Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2005 19 yıl Boğazın Hiç Donmuş haLini Gördünüz mü İşte Size Donmuş haLi.... Tam emin olmamakla beraber sanırım 1940 lı yıllar Kolay Gelsin
Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2005 19 yıl wawww harika bşey bu emily tşk ederim cok güzel bi manzara tşk ler bilimadanları bi araştırma yapmış bundan 50 sene sonra kuzey kutbundaki buzlar eriyecek ve denize karışacak denizlere karışırsa dunyanın sonu demek denizin yükselmesiyle birlikte toprak yüzünü görmiyecez sanırım toprak dıye bişey kalmıyacak sevgilerle
Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2005 19 yıl Yazar düşünsenize boğazı yürüyerek geçmek kime nasip olmuştur şu hayatta
Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2005 19 yıl Destan Önü İşte zamanın karanlığı gece gibi; Geçer, bir gölge komadan. İşte, Tanrı nefesli sahiller, İşte Bizans, kopmuş Roma’dan, Sakalları uzamış keşişler sırtında, Bahar halinde bir yük: Sur örülmüş kıyılarda yokluğa taraf Taşlarla, kıskançlıkla ağır ve büyük. Eski İstanbul, ruh kadar eski İnsan daha fazla eskiyemez ki. Bir boşluk ki göller tadında uzun Ya hiç’e uzanmış vaktimiz ya hep’e Yedi meçhul üstüne açılmış, Yedi tepe. Haliç, dünya öküzünün boynuzu, hiç kımıldamaz. Kımıldar bir kapalı su Geçer asırlar gövdesine, aydınlık, Uyumayanların uykusu Eski İstanbul hatıralardan eski Göresin usul usul gez ki. Tarümar olmuş, Dara’dan, Sardanapal’dan anlar, Gemilerle, kervanlarla dolmuş çırılçıplak, Aşkı kaybedenler, bulanlar. Çağ çağ kapılarında durmuş, Nesilleri Asya’nın bu bakış ahu diye. Sormuş sıcak rüyasını, Peygamberin orduları ‘Hu’ diye. Eski İstanbul, eski. Geçmiş günleri kimse söyleyemez ki. Saz sesleri gelir, din uğruna çarmıha gerileceklerden Belki çarmıhsınız, belki sazsınız. Ölümlerden hangisi gerçek, Anlıyamazsınız. Farkedilmez doğu ve batı Hayaller dolusu cenaze, düşüncelerden. Ayaklarınızın, ayaklarınızın Ayrılışı yerden. Eski İstanbul, yakın ve eski Öyle bir ses ki. Can ile ten susamış, susamış, Geçmiş de nice güzeller aradan. Osmanlı padişahı Sultan Mehmet, Bir seher, kadırgalarını yürütmüş karadan. Aşkı ile döktüğü bütün topları bir bir dizmiş, Çevirmiş hülyanın her yanını. Lale gibi vermiş bir akşam güneşinde, Yiğit Yeniçeri canını. Eski İstanbul, çok eski, Rüzgar, şahadete varasın es ki. Dil farkı, din farkı iyice azalmış o sürelerde, Bir sis ki bahçelere, yüzü, cihanı kaplar. Yeniden güne çıkmış, yeniden aydınlığı hayata mahzenlerden, Nur ve hayal olmuş ellerin yazdığı kitaplar, Yürümüş, yürümüş, hilalleri Türklerin, Allahın havalarına, yalnız ve tek. Serdengeçtilerle, akıncılarla Burdan başlamış dünyayı sevmek. Eski İstanbul, hem rahat, hem eski Yaşaması öyle tez ki. Fazıl Hüsnü Dağlarca
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.