? Dinozorları ve soyu tükenmiş diğer canlıları yaratılışçılar Nuh tufanıyla açıklamaya kalkıyorsa eğer (ABD'deki yaratılışçıların yaptığı gibi), o zaman zaten büyük bir saçmalığın içine batiyorlar demektir. Nuh tufanı efsanesinin elle tutulur yanı yoktur. (Lütfen bu sitedeki bu konuyla ilgili yazıyı okuyunuz). Çocukların bile gördüğü yüzlerce saçmalığı vardır bu hikayenin. Uzun lafin kısası, yaratılışçıların yaptığı şey evrime saldırmaktan ibarettir. Evrim-yaratılışçılık tartışmalarında (halk önünde yapılanlar, vs dahil), tek yapılan insan etkileme ve tartışma teknikleri (demogoji, vs) kullanarak tartışma sanatı sergilemektir. Evrimcileri savunma pozisyonunda tutup olur olmadık iddialarla evrim teorisine saldırıp dururlar. Unutmayın, maksat polemik yapmaksa en sağlam şeylere bile saldırırsınız. Rüyada olmadığımızı ve dış dünyanın gerçek olduğunu kanıtlamaya bir çalışın bakalım? Böyle bir konunun ne kadar derinine inerseniz, o kadar polemik yapabilir, o kadar kafa karıştırabilirsiniz. Birisi matematiksel denklemlerle 1=2'yi kanıtladığını bile iddia etti bir tarihte. Ciddiye alanları ise karatahta başında uzun uzun denklemlerle oyaladı durdu. Birşeye karşı gelmek istiyorsaniz, yerçekiminin olmadığı, 1'in 2'ye eşit olduğu, dünyanın yuvarlak olmadığı gibi konularda bile polemik yapabilirsiniz. (Dünyada hala dünyanın düz olduğuna inanan insanlar olduğunu biliyor muydunuz? Hatta örgütleri bile var "Flat earth"culer diye). Kısacasi, yaratilişcilar evrimi tartişmaya gelince ahkam kesmeyi bilirler. Fakat yaratilişciligi tartişmaktan kacarlar. Çünkü yaratılışçılık alternatif bir bilim değil, sadece evrime karşı çıkma bilimidir. Yaratılışçılıkla ilgili tüm kitaplar, web siteleri, vs. de ortak olarak gözleyebileceğiniz tek sey evrimin sağına soluna saldırma gayretleridir. Sorulara alternatif cevap verme gayreti değil. ABD'deki yaratılışçılar yine de biraz daha benzetmişlerdir fikirlerini teoriye. Sorulan sorularin bazılarına alternatif açıklamalar vermeye çalışırlar. Ama bizim yerli yaratılışçılarda (örneği HY'nın sayfasında), öyle birşeye rastlayamazsınız. Doğayla ilgili hiçbir gözleme, yukarıda sözünü ettiğim noktaların hiçbirine verilmiş doğru dürüst bir yanıt ve açıklama bulamazsınız. Çünkü açıklama yapmaya kalkarlarsa, dini kaynaklarla çelişmemek zorundadırlar. Bu da günümüz bilimiyle örtüşen tutarlı açıklamaları imkansız hale getirir. Örneğin yaratılış hikayesinin Kuran'da nasıl geçtiğine bir bakalım: Allah bir gün melekleriyle otururken, canı birden bire Adem'i yaratmak ister ve 'ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım' der. Fakat melekler bu işten hoşlanmazlar ve 'kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?' derler. Fakat Allah 'sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim' der. (Bakara-30) Meleklerin uyarisina aldırmayan Allah, 'kuru çamurdan, degişken balçıktan' iki eliyle(!) (Sad-75) biçim verip (Secde-9) insani yaratip, ona kendi ruhundan üfler. (Hicr-26-28-29) Daha sonra yarattığı insandan (ki bu insan Adem'dir), onun eşini yarattı. (Zumer-6) Bu eşin adı batı dillerindeki karşılığı 'Eve' olan 'Havva'dır. Kuran'da Havva adı geçmez, pek fazla da konu edilmez. Ademi yarattıktan sonra, meleklerle Adem'i bir araya getirip, hepsini imtihan eder. 'Eger sözünüzde samimi iseniz, onlarin ismini bana söyleyin' der. ('Onların ismi' ne demektir bilinmez, çünkü Kuran bu konuyu açıklamıyor.) Melekler 'onların ismini' bilmediklerinden cevap veremezler. Daha sonra Allah Adem'e dönerek; 'Ey Adem haber ver onların adlarını' der. Adem 'onların ismini' şakır şakır söyler. Fakat Allah burada hile yapmıştır, çünkü imtihandan önce 'onların ismini' Adem'e öğretmiştir. (Bakara-31-32-33) Bu şekilde Adem'in daha , üstün olduğunu ispatlayan Allah, bütün meleklerden Adem'in önünde secde etmelerini ister. İblis (Şeytan) dışındakiler, Adem'e secde ederler. (Bakara-34) Allah Şeytan'ın neden secde etmediğini sorduğunda, Şeytan gerekçesini söyler; 'beni ateş'ten onu çamur'dan yarattın; ben ondan hayırlıyım.' (Araf-12, Hicr-33) Daha sonra Allah ile Şeytan arasında geçen tartışma ise şöyledir: 'o halde in oradan. Senin haddine mi orada büyüklük taslamak! Hadi çık sen alçaklardansın.' (Araf-13) 'Dedi: İnsanların dirileceği güne kadar bana süre ver.' (Araf-14) 'Buyurdu: 'Süre verilenlerdensin.' (Araf-15) 'Dedi: Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yerin üzerine kurulacağım.' (Araf-16) 'Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Bir çoklarını şükreder bulamayacaksın.' (Araf-17) 'Allah buyurdu: Çık oradan. Yenilmiş ve kovulmuş olarak. Onlardan sana uyan olursa yemin olsun ki cehennemi tamamen sizden dolduracağım.' (Araf-18) Fakat görüldüğü gibi Araf-12'den başlayıp Araf-19'a kadar olan bölüm, tamamiyle Şeytan'in Allah'a (yani yaratıcısına) meydan okuması şeklindedir ve yüce yaratıcı böylesi küstah davranışa karşı hiç bir yaptırım uygulayamamaktadır. Ve hatta şeytan karşısındaki aczini, insanlari cezalandırarak gösterir. Çünkü o ana kadar cehennem diye bir şey yokken, birdenbire cehennem ortaya çıkıverir. Bu diyalog'da cok daha önemli bir ayrıntı daha vardır; henüz yaratılmış insan (Adem ve Havva - 'Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi...' Zumer-6) Allah'ın yanındayken (yani henüz cennet'den kovulmamış), bu tartışma içinde birçok insanlardan bahsediliyor. Allah da daha ortada olmayan insanları da, cehenneme dolduracağını söylüyor! Bu iki anlama gelir ya bu olaylar cennette yaşanırken dünyada zaten insanlar vardi, ya da Allah ile Şeytan ilerisi icin aralarinda planladiklari olayı, kimseye sezdirmeden dramatize ediyorlar... Bana göre ikinci şık daha kuvvetli bir ihtimal. Çünkü büyük bir güce sahip olan Allah'ın, kendi yarattığı bir yaratık karşısında bu duruma düşmesi ve durup dururken cehennemden bahsetmesi, ayrıca 'yeryüzüne bir halife yaratacağını' (Bakara-30) söylemekle kurgulanmış bir plan hakkında kopya veriyor gibi... Hikayenin sonrasi malum; Allah Adem ve Havva'ya cennet'de yaşamalarını, fakat bir ağacın meyvesinden uzak durmalarını söyler. Kovulmasına rağmen her nasılsa hala cennet'de bulunan Şeytan, onları kandırıyor ve yasak meyve'den yemelerini sağlıyor. Çok kızan Allah her ikisini de 'birbirlerine düşman olarak' (nedense!!?) indiriyor. (Araf-24) İyilik ve güzellik tanrısı insanlari (yoksa sadece kadinla erkeği mi?) peşinen birbirine düşman olarak dünyaya, ölümlüler olarak gönderiyor. Görüldüğü gibi yaratılış ve takip eden olaylar kısaca budur. Bu hikayenin elle tutulur yanı var mıdır? Biraz düşününce görülecektir ki yaratılışı çürüten evrim değil, sağduyu ve bilimdir. Bilim, ilk insan konuşamaz der, oysa Adem konuşur. Bilim ilk 3 Milyar yıl oksijen yoktu der, oysa Adem nefes alır! Yani dünya yaratıldıktan 3 milyar yıl sonra 'yaratılmış' olmalıdır. Allah koyun, keçi, sığır, inek yarattım der. Bilim ise, böyle hayvan türlerinin doğada bulunmadığını ve bu hayvanların, yabani hayvanlarin birkaç bin sene önce evcilleştirilerek, insanlarca "yapay seleksiyon" a tabi tutularak, bu hale getirilmesi yoluyla üretildiğini söyler. 5.000 sene önce armutun acı, mısırın 2-3 santim olduguna yaratılışçıların itirazi var mıdır? Neden insan yaşamayan yoğun ormanlık, vs yerlerde, koyun, keçi; inek; sığır, washinghton portakal vs bulunmaz? Yaratılışçılar evrime karşi bilimle saldırıyor izlenimi verirler ama yaratılışçılığı çökerten bilimdir. Evrim de zaten bilimin bir parçasıdır. Bilimden bağımsız birşey değildir. Yaratılışçıların evrim karşıtlığı, açıkça bilim düşmanlığıdır. Sözde bilim ("pseudo science"), insan uygarlığının gelişiminin önündeki en tehlikeli engellerden biridir. Yaratılışçılık ise en popüler "sözde bilim" örneklerinden biridir. Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 24 Ekim , 2006 Tavukların ayaklarının alt kısmı tüyle örtülü değildir. Pullarla örtülüdür. Eğer bu tavukların reptil atalarından kalma bir kalıntı değilse nedir? vatandaş bunları pul sanıyor! kardeşim bunlar deri tabakaları, kaldıki pul olsalar bile biri diğerinden geldi gibi...sadece morfolojik iddialarla evrim ıspat edilemezki,benzemek ondan olmaya delil değildir.canlının genom haritasını açtında.içinde ben eşekten gelmişim , diye bir yazımı buldunuz.ve yine evrim olsa bile , bu yaratıcı olmadan kabul edilecek bir iş midir? Mesele şu ki, 5 tanedir. Bu da bizi memeliler sınıfına sokar. Tüm memelilerin kol veya kol yerine geçen uzuvlarında 5 parmak veya parmak kalıntıları bulunmaktadır. o zaman baş parmağını şimdiki yerinden daha kullanışlı bir yere yerleştir göreyim seni,sen bile bunu başaramazken ,akılsız maddemi başardı? Kuyruk Sokumu Röntgende veya bir iskelette incelendiğinde kuyruk kalıntısı gibi görünür. Günümüzde kesinlikle hiçbir işlevi yoktur ve eğer bu kemiğinizi kırarsanız büyük ihtimalle Tanrının neden böyle gereksiz ve başbelası bir organı yarattığını merak edersiniz. coccyx omurlarıda denilen bu omurlarr burdada bulunurr ve bazzı kaslar bu yapıya tutunarak çalışırlarki yürüme ve oturup kaklkmada dahi çok önemli yerleri vardır.ve tabi senin copy yaptığın yerlerde bunları bulamazsın ? Allah bir gün melekleriyle otururken, canı birden bire Adem'i yaratmak ister ve 'ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım' der. Fakat melekler bu işten hoşlanmazlar ve 'kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?' derler. Fakat Allah 'sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim' der. (Bakara-30) Meleklerin uyarisina aldırmayan Allah, 'kuru çamurdan, degişken balçıktan' iki eliyle(!) (Sad-75) biçim verip (Secde-9) insani yaratip, ona kendi ruhundan üfler. (Hicr-26-28-29) Daha sonra yarattığı insandan (ki bu insan Adem'dir), onun eşini yarattı. (Zumer-6) Bu eşin adı batı dillerindeki karşılığı 'Eve' olan 'Havva'dır. Kuran'da Havva adı geçmez, pek fazla da konu edilmez. Ademi yarattıktan sonra, meleklerle Adem'i bir araya getirip, hepsini imtihan eder. 'Eger sözünüzde samimi iseniz, onlarin ismini bana söyleyin' der. ('Onların ismi' ne demektir bilinmez, çünkü Kuran bu konuyu açıklamıyor.) Melekler 'onların ismini' bilmediklerinden cevap veremezler. Daha sonra Allah Adem'e dönerek; 'Ey Adem haber ver onların adlarını' der. Adem 'onların ismini' şakır şakır söyler. Fakat Allah burada hile yapmıştır, çünkü imtihandan önce 'onların ismini' Adem'e öğretmiştir. (Bakara-31-32-33) Bu şekilde Adem'in daha , üstün olduğunu ispatlayan Allah, bütün meleklerden Adem'in önünde secde etmelerini ister. İblis (Şeytan) dışındakiler, Adem'e secde ederler. (Bakara-34) Allah Şeytan'ın neden secde etmediğini sorduğunda, Şeytan gerekçesini söyler; 'beni ateş'ten onu çamur'dan yarattın; ben ondan hayırlıyım.' (Araf-12, Hicr-33) Daha sonra Allah ile Şeytan arasında geçen tartışma ise şöyledir: 'o halde in oradan. Senin haddine mi orada büyüklük taslamak! Hadi çık sen alçaklardansın.' (Araf-13) 'Dedi: İnsanların dirileceği güne kadar bana süre ver.' (Araf-14) 'Buyurdu: 'Süre verilenlerdensin.' (Araf-15) 'Dedi: Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yerin üzerine kurulacağım.' (Araf-16) 'Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Bir çoklarını şükreder bulamayacaksın.' (Araf-17) 'Allah buyurdu: Çık oradan. Yenilmiş ve kovulmuş olarak. Onlardan sana uyan olursa yemin olsun ki cehennemi tamamen sizden dolduracağım.' (Araf-18) Fakat görüldüğü gibi Araf-12'den başlayıp Araf-19'a kadar olan bölüm, tamamiyle Şeytan'in Allah'a (yani yaratıcısına) meydan okuması şeklindedir ve yüce yaratıcı böylesi küstah davranışa karşı hiç bir yaptırım uygulayamamaktadır. Ve hatta şeytan karşısındaki aczini, insanlari cezalandırarak gösterir. Çünkü o ana kadar cehennem diye bir şey yokken, birdenbire cehennem ortaya çıkıverir. Bu diyalog'da cok daha önemli bir ayrıntı daha vardır; henüz yaratılmış insan (Adem ve Havva - 'Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi...' Zumer-6) Allah'ın yanındayken (yani henüz cennet'den kovulmamış), bu tartışma içinde birçok insanlardan bahsediliyor. Allah da daha ortada olmayan insanları da, cehenneme dolduracağını söylüyor! Bu iki anlama gelir ya bu olaylar cennette yaşanırken dünyada zaten insanlar vardi, ya da Allah ile Şeytan ilerisi icin aralarinda planladiklari olayı, kimseye sezdirmeden dramatize ediyorlar... Bana göre ikinci şık daha kuvvetli bir ihtimal. Çünkü büyük bir güce sahip olan Allah'ın, kendi yarattığı bir yaratık karşısında bu duruma düşmesi ve durup dururken cehennemden bahsetmesi, ayrıca 'yeryüzüne bir halife yaratacağını' (Bakara-30) söylemekle kurgulanmış bir plan hakkında kopya veriyor gibi... Hikayenin sonrasi malum; Allah Adem ve Havva'ya cennet'de yaşamalarını, fakat bir ağacın meyvesinden uzak durmalarını söyler. Kovulmasına rağmen her nasılsa hala cennet'de bulunan Şeytan, onları kandırıyor ve yasak meyve'den yemelerini sağlıyor. Çok kızan Allah her ikisini de 'birbirlerine düşman olarak' (nedense!!?) indiriyor. (Araf-24) İyilik ve güzellik tanrısı insanlari (yoksa sadece kadinla erkeği mi?) peşinen birbirine düşman olarak dünyaya, ölümlüler olarak gönderiyor. Görüldüğü gibi yaratılış ve takip eden olaylar kısaca budur. Bu hikayenin elle tutulur yanı var mıdır? Biraz düşününce görülecektir ki yaratılışı çürüten evrim değil, sağduyu ve bilimdir. Bilim, ilk insan konuşamaz der, oysa Adem konuşur. Bilim ilk 3 Milyar yıl oksijen yoktu der, oysa Adem nefes alır! Yani dünya yaratıldıktan 3 milyar yıl sonra 'yaratılmış' olmalıdır. şimdi bunca işlenen konuda,bilimsel bir yön bula bilirmisiniz bana...yukarda sorduğum soruların hangisiyle alakalı ?HİÇ BİRİYLE dahası AÇTIĞIM BİR BAŞLIKTA , ATEİSTLER ÖNYARGILIR demiştimya, ve gözünü açan ateist islama saldırır diyede iddia etmiştim,buyurun bakın , haksız mıyım ! Apandis Apandis gibi hiçbir işe yaramayan bir organ niye vardır? Bir faydası olmadığı gibi, zaman zaman iltihaplanarak hayatı tehlikeye sokan sorunlara da yol açmaktadır. Bunun artık işe yaramayan evrimsel bir artık olması dışında, yaratılışçıların yapabileceği tutarlı bir açıklama var mıdır? apandisn anatomk yapıssında, üç kat man göze çarpar.. Dış yüzeyi seröz (.sıvı içeren) bir zar örter. Bunun altında, kas katmanı ve en içte de lenf dokusunca zengin, girintili çıkıntılı bir mukkoza yer alır. Lenf dokusunun bolluğundan ötürü apandise bağırsak bademcigi de denir.hatta osman barlas klınik ve teşhis kitabında ikinci mide demiştir. hatta erkeklerdeki meme dokusu dahi belki ilerde ,incelenirse bir işe yaradığı mesela kadınlara tedavi maksatlı nakledilebilecek bir takviye işlevi görebileceğide ortaya çıkabilir.zira tıp her gün ilerlemektedir ve her yeni gün işe yaramaz sanılan veya anlaşılamayan organlar , detaylıca keşfedilmektedir. buna rağmen insan görmek istediğinin ötesinde bir şey görememekte.koskoca myve ağacının tüm ihtişamını,binlerce meyvesini değilde, bir yerlerde sallanan iki çürük meyveyi göstermektedir.halbuki o kocaman meyve ağacını izah etmekten aciz kalan insan, kafayı iki çürük meyveye adeta gömer yani.iş bunlada bitmez, bana çürük bile olsa, ağacın neden meyve verdiğini izah edemez,eğer ağacın tohumu der geçiştirirse derimki peki onca leziz tadı ne için kazanmıştır?veya estetik şekilleri neyle elde etmiştir?veya o güzelim ve ahankli renklerini hangi beyinle tasarlamıştır? vs...vs...vs... kısaca bunlar ama devam edeceğim...ve sorduğum sorularında cevabını istiyorum.aksi halde işi , içinden çıkılmaz derecede zor sorularla duman ederim. gözle ilgili sorularıma cevap ver ! Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2006 gözle ilgili sorularıma cevap ver ! Sn.Himyata Ben sizin gibi iki üniversite bitirmedim ingilizcem yok dilerseniz ingilizce (ingilizce bildiğinizi varsayıyorum) onlarca site bulabilirsiniz. Nonconfirmist Arkadaşın derlemesi. Darwin’in evrim kuramının karşıtları, genellikle gözün karmaşık yapısının, kuramın temel dayanakları olan kendiliğinden değişim (mutasyon) ve doğal seçilim süreçleriyle açıklanamayacağı görüşünü öne sürerler. Darwin de insan gözünün nasıl evrildiği konusunda bir açıklama getirememişti. Şimdiyse Avrupa Moleküler Biyoloji Laboratuarı’ndan (EMBL) araştırmacılar gözün evrimle mekanizmasını ve kaynağını bulduklarını açıkladılar. Gözlerimizdeki ışığa duyarlı olan koni ve çubuk biçimli hücreler, önceleri beyinde yerleşmiş bulunan eski bir hücre populasyonundan evrilmişler. EMBL araştırmasını yürüten Detlev Arendt ve Joachim Wittbrodt’a göre insan gözündeki hücrelerin beyinden gelmiş olması sürpriz değil. Bugün de beynimizin derinliklerinde ışığa duyarlı hücreler bulunuyor ve bunlar günlük etkinliklerimizin ritimlerini ayarlıyorlar. Önce hayvanların beyinlerinde bulunan bu ışığa duyarlı hücreler, evrim sürecinin daha sonraki evrelerinde gözlere göç ederek ve görüntü iletme yetisini kazanmış görünüyor. Biliminsanları ilk hayvan atalarımızda iki tür ışığa duyarlı hücrenin varlığını belirlemiş bulunuyorlar. Bunlar, rabdomerik ve cilial (kamçımsı) hücreler olarak sınıflandırılıyorlar. Hayvanların çoğunda rabdomerik hücreler gözlerin bir parçası haline gelirken kamçımsı hücreler beyindeki yerlerini koruyarak biyolojik saatleri düzenleme işlevini üstlenmişler. İnsanlar ve öteki omurgalılardaysa bunun tersi olmuş ve gözde yerleşen kamçımsı hücreler koni ve çubuk hücrelerine dönüşmüşler. Araştırmacılar göz oluşumunda evrim sürecinin izini, “yaşayan bir fosil” olarak tanımlanan Platynereis dumerilii adlı deniz kurtçuğunu inceleyerek bulmuşlar. Bu kurtçuk 600 milyon yıl önce yaşamış olan atalarından hala çok farklı değil. Bu canlıya ayrıca böceklerle omurgalıların son ortak atası gözüyle bakılıyor. Arendt bu hayvanın daha önce başka bir araştırmacı tarafından çekilen beyin görüntülerini gördüğünde, beyin hücrelerinin insan gözündeki koni ve çubuk hücrelerle olan benzerliği dikkatini çekmiş. Araştırmacı bu hücrelerin aynı evrimsel sürecin ürünü olabileceğini düşünmüş. Daha sonra, EMBL’den başka araştırmacıların yardımıyla Platynereis dumerilii ‘nin beynindeki hücrelerin “moleküler parmakizleri” başka hayvanların beyinlerindeki ışığa duyarlı hücrelerle karşılaştırılmış. Hayvanın beynindeki opsin adlı ışığa duyarlı bir molekülün, omurgalı gözlerindeki çubuk ve koni hücrelerdeki opsinle olağanüstü benzerlik gösterdiği ortaya çıkmış. EMBL araştırmacılarından Kristin Tessmar-Raible, “bu omurgalı tipi molekülün Platynereis dumerilii beyin hücreleri içinde etkin olduğunun görülmesi, bu hücrelerle omurgalı koni ve çubuk hücrelerinin ortak bir moleküler parmak izine sahip olduklarını ortaya koymuş bulunuyor. Bu da evrimde ortak bir kaynağın kanıtı. İnsan gözünün evrimiyle ilgili büyük bir bilmeceyi çözmüş bulunuyoruz” diyor. EMBL araştırmacıları, Science dergisinde yayımladıkları bulgularının sonunda hayvanlarda ışığa duyarlı hücrelerle gözlerin evrimi konusunda şu senaryoyu öne sürüyorlar. İlkel metazoalarda ışığın varlığını belirlemek ve ışıkla ilgili zamanlama işlevlerini (biyolojik saat) yönetmek için bir atasal opsin kullanan tek bir tür ışığa duyarlı hücre öncülü bulunuyordu. Prebilateryen (anatomide ikili simetri oluşmuş hayvanlardan önceki) atalarda opsin geni, c-opsin ve r-opsin adlı genlere dönüştü ve böylece öncül ışık algılayıcı hücrenin kamçımsı ve rabdomerik denen kardeş hücre türlerine farklılaşmasına yol açtı. Rabdomerik ışık algılayıcı hücreler, pigment hücreleriyle bir araya gelerek ilkel gözleri oluştururken, kamçımsı hücreler de evrilen beynin bir parçası haline gelerek yönsüz ışık tepkisi işlevini yüklendi. İkili simetrik anatomiye sahip hayvanlarda, örneğin günümüze kadar gelmiş Platynereis’te bu atasal düzen hala görülüyor. Omurgalılara uzanan evrim çizgisinde her iki tür ışık algılayıcı hücre, evrimleşen retinaya yerleşti. Rabdomerik ışık algılayıcı hücrelerine, gangliyon hücrelere dönüşerek görüntü işleme sürecinde farklı bir işlev üstlendiler. Omurgalı gözünün evriminin önemli bir özelliğiyse, ışık algılama görevini üstlenenlerin rabdomerik değil, kamçımsı hücrelerin, yani çubuk ve konilerin olmasıydı. Dolayısıyla omurgalı hayvanların gözleri, farklı evrimsel tarihleri olan farklı ışık algılayıcıları kapsayan bileşik bir yapıyı temsil ediyor. SCIENCE, 29 Ekim 2004 Şimdi Bir soru da benden Köstebek ve yarasadada göz var ama görmez eğer akıllı bir tasarımcı var ise bu olan ama görmeyen gözler neyin nesi. Bence evrimi kabul etsen iyi olacak çünki kutsal kitaplardaki kardeş,kardeşe ilişki yoluyla üremek ne derece mantıklı bi daha düşün istersen. Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 Şimdi Bir soru da benden Köstebek ve yarasadada göz var ama görmez eğer akıllı bir tasarımcı var ise bu olan ama görmeyen gözler neyin nesi.Bence evrimi kabul etsen iyi olacak çünki kutsal kitaplardaki kardeş,kardeşe ilişki yoluyla üremek ne derece mantıklı bi daha düşün istersen. 1-yarasaların meyva yiyen türlerinin gözleri iyi görür, böceklerle beslenenlerde görme kabiliyeti azdır.ama bize göre azdır.mesela uzakları görmeye yarayan bir dürbüne,mükemmelliği noktasında bir söz söylenemez.ama sen eline alırda dürbünle gazete okumaya çalışır ve '' bir şey göremiyorum demekki işe yaramıyor'' dersen , bu takdirde senin anlayış ve meseleyi kavrayış kabiliyetin ortaya konmuş olur. zira biz biliyoruz ki dürbün uzakları görmek için tasarlanmış olup, yakına onunla bakılmaz.köstebek ve yarasa örneğinde de aynısı söz konusu olabilir.ne malumdurki bugün o gözlerle maddenin çok farklı bir buudunu göremedikleri.bana bir kanıt sunabilir misin?hayır.bilim kümülatif olarak ilerlemekte ve bugün kabul ettiği bir durumu, yarın elde ettiği farklı bir bilgiyle yenilemekte veya ref etmektedir. hem biliyoruzki bir çok canlı türü gececi ve gündüzcü avlananlar diye iki ayrılmaktadır.gece avlananlar güzdüz, gündüz avlananlar gece avlanmıyorlar.düşünelim acaba yarasa gündüzleride avlanabilseydi,belki başka bir türün yaşamını tehtit edecek eko sistemi bozabilecekti. gözlerine konan kısıtlama, belkide bir çok canlının yaşamı noktasında ''sigorta '' görevi görmektedir.bunları hiç düşündünüz mü? mesele sadece az gören iki göz değildir yani.bir örnek verelim ; bu gün bir sinek türü vardır ki, kanat yapısı ve deseniyle ve hatta taklitleriyle örümcekleri taklit edip yaşamını devam ettirebiliyor,şimdi bu örümceğin sırtındaki kanadındaki ,örümceğe benziyen şekiller, acaba basit bir mantıkla sadece '' evrim kalıntısı '' mıdır,yoksa ciddi manada yaşamı için gereken şeyler midir? yine mesela bir kelebek türünün kanatları üzerinde göz şekilleri, kuşların korkmasına ve bunları göz sanıp ona yaklaşmasına engel olmaktadır.acaba bunlar kelebeğin sırtında bir göz olmaya hazırlanan '' evrim kalıntıları '' mıdır, yoksa yaşamı için elzem şeyler midir? daha bunun gibi bir çok misal verebiliriz... şimdi bunlara evrimsel kalıntılar demekle işin içinden çıktığını sanan insanların bilimsellikleri ortadadır. 2-özellikle belirtmem gerekiyor ki,benim evrimi kabul edip etmemem ''yaratılışı'' etkilemez.nedeni şu; dikkat ederseniz benim sorularımda var olan bir usluptur ''hadi buda oldu diyelim'' veya başka yerlerde ifade etmişimdir,''evrim, olsa olsa yaratma şekillerinden bir şekildir'' yaratıcı inancını red edecek en ufak bir delili yoktur. bunu çok açık ve net ifade ediyorum ki; bir müslüman olarak bilimden zerre kadar çekinmem korkmam,zira benim dinim bana ilmi edinmeyi tavsiye etmiştir.bu konuda sizin kurana ve resulullaha her fırsatta yaptığınız uygunsuz sözlerinizin hepsi boştur.bakın benim açtığım sayfada sorduğum sorulara cevap olsun diye yazdığınız, daha doğrusu yaptığınız alıntıların hiç biri meseleyi açıklama noktasında değer ifade etmemektedir. ben göz için , onu teşkil eden maddeler için '' şuur sahibi'' midir ki böyle bilinçli hareket etmişler, veya bu evrim olsa bile nasıl bir evrimdir ki ''bilinçli'' hareket ediyor gibi ...onlarca soru sordum.siz ise bana işin biyolojik yönüyle nasıl bir oluşum safhası geçirdiğinizi yazmışsınız.mesela ben, çarşıya neden gittiğinizi soruyorum,siz ben dolmuşa bindim şurdan geçtim , buraya uğradın , vs. diyerek açıklıyorsunuz.ben bunu mu soruyorum size ?bunları , bu tarz açıklamaları ilkokuldan beri bilmekteyiz zaten.dikkat buyurun ! işin içinden çıkmaktan ne kadar uzaksınız. 3-sizin derdiniz, her iki lafınızın arasına , kurana '' nasıl hakaret etsem'' acaba diye düşünmekten ibaret. konu evrime yöneltilen sorulardan müteşekkil bir hal almaka durumundayken , siz kalkıp ne diyorsunuz. ensest meselesi yok ortada! Allah yaratmasının hikmeti gereği, adem nebinin çocukları arasında bir defaya mahsus bir evliliği takdir etmiş ve dilemişse; a- burada sorgulanan , ilahi vahiyse konuyla alakası yoktur! b-ensest kelimesini özellikle tercih etmeniz zannımca ''saygısızlık'' tan öte hiç bir mana taşımıyor. c-bu gün güneşin doğmasını dahi ''dünyanın günlük hareketinin'' bir sonucu olarak yaratan Allah, her şeyi bir sebep dahilinde yapmaktadır.böylece bir defaya mahsus yapılan bir evliliği aklınıza sığdıramayışınızla , dünyanın günlük hareketini kavrayamamanız arasında en ufak bir fark yoktur! VELHASILI kelam; siz benim sorularımın hiç birine cevap veremediniz. ve copy pastelerle konuyu kapatmaya çalışıyorsunuz.bununla beraber, iki üniverste meselesi ağzınıza sakız oldu anlaşılan bu tamamen konuşma uslup ve adabınızı ortaya koyan , size has bir metottur,yaptığınız iş sergilediğiniz tutum tamamen ilmi olmaktan çok uzak ve kişisel mantık hatalarıyla yoğrulmuş ''laf yığınları''dır. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Organik bir maddeye "şuursuz" diyebilen bir kişi, önce organik maddenin özelliklerini bilmesi gerekir. Organik madde, çevreyle etkileşim halinde ve tepkisel bir maddedir. Bilimi felsefi görüşlerinize destek olarak görecek, ya da gösterecekseniz, önce bilimin ne dediğine bakacaksınız. Alıntı
Φ ihgg Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Organik bir maddeye "şuursuz" diyebilen bir kişi, önce organik maddenin özelliklerini bilmesi gerekir. Organik madde, çevreyle etkileşim halinde ve tepkisel bir maddedir. Bilimi felsefi görüşlerinize destek olarak görecek, ya da gösterecekseniz, önce bilimin ne dediğine bakacaksınız. hangi madde Hologram ile tarihe gömülen mi? yoksa Quantum la tamamen hayal oldugu anlasilan mi? Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 hangi madde Hologram ile tarihe gömülen mi? yoksa Quantum la tamamen hayal oldugu anlasilan mi? Ahhh... Ahhh... Acaba bilimsel konuları ne zaman bilimsel kaynaklardan takip edeceğiz? Acaba kuantum fiziği hakkında ne biliyorsunuz? Lütfen buraya da aktarın ki, biz de bir hayalin peşinden koşmak için milyonlarca dolar harcanarak oluşturulan CERN gibi merkezlerin, birer Kur'an kursuna dönüştürülmesi için çalışmalara başlayalım... Alıntı
Φ ihgg Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 siz bana soracaginiza kendi bildiginiz sekilde (ki bilmediginize eminim) anlatsaniza su Quantum Fizigini özeliklede Hologram meselesini. bakalim Ateistler bunu nasil carpitmis cidden merak ettim simdi. ilk önce carpitmalarinizi görelim ki ona göre cevap verelim Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 siz bana soracaginiza kendi bildiginiz sekilde (ki bilmediginize eminim) anlatsaniza su Quantum Fizigini özeliklede Hologram meselesini. bakalim Ateistler bunu nasil carpitmis cidden merak ettim simdi. ilk önce carpitmalarinizi görelim ki ona göre cevap verelim Bunun için blogımdaki "Bilimsel Derlemelerim" kısmından "Schrödinger'in Kedisi" ve "Madde" başlıklı yazıları okuyabilirsiniz... Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Organik bir maddeye "şuursuz" diyebilen bir kişi, önce organik maddenin özelliklerini bilmesi gerekir. Organik madde, çevreyle etkileşim halinde ve tepkisel bir maddedir. Bilimi felsefi görüşlerinize destek olarak görecek, ya da gösterecekseniz, önce bilimin ne dediğine bakacaksınız. kendinle büyük bir çelişkiye düşmüşsün be arkadaşım. organik maddenin şursuz olduğu konusu varya, ahhh ah! senin tüm iddialarını iptal ediyor.nasıl mı; 1-organik maddeyi oluşturan, temel yapı birimleri karbon atomlarına git, gidebildiğin kadar geriye....bunlarda şuur mu vardı organik maddeyi oluşturdular peki?bir şeyin çevreyle etkileşiminin olması, onun şuurlu bir iş yapmasına delil olur mu? 2-organik maddelerde bulunan özelliikler, etki tepki vs...bunlar bir nizam ve birer kanun değil mi? nizamı görüp , bunu var edeni yok saymak veya kanunu görüp kanun koyucuyu yok saymak , akıllıca mı? 4- bu ne garip bir etki tepki olayıdırki; insan gibi şuur sahibi bir varlığı oluşturdu, yeryüzünde yüzbinlerce tür hayvan ve bitki türlerini birbiriyle uyum içinde , eko sistem tabir edilen bir düzen ile devam ettiriyor, ve onlara lazım olan tüm hayati gereksinimlerinin hiç birini ihmal etmiyor,ve canlıdaki hücrelere bakıyor ve görüyoruzki tüm gıdaların hangilerinin yararlı olacağını biliyor ve ona göre hareket ediyor, tüm bitkiler insanların ve haynvanların besin deposu olmuş, adeta onlara yarayacak şeyleri bünyelerinde toplamak için sevk edilmişler, dağlar , taşlar hatta kuru çöller dahi bir çok canlıya barınak olmuş, hepsinin rızıklarını onlara veriyor, dünyanın güneşe göre konumu , sonra atmosferin özellikleri, dünyanın toprak yapısı,yerçekimi,denizler ve onların dengeli sistemli hareketleri, sıcak soğuk su akıntıları, dünyanın eksen eğikliği, güneşe olan uzaklığı, hatta gökten gelebilecek zararlı maddeleri (ışın ve ısı) tutan atmosferin varlığı, yağmurların adeta bulutlar bizim ihtiyacımızı biliyor gibi sevk edilmesi,dünyanın günlük hareketinin uyumu, gece ve gündüzün dengeli bir sisteme oturması,sonra yavrunun anne karnında oluşumu, ve doğumu sırasında anne sütünün yavrunun imdadına koşması, annelerin sinelerinde asılı duran süt konserveleri gibi göğüsleri, ve hatta bu sütün yavrunun tüm gereksinimlerini en iyi şekilde karşılayacak şekilde sunulması, ve anneye verilen şefkat ki hatta görüyor ve biliyoruz ki korkak bir tavuk bile, civcivlerini korumak için yeri gelir, bir köpekle dövüşmeye kalkar, hayatı pahasına yaptığı bu savunmayı merhameti ne ile açıklarsınız.ve daha bunun gibi sayabildiğimiz kadar sayalım....... tüm bunlar gariptirki etki ve tepki gibi, amiyane tabiri bile yanında ilmi kalacak basitlikte bir açıklamayla geçiştiriliyor... ve sayın yam_yam tutmuş bize ilmi açıklama getirdiğini sanıyor.. ciddi manada sizi düşünmeye davet ediyorum. Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 1-yarasaların meyva yiyen türlerinin gözleri iyi görür, böceklerle beslenenlerde görme kabiliyeti azdır.ama bize göre azdır.mesela uzakları görmeye yarayan bir dürbüne,mükemmelliği noktasında bir söz söylenemez.ama sen eline alırda dürbünle gazete okumaya çalışır ve '' bir şey göremiyorum demekki işe yaramıyor'' dersen , bu takdirde senin anlayış ve meseleyi kavrayış kabiliyetin ortaya konmuş olur. Sn.Himyata bakın allah nasıl ayrım yapmış meyve yiyen yarasa görmekte,mağarada yaşayanlar vampir yarasa olarak geçenler görmemekte sebep ne? Ya köstebek gözlerine rağmen neden görmez allah öylemi takdir etmiş yoksa doğa mı bu olayları yönlendirmekte mesela boz ayıyı kutuplara fok avlamaya göndersek sonuç ne olur. bir müslüman olarak bilimden zerre kadar çekinmem korkmam,zira benim dinim bana ilmi edinmeyi tavsiye etmiştir.bu konuda sizin kurana ve resulullaha her fırsatta yaptığınız uygunsuz sözlerinizin hepsi boştur. İslamiyet ilim emretmez,Aksine herşeyin allahtan geldiğini sebep sonuca girdiğinizdede sizi cehennemle tehdit eder.Uygunsuz dediğiniz sözler ayetlerin açıklamasıdır. ensest meselesi yok ortada! Allah yaratmasının hikmeti gereği, adem nebinin çocukları arasında bir defaya mahsus bir evliliği takdir etmiş ve dilemişse; a- burada sorgulanan , ilahi vahiyse konuyla alakası yoktur! b-ensest kelimesini özellikle tercih etmeniz zannımca ''saygısızlık'' tan öte hiç bir mana taşımıyor. c-bu gün güneşin doğmasını dahi ''dünyanın günlük hareketinin'' bir sonucu olarak yaratan Allah, her şeyi bir sebep dahilinde yapmaktadır.böylece bir defaya mahsus yapılan bir evliliği aklınıza sığdıramayışınızla , dünyanın günlük hareketini kavrayamamanız arasında en ufak bir fark yoktur! Ensest meselesi yok ha. Suç olarak Ensest Çeşitli ülkelerde farklılıklarla da olsa ensesti suç sayan ve bu nedenle de cezalandırma yönüne giden yasa maddeleri mevcuttur. Hukuk açısından en genel anlamda ensest, birinci ya da ikinci dereceden yakın akrabalarla girilen cinsel ilişki olarak tanımlanmaktadır. Bazı istisnalar vardır:İsveç örneğinde bu tür olaylara bir ceza uygulamadığı bilinmektedir. Türk hukuk sisteminde Medeni Kanun'da yakın akrabaların birbirleriyle evlenmelerini yasaklayan maddeler vardır.Ancak bu "evlenme yasağı" dışında, akrabalararası cinsel ilişkileri suç sayan maddeler yoktur. Genelde rıza ile gerçekleştiği varsayılan cinsel ilişkiler suç sayılmamakta ve cezalandırılmamaktadır. Bununla birlikte aile-içi cinsel şiddet olarak bilinen olgu karşısında ne yapılacağı ve yapılması gerektiği önemli bir sorun olarak devam etmektedir.Türk Tabibler Birliği,kadınların ve özellikle küçük çocukların korunması bakımından, ensest konusunun Türk Ceza Kanunu'nda ayrı bir yasa olarak belirlenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. 33/37. Hani sen Allah'ın nimetlendirdigi, senin de lütufta bulundugun kisiye "Esini yanında tut, Allah'tan kork!" diyordun ama, Allah'ın açıklayacagı bir seyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun. Oysaki kendisinden korkmana Allah daha layıktır. Zeyd o kadından ilisigini kesince onu sana nikâhladık ki, evlatlıkları esleriyle iliskilerini kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah'ın emri yerine getirilmistir. 33/50. Ey Peygamber! Biz sana su hanımları helal kıldık: Mehirlerini verdigin eslerin, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunanlar, amcalarının, halalarının, dayılarının, teyzelerinin kızlarından seninle birlikte hicret edenler. Peygamber kendisiyle evlenmek istediginde, kendisini Peygamber'e hibe eden mümin bir kadını da öteki müminlere degil, yalnız sana özgü olmak üzere helal kıldık. Onlara esleri ve elleri altındakiler hakkında neler farz kıldıgımızı biz biliriz. Sana bir zorluk olmasın diyedir bu... Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. Allah yaratmasının hikmeti gereği, adem nebinin çocukları arasında bir defaya mahsus bir evliliği takdir etmiş ve dilemişse; Adem'in çocuklarının hikayesini herkes bilmekte şimdi sen bu olayın ensest olduğunu kabul yerine bu olayda bile hikmet aramaktasın.Adem i havvayı kainatı yaratan allah yorulmuşmuda bu ensest ilişkiye müsade etmiş.İki kız daha yarataydı olmazmıydı? Olmazdı çünki masal böyle demiyor böylece allah ında masal kahramanlarından biri olduğu belli oldu. Sn.Himyata Herşey ilimdir,bilimdir dogmaları ve batıl hikayelerin insanı düşürdüğü garip durum ortadadır. Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2006 sayın saklı gerçek, ensest ilişkinin, daha ziyade yasaklanmasını öngören dini müesseselerdir.ahlak izahını ve kemalini din kavramıyla bulmuştur.size göre ensest ilişkinin kabul edilemez olmasını anlayamıyorum. mesela bir ateist olarak siz ensest hakkında daha hoş görülü olmalısınız.size göre ahlak kavramı soyuttur değil mi?evet.peki siz bir maddeci olarak ahlak kavramına neden takıldınız? 1-ya sizde ahlak kavramı gibi soyut manalara aslında inanıyor ve kendinizi kandırıyorsunuz. 2-yada inanmadığınız halde peşine düşmüş olamnız, aklınız sıra kurana hakaret etmekten başka bir mana içermiyor. size şunuda söylemeden geçemeycem, inanın hiç bir müslüman adem nebinin çocukları arasında bir ''ilk ve son '' olmak üzere, işin zaruriyatı ve hikmeti gereği , Allahın ruhsat vermesiyle olan , kardeşler arasındaki evliliği,sizin anladığınız manada anlamıyor.siz istediğiniz kadar çırpının bu konuda hiç bir aklı selim bu düşünceye girmez, anlıyor musunuz. bir şey daha size göre insanlarda hayvanlar gibi, sadece etten kemikten oluşmuş doğanın birer parçasıysa, neden bu konuyu içinize sindirmeye çalışmıyorsunuz. hem Allah bunu yasaklamasaydı insanlar bunu nerden ve nasıl öğreneceklerdi?kendileride doğanın birer parçası olmak hasebiyle,en uç ensest ilişki türlerini insanların yaşaması gerekmez miydi? kaldıki kuranda zina fiilinin her türlüsü yasaklanmış olmasıyla , bu konudaki ilahi görüşün sizin çarpıttığınız manadan fersah fersah uzak olduğuda ortadayken, sizin karalamaya çalıştığınız konuya ne kadar fransız olduğunuzda iyice sırıtıyor ne dersiniz? yarasa mevzusundaki görüşlerimi yukarda yazdım güzel hatrın için bir ilave daha yapayım. yarasaının ve köstebeğin gözlerinin tesadüflerin kalıntısı olduğunu iddia eden sizler, bana açıklar mısınız, yarasa o kanatlarını nasıl edindi? herbiri aero dinamiğin harikası olan uçuş sistemindeki incelik acaba nasıl olduda, taklit edilerek yapılması güç bir işken, kendi kendine oldu?açıklayın bekliyorum.hem acaba vevrim kalıntısı gibi gösterdiğiniz yarasanın milyonlarca senedir neden değişmediğini dahası ara geçiş forumlarının olmadığınıda biliyor mudunuz?bunlarıda izah eder misiniz.beklyorum. mesela köstebeğin , neden milyonlarca senedir toprağın dışına çıkamak için bir gayret sarf etmediğini, dahası köstebekten evvel bu vardı diyerek göstereceğiniz , ara geçiş forumlarının olmadığınıda biliyor muydunuz? sayın saklı gerçek hala hasretle konunu başında sadece göz için sorduğum sorulara yanıt vermediniz. ne acıdırki cevaplayamadığınız gibi başka konulara giriş yapmaktan hemde alıntı ve taklitlerle,evet konuyu değişmekten başka bir şey yapmadınız. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 kendinle büyük bir çelişkiye düşmüşsün be arkadaşım. organik maddenin şursuz olduğu konusu varya, ahhh ah! senin tüm iddialarını iptal ediyor.nasıl mı; 1-organik maddeyi oluşturan, temel yapı birimleri karbon atomlarına git, gidebildiğin kadar geriye....bunlarda şuur mu vardı organik maddeyi oluşturdular peki?bir şeyin çevreyle etkileşiminin olması, onun şuurlu bir iş yapmasına delil olur mu? 2-organik maddelerde bulunan özelliikler, etki tepki vs...bunlar bir nizam ve birer kanun değil mi? nizamı görüp , bunu var edeni yok saymak veya kanunu görüp kanun koyucuyu yok saymak , akıllıca mı? 4- bu ne garip bir etki tepki olayıdırki; insan gibi şuur sahibi bir varlığı oluşturdu, yeryüzünde yüzbinlerce tür hayvan ve bitki türlerini birbiriyle uyum içinde , eko sistem tabir edilen bir düzen ile devam ettiriyor, ve onlara lazım olan tüm hayati gereksinimlerinin hiç birini ihmal etmiyor,ve canlıdaki hücrelere bakıyor ve görüyoruzki tüm gıdaların hangilerinin yararlı olacağını biliyor ve ona göre hareket ediyor, tüm bitkiler insanların ve haynvanların besin deposu olmuş, adeta onlara yarayacak şeyleri bünyelerinde toplamak için sevk edilmişler, dağlar , taşlar hatta kuru çöller dahi bir çok canlıya barınak olmuş, hepsinin rızıklarını onlara veriyor, dünyanın güneşe göre konumu , sonra atmosferin özellikleri, dünyanın toprak yapısı,yerçekimi,denizler ve onların dengeli sistemli hareketleri, sıcak soğuk su akıntıları, dünyanın eksen eğikliği, güneşe olan uzaklığı, hatta gökten gelebilecek zararlı maddeleri (ışın ve ısı) tutan atmosferin varlığı, yağmurların adeta bulutlar bizim ihtiyacımızı biliyor gibi sevk edilmesi,dünyanın günlük hareketinin uyumu, gece ve gündüzün dengeli bir sisteme oturması,sonra yavrunun anne karnında oluşumu, ve doğumu sırasında anne sütünün yavrunun imdadına koşması, annelerin sinelerinde asılı duran süt konserveleri gibi göğüsleri, ve hatta bu sütün yavrunun tüm gereksinimlerini en iyi şekilde karşılayacak şekilde sunulması, ve anneye verilen şefkat ki hatta görüyor ve biliyoruz ki korkak bir tavuk bile, civcivlerini korumak için yeri gelir, bir köpekle dövüşmeye kalkar, hayatı pahasına yaptığı bu savunmayı merhameti ne ile açıklarsınız.ve daha bunun gibi sayabildiğimiz kadar sayalım....... tüm bunlar gariptirki etki ve tepki gibi, amiyane tabiri bile yanında ilmi kalacak basitlikte bir açıklamayla geçiştiriliyor... ve sayın yam_yam tutmuş bize ilmi açıklama getirdiğini sanıyor.. ciddi manada sizi düşünmeye davet ediyorum. Çelişki !!! ??? Çelişki nerede sayın Gılgameş ? Tüm bu saydığınız uygun ortam olduğu için Dünya'da canlılık oluşmuştur. Eğer Mars'ta da böyle uygun bir ortam olursa, Mars'ta da oluşacaktır. Siz canlılık olması gerektiği için bu koşulların oluştuğunu söylüyorsunuz... Buradan da bir tanrıya ulaşıyorsunuz. Halbuki biz, uygun koşullar olduğu için canlılığın oluştuğunu söylüyoruz. Bizim söylediklerimizde de bir tanrıya yer de, gerek de yok... Anlayacağınız tanrıyı bu düşünce yapısı ile siz yaratıyorsunuz. "ve onlara lazım olan tüm hayati gereksinimlerinin hiç birini ihmal etmiyor" demişsiniz... Öyleyse nesli tükenen yüzbinlerce tür canlıyı nereye koyuyorsunuz? Madem onlar için bir ihmal yoktu da, ne diye soyları tükendi? Böyle söyleyerek asıl çelişkiye düşen sizsiniz... Hayvanlardaki merhametten bahsetmişsiniz... Yavrularını yiyen hayvanları nereye koyacaksınız? Dağlardan taşlardan, bahsetmişsiniz.. Onların birer barınak olduklarından.. Acaba onlar size barınak olsun diye mi oluşmuşlardır, yoksa canlılar tarafından, o oluşumların kendileri için uygun bir barınak olduğu için mi kullanılıyorlar? Dağların taşların canlılara hizmet etmek için varolduklarını düşünmektir basit olan... Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 yam_yam Çelişki nerede sayın Gılgameş ? Tüm bu saydığınız uygun ortam olduğu için Dünya'da canlılık oluşmuştur. Eğer Mars'ta da böyle uygun bir ortam olursa, Mars'ta da oluşacaktır. Uygun ortam kelimesini yazarken dahi, bu kelimenin ne anlama geldiğini göremiyorsun.Uygun ortam, eğer marsta olsaydı dünya için anlattıklarımızı, bu gün marsta konuşuyor olurduk.Değişen bir şey var mı?Sadece isim değiştirip bak bu böyle, demek şimdi bir açıklama mı sayılıyor?Güldürmeyin insanı kardeşim. Siz canlılık olması gerektiği için bu koşulların oluştuğunu söylüyorsunuz... Buradan da bir tanrıya ulaşıyorsunuz. Halbuki biz, uygun koşullar olduğu için canlılığın oluştuğunu söylüyoruz. Bizim söylediklerimizde de bir tanrıya yer de, gerek de yok... Anlayacağınız tanrıyı bu düşünce yapısı ile siz yaratıyorsunuz. Uygun koşullar bir defa olur iki defa olur.Bu ne uygun koşullar zincirlemesidir ki dünyanın hatta evrenin her yerinde hakim?Hatta mesela ,atomun içinde bulunan protonların bir birini itmesi gerekirken,güçlü ve zayıf nükleer kuvvet ve elektromanyetik kuvvtin çok hassas bir yapıda olduğunu biliyoruz.Ve eğer bu hassas yapı az farklı olmuş olsa , atomlar olamayacak ve evrende tamamen radyasyon hakim olacaktı veya sadece hidrojen...her neyse veya Paul Davies (meşhur fizikçi) derki; Evrendeki en temel hassas sayısal değerler bile , bize kozmik bir tasarımın olduğunu kuvvetle iddia etme hakkına sahiptir. Kaldı ki sen uygun ortam demekle işi alıp nerelere götürdüğününde farkında değilsin.Bir misal daha arz edeyim: Meşhur astro fizikçi James Jean derki: Dünyadaki tüm kumları avuçlarınıza alın ve serpin, bunların her birisi,bir tanesi güneşi, bir diğeri denizleri, ötekisi başka bir sistemi oluştursun.Hiç mümkün müdür?İşte kainatta hakim olan denge gösteriyor ki, aynı bu misaldeki gibi,evrenin tamamında ''fine tuning'' tabir edilen muazzam bir ayar vardır. Hatta yine bu bilim adamı der ki; ''Kainatı yaratan her şeyden evvel bir matematikçidir''.(esrarlı kainat-etrafımızdaki kainat) Ve sen kalkmış buna uygun ortam oluşunca, tüm bunlar oluştu diyebiliyorsunya, senin müthiş muannidliğini sadece tebrik ediyorum. "ve onlara lazım olan tüm hayati gereksinimlerinin hiç birini ihmal etmiyor" demişsiniz... Öyleyse nesli tükenen yüzbinlerce tür canlıyı nereye koyuyorsunuz? Madem onlar için bir ihmal yoktu da, ne diye soyları tükendi? Böyle söyleyerek asıl çelişkiye düşen sizsiniz... Bu bir çelişki midir?Nesilleri devam eden onca canlı '' aynı anda açlıktan '' mı öldüler? Hem ihmal etmiyor kelimesini kesin bir çıkarımla mazinin bilinmezliklerine yuvarlayıp çıkarım yapmanın bir manası var mıdır? Eko sistem içerisinde, aynı sistemin korunması için zamana göre farklı türler gelmiş, zamanları dolunca kendilerinden sonra geleceklere yer açmış olmaktan öteye bir mana göremiyorum.Ve bunların tamamı rastlantısal seleksiyonlarla değil, bizzat bir bilinçle yapılmış şeylerdir yani. Hayvanlardaki merhametten bahsetmişsiniz... Yavrularını yiyen hayvanları nereye koyacaksınız? Öyle bir tarzı uslupla beyan etmişsinki, sanki tüm anneler yavrularını yiyormuş ( ! ).Mesela çok basit bir örnekle ifade edyim.Çıngırak yılanlarının bir türüydü ismi aklımda değil,yumurtadan yavruların çıkmalarına az bir zaman kalınca anne yılan orayı terk ediyor.Bilim adamlarının iddiasına göre eğer yılan orada dursa , kendi yavrularını yiyecekmiş.Peki bu hayvanda neslinin devam etmesine yönelik bir bilinç yokken, kendi yavrularını yediğinde neslinin devamını tehlikeye sokacağına dair bilinci '' kim '' vermiş olabilir?Allah azza ve celle... Kaldıki iş bununlada bitmiyor yani. Bana yavrularını yiyerek beslenen türleri yaz desem , acaba kaç tanesini yazacaksın.Yüzbinlerce canlı türünden acaba kaç tane misal verebilirsin? Ve yine bu gün itibariyle biz biliyoruz ki, eko sistemin devamında , o kadar güzel bir ayar vardır ki, bu gün eğer bir canlı, yavrusunu yiyorsa demektirki o canlının ölümü gerekliydi.Ve yine kaldıki bu yavrusunu yiyen anne acaba tüm yavrularını sadece yemek için yeseydi, o annenin kenside dahil acaba o tür devam eder miydi?Rica ediyorum iddialarınızn nerelere gittiğine bakıyor musunuz? Dağlardan taşlardan, bahsetmişsiniz.. Onların birer barınak olduklarından.. Acaba onlar size barınak olsun diye mi oluşmuşlardır, yoksa canlılar tarafından, o oluşumların kendileri için uygun bir barınak olduğu için mi kullanılıyorlar? Dağları taşları birer '' mağaradan ibaret '' sayan bir düşünce için söylenecek bir şeyler var mıdır inanın bilmiyorum?Sanki tüm canlılar birer oyuğun içine saklanmış gibi anlatmışsın. Dağlar derken tüm tabiatı kastediyorum, zaten yazının devamında çölleride saymıştım.Burdaki maksat gayet net bir şekilde gözükmektedir. Dağlar yani tabiatın tümü canlılara rahmi mader gibi, bitkilerle,sularla doludur. Ve bugün bir çok ilaç bitkiler sayesinde imal edilmektedir. Hem dağlarda yaşamasına rağmen, hayatını devam ettrren onca hayvan, aslında perde arkasında bir zat tarafından, gözetilip kollandıklarını açıkça ispat eden belgelerdir.Kış gelince dağlardaki bazı hayvanların uykuya yatmaları, kışın çok daha aciz ve zayıf duruma düşen diğer hayvanların hayatlarını tehdit etmelerine birer engel bile olmaktadır.Hem hersene kış uykusuna yatmaya hazırlanan onca hayvan, kışın uykuya yatlamalarını nasıl öğrendikleri,ciddi manada inceleme gerektiren bir başka husustur.Zira her doğan yavru, ilkkez bir kış uykusuna dalacaktır ve bunu birisinden talim etmeden, öğrenmeden ''bir ilk '' olarak yapmaktadır.Ebeveynlerinden görüpte uygulayacak ve bunuda yavrularına anlatacak bir durumun söz konusu olması, ilim ve akıldan fersah fersah uzak kalmadıkça açıklanamayacak bir durum arz etmektedir.Sonuç olarak dağlar taşlar ve tüm tabiat, canlıların hayatı için birer ana kucağı hükmündedir. Ve dikkat buyurun! Eğer burda oturup durmadan yazacak olsam, bu misallerin ve beraberinde naklettikleri soruların,ardı arkası kesilmeyecektir. Dağların taşların canlılara hizmet etmek için varolduklarını düşünmektir basit olan... Arkadaşım basit kelimesinin, kaçamak bir cevap ve izahtan uzak olduğunu idrak etmen ümidiyle... Alıntı
Φ omursun Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 DNA Vikipedi, özgür ansiklopedi Deoksiribonükleik asit ya da kısaca DNA, tüm hücreli canlıların ve bazı virüslerin biyolojik gelişimleri için gerekli genetik bilgiyi taşıyan bir çeşit nükleik asittir. DNA, canlının özelliklerinin soydan soya geçmesini sağladığı için bazen kalıtım molekülü olarak da adlandırılır. Bakterilerde ve diğer basit hücreli canlılarda DNA hücrenin içinde dağınık biçimde bulunur. Hayvanları ve bitkileri oluşturan daha karmaşık hücrelerde ise DNA'nın çoğu hücre çekirdeğindeki kromozomlarda bulunur. Enerji üreten kloroplast ve mitokondri organellerinde ve pek çok virüste de bir miktar DNA bulunur. Moleküler yapı Bazen "kalıtım molekülü" olarak adlandırılsa da, DNA aslında tek bir molekül değil, bir çift moleküldür. Bu çift molekül, bir sarmaşığın dalları gibi birbiri çevresinde dönerek bir sarmal oluştururlar. Sarmaşık dalına benzer her molekül, bir DNA "ipliği"dir. Bu iplikler birbirlerine kimyasal olarak bağlanmış nükleotidlerden oluşur. Nükleotidler ise bir şeker, bir fosfat ve bir de dört çeşit azotlu bazlardan birisinden oluşur. Bu dört çeşit baz, adenin, timin, sitozin ve guanindir. Sırası ile A, T, C ve G harfleri ile kısaltılırlar. Bir DNA ikili sarmalında, iki polinükleotid (çok nükleotidli) iplik hidrofobik etki ile bağlanabilirler. Hangi ipliklerin birleşik kalacağı zıt eşleşme ile belirlenir. Her baz diğer bazların yalnızca bir çeşidi ile hidrojen bağları kurabilir (A ile T, C ile ise G bağ kurabilir) böylece bir iplikteki bazın niteliği kurulan bağın gücünü belirler; zıt bazlar ne kadar çok olursa kurulan bağ da o kadar güçlü ve uzun ömürlü olur. Hücre mekanizması DNA ikili sarmalını birbirinden ayırıp her iki DNA ipliğini de yeni birer ipliği sentezlemek için şablon olarak kullanma yeteneğine sahiptir. Yeni üretilen iplikler öncekilerle hemen hemen tamamen aynıdır, ancak mutasyon adı verilen hatalar oluşabilir. Hücrenin bu özelliğini laboratuvar ortamında taklit eden işleme de PCR (polimeraz zincirleme tepkimesi) adı verilir. Eşleşme nedeniyle nükleotidlerdeki bazlar sarmal eksenine doğru dönüktür. Bu yüzden şeker ve fosfat grupları sarmalın dış tarafında yer alır, ve oluşturdukları iki zincir sarmalın "iskeleti" olarak adlandırılır. Gerçekte, bir nükleotidi DNA ipliğinde bir sonrakine bağlı tutan fosfat ve şekerler arasındaki kimyasal bağlardır. ALINTI ÖZELLİKLE VİKİPEDİ DEN Kİ SONRADAN KAÇAMAK CEVAPLAR OLMASIN. Bugüne kadar yaşamış, gelmiş geçmiş her canlı türünün bütün özellikleri bilgi olarak DNA'ya yüklense toplam DNA hacmi bir çay kaşığının ancak küçük bir kısmını doldururdu. Dahası geriye şu ana kadar yazılmış bütün kitapları saklayabilecek kadar boşluk kalırdı. DNA'da kayıtlı bulunan bilgi pek hafife alınacak gibi değildir. Öyle ki, insanın tek bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını veya başka bir deyişle yaklaşık 1000 kitabı dolduracak miktarda bilgi bulunur. Dikkat edin; tam 1.000.000 ansiklopedi sayfası veya 1000 kitap... Yani, her bir hücrenin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilgi kodlanmıştır. Gözle göremediğimiz, çapı milimetrenin milyarda biri büyüklüğünde olan, atomların yanyana dizilmesiyle oluşmuş bir zincir, acaba böyle bir bilgiye ve hafızaya nasıl sahip olabilir? Bu soruya şunu da ekleyin: Vücudunuzdaki 100 trilyon hücreden her biri bir milyon sayfayı ezbere biliyorken, acaba siz zeki ve şuurlu bir insan olarak hayatınız boyunca kaç ansiklopedi sayfası ezberleyebilirsiniz? Daha da önemlisi, hücre bu bilgileri kusursuzca, son derece koordineli ve planlı bir şekilde ve asla hata yapmadan ilgili yerlerde kullanır. Hatta daha insan var olmadan önce, hücreleri faaliyet halinde onu inşa etmeye başlamıştır bile Peki bu aklın kaynağı nedir? Nasıl olur da insan vücudundaki 100 trilyon hücrenin herbiri ayrı ayrı böylesine inanılmaz bir akla, bilgiye ve beceriye sahip olabilir? Bunlar sonuçta atomlardan oluşmuş ve bilinci olmayan yapılardır. Önümüze tüm elementlerin atomlarını alıp farklı biçimlerde ve sayılarda birbirlerine bağlayarak milyonlarca farklı molekül oluştursak, yine de akıl elde edemeyiz. Bu moleküllerin büyük, küçük, basit ya da karmaşık olması da birşey değiştirmez. Sonuçta, bilinçli olarak bir işi organize edip başaracak bir zihin asla ortaya çıkmaz. O zaman nasıl oluyor da, belli sayıdaki akılsız ve bilinçsiz atomun belli şekillerde dizilmesinden meydana gelen DNA molekülü ve onunla uyumlu olarak çalışan enzimler bilinçli birçok işler yapıp, hücredeki sayısız karmaşık ve farklı işlemleri kusursuz ve mükemmel olarak organize edebiliyorlar? Bunun cevabı çok basittir; akıl, bu moleküllerde ya da bunları içinde barındıran hücrede değil, bu molekülleri bu işleri yapacak şekilde programlanmış olarak var edenin Kendisi'ndedir. Kısaca akıl eserde değil, o eseri yaratanda bulunur. ALINTI HY. OMURSUN. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 Uygun ortam kelimesini yazarken dahi, bu kelimenin ne anlama geldiğini göremiyorsun.Uygun ortam, eğer marsta olsaydı dünya için anlattıklarımızı, bu gün marsta konuşuyor olurduk.Değişen bir şey var mı?Sadece isim değiştirip bak bu böyle, demek şimdi bir açıklama mı sayılıyor?Güldürmeyin insanı kardeşim. Gülmek iyidir sayın Gılgameş... İnsanı ferahlatır, rahatlatır. Ancak gülünecek bir şey var ise, o da uygun şartların olduğu yerde canlılık oluşması değil, milyarlarca ışık yılı genişliğindeki evrenin, insanların imtihan edilebilmeleri için gerekli olan Dünya adlı bir gezegen için yaratılmış olduğunu iddia etmektir. Yine de siz bilirsiniz... Gülmek iyidir... Uygun koşullar bir defa olur iki defa olur.Bu ne uygun koşullar zincirlemesidir ki dünyanın hatta evrenin her yerinde hakim?Hatta mesela ,atomun içinde bulunan protonların bir birini itmesi gerekirken,güçlü ve zayıf nükleer kuvvet ve elektromanyetik kuvvtin çok hassas bir yapıda olduğunu biliyoruz.Ve eğer bu hassas yapı az farklı olmuş olsa , atomlar olamayacak ve evrende tamamen radyasyon hakim olacaktı veya sadece hidrojen...her neyse Siz uygun koşullardan ne anlıyorsunuz sayın Gılgameş? Bu uygun koşullar evrenin her yerinde var ise Ay'da neden yaşayamıyoruz. Atomun içinde bulunan protonlar birbirlerini iterler zaten... Ancak bir protondaki renk yüklü kurklar, bir başka protondaki renk yüklü kuarklar ile yapışabildiklerinden, aradaki bu "itme" yi yenecek kadar güçlü bir etkileşim oluşur. Bunda mucizevi bir durum yoktur... veya Paul Davies (meşhur fizikçi) derki; Evrendeki en temel hassas sayısal değerler bile , bize kozmik bir tasarımın olduğunu kuvvetle iddia etme hakkına sahiptir. Kaldı ki sen uygun ortam demekle işi alıp nerelere götürdüğününde farkında değilsin.Bir misal daha arz edeyim: Meşhur astro fizikçi James Jean derki: Dünyadaki tüm kumları avuçlarınıza alın ve serpin, bunların her birisi,bir tanesi güneşi, bir diğeri denizleri, ötekisi başka bir sistemi oluştursun.Hiç mümkün müdür?İşte kainatta hakim olan denge gösteriyor ki, aynı bu misaldeki gibi,evrenin tamamında ''fine tuning'' tabir edilen muazzam bir ayar vardır. Hatta yine bu bilim adamı der ki; ''Kainatı yaratan her şeyden evvel bir matematikçidir''.(esrarlı kainat-etrafımızdaki kainat) Haltetmişler... Dünya yörüngesinde uzun dönemli değişiklikler ve dönme eksenindeki eğikliğin artıp azalmasıyla son 100.000 yılda dünya 8 tane buzul devri geçirirken, ve buzullar Avrupa ve ABD'nin yarısına kadar kilometrelerce kalınlıkta uzanarak canlıların yaşam alanlarını önemli ölçüde kısıtlarken, neredeymiş bu matematikçi? Ve sen kalkmış buna uygun ortam oluşunca, tüm bunlar oluştu diyebiliyorsunya, senin müthiş muannidliğini sadece tebrik ediyorum. Bu bir çelişki midir?Nesilleri devam eden onca canlı '' aynı anda açlıktan '' mı öldüler? Hem ihmal etmiyor kelimesini kesin bir çıkarımla mazinin bilinmezliklerine yuvarlayıp çıkarım yapmanın bir manası var mıdır? "ve onlara lazım olan hayati gereksinimlerin hiçbirini ihmal etmiyor" ne demektir sayın Gılgameş? Yazdıklarınızın arkasında duramamış ve hayati gereksinimleri "açlık" ile sınırlandırarak kendinize bir çıkış noktası aramışsınız. Pek başarılı olduğunuzu söyleyemeyeceğim. Eko sistem içerisinde, aynı sistemin korunması için zamana göre farklı türler gelmiş, zamanları dolunca kendilerinden sonra geleceklere yer açmış olmaktan öteye bir mana göremiyorum.Ve bunların tamamı rastlantısal seleksiyonlarla değil, bizzat bir bilinçle yapılmış şeylerdir yani. Öyle bir tarzı uslupla beyan etmişsinki, sanki tüm anneler yavrularını yiyormuş ( ! ).Mesela çok basit bir örnekle ifade edyim.Çıngırak yılanlarının bir türüydü ismi aklımda değil,yumurtadan yavruların çıkmalarına az bir zaman kalınca anne yılan orayı terk ediyor.Bilim adamlarının iddiasına göre eğer yılan orada dursa , kendi yavrularını yiyecekmiş.Peki bu hayvanda neslinin devam etmesine yönelik bir bilinç yokken, kendi yavrularını yediğinde neslinin devamını tehlikeye sokacağına dair bilinci '' kim '' vermiş olabilir?Allah azza ve celle... Yani evrimi kabul ediyorsunuz öyle mi? Aksi halde "sonra geleceklere yer açmak" fikrinin hiçbir mantıki gerekçesi olamaz. Dahası, insan için yaratılmış olan evrende, insanın niçin canlılığın başlangıcından 3,5 milyar yıl sonra ortaya çıktığını da anlatamazsınız. O nasıl bir bilniçmiş ki, bilmem ne çıngıraklı yılanına hem yavrularını yeme, hem de bunu yapmamak için orayı terketme içgüdüsü vererek sapkın egosunu tatmin etmeye yönelik oyunlar oynayacak ? Kaldıki iş bununlada bitmiyor yani. Bana yavrularını yiyerek beslenen türleri yaz desem , acaba kaç tanesini yazacaksın.Yüzbinlerce canlı türünden acaba kaç tane misal verebilirsin? Kedi ve köpekler, pek çok akvaryum balığı (beta,kılıçkuyruk, lepistes vs), bazı kuş türleri (alakarga vb) ve burada saymamın mümkün olmadığı pek çok hayvan türü yavrularını yemeye meyillidirler. Ve yine bu gün itibariyle biz biliyoruz ki, eko sistemin devamında , o kadar güzel bir ayar vardır ki, bu gün eğer bir canlı, yavrusunu yiyorsa demektirki o canlının ölümü gerekliydi.Ve yine kaldıki bu yavrusunu yiyen anne acaba tüm yavrularını sadece yemek için yeseydi, o annenin kenside dahil acaba o tür devam eder miydi?Rica ediyorum iddialarınızn nerelere gittiğine bakıyor musunuz? Ben iddilarımın nerelere gittiğine bakıyorum da, sizin bakıp bakmadığınızdan kuşkuluyum. Hayvanlardaki yavru sevgisini bir yaratıcıya bağlamaya çalışırken, iş yavrularını yemeye meyilli hayvanlara gelince bunun ekosistem için gerekli bir uygulama olduğu gibi abes bir iddiayı önümüze getirebiliyorsunuz. Demek ki iddia ettiğiniz "bilinç", ekosistemi dengelemek (!) adına böyle sapkınca (!) yöntemlere başvurarak, yavrularına karşı merhamet sahibi hayvanlara, "yavrularını yeme" gibi korkunç bir ceza verebiliyor. Zaten aynı bilinç değil miydi İbrahim'i oğlunu katletme noktasına getiren ? Dağları taşları birer '' mağaradan ibaret '' sayan bir düşünce için söylenecek bir şeyler var mıdır inanın bilmiyorum?Sanki tüm canlılar birer oyuğun içine saklanmış gibi anlatmışsın. Dağlar derken tüm tabiatı kastediyorum, zaten yazının devamında çölleride saymıştım.Burdaki maksat gayet net bir şekilde gözükmektedir. Dağlar yani tabiatın tümü canlılara rahmi mader gibi, bitkilerle,sularla doludur. Ve bugün bir çok ilaç bitkiler sayesinde imal edilmektedir. Hem dağlarda yaşamasına rağmen, hayatını devam ettrren onca hayvan, aslında perde arkasında bir zat tarafından, gözetilip kollandıklarını açıkça ispat eden belgelerdir.Kış gelince dağlardaki bazı hayvanların uykuya yatmaları, kışın çok daha aciz ve zayıf duruma düşen diğer hayvanların hayatlarını tehdit etmelerine birer engel bile olmaktadır.Hem hersene kış uykusuna yatmaya hazırlanan onca hayvan, kışın uykuya yatlamalarını nasıl öğrendikleri,ciddi manada inceleme gerektiren bir başka husustur.Zira her doğan yavru, ilkkez bir kış uykusuna dalacaktır ve bunu birisinden talim etmeden, öğrenmeden ''bir ilk '' olarak yapmaktadır.Ebeveynlerinden görüpte uygulayacak ve bunuda yavrularına anlatacak bir durumun söz konusu olması, ilim ve akıldan fersah fersah uzak kalmadıkça açıklanamayacak bir durum arz etmektedir.Sonuç olarak dağlar taşlar ve tüm tabiat, canlıların hayatı için birer ana kucağı hükmündedir. Bazı hayvanlar kış uykusuna yatarlar, çünkü kış mevsimi onların yaşamlarını idame ettirebilmeleri için uygun bir mevsim değildir. Bu yüzden kış uykusuna yatmadan önce, kendilerine uyku sırasında yeterli olacak kadar enerji sağlaması için yağ depolarlar. Bunu da, sizin üstün "bilinç" inizin yarattığı kış mevsiminin, bu hayvanların yaşamaları için uygun bir yaşam ortamı sunamamasından dolayı yaparlar. Bunu nerden öğrendiklerini öğrenmek için bakınız : genetik bilimi.... Ve dikkat buyurun! Eğer burda oturup durmadan yazacak olsam, bu misallerin ve beraberinde naklettikleri soruların,ardı arkası kesilmeyecektir. Arkadaşım basit kelimesinin, kaçamak bir cevap ve izahtan uzak olduğunu idrak etmen ümidiyle... Sen oturup durmadan sorular üretebilirsin... Bilim bunların çoğuna gerekli cevapları vermiştir. Ne yazık ki (!)bu cevaplar bir tanrıyı göstermekten çok uzaktır... Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 'yam_yam' Haltetmişler... Dünya yörüngesinde uzun dönemli değişiklikler ve dönme eksenindeki eğikliğin artıp azalmasıyla son 100.000 yılda dünya 8 tane buzul devri geçirirken, ve buzullar Avrupa ve ABD'nin yarısına kadar kilometrelerce kalınlıkta uzanarak canlıların yaşam alanlarını önemli ölçüde kısıtlarken, neredeymiş bu matematikçi? Sen görmek istemiyorsun.Sayın yam_yam, şuan hatta mısın?Evet, buzullar senin evinin içine mi eriyip aktı. Kaldıki zaten bir varlığın gittikçe sona varması ayrı şeydir, hayatını devam ettirirken, bu noktada eksik olması başka şeydir.Kuranda kıyametin kopacağı hadisesi anlatılır.Ahiretin vucudu için, dünya hayatının son bulması gerekmektedir.Şimdi bu bir düzensizlik midir?Ne alaka? Yani evrimi kabul ediyorsunuz öyle mi? Aksi halde "sonra geleceklere yer açmak" fikrinin hiçbir mantıki gerekçesi olamaz. Dahası, insan için yaratılmış olan evrende, insanın niçin canlılığın başlangıcından 3,5 milyar yıl sonra ortaya çıktığını da anlatamazsınız. Evrimi ateist mantıkla değil, olsa bile( ispatlanmış değil) bu ancak ve ancak Allahın yaratma şekillerinden birisidir, denebilir.Ama gel görki ortada evrimin olduğuna dair kesin bulgular yok.Olsa bile bu Allah olmadan olmayacak bir şey olup, tüm türlere şamil bir şey olamaz.Uzun konu yani...Sorularım çok.Yazımı okusaydınız, anlardınız. O nasıl bir bilniçmiş ki, bilmem ne çıngıraklı yılanına hem yavrularını yeme, hem de bunu yapmamak için orayı terketme içgüdüsü vererek sapkın egosunu tatmin etmeye yönelik oyunlar oynayacak ? Ne saçmaladığının farkındasın değil mi?İçgüdü vereni , ona hakaret etmek için, geçici süreyle kabul ettin galiba.bu durumda kabul ettiysen bu küfür niye_yok kabul etmediysen, git evrim amcaya küfür et.Tamamen tezat sorular bunlar.Yılana çoğalıp sistemi bozmasın diye, kendi soyunu dahi kontrol ettiren,bir sevki tabii veirilmiştir.İçindeki hem cinsini yeme arzusu burdan geliyor, buna rağmen kendi yavrusunu yememek için orayı terk ediyor.Hem bunu bilim adamları ifade ediyor sayın yam-yam, nereye itiraz ettiğine dön bir bak. Kedi ve köpekler, pek çok akvaryum balığı (beta,kılıçkuyruk, lepistes vs), bazı kuş türleri (alakarga vb) ve burada saymamın mümkün olmadığı pek çok hayvan türü yavrularını yemeye meyillidirler. Ben seni öldürmeye meyilli olabilirim.Bu ayrı bir şeydir , öldürmek tamamen başka bir şeydir.Meyletmek ayrıdır, yemek çok daha ayrı,mesela yavru balılarla beslenen , bir balık türünün,kendi yavrularını ağzında taşıdığı halde yememesini gel açıkla bakalım.Bu hayvanın aklı mı varki , böyle hareket ediyor? Sen oturup durmadan sorular üretebilirsin... Bilim bunların çoğuna gerekli cevapları vermiştir. Ne yazık ki (!)bu cevaplar bir tanrıyı göstermekten çok uzaktır... Ben düşünen bir insan olduğum için, sorguluyorum.Ama siz düşünmeden inkar etme yolunu tutmuşsunuz.Size ne söylenir inanın bilmiyorum. Bazı hayvanlar kış uykusuna yatarlar, çünkü kış mevsimi onların yaşamlarını idame ettirebilmeleri için uygun bir mevsim değildir. Bu yüzden kış uykusuna yatmadan önce, kendilerine uyku sırasında yeterli olacak kadar enerji sağlaması için yağ depolarlar. Bunu da, sizin üstün "bilinç" inizin yarattığı kış mevsiminin, bu hayvanların yaşamaları için uygun bir yaşam ortamı sunamamasından dolayı yaparlar. Bunu nerden öğrendiklerini öğrenmek için bakınız : genetik bilimi.... Kış mevsimi dünyanın eksen eğikliğiyle ilgili bir durumdurki,bilim bu gün eksen eğikliğinin ''tam olması gerektiği'' gibi olduğunu söylemektedir. Bakın eğer eksen şimdikinden daha farklı olsa iklim kuşakları değişecek ve bilimin ifadesine göre yaşanmaz bir yer halini alacaktır dünyamız. Böylece bunun mükemmel bir dengeyle var edildiğini tartışmak dahi '' safdillik'' olacaktır kansındayım.Bilinen şeylere itiraz etmenin ne anlamı var acaba?Kaldı ki canlının kış uykusunu '' tasarım eksikliği'' gibi gösteren sayın yam_yam acaba hiç düşünmüyor muki, bu kış uykusuna yatması bilincini canlıya kim vermiş olabilir. Bu kendiğiliğinden olacak bir hadise olmadığı gibi, genetik bilmi bu işin ancak , ''oluş keyfiyetini'' yani nasıl oldu ve kodlandıdan ötesini anlatmaz.Meselenin ardındaki manayı görememek aslı büyük sorundur.Mesela genlere kodlanan bu bilgiler '' bidayeten'' ilk başta yani hangi '' bilinçle'' genlere aktarılmıştır?Sonuçta bu hayvanları kışın uyumaları gerektiğine ikna eden şey neydi? Mesela bu tıpkı yumurtadan henüz çıkmış bir ördeğin suya koşması işi gibidir ki, bunu ilk kez yapan ördeğe doğru zamanın gerisine gittiğimizde, bu yüzme ameliyesini ilk başaran ördeğin yavrusuna bu bilginin nasıl öğretildiği merak aver bir konudur. ''kalıtım''konusu kifayet derecede bir izah olsaydı , yerinde bir sualle diyebilirizki, peki Milyonlarca yıldır dünyada olan insanlar , neden çocukları dünyaya geldiklerinde babalarının veya annelerinin bildiği tanıdığı dış dünyaya yabancı olup , dünyayı en başından tanımaya öğrenmeye başlıyorlar?Bir ördek kadar bile olamıyorlar.Dahası binlerce yıldır sünnet olan (tevrat da dahil) insanların neslinden henüz sünnetli doğmaya başlayan, bir kalıtım ve devamı söz konusu neden olmadı?Dahası kaslı bir vucuda sahip babanın çocuğu dünyaya , kaslı bir yapıyla değil, tamamen kaslarını kendisi geliştirmesse gelişmeyecek bir bünyeyle gelmektedir. Bu ve bunun gibi sorular '' tarihin uzuuuun seyri içinde olan bir değişim masalıyla '' geçiştirelemeyecek kadar mühim sorulardır. Sonuç olarak canlıların bu kış uykusu ameliyeside, elbette bir tasarımın güzel sonucudur. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.